Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@bayangizemxx_

Dersi blok yapan hocaya güzel (!) sözler söylerek sınıftan çıkarken peşimden geldiğini fark etmiştim. Konuşmak için geliyordu büyük ihtimalle. Ne yazik ki benim konuşmayı geç tek kelime edecek halim yoktu. Hızlıca kendimi kampüse attığımda temiz havayı içime çektim. O insanlarla aynı ortamda bulunurken kendimi daralıyormuş gibi hissediyordum. Sanki ait olmadığım bir yerde ait olmadığım insanlarla birlikte zorla tutuluyormuş gibiydim.

 

Çimlerde insanlardan uzakta bir yere oturdum. Herkes gruplar halinde oturuyordu. Benim gibi birkac kişi de tek başına oturmuş ya etrafı izliyor ya da telefonuna gömülmüş kendini dünyadan soyutluyordu. Çantamdan kulaklığı çıkartırken yanıma gelen çocuğu fark etmem ile duraksamadan kulaklığı çıkardım.

 

"Selam, ben Tuğçe'nin arkadaşıyım. Ben Erdem."

 

Yanıma oturduğunda çatık kaşlarımla dinledim ve ardından elimi uzatmadan konuştum.

 

"Selam, bende Eylül. Memnun oldum."

 

"Tuğçe de gelir birazdan. Çıkınca senin yanına gelmemi istedi. Bir şeyler söyleyecekmiş galiba."

 

Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Elimdeki kulaklığın düğümünü açtım. Beni izliyor gibiydi. Nedenini anlamasam da bir şey söylemedim. Kapıdan çıkan Tuğçe koşarak bize doğru geldiğinde gülümsedim. Kızın enerjisine hayran olmuştum.

 

"Selamlar, güzel insanlar!"

 

Atlayarak önümüze oturdu. Sabahki neşesi katlanarak gelmişti sanki. Ben ise aynı suratsız, ayni ruhu emilmiş...

 

"Bu dersleri blok yapan hocaları çok (!) seviyorum, biliyor musunuz?"

 

Gülümseyerek onu onayladım. Erdem de Tuğçe'ye katıldığını belirtti.

 

"Kesinlikle! Beynimiz iflas etsin diye az daha tüm dersleri blok yapacaklar. "

 

Onlar birbirleri içinde sitem etmeye devam ederken telefonuma gelen bildirimle telefonuma döndüm.

 

0536 *** : Arkadaşların olduğunu bilmiyordum.

 

Ne yani, alınmış mıydı? Yoksa normal bir cümle miydi bu? Ne diyeceğimi bilemeyerek ekrana baktım.

 

0505 *** : Yeni tanıştık.

 

0505 *** : Oda arkadaşım ve onun yakın arkadaşı.

 

0536 *** : Açıklamana gerek yoktu.

 

0536 *** : Yine de teşekkürler.

 

0505 *** : Öyle diyince kendimi kötü hissettim. Açıklama gereği duydum.

 

0536 *** : Rahat ol lütfen.

 

Kolumu çökerten Tuğçe'ye döndüğümde anlamazca ona baktım.

 

"Eniştemiz mi var Eylül hanım? Bir sırıtmalar, mesajlasmalar filan?"

 

Gülümsedim ama garip hissettirdi. O anlamda bir arkadaş mıydık? Hatta arkadaş mıydık?

 

"Bilmiyorum."

 

"Ayh, neyi biliyorsun sen Eylül?!"

 

Gülümsedim yine bu tepkisine. Herkesin verdiği tepki az buçuk buydu zaten. Ağız alışkanlığı olmuştu resmen, bilmiyorum demek. Yalan değildi, bilmiyordum.

 

"Hiçbir şey bilmediğimi?"

 

Tuğçe'nin oflayan sesini duymamla gülüşüm büyüdü. Bu tepkiyi seviyordum. O sırada telefonuna gelen mesaji gören Tuğçe'nin yüzü düştü.

 

"Ders baslayacak birazdan. Yine ve yine..."

 

Sitem ederek ayağa kalktı. Ardından elini Erdem'e uzattı. Erdem elini tutup kendini çekti ve o da ayağa kalktı.

 

"Biz derse gidiyorum, Eylül Hanım. Sana da iyi oturmalar!"

 

Tuğçe Erdem'i sürükleyerek götürürken söylenmeye devam etti. Dersi var mıydı bilmiyorum ama Erdem'i götürmek için yapmış olabilirdi. Umursamadım ve kulaklığı kulağıma yerleştirdim. Gelen mesaja bakmak için uygulamaya girdiğimde gelen mesajla duraksadım.

 

0536 *** : Gerçek manada yeniden tanışsak mı?

 

0536 **** : Yüz yüze sıfırdan?

 

. . .

 

Kimsenin görmediği olmak her zaman acı vermişti. Insanlar içinde sessiz bir gölge gibi yaşamak her zaman normalim olmuştu. Çünkü ben korkuyordum onlardan. Bana zarar veremezlerdi. Bir gölgeye dokunamazken nasıl zarar verebilirdin ki? Nefes almayan birinin nefesini kesemezdin. Ruhu olmayanın ruhunu alamazdın. Kendi canını canice yakan birini kendinden koruyamazdın. O kendi kendini öldürürken oturup izlemekten başka hiçbir sey yapamazdın. Can çekişirken gidip onu hastaneye yetiştiremezdin. Bir insan kendi kendini öldürüyorsa ne durdurabilir ne de kurtarabilirdin... Sadece izlerdin...

 

Telefonun ekranına anlamamış gibi bakarken nefesimi tuttuğumu bile fark etmemiştim. Derin bir nefes aldım ve etrafıma bakındım. Beni görüyordu ve tepkilerime göre gelecekti. Peki, ben ne istiyordum? Yıllarca kendimi gizledikten sonra hazır mıydım bir adım atmaya gerçek yaşama?

 

0505 *** : Tamam

 

0505 *** : Yani olur.

 

Duvarın kenarında gülerek ekrana bakıyordu. Bocalamam onu güldürmüş olmalıydı. Duvara dayanan sırtını duvardan ayırdı ve telefonu cebine koydu. Direkt olarak gözleri beni bulduğunda gülümseyerek bana doğru gelmeye başladı.

 

Ne yapacaktım? Ne söyleyecektim?

 

Hadi ama Eylül, bunu kabul etmiş olamazsın! Kabul ettin bari sakin ol! Oturduğum yerde kafami daha fazla yere gömdüm. Bir elim telefonun kenarıyla oyalanıyor, diğer elimle saçımın kenarını oynuyordum. Gerildiğim zaman hep yaptığım şeydi. Aniden saçımı bıraktım ve kafamı kaldırdım. Etraftaki herkes bana bakıyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimle hızlıca etrafı süzdüm. Kimsenin bana baktığı yoktu. O hariç! Birkaç adım uzağımdayken nefes aldım ve kendimi rahatlatmaya çalıştım.

 

Geldi ve yanıma oturdu. Yüzü gülüyordu galiba. Bakamamıştım ki utandığım için!

 

"Sakin ol biraz. Kimse bize bakmıyor. "

 

Kafami aniden kaldırıp ona baktım. Bunu nasıl tahmin etmişti anlayabiliyordum. Sürekli etrafıma kaçamak bakışlar atarken fazla belli oluyordu. Muhtemelen oradan anlamıştı. Sesi yakından geldiği için kalp atışlarım hızlandı ve kibar bir gülümseme oluştu yüzümde.

 

"Denerim."

 

Tek bir kelime dışında söyleyebilecek onca şey varken dilim tutulmuş gibiydim. Gerçekten nedensizce çok korkuyordum insanlardan. Bunu artık aşmam gerek dediğim her anın ardından artan korkumdan da kurtulmam gerekti.

 

"Tanışacaktık biz. Ben Ilgaz Denizer"

 

Bağdaş kurmuş oturuyordu yanımda. Gerçekten o düşlediğim gibi olmasa da dilim varacak ve onunla konuşacaktım. Kulağa çok güzel geliyordu.

 

"Bende Eylül Atasoy."

 

Sesim her zaman olduğu gibi kısık ve anlaşılmaz çıkmamıştı. Kendinden emin de değildi ama güçsüz de değildi. Galiba bu benim iyileşmem için bir adım olacaktı. Düşündüğüm şeyle gülümsedim.

 

"Memnun oldum Eylül hanım."

 

Gülümsemem yüzüme yayıldığında içimde garip hisler uyanıyormuş gibiydi. Hiç hissetmediğim hisler, bilmediğim hisler... korkmadan yaşamak için bir şansım vardı galiba.

 

"Bende memnun oldum Ilgaz Bey."

 

Derin bir nefes verdim. Bunu söyleyebilmek bile benim için zordu. Insanlarla kesinlikle kolayca anlaşabilen biri değildim. Bazen böyle anlar olunca kendimi mutlu hissediyordum, kendimi normal hissediyordum.

 

"Sabah sınıfta pek iyi değildin. Şu an daha iyisin sanırım."

 

Sabahki halim gözümün önüne gelince irkildim bir anlığına. Sabah fazlasıyla kötüydüm. Geçen gece olanlardan sonra sınıfta bu kadar gergin olacağımı biliyordum. Hepsi bir anda olunca iyice kötüydüm. Ama şu an değildim ve önemli olan şu andı.

 

"Iyi denir mi bilmiyorum ama sabahki kadar kötü değilim."

 

Başını onaylar şekilde salladı. Kumral saçları hafif rüzgarla sallanıyordu. Hava soğuk olduğu için boynundaki lacivert atkısı boynundan aşağı sarkıyordu. Üzerindeki lacivert mont, mavi kot ve beyaz bir sweat vardı. Güzel bir giyim zevkine sahipti. Buğday teni ile uyumlu olan hafif kirli sakalı yüzüne yakışmıştı. Uzun ile kısa arasındaki kumral saçları ela gözleri ile hoş bir uyum içindeydi. Hiç onu bu kadar incelemediğim için yeni bir şey keşfetmiş gibi onu inceliyordum. Çok yakışıklı denir mi emin değildim fakat çirkin demek hakaret olurdu.

 

Yüzünde oluşan gülümseme ile incelemeyi bıraktım ve önüme döndüm. Utanmıştım, yakalanmış olmak daha fazla utanmama sebep oluyordu. Elimi alnımın üzerine koyup düştüğüm durumdan kurtulmak istedim. Gerçek anlamda rezil olmuştum.

 

"Çok tatlısın. Yine de utanmana gerek yok. Buradayım incelemeye devam edebilirsin."

 

Gülerek söylediği şeyle önüme gelen saçlarıma uzattım ellerimi. Rezil olmuş gibi hissetmeme hiçbir şekilde engel olamıyordum. Ilk konuşmamızda gerçekten bu kadar utanmam normal miydi bilmiyordum. Yine de tatlı çocuktu. Oturup saatlerce izlesem bıkmazdım.

 

"Çok utandım. Neden böyle oldu ki bu?"

 

Benim yüzümde şapşal bir gülümseme oluştu. Gülüyorduk birlikte ama ben ona bakamayacak kadar utanıyordum.

 

"Mesajlaşırken de bu kadar utanıyor muydun?"

 

Kafamı salladım. Düştüğüm durum komikti. Oturup kendi halime saatlerce gülebilirdim. Derken çalan telefonum ile kaşlarım çatıldı. Tam zamanıydı gerçekten!

 

Telefonun ekranında yazan 'serotonin fazlası' ile gözlerimi devirdim. Ilgaz da telefonun ekranına anlamazca baktı. Telefonu açtım daha fazla beklemeden.

 

"Dersin ne zaman bitiyor?"

 

"Birkaç saate?"

 

"Tam saat söyle."

 

"Abla, bilmiyorum."

 

"Kızım sen nasıl okuyorsun? Tahminen ne zaman biter?"

 

"Bilmiyorum."

 

Derin nefes sesi duyduğumda gelecek tepkiyi anladım.

 

Neyi biliyorsun depresif kişilik?

 

"Neyi biliyorsun depresif kişilik?"

 

Cevap vermedim. Görmeyeceğini bilerek gözlerimi devirdim. O yanımdayken zaten gergindim.

 

"Bir saniye, senin yanında biri mi var?"

 

Eyvah! Kelimenin tam anlamıyla geçmiş olsun. Harika ötesi!

 

"Bir buçuk saat sonra dersten çıkarım."

 

Dedim ve dediğimin saniyesinde telefonu kapatıp çimlere bıraktım. Yanmıştım, hemde ne fena. Hem daha dün konuştuk hemen gelmiş olamazsın!

 

Ilgaz'a döndüm ve açıklama yapmam gerektiğini fark ettim. Yüzünde anlamaz bir ifade vardı ama gülüyordu da. Komik bir durumdaydım. Şu halim gülünecek bir haldi.

 

"Ablam. Işınlanarak gelecek bir gün yanıma."

 

Ufak bir kıkırtıyla birlikte oturduğu yerde rahatça kıpırdandı. Saate baktım, dersin başlamasına az kalmıştı. Blok yaparsa dersi daha erken biterdi. Umarım öyle olurdu.

 

"Büyük kardeşler biraz öyle. "

 

Katılırcasına kafamı salladım. Oturduğumuz yerden kalktık. Malum ders vardı ve aynı sınıfa gidecektik. Birlikte gitmesek daha iyiydi. Sınıftakiler garip insanlardı. Bana davrandıkları gibi ona da öyle davransınlar istemezdim.

 

"Ayrı ayrı mı girmeliyiz sınıfa? "

 

Çekinerek sorduğum soruyla kısık gözleriyle bana döndü. Kabul edercesine omuzlarını silkeledi. Önden gitmem için kenara çekildi ve sırayla fakülteye girdik. Kış ayı olduğu için ve Ankara soğuk bir memleket olunca içeriye girdiğim zaman üşüdüğümü fark ettim. Dışarıdayken soğuk gibi gelmese de içeriye girince dışarının soğukluğu hissediliyordu.

 

Sınıfa girip rastgele bir sıraya oturduktan sonra ellerimi cebime koydum. Gerçekten buz gibi olmuşlardı. Hava soğuktu sanki bir cenazeyi uğurluyor gibi. Ceset gibi o da buz kesilmişti. Soğuk acı gibiydi, yavaş yavaş işliyordu insana. Sen fark etmiyordun ama çoktan donmaya başlıyordun. Son sıcaklığın usulca terk ediyordu bedenini. Geriye sadece soğuk kalıyordu. Bakışların da donuyordu zihnin de. Her şeyinle soğuk seni yok ediyordu. Sen de soğuğun kendisine dönüşüyordun. Soğuk seni ve sana dair her şeyi alıp götürüyordu. Hiç var olmamış gibi yok oluyordun...

 

 

 

 

Loading...
0%