Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@bayangizemxx_

Ben bir avuç buluttum gökyüzüm sendin Belki güneş açsaydın gök gülümserdi Güneşler söndü bak kaldı bu rаkаmlаr Beni yalnızlar anlar seni yalnız bırаkаnlаr
Sahabe ft. Aydilge – Bir ayda Unutursun

“İnanın bana sizi ne düşündüğünüz benim hiç umurumda değil.” demiş Dostoyevski.
Öyleydi gerçekten de. İnsanların ne düşündüğü umurumda değildi. Olmamalıydı da zaten. Başkalarının sözlerine göre yaşanmamalıydı biricik hayatımız.
Umursamadığı kadar özgürdü insan. Başkaları bizim hayatımıza karışmamalıydı. Kendi kararlarımızı vermeli, onların arkasında durmalıydık. Biz insanlar önemsediğimiz kadar esir, umursamadığımız kadar özgürdük…
İnsan yoruldukça içine kapanıyordu. Etrafına öyle yüksek duvarlar kuruyordu. Kimsenin ona ulaşmasına izin vermiyor, kendini kendi içine hapsediyordu. Ağlamasının şiddeti her saniye artarken o da o şiddetle beraber tükeniyordu. Kendini karanlığa esir ediyordu. Mutluluğa sırtını dönüyordu çünkü mutluluğu kendine yakıştıramıyordu.
Ellerini her uzattığı kişi elini havada bırakınca anlıyordu insan asıl yalnızlığın nasıl bir bilinmezlik olduğunu… Kendini kaybediyordu içinde. Arıyordu bir zaman boyunca. Bulamadıkça da bir süre sonra aramaktan vazgeçiyordu.
“Hadi, güzelim. Uyan, kahvaltı hazır.”
Babamın huzurlu sesini duymamla yattığım yerde hafifçe kıpırdandım. Ağzımdan kaçan birkaç inilti ile mırıldandım. Neredeyse tüm gece hayatımın üzerinden geçmiştim. Hayliyle de fazlasıyla geç uyumuştum.
Saçlarımın arasında dolaşan babamın parmakları ile daha da mayışmıştım. Kısa bir an gözlerimi açmaya çalıştığımda gözlerime dalan güneş ışığı ile geri kapattım.
Yataktan kalkmayı hiç istemiyordum. Yatağa dizini yaslamış saçımla oynayan babam uyanmamı daha bir zorluyordu. Uyku sersemliğimle babamın koluna sarıldım. Kulağıma babamın kahkahası ilişirken aynı mırıldanmalarla uyumaya devam ettim.
Babam kolunu kıpırdatmadan yanıma yattığında başımı göğsüne yasladım ve sımsıkı sarıldım uyku sersemi halimle. Gözlerim ve kulaklarım kendini Dünya’ya kapattı sonra. Rüyalar evrenine dönüş yaptım daha sonrasında.
***
Gözlerimi yepyeni bir güne açtığımda yanımda yatan babam ile aniden toparlandım. Gözlerim ışığa alışana kadar kısık gözlerle odamı inceledim. Sabah sabah odama dolan ışıktan hiç hoşlanmamıştım. Bir saniye! Ben okula giderken odama bu kadar ışık dolmaz ki!
Aceleyle komodinin üzerindeki telefonu elime aldım. Saati görmemle içimden sessizce küfürler sıraladım. Bir anda endişe ile bağırmamla babam sıçrayarak uyanmış oldu. Saat on olmuştu ve biz geç kalmıştık!
Etrafına şaşkınca bakan babama telefonun ekranını göstermem ile gözleri büyüdü ve acele ile yataktan kalktı. Üzerini düzeltmeye çalışırken ben hala panik halindeydim. Aniden bana döndü ve yüzümü avuçları içine aldı.
“Sakin ol. Nefes al, ver.”
Dediklerini yaptıktan sonra biraz olsun sakinleşmiştim. Durup birkaç saniye düşünmemin ardından hızla yataktan fırladım giyinme odama doğru.
Acele ile üzerime geçirdiğim okul formasının üzerine yeni aldığım siyah deri ceketimi geçirdim. Ayağıma hızlı hızlı geçirdiğim çoraplarım ile koşarak salona indim. Aceleden dolayı merdivenlerden az kalsın düşüyordum. Düşmekten son anda kurtulurken daha hızlı olsun diye merdivenin korkuluklarından aşağıya kaydım.
Babam ‘İflah olmazsın’ bakışları atarken çocukça bir neşeyle merdivenden aşağı atladım. Koşar adımlarla masaya geldim. Masada duran bardağıma demlikten sıcak çayı doldurduktan sonra elime aldım bardağı. Kendi etrafımda birkaç tur attıktan sonra birkaç yeni öğrendiğim dans figürlerini yaptıktan sonra kolumu masaya dayadım ve sıcak çayımdan büyük bir yudum aldım.
Boşalan bardaklarımız ile babamla birlikte kapıya doğru yöneldik. Bugün eve haftada bir gelen Fadime abla gelecekti. Birazcık zahmet olacak ona. Yine de o bizi anlamıştı her zaman. Sorun etmezdi bizim dağınıklığımızı.
Babam ile birlikte otoparka indik hızla. Babamın arabasına bindik ve hastaneye gitmek üzere yola çıktık.
Yol boyunca ikimizde çok konuşmadık. Yarım saatlik bir yolculuğun sonunda hastaneye geldik. Hastane otoparkında oldukça fazla araba vardı ve ben arabalara bayılıyordum.
Karşılaştığımız kişilere selam vererek babamın odasına gittik. Babam ceketini çıkartıp önlüğünü giyerken ben de odasındaki boy aynasında kendimi süzdüm. Kabarık duran saçlarım adete taranmadığını haykırıyordu. Fakat ben saçlarımı pek önemsemiyordum.
Babamla birlikte hastane koridorunda odadan odaya testten teste girip çıkıp durduk. Tahminimce bu hastalığıma tanı konulabilmesi için gereken şeylerdi. Sadece tahmin yürütebiliyordum çünkü babam fazla gergin görünüyordu. Özellikle de tomografiden çıktığımızdan beri.
Yine de babam ne derse onu yaptım ve işine engel olmadım. Ters bir şey varsa bana da anlatırdı herhalde.
Koridorda babamın arkasından ilerlerken Haluk amcayı görmemle gülümseyerek selam verdim. Bizi görünce babamın omzuna kolunu attı. Babamın yüzünü görmesiyle ciddileşip bana arkasını döndü ve babamın kulağına bir şeyler fısıldadı.
İkisi birden aniden durduğunda bunu fark etmedim ve sırtlarına çarptım. Aniden başımın dönmesiyle dengemi sağlayamadan yere düşecekken Haluk amca belimden tutup düşmemi engelledi. Kolumu omzuna attım ve kenardaki koltuklardan birine oturdum.
Birkaç saattir yapılan testler direncimi düşürmüş olmalıydı. Babamın da hiçbir şey söylememesi iyice dikkatimi dağıtıyordu. Arkama yaslandım ve duvara dayanmış derin düşünceller içinde olan babamı inceledim.
Bir şeyler saklıyor gibiydi. Sakladığı her neyse can sıkıcı bir şey gibi duruyordu. Gözlerim fiziksel hareketleri incelerken davranışlarından ruhsal durumunu da anlayabiliyordum. Kafası fazlasıyla karışıktı. Burun kemerini sıkıyordu. Kaşları çatılmıştı ve içinde bir boşluk vardı.
Dikkatimi babamdan başka bir yere yönlendirdiğimde kendimi düşündüm. Epilepsi hastası olmam hayatıma etki edecekti belki de fakat bunu düşünmeye fırsatım olmamıştı.
Yaşantımı ciddiye almıyordum. Öylesine yaşıyor gibiydim. Korkmadan yaşıyordum hayatımı. Bunun sebebi yaşamdan tüm ümidimi kesmiş olmamdı... Yorulmuştum ben yıpranmaktan. Boşu boşuna birileri için kendimden vazgeçerken canımın ne kadar yandığının farkına varamıyordum.
Başkalarının fiziksel durumlarını yorumlayıp ruhsal çıkarımlarda bulunurken kendimi onların arasında kaybediyordum. Benim içimdekileri hissetmelerini istemiyordum. Biliyorum, bu yük benim için fazla ağır ama yine de bu yükü başka birinin omzuna yüklemem haksızlık olurdu.
Haluk amcanın babam ve benim aramda gidip gelen bakışları beni rahatsız ederken fısıltıyla söylendim.
“Kes şunu yapmayı!”
“Kes şunu yapmayı!”
Aynı anda babamın da konuşmasıyla kısa bir anlığına babamla göz göze geldik. Hemen bakışlarını kaçırmasıyla sabırsızca bir nefes aldım. Gerçekten bir şey saklıyordu ve bu davranışlarına bakılırsa benimle ilgiliydi.
Gözlerimi devirdim bulunduğumuz duruma. Sanki baba kız değil de bir çift gibiydik ama birbirine çok benzeyen bir çift. Birbirimize sinir oluyorduk. Yine de birbirimizi gerçekten seviyorduk. Birbirimizden bir şeyler saklıyorduk fakat ben hile yapıyordum.
“Söyle işte her neyse. Daha fazla dikelirsen gidip kendim öğreneceğim.”
Bu cümlem onu kışkırtmak içindi fakat işe yaramak yerine onu güldürmüştü. Yüzündeki hafif gülümseme anında silinirken yerini endişeli bir ifade almıştı.
“Akşam konuşsak olur mu? Şimdi çok soru sormadan ve çok geç olmadan okula gitsen?”
Kaşlarımı kesin bir ifade ile havaya kaldırdım ‘hayır’ anlamında. İnat edersem tam inat ederdim ama şu an bunu ertelemeliydim. Saat öğlen olmuştu ve ben ağzıma tek lokma atmamıştım. Karnım ağrımaya başlayacaktı yakında.
“Öyle olsun, madem. Akşam kaçmak yok, fena bozuşuruz.”
Başını aşağı yukarı salladıktan sonra koşar adımlarla babamın üst kattaki odasına gittim. Çantamı alıp hemen çıksam birazdan gelecek olan otobüs ile tek seferde okula varabilirdim.
Arkamdan koşarak gelen babamı görmemle olduğum yerde onu bekledim. Geldiği gibi hafif hafif öksürmeye başladı. Gülümsedim ve alaycı bir ifade ile laf söyledim.
“Babacım artık yaşlanıyorsun. Öyle kız peşinde koşma zamanın çoktan geçti yani. Sen otur onlar koşsun biraz da.”
Bunu duyan babam sinirli ifadesiyle bana doğru baktığında ‘ben masumum’ bakışları ile ellerimi havaya kaldırdım. Daha fazla dayanamadım ve ağzımdan minik bir kıkırtı kaçırdım. Hızlı bir şekilde sönen gülüşlerim ile babamın ifadesi de sertleşti. Benim yüzüm solunca onun da yüzü soluyordu.
“Arabayla bırakayım mı seni? Hem geç oldu.”
“Otobüsle de gidebilirim değil mi? Hani zenginiz tamam da otobüse de bineyim her öğrenci gibi bir zahmet.”
Dedikten sonra hızla merdivenleri indim. Otobüs kaçmadan önce durağa yetişmek için koştum. Durağa vardığımda otobüs gelmemişti belki ama ben tıkanmıştım. Boğazıma masaj yaparak ve derin nefesler alarak rahatlamaya çalıştım.
Nefeslerim düzeldiğinde çantamdan çıkardığım şişemden bir yudum su içtim. Bu iyi gelmişti nefesime ama midem boş olduğu için pek de hoş bir his yaratmamıştı. Yine de bunu umursamadım ve cebimden çıkardığım kulaklığımı kulağıma geçirdim.
Otobüs geldiğinde elimdeki kartı çevirmeyi bıraktım ve otobüse bindim. Kartı okuttuktan sonra otobüste dikkatli bir şekilde ilerlemeye başladım. Arkalarda durmak için iyi bir yer bulduğumda ilerlemeyi kestim ve önümdeki direğe tek elimle tutundum. Cebimden çıkardığım telefona bakacağım sırada hemen yan tarafımdaki öğrenci dikkatimi çekti.
Okul eteği ve gömleği ile öğrenci olduğu belli olan kız direğe tutunmuş bekliyordu. Yanında ise ondan biraz uzun olan bir genç adam vardı. Kızın davranışlarından onu rahatsız ettiğini fark etmiştim. Genç tek eliyle üstteki tutacaklara tutunmuş bir diğer elini de kızın tutunduğu direğe koymuştu.
Müziği durdurdum ve kızın olduğu tarafa doğru yaklaştım biraz daha. Adamın elleri kızın saçlarına değdiğinde yüzümü buruşturdum. O sırada kızın çantasından düşen cüzdan ile eğileceğini düşündüğüm anda içinden küfür ettim.
Tam eğileceği sırada hızlı davrandım ve yerden cüzdanı aldım. Ardından adamın direğe tutunmuş olan elini sertçe ittirdim ve kızı yan tarafımda duran diğer direğe çektim.
“Teşekkür ederim.”
Ekimdeki cüzdanı umursamaz ifademe kıza uzattım. Adamın dik dik sırtıma baktığını fark etmiştim. Duruşumu bozmadım, aynı zamanda da kıza cevap vermedim.
Otobüs aniden fren yapınca belime değen eller ile yutkundum. Hızla arkamı dönmemle o adam olduğunu fark ettim. Yan döndüm yavaşça ve dirseğimi sertçe adamın karnına geçirdim. Canının acısıyla iki büklüm olan adam benden uzaklaşınca gözlerimi devirdim.
Durakta durduğumuzda kız bana gülümseyerek baktı ve otobüsten indi. Kapılar tekrar kapandığında Gideceğim durağa az kalmıştı. Bende kapıya doğru ilerledim dikkatli adımlarla.
Arkamda dikelen adamı hissetmemle ellerimi sinirle açıp kapatmaya başladım. Aniden frene basan şoför ile sesli bir küfür mırıldandım. Ses tonum biraz fazla yüksekti galiba ki birkaç kişi bana bakıyordu. Sessizce önüme döndüğümde Boynumda hissettiğim nefes ile özellikle o duyabilsin diye yüksek sesle küfür ettim.
“Hay s*keyim ama.”
Aldığım cevap ile gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. Bu kadarı da hadsizlikti ama.
“Neyinle, güzellik?”
Biraz uzaklaştım ve yüzümü ona döndüm. Biraz eğildiğinde alaycı bir gülümseme ile göz kırptım. O daha ne olduğunu anlamadan ayağımı olağanca kuvvetimle bacaklarının arasına geçirdim.
Bu sefer gerçekten canı çok yanmıştı ve birkaç adım geri atmıştı. Durağa geldiğimiz için duran otobüsten hızla uzaklaştım. Bazen fazla oluyorlardı. Elimi sinirle saçlarımın arasından geçirdim ve anın gerginliğinden dolayı bozulan kazağımı düzelttim.
Güvenlik kulübesine geldiğimde öğrenci kartım ve sağlık raporunu gösterdim ve içeri girdim. Hızlı adımlar ile okulun merdivenlerini tırmandım.
Müdür odasına geldiğimde aceleyle kapıyı çaldım. ‘gel’ sesiyle içeriye girdim. İçeride Onur, Çınar ve diğerlerinden bazıları vardı. Şaşkın bir şekilde onların önüne geçtim.
“Biraz geç geldim, hocam. O yüzden raporu vermeye gelmiştim.”
Kibar sözlerimin ardından müdür önce kağıda ardından saate baktı. Bende bileğimdeki saate baktığımda saatin çoktan 12 olduğunu fark ettim. Birkaç dakika sonra öğle arası olacaktı.
“Hiç gelmeseydin, evladım. Kaç ders kaldı ki zaten şurada?”
Duyduklarım ile kaşlarım çatılırken yüzüm nezaketten uzak bir ifadeye döndü. Dik bakışlarımla masaya bakmaya devam ettim sessizce. Bu ne kadar kaba bir hareket olsa da cevap vermek benim hakkım değildi. Her zamanki gibi yine sustum benden büyük olduğu için.
Uzattığı izin kağıdını çekip aldıktan sonra odadan çıkacakken son anda durdum ve geri döndüm. Masanın üzerinde duran rasgele bir kağıdı aldım. Elime geçen ilk kalemi de alarak kağıda ‘Kabalığınız bir müdüre yakışmasa da terbiyemi hakkedecek kadar benden büyüksünüz.’ yazdım ve kağıdı ters çevirip müdürün önüne bıraktım ve çıktım.
Çantamın bir kolunu sıkı sıkıya tutarak abimin sınıfının önüne geldim. Kenarda duvara yaslandım ve kalan 5 dakikanın geçmesini beklemesine karar verdim.
Merdivenlerden gelen Onur ve Çınar beni gördükleri gibi yanıma geldi. Şaşkın bir ifadeleri vardı ve gülüyorlardı. Galiba yaptığım bu hareketle Onları da cezadan kurtarmıştım.
“Semih hocanın yüzünü görmeliydin! Renkten renge girdi. Sonra bizi fark edince odadan kovdu.”
Kim bilir ne yapmışlardı da oradaydılar? Bir bahaneyle onları kurtarmıştım işte daha ne olsun. Onur ve Çınar abimin sınıfına girdiler. İlkay da yan sınıfa girince koridorda Metehan ve ben kalmıştık.
Gözlerim duvara dalmıştı ve az önce otobüste olanlar aklıma gelmişti. Aklıma gelen görüntülerle yüzümü buruşturdum. Belki de ben orada olmasaydım kıza başka şeyler de yapardı. Bana olan başka birine de olmamıştı işte bir bahaneyle. Yeni birini kurtarmıştım. Bu nedensizce beni mutlu etmiyordu. Artık hayatımda hiçbir şey beni mutlu edemiyordu.
Çalan zil ile ezilmemek için oturduğum yerden kalktım ve sınıflardan çıkanları izledim. Abimlerin kapısının önü boşaldığında sınıfa daldım.
Kaan beni görünce pek mutlu olmasa da şu an onunla uğraşmak yerine yemek yemek istiyordum. Yanına gidip kolunu çekiştire çekiştire yemekhaneye götürme sırası bendeydi. Neyse ki o buna pek itiraz etmeyip benim işimi kolaylaştırdı.
Yemek tabağımı alıp oturacak masa bakarken kolumu tutan bir kız ile bir masaya çekildim. Masada Emir, Kaan ve birkaç tanımadığım kız vardı. Emir, eli ile koyu kahve saçlı kızı göstererek konuşmaya başladı.
“Bu gereksiz benim kardeşim Ceyda.” Dediğinde Ceyda yüzünü buruşturarak karşılık verdi.
“Sensin o gereksiz, Uyuz şeytan!”
Bu konuşmalar komiğime gitmişti. Bizimki gibi ilginç bir abi kardeş ilişkisiydi. Birçok farkımız vardı yine onlardan ayrılan. Onları fazla takmadan acele ile yemeğime gömülmek istiyordum. Çok acıkmıştım ve önümde yemek tabağı dururken sakin olamıyordum pek.
Masaya gelen diğer kişileri görmedim fakat karşımıza oturmuşlardı. Kafamı gömmüş yemeğimi yerken üzerimde birkaç bakış hissettiğimde bunu umursamadan bitirmeye odaklandım. Yemek bittiğinde kafamı kaldırıp masadaki diğer kişilere baktım. Yemeklerinin büyük bir kısmı duruyordu. Ya ben çok hızlı yemiştim ya da onlar fazla yavaştı.
Yandan abim kolumu dürttüğünde ona doğru döndüm. Gülen gözlerle bana bakarken tek kaşımı kaldırdım ve anlamazca baktım. Komik bir şey vardı ama ben bilmiyordum!
“Tabağı da ye istersen Beril.”
Gülerken söylediği şey ile burnumu kırıştırdım ve kollarımı karnımda bağladım. Sabahtan beri milyon tane teste girmiştim ve tüm bunlar olurken ben yemek yememiştim.
“Toboğo do yo borol. Hıh, ben sabahtan beri hiçbir şey yemedim tamam mı? Şimdi kes sesini!”
Yaptığım taklitten dolayı herkes gülmeye başlamıştı. Durumun komikliğini fark edince bende gülmeye başladım. Gülüşüm birkaç saniye sürmeden tekrar soldu. Neredeyse her zaman böyle oluyordu. Tam mutlu oldum derken aklıma geliyordu yine. Bedenim taş kesiliyor gülüşüm soluyordu.
Boşalan tabağıma ve Kaan’ın tabağındaki tatlıya baktım. Gözlerim gidip gelirken Kaan başka biriyle konuşurken elimi usulca onun tabağına uzattım. Yarı yolda elimin üzerine aldığım darbe ile yüzümü buruşturdum.
Pes etmedim bu sefer de elime aldığım kaşığı pudingin içine daldırdım ve aceleyle kaşığı ağzıma götürdüm. Bu sefer görmemişti ve ben de bundan cesaret alarak kaşığımı tekrar uzattım tabağına doğru. Kaşığıma çarpan bir başka kaşık ile başımı kaldırdım ve delici bakışlarla Kaan’ın gözlerine odaklandım. Kısık gözlerimle onu inceliyordum o da beni.
“Tamam, sen kazandın. Puding senindir!”
Duyduğum şey ile tabağı kendi önüme doğru çektim sinsi kız bakışlarıyla. Birkaç dolu kaşıkları ağzıma yuvarladım ve boşalan tabağı rahat bıraktım.
Masadaki herkesin yemeyi bitirmiş sohbet ettiklerini gördüğümde uzaktan onları incelemekle yetindim. Gözüm bileğimdeki saate oradan Metehan’a oradan masadaki boş tabaklara kaydı. Dikkatimi toparlayamıyordum. Kafam karışıktı ve düzelmeye niyeti pek yok gibiydi.
Kaan’ı dirseğimle dürttüğümde bana dönen bakışları ile bir anlık ne diyeceğimi unuttum. Neyse ki sonradan aklıma geldi.
“Ben sınıfa çıkıyorum.”
Başıyla beni onayladıktan sonra konuşmasına devam etti. Bende umursamadım ve çantamı omzuma astım ve boş yemek tabağımı bulaşıkların olduğu yere bıraktım ve yemekhaneden ayrıldım.
Omzumda tuttuğum çantam ile sınıfımın olduğu kata kadar çıkmadım, adeta tırmandım. Sınıfa girdiğimde sınıfta birkaç kız dışında kimse olmaması beni rahatlattı.
Sınıfa girip dün oturduğum yere oturdum. Çantamı koydum kucağıma. Ön gözlerinin birini açtım ve içinde duran haplarımı paketlerinden tek tek çıkardım. 3 küçük hapı ağzıma attıktan sonra Çantamın kenarında duran şişeden küçük bir yudum su içtim.
Dersin başlamasına daha zamanın olduğunu gördüğümde çantamı sınıfta bıraktım ve dışarı çıktım. Cebime sıkıştırdığım telefon ve sigaramı yanıma almıştım. İçimden bir ses o birkaç kızın bir şeyler karıştırdığını söylüyordu.
Umursamadım her zaman yaptığım gibi. Arayıp bulacakları en farklı şey haplarım olacaktı. Veya da içine bir şey koyup bana iftira atabilirlerdi. Eğer ben bunu düşünüp akıllı saatimden ses kaydı moodunu açmamış olsaydım.
Bahçede kulağımda çalan müzik ile dolaştım birkaç dakika kadar. Daha sonra dikkat çekmeden okulun arkasındaki o yere doğru yürüdüm. Yaklaştığımda duyduğum sesler ile olduğum yerde biraz bekleyip onları dinlemeye koyuldum.
“Bakın şimdi bu kız okula geldi. Benim itibarım yıkılacak. Hele babası zaten artık okula 2 kat fazla bağış yapar. Bizim bu kızı kendi altımıza almamız ve onun bizi geçmesine izin vermememiz gerekiyor.” Dediğini duydum Ayaz’ın.
“İyi de bunu nasıl yapacağımız hakkında bir fikrin var mı, abi?” dedi yanında olan birisi.
Bir şey karıştırıyorlardı. Beni tehdit olarak görmeleri ne kadar hoşuma gitse de tehlikeliydi de. Duyduğum şeylerden sonra sinsi planlar kafamdan geçse de önce oturup düşünmem gerekiyordu.
“O işi halletmekte ne var, Kerem? Her ne olursa olsun o da bir kız. Ve benim cazibemden bahsediyoruz. Yine de gerçekçi olması çok önemli. Bu yüzden bunu bizden başka kimsenin bilmemesi gerekiyor.”
Çok geçti artık. Ben duymuştum ve bu yeterliydi. Her şeyden önce bu çok mantıksızdı. Ben onun değil tipini karakterini bile beğenmiyordum. Her ne olursa olsun bildiğimi fark etmemeliydi.
Benim olduğum tarafa doğru yürüdüklerinde sırtımı duvara yasladım ve elime aldığım sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirdim. Dumanı ağzımdan usul usul verirken alaycı bir gülümseme ile beni görmelerini bekledim.
Beni görmeyip ilerlediklerini fark ettiğimde arkasından ıslık çaldım. Aniden bana döndüklerinde Alaycılığımı bozmadan sessini taklit ettim.
“Her ne olursa olsun o da bir kız. Ve benim cazibemden bahsediyoruz.” dedim ve gür bir kahkaha attım.
Bozulan yüz ifadesi ile sırıtmaya devam ettim. Ben sırıttıkça daha da çok bozuluyordu siniri.
“Aynen, kanka. O kadar büyük bir caziben var ki tüm kızlar kapında yatıyor.”
Kendi ağzımdan duyunca daha bir komik geldi. Gülüşüm şiddetlenirken kendimi durdurmaya çalıştım. Gerçekten böyle bir planın işe yarama ihtimali neredeyse sıfırdı.
Üstüme doğru gelen Ayaz’ın yapacağı şeyi anladığım için kendimi duvarın diğer yanındaki kenara çektim. Duvara yaslanmış şekilde sigaramdan derin bir nefes çektim ve sigaramı yere atıp üstüne bastım. Kolunun birini yaslandığım duvara dayayan Ayaz, biraz daha fazla yaklaştı. Ağzımdaki dumanı yavaş yavaş onun yüzüne doğru verdim. Diğer kolunu da duvara koyduğunda alayla dudaklarım yukarı kıvrıldı.
Boyu benden biraz uzundu ve bana bakmak için eğiliyordu. Kendini köşeye sıkıştırıyordu. Boynundaki kolyeyi fark etmem elimi aniden kolyeye uzattım. Tek parmağımla tutup kendime çektiğim kolye ile birlikte daha da yaklaştığında fısıltıyla konuşmaya başladım.
“Kendini köşeye sıkıştırarak beni yormadığın için teşekkür ederim.”
Duyduğu şey ile şaşkınlıkla çatılan kaşlarını görebiliyordum. Bu şaşkınlığından yaralanıp kollarının altından kaçtım. Arkamdan geldiğini fark ettiğimde yavaşlamak yerine hızlandım fakat o bana çoktan yaklaşmıştı.
Aniden omuzlarımdan tutmasıyla karnına sert bir tekme attım ve hızla okula girdim. Arkamdan geliyorlardı ve bundan pek hoşnut değildim. Yukarı çıkarken ceketimi düzelttim.
Sınıfa girdiğimde birçoğu kişinin gelmiş olduğunu gördüm. Sıranın altına koyduğum akıllı saati elime alıp ses kaydetmeyi kapattım. Daha sonra ise cebimden çıkardığım kulaklığı saate taktım. Tamamını değil ama bir kısmını dinledim.
Duyduğum şey ile çantamın içine baktım hemen. İçinde gördüğüm uyuşturucu poşeti ile gözlerimi kocaman açtım. Ses kaydındaki konuşmalarda sesleri vardı ama bu yeterli olur muydu bilmiyordum.
Ders zilinin çalmasıyla kulaklığımı cebime koydum. Çantamdan çıkardığım defterin birini masanın üzerine koydum ve bir şeyler düşünmeye çalıştım. Kendimi aklayıp onların suçunu kanıtlamam gerekiyordu.
Bunun yanında o paketten en kısa zamanda kurtulmam gerekiyordu. Bu benim için kötü magazin için güzel bir haber olurdu. Zaten hastalığımı ve sendromumu araştırdıkları dönemde açık vermek fazlasıyla tehlikeliydi.
Düşünmeye daldığım sıralarda sınıfta bir hareketlenme olmuştu. Erkekler sigara paketleri ile uğraşıyor kızlar ise makyaj malzemeleri ile ilgileniyordu. Sanki arama yapılacağı haberi verilmişti! Ben böyle düşünürken sınıfa giren genç bir çocuk bağırarak sınıfa seslendi.
"Arama yapılacak çabuk olun. Geliyorlar! "
İçimden geçirdiğim küfürler bir anlam ifade etmezken daha da önemli bir derdim vardı. Benim çantamda bir paket uyuşturucu vardı! Sigarayı geçtim, o çok büyük bir problem değildi. Asıl olan şey o paketti. Allah benim belamı versin ki beynim tam olarak şu an çalışmıyordu. O lanet paketin benim olmadığını kanıtlayan hiçbir şey yoktu.
Stres ile titreyen ellerimi fark ettiğimde yutkundum. Anksiyete krizi geçirdiğimi çantamdaki poşet varken asla düşünmezlerdi. Çünkü yoksunluk krizi de anksiyete krizi gibiydi. Aniden gelir ve tüm bedeni esir alırdı.
O sırada kulağımdaki işitme cihazından gelen cızırtı ile rahatsızca yüzümü buruşturdum. Yerinden oynamıştı ve bundan ötürü garip sesler geliyordu. Titreyen bedenimi ve kendimi kontrol altına almam gerekiyordu. Derin nefesler aldım, verdim. Titreme azalınca elimi yavaş ve dikkat çekmeyecek şekilde kulaklarıma götürdüm. Yerine oturttuktan sonra aklıma gelen şeyler ile ellerim titremeye başım da dönmeye başlamıştı.
Hiç sırası değildi krize girmenin. Ayrıca anksiyetemin epilepsi krizini tetiklediğini düşünürsek hayati riskim bile olabilirdi. Aman Allah’ım! Ben neler düşünüyordum böyle?
Kendimi sakinleştirme çabalarım ters yönde etki ederken aniden sınıfa giren 3 öğretmen ile ellerimi sıranın altına indirdim. Gözlerimi kapattım ve tüm bunların gerçek olmadığını hayal ettim.
Sakin bir kütüphane hayal ettim. Uzun uzun rafları olan... masmavi gökyüzüne açılan... arkada çalan soluk müziğe kendimi bıraktım. Notadan notaya atlarken kalp atışımın yavaşladığını düşledim.
Sakince gözlerimi açtığımda öğretmenlerin aramaya diğer taraftan başladığını gördüm. Umursamaz görünmeye çabaladım. Korkumun beni yönetmesine izin vermek istemiyordum.
Tıklatılan kapı ile öğretmenlerin ve sınıftaki diğer kişilerin bakışları kapıyı buldu. Kapıdan kafasını uzatan Metehan, gözleriyle kısa bir an sınıfı inceledi. Ardından öğretmenlere dönerek bir soru yöneltti.
"Gamze hoca Beril Soykan'ı çağırıyor, hocam."
Hoca gitmeme izin vermeyecek gibi bakıyordu. Sınıfa dönerek bağırdı.
"Beril hanginiz!?"
Derin bir nefes aldım. Kendime verdiğim sakin ol tesellileri eşliğinde ayağa kalktım.
"Benim, hocam."



Loading...
0%