@bayanlamjarred9485
|
''Heathcliff... Sadece Catherine'nin önünde diz çöker...''
"Bu kadardı demek? Ortada ne Heathcliff, ne Cathy, ne Romeo ile Juliet vardı, ne de uç uca eklenen ve dünyayı bir yol gibi çepeçevre kuşatan bir aşk. Canımızın istediği yere gidebileceğimizi sanmıştım. Harita ile yerküre, rota ile pusula olabileceğimizi düşünmüştüm. Birbirimizin dünyası olduğumuzu sanmıştım. Sanmıştım ki...İki âşık değil, aşkın ta kendisiyiz....." (Uğultulu Tepeler; Emily Brontë)
Bu satırlar beyninde yankılanırken kitabı usulca kapattı ve derin, yorgun bir iç çekerek önünde uzanıp giden, uçsuz bucaksız, gelin gibi salınan sap sarı buğdaylarla bezeli tarlaya baktı. Kirpikleri esen ılık meltemle titrerken, yılların üzerine çöktüğü yıpranmış ve sayfaları sararmış kitabını göğsüne bastırarak sarıldı. Dizlerini kendine çekti, başını sırtını yasladığı zeytin ağacına bırakıp, dalların rüzgarla bir sağa, bir sola salınışını, olgunlaşmakta olan, mor yeşil hareli zeytin tanelerinin, çocukluğunda yaptığı, kirazdan küpeler gibi sallanışını izledi dalgın dalgın.Dudaklarını birbirine bastırıp, yavaş ve boğazındaki düğümle savaşır halde yutkundu ve gözlerini yumarak, rüzgarın kulaklarına Rahul'den bir haber fısıldamasını diledi. Bekledi, uzun uzun oturdu bekledi. Tatlı meltem, düşen örtüsünün açıkta bıraktığı omzunu yalarken, saçlarını usul usul savururken, belki saatlerce oturdu ve rüzgarı dinledi. Fakat kulaklarına sadece boğucu ve moral bozucu uğuldaması doldu. Canı sıkılarak gözlerini açtı ve görebilecekmiş gibi kaşlarını çattı ve çakmak çakmak gözlerle rüzgara baktı. ''Ondan bir haber istemiştim oysa sadece. Bu da mı çok görüldü bana? Peki öyle olsun. Cezam buysa şayet, kader defterime yazıldığı gibi, çekmeye razıyım ilah istediği kadar.'' Dedi fısıltı gibi, titrek bir sesle. Yıkıcı bir kabullenişle, kitabı kenara bırakıp, yanına koyduğu defteri aldı eline. Onun hediyesiydi. Beraber ne çok notlar almış, ne çok aşk sözcüklerini dökmüşlerdi sayfalarına. Gözleri buğulanarak anka kuşu kabartmalı, metalık kapağı okşadı ürkekçe. Ardından dikkatle açtı. İçindeki ona ait onca güzel sözü okumaya hazır mıydı, emin olamadı. Okursa, sesi yankılanacaktı kulaklarında adı gibi biliyordu. Bunu kaldırabilecek miydi? Düşündü, uzun uzun düşündü. Yok, yapamayacaktı, en iyisi oralara bakmadan atlamaktı. Canı yanacaktı, zaten yeteri kadar da yanmıştı, yanacak daha neyi kalmıştı bir çare ümitsiz canının. Hoş yanacak canı bile kalmamıştı halbuki. Son sekiz yıldır, sadece nefes alan, yürüyen bir cesetten farksızdı. Bazen kalbinin bile hala atıyor olmasına şaşıyordu. Her gün yeniden, her gün doğumunda ruhu bir kez daha ölürken, her akşam, yaşayan bir ölü olan bedeni bir kez daha kara toprağa girmeye can atarken, kalbi hala nasıl atabiliyor inanamıyordu. Bu aşk onun nefesiyken, şimdi boynundaki bir ilmekten farksızdı ve gün gelip, karşı karşıya geldiklerinde, Rahul'ün gözlerinde göreceği haklı nefreti de ayakların altından sehpasını tekmeleyecekti. Ve işte o zaman, ruhu sonsuza dek, bir daha doğmamak üzere ölecekti. Kalbinin ağır geldiğini hissederek, kesik kesik bir iç çekti. Can çekişir gibi. Ardından kabuklaşmış ve sararmış sayfaları topluca geçiverdi hemen bir çırpıda. Defterin ortasına eliyle bastırdı ve dikkatle düzeltip, kalemini aldı eline. Düşündü, gözlerini, gözlerindeki nefretini, ona karşı duyduğu haklı kinini ve buz kaplayan, kalbindeki aşkın yerini. Sonra usulca indirdi kalemi kağıda, ve başladı sözcüklerin arasında kaybolmaya. ''Sensiz şu aciz ruhum, ne yerde ne gökte, ne yaşıyor, ne ölü, ne sıhatli, ne alil, ne var ne yok... Biliyorum, şimdi gelsem, baksam gözlerine, haklı bir öfkeden öte bir şey göremeyeceğim. Biliyorum, şimdi uzansam ruhuna, sadece kararıp, kalbine saplanmış parçalarını bulacağım, ve biliyorum ki, yaklaşsam kalbine, bir zamanlar doldururken aşkım, şimdi sert ve soğuk bir buz kütlesiyle üşüyeceğim. Ama hepsinin de suçlusu yine bir kez daha benim. Gözünden düşen her yaşın, kalbini saran her buz parçasının, ruhunun her kırık parçasının ve gözlerinin irisindeki her teli sızlatan öfkenin....Suçluyum biliyorum, ama sevgilim, ne ben bu suçları isteyerek işledim, ne de senin aşkının celladı olmak istedim. Şimdi, sen kollarım da, masum ve en temiz haliyle, kanlar içinde yatan o saf aşkınla beni cezalandırırken, ben her gün o masum aşkın damla damla kanayarak yok oluşunu izlemeye mahkumum. Sen meleklerin korumasındayken, ben şeytanın zehrinden lanetlenmiş bir ruhum. Seni kaybettiğim gün, ben zaten yok oldum. Kanımla, canımla, etimle, kemiğimle.'' Yazdı, yazdı ve yazdı.Kalem durmadan kağıda işkence ederken, sayfaya mühürlediği sözlerine karıştı göz yaşları. Kalbi acıyla çarparken, rüzgar bile sanki anladı da, hızını arttırdı da arttırdı. Tüyleri, serinlemeye başlayan rüzgarla diken diken olurken, saçları durmadan, Rahul'ün intikamını alır gibi, her inişi bir kırbaç darbesi gibi dövdükçe dövdü yüzünü. Dayanamadı, herşey ona öfke saçıyor, hesap soruyordu o an sanki. Defteri kapattı ve vicdanının yükselen yankıları eşliğinde elleriyle kulaklarını kapadı. Her şey ona isyan ediyordu sanki. ''Suçlusun!''....''Sana inanmıştı!''....'' Seni seviyordu!''....''Kalbini paramparça ettin!'' .... '' Onun aşkını öldürdün!''....'' Ruhunu öldürdün!''....'' Zalimsin sen!'' ....''Şimdi senden ölesiye nefret ediyor!''....''Onu hak etmiyorsun, asla hak etmedin!''....''Ona ihanet ettin!''....''Şimdi bedelini öde!''...'' Kulaklarında çınladı sanki bu sözler, ağacın dallarının her isyankar sallanışında, buğdayların hışımla her savruluşunda, rüzgarın yüzüne her tokat gibi çarpışında kulaklarında birer haykırış gibi çınladı hepsi birer birer. Elleriyle kulaklarını sıktı iyice, nefesi kesik kesik, ciğerlerini boğarak çıkarken, önüne eğildi ve gözlerini sıkıp, sakinleşmeye çalıştı. Ama rüzgar inadına yapar gibi, durmak ne kelime, daha da hızlandı bir anda. Sanki ondan intikam aldıkça alevlenen Rahul'ün öfkesi dolaşıyordu içinde. Her hışımla yüzüne inişinde, yaşananların intikamını bir kez daha alıyordu sanki. Rüzgar hızlandı, maviliğin hakim olduğu gökyüzüne gri renk hakim oldu ve boğuk ürkütücü gürlemeler duyulmaya başlandı. Arishfa başını kaldırıp yukarı bakarak ayağa kalktı ve ellerini usulca indirerek ağacın altından çıktı. Rüzgar boynundaki örtüsünü uçurup götürmeye çalışırken, gözlerini kısarak dikkatle gökyüzünü izlemeye başladı. Karabulutların arasından yanım sönen, zehirli birer yılan gibi kıvrılıp kaybolan yıldırımları izledi. Bulutların, ardı ardına evrene öfke saçar gibi kükremesini dinledi. Göğe çevirdiği gözlerine yansıyan yıldırımların bıçak gibi keskin ışıklarıyla beraber, yüzüne bir iki damla indi. Yüzünde hissettiği arınma hissiyle kirpikleri titrerken gözlerini kapadı, dudaklarına inem bir damla ile ruhunun arınmaya başladığını ve suyunb tek damlasının bile rahatlattığıni hissederken, en son ne zaman musonlarda gülüp söylediğini , huzurlu ve ferah hissettiğini hatırlamaya çalıştı. Saçlarını yalayan rüzgarla beraber, ruhu her damla da birer gram arındı. Ellerini iki yanına açtı ve gözlerini kapatıp, yüzünü göğe çevirdi. Yağmur, şefkatle yüzünü ve ruhunu usul usul yıkarken, bir anda gürleyen şiddetli gök gürültüsüyle gözlerini açtı ve dimdik evin olduğu yöne baktı. Artık içinde hissediyordu. Zamanı gelmişti. Daha fazla beklemeyecekti. Yağmur şiddetini arttırırken, elinin tersiyle yüzünü sildi ve ağacın altına bıraktığı defter kalemini alıp, kendinden son derece emin adımlarla eve yürüdü. Her adımında yağmur daha da şiddetleniyor, Shila evde korkuyla Helen hanıma sokuluyor, Aadhya ve Farhan'da onun nerede olduğunu merak ediyorlardı.Arishfa ise her adımında, yüzünü kaplayan suları elinin tersiyle itiyor ve buğdayların arasından koşar adım ilerleyerek eve gidiyordu. Yolda gürleyen bir başka gök gürültüsü ile durup göğe baktı ve kafasını usulca sallayarak onayladı. ''Anladım, günahkarım, bunu düzelteceğim! Duydunuz mu Tanrılar. Ben günahlarımı telafi edeceğim!'' Diye haykırdı gökyüzüne. Ardından hızlı adımlarla tarlada ilerledi ve çiftliklerin olduğu ana toprak yola ulaştı. Nefes nefese eliyle sırıl sıklam olmuş yüzünü silerken, yağmur tam anlamıyla şiddetlenmiş ve Arishfa dahil, dışarıda kalan herkesi sıçana çevirmişti. Arishfa, solda kalan ve son yapı olan çiftliğe doğru giderken, her adımında içinde bir sıkıntı hissetti. Bahçe kapısına yaklaştığı her adımda, içinde bir şeyler geri gitmesini istiyordu sanki. Orada olan birşeyi görmekten korkan anlamlandıramadığı bir duygu vardı midesinde. Orası eviydi ama şeye rağmen. İyice hızlandı ve koşarak bahçe kapısına gitti. tutamağını kaldırıp açtı ve bahçeye girip, biraz soluklandığı sırada, eliyle tam yüzünü silerken, ileride yağmurun arasında durmuş, karaltı gibi birini seçti. (Şarkıyla okuyun)
Sudan buğulanan gözleriyle anlamayarak yaklaşmaya başladı. Bu suların arasında kaybolmuş beden yaklaştıkça irileşirken, bir yandan da tanıdık bir his zerk oldu midesine. Bu hissi görmezden gelerek iyice yaklaştı ve tam elini omzuna koyacağı sırada, bedenin sahibinin kim olduğunu anlamasıyla elini çekiyordu ki, bedenin önünden görünmeyen küçük bir kız sesi ilişti kulaklarına. Kendi kızının sesi. ''Anneee!!'' Bu sesle elini ani bir şekilde yumruk yaparak çekti ve önündeki sırtı dönük bedene elini ağzına kapatarak bakarken, bedenin omzundan kızına eğilip sessiz olmasını işaret ettiyse de, beden ne yazık ki o başaramadan ona dönmüş ve yüzünde çarpılmış, acı dolu bir şok belirmişti. Arishfa yağmurun altında ellerini indirdi ve ruh gibi karşısındaki acıyla çarpılmış yüze bakarken, küçük kızı gelip belinden sarıldı ve Arishfa'ya bakmaya başladı merakla. Arishfa artık durumu kabullenerek, halsizce kollarını kızına sardı ve içinde kopan fırtınalarla gözlerini sıkıp açarak yutkunduktan sonra Rahul'ün nefret dolu bakışlı gözlerine kaldırdı gözlerini. Rahul, midesine inen yumrukla beraber, karşısında gördüğü yüzle olduğu yere mıhlanmıştı. kalbi kangren olmuş gibi sancırken, mantığı olabildiği her şekilde nefret kusuyordu. Tam o anda, bahçe de karşılaştığı o küçük kızın varlığını hatırladı, bakışlarını indirip önce küçük kıza baktı, ardından tekrar Arishfa'ya döndü. Gözlerinde ki hayal kırıklığı öyle büyüktü ki, ne düşündüğü anında anlaşılabiliyordu. Küçük kızın ise Arishfa'ya anne diyerek sarılmasıyla iyice sarsılırken, ruhuna ardı ardına darbeler indiğini hissetti. Gözlerini kapatıp açtıktan sonra, Arishfa'ya döndü ve yağmura karışan gözyaşlarının arasında bedeni titreyerek baktı. Hızla inip kalkan göğsüyle beraber, hem heyecan, hem öfke, hem acı, hem özlem, hem sitem, hem de ihanet duygularının karmaşası içinde öylece masmavi gözlerine baktı Arishfa'nın. Kaşları bükülüp, zorlukla yutkunurken, gözlerini kaldırıp önce gök yüzüne sonra da zorlanarak aldığı bir nefesle tekrar Arishfa'ya baktı ve yaşadığı acıları hatırlayarak kaşlarını çatıp, öfkesini duygularının en önüne alarak düşmanca bir bakış takıntı. Arishfa bunu görünce, sadece belli belirsiz bir çaresizlik ifadesi içinde bakmakla yetindi. Şiddetli yağmur,göz yaşlarınıda içine katarak alıp götürürken, derin ama sıkışık bir nefes aldı ve Rahul'ün kıpkırmızı olmuş gözlerine baktı. Rahul ona hala dimdik, ve nefret dolu gözlerle bakarken, halsizce başını iki yana sallayabildi yalnız. Saçlarından her yerinden sular akarken, yağmur biraz daha hızlanmıştı. Bir sis gibi kulakları sağır eden bir sesle dökülürken damlalar, Arishfa elleriyle kızını kavradı ve boşluğa bakarak birbirine bastırdığı dudaklarını daha da sıktı. Rahul o anda, karşısında sekiz yıl önce, canı sıkıldığında dudaklarını sıkan o kızı gördü bir an için. Su dalgası yapılmış saçları, incecik zarifçe çekilmiş eyelinerı ve güneşte parlayan masmavi serin sular gibi gözleri olan o tatlı mı tatlı kızı hatırladı. Tam karşısında, beyaz desenli kırmızı saarisiyle, öylece durmuş, mızmızlanan o masum kızı gördü istemsiz. Arishfa onun gözlerinde gördüğü şeyin ne olduğunu anladığı acı dolu bir bakış fark etti. Dalgın, uzaklara gitmiş ama acı dolu bir bakış. Gözlerini yavaşça yumdu, derin bir iç çekti ve yüzündeki suları silip, tekrar yutkunarak Rahul'e baktı. Kalbi hayatı boyunda atabildiği en hızlı şekilde atarken, içine zerk olan yangınla ciğerleri dumana boğulmuş gibi hissetti. O an da Rahul, daha fazla içindeki daralmayla nefes alamayarak derin bir iç çekti ve verirken Arishfa'nın sağına adımladı. Tam yanında bir an durdu, başını çevirdi, hala dümdüz karşıya bakan ve çocuğuna sarılmış olan Arishfa'ya bir kez daha acıdan kavrularak baktı ve yanından hızlı adımlarla gözlerindeki yaşları silerek geçti gitti. Onun gitmesiyle omuzlarını düşüren Arishfa, bedeni zangır zangır titrerken, motoru kükreyen araba sesiyle ürperdi ve gözlerini sıkarak sesin uzaklaşmasını dinledi. Ses hızlıca uzaklaştığında, nihayet kendini saldı ve yüzünü yağmura çevirip, nefes nefese halde gözlerini kapatıp acısının hafiflemesini bekledi. O yağmurun altında acıdan arınmayı beklerken, Aadhya yukarıdaki odanın penceresinden tüm olanları izlemiş ve sessizce ağlayarak arkasında duran Farhan'a sarılmıştı. Farhan'da o anlarda ondan çok farklı değildi. Gördükleri karşısında canı yanarken, iki kardeşinin, dostunun böylesine acı içinde olmalarına yüreği sızladı. Eski günleri, hep beraber gülüp, mutlu oldukları o günlere özlem duydu. Sıkıca Aadhya'ya sarılırken saçlarından öptü ve kokladı dolu dolu olmuş gözleriyle dışarıya bakarak. Aadhya bir süre kocasının göğsünde ağladıktan sonra,ayrıldı ve rica eden bakışlarla bakıp Farhan'dan sessiz bir onay alarak bahçeye koştu. Hızlıca koşup, verandaya indi ve bahçeye çıkıp sıkıca Arishfa'ya sarıldı. Arishfa onun sarılmasına sıkıca sarılarak karşılık verdi ve bu sarılmayla beraber, büyük bir boşalma yaşamaya başladı. Aadhya'nın omzunda yağmurun altında ağlayabildiği kadar ağladı. ''Aadhya...Benden nefret ediyor. Gözlerinde öyle bir öfke ve nefret gördüm ki. Aadhya...'' Dedi hıçkırıkları ve gözyaşlarının arasında zorlanarak. Aadhya'da aynı halde ağlayarak daha sıkı sarılıp saçlarını okşadı arkadaşının. ''Yok kuzum, o öfkesinden. Kendin dedin, gözlerinde öfke gördüm dedin. Kızgın şimdi. Nefret etmiyor senden bir tanem. Geçecek bak göreceksin. Öfkesi geçecek. O seni hala çok seviyor canım arkadaşım. Canım, ağla rahatla. Dök içini.' Dedi. Arishfa sarsılarak ağlarken başını sallayarak ret etti onu. Aadhya arkadaşını yere oturup göğsüne bastırdı hemen. İki kız öylece ağlaşırken, Farhan sessizce gelip Shila'yı almış içeri sokmuştu. '' Aadhya... Benden bu denli nefret ederken, ben ona nasıl bir çocuğumuz olduğunu söyleyeceğim? Ona çocuğu olduğunu bile söyleyemem Aadhya. Benden dolayı Çocuğunu da ret eder. Aadhya bir daha onunla olamayacağız. Aadhya.'' Dedi ağlayarak Aadhya'nın dizine yatıp kapanarak. Bedeni korku ve acıyla tir tir titrerken, ağlamaktan da sarsılıyordu aynı anda. Aadhya ona kapanarak ağlarken, yanından koşar adım geçen Farhan'ı gördü. Başını kaldırıp baktığında, Farhan çağrı cihazını gösterdi ve devam etmesini işaret edip sessizce arabasına gidip evden ayrıldı. Arishfa ve Aadhya gece çökene kadar günün kalanında, yağmur altında öylece ağlaştılar uzun uzun. Farhan hastaneye vardığında, hemen giyinme odasına geçip formasını ve önlüğünü giyip stateskobunu aldı ve ayağına beyaz sneakerlarını geçirip koridora fırladı. Cihazdaki çağrı yapılan oda numarasına baktı ve danışmaya koştu. ''420 numaralı odanın dosyası hemen!''Dedi. Danışmadaki kız ürkerek gidip arka odadan dosyayı alıp getirdi ve Farhan koşar adım odaya fırladı. Odaya vardığında, nefes nefese halde hemşielerin ve asistanların arasına girdi ve hastaya yaklaştı. Asistanlardan biri elindeki tabloya bakarak Farhan'a döndü. ''Farhan hocam, hasta 73 yaşında, iki gün önce kalp ameliyatı oldu. Kan sulandırıcılarla takviye yapılıyordu. Hemşire Aruna bugün verdiği ifadeye göre, Hastanın isteği üzerine aynı cc de iki doz heparin vermiş. Bu da hasta da kanın fazla sulanmasına kalp damarlarında birikmeye ve ciğerlere dolmasına ve iç kanamaya yol açmış. Ameliyathaneyi hazırlattım sizi bekliyorduk. ''Dedi. Farhan asistanı dinledikten sonra, başıyla onayladı ve ekibine döndü. ''Hastayı derhal hazırlayın ve ameliyathaneye alın. Bende geliyorum.'' Dedi. Ekibin arasından hızla ayrılıp hazırlanmaya gidecekti ki içeri giren kişiyi görmesiyle kolundan tuttu ve kapıya doğru hafifçe çekti. Kadın ona dönüp ters ters baktı ve kolunu bırakması için silkti. ''Farhan Hocam, kolumu bırakır mısınız?'' Dedi kadın. Farhan onu biraz daha kendiyle beraber götürdü ve duvar dibine çekti. ''Bu benim hastam Ruhi. Benim bölgem, ne yapmaya çalışıyorsun?'' Dedi alçak sesle. Ruhi ona pis bir bakış attıktan sonra dikleşti ve tek kaşını kaldırdı. ''Bende kardiyo basküler cerrahım Farhan Hocam. Ve izin verirseniz işimi yapacağım. Çağrı aldım, hastaya bakmam gerek.''Dedi. Farhan tam gidecekken kolundan tutup tekrar çekti ve yüzüne baktı dibine girip. ''Seni iyi tanırım Ruhi. Yıllar önce alamadığın karşılığın intikamını almaya çalışıyorsun ama bunun muhattabı hastalar değil. Hastalarımdan uzak dur. Senin bölgen burası değil Ruhi. Şimdi, bölgene dön ve bende huzurla ameliyatımı yapayım tamam mı?'' Dedi sesi kalınlaşarak ürkütücü bir ton alırken. Ruhi ise yıllar öncesinin hatırlatılmasıyla, öfkeyle bedeni titerken, gözlerini kapatarak bir iç çekip açtı ve sakinliğini koruyarak dimdik Farhan'a baktı. '' O size deli aşık kız değilim artık Farhan Hocam! Ve, o zamanlar çok gençtim, sandım ki doğru adamı seçtim, ama gördüm ki seçtiğim sadece acıymış. Sizinde diğer erkeklerden bir farkınz yokmuş. Üzgünüm, ama ben o kızı çoktan unuttum. Artık beni bununla vuramazsınız Hocam!'' Dedi. Farhan gittikçe sinirleri gerilerek kolunu biraz daha sıkı tuttu Ruhi'nin. Ardından odadan çıkardıktan sonra, koridorda bıraktı. Ruhi geriye savrularak dengesini sağladığında, Farhan'a öfkeyle baktı. Farhan parmağını kaldırıp ona yaklaştı ve etrafa bakıp terkar Ruhi çevirdi bakışlarını. ''Sizi son kez uyardım. Bir kez daha tekrarlanırsa Ruhi Hocam, hakkınızda işlem başlatmak zorunda kalırım. Lütfen bölgenizde kalın. İyi çalışmalar.''Deyip arkasını dönüp hızlı adımlarla uzaklaştı. Arkasından ona öfkeyle bakan Ruhi, saçındaki tokayı çıkararak ayağını yere vurdu ve öfkeyle aksi yöne yürüyüp terasa çıktıktan sonra bir sigara yaktı ve sinirle ayağıyla yerde ritim tutarak şehir manzarasına odaklandı. Dumanı öfkeyle dudaklarının arasından savurdu ve yanına elinde bir fincan kahveyle gelen arkadaşı İshita'ya bakıp, tekrar manzaraya döndü. İshita ona kaşlarını kaldırıp, ooo çekerek baktı ve durumu anlayarak yanın ilişti. ''Anlaşıldı, Farhan'dan günlük azar dozumuzu almışız bakıyorum?'' Dedi. Ruhi ona öfkeyle bir hışım döndü ve kocaman açılmış gözlerle baktı. İshita durumun vehametini iyice anlayarak elini kaldırdı ve teslim durdu. Ruhi ise sinirle külünü silkip derin bir iç çekti. ''İshita, ben bu adamı narkozla boğarım ona göre.'' Dedi. İshita gözlerini kıstı ve her zamanki atışmadan daha ciddi bir durum olduğunu anlayarak kahvesinden bir yudum aldı. ''Ne oldu yine anlat bakayım.'' Dedi. Ruhi külü silkerek ona döndü ve derin bir iç çekip dudaklarını yaladıktan sonra, sigarasından bir fırt daha çekip anlatmaya başladı. ''Bey efendi hazretleri, beni bölgemde kalayım diye uyardı. Neymiş onun hastasıymış. Bana gelen çağrıyı götüme sokucam heralde. Tuttu kolumdan, odanın dibine götürdü. Bütün stajyerler, asistanlar, hemşireler de gördü bu rezilliği. Bu benim hastam, yıllar önceki ret edilmenin intikamı için yapıyorsun biliyorum dedi, sonra da seni son kez uyarıyorum, bir daha olursa soruşturma açtırırım diye tehdit etti. Hemde koridora savurup,böyle parmağını burnuma uzatarak. Adama bak, sanki burası dingonun ahırı. İstediği gibi at koşturuyor ya. Delireceğim.'' Dedi Ruhi tek nefeste siniri her kelimesinde kat kat yükselerek. İshita ona kafasını iki yana sallayarak baktı ve derin bir iç çekip arkadaşının gözlerine baktı. Ardından elini tutup, bir sigara daha uzattı ve kahvesinden bir yudum daha alıp devam etti. ''Bak arkadaşım, adam anlıyor bilerek yaptığını. Hastalarına bilerek salça olduğunun farkında. Bunu bir de bir asistanın yardımıyla yaptığını öğrendiği an da gelecek. O garibinde başı yanacak yok yere. Kuzum, kabul et intikam alıyorsun bariz şekilde. Hala ret edilmeyi kabul edebilmiş değilsin. Ruhi, sen ona kara sevdalıydın, onla yatar, onla kalkardın, tek muhabbetin oydu. Hatırlıyorum canım arkadaşım, öyle böyle bir aşk değildi seninki. O yüzden ret edilmeyi kabullenememen çok doğal. Ama oda insan, seni sevmemiş, yapabileceğimiz bir şey yok. O karısına aşık. O zaman da aşıktı. Hatırla. Aadhya bakışları bile farklıydı. Aadhya'nın yanında herkesi unuturdu. Yavrum benim, kalbe hükmedemezsin. Farhan en başından beri Aadhya'yı seviyor. Evet senin için kabul etmek neredeyse imkansız ama başka çare de yok be canımın içi. Artık toparlan, hastane, hastalar senin intikam malzemen olmadımı fazlasıyla Ruhi'm? Yapma artık, sadece kendini yıpratıyorsun, adam mutlu bırak bazen gerçek aşk onun mutluluğu için ondan vazgeçebilmektir. Gel bu hikayenin dev fedakarlığını yapan sen ol, mutlu olmasına izin ver, ondan vazgeç kuzum.'' Dedi. Ruhi, dimdik meydan okuyan gözlerle İshita'ya baktı ve hafif buruk bir tebessüm takındıktan sonra ellerini çekti. ''Hayır.'' Dedi ve sigarasını ezip, ardına bakmadan terası terk etti. İshita gözlerini sıkıp derin bir iç çekti ve umutsuz vaka anlamında başını sallayarak kahvesinden içmeye devam etti. Yanına bir de kendi sigarasından yaktı ve Ruhi için dumanı derin derin içine çekip, dudaklarından dışarı sıkıntı içinde üfledi. Ruhi içeri girip koridorda ilerledi ve asansöre binip kardiyo katına indiki, önünden sedye ile hastayı götüren Farhan'ın ekibini gördü. Nefret dolu bir bakı atıp, kendi odasının olduğu tarafa gitti ve içeri girip koltuğa oturarak trnaklarıyla masa da ritim tutmaya başladı. Farhan maskesini ve bonesini takıp, ellerini bileklerine kadar yıkadı, asistanı önlüğünü giydirdi ve eldivenlerini de kendisi giyerek içeri geçerken, ameliyathane de bir koşuşturma hakimdi. Odaya girdiği anda altı tane yüz, onu gördüğü anda rahatlayarak aydınlandı. Farhan odaya attığı tek bakışıyla durumu anladı. Tepsinin üzerinde karmakarışık duran aletleri, çelik ağaçlardan sarkan ağır meyveler gibi dıram laktat dolu ringer torbalarıyla serum serum sehpalarını. Her şeyin hazır olduğunu anlayınca, bakışlarını osiloskoba çevirdi ve ekranda, hızlı bir sinüs ritmi dalgalandığını gördü. Bu ölümün gölgesinden kaçmaya çalışan bir kalbin çağrısı gibiydi. Ameliyathane nöbetçi uzmanı Harshida Uparna durumu hızla özetledi. ''Anamma Sherwani. Yaş 73, bilinç kapalı, göz bebekleri eşit ve tepkili, ciğerlerine heparin sonucu kan dolmuş, kan grubu sıfır negatif, karnı şiş, kanama büyük ihtimal kara ciğere de metastasy yapmış, solunum gitgide zorlaşıyor ve yavaşlıyor, kalbe dolan kanın hemen boşaltılması gerek. Kan basıncı düşük, içeriye bir tüp soktuk Ringer laktatı sonuna kadar açık, ama kan basıncında yükselme yok. '' Farhan, hemen genç kadına döndü, maskeli yüzünden sadece sürmeli ela gözleri görünen kadna dikkatle baktı ve hastaya döndü. '' Sıfır negatif taze kan yolda mı?'' Dedi. Harshida başıyla onayladı ve yardıma hazır halde hastanın yattığı masanın diğer tarafına geçti. ''Birazdan burada olur hocam.'' Dedi. Masada yatan, yorgun ve yaşlı bedene baktı Farhan. Tüm kıyafetleri çıkarılmış, mahrem yeri dahil örtülmemiş, ve daha şimdiden çeşitli tüpler ve solunum aygıtına bağlanmış haliyle, yaşamak için kendisine teslim edilmiş bu yaşlı kadını inceledi. İri kolları ve bacaklarından, zayıf deriler sarkıyor, kat kat olmuş göbeği hamur birikintisini andırıyordu. Daha önceden yakalandığı bir kronik hastalığı varmı diye düşündü Farhan. İlk tahmini kanserdi. Evet kalp hastasıydı ama ya geçmişinde kanser atlatıysa diye düşündü. Ameliyathane uzmanının söylediklerini kontrol etmek için stateskobunu kulaklarına götürdü, ciğerlerde zorlanmaya bağlı hırıltılar duydu. Ardından endotrakeal tüpün doğru yerleştirip yerleştirilmediğini teyit ederek bir kez daha dinledi. Her iki ciğerinde vantilasyon altında olup olmadığını kontrol etti. Bütün kontroller, saniyeler sürmesine rağmen, Farhan için ağır çekimde gibi geçmişti sanki. Bir oda dolusu personel donmuş halde ona bakıyor ve bir sonraki hareketini bekliyormuş gibi gelmişti ona. ''Ellide bile sistoliği güç duyuyorum.'' diye seslendi bir hemşire. Zaman birden ürkütücü bir hızla ilerlemeye başladı. ''Laparatomi tepsisini açın!!'' Diye bağırdı Farhan hızlı bir şekilde ameliyata başlamak için. O ameliyahtane de sorumluluk Farhan'daydı ve bu yaşlı kadın ölmek üzereydi. Hastanın göğüslerine ve kalçalarına steril mavi renkli örtüler serildi. Farhan dikkatle tepsiden damar penslerini aldı ve örtüleri hızla cesaret verici şekilde yerlerine mandalladı. ''Kan nerede!!''Diye seslendi ardından. ''Şimdi laboratuvarı arıyorum!!'' Dedi bir hemşire. Farhan Harshita'ya döndü ve ciddi bir ifadeyle baktı. ''Baş yardımcı sensin Harshita.''Dedi ciddi bir sesle maskesinin ardından. Ardından gözleriyle odayı taradı ve kenarda benzi atmış, genç bir asistan kızı gördü. Kız onun bakışlarıyla karşılaştığında hemen dikleşti ve saygısını sundu. Farhan o arada onun kimliğini okumuştu hızlıca. Geela Basanti. Tıp Öğrencisi. Yazılıydı. '' Sen.''Dedi kıza. ''Sende ikinci yardımcı olacaksın.'' Diye ekledi hiç beklemeden. Genç kızın panikten yüzü tamamen bembeyaz oldu. ''Ama hocam, ben daha ikinci sınıfım. Buraya sadece....'' Derken kızın lafı ağzında kalıverdi. Farhan kızı böldü ve ortama seslendi. ''Buraya başka bir uzman çağırabilir miyiz?'' Dedi. ''Herkes yoğun, boşta uygun uzman yok. Haleeda, Travma birde bir kafa travmasıyla ilgileniyor. İshita, koridorun sonunda bir kanamayla uğraşıyor. Oscar da, bir saat önce gelen tekne kazası mağduruyla ilgileniyor.'' Dedi Harshita. ''Peki, Basanti iş başına. Hemşire önlük ve eldiven verin.'' Dedi tekrar genç kıza dönerek. Genç kız telaştan eli ayağı titrerken Farhan'a baktı ve kaderini kabullenerek bir adım öne çıktı. ''Ne yapacağım, çünkü ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum.'' Dedi çaresizce. Farhan derin bir nefes aldı ve kızın haline baktıkça kendi çömez günlerini hatırlayarak anlayışla hazırlandıktan sonra kızı yanına çağırdı. '' Buraya bak, doktor olmak istiyor musun? Öyleyse eldivenlerle başla.'' Dedi eldivenlerini işaret ederek. Kız eldivenleri dikkat ederek düzeltti ve Farhan'a baktı. Farhan kızın gözündeki bilgiye açlığı görünce, onda kendisini görür gibi oldu. Açıkçası, Basanti gibi ürkekleri, kendini beğenmişlere tercih ederdi. Doktorun kendine güveninden dolayı o kadar çok hastanın öldüğüne şahit olmuştu ki. Dahili anonstan cızırtılı bir ses yükseldi. ''Alo, Travma 2 burası laboratuvar, Anamma Sherwaninin hematokritini çıkardık, on beş.'' Dedi ses. Farhan hastaya baktı, gittikçe kaybediyoruz diye düşündü. ''Sıfır negatife hemen şuan ihtiyacımız var!'' Dedi. ''Yolda geliyor.'' Dedi anonstaki ses. Farhan neştere uzandı, elindeki bıçağın ağırlığı, çeliğin kavisi insanı rahatlatıyordu. Sanki kendi elinin uzantısıydı. Hızla nefes aldı, alkolün ve eldiven pudrasını soludu. Sonra bıçağı yaşlı kadının derisine bastırdı. Ve göğüs hizasından bikini bölgesine kadar bir kesik attı. Neşter, beyaz derinin dokusu üzerinde parlak ve kanlı bir iz bıraktı. ''Emme ve laparatomi tamponları hazır olsun. Göğsü ve kalbi dolu, kan basıncı elli de bile belirsiz.'' Dedi. Bir hemşire gelen kanları ve plazmaları aldı ve bir sehpaya hazırlayıp birer tane eline alıp masaya geldi. ''Buraya, sıfır negatif, ve yeni dondurulmuş plazma asıyorum!!'' Dedi. Farhan başıyla onaylayıp hastaya döndü. ''Birinin gözü ritimde olsun, nasıl gittiğinden haberim olsun.'' Dedi Farhan o anda Hemşire seslendi. '' Sinüs taşikardisi, hızı yüz elliye çıktı.''Dedi. Farhan hiç vakit kaybetmeden, dikkatle deriyi ve deri altı yağ tabakasını yardı. Önemsiz kanamalara ayıracak vakti yoktu. Asıl kanama karına yakın bir yerdeydi ve bir an önce ona ulaşmak istiyordu. Yüksek doz heparin bağırsaklardaki damarlarda yırtılmaya neden olmuştu muhtemelen ve Farhan'ın ulaşıp onu durdurması gerekiyordu bir an önce. O anda kandan davul gibi olmuş karın zarı yarıktan fırladı. Neşteri aldı ve ekibine baktı. Zarı yarmadan önce son bir uyarı da bulundu. ''Bundan sonrası daha çok daha karmaşık olacak.''Dedi ve neşteri zarar değdirdiği gibi, kendini hazırlamış olsa da fışkıran kan öyle bir yükseldi ki, bir an için kendisi bile paniğe kapıldı.Örtülerin üstüne ve yere saçılan kan, önlüğünü de ıslatmıştı. Kollarından sızan sıvıyı, bakır kokulu sıcak bir banyo olarak düşündü. Üstelik saten bir nehir gibi akmayı sürdürüyordu. Yaranın ağzını açmak ve ameliyat bölgesini gözler önüne sermek için ekartörleri taktı. Harshita onun hamlesinden sonra, beklemeden emme kateterini kesiğe soktu. Kan tüpün içinde gurulmaya başladı ve cam haznenin içine parlak kırmızı sıvı hücum etti. '' Daha çok laparotomi tamponu istiyorum!!'' Diye seslendi Farhan. Tamponlardan beş altı tanesinin yaranın içine sokmuş, sihirliymiş gibi kırmızılaşmasını izliyordu. Ve beklediği gibi bir kaç saniye de tamponlar kana doydu. Kanlı tamponları çıkarıp, yerine yenilerini alıp,boşluğun içinde dört bir köşeye yaymaya başladı. ''Monitör de PVC ler görüyorum!!'' Diye bağırdı bir hemşire. ''Kahrolası hazneden iki litre emmiştim!'' Dedi Harshita. Farhan kafasını kaldırınca, sıfır negatif kan ve yeni dondurulmuş plazma torbalarından düşen damlaların hızla tüplerin içine dolduğunu gördü. Bir eleğin üzerine kan döker gibi bir çaba diye düşündü. Damarlardan içeri, yaradan dışarı. Böyle devam edemezlerdi, kan gölüne batmış damarları tıkayamazsa, körlemesine ameliyat yapamazdı. Ağırlaşmış ve kan damlayan tamponları çıkarıp, yerine yenilerini tıkıştırdı. Altın değerinde kısa bir kaç saniye süresince, nirengi noktalarını belirlerdi. Kan, bağırsaktan geliyordu ama, belirgin bir yarada görünmüyordu. ''Kan basıncını kaybediyorum!!!'' Diye bağırdı hemşire. ''Kıskaç!!!!'' Dedi Farhan gürleyerek. Genç çömez anında kıskacı eline verdi. ''Pringle manevrası deneyeceğim, Basanti daha fazla tampon hazırla!!!'' diye ekledi. Basanti hemen başıyla onaylayıp, dikkatle tamponları hazırladı kıskaçlara geçirdi ve vermeye hazır halde sehpaya dizdi. Ardından Farhan kıza döndü ve bir kıskacı elinden aldı. ''Şimdi Ameliyat bölgesini temizle Basanti. Bu kanın içinde önümü göremiyorum.'' Dedi. Yaranın içini kurutması için, genç kıza bir kaç saniye verdi. Sonra içeriye girip, küçük epipl onu kopardı. Kıskacı soldan yönlendirerek, bağırsak boyunca ilerledi ve toplar damar ve atar damarların geçtiği yerleri belirleyip, kanamanın ana noktasını saptadı. Bu henüz tam anlamıyla her şey yoluna girmiş demek değildi. Önce kanamayı sıkıştırıp sızıntıyı durdurması gerekiyordu. Bu şekilde iç kanamayı kontrol altına alabilirdi. Ve buda onlara daha fazla kan ve plazma pompalamak için zaman kazandıracaktı. Kıskacı sıkıştırarak, bağırsak zarındaki damardan kaynaklı iç kanamaya sebep olan damarı tıkadı. Kanın hiç bir olmamışçasına akmaya devam ettiğini görünce umutsuzluğa kapılmaya başladı. ''Doğru noktada saptama yaptığına emin misin?'' Diye sordu Harshita. ''Orayı kelepçelediğimi biliyorum, retroperitonealden gelmediğinden de eminim.'' Dedi Farhan. ''Başka bir damar olmasın?'' Dedi Harshita. Tepsiden iki tampon kaptı Farhan, bu son şansıydı. Tamponları, bağırsak zarındaki damarın yüzeyine yerleştirerek, organı eldivenli elleriyle dikkatle tutup sıktı. Genç çömez anlamamış halde onu izlerken, yaptıklarını da ilgiyle beynine kaydediyordu. '' Ne yapıyor?'' Diye sordu Basanti. ''Bağırsak kompresyonu. Bazen gizli yırtıkların ağzını yapıştırır, kan kaybını geciktirir.'' Dedi Harshita. Farhan, eliyle bağırsağı sıkıp, basıncı sürdürmeye, akıntıyı tersine çevirmeye çalışırken, sırtındaki ve kollarındaki bütün adeleler kasılıyordu. ''Hala birikiyor, işe yaramıyor.''Dedi Harshita. Farhan yaranın içine bakınca, kanın düzenli olarak biriktiğini gördü. Hangi cehennemden geliyor acaba diye düşündü. Ve birden kanın öteki taraflardan da sızdığını fark etti. Sadece bağırsak zarından değil, karın duvarından, mezenterden de. Derinin kesik kenarlarından da. Hastanın steril örtülerin altından çıkmış koluna baktı. Deri altı iğnesinin kola girdiği bölgedeki gazlı bezde kan içindeydi. ''Altı ünite trombosit ve yeni dondurulmuş plazma istiyorum. Hemşire hemen heparin vermeye başlayın, deri altından on bir ünite, sonra da saatte bin.''Dedi Farhan. ''Heparin mi? Ama kadın kan kaybediyor?''Dedi Basanti. ''Disseminated intravacular cougulation. DİC durumu. Yani, yaygın damar içi pıhtılaşması. Pıhtı çözücü gerekiyor.''Dedi Farhan. Harshita gözlerini ona dikti ciddi olup olmadığını sorgulayan bir ifadeyle. ''Laboratuvar sonuçlarını almadık daha, DİC olduğunu nereden çıkardın Farhan?'' Dedi. ''Pıhtılaşma değerleri elimize ulaşana kadar çok geç olur, bizim şimdi bir şey yapmamız lazım. Ver.''Dedi hemşireye dönerek. Hemşire iğneyi deri altı tüpüne sapladı. Heparin umutsuzca atılan bir zar gibiydi. Eğer Farhan'ın teşhisi doğruysa, hasta DİC tehlikesinde demekti.Bütün dolaşım sisteminde,inanılmaz sayıda, pıhtı, mikroskobik bir kasırga oluşturuyor, değerli bütün pıhtılaşma faktörlerini ve trombositlerini yutuyordu. Kanser ve enfeksiyon geçmişi varsa, denetim dışı bir trombuz oluşumunu tetikleyebilirdi. DİC her biri kanamanın durması için gerekli tüm pıhtılaşma faktörleri ve trombositleri yok ettiğinden hastanın kan kaybını durdurmak imkansız hale gelirdi. DİC'yi durdurmak içinde, pıhtılaşmayı önleyici heparin zerk etmek zorundaydılar. Ama eğer teşhisi yanlışsa, kanama dahil her şey daha kötü olacaktı. ''Her şey daha da kötüye gidiyor sanki.''Diye mırıldandı Farhan. Bağırsağa uyguladığı baskıyı sürdürmesinden dolayı sırtı sızlıyor, kolları titriyor ve terlemeye başlıyordu. Bir damla ter kaşından süzüldü, burnuna indi oradan dudaklarına yayılarak gözden kayboldu. Maskenin içinde dudaklarını yalıyarak terden umursamazca kurtulurken, bağırsağa baskı yapmaya devam etti. O anda anonsun sesi yeniden ameliyathane de yankılandı. '' Anamma Sherwani'nin sonuçları geldi Travma 2'' Dedi. ''Devam edin.''Dedi Hemşire. ''Trombosit sayısı bine düşmüş. Protrombin zamanı otuza kadar çıkıyor ve plazmada fibrin bozucu maddeler var. Hastanız hızla DİC durumuna koşuyor gibi görünüyor.'' Dedi ses. Farhan, Basantinin şaşkın bakışlarını yakaladı. Tıp öğrencilerini etkilemek ne kadar da kolaymış diye düşündü. Ardından hemşirenin sesi odayı çınlattı. ''V'tach! V'tach'a giriyor!!''Dedi. Basanti anlamayarak ortamı izlerken sorusuna engel olamadı. ''V'tach?''Dedi masumca. Farhan ona döndü ve dikkatle baktı. ''Ventriküler taşikardi. ''Dedi kısaca ve hastaya sonra da ekrana baktı tekrar. Ekranda testere dişli bir çizgi geçiyordu. ''Basınç!''Diye bağırdı hemen. ''Yok kaybettim!!'' Dedi hemşire. ''CPR'ye başlayın. Harshita kandan sen sorumlusun!!'' Dedi Farhan. Kargaşa gittikçe yükselerek Farhan'ın etrafında dolaşırken, bir laboratuvar kuryesi yeni dondurulmuş plazma ve trombosit yerleştirdi. Farhan o arada çömez kızın başka bir sorunu işitti. ''Hocam,CPR nedir?'' Dedi. Farhan sakince kıza baktı ve açıkladı. ''Kalbi ve solunumu durmuş bir kişide, ambularla suni solunum kalp masajını bir arada uygulandığı ilk yardım yöntemine verilen isimdir. Yani Cardiopulmonary Ressuscitation.'' Dedi hızlıca tek nefeste. Ardından hastanın yara boşluğuna bakt. Hala baskı uyguluyor, hala son kan dalgasını engelliyordu. Hayal mi görüyordu, yoksa parmakların arasından sızan şerit halindeki kanlar gerçekten yavaşlamaya mı başlamıştı. ''Şok verelim!! Yüz jüle...Hayır bekle, geri geliyor!!''Dedi Harshita. Farhan monitöre baktı. Sinüs taşikardisi. Kalp yeniden atıyordu. Bu da damarlara yeniden kan pompalanıyor demekti. ''Perfüzyona devam ediyor muyuz? Kan basıncı ne durumda!!'' Diye seslendi Farhan. ''Kan basıncı....Doksana kırk evet!!! Ritim Stabil, sinüs taşikardi sabit.'' Dedi Harshita. Farhan açık boşluğa baktı, kanama belli belirsiz bir sızıntıya dönmüştü. Elinde bağırsağı tutarak doğruldu, monitörden gelen düzenli bip sesini dinledi. Kulağa müzik gibi geliyordu. ''Arkadaşlar...Galiba kurtardık.''Dedi Farhan gülümseyerek gururla. Ardından kalbe ve ciğerlere dolan kana da müdahale edildikten sonra, Farhan önlüğünü ve eldivenlerini çıkarıp travma 2 den sedyeyle çıkarılan yaşlı kadının arkasından yürüdü. Omuzları yorgunlukta seğiriyordu ama bu çok tatlı bir yorgunluktu. Hemşireler hastayı yoğun bakıma alırken, Farhan'da biraz dinlenmek için odasına gitti ve kapıyı kapatıp koltuğuna kendini bırakıp biraz uzanmaya başladı. Kolunu gözlerine kapadı ve biraz kestirmek için sessizliği dinlerken, evin durumunu hatırlayarak yeniden oturur pozisyona geçti ve telefonunu alıp Aadhya'yı aramak için numarasını tuşladı. Aadhya, gece saat 2 ye varırken, Arishfa ile salonda yere serdikleri yatakta uzanmış tv izliyordu. Arishfa yorgun düşerek sızmıştı ama Aadhya'yı uyku tutmamıştı. Telefonunun titrediğini duyduğunda, uykulu uykulu esneyerek eline aldı ve arayanın Farhan olduğunu görünce hemen açtı. ''Aşkım, nasılsın?'' Dedi fısıltıyla. Farhan onun çatallaşmış yorgun sesini duyunca yüreği cız etti. Ardından gülümsedi ve yorgunca uzandı. ''İyiyim kuzum, bu akşam nöbetim var, siz nasılsınız, Arishfa nasıl oldu?'' Dedi. Aadhya derin bir iç çekerek yanında derin uykuda olan Arishfa'ya baktı. Ardından tekrar diğer tarafa döndü. ''İyi değil Farhan. Bütün akşam odasına çıkıp aralıksız ağladı. Sonra da duygularını yitirmiş gibi dümdüz öylece bakarak oturdu yatağında. Bende bir saat önce aldım yanıma, çocukluğumuzdaki gibi salona yer yatağı yaptım, yatırdım onu. Yine ağlayarak sızdı kaldı. Hali hiç iyi değil.''Dedi Aadhya. Farhan içi sızlayarak sıkıntılı ve yorgun bir iç çekti. Ardından yüzünü ovup telefona döndü. ''Geçecek hayatım, zaman ve sabır gerek. Onlar bir sınavdan geçiyor, ama sonu vuslat olacak göreceksin. Bende az önce cehennem gibi bir ameliyattan çıktım. Bitik haldeyim. Yarın sabah gelince bol bol konuşuruz. Şimdi çok konuşamıyorum yorgunluktan kusura bakma.''Dedi. Aadhya anlayışla gülümsedi ve gururla telefona öpücük attı. ''Benim kahraman doktorum, yine bir can kurtardı ha. Seninle gurur duyuyorum aşkım benim. Hadi dinlen sen. Gelince konuşuruz.''Dedi tatlı bir şekile. Farhan halsizce kıkırdadı ve telefona öpücük attı. ''Seni seviyorum bebeğim, senin gururunu kazanmak dünyalara bedel. Yarın görüşene dek hoşça kal güzelim.''Dedi. Aadhya da Farhan'a veda ettiğinde telefonu kapadılar ve Aadhya çok geçmeden nihayet uykuya dalabildi. Farhan ise, bir süre dinlendikten sonra, nöbetine devam etti ve arada hastaları dolaşarak kontrollerini yaptıktan ve bir çok fincan kahve içtikten sonra, sabaha karşı odasındaki sedye de biraz uyumaya çekildi. Fakat sabah olduğunda, ev ahalisinin neyle karşılaşacağından henüz haberi yoktu.... BÖLÜM SONU
|
0% |