Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Güzel Aşklar Diyarının Mahsun Kraliçesi

@bayanlamjarred9485

Farhan kırmızı kodlu kapısında acil müşaade yazılı tabelası olan odaya girdiği anda, gördüğü manzarayla eli ayağı boşalmaya hazır bir hale gelse de, renk vermeden arı gibi çalışan acil ekibine baktı. Ari, şiddetle titriyor, ter içinde ve kasılmış durumdaydı. Vücut seyirmeleri oldukça belirgindi ve çenesi neredeyse kilitlenme seviyesine gelmişti sıkmaktan. Salise düşünmeden ekip yumağının arasına daldı ve direk yatağın yanına geçip değerlerini kontrol etmeye başladı.

''Rapor!! Hastanın değerleri, son durumu!! Her şeyi anlatsın biri!!'' Diye gürledi küçük sayılan odada. Sesi duvarlara çarpıp çınlayarak odadakilere dönerken, herkes olduğu yerde sıçrayarak Farhan hocaya baktı. Farhan donup kalan acil ekibine gergin gergin bakarken, sonunda bir asistan bulundukları ana geri döndü ve hemen dosyayı açtı.

''Hocam, hasta yüksek ateş ve havale şikayetiyle bilinçsiz geldi. Saatlerdir uğraşıyoruz çözemedik, hala nöbet durumunda. Ciğerlerde ağır tahribat ve balgam dokusu var, bronşlar ve sinüsler tamamen dolu, nefes alımı zor, kasılmalar gittikçe çene kitlenmesine doğru ileriyor. '' Dedi tek nefeste yara bandı çeker gibi.

Farhan asistanı dinlerken Ari'nin nabzını kontrol etti, göz hassasiyetine baktı, ardından ciğerlerini dinleyip, hemen devam etti.

''Şimdi önce hastayı sola çevirin!! Ve, bana hemen diazem ve havale durdurucu ilaç hazırlayın!! Damardan diazem ve havale durdurucu gerek. Sonra aspiratörü hazırlayın!! solunum yollarını açacağız!!! Biriniz damardan ateş düşürücü serum taksın!! Çabuk!! Çabuk!! Çabuk!! Hadi!! Hadi!!'' Diye inletti bir kez daha odayı.

Kız asistanlar dedikleri ilaçları hazırlarken, kendisi de erkek asistanlarla Ari'yi dikkatle ve usulca sola çevirdi ve başının altında yumuşak bir yastık koydu. Kız asistanlardan biri aspiratörü getirip eline uzattığında, demir uçlu hortumu alıp Ari'nin ağzından soktu ve yanına çekilen ekranla, içeriye hortum ucunda gönderdiği kamerayla ciğerlere ilerledi. Tamamen uygun noktayı bulduğunda ciğerlerdeki balgam dokusunu ve solunum yollarını temizleyip açmaya başladı dikkatlice. O arada bir asistan bir genç Ari'ye damardan diazemi dikkatlice verdi ve ateş düşürücü serumu takıldı. Farhan solunum yollarını açarken, oldukça zorlansan da elinin tersiyle alnını silip devam etti. İlaçların etkisiyle yarım saat kadar bir süre sonra Ari'nin seğirmeleri ve kasılması hafiflemeye biraz olsun başlamıştı. Farhan onun durumunu da takip ederek, aspiratörü durdurdu ve göğsünü dinledi. Solunum biraz daha iyiye gidiyor gibiydi. Tekrar aspiratörü aldı ve bir on dakika daha devam etti. Ardından işlemi bitirip, burnuna oksijen hortumu yerleştirdi ve ter içinde ekibine döndü.

''Evet, nihayet kontrol altına aldık. Fakat bir şeyi merak ediyorum, bana ulaşana kadar, hastane de başka hiç mi doktor yok? Neden yeğenim bana yetişene kadar başka doktor bulmadınız çocuklar? Ya hasta beyin hasarı alsaydı? Sizin tedirginliğinizin ve seçimlerinizin bedelini hastalar ödemek zorunda değil. Biz doktoruz, duygularla değil, zekayla hayat kurtarırız. Eğer doktor olmak istiyorsanız, kendinizi kontrol etmek zorundasınız. Bu insanlar buraya iyileşmek için geliyor, duygularını paylaşmak için değil. Doktorluk denge mızrağınız olmadan ipte yürümek gibidir. Adımlarınızı mantığınızla atmalısınız, eğer düşerseniz, hasta ex olmuş demektir. Ve bu yalnızca sizin hatanızdır. Kendinize gelin, işinize odaklanın. Şimdi, hastayı odaya hazırlayabilirsiniz. Sürekli rapor istiyorum, en ufak değişimde bildirilecek bana. Anlaşıldı mı?''

Dedi sert ve komando vari bir bakış ve ses tonuyla. Asistanlardan saçları mavi renkte örülmüş olan irice bir kız utana sıkıla Farhan'a baktı ve ardından dosyasına sarılıp derin bir iç çekip anlatmaya başladı.

''Hocam denedik, ikisi ameliyatta, dördü acilde, ikisi vizite da kalan altısı da kongre de yurt dışında. Bir tek siz vardınız, sizi de uyandırmayı çok denedik her birimiz gelip çaldık kapıyı ama başaramadık özür dileriz.'' Dedi kız.

Farhan asistanı dinledikten sonra anlayışla dolu bir iç çekti ve başıyla onaylayıp hepsine tek tek baktıktan sonra odadan çıktı. Koridora çıkıp kapıyı arkasından çektiği anda yorgunca bir nefes verdi ve başını önüne atıp bir saniye durduğu olduğu yerde. Elleriyle yüzünü ovdu ve başını geriye atıp derin bir iç kerek yorgunluktan sürünerek odasına doğru gitti. Farhan asansöre bindiği sırada, Rahul'de Shila ile araba da Helen hanımın evine doğru ilerliyorlardı. Shila yorgunca pencereye kollarını koymuş, başını da kollarına yatırmış dışarıyı izlerken, Rahul dönüp ona baktı ve hoşuna giderek gülümsedikten sonra yola dönüp sakince yön değiştirdi. Shila yön değişince manzarasını kaybederek içeri döndü ve bakışlarını Rahul' e çevirdi. Bir süre emin olamasa da, sonunda dayanamadı ve içindekini söyleyiverdi.

''Senden bir şey isteyebilir miyim?'' Dedi tek seferde çekingen şekilde. Rahul dönüp ona baktı ve çekingenliğine hafifçe gülerek yolu kontrol ettikten sonra çevre yoluna girip tekrar sohbete dikkat kesildi.

''Benden çekinmene gerek yok tatlım, ne istiyorsan rahatça söyleyebilirsin.'' Dedi. Shila bu sözlerle gülümseyerek ona baktı ve vitesteki elini tutup bıraktı.

''Teşekkür ederim. Şey hastanedeyken anneme iyi bak olur mu? Lütfen yalnız bırakma. Ben de gidiyorum şimdi, çok üzülür annem.'' Dedi. Aslında bu bir yalvarıştı ve Rahul onun ifadesinden ve ses tonundan bunu net bir şekilde anlamıştı. Shila'ye şefkatle bakıp gülümsedi ve elini tutup sıktı.

''Merak etme sen. Ben ne demiştim sana hastane de, ben annenin herosuyum. Hangi hero ona ihtiyacı olanı yüz üstü bırakır? Marvel'a bak, Thanos'u bile yendiler ihtiyacı olanlar için, dünyamız için. Ben de öyle yapacağım, onu hiç yalnız bırakmayacağım, annen güvende sen güzelce dinlen, yarın ya da öbür gün seni alırım görmeye gelirsin tamam mı?'' Dedi tatlı tatlı.

Shila ona gözleri kapanmak üzere halde bakıp gülümsedikten sonra, başıyla uykulu şekilde onayladı. Bir süre öyle sessizce yola devam ettikleri sırada, Shila'nın başını yavaşça sağa düştü ve Rahul'ün koluna değdi. Rahul direksiyonu tutarken, dalgınlıkla kolunda hissettiği yumuşak sıcaklıkla başını çevirdiğinde, Shila'nın başı kendi kolunda öylece sızdığını gördü. İstemsiz sessizce gülmeye başlarken, sol eliyle usulca Shila'nın kafasını kaldırdı, dikeltti, ardından arabayı kenara çekip, Shila'yı ayaklarını kaldırıp, yavaşça vites koluna göre ayarlayarak dizine doğru yatırdı ve direksiyonu tekrar tutup yola geri döndü. Üzerine kot ceketini atıp küçük kıza son bir kez baktı ve eli tam saçlarına giderken, aklına gelen şeyle havada kalarak direksiyona geri döndü. Shila uzandığı yerde ona daha a sokulur gibi dönüp ayaklarını kendine topladığında, aslında gerçekten ne kadar da minik olduğunu fark etti. Daha bir avuçtu resmen. Minik, yeni doğmuş bir kuş yavrusundan farkı yoktu. Annesine muhtaç, minicik bir melekti sadece. Ama onu bu çocuğa karşı duvarlar örmeye iten babası olan adamdı. Hayatını mahveden o adam. Dünyasını paramparça eden o adam. Yüzü ciddileşip, acılarını yeniden anımsamasıyla gerilen Rahul şehirden çıkıp, kırsal yola girdiğinde derin bir iç çekti ve tekrar gözlerini dizinde yatan minik Shila'ya indirdi. Bu defa eli çekinerek, kararsızca da olsa saçlarına gitti ve avcunu başına saçlarına indirdi ve dokundu cesaret edip.

Yumuşacık, ipek gibiydi saçları. Daha henüz bir bebeğinki gibi tel tel ve incecik olsalarda, insanı hayran bırakan, yumuşacık, ipek gibi saçları vardı. Yüzüne yayılan yumuşak bir gülümseme ile elini saçlarında gezdirdi usulca. Parmağıyla perçemlerini yana götürdü hafifçe uyandırmamaya çalışarak. Shila, elleri başının altında, dizinde derin derin uyurken, upun uzun kirpiklerine baktı. Tıpkı Annesininkiler gibi yay gibi kıvrılan, ipeksi, tel tel uzun kirpiklerine. O anda dizinde yatan o minik kız,bir anda sari kurtisiyle, çikolata kahvesi sıcacık tonlu ipek saçlarıyla, uzun yay gibi kirpikleriyle beraber Arishfa'ya dönüştü. Bir zamanlar onun dizinde uyuduğu ana gitti. Oda Shila gibi elleri başının altında uyurdu. O da Shila gibi ayaklarını kendine çeker, küçücük kalırdı uyurken. Saçlarının rüzgarla yüzüne inişini hatırladı. Onunda saçlarını usulca uyandırmaktan korkarak çekmişti yüzünden. Onu izlerken yüzünde oluşan koca gülümsemeye engel olamamıştı. Bebekten farksız uyuyuşu, uyurken büzülüp minicik oluşu ve o saf masumiyetinin olduğu gibi gözler önüne serilmiş haline bilmem kaç bininci kez hayran olmuştu. Şimdi Shila'ya baktıkça o anları yaşamaya başlamıştı yeniden. Hem de saçlarından yayılan yasemin kokusuna kadar.

Yeniden, yıllar öncesinden ayrılıp arabaya döndüğünde, Shila yüzünü onun karnına çevirip, iyice sinmişti karnına doğru. ayaklarını iyice toplamış, tam bir soru işareti gibi olmuştu. İstemsiz haline gülerken, üstünden kaymış olan ceketini tekrar küçük kızın üstüne örttü ve eliyle saçlarını son kez okşayıp, istemsiz kendine engel olamayarak saçlarından yasemin kokusunu içine çekerek öptü, ardından bir an ne yaptığı konusunda kafası karışarak, elini kızın omzuna indirdi ve içinde yaşadığı çaresizlikle yola döndü ve tek eliyle direksiyonu çevirerek toprak yola girerken, ağzından bir fısıltı özgürlüğüne kavuştu.

'' Anneni o kadar hatırlatıyorsun ki bana...Benim kızım olman için her şeyimi verirdim.....Keşke....keşke, can düşmanım olan adamın kızı olmasaydın.....keşke sen benim olsaydın.'' Dedi içinde büyüyen keşkesiyle.

Kaşları bükülüp, yüzü hüzünlenirken, kızın tuttuğu omzunu okşadı baş parmağıyla uzun uzun. Yol boyu arada bir Shila'ya çaresizce bakarak helen hanımın evine doğru ilerledi ve çiftliğe vardığında, usulca döndü. Ani dönüş yaparak çocuğu ürküterek uyandırmak istemedi. Aadhya bahçe de masaya oturmuş dalgın dalgın elindeki telefonu çevirerek hala haber bekliyordu. Rahul yavaşladı, bahçe kapısını açan Akram abiye başıyla selam verdikten sonra, arabayla içeri girdi, arabayı usulca durdurdu ve el frenini Shila'yı rahatsız etmeden çekip, kızın başını dikkatle tutarak yan döndü ve arabadan inip, diğer kapıya giderek, Shila'yı diğer kapıdan dikkatle kucaklayıp, üstüne örttüğü ceketi tekrar güzelce örtüp, Aadhya'ya doğru yürüdü. Shila kollarında derin derin uyurken, bilinçsizce göğsüne sindi ve başını omzuna doğru yasladı. Rahul gülümseyerek ona baktı ve koluna sıkışan kuyruğunu kurtarıp tek eliyle çilekli tokasını düzelttikten sonra kızı tekrar dikkatle kavradı ve Aadhya'nın yanına gitti. Aadhya, sessizlik içinde oturmuş masada telefonu çevirirken, Rahul kucağında çocukla yanına durup ona alçak sesle seslendi.

''Aadhya, Aadhya.'' Dedi. Aadhya duyduğu alçak sesle söylenen adıyla dönüp yanına baktığında ufak bir şok yaşadı. Bir Rahul'e bir kucağında uyuyan ona iyice sinmiş Shila'ya baktı bir iki dakika. Baba kızın şimdiden bir bağ kurmuş olduklarına inanamadı. Shila tarafını tahmin edebiliyordu, ama bu bağ konusunda Rahul tarafı ne durumdaydı, işte onu pek kestiremiyordu maalesef. Sonunda telefonu masaya bıraktı ve kalkıp Rahul'e baktı dikkatle kafasını toplayarak.

''Rahul?'' Dedi. Sesi bir an yüksek çıkınca, Rahul tek eliyle sessiz olmasını işaret edip, çocuğu gösterdi ve eliyle sesini alçaltmasını söyledi.

''Bağırma be kızım, çocuk uyuyor görmüyor musun?'' Dedi Shila'ya bakarak. Shila anlık yüksek ses nedeniyle kıpırdanınca, hemen saçlarını okşadı ve uykusuna devam etmesi için sakinleştirmeye başladı. ''Şşş, tamaam, uyumaya devam şeker prensesi.'' dedi fsıltıyla çocuğun saçlarını okşayarak. Shila yeniden derin uykuya devam ederken bedeni gevşedi ve kendini Rahul'ün kollarında tamamen saldı. Kolları bacakları ve başı boşa düşerken, Aadhya ikisini içi giderek, mest olmuş bir gülümseme izliyordu inanamaz halde. Bu anı hiç bozası yoktu ama çocuğun yatırılması gerekiyordu, bu yüzden el mahkum araya girmek zorundaydı.

''Rahul, gel yatıralım çocuğu. Çok yorulmuş yavrum, şuraya bak kendini bilmez halde uyuyor resmen. Gel.'' Dedi fısıltıyla. Rahul başıyla onaylayıp sessizce Aadhya'nın ardından basamakları çıkıp verandaya geçti, ardından da sürgülü kapıdan içeri girip merdivenlere yöneldi. Ufak adımlarla, çocuğu sarsmamaya çalışarak ilerlerken, bir çocuğa, bir basamaklara bakarak yukarı çıktı ve ona merakla bakan Aadhya'ya her şey yolunda bakışı atıp koridorda takip etmeye devam etti. Koridor kısaldıkça, tanıdığı bu evdeki anıları canlandı kafasında. Ariyle bu merdivenleri teyzeden gizli çıktığı anlar, Ari'ye sürpriz yapmak için bu koridorda sessizce ilerlediği anlar, ve Ari' yi defasında, masal prensesi gibi uyurken, ya da odasında keyifle bir şeyler yaparken bulduğu anları. Şimdi, yıllar sonra bir kez daha bu koridorda onun odasına doğru ilerliyordu. Hemde kucağında Arishfa'sının kızıyla. Kendisinden olmasını dilediği ama olmayan kollarında uyuyan bu küçük melekle. Bu düşünceler içinde Shila'nın bebek yüzüne ve masumiyetine bakarken, Aadhya önünde durup odanın kapısını açtı ve açtığı anda içeriden tatlı bir yasemin kokusu vurdu Rahul'ün yüzüne. Aadhya bunu fark etmeden içeri girip kenara çekilirken, Rahul, dalgın dalgın anıların hücum etmesi eşliğinde, eşiği geçip odaya girdi ve kucağında çocukla, bir süre tam ortada durup etrafa bakındı.

Hala aynıydı. Sekiz yıla rağmen gram değişim yoktu. Yatağındaki papatya desenli pembe örtüsü, sarı winx clup yastığı, yeşil çimen baskılı çarşafı, yatağın baş tarafında, sağında duran demirden kitaplığı, okuduğu ve tutkunu olduğu, rafları dolduran kitapları, minik melek ve çocuksu bibloları, prensesli kumbarası, yatağın karşısında, pencere önünde duran bilgisayar masası, pembe çiçekli perdesi, yerde, ortaya serilmiş olan pembe tüylü paspası, hemen arkasında kalan açık renk ahşap iki kapatlı dolabı ve üstündeki sandıklarıyla odası hala aynı şekilde duruyordu. Bu odaya yıllar önce ne çok girerdi hatırlayamadı. Ari'yle o yatakta ne kadar uzanıp sarılmış, öpüşmüşlerdi. Beraber kitap okumuş, resim çizmişlerdi. Bazen de çılgın çılgın poz vererek resim çekilmişlerdi sarmaş dolaş. Bu pembe tüylü halıda uzanıp, tavandaki parlayan yıldızları, ışıkları söndürüp sarılarak az izlememişlerdi. Ve Ari o anlarda göğsünde uyumuştu her defasında ona can simidi gibi sarılarak.

Anıların içinde uçsuz bucaksız bir deniz gibi yüzerken, yüzünde gülümseme, gözlerinde biriken yaşlarla odayı süzdü biraz daha. Ardından derin, acı dolu bir iç çekip, çocuğu yatağa götürdü, ayakkabılarını çıkardı, elbisesinin eteğini düzeltti, saçlarını başının altından kurtardı, baş ucundaki lambayı yaktı, örtüyü dikkatle kaldırıp çocuğu yatırdı ve ceketi üstünden alıp çocuğun üstünü örtüyle güzelce örtüp, saçlarını okşadı ve yatağın kenarında, duvara yaslanmış olan peluşlara baktı. Onların hepsini, doğum günlerinde, sevgililer günlerinde ve dahasında kendisi almıştı Ari'ye. Hepsi hala ilk günkü gibi tertemiz ve bakımlı halde öylece duruyordu. Buruk bir gülümseme ile pembe ponny'i eline aldı ve okşayarak biraz baktıktan sonra, usulca Shila'nın kolunu kaldırıp araya koydu ve kolunu tekrar oyuncağın üstüne indirerek, minik kızın saçlarından usulca öptükten sonra geri çekildi ve bir an minik kızı izledi.

''Bir zamanlar anneni uykuya yatırırdım bu odada, şimdi sıra sen de. Artık bu odanın tatlı prensesi sensin. Bu oyuncaklara sarılıp uyuma sırası senin. Umarım, bu odada, bu oyuncaklarla, en güzel oyunlarını oynar, en güzel uykularını uyur, en güzel rüyalarını görürsün şeker prensesi Shila. Baban olmasam da, baban gibi her zaman burada olup, senin için yardıma hazır olacağım. İyi uykular, tatlı rüyalar sana.'' Dedi. fısıltı gibi tatlı, sıcacık bir sesle.

Aadhya, bir iki adım arkasında, dolabın önünde durmuş, parmakları dudaklarında, sessizce ağlayarak onları izliyordu. Gözlerinden akan yaşlara engel olamayan Aadhya, Rahul'ün içindeki istemsiz ortaya çıkan babalığını izledikçe baba kızın arasındaki bu sıcacık ilişkiye hayran olmuştu. Kalbi sıcacık olurken, burnunu çekti ve Rahul'e baktı içi sızlayarak. Babası olmadığını düşünmesine içi acımıştı. Belli ki içinde babası olduğuna inanmıyordu. Ama yine de içinde derinlerde, babası olabilmeyi istiyor ama olamadığı için içi acıyordu. Aadhya hepsini anlamıştı onları izlerken. Ve içinden ona bütün hikayeyi anlatmak geldi o anda. Bir anda ne biliyorsa hepsini anlatmak, Rahul'e onun kendi kızı olduğunu kanıtlamak, ikisini iyice yaklaştırmak, Rahul'ün içindeki keşkeyi ona tüm gerçekliğiyle yaşatmak istedi. Ama biliyordu ki bunu yapmaya hakkı da haddi de yoktu. Bunu yapması gereken tek kişi Ari'ydi. Bunu yapmak bir tek Ari'ye düşerdi. O yüzden sustu. Tüm bildiklerini yuttu ve Rahul'e uzattı elini.

''Rahul, ben aşağı iniyorum, geliyor musun? '' Dedi. Rahul ona döndü ve başıyla onaylayarak odadan çıkmakta olan Aadhya'nın peşinden gitti. Bu odaya yıllar sonra bir kez daha veda ederek baktı, çocuğa son kez baktı ve kapıyı ardından kapatıp, sanki o anılarındaki aşkından öldüğü Ari'yi arkasında bırakır gibi odayı arkasında bırakıp aşağıya indi. Aadhya salonda durmuş, derin bir nefes alarak kendini toparlarken, arkasından inmiş, bir an için durumu sorguladıktan sonra, Aadhya'ya bakmıştı.

''Aadhya, şey, Ari için bir kaç pijama ve lazım olacak şey alsam ben. Bir de kitap çizm defteri günlüğü neye ihtiyacı olacaksa sen bir çantaya hazırlar mısın?'' Dedi çekingence. Aadhya onun halini anlayarak omzuna hafifçe dokundu ve anlayışla gülümsedi.

''Merak etme sen, şimdi hazırlar gelirim. Bende geleceğim zaten. Meraktan öleceğim yoksa evde durdukça. Sen bekle tamam mı, ben hemen geliyorum.'' Dedi. Rahul onu başıyla onaylayıp, arkasından bakarken, istemsiz Aadhya'ya seslendi ve merdivenlerde durdurdu.

''Aadhya, yalnız dikkatli ol, ses yapma çanta falan hazırlarken, çocuk uyanmasın. Çok yoruldu hastane de zaten. Olur mu?''Dedi. Rahul ona anlayarak gülümsedi ve ardından verandaya çıktı. Korkuluk demirlerini tutup, beş dakika dan biraz uzun bir süre bekledikten sonra, Aadhya elinde el valizi ile yanına gelip omzuna elini koydu ve gülümseyerek baktı.

''Rahul, gidebiliriz.''Dedi. Rahul ona dönüp gülümsedi ve elindeki çantayı kibarca alıp eliyle önden gitmesini istedi. Aadhya kibarca gülümseyip önden hala çalışmakta olan arabaya giderken, Rahul saplarından kavradığı çantaya baktı ve içinde duran Ari'ye ait parçaları ve eşyaları düşünerek derin mi derin bir iç çekti. Aslında yalnız olsa, o çantayı açar

yol kenarına çektiği araba da, o kıyafetlere eşyalara bir bir dokunur, Ari'nin onlara sinmiş yasemin kokusunu uzun uzun içine çekerdi. Fakat bunu dışına gram bile belli etmeden çantayı arka koltuğa koyup, direksiyona geçti. Aadhya sol ön koltuğa geçip kemerini taktığında, Rahul arabayı geri vitese takıp tekrar yola çıkardı ve hızla hastaneye doğru gaza bastı.

Yol boyunca ne Aadhya, ne Rahul hiç bir şey söylemediler. Sessizlik içinde hastaneye vardıklarında, Rahul önce Aadhya'yı indirdi, ardından da arka koltuktan çantayı alıp hemen hastane binasına doğru ilerledi. Aadhya arkasından çantasını omzuna atarak ilerlerken, Rahyl çoktan hastane kapısından içeri girmişti bile. Aadhya onun böylesine hızlı şekikde gittiğini görünce istemsiz burukça gülümsemişti. Çünkü anlamıştı ki, Rahul dışına nefret ettiğini gösterse de, içinde Arishfa'yı hala deli divane seviyordu. Ve hala onun için deli gibi endişeleniyordu. Bunları düşünerek derin bir iç çekip, kafasını iki yana salladı ve kapıdan girerken sadece fısıldamakla yetindi.

''Aah Rahul ahh, şu inadın yok mu, aahh.'' Dedi. Sürgülü kapıdan geçip koridorda ilerlerken, ilk önce asansörle Farhan'ın odasına gitmeye karar verdi. Kocasını dün öğleden sonrasından beri görmemişti ve merak ediyordu. Koridor sonundaki asansöre gitti ve düğmeye basıp bekledi. Bu arada Rahul hemen Ari'nin müdahale edildiği odaya doğru gitti ve orada sadece bir hemşire kız buldu. Şaşkınca boş odaya bakarken, hemşire kız ona dikkatle baktı ve yanına yaklaştı.

''Bayım? İyi misiniz?'' Dedi hemşire yatağın bonesini değiştirip metal kolçaklarını silip sterilize ettikten sonra elinde kullan at bez ile. Rahul genç kıza bakıp sakinleşti ve yumuşak bir sesle yatağa işaret etti.

''Yo teşekkürler gayet iyiyim. Yalnız bir saat önce burada nöbet geçiren genç bir kadın vardı. Adı Arishfa Jaikonde, onu arıyorum da. '' Dedi. Hemşire ona anlayışla baktı ve kaşlarını çatıp kayıt bulabilmek için danışmaya gitmek için Rahul'ü yanına alıp odadan ayrıldı.

''Anladım, gelin benimle, danışmada dosyayı varsa buluruz, olmadı ilgilenen doktoru bulun o sizi yönlendirir.''Dedi kız tatlı bir şekilde önden yürürken. Rahul onu peşinden takip ederken, kız koridorun orta noktasında sol tarafta bulunan ve koridora bakan danışma masasına gitti ve masanın bir tarafını kaldırıp içeri girerek, arka tarafta ki odaya geçti. Bir süre ortada görünmedikten sonra, elinde siyah bir dosya ile geldi ve gülümseyerek Rahul'e baktı.

''İşte buldum, iki saat önce getirilmiş, ileri düzeyde zattüre kaynaklı, yüksek ateş sebebiyle epileptik şok teşhisi konulmuş ve girişini Doktor Farhan Banneki hoca bizzat yapmış. Vee.. Evet. Hanım efendi odaya alınmış.'' Dedi kız. Rahul kıza dikkatle dinleyerek bakarken, oda numarasını duyamayınca hemen merakla atıldı.

''Peki oda numarası nedir?'' Dedi hemen kıza. Hemşire onun merak ve ilgiyle soruşuna gülümsemekle karşılık verdi ve dosyaya tekrar baktı.

''Bakalım....Evet, 215 numaralı odada. Zattüre tedavisine başlanmış. Oksijen takviyesi de istenmiş.'' Dedi kız hemencecik dosyaya bakarak. Rahul kıza minnetle gülümsedi ve başıyla selam verdi.

''Çok teşekkürler. '' Dedi hemen koridorda ilerlemeye başlayarak. Hemşire kız arkasından rica edip sağlıklı günler dilese de çok dinlemedi ve hemen 215 numaralı odaya gitti. İki kat yukarıdaki koridora ulaştığında, derin bir iç çekti ve kendini toparlayıp, yüzüne yumuşak bir ifade yerleştirerek odaya ilerledi. Koridorun sonunda sağda bulunan odaya vardığında, kahve rengi ahşap kapıyı açtı ve içeri bir adım attı.

(Şarkıyı açarak okuyun)

Daha ilk adımından, oksijen verilen makinenin boğuk fıslamasını duyarak içi burkulsa da bunu belli etmemek için hiç ifadesini bozmadan odaya tamamen girdi ve yatakta bitkin halde uzanan Ari'ye baktı. Göğsü yavaşça inip kalkarken, gözleri kapalıydı ve altları siyah halkarla kaplanmış hale çökmüştü. Dudakları solmuş ve kurumuş, yüzü zayıflamıştı. O canlı pembe beyaz teni,şimdi sarımsı ve grimsi bir haldeydi. Üstünde hala terli olan tişört ve taytı vardı. Saçları parlaklığını kaybetmiş halde iki kat olan yastığına dökülmüş, sağ elinin üzerinden serum takılmıştı. Burnuna takılmış olan iki girişli oksijen hortumu, yatağın diğer yanındaki bir makineye ve tüpe bağlıydı. Onun hemen yanında da yatağın yukarısında ilaç dolu serum vardı. İçi acıyarak, midesine yumruk yiyerek zoraki bir adım attı ve bakışlarını yukarı kaldırıp dolan gözlerini kırpıştırarak sesli bir şekilde yutkunup ellerini beline koyduktan sonra, derin bir çekerek önüne eğilip nefesini saldı.

Ari yorgunca uyurken, yanına yaklaştı, çantayı yatağın yanında cam kenarında duran koltuğa bıraktı ve yatağa yaklaşıp kenarına oturduktan sonra, Ari'nin bacağının biraz ötesinde, öylece duran eline baktı. Elini usulca kaldırdı ve zaten çiçek gibi solmuş görünen Ari'yi daha da soldurmaktan korkarak elini çekingen şekilde uzatıp, elinin bir milim üzerine götürüp dokunmadan durdu. Gözlerini kapayıp başını aşağı eğdi ve yeniden hücum eden yaşlarını geri itmek için bir kez daha başını kaldırıp derin bir nefes alarak gözlerini kırpıştırdı. Ardından elini Ari'nin eline indirdi ve gözlerini kapatarak tuttuktan sonra eğildi, yüzüne yaklaştı ve terden yüzüne yapışmış saçını boştaki elinin parmağıyla çekip, o melek gibi yüzünün, solmuş ve bitkin haline baktı uzun uzun. Nefesi Ari'nin yüzüne çarparken, Ari uyku arasında kaşlarını kıpırdatarak derin bir nefes alıp verdi ve dudaklarından zor, nefesi tıkanık halde bir fısıltı çıktı.

''He..Ro...'' Solgun dudaklarından dökülen bu iki heceydi sadece. Rahul yüzünün çok yakınında olduğu için duyabilmişti. Ve duyduğu an sağ gözünden bir yaş süzülmüş ve gözlerini sıkarak yüzünden uzaklaşıp, elini sıkıca tutarak odanın boşluğuna bakarak toparlanmaya çalışmıştı. Biraz toparladıktan sonra tekrar Ari'ye dönüp yaklaşmış, solundan doğru boynuna hafifçe eğilerek gözlerini kapatıp koklamış, ardından saçından ince tutamı eline alıp sevmişti uzun uzun. Ari boynunda hissettiği sıcak nefesle uyku arasında kıpırdanıp, başını iyice sağa yatırmış, kuğu gibi boynu bir heykel traş eseri gibi ortaya çıkmıştı. Köprücük kemikleri en estetik duruşlarını sergilerken, omzuna doğru kaymış olan dekoltesiyle sanki hasta bir kadın değil de, sarayında uyuyan bir prenses gibi görünmüştü o an.

Saten nevresimlerin içinde, yakası pembe çiçek işlemeli beyaz tülden geceliği içinde, saçları dalga dalga çiçek desenli beyaz saten yastığına serilmiş, saçlarında araya iliştirilmiş minik incili zarif tacıyla, yatağının perdeleri arasından, uyurken izlediği bir prensesti o an Arishfa. Yanın yaklaştı, yatağa oturdu, yüzüne dökülmüş tellerini çekti ve prensesinin pembe aşkla onu çağıran dudaklarından usulca öpüyordu ki;

O soğuk iğrelti olduğu hastane odasına döndü ve dudaklarının neredeyse Arishfa'nın solgun ve kuru dudaklarıyla birleşmek üzere olduğunu fark etti. Gözlerini kapatıp yutkundu, sakinleşti, toparlandı ve buruk bir gülümseme ile Ari'nin bitkin yüzüne baktı. İki parmağıyla kadınının incelip çökmüş yanağını okşadı hafifçe. Ardından uzun kirpiklerine, yay gibi kaşlarına ve hokka gibi burnuna bakıp, burnunun ucuna usulca dokundu ve geri çekilip öylece yanında bir süre uyurken onu izleyerek oturdu.

İçinde ona karşı hem güçlü bir nefret vardı, hemde karşı koyamadığı ve yıllardır da bastıramadığı aşkı vardı. İki duygu içinde kılıçlarla bir savaşa girmiş haldeyken, düşünceleri de aynı anda karma karışık olmuştu. Neye inanacağını, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu artık bilemiyordu. İçinde hiç bir şeye cevap bulamıyordu. kalbi zorlanıyordu, sanki ikiye bölünmüştü. Bir yanı deli gibi nefret etmek isterken, diğer yarısı da bu aşka onu bağlamak için elinden geleni yapıyordu.

( Şarkıyı kapatabilirsiniz)

Daralmışlık duygusuyla derin bir nefes alıp verdi ve Ari'ye dönüp elini sıkarak baktı, ardından elini çekip, üstünü güzelce örttükten sonra kalktı ve çantadakileri dolaba yerleştirmeye başladı. Bütün kıyafetleri yerleştirdikten sonra, çantaya bir kez daha baktığında gördüğü şeyle gülümsedi ve koltuğa oturup çantadaki şeyi alıp, çantayı kenara koydu ve hüzünle elini gezdirdi üstünde kısa bir an.

Bunu Arishfa'ya son doğum gününde almıştı. Emily Brönte'nin Uğultulu Tepeleri'ydi. Arishfa'nın bıkmadan binlerce kez okuduğu kitabı. En sevdiği kitabıydı. Her türlü baskını almak için can attığı kitabı. Her dilde okumak için delirdiği kitabı. Gözleri dolarak kitabın kabartma deenli pembe gümüş arası tondaki kapağına baktı. Köşeleri yeşil renkte bir kurdeleyi anımsatır şekilde hat desenli çerçeveli, üst tarafında renksiz ama kanartmalı Emily Brönte yazısı, onun altında yeşil renkli yine kabartmalı italik Uğultulu yazısı ve onun altında da düz ama şık bir fontla yazılmış metalik pembe tepeler yazısı bulunan, beyaza çalan pembe tonlarında uçuk ve metalik duruşlu bir kapaktı.

  Köşeleri yeşil renkte bir kurdeleyi anımsatır şekilde hat desenli çerçeveli,  üst tarafında renksiz ama kanartmalı Emily Brönte yazısı, onun altında yeşil renkli yine kabartmalı italik Uğultulu  yazısı ve onun altında da düz ama şık bir fontla y...

Eli titreyerek kitaba baktı, hafifçe güldü ve sağ gözünden süzülen yaşa engel olmadan, kapağı kaldırıp ilk sayfaya ulaştı. Emily Brönte, Uğultulu tepeler yazıyor, onun altında da, sekiz yıl önce yazdığı not duruyordu. Her şeyiyle aynı kitaptı ama bir farkla, notun üstüne doğru gelecek şekilde, alt kısmına öpücük izi eklenmişti. Arishfa'nın dudaklarıyla mühürlenmişti notu. Parmaklarını o pembe rujdan yapılmış dudak izinde gezdirdi. O dudakların aşk ateşiyle yanışının yansımasını hissetti parmaklarında. Gülümsemesi genişlerken, eğilip tam dudak izinin üzerinden öptü usulca. Ardından notu okudu bir kez daha.

''Güzel aşklar diyarının mahsun kraliçesi, kraliçelerin en güzeli, en bebeksi olanı, hayatımın en derin anlamı, seni ne kadar sevdiğimi anlatmak için, hangi lisana baksam yeterli kelime bulamadım. Ama bil ki seni kendimden bile daha çok seviyorum. Damarım da atan nabzım, mavişlerin en huzur vereni, şekerlerin en şeker perisi, Tanrıçam benim, doğum günün kutlu olsun, ömrümüz hep beraber olsun. Canımdan canım olan kadın, sevgim, aşkım, tutkum, güvenim, huzurum, iyi ki varsın. Seni çok çok çok çok seviyorum. Sevgilin ve Hero'n.''

Notu okurken, üstünde belli belirsiz bir göz yaşı izi fark etti. O an anladı, Ari bu notu ilk kez okuduğunda mutluluktan ağlamıştı. Göz yaşına dokundu, öptü. Ardından kitabı kendine çekip sarıldı ve önsözünde bulunduğu giriş sayfalarını geçip, hikayenin başladığı sayfaya gelip ilk satırı okudu.

''İnsanlardan kaçan komşumu ve daha sonra başıma bir sürü iş açacak olan mal sahibimi ziyaretten yeni döndüm. Doğruyu söylemek gerekirse, oraları gerçekten güzel yerlerdi! İngiltere'de gürültüden bu kadar uzak başka bir yer daha olabileceğini hiç sanmıyorum. İnsanlardan kaçan, ya da nefret eden biri için adeta cennet gibi bir yerdi. Doğrusu bu yalnızlığı paylaşacak, Bay Heatcliffe'le benden daha uygun hiç kimse yoktur. Bay Heatchliffe çok sevimli bir adam. Atımın üstünde ona doğru yaklaşırken, simsiyah gözlerinin kuşkuyla kısıldığını fark ediyorum. Kendimi ona tanıtırken de, parmaklarını inatçı bir çekingenlikle, yeleğinin içine doğru kaçırdığını gördüğüm zaman. kendisine karşı nasıl bir yakınlık duyduğumun farkına bile varmadı sanırım.''

-( Emily Brönte/ Uğultulu Tepeler; 1. Sayfa.)-

İlk satırları okurken, kulaklarında Arishfa'nın ince, yumuşak ve ipeksi sesi yankılandı. Satırları bir bir onun sesiyle okudu. Onun okurken hayal ettiği sesiyle yankılandı cümleler beyninde. Onu o papatya desenli pembe örtülü yatağında uzanmış, elindeki kitabı okurken gördü gözleri satırlarda gezinirken. Yüzüne yayılan koca gülümseme ile gamzeleri tamamen belirginleşirken, arkasına yaslandı ve ayağını dizine doğru atarak kitabı okumaya devam etti. Okumaya devam ettikçe, her bir ilerlemesinde Ari gözünde canlanıyordu. Bu kitabı okuduğu anlardaki hallerini görüyor, okurkenki o tatlı yumuşacık, dingin, ince ve ipeksi sesini. Her kelime de kitaba ve kendisine hayranlık ve aşkla dolan sesiyle heyecanla okumaya devam ediyordu kitabını. İstemsiz kıkırdayarak sayfayı çevirirken, zamanın nasıl geçtiğini düşünmeyi bıraktı. Okudukça Ari'i görüyor, Ari'yi hissediyor ve Ari'yi duyuyordu. İçi ısındıkça ısınıyor, yüreği git gide mayışarak aşka doğru sürükleniyordu ve nefreti git gide savaşı kaybediyordu.

koltuğa uzandı, kırlenti başının altına koydu ve ayaklarını uzatıp okumaya devam etti. O kitabın içinde kaybolup, Ari'yle başka bir evrende hiç ayrılmamışçasına buluşurken, Aadhya, Farhan ile odada bir üst katta sohbet ediyor, Arishfa'nın durumunu öğreniyordu. Farhan'a endişe içinde baktı. Hem onun yorgunluğuna, hem de Arishfa'nın durumuna üzülürken resmen iki parçaya ayrılmıştı o an. Kendini toplayıp omuzlarını dikleştirdi ve koltuktan kalkıp, kocasının yanına gidip kucağına oturdu ve dudaklarından uzun uzun öpüp sıkıca sarıldı.

'' Nasıl yorulduysan, göz altların simsiyah olmuş, yanakların çökmüş, gözünün feri kalmamış birtanem benim can tanem.'' Dedi alçak sesle şakağınan öptü koklayarak. Her zaman erkeksi ve etkileyici olan parfümü ve vücut jeli kokusuyla kaplıydı yine kocası. Ne kadar yorulsa da asla kötü kokmazdı hayatının aşkı. Temizliğe takıntılıydı. İnsan her zaman temiz olmalı, temiz yaşamalı ve temiz kokmalıydı. Hep bunu söylerdi. Kocasına gülümseyerek baktı ve ellerini yanaklarına koyup alnından öptü. Farhan ona belinden sarılıp, onun melisa kokusunu içine çekerken gözlerini kapadı ve huzurla gülümsedi. İşte yorgunluğun en etkili ilacını almıştı ve şimdi tam anlamıyla dinçti yeniden. Gözlerinden birini açıp muzipçe Aadhya'sına baktı ve yanağından makas alarak öptü.

''Şimdi en etkili ilacımı aldım ama bak full dinç haldeyim. On hasta daha bakabilirim papatyam benim. Sen benim için mi endişelendin hım? Severim seni kadın, beni böyle sevme şımarırım sonra.'' Dedi kıkırdayarak. Bembeyaz dişleriyle, alt dudağının solu yine aşağı kaydı ve o mükemmel gülümsemesiyle baktı karısına. Aadhya kıkırdayarak onun dudağının kayan kısmını tutup sevdi ve öptü.

''Sevimli şebeğim benim. Severim, seviyorum, seveceğim. İşte o kadar. Kıyamıyorum sana ne yapabilirim, çok yoruluyorsun kuzum.'' Dedi kocasına göğsüne sokularak. Farhan gözleri kısılarak huzurla kıkırdadı ve kollarını karısına sarıp yanağını karısının saçlarına yasladı.

''Papatya karım benimi düşünüyor muş? Yerim seni ben kadın. İyiyim ben, alışığım hem, yıllardır yapıyorum bu işi. Bir iki güne bu halimden eser kalmaz merak etme bebeğim benim. Hem sen Arishfa'yı merak etmiyor musun hiç? Esas hasta olan o birtanem. Hasta yakını, hastaya değil doktora üzülüyor, dünya da bir ilk.'' Dedi Farhan yorgun halde gülerek.

Aadhya onun omzuna hafifçe vurdu ve gıcıklığına sinir olarak baktıktan sonra, esas konuya geri dönerek derin bir iç çekip dikeldi ve Farhan'ın dizinde oturarak endişeyle gözlerini Farhan'ınkilere dikti.

''İyi Hatırlattın. Nasıl oldu? Neyi varmış? Şuan ne durum da? Daha iyi mi?'' Dedi soruları hızlıca nefes almadan ardı ardına sıralayarak. Farhan bu sorulardan oluşan yaylım ateşine karşı güçlüce durduktan sonra gülerek karısına baktı ve saçlarını okşadı.

''Güzelim sakin ol. Şuan oksijen alarak uyuyor. Durumu stabil. Yalnız ciğerler çok kötü durumda, oksijeni iki dakika almayı bıraksa tıkanır. Öyle kötü yani. Bir süre hastane de kalacak. Teyzem de sabah mesaj atmış altı da, köye gitmiş. Haberin vardır. Bir akrabası, sanırım kuzeninin torunu evleniyormuş. Bir kaç gün olmayacakmış. ''Dedi Farhan.

Aadhya kaşlarını çatarak ona baktı ve doğru anlayıp anlamadığını bir süre düşündükten sonra, doğru anladığından emin olarak Farhan'a baktı.

''Bir dakika teyzem köye mi gitmiş? Nasıl ya? Haberim yok, ayrıca Ari bu durumdayken tam zamanı yaa.'' Dedi morali bozularak. Farhan ona anlayışla bakıp parmaklarından öptü ve çekip tekrar sarıldı.

''Maalesef kötü denk geldi. Daha da kötüsü bizim de oraya gitmemizi istiyor. Üstelik Wagmare amcalara da izin vermiş. '' Dedi karısının tepkisinden korkarak. Aadhya göğsünden çekilip kocaman gözlerle ona baktı ve inanamaz halde bir süre öylece kaldı.

''Yok artık, şaka yapıyorsun heralde, e bizde gideceksek, Ari ne olacak?'' Dedi Aadhya endişeyle. Farhan ona bakıp yüzünü ellerinin arasına aldı ve aklına gelen tek çözümü dile getirdi cesaretini toplayıp.

''Bu durumda yapabilecek tek kişi kalıyor.'' Dedi imalı bir bakışla. Aadhya onun bakışlarından kastettiği kişiyi anladığında gözleri daha da büyürken, Farhan'a ciddi olup olmadığını soran bir bakış almıştı ifadesi.

''Ciddi olamazsın. Rahul mü? Hayatta kabul etmez. Ari'den nefret ediyor biliyorsun. Çok kızgın. Mümkün değil. Cık.'' Dedi net bir şekilde. Aslında biliyordu, onunki nefret değil, kırgınlığının yangınının yansımasıydı dışına. Hala içinde Arishfa'yı çok seviyordu bunu fark etmişti ama yine de bunu dile getirmek istememişti. Farhan'ın kafasındaki planın sonuçlarından korktuğu için umutları daha yeşermeden yok olsun diye negatif karşılık vermeyi seçmişti. Farhan'da omuzları düşerek çaresizce ona bakıp başıyla onayladı ve dudaklarını sıkıp bıraktı.

''En azından denemedik demeyiz ha?'' Dedi bir umutla karısına. Aadhya onun gözlerindeki umutsuzca parlayan umudu görünce kıyamadı ve kafasıyla onayladı.

''Olur, bir deneyelim o zaman. Şuan burada zaten. Ari'nin yanında. Bugün çocuğu eve getirdiğinde çanta hazırlattı hastane için. Büyük ihtimal odadadır. Gidelim deneyelim madem.''Dedi çekingence alacakları sonuçtan içi ürpererek.

Beraber kalktılar, el ele tutuşarak odadan ayrılıp bir alt kata doğru yollandılar. Rahul, kitabı okurken, dayanamamış, Ari'nin yanına oturmuş, ayaklarını dikkatlice ayakkabılarını çıkarıp yanına uzatmış, yatağın başına yaslanmış, sesli şekilde Ari'ye en sevdiği kitabı okurken, gözlerinden süzülen yaşları silerek sızmıştı. Uzandığı yerde kaykılmış, sağ kolu Ari'nin başının üstünde yastıkta, başı Ari'nin başına yaslanmış halde öylece uyuyup kalmıştı. Kitap ters şekilde açık halde göğsünde kalırken, odada herkesten gizli hayatının aşkına sığınmıştı yine kalbi.

Aadhya ile Farhan koridorda el ele ilerleyip odaya yaklaşırken, arkalarından koridora girmiş olan Ruhi ikisini arkalarından el ele yürürken görünce gözleri dolarak elindeki dosyayı sıkmıştı. Dudaklarını kemirerek onların birbirlerine aşkla bakıp el ele sarmaş dolaş sohbet ederek yürümeleri içine oturmuştu. Aadhya henüz onun bu hastane de çalıştığını bilmese de, Ruhi biliyordu. Ve hatta bilerek bu hastaneye geçiş yapmıştı iki yıl önce. Çünkü onun için Farhan'ın elini tutan gözlerine bakan ve aşkla onunla sarmaş dolaş gülüşerek yürüyen kadın kendisi olmalıydı.Gerçek buydu onun için. Aadhya'nın haksızca bir anda hayatlarına girip elinden aldığı gerçek ve yaşanması gereken gelecek buydu. Aadhya'ya olan nefreti bir kat daha büyüdü içinde. Onun Farhan hayatında, kalbinde her anında olduğunu hatırladı. Bütün sinir uçlarına elektrik çarptı aynı anda sanki. Elleri karıncalanarak uyuştu ve ayakları güçsüzleşti. Nefesi hızlanırken, içinden gidip ona delicesine saldırma isteğiyle savaştı. En azından mesleğini kaybetmek istemiyordu. Hele de bu kadın yüzünden. Onu bari elinden almasına izin vermek istemiyordu. Bir kaç kere gözlerini sıkıp açtı ve derin derin nefesler alıp vererek zorlanarak yutkundu ardı ardına. Bayılmak üzere bir halde, panik atak geçirir gibi bir durumdaydı. Gözleri ağlamak için göz yaşlarıyla dolup taşarken, bedenine oksijen yetmiyordu sanki. Aldığı nefes yeterli gelmiyordu. Daralıyordu, nefes alamıyordu ve beyni uyuşmaya başlıyordu git gide.Kalbi son hızla atarken, biraz gücünü toparlayıp arkasını döndü ve duvara yaslanıp en güçsüz haliyle ağlamaya başladı. İçinde derin bir yara daha açılmıştı onları öyle görünce. Ve vücudu artık buna tahammül edemiyordu. Dayanacak hali,gücü, takati kalmamıştı. Yıpranmıştı ve artık hak ettiği gibi Farhan'la mutlu olduğu o günleri yaşamak istiyordu sadece. Bu onun hakkıydı ona göre. En büyük ve en doğal hakkıydı. Farhan en başından onun olmalıydı. Aadhya'nın onu almaya hakkı yoktu ve hayatında olmaması gerekiyordu. kalbini tutarak nefes almaya çalışırken, arkadaşı İshita şans eseri asansörden indiği gibi onu hemen sağında duvara yapışmış halde bulunca panikle hemen yanına gitti.

''Ru- Ruhi! Ruhi ne oldu? Ruhi nefes al tamam, rahatla, yok bir şey kuzum. Gel benimle gel.'' Dedi hemen Ruhi'ye sarılıp oradan götürmeye çalışırken. Ruhi hala nefessiz kalmış gibi ağlayarak yanında ilerlerken, ona içi parçalanarak baktı ve gözleri dolarak sessizlik içinde Ruhi'yi hava alması için terasa götürüp eline bir sigara verdi ve yakarak içmesini istedi. Ruhi elleri zangır zangır titreyerek sigarayı ağzına götürüp bir fırt çekti ve kan çanağı gözlerle ağlayarak dışarıdaki manzaraya beyni işlevsiz kalmış gibi bakmaya başladı. Şuradan intihar etse, kendini atsa, Farhan ona koşar mıydı? Yapma diye yalvarır, onu sevdiğini fark eder miydi? Ona kollarını açar mıydı? Ona geri gelir miydi? Kafasında binlerce şey döndü. Çılgınca, vahşice ve dehşet verici binlerce soru ve senaryo. Hepsinde de sonunda hep Farhan'ın insanlık arkadaşlığına maruz kalmasıyla bitti hikaye. Gözlerini kapatıp, titreyen elinde sigara, diğer eli boğazında derin bir nefes aldı ağlayarak. Sonra yere oturup terasa bakan camlara yaslanıp öylece sigara içmeye devam etti olduğu yerde.

Ruhi, kıskançlık ve sinir karışımı bir kriz geçirirken, Farhan ve Aadhya odaya girmiş, sessizlik içindeki odaya kafalarını uzatmışlardı. Hiç bir tıkırtı duymadıklarında, meraklanarak içeri girdiklerinde, gördükleri manzara ile ikisi de oldukları yerde kalakalmışlardı. Şaşkınlıkla önce birbirlerine, sonra da yatakta yan yana uyuyan Rahul ve Arishfa'ya baktılar. Sessizce yaklaşıp ikisine daha yakından baktıklarında, Aadhya içi ısınarak gülümsedi kocaman. Farhan'da sessizce huzur içinde kıkırdarken Aadhya'ya göz kırptı ve koltuğa geçip oturdu. Aadhya'da ikiliye hiç dokunmadan Farhan'ın yanına geçti ve sessizce beraber oturup yıllardır bekledikleri tabloyu izlemeye başladılar.

Saatler geçip, gün kararıp yeniden aydınlanırken, Farhan ve Aadhya'da hastanede uyumuşlardı. Oldukları koltukta, oldukları halde sızmışlardı. Farhan erkenden uyanıp, hasta vizitesi yapıp geri döndüğünde Aadhya'da uyanmıştı ama sessizce oturmayı telefonlarında takılmayı seçmişlerdi. Bir iki saat geçtikten sonra, Ari uzandığı yerde kıpırdanıp ışıktan rahatsız olarak kaşlarını çattı ve gözlerini zorlanarak araladı.

İlaçların etkisi henüz geçtiği için, hala yorgun ve bitkindi hatta biraz da uyuşuktu. Burnundaki oksijen hortumu yüzünden kurumuş dudaklarını halsizce yalayarak ıslatarak diğer tarafına döndüğü anda, yanında uyuyan bedeni ve yüzü görmesiyle kalbine bir umut damlası düşmesi bir oldu. Yorgunca, hem şaşkın hemde içinde mutlulukla başını iyice çevirdi ve bu aşık olduğu yüzü izlemeye başladı. Dudakları bükülüp, gözleri dolarken, serumlu elini kaldırdı, halsizce uzattı ve parmaklarını usulca ve ürkekçe yanağına değdirdi. Parmaklarının ucunda tenini hissettiği anda içine dolan huzur ve güven duygusuyla gözlerini kapayıp sesli bir şekilde yutkundu ve gözlerini tekrar açıp aşık olduğu yüze kilitledi. O derin gamzelere, kocaman dudaklara, kirli çekici sakallara, düzgün erkeksi kaşlara, tatlı buruna ve uzun kirpikli o çekik anlamlı bakan bebeksi uyumakta olan kapalı gözlere. Ardından gözleri başka bir şeye kaydı. Sevdiğinin göğsünde ters halde duran açık olan kitaba. Heyecandan titreyen sol eliyle uzandı kitabı aldı ve okuduğunu anlayarak hangi sayfa da olduğuna baktı. Baya ilerlemişti. Daha da içini ısıtanıysa, yanı başında ona okumuştu. Hem de en sevdiği kitabı. Yıllar sonra, baş ucunda ona favori kitabını okumuştu uzun uzun. Yine halsizce kaldırdı serumlu elini, parmaklarıyla yanağını okşadı usulca ürkütmekten korkarak. Yaklaştı, boynuna doğru girdi, kokladı, yapabildiği kadar, hasta ciğerleri müsaade ettiğince koklayabildiği kadar kokladı. O hasret kaldığı erkeksi, güven veren ve aşk tüten kokusunu nefesi yettiğince içine çekti. Gözlerinden usulca iki damla yaş ip gibi süzülürken, eliyle güçsüz şekilde gri kısa kollu tişörtünün yakasından tuttu ve burnunu Rahul'ün boynuna doğru götürüp daha sokuldu göğsüne.

Aadhya ve Farhan sessizce içi acıyarak onu izlerlerken bir gözle de Rahul'ü takiptelerdi. Biraz daha uyumasını, Ari'nin biraz olsun ona doymaya çalışmasınai ona olan hasretini gidermeye çalışmasına fırsat bulmasını diliyorlardı içlerinden. Ari ise onları fark etmemiş halde gözlerini kaldırdı ve hüzünle Rahul'ün çenesinden doğru yüzüne bakıp, özlemle derin bir iç çekerek fısıldadı.

''Hero'm...'' Dedi bitkin bir fısıltıyla. ''Hero'm sana ne kadar hasretim bir bilsen, yüreğim nasıl senin bir bakışına bile aç bir bilsen, hala sana nasıl kuş gibi çırpınıyor bir duysan. Seni sevmekten bitip tükenişini bir görsen, bir hissetsen. Benim yaralı kaplanım, bıraksan, sarsam yaralarını. Bana örmesen şu aşılmaz duvarlarını. İzin versen sana ulaşmama. Ne olurdu sanki Hero'm.'' Diye fısıldadı sesi titreyerek.

Gözlerinden yaşlar ip gibi süzülürken, Alnında hissettiği yutkunmayla o anda anlamıştı Rahul'ün çoktan uyandığını. Fakat kılını bile kıpırdatmamıştı. Nedenini anlamasa da, Ari'den uzaklaşmamış, uyandığını bile belli etmemişti. Öylece uyuyor gibi yaparak uzanmaya devam etmişti. Gözleri kapalı, pozisyonu aynı, Ari göğsünde, öylece uzanırken, ikinci kez yutkundu belirgin bir şekilde. Ari o anda göğsünde heyecanla sinmiş dururken, gözleri açık tişörtüne kilitlenmiş, nefesi hızlanmıştı. Ciğerleri gittikçe bu hızlanan nefesine yetişemezken, öksürükleri de ufaktan onu etkilemeye başlamıştı. Rahul'ün göğsün de henüz aşırı olmasa da derin derin öksürürken, Rahul hala aynı halde o öksürükleri içi acıyarak dinliyordu.

Ari sırt üstü uzanıp başını diğer tarafa çevirip, ciğerlerinin ta dibinden harıl harıl öksürürken, ciğerlerine batarlar girmeye başlamasıyla göğsünü yukarı itip gözlerini sıkmıştı. Her öksürükte batarın şiddeti artıp, ciğerlerine kramp girerken, gözlerinden yaşlar süzülerek inlemeye başlamıştı. Göğsü hava da yatağı sıkarak öksürürken, arada bir durmayı deneyip nefes almayı deniyor, her nefes çekişinde ciğerleri kopuyordu artık sanki. Gözlerinden yaşlar oluk oluk akarken, ağrıdan bütün bedeni titremeye başlamıştı. En sonunda kendini tutamayarak ciğerlerine sancıyla kasıldı ve sesini kontrol edemeyerek yüksek sesle bağırır gibi inledi.

Rahul bu sesten sonra dayanamayarak gözlerini açtı ve Ari'nin uzandığı yerde göğsü havada kıvrandığını görünce panikle kalkıp oturdu ve gözleri dolarak Ari'yi kollarından tutup sakinleştirmeye çalıştı.

''Ari! Ari! Bana bak Ari! Geçti tamam, nefes al, hadi güzelim. Gözlerime bak, bir şey yok tamam mı? Sadece öksürük. Ciğerlerin tıkanık bu yüzden böyle oluyor, korkma bana odaklan ve burnundan sakince nefes alıp vermeyi dene hadi güzelim.''Dedi sakin kalmaya çalışarak.

Ari zorlanarak başıyla ret ettikten sonra, konuşmaya çalışarak ağzını açtı ama öksürük krizinden dolayı başaramadı. Rahul içinde iyice paniğe kapılarak oksijen makinesine baktı. Nasıl attırılacağını bilmemesine bir küfür salladı içinden. Ari boğulur gibi nefes alma mücadelesi verirken, sonunda Farhan kalkıp hemen makineden ayarı biraz yükseltti. Rahul o anda onun orada olduğunu görünce sinirle ona baktı ama şuan derdi Ari'ydi ve Farhan'la uğraşmayı hiç umursamıyordu. Ari ise burnundan aldığı oksijen artarken, Rahul'ün kollarına ellerini koydu ve kendini çekerek doğrulmaya çalıştı. Rahul ona yardım edip yavaşça bedenini kaldırdı ve koluyla belinden destek yapıp, sabit durmasını sağladıktan sonra, hala öksürükleri devam eden Ari'ye baktı. Ari öksürükleri arasından bir kez daha konuşmaya çalıştı. Ve çat pat, kesik kesik derdini anlatmayı denedi.

''Ra-öksürük- Rahul- öksürük- S- öksürük- Su-'' Diyebildi gücü yettiği kadar. Rahul onu anladığı anda hemen komodine uzanmaya çalıştı ama uzanınca koluda hareket ettiği için Ari'nin dengesi kaçtığı için yapamayarak öylece çare ararken, Aadhya kalkıp hemen bardağa su koyup Rahul'e verdi. Rahul telaşla alıp, hiç Aadhya'yı umursamadan suyu Ari'nin dudaklarına götürdü.

''Tamam güzelim suyun burada, yavaş yavaş, yudum yudum tamam mı? Şimdi bir yudum al, bekle, tamam biraz soluklan, biliyorum acıyor, ama öksürüğün yavaşlamaya başladı bak, hadi şimdi bir yudum daha güzelim. Aferin işte benim güzelim, aferin.'' Diyerek yudum yudum bekleterek içirdi suyu Ari'ye.

Ari ona özlem, acı ve umutla karışık bakarken, bir yanı da beklentiye girmemesini haykırıyordu. Fakat Rahul'ün sekiz yıl sonra, yaşanan her şeyden sonra, elleriyle onu tutup su içirip sakinleştirmek için telaşlanmasını görmekte yüreğine felaket bir su serpmişti. Bir yanı hala bu aşkın canlı olduğuna yaşadığına o nefreti aşabileceğine inanmaya başlamıştı. Bir yanı ise ona acıdığını düşünerek böyle yaptığına inanmaya başlamıştı. Kafası karmakarışık halde sudan bir yudum daha aldıktan sonra, yükselen oksijeninde etkisiyle başını çekti ve sonunda öksürüğü iyice azalarak derin bir nefes aldı ve Rahul'e baktı gidip gelen duygu durum değişikliği içinde. Umutlanmalı mıyım? Yoksa bana acıdığını kabullenmeliyim? Sorularıyla gidip gelen duyguları gözlerine yansırken, Rahul ona parmaklarını yanağına koyup ateşine bakarak kontrol ediyordu telaş içinde. Ari sonunda onun elini tuttu ve durdurup sadece baktı.

''Neden?''Dedi bir anda kısılmış çıkmayan sesiyle. İstemsiz bir anda dökülmüşü dudaklarından. Rahul o anda durumu idrak ederek, elini çekmeye yeltenince Ari bırakmamıştı ve gözlerine bakmaya devam etmişti cevabını bekleyerek. Rahul ise, hiç şaşırtmayarak o beklenen odadaki herkesi hayal kırıklığına uğratan o cevabı vermişti.

'' Aadhya kimseye ulaşamayınca beni aradı. Seni hastaneye götürmek gerekiyormuş, benden rica etti. Ben de kaç yılın hukukuyla getirdim seni hastaneye. Zaten birazdan da gidicem. Şu krizin geçsin diye bekliyordum. Neyse, fazla kaldım zaten. Misha da merak etmiştir. Ben gideyim.'' Dedi geveleyip kaçış yolu arar gibi etrafına bakarak.

Ari'yi omuzlarından tutup yatağa geri yatırdıktan sonra, yüzüne hiç bakmadan yataktan kalktı ve bir adım atıyordu ki, Ari'nin elini sımsıkı tuttuğunu hissetti. Olduğu yerde kalırken, Ari'nin parmakları arasındaki parmaklarını kıvırmakla kıvırmamak arasında sınav verir gibi gidip gelirken, Ari uzandığı yerde ağlayarak ona bakıyordu. Gözlerini sıkıca kapatıp yutkundu, başını yukarı kaldırıp bir iç çekti ve Ari'nin ağladığını gösteren burnundan gelen nefes seslerini dinledi. Ari uzandığı yerde bedeni titreyerek, dudaklarını kilitlemiş, yalvaran bakışlarla gitmemesi için ağlarken, Rahul sırtı ona dönük, gözleri kıpkırmızı, dolu dolu ve kocaman açık halde ağlamamak için kendiyle savaş veriyordu. Ari parmaklarıyla güçsüzce onun parmaklarını daha sıkı tutunca, olduğu yerde kaldı, attığı adımı geri aldı ve yatağa tekrar oturup, derin bir iç çekerek Ari'ye dönüp, onun ıslak yüzüne ve kan çanağı gözlerine baktı.

Ari ona başıyla gitmemesi için yalvarırken, dudakları gram kıpırdamadan ağlamaya devam etti. Rahul ona sert olmaya çalışarak bakarken, iradesi zayıflayarak başını diğer tarafa çevirdiğinde Ari ağlamaktan iyice yok olmaya yüz tutmuş sesiyle onun kalbine seslendi.

''Bu haldeyken yapma ne olur. Nefes alamazken, yaşamdan tamamen koparma beni. Lütfen.'' Dedi bir umut çaresizlik içinde. Rahul seslice yutkunarak ağlamamak için direnirken, başıyla ona bakmadan onayladı ve Ari elini daha sıkı tuttu hemen. Rahul içinde sekiz yılın boşalımını yaşayarak göz yaşları içine şelale gibi akarken, Ari'ye bakamıyor, Ari ise onun halini tek göz kırpışısından anlayarak uzandığı yerde Tanrısına teşekkür ederek sessizce ağlıyordu. Aadhya ve Farhan ise sessizce onları izleyerek ağlarken, Rahul'ün inadına sinir olarak, Ari'ye içleri parçalanarak bu hikayenin sonunun ne olacağını kestiremiyorlardı.

Aynı anda bir oda içinde, dört üzgün insan... Biri kız kardeşi için çaresizlik içinde, biri kardeşim dediği adam ve kadın için bir şey yapamamanın çaresizliğinden sinir harbinde, diğer ikisi de biri inadın pençesinde, diğeri de duvarların ardında kalmış, sevdiğinin kalbine yeniden ulaşmak için çırpınışlarda. Dört kalp, dört acı, bir birine yürekten bağlı ailem diyerek bağlanmış dört insan, sancılarda bir aşk ve adaletsizliğe suskun kalmaya mecbur bir dostluk... Ve hiçbiri bu hikayenin sonuna cesaret edebilecek halde değil. Ve tek duaları, artık dördüne de huzurun uğraması, varsın şimdi onlar düşünsün bundan sonrasını....

BÖLÜM SONU....

 

Loading...
0%