Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@bayangizemxx_

 

Giderken bıraktığı Bütün renkler siyah oldu Üzülme anla artık Belki de huzur buldu

 

Manga-Dursun Zaman

 

 

 

“Keşke çocukken fazla mutlu olmayıp birazını da bu zamanlara saklasaydım. Lazım oluyor arada.” Demiş Cemal Yücel.

 

Çok mutlu bir çocuktum ben. Yüzümden eksik olmazdı gülümsemem. Yanaklarındaki derin çukurlar her daim görünürlerdi. Şimdi ise gülmeyi unutmuştum ve gamzelerim beni terk etmişti annem gibi… Yalnız kalmıştım lanet olası dünyada.

 

Güldüğünde güneş açan bir çocuk düşün, etrafta neşeyle koşuşturan minik bir kız hayal edin... Ellerini karanlık doldurmuş kızı değil de ellerini mutluluk esir almış bir çocuk düşünün. O küçük ne kadar mutlu ve umutlu ise o genç kız o kadar mutsuz ve umutsuzdu. Yaşayan bir cesetten hiçbir farkı yoktu.

 

Hayallerimi çalmışlardı benden. Küçük ellerimden umutlarımı almış ve uçurumdan aşağı fırlatmışlardı öfkeyle akan şelaleye… Gözlerimden akan yaşlar durmak bilmezken dönüp bakmamışlardı bile…

 

Gözlerimi usulca açtığımda revir olarak tahmin ettiğim yerdeki beyaz eşyalar gözlerimi acıtmıştı. Bunun sebebi takmadığım gözlüklerim de olabilirdi belki de. Çok umursamadım ve odaya göz gezdirmeye devam ettim. Yattığım yerden kıpırdadığımda acıyan bedenim ile yüzümü buruşturdum. Ardından bakışlarını dikmiş beni izleyen Gamze hocayı fark ettim. Gözlerini dikmiş bir şekilde bana bakıyordu.

 

Gözümü kısarak Gamze hocaya baktığımda gözlerinden okuduğum ifade ile içim tırstı. Hipnoz olmuş gibi bir şok ifadesi ile bana bakıyordu. Bu biraz korkmama sebep olsa da bu ifadesinin sebebini çözmek için biraz daha inceledim. Ellerini birbirine bağlamış, oturduğu sandalyeye yayılmıştı. Gözleri te bir noktaya odaklanmış şekilde beni inceliyordu. Delici bakışları beni rahatsız etmeye başlasa da kısık gözlerim ile incelemeye devam etmek zorunda hissediyordum.

 

Ela ile mavi arasında gezen gözleri ve koyu kahve saçları fazlasıyla uyum içindeydi. Uzun bir örgü şeklindeki saçları omuzlarından aşağı süzülüyordu. Hafif dalgalı saçları tahminimce beline kadar süzülüyordu. Saçlarına ve kendine bakmayı her kadın gibi seviyordu. Ellerini oynarken telaşlı ve endişeli bir halde gibi görünüyordu. Neden bu kadar telaş yaptığını anlayamasam da odaya gelen babam ve Haluk amca ile incelemeyi bıraktım.

 

“Güzel kızım!”

 

Kollarını boynuma dolayan babam ile birlikte uyuşmuş olan vücudumun acısı ile yüzümü buruşturdum. Ağzımdan kaçan ufak inilti ile benden hızla ayrılan babam vücudumu incelemeye başladı.

 

“Bir şeyim yok! Sadece biraz uyuştuğu için aniden sarılınca canım acıdı.”

 

Endişe dolu bakışları görmek hoşuma gitmese de benim için endişelenmeleri gayet doğaldı. Bakışlarım kapının eşiğinde duran Metehan ve Kaan’ı bulunca gülümsedim hafifçe ‘iyiyim’ dercesine. İkisi de kızarmış gözlerini benden sakladıklarını düşünerek gülümsedi. Ama ben anlardım kimin ne zaman, neden ağladığını. Hele ki sevdiğim insanların…

 

Bakışlarımı babama döndürdükten sonra bir süre ona baktım dalgın dalgın. Ne olduğunu ve onların buraya geldiğini anlamasam da tahmin edebiliyordum. Gözlerim Haluk amcanın ardında duran Gamze abladaydı şimdi ise. Hala aynı bakışlar ile bana bakıyordu. Onun için endişelenmeye başlamışken Haluk amca Gamze abaya baktığımı fark etmiş ve ona dönmüştü. Onun halini fark etti an onun seviyesine gelmek için önüne doğru eğildi.

 

“Sakin ol bir tanem. Ben buradayım.”

 

Ellerini saçlarından ayrılan tutamdan dolaştırırken gözlerini dikmiş yumuşak bir ifade ile sevdiği kadına bakıyordu. Gamze abla şu an benden de kötü durumdaydı. Sebebini çözemesem de bana baktıkça gözlerinin içine bambaşka duygular oluşup yok oluyordu. Ani duygu değişimleri yerleşiyordu gözlerine. Derin bir nefes eşliğinde onları izlemekten vazgeçip tavana çevirdim bakışlarımı.

 

Aklıma doluşan düşünceler ile gözlerimi devirdim. Ne zaman boş kalsam kendimi dinlemek istesem anında zihnimi dolduruyorlardı düşünceler. Parmaklarımı delinircesine ağrıyan başımda dolaştırdım usulca. Gözlerimde sebebini bilmediğim bir ağırlık vardı. Bu da benim sinirimi bozmaktan başka hiçbir şeye yaramıyordu.

 

Üzerimde hissettiğim bakışlar ile o tarafa dönme isteği doğdu içimde. Ne kadar dönmek istesem de gözlerindeki o ifadeyi görmek istemiyordum. Yattığım yerden sıkıldığım için doğruldum.

 

Anında koluma dolanan babamın kolları ile gözlerimi devirdim. Altı üstü sakinleştirici vermişti Gamze hoca bana. Biraz uyumuştum yani ne vardı ki bunda anlamadım. Gözlerim yavaş bir şekilde odada dolanırken kulağımda hissettiğim sessizlik ile cihazın kulağımda olmadığını fark ettim. Gözlerim etrafı tararken yan taraftaki masanın üzerinde ki işitme cihazını görmem ile aniden cihaza uzandım.

 

Başımın birdenbire dönmesi ile olduğum yerde sendeledim. Yanıma ne zaman geldiğini bilmediğim Metehan’ın kolundan tutup destek aldım. Başım fazlasıyla dönüyordu ve bu benim hiç hoşuma gitmemişti. Sendromumla bir alakası olduğunu da düşünmüyordum. Artık birinin bana açıklama yapması gerekiyordu kesinlikle! Çünkü ben vücudumda neyin neden olduğunu bilmeliydim.

 

Sedyeye benzeyen yatağa tekrardan oturduktan sonra yanımda oturan babamın omzuna başımı yasladım. Yorulmuştum hayatımda olan farklı olaylardan. İnsanlar benim hayatım gibi bir hayat isterdi belki ama bu kadar sorun ile savaşmak ağır geliyordu...

 

Normal bir hayatım olsaydı belki daha az zarar verirdi annemin yokluğu... şimdi ise farklı bir hayatım vardı belki ama ben bu farklılığı pek sevmiyordum. Zengin ama mutsuz değildim. Zengin oluşum şansımdı. Başıma gelenler bir başkasının başına gelseydi bu kadar kolay kurtulamazdı tüm yaşadıklarımdan.

 

Parmakları saçlarımın arasına dalan babam çok dalgın duruyordu. Sabah da bu kadar durgundu ve bu durgunluğu çok alışık olduğumuz bir durum değildi. Babam da çok yıpranmıştı başımıza gelenlerden. Mutlu bir tatil için çıktığımız yolda bir kayıp 4 enkaz olarak geri dönmüştük. Dışarıdan yaşıyor gibi görünsek de hepimizin içinde bir enkaz yatıyordu. Birbirimizden bile saklıyorduk içimizdeki ölüleri...

 

Hepimizin acıyı örtmek için farklı bir yöntemi vardı. Babam acısını zihninin diplerine gömer tek başınayken ortaya dökerdi acısını. Bizim yanımızda hiçbir şey yok gibi görünürdü ama aslında içinde çok şiddetli depremler vardı. Yaptığı ne kadar doğru olmasa da bizi korumak için yapıyordu bunu.

 

Alkan abim… Saklamayı pek bir becerebildiğini düşünmüyordum. Gözlerine baktığın an gözlerini kaçırırdı. Çünkü bilirdi o gözlerini kitap misali okuduğumu. Benim biricik abim gökyüzündeki kuşlara bakarken bile gülen bir insanken aniden buzdolabını andıran bir insana dönmüştü. İlk başta onu böyle görmek ne kadar üzse de onun acı çekişini görmediğim için kendimi şanslı saymıştım. Çünkü onun acısı çok derindi… Korkuyordum onun bu yükün altında yıkılmasından.

 

Kaan… Abi dedikçe annemi andığım prensim… İçine atmakta bir Dünya devi olan abim… İçine attıkça batıyordu ve o bunun farkında değildi ama ben çok iyi görüyordum bunu. Gözlerinde devrilen umutları ve hayalleri görüyordum ve bu benim canımı fazlasıyla sıkıyordu. Özlüyordum eski abimi… Annemin abi demediğim için kızdığı günler geldikçe gözlerime yaşlar doluyordu.

 

Onun yokluğu çok dokunuyordu bana. O yokken hepimiz eksiktik, yarımdık. Hepimizin farklı canı yanıyordu. Kaza sırasında konuştuğu son kelimeler kulağımda çınlıyordu. Küçük bir çocukken aniden büyümek zorunda bırakılmıştım. Beni, bizi yalnız bırakıp gitmişti…

 

Annemin elinden tutup parka götürdüğüm günleri çok özlemiştim. Güle oynaya yaşıtlarım gibi eğlenmem gerekirken siyah perdeli odama hapsetmiştim kendimi. Hem ben annemi son kez bile görememiştim. Her anne diyen çocuk gördüğümde kalbime hançer saplanmıştı. Benim annem olmayınca başkalarının anneleri ile olan diyalogları canımı çok yakıyordu. Gitme, demiştim anneme benden giderken. Hiçbir işe yaramamıştı. Almışlardı annemi benden ve ben öylece orta yerde kalmıştım…

 

Kollarımı ilk kez karanlığa açmıştım o gün. Karanlıkta kaybolmak ve bir daha bulunmamak istemiştim. Belki de annemi aramak istemiştim karanlık sularda. Hem annem korkardı koyu karanlıktan babam yanında olmayınca. Şimdi kim bilir ne yapıyordu tek başına kara topraklar altında? Onu her özlediğimde bana aldığı en özel hediyeye sarılırdım. Küçükken çok ısrar etmiştim o kocaman ayıcığı almak için. Benden bile büyük olan ayıcık o kadar ilgimi çekmişti ki almasalardı kendimi lunaparka kilitlerdim bana o oyuncağı alana kadar.

 

Düşündüğüm şeyler ile dudaklarıma yayılan gülümseme ile kendime geldim. Babamın sigara kokusu ve parfümü ile karışmış olan farklı kokusu ciğerlerime doluşurken mutlu olduğum çocukluk hatıralarıma dalmıştım. Sakinleşmiş, bakışları normale dönmüş Gamze hoca ile gözlerimiz buluştuğunda birkaç saniyenin ardından gözlerini kaçırmıştı. Fazla mahcup hissediyordu…

 

Küçük odaya sıkışmış olan onca kişi ile gözlerimi devirdim tekrardan. Herkes benim için endişelenmişti. İlginin üzerimde olması çok da hoşuma gitmese endişelenmeleri doğaldı.

 

Yavaşça yataktan kalktıktan sonra üzerime dönen bakışlar ile sahte bir şekilde gülümsedim ve göz kırpıp küçük adımlarla kapıya doğru ilerledim. Bu sırada Kaan’ın kolundaki saatten göz ucuyla saate baktım.

 

Son dersin bitmesine 10 dakika kalmıştı. Zaman ne kadar da çabuk geçmişti böylesine... Kapıya tutunmuş bir şekilde beklerken odada kimse konuşmuyordu ve bu sessizlik beni rahatsız ediyordu. Rahatsız bir şekilde ayakta duruyordum ve tahminen kolumu kapıdan çeksem yere yapışırdım. Başım hala dönüyor ve biraz da ağrıyordu. Bunun sebebi çok ağır olmayan yani az dozdaki sakinleştiriciye alerjim vardı. Benim beynimdeki dokulara zarar veriyordu fakat şu an hiçbir şey olamamıştı.

 

Babamın bakışları odadaki bir noktada sabit kalmışken bunu düşündüğüne emindim. Korkuyordu muhtemelen benim için. Kazadan sonra vücudumda milyon tane hastalık ortaya çıkmıştı ve işin garip yanıysa bu hastalıkların birçoğu genetik hastalıklardı. Bizim ailemizde de bu hastalıklar hiç ortaya çıkmamıştı.

 

Aramızda geçen sessiz diyaloğun bozulması ile ben hariç herkesin bakışları Gamze hocaya döndü.

 

"Onu öldürebilirdim!"

 

Boğazıma oturan yumru ile sertçe yutkundum. Kendimi onun gözlerine bakmamak için zorlarken gözlerimi yerdeki mermere dikmiş bir şekilde duruyordum. Çünkü gözlerine bakarsam yine o şeyi görecektim ve ben insanların gözlerinde o ifadeyi görmekten bıkmıştım.

 

Kolumu omzuna koyan Kaan ile aniden ona döndüm. Ayakta duramadığımı ilk o fark etmişti. Fakat boyu fazla uzun olduğu için kolum omzuna zor yetişiyordu. Omzundaki kolumu çekip beline doladım. Böyle daha iyiydi. Gülümseyen yüzünü gördüğümde gülümsedim. Yanağının yanında oluşan belediye çukurları o kadar hoştu ki abim olduğu için kendimle gurur duydum.

 

Yine de Gamze ablanın kısık sesini işitmem ile yüzümdeki muzip ifade yerini yüzüne bıraktı.

 

"S-sadece iyi bir şey yapmak istemiştim onun için..."

 

Böyle konuştuğu her an kalbime ayrı ayrı hançerler batıyordu. Her benim suçum dediğinde canim daha çok yanıyordu. Hiçbir şey onun suçu değildi! Tüm bu olanlar kimsenin suçu değildi! Sadece kaderimiz belirlenmişti ve böyle yaşamak zorundaydık. Kimse kendisi seçmezdi yaşayacağı hayatı. Gelirdin dünya ya ve dümen eline verilirdi. Kendin yönetirdin hayatını...

 

Canıma tak etmişti insanların sürekli olan olaylar karşısında kendini suçlaması. Özellikte benimle ilgili olan olaylarda... Ben sadece... yaşıyordum hayatı... bu kimsenin suçu değildi... Kendini suçladıkça eline hiçbir şey geçmeyecekti! Sadece yorgun olan kalbi daha da çok yorulacaktı... Ben insanların benim yüzümden zarar görmesini istemiyorum! Benim ve benim hayatımı etkileyen olaylar yüzünden insanların kendilerini suçlamaları çok fazla acıtıyordu zaten kırılmış olan kalbimi...

 

Çalan zil ile söylemek istediğim şeyleri içime attım. Hem bazen konuştuğumda insanların kalbini kırıyordum. Az önce konuşsaydım yine birinin kalbi kırılacaktı... Bazen bir yerde durup da susmam gerekiyordu ve ben çoğu zaman durmam gereken yeri çoktan kaçırıyordum. Çok patavatsızdım ve bu durum çoğu zaman başıma bela açıyordu.

 

Kolum Kaan'ın belinde üst kattaki sınıfımıza doğru gittik. O ortamdan uzaklaşmam gerektiğini hissetmişti benim küçük abim... merdivende giderken yukarıdan aşağı gelen insanlardan beni uzak tutarak üst kata çıkardı Kaan. Zor bir gün olmuştu benim için.

 

Koridorda gördüğüm grup ile gülümsedim hafiften. Hepsinden önce Onur görmüştü beni ve onun ardından diğerleri de. Koşarak gelen Onur'a Kaan öyle bir bakmıştı ki Onur geldiği yere geri gitmişti. Bu durum o an komiğime gitmişti ki kıkırdamam doldurdu kulaklarımı. Kıkırdamamla birlikte başıma saplanan ağrı ile yüzümü buruşturdum. Diğerleri benden çok Kaan'a baktıkları için fark etmemişlerdi benim yüzümü ama direkt bana bakan Emir yüzümü çok net bir şekilde görmüştü.

 

Gözlerinde gördüğüm ifade ile nefesimi tuttum. Öyle derin bakıyordu ki bana sanki içimi okur gibiydi... Yüzünde gördüğüm ifade kardeşi kirletilmiş bir abinin ifadesi gibiydi... Durumu fark ettiğimde büyüyen gözlerim ile bakmaya devam ettim. Benim aksime Emir'in suratında hiçbir şey değişmemişti.

 

Ceyda... yoksa... düşünmek bile canımı yakarken gözlerim acımaya başlamıştı. Emir'in soğukluğunun nedenini daha iyi anlıyordum. Zihnime aniden doluşan anılar ile gözlerimi kapattım ve şu an olduğumuz ana dönmeye çalıştım. Belki de aynısı benim de başıma gelebilirdi... hatta gelmişti biraz ama ben son anda kaçmıştım... Ceyda... o kaçamamıştı...

 

Abimin belini daha çok sıktığımı fark ettiğimde aniden normale döndüm ve küçük adımlarla ilerlemeye devam ettik. Önce Kaan'ın sınıfına girdik. Kaan masasındaki eşyaları toplarken kolumu duvara dayadım ve onun işini bitirmesi bekledim. Emir'in bakışları kafamı karıştırmıştı. Eğer sendromumun neden olduğu ilginç yeteneğim olmasaydı yüzündeki ifadeyi okumam imkansızdı.

 

Savant sendromu, çoğunlukla otizmli bireylerde bulunan zeka gerildiğini örtmek amacıyla olan bir zihinsel beceri yeteneğiydi. Bu sendrom zeka geriliği olan herhangi bir insana olağandışı özellikler verip onu dahi konumuna getirebilirdi. Bu sendrom ne kadar güzel görünse de altında tehlikeli bir zeka geriliği ve nörolojik sorun barındırıyordu. Benim neden bu sendroma sahip olduğumu açıklayamazsak da savant sendromuna sahip olduğum tanısı koyulmuştu bundan 7 yıl önce.

 

İlk kez bu yeteneğimi bir arkadaşım üzerinde kullanmıştım ve bunu bilinçsizce yaptığım için çok korkmuştum. 10 yaşındaki bir çocuk için insanların gözlerinden duygu durumunu görebilmek gerçekten de zihin okumak gibi bir şeydi sonuçta. Hıçkırıklar içinde ağlarken tüm olanları babama anlattıktan sonra babam durumu derinlemesine araştırmıştı. O güne kadar belirgin bir nörolojik hastalığın bulunmasa da o zamanlar zihnimi fazla kullanamadığımı fark etmiştik. Sözel zekam belli bir noktada tıkanıyordu. Birçok testin sonunda bu sendromun zeka geriliğim üzerine geldiğine karar verilmişti.

 

Normal şartlar altında otizmli bireylerde görülen bir hastalık olması sebebiyle otizmli olabileceğimi bile düşünmüşlerdi. Her ihtimale karşı testler yapılmıştı. Ve sonuç kimsenin beklemediği bir şekilde negatifti! Tüm testlerin sonunda sonuç negatifti. Belli bir tanı yoktu ve bu hiç de iyiye işaret değildi. Tam olarak o zamandan bu yana 7 yıldır ne tür bir hastalığım olabileceğini araştırıyorlardı.

 

Babam benim için çok endişeliydi. Hastalığımın ne olduğunun açıklanmaması sağlığım açısından tehlikeliydi. Belli bir hastalığım olsa ve yapacak bir tedavi olmasa bile şu an ki durumdan daha iyiydi. Düşünsenize belki bundan 1 ay sonra ne olduğunu bilmediğim hastalığım yüzünden öleceğim ve bunun farkında bile değilim... ne kadar da zor bir durum...

 

Şimdiye kadar sendromumu öğrenen hiç kimse beni normal bir insan olarak görmemişti. Herkes beni engelli konumuna koyuyor ve beni geri zekalı olarak düşünüyorlardı. Hatta çoğu zaman düşünmekle kalmayıp bunu bana yansıtıyorlardı.

 

Her geçen gün sağlığım belki de daha da kötüye gidiyordu ve biz bunu bilemiyorduk belki de. Ruhsal açıdan her geçen gün sırtımdaki yükler daha da ağır geliyordu.

 

Çantasını ve eşyalarını toplayan Kaan’ı gördüğümde kafamdaki düşünceleri kenara koydum. Koluna girdim yavaştan. Bir omzunda sırt çantası diğer omzunda da sabah okula gelirken üzerine aldığı ceketi vardı. Kaan çok farklı bir insandı benim için. Tüm duygularını içinde yaşayan insanlardan korkardım ve Kaan çoğu zaman beni korkutuyordu.

 

Hemen 2 sınıf yanda olan sınıfa geldiğimizde Kaan’ın kolundan ayrılıp sırama doğru ilerledim. Masanın üzerinde bir tek kalem kuttu ve küçük not defterim vardı. Sınıf tamamen boşalmıştı ve hiç ses yoktu. Sınıfın sessiz sakin oluşu korkutsa da yanımda Kaan vardı ve o beni bir şey olursa korur, diye düşündüm içimden. Sessiz bir ortamda yalnız kalmak beni bazen korkutuyordu. Sanki bir köşeden aniden birileri çıkıp gelecekmiş gibi geliyordu.

 

Tekrar düşüncelere daldığım için havada kalan elimdeki kalemliği çantama attım ve çantamı omzuma astım. Omzumdan alınan çanta ile Kaan’a döndüğümde o çoktan arkasını dönmüş gidiyordu. Bu kısa ve öz bir şekilde o çantayı ben taşıyorum, demekti. Sandalyede asılı duran hırkayı da alıp arkasından merdivenlerde bekleyen Kaan’a yetiştim. Ardından yavaş yavaş merdivenleri inerken dönen başımı görmezden gelmeye çalışıyordum. Şu an net görüyordum belki ama biraz sonrası için garanti veremeyecektim. Başımın içinde minik(!) bir ağrı ve baş dönmesi vardı. Bu ağrıya ne kadar dayanırdım bilmiyordum. Sakinleştirici vücuduma ciddi anlamda etki etmeye başlamış olmalıydı. Her ihtimale karşı ise benim en azından arabaya kadar dayanmam gerekiyordu.

 

Sakinleştiriciye alerjim vardı ve ilaç alerjileri çoğu zaman tehlikeli olurdu. Hatta birçoğunun hayati riski vardı. Şu an başımın ağrımasının ve dönmesinin nedeni buydu tahminimce ve üşümeye başlamıştım. Ateşim de çıkıyor olmalıydı. Ellerimi kollarıma sürterek merdivenlerden inmeye devam ettim.

 

Elimde olan ceketi okul merdivenlerinin son başmağında giydikten sonra Kaan’ın arkasından yürümeye devam ettim. Arabaya geldiğimizde arabada bekleyen abimi görmemle pek şaşırmadım ve arka koltuğa oturdum. Kaan varken neredeyse hiç öne oturamazdım. Bunu çok da dert etmiyordum şu an da zaten. Dönen başım ve hızla artan ateşim daha ön plandaydı şu an.

 

Abim nadiren babamın arabasını kullanırdı ve şu an babam arabasını ona vermiş olmalıydı. Kendi arabasına el koymuştu babam çünkü. Çok uzak bir yere gidilmediği sürece babamın arabasını kullanmak zorundaydı. Bu durumdan Kaan da ben de çok mutluyduk. Kaan ehliyetini birkaç ay önce almıştı fakat babam onun da her zaman araba kullanmasına izin vermiyordu. Onun fikrince okulu bitirene kadar sadece motor kullanacaktı.

 

Ağrıyan başımı kapının camına yasladım ve gözlerimi kapattım. Yükselen ateşim ve baş ağrısı kafatasıma baskı uyguluyordu. Bu durum daha bi’ halsiz hissetmeme sebep olsa da dayanmak zorundaydım. Arabanın camına yasladığım başım her saniye daha çok canımı yakarken hiçbir şey yapamıyordum. Acıdan dolayı gözümden akan bir damla yaş ile zaten sıkı sıkıya sıktığım dişlerimi daha da sıktım. Canımın yandığını görmelerini istemiyordum. İşaret parmağım ile alnıma hafif hafif masaj uygulamaya başladım. Acı artık dayanamayacağım boyuta çıkıyordu ve ben inlememek için aşırı zor duruyordum.

 

“Abicim, iyi misin?”

 

Abimin sesi buğulu gelmişti fazlasıyla. İşitme cihazı da babamda kalmıştı zaten. Başımın ağrısı had safhadayken abimin sorusuna cevap verememiştim. Arabanın durduğunu fark ettiğimde olduğum yerden kıpırdamadım. Yan taraftaki kapı açıldı ve abim yanıma doğru geldi.

 

“Neyin var güzelim?”

 

Neyim olduğunu nasıl açıklayacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Çenemi bile açmadan sıkmaya devam ettim dişlerimi. Bir an kırılacaklarını düşünsem de yine de sıkmaya devam ettim. Abim kollarımdan tutup bacağına yatırdığında gözlerim sıkı sıkıya kapalıydı. Canım yanıyordu, hem de çok yanıyordu…

 

***

 

“Abi sakın bırakma!”

 

Sımsıkı yapıştığım bisikletin direksiyonunu hiç bırakmayacak gibi tutuyordum. Kaan abim ve Alkan abim bisiklete binmeyi öğretiyordu. Bunun bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.

 

“Ya abi bırakmasana, korkuyorum!”

 

Bir yandan bisikleti sıkı sıkı tutuyor diğer yandan da bırakmaması için Alkan abime bağırıyordum. Hem ben daha 6 yaşında küçük bir çocuktum. Ne haddimeydi benim iki teker bisiklete binme isteğim!

 

“Abicim seni bırakmazsam nasıl öğreneceksin? Bırakmam lazım yani. Biraz daha ilerledikten sonra bırakacağım. Önüne bak etrafına değil!”

 

Abim fazla inatçı çıkmıştı. Ben pes edeli bir on dakika oluyordu ama abim bu kadar kolay pes etmemi istemiyor gibiydi. Neymiş büyümüşüm artık bisiklete binmeliymişim. Kaan abim de ilerideki bir masaya oturmuş keyifle bizi izliyordu. Koskoca bahçede bisiklete binecek hiç yer yokmuş gibi Kaan abimin önünde maymun oynatıyordum resmen. Geçen gün annemlerden duymuştum bunu. Maymun oynatmak… Çok hoşuma gitmişti bende sürekli kullanıyordum. Komik bir şeydi sanırım çünkü ben her söylediğimde orada olan herkes gülüyordu.

 

Abim aniden beni bırakmıştı. İlk başta minik bir çığlık atsam da daha sonradan çığlığım sevinç çığlığı olmuştu. Mutluydum artık, bin bir çabanın ve abime işkence etmelerimin sonunda bisiklete binmeyi öğrenmiştim. Kaan abim oturduğu yerden gülerken bana dil çıkartıyordu. Bende ona dilimi çıkarıp onun olduğu yere doğru bağırdım.

 

“Bak gördün mü? Bende binebiliyorum işte bisiklete. Ooollleyyy beee!”

 

Hayattaki ilk başarım yürümekten sonra buydu sanırım. Ama artık yürüyemiyordum bile sırtımdaki yükler yüzünden. Kaan abim benim çocukluğumdaki tek arkadaşımdı. Çünkü çocuklar benimle oynamak istemezdi. Parka annemle gidersem bazı çocuklar gelirdi oynamak için onları da anneleri alıp götürürdü. O yüzden çocukken hiç parkta bir arkadaşımla oynamamıştım. Hep tek başımaydım…

 

Kaan abim… benim çocukluğumdu o. Küçük Beril’in yaralarını açtığı ilk insandı Kaan abim. Ben ona küçükken de abi demeyi sevmezdim ve annem her seferin kızardı.

 

“O senin abin ve ona abi diyeceksin nasıl Alkan’a abi diyorsan küçük Hanım!”

 

Belki bir gün gelir de neden abi demiyorsun bakayım, der diye abi demeyi bırakmıştım o günden sonra. Ben bir günde 5 yaş yaşlanmıştım. O gün her şey benim haber veremeyişim yüzünden olmuştu. Her şey her zaman olduğu gibi benim yüzümdendi…

 

***

 

Kendimi artık sıkmayı bıraktığımda başıma saplanan hançer ile canım çok yanmıştı. O anlık canımın acısıyla çığlık atarak inlediğimde başımın dönmesi artmıştı ve ben daha fazla dayanamayacak gibiydim.

 

“Başım… çok… ağrıyor…”

 

İnlemelerimin arasında zor duyulan bir ses ile söylemiştim bu kelimeleri. Başım ağrıdan uyuşmuşken bilincim gidip geliyordu. Bu sırada Kaan’ın ön koltuğa geçtiğini hatırlıyordum. Daha sonrasında olanları ise hatırlamıyordum.

 

. . .

 

Gözlerimi usulca açtığımda tavanı izledim bir süre. Gözlerim olduğum yerde gezindiğinde evde olduğumu anladım. Kollarımı yatağımın üzerinde dolaştırdım önce usul usul. Odada kimse yoktu ve kulağım uğulduyordu. İşitme cihazım yanımda değildi ve belli belirsiz konuşmalar duyuyordum. Muhtemelen abimler odanın dışındaydı. Sesler daha da belirsiz olduğunda dinlemeye çalışmaktan vazgeçtim ve gözlerimin alışık olduğu odayı inceledim.

 

Yatağımın yanındaki komodinin üzerinde duran küçük bir su matarası vardı. Geceleri genelde uyanmasam da olur da uyanırsam diye orada duruyordu. Odanın bir kenarında duran okul çantamı gördüğümde aklıma okulda olanlar doluştu. Gerçekten çok olaylı günler geçirmiştim ve bu pek de hoşuma gitmemişti. Stres ve kaygı bozukluğuna (anksiyete) sahip bir insanın bu tip olaylardan uzak durması gerekirken olayların tam merkezinde bulunmam ilginç bir durumdu.

 

Odanın dışında duyduğum şey ile donuk bakışlarım doldu, sertçe yutkundum ve çenem istemeden kasıldı.

 

"O bizim kardeşimiz farkında mısın!?"

 

Kulaklarım uğuldamaya başlamadan önce sakinleşmeye odakladım. Üst üste krizler hiç de iyi olmazdı. Kalbimde hissettiğim sızı ile minik bir şekilde gülümsedim. Yine sızlıyordu kalbim...

 

Kalbim...Yine...Sızlıyordu...

 

Hafifçe kıkırdadım şu an içinde bulunduğum duruma. Hani duygusuzdum ben? Hani caniydim, canım acımazdı benim, hani!? Nerde o acımasız yaratık. İçimde büyüyen acı ile gülüşüm duvarlarda yankılandı. Şaka gibiydi belki de ama ben gerçekten gülüyordum. Belki sinirden belki de hakikaten içimden gülmek geldiğinden bilmiyorum ama bu his hiç de iyi bir hisse benzemiyordu...

 

Gülüşlerim aniden durduğunda delici bakışlarımı duvara çevirdim.

 

Bazen deli gibi davranmak iyi hissettiriyor, değil mi?

 

İç sesimi duymamla yüzüme sahici bir gülümseme yerleşti. İşte şimdi tam anlamıyla delirmiştim!

 

Ayıp oluyor ama güzelim. Bir kere beni duyuyor olman deli olduğunu değil zeki olduğunu işaret eder.

 

Yüzümü buruşturdum rahatsızca. İç seslerin aptal olması gerekmez miydi? Bu iç ses fazla... bilgiliydi...

 

Bir kere ben senin bilinçaltında oluştum ve en fazla senin kadar zekiyim. Hakaret etmedim ki hem ben sana. Zekisin işte kes sesini!

 

Minik bir kahkaha attım. Bu durumda kahkaha atmam ne kadar trajik de olsa iyi hissettirmişti. Uzun zamandır içimden gelerek gülmediğimden olsa gerek, diye düşündüm içimden.

 

Odaya girmekten öte dalan abim ile gözlerimi devirdim. Kahkahamı duymuş olmalı ki odaya aniden giriş yaptı. Dikkat kesilmiş bakışları odayı ve beni incelerken kahkaha atmaya başladım tekrardan. Bazen gerçekten aceleden eli ayağına dolanıyordu ve böyle zamanlarda fazlasıyla komik görünüyordu. İstemsizce gülmeye devam ederken abim ona güldüğümü sonunda (!) anlayabilmiş olmalı ki çatık kaşlarından dolayı kısılmış gözleri ile delici bakışlar gönderiyordu. Ellerini de beline koyduğunda istenen görüntüyü oluşturmuştu. Kahkahalarım artarken nefeslerim yetersiz gelmeye başlamıştı. Hatta öyle ki karnıma kramplar giriyordu. Bu gülümsememi hiçbir şeyin bozmasına izin veremezdim. Uzun zaman sonra bu kadar içten gülerken bunun yine olmasını istemiyordum.

 

Kahkahalarım yavaş yavaş azaldığında gözlerimi abimden kaçırdım çünkü hâlâ aynı şekilde duruyordu ve ben ona bakarsam tekrardan bir kahkaha tufanına tutulacaktım.

 

"Tamam yeter bu kadar gülmek. Azıcık akıllı dur bakayım."

 

Ciddi bir sesle söylediği cümleler karşında gülmemi durdurmak için dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırıyordum. Ağzımdan ufak bir kıkırtı kaçırmam ile abimin yüzünde oluşan gülümseme ile yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı. Kim bilir ne kadar zamandır bu kadar sahici gülmüyordum. Bende o gülemediğim zamanlara inat gülümsedim. Fazla inatçıydım ve bu inadım umarım başıma bela olmazdı.

 

"Delisin kız sen. Ama biliyor musun, bu deliliğini seviyorum."

 

Abimi duymamla dudaklarım tekrardan yukarı kıvrıldı. Deliydim, hem de sonuna kadar. Deliydim, ecele kadar. Ve ben sadece deliydim. Deliydim ve mutluydum...

 

Deli olmak güzeldir küçük kız...

 

Odaya aniden giren babam ile gülen yüzümü babama çevirdim. Babam gülen yüzüm ile şaşırsa da yanıma geldi. Yorganın içinde bağdaş kurmuş oturuyordum. Yine aynı şekilde babam da karşıma oturduğunda ela gözlerimi babamın koyu kahve gözlerine diktim. Yüzüm gülüyordu evet am gözlerimin içi gülmüyordu. Gülmeyi tüm ruhumla istemiyordum, sadece bedenim ve zihnim gülmek istiyordu, ruhum değil...

 

 

 

 

 

Loading...
0%