Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm

@bayangizemxx_

Bu sözlerim sitem değil

Ama yazık değil mi bana

Çok yalnızdım kaybolmuştum

Sığındım işte sana

 

Harun kolçak - yanımda kal

 

 

Zihnimde bir mezarlık var,

ruhumdan kopanlar mezarlığı...

 

Kimisi hem ruhunu hem bedenini gömmüş, kimisi ise sadece benim için ölmüştü. Biliyordum çünkü, hiçbir insan kalıcı değildi. Elbet hergün herkes gidecekti. Bu küçük mezarlık her yeni günde biraz daha büyüyecekti. Önce içimdeki çocuk adım atacak mezarına daha sonra ise o çocuksu duygular...

 

Zamanla herkes gidecekti mezarlığıma. Kimisi benim için öldüğünü bilmeyecek kimisi de öldüğünü kabullenemeyeceğim olacaktı. Elbet bir gün her gidenin sonu bu mezarlık olacaktı.

 

Bir süre sonra ergenlik hisleri adımlayacak mezarlığı... ardından sahte gülümsemeler dolduracak hayatımızı... Belli bir düzen içinde yaşayıp gideceğiz. Kimi mutlu bir şekilde bitirecek zamanını kimisi de berbat bir yaşam için harcayacak dakikalarını...

 

Ve sonunda herkes gibi insan kendi mezarlığına geri dönecek. Mezarlığa artık gelecek olan son kişi de gelmiş olacak... Çünkü insan öldüğünde artık döngü bitmiş mezarlık kilitlenmiş olacak... her şeyin sonu yine biz, kendimiz olacağız...

 

Sabaha kadar uyuyamamış oluşumun verdiği sıkıntı ile odamda oturmuş öylece bekliyordum. Neyi beklediğimi veya böyle beklerken neyi amaçladığını bilmiyordum fakat bekliyordum işte... belki bir şeyler beni boşluğumdan kurtarır diye belki belki de boşluğun dibini merak ediyordum.

 

Odamın kapısının tıklatılması ile bakışlarım kan kırmızısı kapıya döndü. Ardından gelen ses abimin sesiydi.

 

"Beril! Hadi kalk kahvaltı hazır. "

 

Oturduğum masamın başından kalktım ve sesimi daha rahat duyması için bağırdım.

 

"Geliyorum hemen!"

 

Üzerimde bulunan uyuşukluk ve yorgunluk hissi bir türlü beni rahat bırakmazken oturduğum yerden kalkmak bile zor geliyordu. Birkaç saattir oturmuş etrafıma bakınırken vücudumun bazı bölgeleri uyuşmuştu. Rahatsız edici ve bir yandan da fazla rahat konumumdan aniden uzaklaştım. Sandalyeden aniden kalkınca ilk başta başım döndü. Refleks olarak elimi sandalyeye dayadım.

 

Sabah sabah gerçekten de pek kendimde değildim. Minik adımlarla lavaboya doğru ilerledim. Bir elimi yüzümü yıkamam tam olarak beni kendime getirmeyecek olsa da bir nebze olsun iyi gelirdi. En azından öyle umuyordum. Yüzüme suyun değmesiyle bir anlığına irkilsem de birkaç saniye içinde kendimi daha iyi hissediyordum.

 

Uyuşuk adımlarla odamdan çıktım ve merdivenlere yöneldim. Babam ve abim masaya tabakları taşıyordu. Kaan ise elinde tuttuğu kitapla ders çalışıyor gibiydi. Yüzüme minik bir gülümseme yerleştirdim ve Kaan'a bulaşmaya gittim.

 

"Kaan Bey! Elinizde gördüğüm şey de ne? Bir kitap, daha neler!"

 

Gözlerini abartı bir şekilde deviren Kaan ile birlikte gizliden gizliye kıkırdadım. Her göz devirişinde sebepsizce komiğime gidiyordu.

 

"Sabah sabah bulaşma, güllüm."

 

"Iy, öyle demesene ya! Vıcık vıcık, ıyh!"

 

Kaan'ın yüzüne yayılan geniş gülümseme ile dalga geçtiğinden emin olmuştum. Pislikte Dünya deviydi resmen! Yine de böyle olmasını seviyordum. O beni sinir etsin, ben onunla laf yarışına gireyim.

 

"Peki peki, başkasına bulaşmaya gidiyorum ben."

 

Masaya doğru ilerledim. Babam ve abim masayı hazırlamışlardı. Benlik bir şey kalmamıştı. Sandalyeye oturacağım sırada abimin sesini duymam ile elimi sandalyeden çektim.

 

"Sakın, oturma!"

 

Kollarımı belime bağladım ve abime baygın bakışlarla bakmaya başladım. Birbirimize ters ters bakışmamızın sonunda gözlerimi abime dikerek söyledim.

 

"Hayırdır, sandalyeme bomba koydun da şimdi pişman mı oldun?"

 

Abim hafiften gülümsedi ve saniyesine gülümsemesi kayboldu. Gözlerimi kısarak ona bakmaya başladım. Dalga geçiyor gibiydi benimle.

 

"Masaya tek bir tabak bile getirmeden masaya nasıl oturmaya kalkarsın?"

 

Babam masaya oturmuş bizi izliyordu gülerekten. Komedi sahnesi gibiydik şu an. Gözlerimi devirerek masaya oturdum. Arkamdan da abimin masaya oturmasıyla Kaan hariç herkes kahvaltıya başlamıştı. Kaan bir yandan kitaba göz gezdiriyor bir yandan da yemek yemeye çalışıyordu. Galiba bugün sınavı vardı. Bu kadar kitaba gömülmesine bakarak bunu anlamıştım.

 

Son gün çalışmak onun favorilerinden biriydi. Yine de daha öncesine göre daha çok çalışıyordu. Hedefi tıp olan birisine göre biraz az çalışıyor sayılırdı fakat bu onun çalışma biçimiydi.

 

Sessiz bir kahvaltının ardından hepimiz masayı toparladık. Çoğu sabah kahvaltıyı toparlar ve hep birlikte evden çıkardık. Bugün Abim Kaan ve beni okula bırakıp öyle geçecekti spor salonuna. Çıkışta da benim antrenmanım vardı. Abimin arabasına doğru ilerlerken Kaan elinde birkaç kağıt parçası ile dolaşıyordu. Gerçekten de artık çalışmaya karar vermiş gibiydi. Son birkaç gündür böyleydi. Sonuçta sınav senesiydi. Normal olanı buydu.

 

Cebime tıkıştırdığım telefonu saate bakmak için çıkardığımda ekranda gördüğüm bildirimi daha okumadan sağa kaydırdım. Sosyal medya da fazla takipçimin olması umurumda bile değildi. Bazı insanların aksine benim hayatım yüz yüze gelmeye bile korktuğum insanlardan ibaretti. Sanalda ben ben değildim. Sanal alem bana hitap etmiyordu.

 

Abimin birkaç dakikanın ardından geldiğini gördüğümde arabanın arka koltuğuna oturdum ve kulaklığımı hızlıca kulağıma yerleştirdim. Okula giderken ki yol boyunca en sevdiğim aktivite müzik dinlemekti. Müzik binlerce farklı anlama gelirdi çünkü. Kimisi için huzuru ifade eder kimi insan içinse acıyı simgelerdi. Kimi insan için ölüm kimi insan için hayat demekti müzik...

 

Kulağımı dolduran müzik beni sadece olduğum andan uzaklaştırıyordu. Olmadığım biriymiş gibi davranmaya mecbur kaldığım dünyadan beni uzaklaştırırdı. Kararmış kalplerden uzak aydınlık kalplerle doluydu müziğimin içindeki dünya...

 

Okula geldiğimizde Kaan önünü görmeyen bir şekilde dalgın yürüyordu. Yorgun bakışlarımı etrafta dolaştırırken Kaan'dan ayrıldım ve sınıfıma ilerledim. Sınıf genel anlamda bir çabası olmayan kişilerden bir araya geliyordu. Önceki okulumda herkes çalışırdı bir şeyler için neredeyse. Zengin züppeleri, demekten kendimi alıkoyamıyordum sınıfa her girişimde.

 

Duvar kenarındaki masama oturdum hemen. Kimseyle muhattap olmadan 1 ay kadar vakit geçirmiştim şu okulda. İçimde koca bir ceset vardı ve inanın bir cesetle yaşamak pek de eğlenceli değildi. Onu arkalara saklayıp yaşamaya çalışıyordum. Onu iyileştirmek bile istemiyordum. Belki ölmemişti, yaşıyordu. Ama ben buna bile bakamayacak kadar korkuyordum içimde yatan o cesetten!.. Ne korkaklık! Sözde korkusuzdum ben!

 

Kulaklıklarımı toparlayıp cebime geri yerleştirdim ve çantamdan çıkardığım kitabı okumaya başladım. Dersin başlamasına bir süre daha vardı. Kendimi kitaba vermek üzereyken sınıfa giren Ceyda ile gözlerimi ona diktim.

 

Yanıma geldikten sonra bir sure durdu sonra ise yanıma oturdu. Bir şey söylemek istiyor da söyleyemiyor gibiydi. Ne söylemek istediğini tahmin etmek istemiyordum. Sadece söylemesini bekliyordum fakat pek söylemeye niyetli değil gibiydi.

 

"Sana bir şey söylemek istiyorum. "

 

Ceyda'nın söyledikleri ile yüzümdeki ifade değişmeden cevap verdim.

 

"Onu anladım zaten."

 

Ceyda'nın bakışları bir bana bir de ellerine gidiyordu. Ne söylemek istediğini merak etsem de beklemek konusunda ısrarcıydım.

 

"Tanışmak... Arka-arkadaş olmak ister misin?"

 

Duyduklarımla birlikte birkaç saniye duraksadım. Biri benimle arkadaş mı olmak istiyordu? Benimle? Bu gerçek miydi? Içimde bir şeyler garip olurken gülümsedim.

 

"Neden olmasın?"

 

Ceyda'nın da gülümsemesiyle birlikte zil çaldı. Ne kadar hoşuma gitmese de bir adım atmıştı. O hayattan benim kadar korkmuyordu. O hayata karşı dik durmaya çalışan zayıf bir daldı. Kim bilir o zayıf dal neler neler çekmişti... Belki de oradan oraya savrulup bağırarak yorulmuştu. Hayata karşı zayıf bir dal olmak savrulsan da hayatı öğretirdi sana. Kalın ve güçlü bir dalsan eğer ilk rüzgarda belinden kırılır giderdin. Hayat böyleydi zayıfları korur ama güçlülerin de kendini korumasını isterdi. Asıl güçlülerin korumaya ihtiyacı olduğunu bildiği halde zayıflara yardim ederdi. Çünkü güçlü insanlar bu hayatta kırıldıkları yerden tekrar büyüyebilirlerdi. Ama zayıf insanlar sadece o ilk yaratıldıkları gibi kalırlardı...

 

. . .

 

Uykusuz ve biraz da yorgun geçen günün ardından eve gidiyordum. Geceleri her zamandan daha az uyuyor ve çoğu gece ders çalışıyordum. Uykusuzluğa alışmış olmam gerekirken her geçen gün daha çok tükendiğimi hissediyordum. Bir şeyler uğruna çabalarken bazen ne için çabaladığımı unutup boşluğa dalıyorken buluyordum kendimi. Bilinmeyen bir boşlukta yüzüyormuş gibiydim. Yorucu olan şey hayat veya da okul değildi. Yorucu olan şey sadece duygulardı. Beni yoran şey uykusuzluk ve çalışmak değildi. Beni yoran hissettiğim ağır duygular altında eziliyor oluşumdu. Ezildiğimin farkında olduğum halde kendimi bu yükün altından kurtarmaya çalışmıyordum bile... o kadar sıkılmıştım ve alışmıştım bu yorucu duruma...

 

Ceyda garip birisi de olsa herkes biraz garipti. Yaşadıklarını bilmesem de belli başlı izlenimlerim oluşmuştu. Insanları inceliyordum ve bunu yapma sebebimi tam olarak açıklayamıyorum. Belki de sadece kendi hayatımın dışına çıkıp onların hayatını da görmek istememdi sorun... kim bilir ki belki de kendi hayatımdaki eksikleri görmezden gelmek için kullandığım bir araçtı sadece...

 

Ceyda ile olan konuşmanın üzerinden 1 ay geçmişti. Tenefüslerde, öğle arasında ve bulabildiğimiz çoğu vakitte birlikte vakit geçiriyorduk. Anksiyetem ve ben ne kadar inanamasak da gerçekten de arkadaş edinmiştim. Arkadaş bile diyemiyordum, benim için normal bir durum değildi sonuçta. Ceyda ile kimi zaman ders çalışıyor kimi zaman ise durumumuz hakkında konuşmaya çalışıyorduk. Çalışmaktan öteye pek gidemesek de çaba göstermekte bir adımdı.

 

Odamda tavanım haricinde biriyle konuşmak ilk başlarda alışılmamışken zamanla daha normal gelmeye başlamıştı. Belki de benim sorunum sosyallikten kaçıyor oluşumdu. Onun sorunu ise daha farklıydı. Kendinden kaçmak da istemiyordu insanlardan da. Ama kendini kaçarken buluyordu. Ona yardımcı olmayı delicesine istesem de yapacağım en ufak şey bile yanlıştı hem onun için hem de kendim için.

 

Kitaplarımın içerisinde gömülmüş rafları izlerken düşüncelerim ağır basmıştı aniden. Çoğu zaman oluyordu bu. Durup düşündüğüm zamanlarda kendimden kaçtığımı ve kendimi ne kadar da az tanıdığımı fark etmiştim. Gerçekten durup bir süre kendini görmeliydi insan. O zaman o yolu daha verimli bir şekilde ilerliyorduk. Kendimden delicesine kaçarak geçirdiğim yıllar üstüme iyice binerken o yükü üzerimden atmak için çabalamayı istemiyordum. O yüke o kadar bağlanmıştım ki o yük giderse ne yapacağımı bilmiyordum. Düzelmeyi ve normal olmayı isterken bir yandan düzelmekten korkuyordum. Bir oyun oynuyordum ama oyun hakkında hiçbir fikrim yoktu. Korkuyordum, ama korkmaya o kadar alışmıştım ki korkudan kurtulamayacak kadar korkaktım...

 

. . .

 

Aylar belki de yıllar geçiyordu insan için ama insan geçmiyordu. Ayni kıpırdamadan duruyordu yerinde. Zaman akıp giderken insan kıpırdamaya bile tenezzül etmiyordu. Yaşıyordu ama yaşıyor gibi değildi... Yaşarken ölümü ölürken yaşamı diliyordu insan...

 

Korkuyordu çoğu zaman ama korkusuz gibi davranmak daha kolay geliyordu. Korkusuyla yüzleşmek yerine korkusuna sırtını dönüyordu. Bu kadar acizdi işte insan... korkusuyla bile yüzleşemeyecek kadar... Nasıl olurdu da yücelirdi insanı bu kadar zayıflığının içinde filozoflar.... Yüzyıllar boyu nasıl olmuştu da yaşamıştı insan korkularını ve acılarını saklayaraktan... Herkes gülüyordu sokakta, kimi gerçek kimisi yalandan... bu muydu tüm olan, bu kadar mıydı bu anlamsız yaşam...

 

Ilk dönem bitmiş sömestir tatilindeydik. Herkes dinlenmek için tatillerde gezilerdeyken ben kitaplarımın içinde kağıtlarla kalemlerle uğraşıyordum. Hedeflerim vardı benim ve dik başlının önde gideniydim. Olacak dediysem olmak zorundaydı...

 

Abimler ve babamla yemek masaları haricinde pek görüşmüyor tüm vaktimi odamda ya da kütüphanede geçiriyordum. İnsanlarla olan iletişimim tamamen azalmış durumdaydı. En iletişimim birkaç öğretmene sorduğum yapamadığım sorulardı. O da mecburi bir ilişkiydi. Hayattan kopmuş gibiydim. Soğuk duvarların arkasına saklanmıştım. Kim olsa duvarlara çarpıp geri dönüyordu. Soğuk ve donuk ifademden başka ne bir tepki veriyordum ne de yalan da olsa hir gülümseme... Tek tepkim dümdüz ve soğuk bakışlarımdı. Ceyda ve Melike haricinde sayılı kişiyle konuşuyordum. Hayatımı duvarların arkasına itelemiştim.

 

Aşağıdan gelen patırtı ile oturduğum sandalyeden kalktım. Saat öğleni geçmişti. Bu saatte evde ne ses olabilirdi ki? Herkes farklı şeylerle meşguldü. Kaan da odasına kapanmış ders çalışıyordu. Abim zaten gün boyu spor salonundaydı. Babam ise bu gece nöbette olacaktı. Odamdan küçük ve sessiz adımlarla çıktım. Elimde boşalmış olan şu şişemle birlikte aşağıya indim. Kapının önünde Kaan'ı gördüm önce ardından ise diğerlerini. Onur, akın, emir,metehan ve diğerleri... Onlar beni görmeden kendimi mutfağa attım. Şişemi doldurduktan sonra merdivenlere yöneldim. O sırada Kaan'ın seslenmesiyle arkama döndüm.

 

"Biz ders çalışacağız. Haberin olsun bizimkiler var evde. "

 

Başımla onayladıktan sonra yukarıya ulaştım bir hızla. Beni görmemeleri iyi hissettirmişti. Konuşmak bile istemeyecek kadar yorgun hissediyordum kendimi. Gözlerim yorgunluktan çökmüş, yüzüm solmuştu. Belki de uyusam iyi olurdu ama yine de uyuduğumda göreceğim şeyler beni tedirgin ediyordu. Kabuslarım çoğu gece beni uyandırıyordu ve geriye tekrardan uyuyamıyordum.

 

Yatağımın üzerinde oturdum sakince. Ağrıyan başım gözlerimin durumuyla daha da artıyordu. Uykuya ihtiyacım olduğunu iliklerime kadar hissediyordum. Biraz uyumak iyi gelirdi belki de zihnim için de.

 

Üzerime geçirdiğim kapüşonlü ceketimi çıkartıp kenara bıraktım. Ayağımdaki köpekli pandufları da çıkarttım. Kışın ortasında evimiz tam anlamıyla ısınmıyordu ve donmamak için evde sağlam giyinmeliydik. Yatağın içine girdiğimde uyku bedenimi kendine çekmek için yalvarırken tek isteğim sakin ve sessiz bir uyku diliyordum. Kabuslu uykulardan ve yorgun geçen gecelerden bıkmıştım.

 

Üzerime çöken yorgunluk bedenimi sararken gözlerimi kapattım uyku umuduyla. Gerçi pek de umudum kalmış sayılmazdı ya neyse...

 

. . .

 

Odamın kapısına birbiri ardına inen yumruklarla uyandım. Kaç saat olmuştu? Yorgunluğum biraz olsun azalmıştı yine de daha fazla uykuya ihtiyacım vardı.

 

Yataktan uyuşuk adımlarla kalkıp kapıya doğru adımladım. Viyana kapısını böyle zorlamamıştı sultan süleyman. Salakça adımlarımla sendeleyerek kapıya tutundum. Bu kapıyı bu kadar Kaan'dan başkası zorlayamazdı.

 

"Günaydın uykucu güzel! Eğer biraz daha açmasaydın kapıyla içli dişli olmuştum."

 

Neşeli sesiyle bağıran Onur ile gözlerimi devirdim. Gerçekten mi, hani rahatsız edilmeyecektim? Bıkkın bakışlarımla kapıya yaslandım ve Onur'a baktım. Uykumdan uyandıracak kadar ne olmuştu sanki?

 

"Ne var da kapımı adam öldürmüş gibi dövüyordun? "

 

Yüzümdeki mimikleri kıpırdatmadan aynı bakışlarla bakmaya devam ettim. Uyku sersemliğinin verdiği yorgunlukla iyice ruhsuz gibi görünüyordum. Muhtemelen yüzüm çökmüş, gözlerimin altında mor halkalar oluşmuştu.

 

"Bu iyiydi. Iyi misin sen bakayım? "

 

Derin bir nefes aldım ve Onur'a ciddi misin, diyerek baktım.

 

"Ne kadar önemli nasıl olduğum? Ne olduğunu söyle ve defol git!"

 

Ters cevabımı beklemiyordu fakat ben de onunla daha fazla konuşmaya katlanamayacak gibiydim. Yüzündeki gülümseme hafiften solar gibi oldu bir an. Anında daha büyük bir şekilde gülümsedi. Pek hoşuma giden bir gülümseme olmasa da sonucunda beni neyin beklediğini merak etmiştim.

 

"Seni şapşik, tabii ki de senin nasıl olduğun her şeyden daha önemli. Iyi olmadığın her halinden belli de ben senden iyiyim diyebilecek kadar bir güç beklemiştim. Neyse önemli değil. Şimdi aşağıya geliyorsun ve birlikte tıkınıyoruz. "

 

Duyduklarımla birkaç saniye duraksadıktan sonra minik bir tebessüm ettim. Bu çocuk insanı nasıl güldüreceğini çok iyi biliyordu. Şebek biri gidiydi filan ama tatlı çocuktu.

 

"Midemin tıkınmak istediğinden emin değilim. "

 

Yemek yemeyi gram istemiyordum. Iştahsızlığımın sonu nereye gidecekti bilmiyordum ama nereye kadar gidecekse gidecektim. Birkaç parça yediğim şeyle kendimi idare ediyordum. Ölmeyecek kadar yemek gibi bir şeydi.

 

"İsteyip istemediğini sormadım zaten. Geliyorsun dedim. Yanlış duydun galiba beni. "

 

Gözlerimi devirdim. Gerçekten de istediğini alacak gibiydi. Zaten sabah yediğim iki lokma şey eriyeli çok olmuştu. Yemeyi istemesem de belki yiyecek güzel bir şey vardır diye düşündüm.

 

"Iyi üzerimi düzeltip geliyorum."

 

"Cık olmaz, birlikte ineceğiz. Bekliyorum ben seni."

 

Oflayarak odaya geçtim. Gerçekten de doğru bir karar vermişti Kaan onu göndererek. Inatçı beni almadan inmeyecekti aşağıya. Kapının arkasındaki lavaboya giderken Onur'un sesini duydum.

 

"Içeri geleyim mi, ortada açık seçik şeyler yoktur herhalde?"

 

Gözlerimi devirdim ve gelmesini söyledim. Bu çocuk deliydi. Bu yüzden tam aranan arkadaşlardandı.

 

Lavaboya girdikten sonra yüzüme su çarptım ve kendime gelmeyi umdum. Pek işe yaramasa da yüzümdeki mahmurluktan kurtulmuştum. Saçımı at kuyruğu bağladıktan sonra kırık aynamda görünen parçalı görüntüme baktım.

 

Gerçek beni gösteriyordu kırık parçanın her biri. Aynadaki yansımama dayanamamış orta yerine indirmiştim yumruğumu. Kimse ne duymuştu gürültüyü ne de anlamıştı benim ne kadar kırıldığımı...

 

Lavabodan hızlı bir şekilde çıkıp yatak odamın olduğu yere geldim. Onur o sırada çalışma odasındaki kitaplara hayranlıkla bakmakla meşguldü. Hafiften o halina gülümsedim. Giyinme odasına girdim, gri bir eşofman ve lacivert bir sweetshirt giydim üzerime. Odadan çıktığımda Onu odama olan hayranlığını gizlemiyordu.

 

"Böyle odam olsa bende çıkmazdım odamdan. Mini buzdolabı bile var lan! Kütüphane açmışsın resmen zaten ondan bahsetmiyorum. Bir dakika orası giyinme odası mı? Siz nasıl böyle zengin oldunuz versene sırrınızı..."

 

Daha devam eden onlarca hayranlık cümlesine gülerek cevap verdim. Çok ilginç tepkileri vardı ve gülmemek elde değildi. Kolundan tutup odadan çıkarmasam belki daha da çok konuşurdu kesin. Kolundan sürükleyerek merdivenlerden indirdim ve mutfağa götürdüm. Ara sıra durup etrafına bakınıyordu ve yine çekip devam ediyordum.

 

Mutfağa gelince ilk boş bulduğum yere oturdum. Muhtemelen Onur'un yeriydi. Onur ise söylene söylene arka taraftan başka bir sandalye çekti kendine. Sağımda Kaan ve solumda Metehan vardı. Kolumu Kaan'a doladım ve kulağına eğildim.

 

"Hain, bilerek yapıyorsun değil mi bunu?"

 

Tıslayarak söylediğim şeye haince gülümseyen Kaan'a gözlerimi devirdim. Pisliğine yapıyordu tamamen!

 

Aralarında konuşmaya başladıklarında Onur aniden durup konuşmaya başladı.

 

"Beril'in odasını görmelisiniz! Buzdolabı var kızın odasında resmen! Ne ara bu kadar zengin oldunuz Kaan hazretleri!"

 

Kaan ufak bir kahkaha ile böldü Onur'u. Gerçekten de haklıydı. Bilmediği şey aynı dolaptan evdeki her odada olduğuydu. Kaan da muhtemelen bu yüzden bu kadar gülüyordu. Kahkahası kesilince Onur'a dönüp tekrar gülmeden konuşmaya çalıştı.

 

"Abi her odada var ondan."

 

Ardından gülmeye devam etti. Bu sefer masadaki herkes gülmeye başlamıştı. Onur ise sadece benim gülüp gülmediğime bakıyor gibiydi. Ufaktan gülümsüyordum sadece. Düştüğü durum gerçekten de komikti çünkü.

 

Herkes sakinleştikten sonra kendi aralarında bir konu açmışlar onu tartışıyorlardı. Nedensizce masada yiyecek bir şeyin olmayışını düşünüyordum. Beni kandırmamıştı değil mi? Metehan kulağıma eğildi.

 

"Ikimizde yemek konusunda kandırılmış gibiyiz galiba."

 

Dudaklarımı gülmemek için zorladım. Gerçekten de kandırmış olamazdı ama. Ben buraya tıkınmak için gelmiştim. Herkes gülüşerek konuşuyordu, pek yemeği düşünen halleri yoktu.

 

"Bana tıkınacağımızı söylemiştin. Nerde, masayı mı kemireceğiz?"

 

Onur sırıtarak bana baktığında bir şeyler olacak gibi hissettim. Bir şeyler planlamış gibiydi. Gözlerimi kısarak baktığımda ellerini havaya kaldırarak sırıtmaya devam etti.

 

"Ben bir şey yapmadım. Sadece seni aşağıya getirmemi istediler. Masumum ben abi, yapma abi. Ne yapacaksan sağındakine yap."

 

Aniden Kaan'a döndüğümde gülümseyen yüzünü görmemle bir şey olacağını anlamıştım. Durduk yere sırf odadan çıkayım diye yapmamış olsalar iyi olurdu. Yemek yemenin şakası olmazdı.

 

"Bilmek ister misin bilmiyorum ama kredi kartımın limiti dolmuş."

 

Hayır, ama gerçekten mi? Hain kredi kartımı kullanarak yemek sipariş etmek için miydi bu çaba gerçekten!

 

"Hayır. "

 

Kesin ve net cevabım ile masadaki sessizlik küçük kıkırdamalarla bölündü. Kaan ile birbirimize dik dik bakıyorduk. Benim kazanacağımı zaten herkes biliyordu.

 

"Benim kartımın limitinin seni doyurmayacağını biliyor muydun? Ki biz burada 7 kişiyiz. "

 

Kıkırdamalar kahkahaya dönerken zafer gülümsemesiyle sırıttım. Kaan'ın bozulan yüzünü gördüğümde sırıtışım büyürken karnımdaki ufak ağrının girmesiyle gülümsemem dondu. Açlıktan olsa gerek gün içinde karnıma sık sık ağrılar saplanıyordu. Bu durum ciddileşmeden son bulsa iyi olacaktı. Kaan yüzümü fark etmeden masadan kalktım ve hızlı adımlarla lavaboya ilerledim. Elimle karnımı tutmamaya çalışıyordum kimsenin bunu anlamaması için.

 

Arkamdan duyduğum bir diğer sandalye sesiyle birlikte banyoya girmiştim. Arkamdan kapıyı kapatıp kapının kilidini çevirdim. Kalkan kimdi bilmiyordum, merak bile etmiyordum.

 

Midemin bulantısı ve karnıma saplanan ağrılar ile birlikte aniden acıyla yere oturdum. O derece ağrıyordu ki artık katlanamıyordum bu acıya. Son bir aydır vardı ve daha önce hiç bu kadar katlanılmaz olmamıştı. Yemek yemeye çalışırken ağrı artıyordu ama kendimi zorlayarak da olsa birkaç lokma yiyiyordum. Benim yaptığım açlıktan ölmemek gibi de olsa ister istemez kendime zarar veriyordum.

 

Kapının çalınması ile bakışlarımı kapıya çevirdim. Kaan ya da diğerlerinden biri olabilirdi. Ya da birisi o halimi görmüş de olabilirdi. Kapının arkasından gelen Metehan'ın sesini duyduğumda kendimi zorlayarak klozetin üzerine oturdum.

 

"Beril cevap verir misin? Iyi olduğundan emin olmak istiyorum."

 

Yutkundum hafiften. Ağrı üst üste girerken inlememek için kendimi zor tutuyordum. Su an cevap vermek istersem bir şeylerin ters gittiğini kesin anlardı. Cevap vermesem de anlardı. Elimle karnımı ovaladıktan sonra derin bir nefes aldım.

 

"Iyiyim, emin olabilirsin."

 

Sesim sonlara doğru biraz kısılsa da gayet de iyiydi. İnanmadığını biliyordum fakat yine de gidecekti. Hep böyle olurdu çünkü küçükken de. Ben koşar kaçardım o kapının arkasından iyi olup olmadığımı sorar, iyi olmadığımı bilse bile giderdi.

 

"Ben iyi olmadığını bildikten sonra iyiyim deyince çok da şey degismiyor ama sen bilirsin."

 

Duyduğum kısık sesle birlikte dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim doldu fakat konuşacak halim yoktu. Beni biliyordu ve buna saygı duyuyordu. Ah be Mete, neden bana bu kadar değer veriyorsun ben bile kendime bu kadar değer vermezken...

 

Karnımın ağrısı geçtikten sonra oturduğum yerden tutunarak kalktım. Dışarıdan küçük sesler dışında pek bir ses gelmiyordu. Kapının kilidini çevirip kapıyı açtıktan sonra hâlâ aynı yerde oturduklarını gördüm. Aniden bakışları bana dönen iki kişiyi önemsemeden arkamı döndüm ve merdivenleri çıkmaya başladım. Odama nasıl ulaştığımı bile bilmeden kendimi odama attım. Kapıyı kapattıktan hemen sonra kendimi yatağa bıraktım.

 

Karnımın ağrısı aynı şiddetle devam ediyordu. Cenin pozisyonunda yatakta kıvranıyordum. Sanki karnıma bıçak saplayıp çıkartıyorlardı. Dudaklarımdan dökülen inlemelerle birlikte yatağın üstüne acıyla kıvranıyordum. Tüm bu acı tüm bu korku hepsi geçecekti. Ölüm yoktu, acı vardı, korku vardı ama o yoktu.

 

İnlemelerim git gide artarken dişlerim sıkmaktan sızlamaya başlamıştı. Tüm vücudum aynı anda acı çekiyordu. Son birkaç aydaki en şiddetli ağrılardı. Babamın gelmesine daha saatler vardı. Bu durumumdan babam haberdardı. Ilaç filan kullanıyordum belki ama işe yaradığı şüpheliydi.

 

Yardıma ihtiyacım vardı ama sesimi çıkartıp yardım isteyecek en ufak bir gücüm, kuvvetim yoktu. Yardım... Ağzımda sıktığım yastık bile çığlığımı saklayamıyordu. Canım yanıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Biri beni kurtarsın istiyordum... lütfen biri beni kurtarsın... lütfen...

 

Aniden açılan kapının sesini duydum. Inlemelerime bir süre engel olmaya çalıştım. Her kimse gitsin diye... Tam o an karnıma saplanan sızı ile inlememe engel olamadım. Yastığımın ısırdığım ucunu biraz daha sıktım dişlerimle. Acı bedenimi esir almışken kulağımın dibinde konuşanın sesini anlayamıyordum bile. Sırtımda hissettiğim kollar ile birkaç saniye duraksadım. Karnımdaki sızı kendini tekrarlarken inlememe engel olamıyordum. Fakat sakinleşmek gerekiyordu.

 

Bedenime sıkı sıkı sarılmış kollara bıraktım yavaşça sıkışmış tüm kaslarımı esneterek. Karnıma saplanan ağrıların şiddeti azalıyordu yavaş yavaş. Burnuma dolan koku ile duraksadım. Ne kokusu olduğunu anlayabilecek durumda değildim fakat sanki ruhumu sakinleştirmek gibi büyülü bir etkisi vardı o an. Bedenim yavaş yavaş gevşerken bedenime sımsıkı bir şekilde sarılanın Metehan olduğunu anladım. Bu hoş ve beni sakinleştiren kokunun sahibi...

 

Boşta kalan kollarımı kafami kaldırmadan belimde olan ellerinin üzerine koydum. Kafama yaslanmış çenesinin kasıldığını hissettim. Üzerimdeki sersemlikle hafifçe gülümsedim. Kılımı kıpırdatacak kadar bile halim kalmamıştı. Hiç böylesine bir kriz geçirmemiştim. Çok yorulmuştum. Hem bedenen hem de ruhen...

 

"Neden kaçıyorsun kendinden bu kadar, be güzelim? "

 

Boğazım düğüm oldu cevap veremedim. Bende bir bilsem keşke, diyemedim. Sadece sustum. Kendimi anlatabilecek onlarca sözcük önüme dizilmişken ben yine susmayı tercih ettim. Yine kaçtım...

 

Dönüp kollarımı boynuna doladım ve başımı göğsüne gömdüm. Karnımdaki kolları belimi daha sıkı kavradı. Sanki tüm acılarımı dindirmek ister gibi... oysaki ikimizde biliyorduk ben kaçmaya devam ettiğim sürece bu acılar son bulamayacaktı. Ben acılar içinde kıvranacaktım o da beni sakinleştirmeye çalışırken tükenecekti. Bana normal bir arkadaştan daha fazla değer verdiğini görmemek için kör olmak gerekirdi. Biliyordum, beni benden daha çok seviyordu. Ne kadar acınası değil mi? Kendinden nefret eden bir kadını kendini sevebileceginden kat kat daha fazla sevmek, çaresizce sevmek...

 

"Ne olursa olsun bana iyi geldiğin için teşekkür ederim."

 

Boğuk çıkan sesim cok anlaşılmıyordu. Ama o beni duymuştu, biliyordum. Çünkü o, belki de bu hayatta beni en iyi anlayan kişiydi. O, beni benden daha çok seviyordu bir kere. Küçükken güleyim diye neler neler yapardı. Bağıra çağıra ağlarken bile gelip beni o sümüklü halimle bile sevdiğini söylerdi.

 

. . .

 

Küçük kız nefes bile almadan ağlıyordu. Paten kayarken sert bir şekilde yere düşmüştü ve canı çok yanıyordu. Kaan abisi de onu görmüş ve sadece gülüp içeri gitmişti. Kaan abisi onu kesin sevmiyordu. Sevseydi gelir onu düştüğü yerden kaldırırdı.

 

Kızın düşünceleri ile birlikte ağlaması da şiddetlenirken etrafta gercekten kimse yoktu. Durup bacağından akan kana baktığında kanın hâlâ aktığını görünce korktu. Bu kanın durması gerekmiyor muydu?

 

Ayağındaki patenleri dikkatlice çıkardı. Kimse yardım etmiyorsa o da kendi kendini iyileştirirdi. Patenleri olduğu yerde bırakıp evin duvarına ve etraftaki nesnelere tutunarak arka kapıdan eve girdi. Kaan abisi ve Metehan abisi içeride oyun oynuyorlardı. Yavaş yavaş hiçbir şey söylemeden ilk yardım dolabına doğru ilerledi. Onu kimse görmüyordu.

Burnunu çekti.

 

Merdivenlerin yanındaki ilk yardım dolabının önüne geldiğinde Metahan abisinin onu gördüğünü fark etti. Yanakları gözyaşları ile ıslanmıştı. Burnu da iyice akmıştı. Kafasındaki kaskın altından görünüyordu iki örgü şeklindeki turuncu saçları.

Burnunu çekti tekrardan.

 

Dolaptan kahverengi sıvıyı çıkardı. Bu sıvı yaraya dökünce canını yakıyordu ama önemli değildi. Sadece bu acı geçsin diye her şeye dayanabilirdi.

Metehan oturduğu koltuktan kalkıp hızlıca kızın yanına geldi. Dizindeki yarayı görünce yüzünü buruşturdu. Yere sağlam düştüğü belliydi. Kızın şaşkın bakışları altında dolaptan pamuğu da çıkardı. Kahverengi sıvıyı pamuğa dökerek kıza döndü.

 

"Bu biraz canını yakabilir."

 

Kız hala şaşkındı ama söylemeden de edemedi.

"Biliyorum ama canım yanmadan iyileşmez. "

Pamuğu yavaş yavaş kızın gözlerine baka baka dizindeki yaraya sürdü. Acıtmak istemiyordu kızın canını. Kızın dişlerini sıktığını görmüştü. Yarayı yavaş yavaş temizledikten sonra bakışlarını kıza çevirdi. Kendi sıkmış bir şekilde bitmesini bekliyordu. Pamugu yaranin üzerine bırakıp sargı bezini dizine doladı. Kız kendini sıkmayı bırakmıştı. Acısı da hafiflemişti zaten.

 

Duvara tutunarak ayağa kalktı ve gülümseyerek Metehan'a baktı.

 

"Teşekkür ederim."

 

Metehan da gülümsedi burnunu usulca çeken kıza. Arkadaki peçeteden koparıp kıza uzattı. Yanağındaki yaşları da eliyle sildi gülümseyerek devam ederken. Burnunu sildikten sonra kız kollarını boynuna doladı. Ilk başta şaşıran Metehan da kollarını kızın sırtına sardı. Bunun bu kadar huzur verebileceğini ikisi de bilmiyordu. Metehan gülümseyerek kızdan ayrıldı.

 

"Rica ederim."

 

. . .

 

Düşüncelerimin arasında Metehan'ın alışıldık sesini duydum ve sersem bir şekilde gülümsedim.

 

"Ne olursa olsun rica ederim..."

 

 

-SON-

 

31.12.2022

20.48

 

 

Merhabalarr,

uzun zaman sonra geldim farkındayım. Üzgünüm beklettiğim için.

 

Malûm 12.sınıfım dersler filan neredeyse hiç zamanım kalmıyor. Hali hazırda bölüm zaten varken eklemeler de yapıp bölümü bitireyim ortada kalmasin dedim. Hala okuyan olmadığını, kalmadığını biliyorum ama olsun. Ben okunsun diye yazmıyorum zaten. Benim için okunması gerekmiyor.

 

Sait faik'in de dediği gibi

"Yazmassam, delirecektim. "

 

Herkese en çok da kendime mutlu yıllar yeni yil hepimize ve sevdiklerimize yeni hayaller ve mutlu anılar getirsin. Acısıyla tatlısıyla yaşamı damarlarımızda hissedelim.

 

Daha sonra bir gün görüşebilmek dileğiyle...

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%