Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bir Dido'yum Ben Tarih Evvelinden Gelen

@bayanlamjarred9485

Bahçenin bir köşesinde, beyaz boyalı, demirden salıncakta oturmuş, az ileri de yerde kumla oynayan kızını izliyordu. Elindeki atıştırmalıklardan bir tane ağzına atıp gülümsedi huzurla. Kısa bir an dahi olsa, her şeyden arınmış gibi hissetti. Ama çok geçmeden, kapı ardında bekleyen bir karabasan gibi, sıkıntılar yine çullandı üstünde. Sıkıntılı bir iç çekti ve yanına koyduğu defterini eline aldı. Deri kaplı defteri açtı ve sayfa arasına yerleştirdiği çizime baktı.

  Bakmayı özlediği o çikolata damlası gibi olan badem şekilli, yumuk ve tatlı gözlere

Bakmayı özlediği o çikolata damlası gibi olan badem şekilli, yumuk ve tatlı gözlere. Öpmeyi özlediği o bulut gibi dolgun, yumuşak ve sıcak dudaklara. Ve okşamayı özlediği o yumuşacık kirli sakallara. Parmaklarını kağıtta gezdirdi. Kurşun parmak uçlarını karartırken, dokunduğu yerlerde dağılmış olan kurşun lekesine çevirdi gözlerini.

''Biz de böyle dağıldık seninle....Ellerin de kurşun karası olan bir şeytan, öfkeyle parmaklarını kader kağıdımıza bastırdıkça bastırdı ve sonun da bizi darmadağın edip, yüreklerimiz de sadece acı bıraktı.'' Dedi fısıltıyla. Gözlerine dolan yaşlarla beraber midesinde bir kramp hissetti. Bu olanları kabullenemeyişinden di.

Bu hale gelmelerini hazmedemeyişinden di.Kollarını birleştirerek midesine bastırdı ve gözlerindeki yaşların akmasını engel olmak için derin nefesler alıp vererek gözlerini kırpıştırdı. Derin nefesler almaya devam ederek etrafa bakınırken, birilerinin o halini görmemiş olmasını diledi. Bir süre içindeki sancıyla mücadele verdikten sonra, rahatlayarak ardına yaslandı ve kalemini eline alıp boş sayfada gezdirmeye başladı.

''Zamanında bana, onun için ne yapabilirsin? Ne kadar ileri gidebilirsin diye sormuşlardı. O zaman ki aklım, gençlikle birleşikti, havai cevaplarım olmuştu, lakin şimdi aynı soru bir kez daha sorulsaydı bana, cevabım ancak ve ancak şu olurdu. Bir Dido'yum ben, tarih evvelinden gelen. Bir Heloise, bir Medea, Bir isolda, ya da bir Juliet. Tarihin tozlu sayfalarında, kurmaca ve sanatın karmaşasında kaybolmuş, lanetli aşklarının kurbanı olmuş, fedakar aşık ve güçlü kadınlardan biri. Şimdi bakıyorum da, şu söz nice doğruymuş oysa. Tarih tekerrürden ibaretmiş. Ve ben, bu sözü yaşıyorum tam anlamıyla. O halde bir kez daha canlanıyor kafam da şu cümle. Bir Dido'yum ben... Hayatının aşkı için, kendi cenaze ateşini kendi elleriyle, odunlarını dize dize yakıp, kendi ayaklarıyla o ateşe çıkan, ve kılıcını kendi eliyle kalbine saplayan. Ardından tepeden denize bakan cenaze ateşinden, küllerini sevdiğine rüzgarla yollayan. Bir Dido'yum belki de ben... Güçlü, gururlu ve efsanevi Kartaca kraliçesi Dido. Kendi cenaze ateşimi kendim yakar, kendi ayaklarımla kendim çıkarım o ateşe. Ve kalbim de onun aşkı, dudaklarımda adıyla, onun her zerresi için vazgeçerim bu bedenden kendi rızamla. Zira, benim adıma, huzurlu olmamın yegane yoludur bu. Onun her daim hayatın da mutluluğu tatması. İşte o yüzden, onun için yapabileceklerimin bir hududu olmaktan çok uzakta ve çok ırakta.''

 

Ey gönlün susamışlığı, ey ruhun mahrum kalmışlığı, ey yegane bakışı alevlere salan emsalsiz sevgili...

Bir gün gelir de elim elinde,gözüm gözünde, tenim teninde olmazsa, bil ki bedenim düşmüştür kara toprağa. Lakin yüreğim de aşkın yaşamaktadır hala. Aciz bir kılıftır beden, üzülmeyesin, zira özüm hala nabız gibi atacak hudutsuz aşkınla. Bırak, böcekler çiyanlar kemirsin etimi kemiğimi, bırak karışsın toprağa posam. Çünkü önemli olan özümdür sana deli divane aşık olan. Şimdi bu sözlerimi duyamasan da, kalbin kara bir kinle kaplanmış olsa da, zamanı gelip duyduğun da, senden tek ricam, o an yalnız gözlerime bak sevgilim. Yalnız ruhuma bak, yalnız gerçek benliğime, orada nabız gibi atan ve asla durduralamayan sana bak. Kalbime damarlarıma durmadan pompalanan, ciğerlerime nefes olup ulaşan, damarlarımda kandan daha hızlı dolaşan, beynimde sürekli anılarıyla var olacak olan, sana bak. Lütfen sevgilim, günü geldiğinde, sana ben gibi görünen bu bedenin aslında, hücrelerine kadar sen olmuşluğuna bak. Çünkü ben, ağzımdan süzülen her nefesimle seni soluyor, kalbime ulaşan her kanla seni pompalıyorum. Çünkü ben, daha gözlerine ilk bakışım da, tepeden tırnağına çoktan sen oldum. Ey gözleri aşkla gülen, tatlı dilli, naif yürekli, aşkıyla yücelten beni, isteğim o ki, gözlerine yaşlar ulaşmasın, zira onlar senin için safi gözyaşları olsa da, benim için kalbim de derin birer yaradır. Beni günden güne azar azar öldüren, kanaması durmayan, keskin birer kesik. Yüzündeki güller daima açsın aşkım, ta ki, kader gün gelip, bizi yeniden rast getirene kadar, yaşamaya devam et.Merak etmeyesin, Ben çekerim bütün acıyı, senin içinde, benim içinde. Hiç dert değil. Yeter ki sen, yeter ki sen iyi ol sevdiğim. İşte budur benim tek dileğim....

En sevgiliye, en kara sevdaya ve acılarını silmek için tutuşan ruhumun mahrum kaldığına...

 

Gözünden usulca süzülen yaşa aldırmadan, elinin dışını burnuna yasladı ve kalemi defterin arasına bırakıp, ileride uzanan şeker kamışı tarlalarına bakmaya başladı dalgın dalgın. Kamışlar, bir o yana bir bu yana gelin gibi süzülerek yatarken, hafif esen ılık rüzgar gelip saçlarına dokunarak yüzünü yaladı. Rüzgarın yüzünü okşayışıyla gözlerini yumdu ve süzülen yaşlarla başını önüne eğip kollarını kendine sardı. İçinde derin bir sıkıntıyla kesik bir nefes aldı ve yorgunca bıraktı. Hemen ardından bakışlarını, dalgın halde yerde oyun oynayan kızına çevirdi tekrar. Shila eline aldığı kumları, Helen hanımın verdiği, Aadhya'nın eski kova küreğiyle ıslatıp, kale ve pastalara çeviriyordu. Oynadığı oyundan büyük bir keyif aldığı belli olan küçük kızı, yüzünde geniş bir gülümseme ile oyuna oldukça kaptırmıştı. Kızının bu mutlu hallerine içi ferahlayarak baktı ve gülümsemesine engel olamadı. Shila elinde şekillendirdiği bir çamuru kaldırıp gülümseyerek ona gösterdi ve kocaman sırıttı.

''Annee, bak! Kurabiye yaptım. Hem de çikolatalı, tadına baksana hadii.'' Dedi. Arishfa çamurdan topa baktı ve gerçekten yemesi gerekip gerekmediğini soguladı. Ardından elini uzattı ve kızına sevgiyle baktı.

''Tamam, hadi ver bakalım nasıl olmuş kızımın kurabiyesi.'' Dedi. Shila heyecanla kalkıp yanına gitti ve çamurdan kurabiyesini annesinin eline yerleştirip heyecanla izlemeye başladı.

Arishfa kızına muzipçe bakarak çamurdan ufak bir tutam aldı ve yer gibi yaparak ağzının önünden aşağı doğru çaktırmadan bıraktı. Ardından numaradan çiğneyerek gözlerini kapadı ve nefesini çekerek kızına baktı.

''Bu muhteşem bir kurabiye olmuş. Benim hamarat kızım. Harika bir aşçısın. Çok beğendim anneciğim. Hadi biraz daha yap, acıktıkça yeriz. Güzel bebeğim benim aferin sana.'' Dedi enerjik ve heyecanlı bir şekilde saçlarını okşayarak. Shila çamurlu ellerini çırparak zıpladı ve annesine sarıldı. Arishfa sırtının ve saçlarının çamur olmasını umursamadan kızına sıkıca sarılıp yanağından öptükten sonra, ellerindeki çamura parmak atıp burnuna sürerek güldü. Shila annesini gülerek yanağından öpüp oyun alanına döndüğünde, Arishfa sırtındaki ve saçlarındaki çamuru kontrol etti.

Fena halde bulaşmıştı ve acilen duş almalıydı. Etrafına bakınarak Shila'yı emanet edecek birini ararken, biraz ileriden tanıdık cırtlak bir ses duydu. Gülerek sesin geldiği yöne bakarken, Gomati teyzenin kızı Sunaina'yı elinde sepetle ağaçların altında gördü. O tombik haliyle ağaçlara çıkmaya çalışıyor ve bir şekilde başarıyordu. Gülerek onu izlerken ayağa kalktı ve el salladı.

''Sunaina!'' Dedi tatlı bir şekilde gülümseyerek. Sunaina sesine dönüp onu görünce, hemen ağaçtan indi ve kilolarını sallaya sallaya koşar adım yanına geldi.

'' Are, Arishfa? Naber? Dinlenebildin mi?'' Dedi. Arishfa ona sıcacık güldü ve elini omzuna koyup başıyla onayladı.

''Hem de fazlasıyla, çok sağ ol canım. Da ben senden bir şey rica edebilir miyim?'' Dedi. Sunaina ona anlayışla gülümsedi ve elini onun koluna koydu.

''Ne demek o canım, tabii ki ne olursa.'' Dedi. Arishfa gülerek kendince şarkı mırıldanarak çamur kurabiyeler yapan kızını işaret etti. Sunaina gülerek anne şefkatiyle Shila'ya baktı ve Arishfa'ya döndü.

''Gördüğün gibi, benim kızın hamaratlığı tuttu. Çamur kurabiyeler yapıyor Sunaina teyzesi. Bu arada beni de bulaştırdı tabii, annesine kurabiyelerinden tattırdı da, o yüzden ben bir duş alsam, o arada sen bizim usta şefe göz kulak olur musun? Şimdi bir anda benim olmadığımı fark ederse panikler, yalnız kalmaktan korkar da.'' Dedi rica minnet bakarak. Sunaina gönül koyarım bak modunda ona baktı ve omzuna temin eder gibi dokundu.

''Ay sen merak etme, hadi git istediğin gibi duşunu al rahatla. Ben ilgilenirim canım benim. Gözün arkada kalmasın, biz beraber bir sürü kek pasta yaparız çamurdan.'' Dedi. Arishfa ona minnetle baktı ve kızına da son bir bakış atıp hızlıca verandayı geçip içeri girdi.

Beyaz renk temalı salondan geçerken, Helen hanımın elinde hamur işleriyle bahçeye doğru gittiğini gördü. Gülümseyerek ona baktı ve ellerindekilere göz atıp yalandı. Helen hanım gülerek numaradan kaşlarını çattı ve başını öne iterek kızmış gibi yaptı. Arishfa gülerek yanına gitti ve arkasından eline bulaşmış çamuru yanaklarına ve burnuna bulaştırıp gülerek yukarı kaçtı. Helen hanım bulaşırken yüzünü çekerek mücadele etse de, kaçarken Arishfa'nın ardından parmağını sallayarak bakmıştı.

''Ah deli kız ah, bu hallerini bile ne çok özlemişim meğer.'' Dedi kendi kendine kıkırdayarak. Elindeki kocaman hamur işi dolu tabakla bahçeye çıktı ve demirden beyaz ve camlı masanın ortasına koyup, daha önce çıkardığı limonata sürahisiyle, bardaklara limonata doldururken bahçe erkanına bakındı.

''Are, Herkes toplansın hadi, atıştırma zamanı. Gomati, Wagmare, Aadhya, Farhaan, herkes masaya!!'' Diye var gücüyle seslendi kocaman bahçede. Herkes güle söyleye bir yerlerden çıkıp gelirken, hamur işleri ve garnitür atıştırmalıklardan tabaklara pay etmeye başladı Helen hanım. Herkes donanmış masaya hayranlıkla bakarak yerine geçerken, Helen hanıma durmadan teşekkür ediyor, bir yandanda buz gibi içeceklerini içip, önlerine konmuş şeylere yumuluyordu. Aadhya, oturup eline aldığı parateden yerken, gözü hala yerde çamurla oynayan Shila'ya takıldı. Gülümseyerek ağzındaki lokmasını yuttu ve Shila'ya seslendi.

''Shushuuu!'' Dedi. Shila ellerinde çamurlarla dönüp sırıtarak Aadhya'ya baktı ve el salladı.

''Teyzeee.'' Dedi keyifle. Aadhya gülerek masadan kalktı ve yanına gitti. Shila çamurlu elleriyle yüzündeki saçlarını çekerken, Aadhya onun heryerine bulaştırdığı çamurları izledi bir süre gülerek. Ardından bileklerinden tuttu ve ellerine baktı Shila'nın.

''Çok fena bulaşmışız bakıyorum çamur prensesi?'' Dedi. Shila sinsi gülerek ona baktı ve ellerini ona götürdü. Aadhya parmağını sallayarak geri çekildi ve gülerek onu bileğinden tutarken burnuna dokundu. Shila ise gülerek onunla boğuşurken, yerde dizdiği pastaları gösterdi heyecanla.

''Bak pastalarıma. Çamur pastaları yapmak kolay değil bir kere teyze.'' Dedi. Aadhya kahkaha atarak gülerken, Farhan ikisini izliyor, Aadhya'nın anneliğine aşık oluyordu. Aadhya ise pastalara beğenerek baktı ve çok lezzetli olduklarını göstermek için parmaklarını birleştirerek elini salladı.

''Sen usta şefsin. Ama usta şeflerinde yemek yemesi gerek. Yoksa büyüyemezler değil mi? Hadi seni temizleyelim, sonra da leziz hamur kızartmalarına yumulalım.'' Dedi. Shila yalanarak ona baktı ve heyecanla zıplayıp peşinden tin tin gitti. Bahçe lavabosunda Aadhya onun ellerini yüzünü bacaklarnı kollarını güzelce yıkadı ve sıvazladı. Sonrasında el ele koşar adım masaya geldiler ve Aadhya, Shila'yı Farhan'la ikisinin arasına oturttu. Farhan ona mest halde bakarken, Aadhya'da gözlerini kaldırıp onunkilere baktı.

Yine birer çizgi halini almış ışıl ışıl gözleri, sol tarafı yine aşağı kaymış alt dudağı ve çiçekler gibi duran çilleriyle en tatlı halindeydi kocası. İçi eriyip ona doğru akarak baktı gözlerine. Shila ortalarında önündekini yerken muzipçe kıkırdayarak onları izlerken, el ele tutuştular ve birbirlerine öpücük attılar. Farhan elini sıkıca tutarak Aadhya'ya eğildi ve kulağına yanaştı.

''Harika bir anne olacaksın.'' Diye fısıldadı içi erimiş halde. Aadhya bu cümleyle buruklaşırken, gözlerini kırpıştırarak yeniden gülümsedi ve limonatasından bir yudum alarak başını diğer tarafa çevirdi. Sekiz senedir çocukları olmamıştı. Ve bunun sorumlusunun kendisi olduğunu hissediyordu. Büyük ihtimal kısırdı, kocasına sekiz yıldır bir çocuk bile doğuramamıştı. Ki daha da acısı,ü. hamilelik geçirmiş, birinde üç aylıkken öğrenmelerinin üzerinden dört hafta geçtiği sırada düşürmüştü, diğeri dört aylıktı, sonuncu da beş aylıktı ve karnında ölmüştü. Aadhya çocuk doğurmaya uygun bir kadın değildi buna emin olmuştu tüm bu yaşananlardan sonra. Yüzüne çöken karaltıyla önündeki parateyi tırtıklarken, Farhan onu halini fark etmiş ve içi acıyarak bakmaya başlamıştı. Aadhya ona dönüp dolu gözlerle, özür dileyen bir ifade içinde öylece gözlerine baktı.

''Çok özür dilerim aşkım. Yapamadım. Sekiz yıldır.... Bir çocuk doğuramadım. Çok özür dilerim Farhan. '' Dedi suçluluk duygusu içinde. Farhan gözleri kızarıp nemlenerek ona baktı ve yanağını okşayıp alnından öptü.

''ŞŞ, öyle deme, Rabbim doğru zamanı gelince bize de nasip edecek ben eminim. Üzülme lütfen. Bu senin suçun değil. Olacak, bir gün elbet olacak. Bizim de bir çocuğumuz olacak. Bana güven papatyam.'' Dedi.

Aadhya bir nebze olsun içi ferahlayarak gülümsese de hala kendini sorumlu tutmaktan geri alamıyordu. Fakat kocasına da tüm benliğile inanıyordu her şeye rağmen. Shila'ya baktı. Onun gibi tatlı, akıllı, sevimli, şeker bir kızları olmasını diledi içinden. Farhan onun bakışlarını fark edince anlayışla tatlı tatlı gülümsedi. Aadhya ona bakıp anladığını fark edince gözlerini kırptı ve öpücük attı. Farhan' da ona aynılarını yaptıktan sonra yemeklerine döndüler ve keyifle masadakilerle sohbete dalarak yemeye başladılar.

Arishfa bir süre sonra duştan çıkıp giyinerek yanlarına geldi ve keyifle, kızını, Aadhya'yı, Farhan'ı Diğerlerini ve Helen teyzeyi öperek yerine geçti. Tabağına iştahla patatesli hamur kızartmalarından koyup, bir bardak limonata doldurdu ve iştahla yiyerek masadaki muhabbeti dinlemeye başladı. Wagmare amca yine ortalığı yıkıp geçiriyordu, herkeste kahkahalarla onu dinliyordu.

'' Geçen çarşamba günüydü. Bizim Sumati'yi ambara yolladık baharat getirsin diye. Gitti, bir saat geçti yok, iki olacak yok, en son tam kalkıp bakacaktık ki bir çığlık duyduk ama ne çığlık. Helen hanım bile fırlamış uzandığı koltuğunda, bahçeye inmiş, ay noluyor bee diye döneniyor. Gittik ambara hep beraber, Sumati ambarın kirişlerine çıkmış, tünemiş, aşağıya bakıyor. Beni bir gülme aldı orada. Baykuş gibi tünemiş oraya. Neden niye sorduk derken bu gösterdi avuç içi kadar fındık faresini. Hayvanın da psikolojisini bozmuş, hayvan gitmiş oradaki eski buğday dolutencerelerden birine girmiş kıçı meydan da baş aşağı duruyor. Hepimiz gül gül öldük. Aldım fareyi buğday dolu tencereden, hayvanın tipi yamulmuş, saf saf bakıyor, Sumati bir çığlık daha attı o anda. Hayvanın beyin iptal oldu. Aldım götürdüm hayvanı bir su çarptım yüzüne, bizimkiler de Sumati'yi indirmiş, bıraktım gitsin diye hayvanı, direk Sumati'ye gitti. Aldım başka yere bıraktım gene express Sumati'nin yanına, hayvanın beynini nasıl yakmışsa çığlıklarla hayvan bağımlı olmuş, Sumati'ye gidip duruyor. Tuttum, çok uzak bir noktaya bıraktım, daha da gelmedi ondan sonra.'' Dedi.

Herkes Sumati teyzeye bakarak gülerken, Sumati kayın eniştesi Wagmare'ye pis pis bakıyordu. O bakışları görünce herkes bir anda krize girerken, Sumati hepsine hırlamakla verdi cevabını.

Herkes güçlü kahkahalar atarken, Sumati hanım gıcık olmuş bakışlarla sessizliğini koruyordu. Herkesin keyfi yerinde karnı doyarken, gün yavaşça yerini geceye bıraktı ve ihtiyarlar heyeti tek tek masadan ayrılıp uykuya geçtikten sonra, gençler de biraz kafa dağıtmak istediler. Vicky, Sunaina, Saqip, Gigly, Aadhya ve Farhan bahçeden çıkmak için Arishfa'yı arabanın yanında beklerken, Arishfa kızını yukarı çıkarmış, yatakta uyutmaya çalışıyordu. Yarı uyur haldeki Shila, uyumamak için direnirken, Arishfa ona sıkıca sarıldı ve saçlarından öptü.

''Bebeğim, direnme hadi uyu kuzum. Bak gözlerin kapanıyor, için uyuyor anneem. Hadi yavrum, güzel kızım benim, buradayım söz, hadi yum gözlerini bir tanem.'' Dedi fısıltıyla. Shila ona baktı ve kapanıp duran gözlerini zorla bir kez daha açtı.

''Annee, bende geliyim nooluuur.'' Dedi uykudan bayılmak üzere halde. Arishfa ona onaylamayan bir ifadeyle baktı ve gülümsedi.

''Olmaz bebeğim, o ortam sana uygun değil, ama söz gelirken, çikolata ve dondurma alacağım sana tamam mı? Söz veriyorum bak. Şimdi uyursan, yarın kahvaltıdan sonra ikisini de kendi ellerimle vereceğim kuzum. Ama uyuyacaksın hadi bakalım kapansın gözler.'' Dedi.

Shila çikolata ve dondurmayı duyduğu anda gözlerini kapadı ve anında sızdı. Arishfa sessizce onu yatırdı ve yanından ayrılıp aşağıya inerek arabaya geçti. Herkes ona merakla bakarken, yerine bindi ve nefes nefese cevap vermeye çalıştı.

''Ayh, Shila'yı uyutmakta zorlandım kusura bakmayın. Anca uyudu, ben de en hızlı şekilde gelmeye çalıştım. Çok beklettim, hepinizden özür dilerim millet.'' Dedi.

Herkes anlayışla baktı ve gülümsedi. Araba da herkesin keyfi son derece yerindeydi ve kimse onun anneliğin getirdiği gecikmesini sorun etmedi. Hep beraber çiftlikten ayrıldılar ve merkeze, Maharastra'ya doğru yola koyuldular. Issız yollarda ilerlerken, son ses müzik açan kızlar, yerlerinde dans ederek coşarken, erkeklerde onlara eşlik ettiler. Yeniden üniversite zamanlarındaki gibi ekip toplanmıştı ve çılgınlık yapıyorlardı. Eski günlerdeki gibiydiler yine. Merkeze yaklaşırlarken, polis merkezinin önünden geçtiklerinde, Arishfa bir an durgunlaştı ve merkezi gözden kaybolana kadar izledi. Ekip onun halini fark edince, Vicky onun omzuna kolunu attı ve gülerek baktı.

''Bak sevgili kız kardeş, bu gece somurtmak yasak, üzüntü ve keder de yasak. Bir gram bile görürsem, fena kavga ederiz ona göre. Benden günah gider yani. Şimdi gül bakayım bir göreyim.''Dedi.

Arishfa gülerek onun kolunu omzundan çekerken, gözlerini devirdi ve omzundan parmak uçlarıyla Vicky'i itip deli seni der gibi baktı.

''Off Vicky git başımdan yaa. Gıcık mısın sen ya?''Dedi gülerek. Aadhya kahkaha atarak ikisini izlerken, Vicky'e sinsice göz kırptı ve uğraşmasını devam ettirmesini işaret etti.

''Aaa ama, insan kardeşinin kolunu atıp, omzundan iter mi yaa? Bak yaa, pis.''Dedi. Aadhya ve Farhan katıla katıla gülerken, Arishfa üçüne de gözlerini kısarak pis pis bakmıştı.

''Sizi var ya...Siz üçünüz bir olup bana oynuyorsunuz anlamıyorum sanmayın, gidin başımdan be deliler!'' Dedi.Herkes kakır kakır gülüşürken, Sunaina atıldı bu defa söze.

''Ama şimdi, içimiz de en uygun kişi sensin kuzum ne yapalım yani. Aşkından tütüyorsun artık. Rahuuul! Neredesin ey Rahuuul!! Gel de söndür şu kızı ah Rahuul!! Deyip gür bir kahkaha attı incecik cartlak sesiyle. Herkes gülmekten kırılırken, Arishfa uzanıp ona eliyle hafifçe vurdu ve öldürecek gibi bakarak parmağını salladı.

''Siz var ya siz, çok fenasınız. Sunaina'da mı ya, Cidden mi?'' Dedi komik bir kızgınlıkla. Herkes katıla katıla gülerken, Saqip aldı bu defa sazı eline.

''Arishfa, sen tepki verdikçe devam edecek bunlar, sal gitsin, gül geç, etkilenme bak nasıl zevk almayıp bırakacaklar peşini, dinle beni.'' Dedi.

Hepsi araba da gülüp söyleyerek ilerlediler ve merkeze girdiklerinde, bir markette durup, bira ve atıştırmalık alarak deniz kenarı bir yere ilerlediler. Arabayı sakin,denize nazır bir yere çekip, radyoyu fullediler, bir kaç sandalye çıkarıp kimisi sandalyelere, kimisi arabanın üzerine oturarak yerleşip birer bira açtılar. Arishfa birasından bir yudum alıp elini kaldırdı.

''IIım millet!?''Dedi hepsinin dikkatini çekmek için. Herkes merakla ona döndü ve keyifle baktılar.

''Ne oldu bee?'' Dedi Saqip moda girmiş halde. Arishfa ona baktı ardından herkeste göz gezdirip birasından bir yudum daha aldı.

''Ihm, ya ben Shila'ya söz verdim, gelirken çikolata dondurma alacağım dedim, ne olur hatırlatın bana dönüşte almazsam, yarın hepimizi canımızdan bezdirir.''Dedi Vicky göz devirip pislik bir kıkırtıyla baktı.

''Hay nereden doğurdun sen de bu veledi be kızım? Birde Eric gibi bir pislikten ya, şart mıydı yani? Amma yaptın yani Ari.'' Dedi. Arishfa zorlukta yutkunarak ona baktı ve gözlerini belertip elindeki kapağı kafasına attı.

''Çocuğum lan o benim, düzgün konuş! Ayrıca ne Eric'i be? Ondan çocuk doğuracağıma ölürüm daha iyi!!'' Dedi sinirle ters bakışlar atarak. O anda Aadhya ve Farhan hariç herkes şaşkınca biralarından birer yudum aldılar ve zorlanarak yutkunup, gözlerini Arishfa'ya diktiler. Sunaina elinde fıstıkla şaşkınca ağzına götürürken, Saqib'in şok içinde dürtmesiyle irkildi ve Arishfa'ya gözlerini kısarak baktı.

''Ari, Shila'nın babası Eric değilse....'' Dedi ve tahminiyle beraber susarak inanmakta zorlanan bir ifadeyle baktı Arishfa'ya.

Arishfa birasından bir yudum alıp seslice yuttu ve Aadhya ile Farhan'a baktı yardım isteyen bir ifadeyle. İkisi de omuz silkerek söylemesi gerektiğini işaret ederken, diğerleri merakla ve ilgiyle onları izliyordu. Arishfa omuzlarını dikleştirip derin bir nefes alıp verdikten sonra, elinde şişeyle diğerlerine döndü.

''Tamam, söyleyeceğim. Ama abartmak, saçma sapan yorumlar yapmak yok oldu mu? Çünkü gidip söyle söyleyeceksiniz biliyorum, ama henüz değil. Daha biz bile aynı ortamda bir araya gelemedik. Çocuğu nasıl bir anda söyleyeyim? Bir yolu yordamı var her şeyin. Ve ben zaten bütün her şeyi düşündüm. '' Dedi.

Giggly kaşlarını çatarak dikkat kesildi Arishfa'nın kelimelerinin ardından. Sunaina ile bakışıp tekrar Arishfa'ya döndü ve parmağını kaldırdı.

''Ari, babası hepimizin tanıdığı biri değil mi? Hem de baya.''Dedi Giggly dedektif edasyla sorusunu yöneltirken. Arishfa ona kırık bir gülümseme ile bakıp başıyla onayladı.

''Evet Giggly, onu hepiniz yıllardır tanıyorsunuz. O bizlerden biri. Yani biriydi. O, yani Shila'nın babası....''Dedi dudaklarını ıslattı, bir nefes daha alıp verdi ve devam etti.'' Shila'nın babası Rahul.'' Dedi tek solukta. Giggly, Saqib, Vicky ve Sunaina gözleri pörtlemiş halde ona şok içinde bakarken, Vicky birasını püskürtmüş, Saqib'inki de bir anda köpürüp taşmıştı. Sunaina elindeki fıstığı ağzı beş karış açık halde düşürürken, Giggly elini ağzına çat diye kapatmıştı. Arishfa hepsine endişeyle bakarken, Aadhya ve Farhan zorlukla gülmelerini yutuyorlardı.

''Tamam sakin olun ya, evet doğru duydunuz, babası Rahul. Shila'da biliyor. Ari söylemiş biz almaya gitmeden önce. Her şeyi artık öğrendiniz. Ama gerçek şu ki, karar Arishfa'ya ait. Bizlerin pek bir söz hakkı yok millet. Şimdi şokunuz bittiyse lütfen devam edebilir miyiz?''Dedi Farhan.

"Farhan, bu basit bir konu değil. Ortada bir çocuk var, Rahul'ünse dünyadan haberi yok. Bilmesi gerek bilmem farkında mısınız?" Dedi Giggly.

Farhan durumun farkındaydı ve Giggly'nin haklı olduğunu da biliyordu. Fakat bu konuda karar Arishfa'ya aitti. Çünkü, Shila onun çocuğuydu. Kimsenin o yüzden çok fazla bir söz hakkı yoktu. Ki Saqib'te bunu destekliyordu.

"Farhan her şeyin farkında, herkes herşeyin farkında. Ama Giggly'de haklı. Çocuk mevzu bahis yani. Babası bilmeli. Ama tabii, karar Arishfa'ya ait. Sonuçta , çocuk onun çocuğu. Söz hakkımız pekte yok." Dedi sakince ve mantıklı bir şekilde.

Sunaina düşünceli bir şekilde parmağını sallayarak, katıldığını gösteren bir hareket yaptı Saqib'e. Ardından Farhan'a döndü.

"Saqib'e katılıyorum, ama Saqib'in dediği de doğru, Farhan'da haklı. Yani konu iki ucu nokta nokta değnek arkadaşlar. Herkes haklı, ama hiç kimsenin de haddi değil. Buyurun cenaze namazına." Dedi. Ardından Vicky sessizce birasından bir yudum aldı ve Arishfa'ya baktı dikkatle süzerek.

" O halde söz sahibi olan sensin hadi söyle Arishfa, bu konu da ne yapmayı düşünüyorsun?" Dedi.

Arishfa birasından büyük bir yudum alıp, elinin dışıyla ağzını silerek başıyla onayladı. Aadhya onun boştaki elini tuttu ve destek verir bir gülümseme ile baktı. Arishfa onun elini sıktı ve Vicky'e döndü yeniden.

"Öncelikle, ilk planım işime geri dönmek, sonra da bir ekip kurmak. Bu mücadeleyi kazanmak istiyorsam, iyi bir ekibe ihtiyacım olacak. kanıt toplamak, sırları öğrenmek ve Union Carbide'ın yönetim üyelerinin arasına sızıp, Anderson'larla ilgili bilgi toplamak için, sağlam ve yasal olarak sorun yaşatmayacak gizli bir ekibe ihtiyacım olacak." Dedi gözlerinde yanan intikam ateşiyle karanlık denize sakince bakarak. Artık tek istediği intikamdı ve bu gece bunu net bir şekilde tutkuyla hissederek ortama geri döndü ve ekiple güle söyleye içmeye devam etti.

Gecenin ilerleyen saatlerinde açık bir market bulup Shila'nın istediklerini aldıktan sonra, hepsi sarhoş halde eve döndüler. Herkes birer birer dağılıp uykuya geçerken, Arishfa yatakta oturmuş, karanlıkta düşünce denizinde kaybolmuştu. Dışarıdan giren gecenin sarı ışıkları yarım yamalak yüzüne çarparken, gözü tanıdık bir şeyin silueti takıldı. Karşı da, dolabın altında duran o tanıdık şeye dalgın dalgın baktı bir süre. Sonra kaşlarını çattı ve yerinden usulca kalkıp siluete gidip diz çöktü ve dolabın altına eğilip baktı. Baktığı anda gördüğü şeyin ne olduğunu tanımasıyla, derin titreyen bir nefes aldı ve verirken, elleriyle uzanıp o şeyi dolabın altından çıkardı.

Odaya sızan sarı renkli loş sokak lambası ışığında, elleriyle tuttuğu şeyin üstündeki baskı resmi seçti yarım yamalak. Bu ahşap bir kutuydu ve kapağında, tam ortada duran altın rengi mandala olan kırmızı etnik bir halı resmi baskısı vardı.

   Ve bu baskıyı çok iyi tanımıştı

Ve bu baskıyı çok iyi tanımıştı. Gözleri buğulanırken, üzeri toz tutmuş kutuyu iyice önüne çekti ve eliyle tozları silkemeye başladı. Yapabildiği kadar tozlardan kurtulduktan sonra, baskıda elini gezdirdi usulca. Yaşlar gözlerine hücum etmek için iradesiyle savaşırken, bu mandalalı halı baskılı ahşap kutuyu iki yandan sıkıca kavradı ve sokak lambasının daha iyi yansıdığı odanın ortasındaki yuvarlak kilime geçip oturdu. Kızı yanı başında yatakta uyurken, o sarı sokak lambasının yarım yamalak ışığı altnda, yatakla çalışma masası arasında, yerde odanın ortasında oturmuş, yüreği acıyla kıvranarak ellerinin arasında duran ahşap kutuya baktı. Başını kaldırarak gözlerini kırpıştırdı ve derin bir iç çekip, kutunun kilit yuvasına baktı. Hala aynı şekilde, küçük bir asma kilit takılmış şekilde kilitli duruyordu. Anahtarı nereye koyduğunu hatırlamaya çalıştı. Odada hep, tek bir yere saklardı. Gitmeden önce, en son yine oraya saklamış olmalıydı. İyide neresiydi ki orası? Hafıza sarayına girdi ve çekmecelenmiş anıların arasında, anahtara dair görüntülerin olduğu kayıtları aramaya başladı.

Bunu yaparken bir yandan gözlerini odada gezdirmeye başladı. İlk önce yatağın dibindeki makyaj masası takıldı gözlerine ama hayır orayla ilgili hiç bir şey anımsamıyordu. Devam etti, giysi dolabı? Bir kez daha hayır, komodin, belki? Çekmeceler mi? Sanmıyordu. Bir süre ikilem yaşadıktan sonra kitaplığa çevirdi gözlerini, tek tek kalın kalın, cilt cilt kitapların olduğu raflarda gezdirdi gözlerini. Üç raf, ve kütlerle, cinayet romanlarıyla dolu kitaplarla doluydu her biri. Zamanında hepsini defalarca kez okumuştu. Biri hariç. Tam ortada, kahverengi deri kaplı bir cilt ilişti gözüne. Onun kitap olduğunu hatırlayamıyordu. Okumamıştı onu. Gözlerini kısıp düşündü. O bir kitap değildi! Tabii ya, içi kutu olan kitap tasarımlı bir saklama kutusuydu. Anahtarı oraya saklamıştı. Hafıza sarayındaki önünde durduğu çekmece den bir dosya aldı ve açtı. Evet hatırlıyordu. America'ya gidişinden bir hafta önce, son kez kutuya bakmıştı. Gündüz saatleriydi, odaya güneş ışığı giriyordu, kutuyu kilitleyip dolabın altına kaldırmış, ardndan kalpli demir anahtarını da kitaplıktaki o kutuya saklamıştı. Sonra da... Sonra da Rahul ile buluşmuşlardı. Son mutlu günlerini yaşadıkları buluşmalarından biriydi. Kalbi sızlayarak hafıza sarayından çıkıp, sokak lambasının yarım yamalak ışığının yansıdığı odasına döndü ve nemli gözlerini eliyle kurulayıp kitaplığa gitti. Kutuyu aldı ve içini açıp kalpli demir anahtarı avcunun içine alıp sıktı. Burnundan titrek bir nefes çekti ve içinde tutarak, kutuyu rafa geri yerleştirip, geri yerine döndü. Ahşap kutuyu iki kenarından tutup nefesini verdi ve kendini hazırlayıp, anahtarı, asma kilide sokup usulca çevirdi. Klink sesi eşliğinde açılan kilidi sessizce halkalardan çıkardı ve kenara koyduktan sonra, kapağın iki yanından tutarak, anılarla karşılaşmaya kendini bir kez daha hazırlayarak kaldırdı ve kapağı usulca geriye bıraktı. Kutu açıldığında, içinden tanıdık, yumuşak ve tatlı bir koku yayıldı. Bu kokuyu tanımıştı. İlk ay dönümlerinde Rahul'ün hediye ettiği, ama asla kullanmaya kıyamadığı parfümdü bu. Elini kutuya uzatıp şişeyi el yordamı bulup aldı ve kaldırıp yüzüne yaklaştırdı. Etiketinde elini gezdirip şişeyi öperken, o günü düşündü....

                                                                                                  *****

Sekiz yıl önce...

Bahardı, hava güneşli ve sıcaktı. Arishfa odasında, boy aynasının karşısında, en güzel şekilde hazırlanıyordu. Morlu, mavili muhteşem şıklıkla ipek saten karışımı bir saree giyerken, heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibi geliyordu. Sareesini sarıp, örtünün kalan kısmını omzuna attı ve askılı, saten kumaştan, dekolteli mor bluzunu düzeltip, makyajın yaptı. En son saçına uyumlu renklerde bir çiçek taktı ve ayağına gümüş topuklu ayakkabı giyerek hazırlanmayı bitirdi. O anda da aşağıdan Rahul'ün arabasının kornasını duymasıyla heyecanla gülümseyerek sıçradı ve koşar adım aşağıya inip, hemen arabaya doğru gitti. Rahul, hayranlık ve aşk dolu bakışlarla arabadan indi ve bir kaç adım ileride karşısında duran Arishfa'yı baştan ayağa süzdü. Kalbi olabileceği en hızlı şekilde çarparken, yavaş adımlarla yanına gitti ve elinden tutup Arishfa'yı yavaşça döndürüp kendine çekti. Belinden sahiplenici şekilde tutarken, alnını onun alnına yasladı ve mutlulukla kocaman gülümseyerek gözlerine baktı, boştaki eliyle saçlarını arkasına aldıktan sonra, usulca dudaklarını boynunda gezdirerek kulağına ulaşıp fısıldadı.

''Her zamanki gibi, çok... ama çok güzelsin. Kalbime merhamet etmeniz için size yalvarıyorum Tanrıçam.'' Dedi. O anda Arishfa sessizce, hafif bir kıkırtyla gözlerine baktı ve elini uzatıp onun sakallarına koyup, parmağıyla gamzesini okşadı baygın bakışlarla. Ardından elini ilerletti, başının arkasına götürdü ve yumuşak bir şekilde kavradıktan sonra kulağına uzanıp nefesini vererek fısıldadı.

''Ya sen? Bu takımla, kalbimi delirtiyorsun Herom. Lütfen bu aşık kadınına biraz merhamet et.'' Dedi. Rahul hafifçe gülerek tek gözünü kapattı ve alt dudağını dişledi. Parmağıyla onun burnuna dokunup, dudaklarını dudaklarına değdirdi ve dudaklarıyla dudaklarını okşarken, nefesi usulca derinleşti ve hızlandı.

Arishfa, dudakları alev alarak, derin ve yetersiz nefesler alıp verirken gözlerini kapadı ve elleriyle Rahul'ün omuzlarından kavrayıp, öylece durarak ona teslim oldu. Rahul, dolgun ve yakıcı dudaklarını, onunkilere iyice bastırarak öpmeye başladığında, Arishfa onu omuzlarından kavrayarak kendine çekerek öpüşüne karşılık verdi.

İki aşık bir süre öpüşmüşlerdi dünyadan kopmuş halde. Sonrasında ayrıldılar ve birbirlerine kıkırdayarak bakıp, el ele tutuşup arabaya geçerek oradan ayrıldılar. Yol boyu Arishfa başı elinde, dirseği pencere pervazında, esen rüzgarla saçları uşuşarak, çalan müzik eşliğinde aralıksız baygın baygın Rahul'ü izlemişti. Rahul arabayı kullanırken, ona dönmüş ve gördüğü manzara karşısında, bütün iradesini kaybetmişti sanki.

Arishfa'nın güneş vurdukça, sıcak kıyılara vuran, üzerinde yakamozlar parlayan denizler gibi ışıldayan mas mavi gözlerinin etkisiyle, tüm kontrolünü yitirmişti sanki. Teslimiyet dolu bir gülümseme ile parmaklarının tersiyle yanağını okşadığında, Arishfa, gözlerini kapatıp, kedi gibi eline sokulmuştu gülümseyerek. Rahul'de o sırada gülümseyerek, çalan şarkıya eşlik etmeye başlamış, eli Arishfa'nın yanağında, gözleri, uçsuz bucaksız ferah denizlerinde, ona bakan aşk dolu gözleri izleyerek, yola devam etmişti.

''Un rêve...Je sais très bien que tu n'es rien qu'un joli rêve.Qui va passer et me laisser un peu de fièvre.Un souvenir à fleur de peau à fleur de lèvres... Un rêve....Que je voudrais pouvoir garder comme un sourire.Au fond du coeur pour le meilleur et pour le pire.Si le bateau de notre amour un jour chavire......C'est toi ma chance, c'est toi ma chanson,Ma vie qui danse dans un tourbillon.....C'est toi ma chance mon seul horizon,Toi la réponse à mes questions.''

                                                                                       ***

-(Şarkı: Ma Chance Et Ma Chanson. Şarkıcı: Julio İglesias, Türkçe çeviri halinde şarkı videosu: Bölümün başında)-

                                                                                      ***

Arishfa, Rahul'ün şarkıyı gözlerine bakarak söylemesini mest halde izlerken, elini usulca kaldırıp, onun yanağındaki eline doğru uzanan koluna koydu ve gözlerini bir kez daha yumup, yanağındaki Rahul'ün eline iyice sokuldu. Kalbi deli gibi bir hızla atarken, yol nasıl geçti gitti hiç anlamasa da, gözlerini açtığında, denize nazır, taştan örme duvarları olan, sessiz, sakin ve tatlı bir kulübenin önündelerdi. Şaşkın ve etkilenmiş halde başını çevirip kulübeyi izlerken, denizin hemen önünde uzana iskeleye usul usul çarpış seslerini duymasıyla, genişçe gülümseyerek gözlerini kapatıp açtı ve Rahul'e döndü.

''Rahul...burası rüya gibi sevgilim.'' Dedi alçak sesle. İçinde heyecan, mutluluk, aşk ve huzur duyguları karma karışık haldeydi ve bundan son derece mutluydu. Alt dudağını dişleyerek arabadan indi ve kapıyı kibarca kapatıp kulübeye bakarak kollarını açıp, gözlerini kapadı ve denizin kokusunu uzun uzun içine çekti. Rahul, şeker perisini adeta manzara karşısında kendini kaybetmek üzere bir halde, arabanın üstüne yaslanarak izlerken, Arishfa ona döndü ve elini uzattı.

Rahul gülümseyerek gidip sıkıca parmaklarını onunkilerden geçirerek elini tuttu ve beraber kulübeye girdiler. Gün batımını tam anlamıyla eve kadar sokan, dev pencerelerin dibine gittiler. Kızarmış güneş yavaş yavaş ufukta uykuya çekilirken, Rahul, arkasından Arishfa'ya sarıldı ve ellerini tutarak kollarını ona sardı. Arishfa, onun başının kendisininkine yaslandığını hissederek huzurla gülümsedi ve mayışmış gözlerle güneşin batışını izlemeye devam etti. Rahul ise, gün batımından çok onun gözlerine yansıyan parlayışını izlerken, boynuna minik, yumuşak öpücükler konduruyor ve kulağına fısıldıyordu.

''Bir gün, beraber, kendi evimizde, hergün bu anı izleyeceğiz. Beraber uyuyacağız, beraber uyanacağız ve her günü beraber sonlandıracağız. Sen gün batımını, ben de senin derin, ferah ve huzurlu mavilerini izliyor olacağım. Ve sonra, usulca sana sokulacağım ve dizine yatacağım. Saçlarımı okşarken, huzurla, en güzel rüyalarımı göreceğim. Her gün, her gece. Sen ben ve aşkımız baş başa olacağız güzeller güzeli, şeker perim.'' Dedi.

Arishfa, tamamen mayışarak bedenini tamamen Rahul'ün göğsüne bıraktı ve kocaman bir gülümseme ile gözlerini kapatarak huşu içinde bir iç çekti.

''Sen, ben, ve aşkımız, baş başa...'' Diye tekrarladı bu müthiş hayali kendisi de görerek. Rahul onun fısıldayarak tekrarlayışına haffiçe kıkırdadı ve yanağını okşayarak hafifçe öptü. Bir süre camın önünde öylece kalmışlardı. Sonrasında da, gece çökmüştü ve Rahul yanından usulca ayrılıp, ışıkları kapayarak, onun meraklı bakışları eşliğinde, tüm mumları yakmıştı.

Mumların arasına hazırlanmış akşam yemeği masasına doğru elinden tutup onu götürmüş, beraber gık demeden, gözleriyle konuşarak, el ele tutuşarak romantik bir yemek yemişlerdi. Ardından, Rahul yeniden masadan kalkmış, ve içeri gitmişti. Arishfa'da masanın yanında durmuş beklerken, çok geçmeden elinde kırmızı kurdeleli, siyah bir kutuyla gelip ona uzatmıştı. Arishfa mutlulukla bir kutuya, bir Rahul'e bakmış, ardından Rahul'e sıkıca sarılıp dudağından geriye doğru sarkar gibi tek koluyla boynuna sarılarak öpmüştü.

Öpücüğün etkisiyle daha da mayışan Rahul, şeker perisinin heyecanla kutuyu açışını izlemiş, Arishfa ise gördüğü şeyle sevinç ve şok arasında gidip gelerek ağzı açık halde ona bakmıştı.

''Bebeğim, gerçekten mi?'' Dedi. Rahul başıyla onaylarken, elini kutuya götürüp, içindeki pembe sıvı dolu cam şişeyi almış ve sevinçle bakmaya başlamıştı. Bu parfümü uzun zamandır almak için para biriktiriyordu ve marka bir parfüm olduğu için oldukça pahalıydı. Hayatında ilk kez bu kadar pahalı bir şeyi çok istemişti ve Rahul onun için gerçekleştirmişti. Gözleri dolarak kutuyu ve şişeyi masaya bıraktı ve kollarını boynuna sararak, tutkuyla uzun uzun öptü Rahul'ü. Rahul kollarını onun beline sararak kendine çekti ve gittikçe yükselen haz duygusuyla daha tutkulu öpmeye başladı Arishfa'yı.

Arishfa bu öpücükle gittikçe yükseldiğini hissederken, elleriyle Rahul'ün ceketini itmiş ve çıkarmıştı. Sonrasında da, el yordamı gömleğinin düğmelerini çözmeye başlarken, Rahul'de onun sareesini çekip almıştı omuzlarından. Eteği ve bluzu ile oldukça seksi bir halde Rahul'ü öperken, üstünü tamamen çıkarmıştı ve ellerini kollarının altından geçirip omuzlarını sıkıca tutarak Rahul'ün bedenini kendi bedenine adeta bastırarak, bir bacağını onun beline doğru sarmıştı.

Gittikçe daha hızlanarak öpüştükleri sırada, yatağa geçmişlerdi ve Arishfa ellerini onun altında hafif inlemelerle kıvranarak uzanırken, ellerini geniş sırtında ve sıcak teninde gezdiriyor, Rahul'de onun bluzunun askısını indirip, arkasındaki ipleri çözerek üstünü tamamen çıkararak, bluzu bir kenara atıp, Arishfa'ya daha da bedenini bastırarak sarıldıktan sonra boynundan öpmeye başlamıştı. Arishfa bir eliyle onun kafasını tutarken, bir eli sırtında, tırnaklarını hafif geçirerek bacaklarını dikmiş, başını geriye atarak, Rahul'ün boynundan, göğüslerine doğru inen öpücükleriyle hafifçe kıvranarak, derin nefes alıp vererek, inilteri eşliğinde alt dudağını dişleyip bırakarak, gözlerini kapatıp Rahul'e tam anlamıyla teslim olmuştu.

Kalbi, Rahul'ün her hareketiyle hızlanıyor, vücudu karıncalanarak geriliyordu. O gece Rahul'le ilk kez gerçekten, tam anlamıyla tutku dolu ve uzun bir birliktelik yaşamışlardı. O masa üstünde, kendini Rahul'e ilk defa, tamamen vermişti. Ruhuyla, bedeniyle, canıyla ve kanıyla. Tamamen ona ait olmanın tadını dibine kadar çıkarmıştı...

                                                                                             *****

Sekiz yıl sonra...

 

Şimdi, aynı odada oturmuş, elinde parfüm şişesiyle, yatağa yaslanarak o anıların verdiği acıyla sessizce ağlıyordu. Elini ters şekilde burnuna yaslamış, başını geriye atmış halde, hayatına isyan etme hissiyle boğulurken, Rahul'ü ne kadar özlediğini, tenine ve sıcağına nasılda hasret kaldığını daha da çok fark etti. Bu kutu artık güzel anılarla değil, geçmişin acı dolu anlarıyla doluydu. Bir zamanlar, en mutlu olduğu anlar, ona sadece acı veriyordu şimdi. Rahul'ü kaybetmek, bu anları bir daha yaşayamayacak olmak ve kızının babasıyla büyüyemeyecek olması, yüreğine ardı ardına hançer saplıyordu sanki. Gözlerini aralayıp tekrar kutuya baktı. Parfümü yan tarafına dikkatle koyup, kutuda ellerini gezdirirken, içine sakladığı en güzel anılarında gezdirdi gözlerini. Mektuplar, hediyeler ve bir müzik kutusuyla, özel bir kitap.Bütün bunlar, Rahul'den ona kalan son güzel şeylerdi. Saklayabildiği, elinde tutabildiği son dallarıydı. Kızı hariç tabii. O büyük aşkları nihayet meyvesini vermişti ama o güzel, yemyeşil ulu ağacın bundan haberi bile yoktu. Toprak, nasıl haber verebilir ağaca? Ey ağaç dallarına bak, birinde büyümekte olan o tatlı, sulu, ve taptaze meyvene bak, bak orada, senden bir parça büyümekte, yapraklarınla sar onu, güneş değmesin, suyunla besle onu, aman rüzgar düşüremesin. Güçlü, taptaze, tatlı mı tatlı, en güzel meyvendir o senin, ey ulu ağaç, dön, dön de bir bak diyebilir mi? Belki evet, belki de hayır. Cevabı sadece kaderi yazan o ilahi güçteydi ve Arishfa artık, zamanın ne getireceğini bekleyerek, kaderini kabullenerek, olacaklara göğüs gererek yaşamaya karar verdi. Çünkü, kaderle zaten yeterince mücadele etmişti, ve sonunda yine kendisi yenilmişti. Hem de en acı kayıplarla. Artık, kadere teslim olarak devam edecekti yoluna. Belki de olması gereken buydu en başta da. Kim bilir?.....

 

BÖLÜM SONU...

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%