Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@bayangizemxx_

Yaralarımı sarmayı denemeli mi?

 

Yoksa dağlayıp ilerlemeli mi?

 

Olmadı, yapamadım

 

Her gördüğüm kadında seni aradım

 

Dolu Kadehi ters tut – yalan

 

 

“Meğer susmak; İnsanın içiyle konuşmasıymış, geç fark ettim.” demiş Kahraman Tazeoğlu.

 

İnsanlar susardı ve sustukça içine konuşurdu. Ve bir insan ne kadar çok susuyorsa o kadar çok içine konuşuyormuş. Dışına vuramadığı hisleri içinde yaşadığı gibi. Korkardı insanlar, korktukça güçlenirlerdi. İnsanlar garip canlılar. Hayvanlar veya bitkiler gibi basit değillerdi. Çözemezdiniz insanı. Ne zaman tam çözdüm derseniz o an o insan hakkındaki fikirleriniz kördüğüm olurdu.

 

Beni çözmek ise tam bir deli saçmasıydı. Ben bile kendimi çözemezken bir başkasının bunu yapması gözüme imkansız gibi görünürdü. Kalbim kırılıyordu ve ben bir şey olmaz, diyerek kestirip atıyordum. Kendimi yok sayıyordum. Korkularımın arasına saklanmıştım ve çıkmak istemiyordum. Bu benim için daha kolay görünüyordu. Hayatla savaşamayacak kadar çok yorulmuştum.

 

Gerginlikten ölmek üzereyken ayakta duramıyordum nerdeyse. Öğretmen çıkmamam izin verecek mi bilmiyordum. Bu da beni geriyordu. Bakışlarım öğretmen ve Metehan arasında gidip gelirken fazlasıyla gerilmiştim. Öğretmenin bakışları benim üzerimde sabitlendiğinde içimden izin vermesi için dualar ediyordum.

 

“Çantanı ve diğer eşyalarını bırak, gidebilirsin.” dediğinde şaşırmıştım.

 

Zaten cebimde olan uyuşturucu paketi ve sigara paketi ile birlikte zar zor ayakta dururken sınıftan çıktım. Sınıf kapısını kapattığım gibi duvara dayandım. Ayaklarım artık bedenimi taşıyamıyordu. Olduğum yere yığılmadan önce son saniyelerimdi. Başımın dönmesi ile bir elimi Metehan’ın koluna dayadım. Bana dönen Metehan, durumumu fark etmişti.

 

“İyi değilsin. Epilepsi krizi mi?”

 

Başımı iki yana sallayarak olmadığını belirttim. Aniden başıma giren ağrı ile yüzümü buruşturdum. Resmen iki büklüm olmuştum. Ne olduğunu anlamayan Metehan bana bakmaya devam ediyordu. Acıdan ağzımdan minik bir inleme kaçmadan önce anksiyete krizinde olduğumu fısıldadım. Nefesimi kontrol altına almakta zorlandığım sırada kendimi olduğumuz ana odakladım.

 

Atakla baş etmede birinci kural: Nerede olduğunu hatırla!

 

Okulun koridorundaydım. Yanımda Metehan vardı ve ben yere oturmuş sakinleşmeye çalışıyordum. Derin nefes al, biraz tut ve bırak. Şu an olduğun ana odaklan ve kafanı topla.

 

Atakla baş etmede ikinci kural: Bu sadece bir kriz, canın ne kadar yanarsa yansın bu acı gerçek değil!

 

Vücudumun birçoğu noktasına aynı anda giren ağrı ile gözlerimi kapattım ve yumruklarımı sıktım. Kendimi kaybetmemeliydim. Kendimi kaybedersem beni kimse bulamazdı. Sadece olduğumuz ana odaklan ve sadece bu okuldan dışarı çıktığını hayal et. Rahatla ve bu yaşadığın gereksiz korkuyu üzerinden at.

 

Atakla baş etmede üçüncü kural: Ayağa kalk ve dik dur! Çünkü sen boyun eğersen atak kazanır.

 

Kendimi toparladım, Metehan’ın kolundan destek alarak ayağa kalktım. Derin nefes alıp vermeye devam ederken gevşediğimi hissettim. Geçmişti, bu sefer de ben kazanmıştım.

 

Anlamsız bir gülümseme ile koridora bakmaya başladım ve yine olduğu gibi gülüşüm saniyesinde solmaya başladı. Metehan’dan destek alarak koridorun sonundaki Gamze Hoca’nın odasına geldik. Metehan bir eliyle kapıyı açarken diğer eliyle de beni destekliyordu. O da farkındaydı ki ne kadar dik dursam da kolunu çektiği an yıkılacaktım.

 

Kendimi koltuklardan birine bırakmam ile rahatladım. Yine de cebimdeki uyuşturucu paketi pek iyi hissettirmiyordu. Gamze hoca bir bana bir de Metehan’a bakıyordu. Ne olduğunu anlamamıştı sanırım. Bakışları bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibiydi.

 

“Anksiyete krizi geçirdim ve şu an ayakta bile duracak gücüm kalmadı. Muhtemelen yanımda da Mete olmasa beni titreyerek yerde kriz geçirirken bulurdunuz.” diyerek açıkladım durumu.

 

Sesim güçsüzlükten ve yorgunluktan olsa gerek fazlasıyla kısık da olsa demek istediğimi anlamışlardı. Daha doğrusu Gamze hoca anlamıştı. Metehan hala bir şey anlamış gibi görünmüyordu.

 

Cebimden çıkardığım uyuşturucu paketi ve sigara paketini masaya koymamla birlikte iki çift bakışın bana dönmesiyle alayla sırıttım. Haliyle kim olsa şaşırırdı zaten bir paket uyuşturucu görse. Başım hafif hafif ağrıyordu. Şiddeti artarken inlememek için olağandışı bir çaba sarf ediyordum. Dinlenmem gerekiyordu, biliyordum. Ama bir şeyler anlatmam da gerekiyordu.

 

Diğer cebimden çıkardığım telefondan akıllı saatimden attığım ses kaydını ayarladıktan sonra kısaca durumu açıklamaya çalıştım.

 

“İşte tam olarak böyle oldu. Tam o sırada da sınıfa birisi gelip kontrol yapılacağını söyleyince zaten bozuk olan sinirlerim daha da bozuldu. Sonrasında da Metehan gelmese muhtemelen sınıfın ortasında bayılırdım.”

 

“İlaçlarını içmemiş miydin zaten?” diye soran Gamze hocaya gittikçe kısılan sesimle cevap vermeye çalıştım.

 

“İçmiştim ama ilaçların amacı kriz şiddetini azaltmak ve krizler arasında zamanı uzatmaktır. Ben ise olmaması gerek kadar stres yaptım.”

 

Daha fazla konuşamıyordum. Sesim iyiden iyiye kısılmış, konuşacak dermanım kalmamıştı. Koltuğun içine gömülmüşken ağır bir yük binmişti üzerime. Ağır bir kriz geçirmiştim sanırım. Başımda dayanılmaz bir ağrıdan yeterince anlaşılıyordu bu. Tüm vücudum uyuşmuş bir şekilde uymaya odaklanmıştı. Yine de okulda oluşum uyumama engeldi.

 

Öte yandan benim krizim bahane olmuş ve Gamze hocanın beni niye yanına çağırdığını unutmuştum. Aniden aklıma gelen şey ile biraz toparlandım.

 

“Sen beni niye çağırmıştın yanına?”

 

Gamze hoca, önündeki kağıtlara ve bana bakıyordu. Bir şeyler vardı, kararsız kalmıştı. Bu da muhtemelen benimle ilgili bir şeydi. Beni üzecek bir şey ile ilgili…

 

“Söyle, söyle. Tekrar kriz geçirmem bir yarım saat kadar tahminen.”

 

Aniden bana dönen bakışlarına sahte bir gülücük ile karşılık verdim. Söyleyeceği şeyden çekiniyordu. Bu ise benim sinirimi bozuyordu. Birileri sürekli benden bir şey saklıyordu. Yorulmuştum, insanların benden bir şeyler saklamaya çalışmasından…

 

“Tasdikname hakkında konuşmak istemiştim aslında…”

 

Söylediği şey ile gözlerimi devirdim. Yine başlıyorduk yalanlar uydurmaya. Gerçeği anlattığım kimse bana inanmamıştı. Yapmadığım bir şey yüzünden bir çok kişi beni yargılamıştı ve bundan bıkmıştım!

 

“Yine aynı konu yani. Anlamıyorsunuz belki ama ben böyle bir şey yapmadım.”

 

Konuyu bilmeyen Metehan kapının önünde duruyordu. Bu çocuğun dersi yok muydu da başımda kukumav kuşu gibi dikiliyordu ki? Gamze hoca bana tam olarak ne sormaya çalışıyordu anlamıyordum! İnsanlar her geçen gün daha da karmaşık olmaya başlamıştı. Bazen karanlıkta düşünüyordum da insanlar benim içimde kanayan o büyük yarayı göremeyecek kadar kör olmuşlardı.

 

“Ben başka bir şey soracaktım aslında. Sadece… Olay gerçekten nasıl oldu yani? Bana güvenebilirsin, beril…”

 

Bana güvenebilirsin… Ben kimseye güvenemezdim. Bir kez daha beni anlayan birini kaybedemezdim. Aklımı kaçırmama ramak kalmıştı belki de ama ben inatçıydım, direniyordum.

 

Yıllardır içimde sakladığım sırlar ile yaşayabilmem bile mucizeyken onlar içime kapanmamı sorun ediyordu. Ben sorunumun çözümünü müziğin sesini artırarak çözmeye çalışmıştım. Başka insanlar gibi kendime fiziksel acı vermemiştim. Ben bedenimi değil belki ama ruhumu öldürmüştüm…

 

Kendimi bir köprüden aşağı atıp kurtulabilirdim belki de bu boktan hayattan. Ama ben yapmamıştım bunu. Ben gerçekten acı çekmek istemiştim. Ölmek kolaydı… Peki ya, yaşamak? O, ölmekten bin kat daha zordu! Kimse gecenin bir yarısı yatağımın içinde akıttığım gözyaşlarımdan haberdar değildi. Ben ölüyordum içten içe ama herkes bunu göremeyecek kadar kördü!

 

İnsanlar beni güçlü sanıyordu belki ama ben çoktan pes etmiştim. Bana bakan her iğrendirici bakışta daha çok bakmıştım. Ben düşüncelerimde yaşarken kendime eziyet çektiriyordum. En çok acıtanı da benim bir zamanlar mutlu olduğum bir hayatım vardı…

 

Kollarımı karanlığa sarmadan önce kollarımın içinde yaşayan insanlar vardı. Düşüncelerimi her olursa olsun dinleyeceklerine inandığım insanlar vardı. Şimdi ise düşüncelerimin arasında kaybolmuştum… Ellerimi uzattığımda ellerimden tutacak kimse yokmuş gibi geliyordu. Tüm bu hisler içinde ise öyle lanet bir duygu vardı ki beni hayata bağlıyordu. Nefret…

 

“Sana güveneyim? Pardon ama ben… yapmak istemiyorum…”

 

Bir araya getiremediğim kelimeler boğazıma düğüm olurken gözlerim yorgunluktan kapanıp açılmaya başlamıştı. Üzerime çöken bu hissi antidepresan bile ortadan kaldıramazdı. İçimde aniden ortaya çıkan kıvrılıp uyuma isteğine karşı direnirken gözlerim Gamze hocanın üzerinde geziniyordu.

 

Çekmeceden çıkardığı küçük hapı avucunda bana uzatırken yorgun bakışlarımla ona bakıyordum. O lanet ilaç her neyse şuracıkta uyuma isteğimi engelleyecek gibi görünmüyordu. Kısık ve çok az anlaşılan sesimle bi’ cümle kurmayı başardım.

 

“O ilaç da neyin nesi?”

 

Bana acıyor gibi bakan gözlerine karşı içimde ani bir öfke birikti. Bir başka insan daha bana ve görünüşüme acıyordu. Sanki bira içmiş gibi ağrıyan başım ve rahatlayan bilincim bir ilacın etkisinde gibi hareket ediyordum. Zorla da olsa oturduğum yerde doğruldum. Bilincim şu an bir sarhoşunkinden bile daha karmaşıktı. Acı çekiyordum ve garip bir şekilde bunu beni tarifi bulunmamış bir haz içine itmişti.

 

Ani bir karar ile elime aldığım küçük hapı suya bile gerek duymaksızın ağzıma yuvarladım. Sonuçlarının ne olacağı gram umurumda değildi. Fakat içimden bir ses bu ilaç, benim için gerekli bir ilaçtı. Tahminlerim zihnim yavaş yavaş uyuşurken doğrulanmıştı.

 

İçimdeki nefret her saniye daha da derine saplanırken acıyla inlemek istiyordum. Canımı yakıyordu filan belki ama ayakta durma sebebim içimde her geçen gün büyüyen nefretti… Bedenim direnmekten vazgeçmiş, zihnim ise hala direnip beni daha da perişan ediyordu. Zihnim bana oyun kurar gibi gereksizce şeyler gösteriyordu.

 

Önümde beliren annem ile gözlerim ona odaklandım. Bu gerçek değildi! Biliyordum ama yine de insanın kalbi acıyordu işte… küçüktüm ben annem benden gittiğinde daha yaşayacağımız onca şey varken beni ve babamı öylece bırakıp gitmişti. Bilmiyordu ki annem babamı bırakıp gittiğinde bizim evimiz yıkılacaktı… Annem yok demek evdeki tüm neşe yok demekti. Annem hepimiz için bir can kaynağıydı. İlk doğduğum an bile ne kadar canı acısa bile kahkahalar atarak mutlu olan bir deliydi belki de… Ama biliyor musunuz, deli olmak çok güzeldi onunla…

 

Gözlerim benimkilere benzer saçlarında dolaştı uzun süre. Bakamadım gözlerinin içine, korktum ona kapılmaktan… Çenemden tutup gözlerine çevirdiğinde bakışlarımı özlemle gözlerine diktim. Mavi gözleri neşeyle bakıyor olsa da dolu doluydu.

 

“Çok özledim, bir tanem…” diyordu sessiz ve usulca.

 

Kollarımı kaldırıp boşluğa sarıldığımda gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu. Zihnim bana türlü tuzaklar kuruyordu. Gecenin bir vakti kaldırıp fotoğraf odasına kadar götürüyor daha sonra kalbim dayanmıyordu ve geri dönüyordum kapıdan. O odaya girmeye 4 yıldır cesaret edemiyordum.

 

Gözlerimden yaşlar akarken zihnim daha fazla direnmekten vazgeçti. Gözlerim usulca kapandı ardından bedenim olduğu yerde kendinden geçti. Artık zihnim bana oyun oynayamazdı...

 

***

 

(Yazar’dan…)

 

Gamze hanım Beril'in gözünün önünde acı çekmesine daha fazla dayanamamış ve sakinleştirici vermişti. İlaç, normal insanlar için ağır olsa da Beril için gerekli dozdaydı. Beyza'nın emaneti acılar içinde kıvranacak deseler inanmazdı fakat Beyza gitmişti ve hepsi ayrı ayrı can çekişiyorlardı. Gamze'nin canını sıkan nokta ise onlara yardım edememesiydi.

 

Metehan, odadan çıkmıştı çıkmasına ama Beril’i merak ediyordu. Çocukluğunu birlikte geçirdiği arkadaşı gözünün önünde tükenmişti de ruhu duymamıştı. Daha doğrusu o kendisini öyle güzel saklamıştı ki insanlardan kimse onu görememişti.

 

Kendini karanlıkta kaybetmişti belki de… Kurtulamayacak kadar derinlerde kaybolmuştu. Ellerini kime uzatsa geri çevirecekmiş gibi geliyordu ona. Kendini bir kez koruyamamıştı, bir daha koruyamamaktan korkuyordu içten içe. Yaşadıklarını insanlara anlatmakta zorlanıyordu. Dudaklarından dökülen her kelime zamanla düğüm oluyordu boğazına. Sanki birisi kafasına silah dayamıştı anlatmaması için.

 

Olduğu yerde derin bir uykuya dalan Beril, ne kadar huzurlu gibi görünse de en derin kabuslarını yaşıyordu. Gamze, bir süre ne yapacağını bilemese de tek çözümün Hakan’ı aramak olduğunun bilincindeydi. Yine de içinden bir se bunu yapmamasını söylüyordu. Onun yerine Haluk’u aramaya karar vererek telefonunu çıkardı.

 

“Alo?” diyerek açılan telefonun ardından derin bir nefes aldı.

 

“Haluk, ben bir şey yapmış olabilirim.”

 

Haluk, ne kadar korksa da karısının nadiren hata yaptığını bildiği için içi rahattı.

 

“Ne yapmış benim güzel karım bu sefer?”

 

Gamze birkaç saniye duraksadıktan sonra konuşması gerektiğini biliyordu. Kısık bir sesle konuştu.

 

“Beril’e sakinleştirici vermek zorunda kaldım…”

 

Haluk bunu duyduğu an oturduğu koltukta dikleşerek tedirgin oldu. Beril, Hakan’ın kızı da olsa Haluk kendi kızı gibi sevmişti onu hep. Minik ellerini ilk gördüğünde ki sevincini hala hatırlıyordu. Düşündüğü şeyler ile gülümserken olanlar aklına gelirken içine aynı endişe doldu.

 

“O iyi mi? Bir şey olmadı değil mi?”

 

Gamze hızlı hızlı konuştu anında. Bir şey olmamıştı belki ama ikisi de endişeliydi. Hakan, durumun düzelmek yerine daha da kötüye gittiğini söylediğinden beri içlerinde korku vardı. İkisi de biliyordu ki Beril’e bir şey olursa Hakan tekrar yıkılırdı ve bu sefer ona engel olabilecek Beyza yoktu.

 

“O iyi ama… ağır bir kriz geçirmiş. Allah’ım, çok kötü görünüyordu! Dayanamadım onu öyle görmeye…”

 

Haluk’un içi bir nebze rahatlasa da yine de ne olduğunu tam bilmediği için endişeliydi. Sabah ne kadar da iyi görünüyordu oysa ki. Haluk, içinden geçirdiği cümle ile yutkundu. Çok iyi rol yapıyordu insanlara karşı…

 

“Hakan’a söyleyeyim. Oraya gelsin, sen de sakin ol lütfen.”

 

“Hakan’a söyleme! Ben bakarım ona işim yok bugün zaten. Onu öyle görürse daha da dağılır. Bunu ona yapmayalım. Görüyorsun dün ne haldeydi…”

 

Gamze haklıydı, söylerlerse daha da kırılacaktı kalbi. Boşu boşuna onu korkutmaya gerek yoktu.

 

Metehan kapının önünde bekliyordu. Beril’i o halde gördükten sonra sınıfa gitmek içinden gelmemişti. Bu yıl sınıfı geçse bile bir üniversite kazanmak hedefinde değildi zaten. Yine de derslere girmeye çalışıyordu. Muhtemelen seneye okula gelmese bile dershaneye giderek çalışacaktı. Okulda aktif bir insan olduğu için şimdiye kadar istese de istemese de dersleri onun için ikinci planda kalmıştı.

 

Beril, içeriden çıkmadığı için endişeleniyordu. Fazla meraklı bir insan değildi aslında fakat konu sevdiği insanlar olduğunda fazla evhamlı bir insan olup çıkıyordu. Saatine bakmak için cebinden telefonunu çıkaracağı zaman cebinde telefonun olmadığını fark ettiğinde minik bir küfür savurdu içinden. Bir yanı içerde unuttuğu için seviniyordu. Kapının önüne dikeldikten sonra biraz durdu ve kapıyı çaldı.

 

İçeriden ses gelmeyince kapıyı açtı. Koltukta sızmış gibi duran Beril’i görünce kaşları şaşkınlıkla çatıldı. Bakışları gergin bir şekilde masasında oturan annesini bulurken soru dolu bakıyordu gözleri. Annesine bakmayı kesip Beril’e bakmaya devam etti.

 

“Sakinleştirici verdim…”

 

Annesinin sesini duyunca başını anladığını belirtircesine salladıktan sonra Beril’in önünde koltuğa eğildi. Kızıl saçları dağılmış, ela gözleri hayal dünyasında geziyordu. Eli istemsizce saçlarına giderken acıyla gülümsedi. Küçükken gülüp oynayan kız gitmiş, yerine hayattan bıkmış birisi gelmişti.

 

Dağılmış saçlarını hafifçe okşadı. Küçükken saçlarını çok sever, her gün tarar bakardı. Şimdi ise saçları sanki 3 gün önce taranmış gibi karışık ve bakımsızdı. Gerçekten de saçlarından nefret etmişti. Gözünün önüne gelen o küçük ve inatçı kız gelince gülümsedi. Çok güzeldi o gülerken ama şimdi gülmüyordu yüzü.

 

Mor göz altları ve hafif şiş gözleri yorgunluğunun kanıtı gibiydi. Kendine hiç acımayan bir yapısı vardı. Küçükken yerden yere atardı kendisini. Acımadığını söylerdi ama canının acıdığını Metehan çok iyi biliyordu. Dizleri kanlar içindeyken bile yalan söylerdi. Yalan söyleyemediği birkaç kişi arasındaydı Mete. Gözlerine bakardı kızın kız da gözlerini kaçırırdı. Daha sonra zaten itiraf ederdi. Beril, Metehan’a direnmek istemiyordu.

 

“Revire götürelim onu.”

 

Gamze’nin söylediği ile Metehan gözlerini kısa süreliğine annesine çevirdi. Başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Bir kolunu Beril’in bacaklarının altından diğer kolunu da boynunun altına koydu ve kucağına aldı. Kucağına aldığı an şaşırmıştı. Fazla zayıftı! Bu kız elli kilo var mıydı!?

 

Gamze kapıyı açtı arkasından Metehan da kucağında kapıdan çıktı. Beril’in kafası Metehan’a değdiği an Metehan elektrik çarpmış gibi oldu bir an. Daha sonra ise vücuduna ayrı bir direnç geldi. Kolundan aşağı sarkan kızılımsı saçları çok özeldi… Çok güzeldi Metehan için Beril… Mavilerini dikmiş Beril’i izlerken yürümeye çalışmak Metehan için zordu belki ama onu çok özlemişti.

 

En son kazadan sonra hastanede görmüştü kendisini bu kadar yakından. Çok güzelleşmişti büyüdükçe. 4 yıl eğer kendine iyi bakmış olsaydı çok daha güzel olabilirdi belki de. Yine de o her haliyle güzeldi. Merdivenlere geldiklerinde önüne bakarak ilerleyen Metehan yere her zamankinden daha sağlam basıyor gibiydi.

 

Hemen alt kattaki revire gelene kadar Beril’i inceleyen Metehan geçmişe dalmıştı. Revire girdiğinde Beril’i bırakmak istemese de mecburen bıraktı. Sonsuza dek kucağında taşıyamazdı ya onu.

 

Revirdeki sedyeye benzeyen yatağa Beril’i bıraktıktan sonra kollarını boşluk hissi doldurdu. Metehan, mavi gözleriyle daha önce defalarca kez geldiği reviri inceledi kısa bir an. Küçük bir oda gibi duruyordu fakat duvarların arkasında bir oda daha vardı. Bu okulun kızlar ve erkekler için koyduğu bir kural gibiydi. Metehan, revirin bu tarafına daha öce nerdeyse hiç girmemişti. Duvarlara yerleştirilmiş beyaz dolaplar tüm duvarı kaplıyordu. Bir tane orta boyutta masa vardı. Sanırım hemşireler için yapılmıştı. Bu odadaki birçoğu şey diğer taraflarda da vardı. Aralarında hiçbir fark yok sayılırdı.

 

Metehan, annesine döndü önce. Bir şey söylemek istiyor gibiydi ama sözcükler dilinden dökülmek bilmiyordu. Bu lanet durumdan kurtulması gerekliydi en kısa zamanda. Şu sıralarda sürekli dili tutulur olmuştu. Merakı ağır basmış olacak ki bir anda söyleyiverdi.

 

“Beril’in neyi var, anne?”

 

Gamze, gözlerini kaçırdı oğlundan. Normal bir zamanda asla gözlerini kaçırmazdı ama bu durum hiç normal değildi. Ne olduğu bilinmez bir hastalıkla savaşan Beril’i mi anlatacaktı oğluna? Çocukluğunda güle oynaya o çocuğun geri gelmeyeceğini mi söyleyecekti? Kimsenin derman olamayacağı bir hastalıktan mı bahsedecekti?

 

“O… her geçen gün… tükenecek…ve biz… hiçbir şey… yapamayız…”

 

Duyduğu kesik kesik cümle ile kaşları çatılan Metehan ne olduğunu anlamak istemiyordu. Anlamazdan gelmek daha kolaydı çünkü. Elleri ile oynamaya başlayınca annesinin bakışları Metehan’ın ellerine döndü. Korktuğunda veya belirsiz hissettiğinde elleriyle oynardı. Refleks gibi bir şey olmuştu onun bazı davranışları. Annesi oğlunu çok iyi tanıyordu. Bazen ise sanki oğlunu tanıyamıyordu. Bambaşka bir insan gibi davranıyordu.

 

Metehan tek bir şey düşünüyordu: Onu kurtarabilirdi! Beril’e ilaç olabilirdi. Küçükken yaptıkları gibi o ağlarken sarılır yaralarını sarabilirdi belki de. Ellerini avuçlarının içine hapsedip öpüp koklarsa geçerdi belki de… Zihni düşünceler içinde kaybolurken kafası darmaduman olmuştu. Biricik çocukluğu acıdan kıvranıyordu. Umursamaz maskesinin arkasındaki o çocuk can çekişiyor, o ise hiçbir şey yapamıyordu.

 

Hiçbir şey söylemeden çıkmak istese de odadan annesi de onun kadar yıkılmıştı. Gidip sarılsa ikisi e daha fazla yıkılacaktı ki şu an annesine sarılmayı pek de istemiyor gibiydi. Beril’in yanında annesine “anne” bile demek istemezken onun yanında sarılmayı hiç istemiyordu. Sırf onun canı daha fazla yanmasın diye annesine “anne” bile demezdi o 4 yıldır.

 

“Ben gidiyorum.” Dedikten sonra arkasına bile dönmeden odadan çıktı. Arkasına bakmamıştı çünkü annesi dolu gözlerini görsün istemiyordu.

 

Olmayan dertlerine ağlarken onu kimse görsün istemezdi. Beril’in annesi yoktu ama o bunu için ağlamazken basit dertleri için gözyaşı dökmeyi kendine hak görmüyordu. Sınıfının olduğu kata geldiğinde ayakları onu revire götürmek istiyordu. Bu isteğe direnerek sınıfının kapısının önüne kadar geldi.

 

Kapıyı çalıp içeri girdi. Kimse onunla ilgilenmiyordu. Ders boş olmalıydı ki sınıftaki herkes ya test çözüyor ya da uyuyordu. Sınıfta ise hocadan eser yoktu. Masasına oturmasıyla birlikte etrafını saran arkadaşlarına cevap bile veremeyecek kadar yorgundu.

 

“Şimdi olmaz, birazdan konuşalım…”

 

Başından atmak istemişti ama onun böyle konuşmasına hiçbiri alışkın değildi. 3 anlamsız bakan göz birbirine bakarken onun iyi hissetmediğinin bilincindeydi. Kaan, uzaktan bakmakla yetinmişti. Anlamıştı kardeşinin sınıfa girişinden bir derdi olduğunu. Yüzünü saklamasından belliydi ki gözleri dolmuştu. Bunları sadece onunla büyüyen insanlar ve annesi bilirdi.

 

***

 

Zil çalmıştı ve Kaan ilk iş olarak Beril’in sınıfına gidecekti. Babası sabah mesaj atmış ve Beril’i düzenli kontrol etmesini istemişti. Sınıfın kapısına geldiğinde bileğinden tutan Metehan ile duran Kaan anlamazca Metehan’a baktı. Metehan dili tutulmuş gibi duruyordu. Kaan, gözlerine bakacağı sırada bakışlarını kaçıran Metehan ile kaşlarını çattı.

 

Bu çocukta bir şeyler vardı ve Kaan kardeşini bu halde görmeyi hiç sevmemişti. Metehan’ı da alarak sınıfın kapısından çekildiler. Kapının kenarına Metehan’ı çekip direkt gözlerine baktı.

 

“Kardeşim, sen iyi misin? Az önceden beri bakıyorum. Birine bir şey olmuş gibi bakıyor gözlerin etrafa. Anlat bakayım derdini bana.”

 

Metehan’ın boğazına düğüm oldu yine kelimler. Konuşamadı kardeşine karşı. Konuşsa ne diyecekti sanki? Gözünden akan bir damla yaşı elinin tersiyle kimse görmeden sildi attı. Silip atmıştı belki ama Kaan bunu çoktan görmüştü. Kısa bir an gözlerini Kaan’ın gözlerine dikti. Kaan’ın bakışlarını aniden buz kesince gözlerini tekrar kaçırdı. Anlamıştı Kaan kardeşine bir şey olduğunu.

 

Kimse için ağlamayan Metehan her zaman Beril için ağlardı. 4 yıl önce o gün de aynı şey olmuştu. Ağlamaktan hasta olmuş, açlıktan bayılmıştı. Ağzına Beril yoğun bakımdan çıkana kadar ağzına tek lokma koyamamıştı.

 

“Beril iyi mi Metehan!?”

 

Sert ama bir o kadar da acı dolu bir sesle sormuştu sorusunu Kaan. Anlardı o kardeşinin gözündeki en ufak acıyı bile. Sesindeki tınıyı fark eden Metehan zorla da olsa cevap vermek zorunda hissediyordu. Durum ne kadar fena olursa olsun ona anlatmak zorundaydı!

 

“Revirde… Anksiyete krizine girdi…”

 

Olduğu yerde donup kalmıştı Kaan. Ne desindi ki zaten bu kelimelerden sonra? Anlamadığı bir şey vardı: İki günde 2 kriz… Bu hiç normal değildi. Gözleri kararmadan önce sakin olması gerekiyordu. Bunu abisi veyahut babası duyarsa ondan daha çok yıkılırlardı. O yüzden sakin kalmalı ve kardeşini korumalıydı olması gerektiği gibi.

 

Hiç düşünmeden revire doğru hızla koşan ikili önlerine çıkan insanları umursamıyorlardı. Alt kattaki revire geldiklerinde ikisinin de adımları yavaşlamıştı. Kaan göreceği şeyden korkarken Metehan derin nefesler alıyor ve sakin kalmaya çalışıyordu.

 

Revirin kapısına geldiklerinde Metehan duraksadı. Kaan, acele ile düşünmeden içeri daldı. Gördüğü manzara ile gözleri acıyla büyüdü. Beril, yatakta öylesine yatıyordu. İçindeki endişe büyürken hemen yanına ulaştı. İlk yaptığı şey nefesini kontrol etmek oldu. Aklından geçen tüm kötü şeylere inat nefes aldığını görünce biraz olsun rahat bir nefes aldı. Hemen yandaki sandalyeden onun davranışlarını izleyen Gamze hanım, ona durumu açıklaması gerektiğinin bilincindeydi. Fakat bunu nasıl yapacağı hakkında en ufak bir çıktı bile yoktu. Sakinleştirici verirken hiç düşünmemişti sonrasında olacakları. Şimdi ise kafasından bin bir türlü şey geçiyordu.

 

En kötüsü ise Hakan buraya gelirse olacaktı. Kızını çok seviyordu o. Özellikle de Beyza'nın yokluğunda ona ihtiyacı vardı toparlanmak için. Haluk, geç kalmıştı. Belki de trafikte takılmıştır, diye ummaktan başka çaresi de yoktu. Kaan bakışlarını Beril'den çekip Gamze hanıma döndüğünde Gamze hanım usulca yutkundu.

 

Metehan arkadan annesinin durumunu fark etmişti. Pişman mi değil mi bilemiyordu fakat durumu açıklamakta fazlasıyla zorlanıyordu. Ona yardımcı olmak adına Kaan'ın kolundan tutup revirin dışında bir köşeye götürdü. Annesi bazen yanlış kararlar veriyordu. Böyle zamanlarda üzerine gitmek mantıklı olmazdı.

 

"Sakın ol, kardeşim! "

 

Kaan, derin nefes alıp veriyordu. Hiçbir şey anlamamıştı durumdan. Metehan durumu kabaca açıkladığında ise gözlerini revirden çekmiş Metehan'ın gök mavisi gözlerine dikmişti. Elleri iki yanında sallanırken gözlerinden birçoğu şeyi düşündüğü anlaşılıyordu.

 

Koridor yavaş yavaş boşalırken zil sesi duyuldu. Beril, revirde öylece her şeyden habersiz yatıyordu. Korkuyordu Kaan birçoğu şeyden. En başta da babasının hepsinden gizlemeye çalıştığı tükenmişlik halini. Kaan bunu anlamıştı çünkü o babasını tanıyordu. İşkolik adamın tekiyken aniden aile babası oluşu bir şeyler olduğundan şüphelendiriyordu. Babası çok nadir oturur onlarla konuşurdu. Annesi gittiğinden beri bunu neredeyse her gün yapıyordu. Bu ne kadar garip de olsa Kaan bu durumdan rahatsız değildi. Rahatsız olduğu kısım babasının kendini onlardan gizliyor oluşuydu. Güler yüzü onun maskesi olmuştu...

 

Yüzüne yerleştirdiği hüzünlü ifade ile aniden Metehan’a sarıldı. Yorulmuştu artık 4 yıldır ayakta sağlam durmaya çalışmaktan ama ne yapsın, buna mecburdu. O yıkılırsa kimse ayakta durmak istemeyecekti. Kollarını Metehan’ın boynuna dolamıştı ve kafasını boynuna gömmüştü. Ağladığına şimdiye kadar sadece Metehan şahit olmuştu. Gözünden akan yaşlara rağmen sesini çıkarmadan usulca ağladı kardeşinin omzunda.

 

Birbirlerine sarılmış öylece koridorda dikilirken Kaan gözündeki yaşları koluna silerken ayrıldı. Koridor artık tamamen boşalmıştı. Sessiz koridorda sadece ikisi vardı ve ikisi de konuşmuyordu. Öylece birbirlerine bakıyorlardı. Ara sıra da bakışlarını kaçırıp başka yönlere bakıyorlardı. İkisi de dağılmak üzerelerdi fakat Metehan farkında değildi ama Kaan yavaş yavaş dağılıyordu zaten.

 

***

 

Koridorda yankılanan adım sesleri ile iki gencin bakışları birbirlerinden uzaklaşıp gelen iki kişiye döndü. Hızlı adımlarla onlara doğru geliyorlardı. Kıpkırmızı gözlerini kaçırarak başka yöne çevirdiler gözlerini.

 

Koridorda yankılanan adım sesleri eşliğinde reviri arayan Hakan, fazlasıyla endişe doluydu. Kızına yardım edemiyor oluşu en çok onu üzüyordu. Doktordu belki ama kızının hastalığını çözemiyordu. Bu durum canını yaksa da bir çözüm yolu bulmak zorunda hissediyordu kendini. Kızı her geçen gün gözünün önünde tükenirken izlemeyi daha fazla kaldıramıyordu.

 

Hızlı adımları revirin önünde gözleri dalmış Kaan'ın önünde durduğunda ellerini Kaan'ın omzuna koydu. Kaan'ın dalgın ifadesi aniden titreyerek kendine geldiğinde Kaan'ın gözleri Hakan'ın gözlerini buldu. İki kahve göz birbirini deliyormuşçasına incelerken bir saniye bile gözlerini kırpmadı iki adam. Öylece okudular gözlerindeki ifadeleri. Konuşmadılar belki ama gözleriyle anlaştılar o an.

 

Hakan oğlunun gözlerinde gördüğü acıyla yutkundu. O artık küçük bir çocuk değildi! Her şeyi anlayabilecek yaşa gelmişti. Hakan farkına varamamıştı bunun. Kaan, her zaman olgun bir çocuk olduğu için birçoğu şeyi kendi içinde çözmüştü. Daha doğrusu içinde çözmüş gibi yapmıştı. Her ne varsa içine atmıştı aslında.

 

Hakan kollarını oğlunun boynuna doladı sımsıkı. Kerata onun boyuna gelmişti. Ne kadar da çabuk büyümüştü çocukları görememişti...

 

Birbirlerine sarılmayı bile özlemişlerdi. Beyza gitmeden önce ne çok mutlulardı oysa ki… Evlerinin kolonları yıkılmıştı ve duvarlar daha fazla dayanamayacak kadar kötü durumdaydı. Birbirlerine ihtiyacı vardı onların ama Beril onlardan çok büyük bir sır saklarken pek de iyi hissedemiyordu.

 

Sırtında taşıdığı bu koca sırrı söylemezse hem kendi tükenecek hem de ailesini tüketecekti. Karanlıkta kaybolmamıştı Beril, karanlığa dönüşmüştü. Nefret etmemişti Beril, nefretine esir olmuştu…

 

 

 

 

 

Loading...
0%