@bayangizemxx_
|
Silinsin izim, hiçliğim sokakta kalsın Gölgemi yakın, bu dünya beni yok saysın Emanet ettim bıraktığın her şeyi Dedim, Siz susuz bırakmayın menekşeyi
Sezen aksu - adı menekşe
"Gemilerim batmış karadenizde ama ben hâlâ egeye ait gibiyim..."
Sınıfın kapısından içeri girdiğimde o ilk gün oturduğum sıraya doğru ilerledim. Oturduğum yerden kalkmamıştım, kimse de kaldırmamıştı. Hem zaten bu tip saçmalıklar sadece kitaplarda olurdu. Okulda küçük çaplı da olsa bir popülariteye sahiptim. Birçoğu kişi beni tanıyordu. Henüz hiç arkadaşım yoktu ve muhtemelen de olmazdı. Ben pek o hafta sonları birlikte gezilebilecek arkadaş değildim nasıl olsa.
Bir tek Kaan'ın arkadaşlarının olduğu tayfayla ara sıra konuşuyordum. Onun dışında pek fazla kişiyle muhattap olmuyordum. Öğretmenlerin bir çoğu ile konuşmuştu babam ve Gamze hoca. Öğrenme ve anlama güçlüğü yaşamam hayatım için bir engel teşkil etmiyordu ve etmemeliydi de. Sonuçta ben de bir insandım. Diğerlerinden pek bir farkım yoktu. Bu yüzden bir çok insanı boğasım geliyordu. Fikirleri insanı boğuyordu.
Derslerim her zaman olduğu gibi beni zorluyordu fakat bunun altından kalkma konusunda fazlasıyla iyiydim. Ah! Kesinlikle kaçıyordum kendimden. Hissettiklerimden, düşüncelerimden, zihnimden, her şeyimden kaçıyordum. Zihnime doluşan düşüncelerden kaçıyordum, düşünmeme engel olamadıklarım üzerime üzerime geldikçe nefes alamıyordum. Sanki ciğerlerim artık işlerini yapmak istemeyecek duruma geliyorlardı düşünceler zihnime doluştuğunda.
Gözümün önüne o gece olanlar geliyordu ve kendi yerime Ceyda'yı koyuyordum. Sonrasında olanları zihnim kurguluyordu zaten. İnsan hiç kendi zihninden korkar mıydı? Evet, korkardı. Hem de öyle bir korkardı ki hiçbir güçten korkmadığı kadar korkardı kendisinden.
Emir'in gözlerini incelediğim günden beri onun yüzüne bakamamıştım. Aynı ifadeyi görmekten delicesine korkuyordum. Bazen yeteneğim fazlasıyla gözümü korkutuyordu. Küçükken kimseye bakmadan yaşamayı kafaya koyduğumu düşünürsek kesinlikle korkuyordum.
Ceyda'yı gördüğüm her yerden kaçmıştım. Koridorda görsem arkamı dönüp tam ters yöne gidiyordum. Onu görmeyi pek kaldırabilecek miydim emin değildim. Ceyda'yı düşünmek bile beni kötü etkilerken görmek nasıl etkilerdi bilemiyorum. Benim asıl korkum bilmemekti. Bilmediğim şeylerden korkuyordum. Hayatım için risk almaktan yorulmuştum bir yandan da.
Sınıfa son derse kadar kalan tüm neşesiyle giren öğretmenimize baktım. Ders kimyaydı ve evet kimse bu durumdan hoşnut değildi. Son dersin kimya olması kimin hoşuna giderdi ki zaten.
"Merhaba, arkadaşlar. Yine aynı kişiler değil mi?"
Güler yüzünü bize sunuyordu fakat kesinlikle yorulmuştu tüm gün. Yine gülümsemeye devam etmesi mesleğini ne kadar sevdiğini gösteriyordu. Daha fazla incelememek için bakışlarımı sınıfın içinde dolaştırdım ve önümde duran deftere döndüm. Serap hoca derse başlamıştı. Çok hoş bir mizacı vardı. Etrafına neşe ve enerji dağıtması çok hoşuma gidiyordu. Yine de son derslerde enerjisi sabah olduğu kadar da iyi değildi.
Derse odaklandığımda her söyleneni dinliyor, önemli olduğunu düşündüklerimi de not alıyordum. Sonuçta sadece kendi çalışmalarımla pek bir şey elde edemezdim. Öğretmenleri de dinlemem işime yarardı. Okula gelip de boş boş bakınmaktansa ders dinleyip bir halta yaramak daha mantıklı bir karar olurdu.
Bir anda başımda hissettiğim ağrı ile dişlerimi dudaklarıma bastırdım. Dersin bitmesine beş dakika kadar kalmıştı zaten. Tüm günün yorgunluğundan olsa gerek diye düşündüm ağrının sebebini.
"Toparlanabilirsiniz, bu günlük bu kadar arkadaşlar."
Eşyalarımı acele ile çantama doldurdum. Okul bitmişti bir haftadır olduğu gibi. Tek düze bir hayattan ne kadar hoşlanmasam da sağlığım icin atraksiyondan uzak durmalıydım. Sakin bir hayatım olmalıydı, kendimi yormamalı, ani duygu değişimlerine girmemeliydim. Peki, benim hayatım nasıl oluyordu da bu saydıklarımın tam tersi oluyordu?
Çantamı tek koluma astıktan sonra hızlı adımlarımla kapıya doğru ilerledim. Okuldan hemen çıkmak istiyordum. Kaan ne yapar bilmiyordum ama ben eve gitmeyi delicesine istiyordum. Odama kendimi kapatmak iyi hissettiriyordu. Kaan'ın antrenmanı olduğu aklıma geldiğinde okuldan ayrılmadan önce onu görmek için spor salonuna gitmeye karar verdim. Gittiğimi haber vermekten çok onu merak etmiştim. Sabahtan beri sınıftan dışarı çıkmadığım için onu hiç görmemiştim.
Spor salonundan içeri girdiğimde önce beni boğuk bir ter kokusu karşıladı. Biraz ilerledikten sonra burnum kokuya alışmıştı. Sahada koşan takımı görünce dudaklarım hafiften yukarı kıvrıldı. Erkan hoca elinde düdüğüyle sahada bir oraya bir buraya koşuyordu. Bir yandan da ne dediğini anlayamadığım bir şekilde söyleniyordu.
Karşımdaki görüntüye gözlerimi devirdikten sonra sahaya bakan tribünlere oturdum. Çantamı yan tarafa koyduktan sonra dalgın gözlerle sahayı inceledim. Fazlasıyla geniş bir sahaydı. Yaklaşık olarak iki basketbol sahası büyüklüğündeydi. Bir tarafta voleybol sahası diğer tarafta ise basketbol sahası vardı. Voleybol sahasının iki kenarında basket potası vardı. Nedenini çözemesem de orada olmaları benim pek de umurumda değildi. Voleybol takımı ile basketbol takımı farklı günlerde antrenman yapıyordu. Sadece bir gün aynı anda antrenman yapıyorlardı. O da tamamen mecburiyetten kaynaklıydı.
Takım koşmayı bırakıp tek sıra halinde dizildiklerinde Erkan hoca önlerinde durdu.
"Bugün sizi fazla yormayacağım. O yüzden hemen başlayalım."
Erkan hocanın talimatı ile antrenmana başlamışlardı. Az önce eve gitmek istiyordum fakat şu anda içimden hiç gelmiyordu. Acaba Kaan'ı beklesem mi, diye düşündüm. Güzel olabilirdi belki bilemiyordum. Hem ne kadar süreceğini de bilmiyordum. Yine de kalmaya karar vermiştim.
Ben öylece etrafı izlerken Erkan hoca beni görmüştü. Hafifçe gülümseyerek selam verdiğimde Erkan hoca başını salladı ve yanıma adımladı. Yanıma geldiğinde oturduğum yerden kalktım.
"Hoşgeldin, Beril."
"Hoşbuldum, hocam." dedim sakin bir tonlamayla.
"Abini bekliyorsan bugün antrenman fazla sürmez diye düşünüyorum."
"Tamamdır, hocam." Dedikten sonra yerime tekrardan oturdum.
Böyle burada oturmak ne kadar sıkıcı olacak da olsa eve tek gitmek istememiştim. Cebimden çıkardığım telefonla oyaladım kısa bir süre. Telefonun içinde de bakacak bir şey olmadığı için telefonu tekrar cebime koydum. Yapacak bir şey bulsam iyi olacaktı. Maç yapmaya başlayan takımı izledim bir süre. İçimden gelen oynama isteğiyle yerimde kıpırdandım.
Oturduğum yerden kalktıktan sonra Erkan hocanın yanına gittim. Gerçekten canım oynamak istediyse oynamalıydım. Erkan hocanın yanına geldiğimde biraz çekingence sordum.
"Hocam, acaba ben de oynayabilir miyim?"
Hoca bana boş boş bakarken dudağımın içini kemirdim hafiften. Saçma bir soru olmuştu zaten. Onlarla oynayamazdım elbette. Ne kadar iyi oynasam da onlar 1.90'dı ben ise 1.68'dim.
"Bir top alıp kendin oynayabilirsin diğer tarafta." Diyerek voleybol sahasını işaret etti.
"Teşekkür ederim, hocam." dedikten sonra hemen topların olduğu odaya gittim.
Bu odaya sadece beden dersinde bir kez girmiştim. Önceki okuluma göre fazlasıyla eşya bulunuyordu. Sonuçta orası bir Anadolu lisesi, burası ise bir kolejdi. Raflarda dura toplar arasından bir adet basketbol topu seçtikten sonra spor salonuna geri döndüm. Üzerimdeki pantolon pek iyi bir seçim olmasa da kısa bir süreliğine idare edebilirdim sanırım.
Çantamdan airpodsu çıkardım. Bir kulağımda işitme cihazı olduğu için mecburen tek kulak takmak zorundaydım. Kulaklığı telefona bağladıktan sonra telefonu cebime kulaklığın kutusunu çantama geri koydum.
Topu elime aldım koyduğum yerden. Birazcık vakit geçirmek istiyordum. Bundan 2 yıl önce kızlar voleybol turnuvası adı altında küçük ama magazin tarafından bilinen bir yarışmada derece yapmıştım. Sağlığım açısından bir çoğu hareketim kısıtlansa da basketbol oynamam da bir problem yoktu. Topu yere naif hareketlerle vurarak sektirdim bir süre. Elim topa alıştığında gülümsedim. Basketbol oynamayı seviyordum, Ailecek seviyorduk...
Kulaklığımdan yükselen elektro gitar sesi eşliğinde boş olan sahaya doğru yürüdüm. Isınmadan oynamak pek iyi bir şey olmasa da biraz oynayıp bırakacaktım zaten. Topu şarkının ritmine göre sektirmeye başladığımda gülümsedim. Bir kulağım şarkıyı dinliyor diğer kulağım topu kontrol ediyordu. İçime dolan enerji ile dudaklarım kıvrılabileceği kadar kıvrıldı.
Bir süre topu sektirdim ritimli şekilde yürürken. Sonra sahanın en uç noktasında durdum ve diğer uçtaki potaya diktim bakışlarımı. Topu yere emin adımlarla sektirirken bir gözüm potada olacak şekilde durdum. Hızlı adımlarım potaya doğru ilişti. Sahanın ortasına geldiğimde zıplayarak yerden yükseldim ve topu potaya fırlattım. Top sanki ağır çekimde süzülür gibi potaya ulaştı. Top potada biraz oyalandıktan sonra içeri düştüğünde gülümsedim. Bir kez daha başarmıştım.
Birkaç alkış sesi duymamla arkamı döndüm. Kaan güler yüzüyle beni izliyordu. Diğerleri ise şaşkın bir şekilde bir potaya bir de bana bakıyordu. Metehan'ın bakışları ise hepsinden farklıydı. Hem şaşırmış hem de aferin der gibi bakıyordu. Gördüğüm ifade karşısında burnumu kırıştırdım. Potadan düşmüş yerde duran topu aldım. Onlar da kendi işine geri dönmüştü. Bir yandan şaşkın bakışları görmek egomu kabartsa da bir yandan da içimde bir şeylerin kıpırdanmasına sebep olmuştu ve ben bunun iyi bir şey olduğunu hissetmiyordum.
Top ile basit birkaç hareket yapıp topu potaya attım bir süre daha. Basketbol oynamak iyiydi. İyi hissettiriyordu. Topun potaya girdiğini görmek içinde bir zafer hissi uyandırıyordu ve ben bunu seviyordum.
Dakikalar geçtikten sonra Erkan hocanın düdük sesiyle Takım sıraya dizildiler tekrardan. Antrenmanları bitmiş olmalıydı. Topumu alıp tribünlerin oraya geri döndüm. Kulaklığımı yerine koydum ve topumu odaya geri götürmeye karar verdim.
Elimdeki topu odaya bırakmış çıkacakken elinde topla gelen Metehan'ı gördüğümde durdum. Kapı ikimizin de aynı anda geçebileceği kadar geniş değildi sonuçta. O içeri geldiğinde onun yanından geçip odadan dışarı çıktım. Onun yanından geçmek garip hissettirmişti. Neden bu kadar anlamsız şeyler hissettiğimi anlamıyordum. Bunu düşünmeyi sonraya bıraktım ve spor salonuna döndüm.
Salon boşalmıştı. Demek ki üzerlerini değiştirmeye gitmişti diğerleri. Çantamın yanına oturup telefonumu kurcalarken içeri ilk Onur girdi. Onur hızla yanıma gelirken konuşmaya başlamıştıt.
"Ooo Beril başkan, ne hareketler yaptınız az evvel. Vallah senden böyle şeyle beklemezdim, bacım. Sizin ailede basketbol genetikse herhalde."
Onur'un boş konuşmasına gözlerimi devirdiğimde Onur yandan bir bakış attı. Spor salonuna diğerleri de omuzlarında çantalarıyla geldiğinde bakışlarımı onlara çevirdim. Kaan'ın kapıdan içeri girerken söylediği cümle ile Onur'un suratı düşmüştü.
"Kardeşimi rahat bırak, Onur. Elinin tersiyle bi' koyar sana yüzünün şaftı kayar."
Onur korku dolu bakışlarını bana çevirdiğinde yüzünde oluşan ifadeye gülmemek için dudaklarımı dişledim. Çok şebek de olsa insan böyle insanlara ihtiyaç duyuyordu hayatında.
"Yapar mısın öyle şeyler?"
Gülmemek içi çabalayan ifademi düzeltip yüzüne baktım. Yüzündeki ifade değişirken daha çok gülmek geliyordu içimden. Yine de kendimi sabit tuttum.
"Deneyip görelim istersen."
Yüzündeki ifade ile birlikte yanımdan kalktı. İçimde tuttuğum kahkahayı daha fazla tutamadım. Onur'un yüzü aklıma geldikçe gülmem arttı. Sonunda durmayı başardım. Diğerleri de gülmeyi bırakmıştı. Oturduğum yerden kalkıp çantamı omzuma astım. Abim eve gelmeden önce eve gitsek iyi olurdu.
Ben kaktıktan sonra hepimiz birlikte dışarıya çıktık. Kaan sabah okula motorla gelmişti. Siyah ve ara ara yerlerde kırmızıdan oluşan motor kesinlikle göz alıcı ve mükemmeldi. Kaan bu motoru almak için babama ne kadar da çok yalvarmıştı. Motor ehliyetim olsun isterdim evet ama bu benim için artık önemli değildi. Motor sevsem de boşa masraf etmek istemiyordum. Ne kadar param olursa olsun motor biraz benim için fazlaydı.
Kaan yedek kaskı çıkarıp bana uzattı. Yedek kask tamamen benim özel seçimimdi. Biliyordum zaten motoru sürekli kullanacağımı. O yüzden de siyah ve tam benim tarzımda bir kask almıştım. Kaan arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra motora bindik. Kaan'ın motor sürmesi hoşuma gidiyordu. Kaan'ın beline doladığım kollarım ile yola çıktık. En çok da ona sarılmayı seviyordum.
. . .
Eve geldiğimizde saat 6'ya geliyordu. Abim daha gelmezdi. Spor salonunda işleri bu saatlerde biraz daha yoğun oluyordu. Bazı özel müşterileri bu saatlerde geldiği için eve neredeyse çoğu zaman geç gelirdi. Kaan'a bakıp yukarı çıktığımı işaret ettim.
Merdivenleri yavaş yavaş tırmanıp odama geldim. Okulda fazlasıyla yoruluyordum. Dersler zaten benim için fazla ağırdı. Kırmızı kapılı olan odamın kapısının önüne geldiğimde durakladım. Aklıma dolaşmaya her an hazır olan düşünceleri bir kenara ittirip kapıyı araladım. Kendimi odaya atar atmaz çantamı bir kenara firlattım. Üzerimdeki deri ceketi de çıkartıp çantamın yanına firlattım. Kendimi de öylece yatağın üzerine bıraktım.
Tüm günün yorgunluğu üzerimdeydi. Sigarayı azaltmamdan kaynaklı olarak da baş ağrılarım vardı. Buna mecburdum zaten. O aptal çubuğu solumam hem kendime hem de zihnime zarar veriyordu. Üstelik anksiyetemi de bazı durumlarda da tetiklediğini düşünüyordum.
Sigaraya ilk başladığım zaman, daha doğrusu ani bir dürtüyle içmek istediğim zaman liseye yeni geçmiştim. Okul fazlasıyla yoruyordu. Ara sıra geçirdiğim anksiyete krizleri ve zihinsel yorgunluktan kaçmak için içmiştim. Sigaranın bir kaçış olmadığını, olmaması gerektiğini biliyordum. Yine de engel olamadığım dürtülerim bana yol göstermişti. Babamın odasında olan paketinden bir tane almıştım. Ve aldığım gibi direkt bahçede kendime ait olan gizli yere kaçmıştım. Basketbol sahasınınarka taraflarında köşe bir yer bulmuştum. Bu yeri kimse bilmezdi ve ben kendimden kaçmak istediğim zamanlarda kendimi hep burada bulurdum.
[Evden koşarak çıkan kız hızlı adımlarla basketbol sahasının arkasındaki köşede bulmuştu kendini. Okulda hiç sevmediği kişilerin içinde küçük düşmesi yetmiyormuş gibi bir de öğretmenleri de üzerine geliyordu. Insanların üzerine gelmesinden fazlasıyla rahatsız oluyordu ve herkes bunu yapıyordu veya da ona öyleymiş gibi bir etki bırakıyordu.
Elinde babasının paketinden aldığı iki dal sigara duruyordu. Bakışları bir sigaraya bir de yere kayıyordu. Neden aldığını bile bilmediği iki dal sigarayı ne yapacağını bilmiyordu. Babası çakmakla yakıyordu değil mi? Evet, öyle yapıyordu. Diğer elinde sımsıkı tuttuğu çakmak ile sigaranın birini tutuşturdu. Daha sonra ani gelen istekle sigarayı dudağına yerleştirdi. Kendine engel olamadan ufak bir nefes çekti. Boğazına dolan duman ile içini yakan bir alev hissetti. Burnundan ve ağzından dışarı fırlayan duman ile boğuk bir nefes aldı. Parmaklarının arasında tuttuğu sigaraya bakti kısa bir süre.
Duman garip bir şekilde içini rahatlatmıştı. Bu şeyin zararlı olduğunu adı kadar biliyordu fakat kendine engel olamamıştı. İçini dolduran bu histen ne kadar rahatsız olsa da zihnindeki düşünceler sessizce silinip gitmişti. Hoşuna giden bur durum ile dudağının kenarıyla gülümsedi birkaç saniye kadar. Yüzünden hemen silinen gülümsemeyi umursamayarak tekrar bir nefes çekti. Bu sefer öncekinden daha az yakmıştı. Yine de bu ona değişik bir haz vermişti.
Elindeki ikinci sigarayı da yakmayı düşünse de hemen bu fikrinden vazgeçti. Bu onun için fazla olurdu. Oturduğu yerden usulca kalktı ve küçük adımlarla odasına çıktı. Hissettiği duman kokusuyla burnunu kırıştırdı. Üzerine çöken bu koku kesinlikle kendini ifşa edecekti. Acele ile odasına çıktı. Bu kıyafetleri hemen temizlemeli ve tenine yapışmış olan duman kokusundan arınmak için duşa girmeye karar verdi.]
Öylece uzandığım yataktan yavaş hareketlerle kalktım. Aklımda dolanan onlarca farklı düşünce birbirini itekliyordu. Fazla düşünmekten başıma ağrılar girmeden önce duşa girmeye karar verdim. Oturduğum yatağımdan uyuşuk hareketlerle kalktım.
. . .
Kısa ve sıcak bir duşun ardından üzerimi giyinmiş salona inmiştim. Salondaki yumuşak ve içine çöken koltuğa oturmuş keyif yapıyordum. Bu rahatlığımın sebebi Fadime ablanın bugün temizliğe gelmiş olmasıydı. Temizlik bittikten sonra Allah razı olsun yemeğimizi de yapmıştı. Fadime abla olmasa kim bilir ne olurdu diye düşünüyordum. Annemden sonra ikinci bir annem olmuş gibiydi.
Kazanın ardından geçen kötü günlerimde evi çekip çeviren kişi olmuştu. Kim bilir o olmasa biz ne zor toparlamıştık. Birbirimizin yüzünü bile görmek istemezken hepimizi tek sofrada toplamıştı. Ne esaslı kadındı!
Ara sıra Gökçe de yanında gelirdi. Onun derslerine ve sorunlarına yardımcı olurdum. Gökçe, Fadime ablanın kızıydı. Benden 3 yaş küçüktü. Bu yıl sınava hazırlanıyordu. O kadar çalışıyordu ki onun iyi bir derece yapacağından neredeyse emindim. Bazen bana sorduğu soruları yapmak bana bile imkansız geliyordu. Fazla çalışkan ve istikrarlı bir öğrenciydi. Belki de yaşadığı hayat ona buna mecbur tutmuştu.
Bazı insanların çalışmaktan başka çaresi olmazdı. Gökçe de bu 'bazı insanlar' içine giriyordu. Maddi açıdan ailesi onun ihtiyacını karşılayamasa da o bunun her türlü üstesinden geliyordu. Çok güçlü bir kızdı. Hayat ona zor bir yaşam verse de o aklıyla her şeye olmasa da birçoğu şeye çözüm bulmaya çalışıyordu.
Oturduğum koltuğun içine adeta gömülmüş bir şekilde oturuyordum. Koltuk zayıf bedenimi içine çekmiş gibiydi. Bu rahatlık ne kadar güzel olsa da çalan kapı ile oturduğum koltuktan bir çırpıda kalktım. Koşarak kapıya ulaştım. Kapıyı açtığımda kapının önünde sırılsıklam ıslak bir şekilde abim ve babamı görmemle dışarıda yağmur yaptığını anlamıştım. İçeriye sinirli hir şekilde giren babam hızla odasına çıktı. Onun aksine durumdan rahatsız olmayan abim kolunu omzuma attı.
"Yemekte ne varmış, fıstığım?"
Yemekte ne vardı? Bakmamıştım ama Fadime abla mesajında kuru fasulye ve pilav yaptığını söylemişti.
"Kuru fasulye, pilav." Dedim kolumu abimin beline dolarken.
Adam o kadar uzundu ki en fazla beline sarılabiliyordum. Benim gibi minyon bir kızın abisinin bu kadar ayı olması hiç de garip sayılmazdı. T- shirtüm biraz ıslanmıştı fakat bunu umursamadım. Birazcık nemden bir zarar gelmezdi sonuçta.
Abim de üzerini değiştirmek için odasına çıktığında merdivenlerden ağır ağır inen Kaan ile birlikte mutfağa gittim. Birlikte babamlar aşağı gelene kadar sofrayı hazırladık. Evin belli bir düzeni vardı ve bu kesinlikle ev içinde anlaşma konusunda iyi bir adımdı.
Islak saçlarını sallaya sallaya merdivenlerden önce abim indi. Ardından da babam. Birbirlerinin neredeyse kopyası gibiydiler. Kahverengi saçları ve açık kahve gözleri birbirinin tıpkısıydı. Aralarında sadece birkaç santimetrelik bir boy farkı vardı. Onun dışında ikiz gibiydiler. Belki de abimi bu yüzden çok seviyordum. Kim bilir?..
Hep birlikte yemek masasına oturduktan sonra koca evdeki tek ses kaşık çatal sesleriydi. Bu sessizlik onlar için alışagelmiş bir durumdu. Yemek sırasında hiç ses çıkmazdı önemli bir konu olmadığı zamanlar haricinde.
Yemek çoğu zaman olduğu gibi sessiz geçmişti. Yemekler bitmiş, bulaşıklar ve masa toplanmıştı. Mutfakta bulaşıkları makineye yerleştiriyordum sakince. Arkamdaki tezgaha dayanan abimi fark ettiğimde işimi yapmaya devam ettim. Bir konu hakkında konuşmak istiyordu galiba. Bulaşıkları yerleştirmem ve tezgahı toplamam bittikten sonra elimdeki sarı bezi tezgâha bıraktım ve abime doğru döndüm ve tezgâha yaslandım. Elindeki telefonu cebine koyduktan sonra bakışlarını bana çevirdi.
Hafifçe gülümseyen yüzü ve ilgili bakışları ile bana bakıyordu. Hala nemli olan saçları alnına yapışmıştı ve bu ona farklı bir hava kayıyordu. Ikimizde birbirimize öylece bakarken Kaan da mutfağa gelmişti. Kaan'ın gelmesiyle ikimiz de istifimizi bozmadan tezgâha yaslanmaya devam ettik. Kaan da yanımıza gelip aynı şekilde durduğunda abim söze başladı.
"Babamda bir gariplik var."
Kaan ve ben başımızı onaylarcasına salladık. Babamda fark edilir düzeyde bir gariplik vardı bir haftadır. Bunu fark etmiştim fakat o bizimle konuşmadığı sürece ne olduğunu anlamamızın imkanı yoktu. En fazla tahmin edebilirdik ki tahminler belli temellere dayanmazdı.
"Bir şeyler saklıyor ve bu büyük ihtimalle beni ilgilendiren bir durum." Dedim gözlerim yerdeki fayanslarda takılı bir şekilde.
Şimdi hepimiz fayansları inceliyorduk. Kimse bir şey bilmiyordu fakat herkes garip bir durum olduğunun da farkındaydı. Babam böyle garip davrandığı zamanlarda genellikle bu davranışlarının sebebi bizimle ilgili olurdu. Tahmin yürütmek pek de zor değildi. Biz annemden babama kalan son hatıralardık. Biz babam için fazlasıyla büyük bir yer kaplıyorduk.
Ne olduğunu çözmemiz gerekiyor muydu? Beli evet belki hayır. Evet, çünkü hepimiz bu davranışlarının ne zamana kadar süreceğini tahmin edemiyorduk ve babam gerçekten pek de iyi görünmüyordu. Hayır, çünkü babam elbette vakti geldiğinde; hazır hissettiğinde bize anlatırdı durumu.
Önümüzde iki seçeneğimiz vardı. Ya merakımızın ve babamın durumunu bahane ederek sakladığı her neyse onu araştıracaktık ya da merakımızı bir kenara koyup babamın bize açıklamasını bekleyecektik. Peki, bizde bekleyecek kadar sabır var mıydı?
Şimdilik hiçbir adımda bulunmadan odalara dağıldık. Yapmam gereken birkaç parça ödev vardı. Kaan da ödevleri olduğunusoyleyerek gitmişti. Abim ve babam salonda oturuyorlardı. Abim alttan alttan babamı izleyecekti, bunu tahmin etmek zor değildi. Yine de babamın kafasında dönen her neyse babam emin olmadan bize söylemek istemezdi. Bu yüzden üzerine gitmenin bir anlam ifade etmeyeceğini düşünüyordum.
Odama girdiğimde her zamanki görüntü beni karşıladı. Giriş kısmında büyükce yatağım ve arka taraflarda ince bir duvar ile ayrılmış çalışma odası tarzı kısım. Bu odanın en sevdiğim yönü buydu galiba. Yatak ve çalışma alanım arasında mesafe vardı. Kitaplarım benim özel alanıma giriyordu. Bir çeşit takıntı gibiydi. Kitaplarımın olduğu kısıma herkesin girmesi hoşuma gitmiyordu.
Uyuşuk adımlarla çalışma yerime doğru yürüyordum. Okuldan verilen ödevler fazla olmasa da yapılmak zorundaydı. Ah, ödev yapmak kesinlikle hoşuma gitmiyordu.
. . .
Saat gece yarısına yaklaşmışken sonunda bitmiş olan ödevimin başından kalkmak için can atıyordum. Adeta sandalyeye yapışıp kalmıştım. Fazla olduğunu düşünmediğim odev benden saatlerimi almıştı. Odanın içinde biraz gerindikten sonra eski çökmüş halime geri döndüm. Sandalyede oturmaktan belim ve boynum ağrımaya başlamıştı.
Yatağın üzerine bırakmış olduğum telefonu elime alıp yatağa oturdum hafiften. Birkaç ufak bildirime baktıktan sonra telefonumun fazlasıyla boş olduğunu hissettim. Telefonumda oyalanacak ciddi anlamda bir şey bulamıyordum. Sosyal medya ile pek bi' aram yoktu. Oyun oynamayı pek sevmezdim. Açıkçası yaşlı insanlar gibi telefonu sadece arama yapmak ve önemli mesajlara bakmak için kullanıyordum.
Telefonu boş boş kurcaladıktan sonra cebime koydum ve aşağı inmeye karar verdim. Babamlar içeride oturuyor olmalılardı.
Odamdan çıktığımda içerden kısık sesleri geliyordu. Merdivenlerden yavaş ve sessiz bir şekilde indim. Bu sırada kulağımı açmış konuştukları şeyi dinlemeye çalışıyordum. Lanet olsun ki fazla kısık sesle konuşuyorlardı. Merdivenin son basamağından sonra hoplaya zıplaya babamların yanına geldim. Benim gelmemle birlikte konuşmalarını aniden kestiler ve bana bakmaya başladılar. Harika! İlgiyi üzerime çekmeyi istemesem de başarmıştım.
Babamın koltuğunun altına sıkışıverdim hızlıca. Küçüklüğümden beri babamın kolunun altına sıkışırdım. En rahat bulduğum yer orasıydı. Hem rahat hem huzurlu hissediyordum. Çünkü o benim babamdı, beni her türlü şeyden korumasını iyi bilirdi. Babamın beni koruyamadığı nokta bendim. Kendime zarar vermeme engel olamıyordu. O kadar çok saklıyordum ki kendimi herkesten, her şeyden kimse bana ulaşamayacak gibi geliyordu. Hatta bazen ben bile kendime ulaşamıyordum.
Babamın kolunun altında oturup hem onları dinliyor hem de babamın kendine has kokusunu ciğerlerime dolduruyordum. Düşüncelerim beni zehirliyordu ve ben sadece bekliyordum. Tüm bu acının son bulacağı günü, gerçekten iyi olacağım o günü sonuna kadar bekliyordum.
Babamın kollarının arasındaki sıcaklık ve insanı sarhoş eden kokusu eşliğinde gözlerimi yorgunluğumla birlikte sakince kapattım. Belki güzel rüyalar görmek belki de içimde kalan son umutları harcadığım bir kabus görmek dileğiyle. Hangisi şu an bulunduğum psikoloji için iyiydi bilemiyordum. Bazen kabus görmek mutlu ve huzurlu rüyalar görmekten daha bi' iyiye işaret olabilirdi...
. . .
Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda gözlerimi bir ışık kütlesinin basmasını beklerken gözlerime dolan karanlık ile odamın tavanını izledim. Saat kaçtı bilmiyordum. Penceremden odaya sokak lambalarının loş ışığı giriyordu. Içeriye yansıyan ışık odayı aydınlatırken yattığım yerden hafiften doğruldum. Sırtımı yatağın başlığına dayadım. Odada dolaşan ifadesiz ve uykulu gözlerim durdu ve duvardaki 5 küçük yıldıza takıldı.
Gözlerime doluşan anılar ile gözlerimi sımsıkı kapattım. Gözümden damlayan birkaç damla yaşa engel olamamıştım. Gerçekten alışmak zordu ve insan alışmayı delicesine reddediyordu. Birisini kaybetmek yeterince acıyken en yakını kaybetmek çok daha acı vericiydi.
"Anne, bana da takalım o yıldızlardan. Bende istiyorum, bende!"
Genişce gülümsemesi ile gülen annem her zaman olduğu gibi bana dönüp önünde eğildi ve hafifçe burnuma dokundu.
"Sana da alırız ama bana söz vereceksin, bir tanem. Bu yıldızlar bizim küçük kalplerimiz olacak. Onlar senin ve bizim minik kalplerimiz olacak ve hiçbir zaman seni bırakmayacaklar. "
Çocuksu bir gülümseme ile kollarımı aniden annemin boynuna doladım. Her zamanki hangi çiçek olduğunu bilmediğim o parfümünü sıkmıştı. O çiçek kesinlikle benim annemin kokusuydu. O çiçeğe Beyza çiçeği demiştim. Çünkü o çiçeğin bir adı yoktu. O çiçek benim annemdi... Hep benim annem olarak kalacaktı...
"Sana söz o yıldızlar her zaman benim kalbimde olucak. Ve ben onları asla bırakmayacağım. Ama sende bana söz ver anne. Beni asla bırakmayacaksın. "
O yaşlarımda fark edemeyeceğim bir şekilde hüzünlü gülmüştü. Belki de hissetmişti olacakları önceden. Belki de kalbi çoktan hissetmişti bu ayrılığı...
"Sana söz güzel kızım. Ben hep senin yanında olacağım..."
"Benden hiç gitmeyeceksin ama, tamam mı? Sen gidersen bende gelirim seninle."
"Sen hep benim başımın belası olacaksın tamam. Hadi gel şimdi daha fazla üşümeden evimize gidelim."
O gün gülerek çıktığımız dükkanın olduğu caddeye 4 yıldır adımımı atamıyordum ben. Düşüncelerimin içinde boğulmamak için annemle olan tüm anılarımı arkalara atmıştım ben! Eskiden olan her anı acı veriyordu çünkü. Annemi anmak, hatırlamak benim için boşluğa öylesine bile isteye kendimi atmak gibiydi. Aptalca bir intihar girişimiydi...
Kulaklarımı ellerimle kapatmış gözlerimi sımsıkı kapatmış ağlıyordum her gece olduğu gibi. Uykularım kaçıyordu, sürekli olarak aynı şeyleri zihnimde yaşıyordum. Değişen tek şey her geçen gün daha da dibe batışımdı. Ben dibe çekiliyordum fakat oyle gizlemiştim ki kendimi insanlardan kimse bunu görmüyordu...
Önce ellerimi kulaklarımdan çektim. Daha sonra ise gözlerimi açtım usulca. Boğazımdaki yumru nefes almamı bile zorlaştırıyordu. Yataktan bir hışımla kalktım ve pencereyi açtım. Nefes alamıyor gibiydim. Ciğerlerime dolan soğuk ve temiz hava içimi rahatlatırken bir yandan da daha da sıkıntı basıyordu beni. Içimden gelen sigara isteğini bastırmak için masanın üstündeki kürdanı dudaklarının arasına sıkışırdım.
Kıpkırmızı olduğundan emin olduğum ela gözlerim karanlık sokağı izlerken içimde kaybolan anılara ulaşıyordu. Başımda aniden oluşan ağrı ile dişlerimi sıktım.
Karanlıkta kaybolan tüm anılar elbet bir gün aydınlığa kavuşurdu. Fakat ben bunun için hazır değildim ve hiçbir zaman hazır olamayacaktım. Çünkü ben eskiye dair en ufak anılardan bile kaçarken karanlığa hükmediyordum. Karanlıkta önce anılarımı kaybetmiştim ve şimdide yavaş yavaş kendimi de kaybediyordum...
-SON-
24.10.2021 22.50

Fazlasıyla geciken bir bölüm oldu farkındayım. Baya beklettim sizi. Bunun için de ayri ayrı özür dilerim. Gerek okulların açılması gerekse psikolojik ve diger problemlerimden kaynaklı olarak bölümü tamamlayamadım.
Kısa ve öz bir şekilde gecikme için çok cok özür dilerim.
Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Beril'in hakkında fikirleriniz neler?
En sevdiğiniz karakter?
Okurken sizi rahatsiz eden veya bir sorun olduğunu düşündüğünüz bir yer var mı? Varsa benimle paylaşırsanız fazlasiyla mutlu olurum.
Bunlara ek hir sorunuz var ise sormanızda kesinlikle problem yoktur. Çekinmeden her şeyi sorabilirsiniz.
Iyi ve hayırlı geceler dilerim. Bir diğer bölümde (inşallah) görüşmek dileğiyle...
|
0% |