@bayanlamjarred9485
|
Heloise ve Abelard' ı okudunuz mu hiç? Okumadıysanız, şöyle anlatayım o halde. 12. yüzyılda, Heloise ve Abelard neyse, bundan sekiz yıl önce, onunla bende öyleydik. Fakat bir farkla; Biz birer manastıra hapsedilmedik. O kendi kurduğu bensiz mutsuz dünyasına uçtu, ben ise, onun aşkında, saçlarından parmaklıkların ardında, kalbimin en derin boşluğunda, yapayalnız hapsedildim. Bu defa, iki aşık değil de, yalnız başına bir kara sevda hapsoldu bir çift ufku belirsiz okyanusvari göz uğrunda.... Elinde sıkıca tuttuğu siyah kahve fincanı ile, gözlüğünü indirdi, burun çatısını iki parmağı ile sıkıca tutup, yorgun gözlerini bir süre kapadı. Önünde açık duran, bem beyaz sayfalara bakarken, aklından geçen şeye engel olamadı bir an. Durdu ve dikkatle o temiz, bir tek nokta bile olmayan beyaz, ucu rüzgara teslim olmuş iki sayfaya baktı. Tıpkı sekiz yıl önce onların arasında doğan aşk gibiydi. Tertemiz, ve nelerle doldurulacağı belli olmayan bir sayfaydı onların aşkı da. Sonra, zehirli mürekkebe batırılmış bir kalem geldi, o tertemiz sayfaları karaladı, karaladı ve kirleterek o aşkı bir paçavradan farksız kıldı. Bu kadar kolay olmuştu işte. Bir anda dünyasına girmiş, ve aynı şekilde bir anda çıkıvermişti. Nedeni, nasılı hiç konuşulmamıştı aralarında. Ve şimdi sekiz yıl sonra, hala ilk gün nasıl etkiliyorsa, yine aynı güçle etkiliyordu aynı hisler yüreğini. Derin, ciğerlerini boğan bir iç çekti ve bembeyaz sayfalarıyla bakışmakta olduğu defterinin yanında duran kalemine baktı. Evet, her akşam yaptığı gibi, yine ona cevabını asla alamayacağı bir kaç satır yazacak ve defteri kapatıp, soğuk, yalnız ve anlamsız hayatına kaldığı yerden, herkesin bildiği adam olarak, bir tiyatro oynar gibi devam edecekti. Kalemi parmaklarının arasına yerleştirip, derin bir iç daha çekti ve ilham perisine ihtiyaç duyarak defterin arasından yıllar önce değerine paha biçilemez bir eser gibi sakladığı, ve gözü gibi baktığı, yıpranmasına izin vermediği fotoğrafı çıkardı. Fotoğrafı sakince yan sayfaya koydu ve özlemekten delirme evresine geldiği, fotoğraftan ona aşkla bakan mavi gözlere baktı. İçleri ışıl, kirpikleri tül gibi ve sıcaklığı yüreğine akan o gözler yine karşısındaydı. Parmağını fotoğraftan ona sımsıcak gülümseyen yüzde gezdirdi buruk bir tebessümle. Ardından dudaklarından döküldü tek bir cümle. ''Ey gözleri can suyum olan sevgili, öyle yakıcıki bu sızı yüreğimdeki, tıpkı alevleri söndüren su gibi, toprağı canlandıran su gibi, doğayı canlandırıp, aya hayat veren güneş gibi, benim ruhum da sensiz çorak bir toprak gibi....'' Bu sözler dudaklarından fısıltı gibi döküldükten sonra, gözlerini yumdu, burnundan uzun bir nefes aldı ve yavaşça verip yutkunduktan sonra, yan gözle fotoğrafa bakarak kalemi kavrayıp cevapsız mektubunu yazmaya başladı.
Aldığım her nefesim olan kadına... Ömrün adandığı ruha, bedenin özü olana, yaşamak için muhtaç olunan sevgiliye... O gün gördükten sonra o güzel, huzurlu, ferah ve hayat dolu mavilerini, bedenimde bir titreşim hissettim. Vücudumun artık yüzde altmışı değil, yüzde yüzü suydu oksijendi benim. Bir insan oğlunun yaşamak için ne denli suya oksijene ihtiyacı olursa, ben hepsini bir dakika da senin mavilerinle ömürlük karşıladım sevgilim. O ana dek sahara çölleri gibi kurumuş, kurak kalmış yüreğim, bir anda gözlerinden akan şelalelerle, yeşerdi ve rengarenk çiçekler açtı her bir köşesinde. Hissettiğim, deli dolu, yaramaz, heyecanlı ve ele avuca sığmayan çocuk ruhumla, sana doğru çekildim. Sen elinde çeşit çeşit lezzetli mi lezzetli şekerler tutan bir peri, bende senin peşinden gelen küçük bir çocuk gibiydim. Sen öyle sihirli, öyle ışıl ışıl ve öyle kırılgandınki, etraftaki tüm çiçekleri kıskandırdın. Hepsi boyunlarını büküp, yapraklarını içlerine büzerken, sen hepsinin içinden en güzel rengin ve en narin duruşunla parladın ve güneşin okşadığı yapraklarınla etrafa ışıklar ve umut saçtın. Ey gönülden de, gözden de ırak sevgili. Beni o kadar hayata bağlayıp, yaşama sevinciyle dolup taşırdıktan sonra, niyedir gidişin? Niyedir beni ardında, gözlerimde yaşlarla, yüreğimde acının prangasıyla bırakışın? Bir kez olsun izah etmene öyle muhtacım ki, ruhum bunun için sana dilenebilir, hatta ayaklarına dahi kapanıp kölen olabilir. Ve yine bil ki canımın canı, bu ruh sensiz, hayatla bağı kopmuş, bir fişin hayatta tuttuğu, bitkisel hayatta bir hastadan başka hiç birşey değildir. Seni, ilk gün nasıl sevdiyse bu gönül, isterse seksen sekiz yıl geçsin, her saniye daha da katlanarak, bir gram bile eksilmeden, son nefesine kadar aynı tutkuyla sevecek. Rüyalarında hep seni görecek, hayallerinde hep seni özleyecek. Ve sonunda ölürken, dudaklarından senin ismin dökülecek. Tıpkı resule bir dua, bir yakarış ve bir yalvarış gibi. Bitir artık bu ıstırabı der gibi. Son nefesinde yine seni dilinden düşürmeyecek. O güne kadar güzeller güzeli, eğer yapabilirsen, unut gitsin beni. En azından bu aşk sadece ağlatır birimizi. Çünkü bil ki denizi utandıran mavilerinden yaşlar süzülürse, bu yüreğe ateş olur düşer her biri. Şimdi sil gözlerini, ben ağlarım, senin için, benim için, bizim için, hapishanem olmuş bu yüreğimdeki kor halde, için için yanan aşkımız için... Alasmaladık, yüreğimin çaresizce istediği, alasmaladık tatlı şeker perisi... Üçüncü noktayı da koydu ve kalemi iki sayfanın ortasına bıraktı. Gözlerinden damlayan yaşlarla karışan mürekkep lekeleri ile dolu sayfaların önünde, dirseklerini masaya koyup, gözlüğü kenara bırakarak, ellerini yüzüne kapatıp, sessiz sessiz için için ağladı, ağladı, ağladı. Her gün sevdiğine seslendiği bu sayfalar, kaçıncı kere göz yaşlarıyla sulanmştı, kaçıncı kez mürekkebi göz yaşlarıyla karışık, satırları isyan eder gibi karıştırmıştı bilemiyordu artık. Kalbinin ağırlığını taşıyamıyor, yükü artık omuzlarını çökertiyordu. Bu aşk, ona, Atlas'ın dünyayı sırtlamasından bile ağır gelmeye başlamıştı artık. Gücü günden güne tükeniyor ve bitkisel hayattaki kalbinin beyin ölümü gerçekleşmeye adım adım yaklaşıyordu. Tam bu yorgunluğu en yoğun şekilde hissederken, sert bir rüzgar esti ve defterin üzerindeki fotoğrafı uçurdu. Geriye kalan son hazinesini de kaybediyordu. Korku ve acıyla fotoğrafa uzandı, ama yetişemediği zaman, bir fark ediş daha yaşadı. Tıpkı onun gibi... Tıpkı onun gibi, geri de kalan kırıntıları da hayatından yok oluyor, bir daha var olmamak üzere siliniyorlardı. Tanrı tarafından, sevdiği kadın hayatından usul usul kazınıyor ve ondan koparılıyordu. Rüzgarla uça uça gözden kaybolan fotoğrafa baktı bir süre. Bir kez daha kaybetmişti onu işte. Usulca, acıyla ve çaresizlikle. Tanrı aynı acıyı, tekrara takılmış bir film gibi ona tekrar tekrar yaşatıyordu. Gözlerinden süzülen yaşları hırsla sildi ve isyana gelen yüreğiyle dönüp defteri sertçe kapatıp, hızla bahçeyi terk edip, yine tiyatro oyununu oynadığı hayatına geri dönmek için, odasına gidip beylik silahını, rozetini ve kelepçelerini beline taktı ve giydiği gömleğin yakalarını düzelterek bomboş ama ciddi bir yüzle evden ayrılıp, işini yapmaya, polis merkezine doğru arabasına atlayıp her zaman yaptığı gibi umursamaz tavrı takınarak yola çıktı.... Rahul, monoton hayatına dönerken, uçakla Hindistan'a doğru yaklaşmakta olan Arishfa pencereden bakıyor ve ayaklarının altında akan simsiyah gökyüzünü izliyordu. Sabah Farhan uyanır uyanmaz biletleri almıştı, Arishfa'da sonrasın da motelden ayrılıp, kendisiyle kızına düzgün bir kaç giysi aldıktan sonra, hızla Florida hava alanına gidip hiç oyalanmadan uçağa binmişlerdi. İlk başlarda, hepsi sohbet etmiş, yemek yemiş ve özlemle eskileri yad etmişler, ardından Shila, Aadhya ve Farhan uyumuş, Arishfa ise, elindeki tek parasıyla, uçağa binmeden önce bir kırtaseyeden aldığı defter kalemi eline almış, sessiz sakin loş ortam da kendince bir şeyler karalamaya başlamıştı. Kalemin ucu kağıdı okşarken, Arishfa kurşun tozlarını üfleyerek ortaya çıkmaya başlayan resme baktı. Yüzünde huzurlu bir aydınlanmayla yampirik bir gülümseme takındı ve çizimi usulca öpüp göğsüne bastırdı. ''Canımın canı...'' Diye fısıldayarak, deftere sarılıp başını cama yasladı ve gözlerini huşu içinde kapatıp, biraz uyumaya çalıştı. Sabah saat onbir den beri uçaktaydı ve günlerdir uyumamıştı. Gözlerini kapadığı anda sızarken, başındaki şapkasının önünü indirdi ve kot ceketine sıkıca sarılarak yakalarını kaldırıp kendini dinlenmek için gevşetti. On yedi saatlik bir yolculuğa gerçekten hazır olduğunu hissederek derin uykunun bulutlarına bıraktı kendini. Uykunun rem evresine geçtiği sırada, kendini tanıdık bir yerde buldu. Beyaz duvarlara asılmış koyu kahve ahşap çerçeveler, aksesuarlar ve dairesel kapılardan oluşan bu tanıdık mekanı az çok anımsamıştı. Arkasında durduğu krem rengi deri koltuğun sırtlığında elini gezdirerek bir kaç adım attı ve odanın diğer tarafına ilerledi. Burası geniş, tanıdık bir salondu. Üzerindeki beyaz elbisenin etekleri, bembeyaz aynalı fayans döşenmiş yerleri süpürürken, biraz daha ilerledi ve bahçe kapısına yaklaştı. Sürgülü cam kapıyı parmak uçlarıyla dokunup itti ve açtığı aralıktan dışarıda tertemiz havaya çıktı. Güneş tüm ışıltısıyla parlıyor, ilerideki gölde sim dökülmüşcesine yakamozlar yaratıyordu. Ahşap veranda da yalın ayak adımladı. Mis gibi toprak kokusu burnuna dolarken, kuş seslerinin verdiği huzurla gözlerini usulca kapatıp gülümsedi. Sukunet içinde doğayı dinlerken, ardından esen bir rüzgarla saçları yüzüne geldi ve gözlerini açıp eliyle saçlarını yüzünden çekip sakince arkasına dönüp baktı. Bomboş bir veranda dan başka bir şey göremediği sırada, yerde ayağına dokunup duran bir şey hissetti. Bakışlarını aşağı çevirip baktığında, ayağının dibindeki şeyi hemen tanımıştı. Bu sekiz yıl önce, ayrılmalarından dört ay önce, bir gezi sırasında Rahul'ün çektiği kendi fotoğrafıydı. Beyaz kombini ile bir evin çiçeklerle bezeli giriş basamaklarına oturmuş ve Rahul'e çekmesi için poz vermişti. Rahul onun çocuk bir neşeyle poz verişini görünce, hemen arka koltuktan makinesine alıp ayarlarını yapmaya başlamıştı. Arishfa bir eli bir saçında, bir eli bacak arasına doğru durur şekilde dirseğini ahşap trabzana yaslayarak ona gülümserken, Rahul makineyi kaldırıp bir kaç poz çekmişti onu en net ve güzel şekilde. Fotoğrafları çekme işinden sonra, Arishfa hoplaya zıplaya yanına gitmiş ve koluna girerek makine den Rahul'e beraber resimleri kontrol etmişler, sonra da Arishfa resimlere bayılarak sağından Rahul'ün boynuna sarılıp yanağından kocaman öpmüştü. Rahul boyu nedeniyle gülerek Arishfa'ya eğildiğinde, öpüşünün etkisiyle gözlerini sıkarak kahkahalarla gülmüştü. Arishfa ise tekrar koluna girip deli dolu hoplayıp zıplıyordu durmadan. ''Bebeğim harika çekmişsin, bayıldımmm!! Sen polis değil fotoğrafçı olmalıydın. Bak cidden diyorum ha, aşkım yeteneğin mükemmel yaa. İğğ! Canımın canııı. Her konuda yetenekli, mükemmel olur mu bir adam ya. Oluyor işte. Benim mükemmel sevgilimmmm.'' Diyerek sağından göğsüne sokularak sıkıca sarılmıştı. Rahul gülerek ona kolunu sarmış, belinden kavrayarak kendine çekip dudağından öpmüştü. İki sevgilinin en huzurlu ve mutlu zamanlarıydı. O öpücüğün sıcağını dudağında hissetti bir kez daha Arishfa. Parmaklarıyla dudaklarına dokunup, elindeki fotoğrafı sıkarak gözlerini aniden açtı ve bir umut etrafa bakınmaya başladı. Sandalyelere tutunarak veranda da dolanırken, etrafın rahatsız edici sessizliğinden hiç hoşlanmamaya başladı. O anda içindeki huzursuzlukla etrafa bakınmaya başladı. Durmadan sağa sola ve arkaya dönerek etrafa bakan Arishfa, çalıların arasında bir anda ufak bir çıtırdı duyduğunda, olduğu yere mıhlandı ve içinde büyüyen panikle sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Üzerindeki uzun beyaz renkli saten geceliğin eteklerini sıkıca kavrayarak koşmaya hazırlanırken, bir yandan etraftan sürekli gelen çıtırlarla kendi etrafında daireler çizmeye başlamıştı. Sesler sürekli başka yerden geliyor ve sanki Arishfa'yı çıldırtmaya çalışıyordu. Kendi etrafında dönerek sesleri takip ederken, geri geri gittiğini fark etmeyen Arishfa, arada bir tökezliyor, dengesini sağlayıp sesleri kaynağını aramaya devam ediyordu. Bu şekilde geri gide gide, tekrar verandaya döndüğünde, ayaklarının altında hissettiği soğuk ve nemli ahşapla verandan inmiş olduğunu daha yeni fark etmişti. Kalbi gittikçe hızlanarak atarken, eve girmek sürgü kapıya yaklaştı ve tam kapıya elini uzattığı sırada, bir çlink sesi ulaştı kulaklarına. Bir silah güvenlik horozunun çekme sesi... Panikle arkasını döndü ve ağaçlarla bezeli geniş bahçe de göz gezdirdi hızlıca. Ta diplerdeki ağaç arasından, bir gölgenin kıpırtısını fark ettiğinde, kapıyı açmak için koluna atıldı ve var gücüyle aşağı indirdi. Fakat kapı açılmamıştı. Bir kez daha denemeye başladığı sırada, içeride bir şey dikkatini çekince, kafasını kaldırdı ve koltukta dikkatini çeken şeye baktı. Elini cama yaslayıp dikkatle bakarken, bunun, kısa şekillendirilmiş siyah saçları olan bir erkek olduğunu anlamasıyla, kim olduğunu idrak etmesi bir olurken, içindeki panik patlamaya hazır bir volkan haline gelmişti. Nefes nefese kapı koluyla uğraşırken, koltukta masumca uzanmış olan Rahul'e sesini duyurmaya çalışan Arishfa, cama ne kadar vursa da bir türlü duyuramıyordu. Bir anda yaklaşan çıtırtı seslerinin farklı yönden geldiğini fark ederek arkasını döndü ve karaltının, eskimiş kahverengi bir oduncu montu giymiş bir adam olduğunu ve evin yanından geçip gözden kaybolduğunu gördü. Korkuyla kolu bir kez daha zorladı, ardından bir an durup kafasını toplayarak, mutfak kapısını hatırlayarak hızla evin diğer tarafına koştu ve açık olmasını umarak adamdan önce Rahul'e ulaşabilmeyi diledi. Son gücüyle koşarak evin diğer tarafına dolandı ve ana kapıdan giren kahverengi paltoyu görmesiyle hızla mutfak kapısına yöneldi ve koşarken ayaklarına takılan etekleri yüzünden takılıp düştü. Düştüğü anda gözlerinden akan yaşlarla toprağı sıktı ve bileğinin acısına rağmen gözlerini sıkıp yanak içini ısırarak kalktı ve koşmaya devam etti. Sonunda basamakları çıkıp kapıya ulaştığında hızla kolu kavradı ve aşağıya çekti. Kapı hafif gıcırdayarak açıldı ve Arishfa hemen içeri koştu. Mutfak adasının etrafından dolanıp aksayarak koşar adım içeri gitmeye çabalarken, eteklerinin ayaklarına dolanmasıyla bir kez daha düştü ve yeniden gücünü toplayıp kalkarak salona açılan koridordan hızla koştu ve salona ulaştığı anda, kahverengi paltolu adamın, koltuğun önünde, sırtı ona dönük durmuş, Rahul'ün kafasına silahın namlusunu uzatırken buldu. Adam yavaşça baş parmağını kaldırdı, emniyet horozuna götürdü, usulca çekti ve çlink sesinden sonra, yüzüne yayılan psikopat bir gülümsemeyle başını yana eğip arkasında duran Arishfa'ya baktı. Dişlerinin hafifçe göründüğü dudaklarından, usulca bir kıkırdama döküldü ve Arishfa gözleri dolarak masum masum uyumakta olan Rahul'e baktı. Topallayarak bir kaç aksak adımla yaklaştı ve koltuğun önünde diz çöküp usulca saçlarını okşayarak ağladı. Kolunu göğsüne doğru götürüp Rahul'ü sardı ve başını göğsüne koyup gözlerini kapatarak onu korumaya aldı aklınca. Adam onlara iğrenmiş bir acımayla bakarken, Arishfa başını çevirip, ıslak gözlerle adama baktı ve yalvarırcasına elini silaha doğru uzatırken titreyişini görmezden gelip, Rahul'ün canı için içinden dua etmeye başladı. Adam ona başını yana yatırıp bu yalvarır hallerinden tiksinmiş halde bakarken, gözlerini devirip bir iç çekti ve silahı yeniden doğrultup ona kenara çekilmesini işaret etti. Arishfa hızla başıyla onu ret ederek daha da Rahul'e kalkan olarak kollarını açtı ve ağlayarak bir kez daha adama yalvaran bakışlarını çevirdi. ''Yalvarırım...Senin öfkenin sebebi benim. Buradayım, bak benim, karşındayım. Vurman gereken kişi benim....O değil. Ben sadece onu çok sevdim. Bunun bedelini neden o ödemek zorunda? Benim sevgim, benim bedelim. Hadi, bitir işini. Buradayım Eric. Ben buradayım.'' Dedi fısıldar gibi. Eric ona bir süre dümdüz bir yüzle bakıp, yeniden kıkır kıkır güldü ve silahla yanağını okşayarak eğilip gözlerine baktı. Arishfa korku içinde nefes alıp verirken, bir yanağında gezen namluya bir Eric'in gözlerine bakıyor, ve kurşunun bedenine ne zaman zerk olacağını hesaplamaya çalışıyordu. Eric ise yüzüne iyice eğilmiş gözlerine bakıyor ve asla inanmış bir gülümseme takınıyordu. ''Sana bir defa inanmayı denedim Alissa. Ama sen güvenimi paramparça ettin. Ve sebebi de bu herif. Ona olan aşkın, asla bana bir şans vermene izin vermedi. Beni sevmeni çok bekledim ama sen, o ilaçların etkisinde bile inatla o adamı sayıkladın. Ne yaparsam yapayım, anladım ki, insanın her düşüncesini bükermişsin, ama kalbini ve duygularını asla bükemez mişsin. Onun aşkını senin kalbinden silemedim. Her denemem de daha da büyüdü ona olan aşkın, ve büyüdükçe beni boğdu. Alissa. Beni boğarak, yaşarken öldürdü.'' Dedi. Arishfa her vurguda namluyla başı geriye itildikçe gözlerini sıkmış ve sakinliğini korumak için büyük bir mücadele vermişti. Evet başından beri biliyordu. Eric onu çok sevmişti. Fakat Arishfa en başında bile ona sadece adaletin peşinde koşmak için gerekli bilgilere ulaşma amacıyla yaklaşmıştı. Onu hiç bir vakit, onun kendisi sevdiği şekilde sevmemişti. Sevememişti. Kalbi her zaman Rahul'e aitti ve bu onu hayata bağlayan ve mücadele gücü veren tek sebebiydi. Bakışlarını kaldırdı ve anlayışla Eric'e baktı. Evet, gerçekten anlıyordu ama bunun bedelini Rahul ödemeyecekti. Buna asla izin vermeyecekti. ''Üzgünüm Eric. Ama en başında bile, sana dostça yaklaştım ben. Sevmeyi, belki ilgi duymayı diledim, ama bu sadece davam içindi. Seni asla onu sevdiğim gibi sevmedim, sevemedim. Bunun için senden özür dilerim. Fakat ben sana asla umutta vermedim Eric. Başından beri sadece onu sevdiğimi, ona aşık olduğumu biliyordun. Bunun için onu suçlayamazsın. Çünkü Rahul, ona aşık olmam için beni zorlamadı, ya da özellikle bir şeyler yapmadı. Ben kendim ona aşık oldum. Bir suçlu arıyorsan, o benim Eric. Ve tekrardan üzgünüm ama, kalbe ve duygulara hükmedemeyiz. Bu doğanın kanunudur. Aşk böyledir, sadece olur, ve anlamazsın bile. Acını anlıyorum, ama bu yüzden onu öldürmene izin veremem. Beni affet, ama onu öldürürsen,beni de öldürmen gerek. Çünkü, onu vurduğunda ben zaten onunla beraber ölmüş olacağım. Bu gördüğün sadece boş nefes alıp veren ruhu ve kalbi ölmüş bir bedenden başka bir şey olmayacak. O yüzden, şimdi karar ver. Ya onu vurur beni de sonsuza dek öldürürsün, ya da buradan çıkar gidersin ve bu olanları ikimizde unuturuz.'' Dedi yumuşak ve alçak bir ses tonuyla. Eric gözleri dolarak, ateş saçan bir bakışla öfkeden titreyerek baktı Arishfa'ya. Ardından kalktı ve tamamen mantık muhakemesini yitirerek ona yalvarır bakışlarla bakarak, ardında uyuyan adamı koruyan kırılgan kadına baktı ve öfkesi iyice kaynayarak düşünme yetisini elinden aldı. Silahı hızla kaldırıp Rahul'ün alnına doğrulttu ve Arishfa baş ucundan panikle müdahale etmeye başladı. ''HAYIR!!...YAPMA!!'' Diye feryat ederken, Eric onu kolundan tutup kenara attı ve Rahul'ün dibine girip alnına namluyu yasladı. Arishfa savrulduğu yerde doğrulup Eric'e baktığında, korkuyla durdurmak için atıldı ama o anda kulakları sağır eden bir patlama sesiyle beraber yüzüne sıçrayan kanla beraber olduğu yerde irkilerek sıçradı ve gözlerini sıkmış halde öne eğilip, Eric'in kahkahaları arasında ciğerlerini sökercesine haykırdı..... Tam haykırdığı esnada, uçağın sarsıntısı ile koltuğunda korkuyla sıçrayan Arishfa, ter ve göz yaşı içinde ellerini koltuğa dayayıp boş bakışlarla nerede olduğunu idrak etmeye çalıştı. Kalbi hala deli gibi çarparken, uçağın freş kokusu ve Aadhya'nın ona seslenmesiyle ortama döndü. Bakışlarını Aadhya'ya çevirip, uyku sersemi ona bakarken, Aadhya'nın endişeli bakışlarını görmesiyle rahatladı ve bedenini gevşeterek burun direğini iki parmağıyla sıkıp gözlerini açtı. Aadhya ise tedirgin halde onun halini izlerken elini tutmuş, yüzündeki terleri ve göz yaşlarını siliyordu. ''Arishfa, geçti canım, sadece bir kabustu. Bak bizimlesin, Hindistan'a inmek üzereyiz, artık özgürsün. Sakin ol canım. Bu kabuslarda geçecek inan bana.'' Dedi. Fakat Arishfa, deli gibi hızlanmış nefesi biraz düzelirken, kendini zorlayıp gülümseyerek ona baktı ve ellerini tutup sıktı. ''İyiyim Aadhu, sadece kabus gördüm. Travmalar yüzünden işte. Bakma sen,geçecek tabii ki. Sorun yok. Yalnız bir su isteyebilir miyiz?'' Dedi. Aadhya rahatlayarak gülümsedi ve Arishfa'nın ellerini sıkarak onayladıktan sonra hostese bakınıp bir su söyledi. Arishfa'nın iyi olduğuna emin olduktan sonra, hepsinin keyfi yerine gelirken, Shila elindeki tostunu annesine uzattı ve yedirmeye çalıştı. ''Anne acıkmışsındır, hadi ısır.'' Dedi. Arishfa keyifle gülümsedi ve ağzını kocaman açıp tostu kocaman ısırarak güldü. Shila bu ısırıkla kakır kakır gülerken, Farhan onun gülüşüne dikkat ederek bir detayı daha fark etti. ''Ari, bu aynı Rahul gibi gülüyor. Kahkaha atışı aynı.'' Dedi. Arishfa içi yumuşacık olarak Farhan'a baktı ve gözleriyle onaylayarak kızını alnından kocaman öptü. ''Öyle tabii Farhan amcası. Benim kızım tıpkı babası. Bebeğim benim.'' Dedi sıkıca sarılarak gülerken. Farhan ve Aadhya'da onlarla beraber gülerken, Farhan, yanlarından Shila'yı gıdıklamaya başlamış, iki kadın gülüşerek onları izlemişti. Arishfa bu anlarda, yeniden ait olduğu yerde ve gerçek sıcacık ailesiyle bir arada olduğu için büyük bir huzur ve güç hissetti. Olması gereken yerde, olması gereken kişilerleydi ve artık kızı da kendisi de güvendeydi. Bu hisler içinde huzurla derin bir iç çekti ve gelen suyundan bir yudum aldı ki, uçak inişe geçerek sarsılmaya başladı. Shila bir anda korkarak annesine baktı ve Arishfa güzelce onun kemerini takıp elini sıkıca tuttu. ''Korkma bebeğim uçak iniyor, bir şey yok. Elimi sıkıca tut ve gözlerini kapa, hemen bitecek bak göreceksin.'' Dedi. Shila annesinin elini sımsıkı tuttu ve sakince oturup gözlerini sıkarak kapadı. Arishfa ona çaktırmadan hafifçe güldü ve oda gözlerini kapatıp kızına eşlik ederken, bir anda gözlerinin önünde o soğuk namluyu görmesiyle anında açtı ve derin bir nefes alıp kimseye belli etmeden toparlanarak tekrar yumdu gözlerini. Uçak on dakika sonra indiğinde, Arishfa kızının elinden tuttu ve Farhan'la Aadhya'nın hemen ardından çıkışa yöneldi. Shila kapıya geldiklerinde, merdivenlere indikleri sırada, yüzüne vuran yoğun sıcakla ufak bir şok yaşasa da, çok yadırgamadı ve annesinin elini sımsıkı tutarak basamakları inip alanın içine doğru ilerledi. Aadhya yanlarına geçip keyifle gülümsedi ve Arishfa'ya eğildi. ''Ari, şimdi teyzeme gidiyoruz. Önce bir kaç gün dinlenelim, kendimizi toparlayalım, olaylar da bir sakinlesin. Sonra ne yapacağımıza karar veririz. Tamam mı?'' Dedi. Arishfa onu anlayarak, ve dinlenmeye ihtiyacı olduğunu hissederek kabul etti hemen. ''Olur, çocukta helak oldu zaten kaç gündür. Aç bilaç sokaklarda, korkuyla. Hepimize iyi gelir biraz nefes alır, kafaları toplar sonra konuşuruz kuzum.'' Dedi. Aadhya memnuniyetle gülümseyerek Farhan'nın yanına geçti ve Arishfa ile konuştuklarını aktardı. Farhan'da kafasıyla onaylayarak yürürken, gelen yolcudan geçip, alanı arkalarında bırakarak dışarı çıktılar, otoparktaki arabaya doğru ilerlediler. Yanlarında zaten eşya yoktu. Bir defter, bir kalem, biraz Shila için giysi ve atıştırmalık olan poşetler ve Aadhya'nın yedekleri koyduğu el çantası vardı. Hemen arabaya atlayıp yola koyuldular ve klasik karmaşık Hindistan trafiğine girip, Bandra'daki Helen teyzelerinin evine yollandılar. Aadhya yolun yarısında aklına gelerek hemen telefonunu çıkardı ve teyzesini aradı. Helen hanım, örtüsünü omzuna atıp, bahçede suladığı çiçekleri bıraktı ve içeride bıraktığı telefonuna giderek kimin aradığına baktı. Aadhya'nın adını görünce heyecanla açtı hemen telefonu. ''Kızım?! Şükürler olsun Yüca İsa'ya, kaç gündür sesiniz çıkmıyor meraktan öldüm. Ne yaptınız? Arishfa'yı buldunuz mu? Neler oldu?'' Dedi. Aadhya gülerek onun anneliğine hayran kalırken, Helen hanım şaşkınca onun gülüşünü dinledi. Aadhya biraz güldükten sonra toparlanıp telefonu hoperlöre aldı ve Arishfa'ya uzattı. ''Dur bir sakin ol Helen sultan. Bak burada kim var?'' Dedi. Helen hanım heyecanla ağzı açık halde elini ağzına kapatırken, Arishfa uzandı ve gülerek Helen hanıma seslendi. ''Teyzelerin en tontonu, Helen sultan? Nasılsın bakayım? Özledin mi beni?'' Dedi. Helen hanım heyecandan dili tutulmuş halde arkasındaki koltuğa oturdu ve sevinçle gülmeye başladı. ''Ah! Ah hah haa!! Ayh! Arishfa! Güzel kızıımmm!! Ah benim canım yavruum!! Ay çok sevindim güzel kızım. Sesini duyana kadar ne korktum bir bilsen. Çok şükür iyisin canımın içi. En kısa süre de Meryem Ana'ya mum dikmeye teşekküre gideceğim. Aayyy!!'' Dedi gülerek, büyük bir heyecan içinde sevinçle. Arishfa onun haline kahkahalarla gülerken, Shila'da sessizce gülerek konuşmayı dinliyordu. ''Aman Helen Sultan dur, kalpten gideceksin şimdi, korkutma beni. Bak ben yoldayım, bizimkilerle varmak üzereyiz senin eve, o müthiş yemeklerini nasıl özledim bir bilsen. Kurt gibi acıktım vallaha aklıma geldi şimdi. Yapar mısıın? Hem bir de sürprizim var sana. Çok seveceksin.'' Dedi. Helen hanım sevinçle koltuktan fırladı ve mutfağa doğru koşmaya başladı gülerek. ''Muhtafa geçtim bile güzel kızım. Sen bir an önce gel, ben sofrayı bile donatırım hemen ahh canım kızım benim hadi bekliyorum hadi. O sürprizini de çok merak ettim ona göre.'' Dedi. Araba da herkes gülüşürken, Aadhya bir kez daha sazı eline aldı. ''Biraz merak et Helen Sultan. Sürpriz gibi sürpriz vallaha. Neyse kapatıyorum şimdi trafikteyiz. Zaten az bir şey kaldı, yarım saate sendeyiz teyzoşum tamam mı?'' Dedi. ''Gelmezseniz esas fena yaparım ya sizi. Çabuk! Derhal bekliyorum. Farhan oğlum, bak bunlar dalar bir yere yolda aman izin verme direk buraya sür sen çocuğum tamam mı? Hah hadi ben kapatıyorum, yemeğim yanacak yemeğim!''Dedi hafif bir azar çeker şekilde en tatlı haliyle. Farhan gülerek emir eri gibi selam çaktı ve kızlara bakıp elime düştünüz bakışı attı. Kızlar gülüşerek Helen hanımla vedalaştı ve Aadhya Farhan'ın dibine girip tek kaşını kaldırarak gözlerine baktı. ''Hayırdır cicim, pek bir hoşuna gitti bu durum bakıyorum?'' Dedi Farhan'la uğraşarak. Farhan kıs kıs bıyık altından güldü ve Aadhya'ya dönüp aynen anlamında göz kırptı. ''Bak onu doğru dedin hayatım. Teyzem tüm kontrolü bana verdi. Hehehee. Siz iki cadıyı kontrol etmeyi ne kadar istediğimi bilemezsin. İşte şimdi fırsatım elime geçtii. Evett. Kafanızdan neler geçiyorsa, hava da bulut, siz onu unutun. Doğru eve gidiyoruz kızlar. Mızıklayabilirsiniz özgürsünüz ama çaresi yok. Çünkü emir Teyzeciğimden hihehehe.'' Dedi. Aadhya ona tip tip bakıp elini uzattı ve Arishfa'ya döndü. ''A aa! Adama bak ya. Tuzlayayım da kokma, hah!'' Dedi. Ardından kollarını göğsünde kavuşturup tek kaşı kalkık önüne döndü ve kendi tarafındaki yan aynadan Arishfa'ya göz kırptı. Farhan onun muzip sahte tribinin farkında olduğu için yuttuğu gülmesi ile yola odaklandı ve gülmemek için savaş vererek Helen hanımın evine doğru sürdü. Arishfa ikisine muzipçe gülerek bakarken, aynadan Aadhya'ya göz kırptı ve pencereye döndü ki o anda nefesi kesilerek gözleri doldu. Oturduğu yerde dikleşti ve camı indirip az ileride, yanında köpeği ile yeşilliklerde yürüyen genç kıza baktı. ''Misha?!'' Diye mırıldanarak Farhan'ın omzuna elini koydu ve yavaşlamasını rica etti. Farhan anlamayarak yavaşlarken, Arishfa o anda Aadhya'ya döndü ve heyecanla baktı. ''Aadhu, bu Misha değil mi? Dediğinde, Aadhya'da onun baktığı yere baktı ve anlayışla gülümsedi. ''Evet o Misha. Çok büyümüş değil mi? Çağırayım mı? Konuşmak ister misin?'' Dedi. Arishfa bir süre daha Misha' ya baktı ve gözleri daha da dolarak kafasıyla usulca ret etti. ''Hayır, şimdi değil. Hem bir anda karşısına çıkıp, çocuğun dengesini bozmaya hakkım yok. Gidelim çocuklar, ben zamanı gelince kızıma kendim gideceğim.'' Dedi. Aadhya ve Farhan içleri burkularak bakışıp hiç bir şey demeden kafalarıyla onayladılar ve Farhan tekrar hızlanarak devam etti. Arishfa ise o andan sonra, eve kadar başını cama yaslayıp, sessizce için için ağlarken, sürekli fark edilmesin diye gizlice yüzünü silmiş ve sürekli kafasında Misha'nın anıları dönmüştü. Helen hanımın evine vardıklarında, Farhan, bahçıvan Wagmare'nin açtığı, iki kanatlı demir bahçe kapısından arabayı soktu ve evin girişine yaklaşıp yavaşça durdurdu. Bahçıvan Wagmare heyecanla arabaya koştu ve elleri ağzında sevinerek Arishfa'ya baktı. Arishfa o sırada onu fark etmeyerek uyuyup kalmış olan kızını kucaklarken, Farhan onu fark etti ve diğer taraftaki arka kapıdan uzanıp, Shila'yı kendisi kucağına almıştı. Arishfa'da emektar Wagmare'ye dönüp, kocaman gülümseyerek sarılmıştı. ''Wagmare amca? Nasılsın? Hiç değişmemişsin.'' Dedi. İhtiyar Wagmare gülerek Arishfa'ya sıkıca sarıldı ve gözleri dolmuş halde çekilip gerçek mi diye bir kez daha baktı. ''Arishfa! Are Arishfaa!! Seni çok merak ettim, çok özledim kızım!! Nihayet döndün. Yaşa Lord Ganesha!!'' Diyerek kollarını açıp sallayarak oynamaya başladı. Arishfa onu kahkaha atarak izlerken, içi sıcacık oldu ve ihtiyar Wagmare'nin ellerinden tuttu. ''Benim muzip Wagmare amcam, ben seni hiç bırakır mıyım? Elbette geldim. Bu deli kız sensiz hiç yapabilir mi? Hele de o efsane komik hikayelerin olmadan? Sen benim canımsın. Hem Gomati teyzem nerede? Kadını yine delirttin mi yoksa?'' Dedi ihtiyarla uğraşarak. İhtiyar göz devirerek başını indirip kaldırdı ve etrafa bakınıp Arishfa'ya yaklaştı. ''Are, ne yapacaksın o huysuz kadını? Boşver. Hadi gel, Hanım efendi seni görmek için heyecanlanlıdır şimdi. Gel! '' Dedi Arishfa çocuk gibi elinden tutarak bahçe boyunca arkasından ihtiyarı takip etti. Bir süre yürüdükten sonra, Wagmare, bahçenin biraz ilerisindeki sarı duvarlı kırmızı çatılı küçük bir eve geldi ve ona durmasını işaret edip elini ağzına boru gibi yaparak dayadı. Arishfa ona bakıp kahkaha atarken, elini omzuna koydu ve gülmesi arasında ne yaptığını sordu. ''Wagmare amca ne yapıyorsun?'' Dedi. İhtiyar eliyle bekle hareketi yapıp tekrar bağırmaya başladı. ''Gomatii!!Ab hai Gomatiii!!! Are neredesin be kadın! GO MA Tİİ!!!'' Diye zıplayarak bağırdı en son heceleyerek. Arishfa onun haline nefessiz gülerken, içeriden tiz ve aksi bir kadın sesi duyuldu. ''EE!! Ne oldu yine? Gomati, Gomati! Ne oldu adam? Ne yırtınıyorsun durmadan?!!' Diyerek verandaya çıktı ve tırabzanları tutarak İhtiyar Wagmare'yi fırçalamaya başlaldı. Arishfa tatlı ve huysuz Gomati teyzesini biraz daha yaş almış ve yorgun bakışlara sahip görünce bir an içi burulsa da, hemen toparlandı ve gülerek ikisini izlemeye devam etti. ''Are sus be kadın!! Bak sana kimi getirdim, ne çene varmış sende!!Are babree!! Bak burada kim var kim!!'' Dedi. Gomati hanım gözlerini kısarak, ihtiyarın elini tutup öne çıkardığı Arishfa'yı süzdü ve kim olduğunu anlayınca, gözleri kocaman açılarak eli ağzında en hızlı şekilde basamakları inip yanına gitti. ''Arererereee!! Arishfaaa?!!''Dedi şok içinde. Arishfa gözleri dolarak gülerken, uzanıp Gomati hanıma sarıldı ve kıkırdayarak lise zamanlarındaki o kız çocuğuna dönüştüğünü hissetti. ''Benim Gomati teyze, nasılsın? İyi misin? Hala bıraktığım gibi sizi didişirken bulmak ne hoş.'' Dedi. Gomati hanım gözleri dolmuş, burnu sızlarken, Arishfa'nın saçlarını okşadı ve yüzüne dikkatle baktı. Göz altlarında koyu halkalar vardı, yanakları çökmüştü, zayıflamıştı ve masmavi gözlerinin o ışıl ışıl parlayışı oldukça sönmüştü. İçi acıyarak kızı aldı ve ellerinden tutarak veranda daki koltuklara götürüp karşısına oturttu. ''Ah benim ay yüzlü, güzel kızım. Biz iyiyiz, bıraktığın gibi aynıyız da, sana ne olmuş böyle? Ne yaptılar sana oralar da? Çökmüşsün be güzel yavrum. Ah benim bahtsız kızım, o kocan olacak yaptı değil mi? Ah bir elime geçse. Neyse ben sana bir güzel yemekler yaparım, bir güzel yıkar paklar yeniden kendine getiririm kuzum benim.'' Dedi buruk bir gülümseme ile yanağını okşarken. Arishfa duyduklarıyla sırtının yay gibi gerildiğini hissederken, hava da biraz serin gelmişti. Elleriyle kollarını sıvazlarken gülümseyerek Gomati hanıma baktı ve uzanıp yanağından öptü. ''Boşver sen bunları Gomati teyzeciğim. Ben onu halledeceğim. Artık kesin dönüş yaptım. İşime de tekrar döneceğim. Onun hesabını göreceğim ben. Takma sen kafana. Sizleri iyi gördüm ama. '' Dedi. Gomati hanım sıcacık gülümseyerek genç kadının elini, kendi ellerinin arasına aldı ve okşayarak tuttu. Wagmare onları içi ısınarak izlerken, eve doğru gelen küçük bir çocuk sesi duyuldu. ''Anneeee!!! Aaanneee!!'' Diye seslenerek dolanırken, Arishfa hemen oturduğu yerden kalktı. Gomati hanım ve İhtiyar Wagmare şaşkınca küçük kıza bakarlarken, Arishfa hızlı adımlarla verandadan indi ve toprak zeminde koşar adım küçük kızın yanına gitti. Ufaklık Arishfa'yı görünce ürkek bir ceylan gibi kucağına atlayıp boynuna sarıldı ve Arishfa'ya sindi. Arishfa ona sarıldı ve boynundan koklayarak öpüp, yüzüne yaklaşarak burnuna dokundu. ''Bebeğim beni mi merak etmiş? Hığm?'' Dedi sevgiyle kızına.Shila, uyku mahmuru gözünü ovarak annesinin boynuna başını yaslayıp , göz ucuyla ürkekçe az ileride veranda da onları izleyen ikiliye bakıp tekrar yüzünü gömerek, başıyla annesini onayladı. ''Az önce uyandım. Seni göremeyince korktum anne.'' Dedi kırılgan kollarını boynuna sararak. Arishfa onun omzundan ve kolundan koklayarak öptü ve sırtını sıvazlayıp sıkıca sarıldı kızına. ''Hiğ, benim bebeğim korkmuş mu? Buradayım bir tanem. Korkma, hadi gel.'' Dedi. Shila utanarak çekinerek iyice Arishfa'ya yapışırken, Arishfa hafifçe güldü ve saçının saçlarını okşayarak başından öptü. ''İstemiyorum, gidelim. Odamıza gidelim. Anneee.'' Dedi Shila uyku mahmuru mızmızlanarak. Eliyle burnunu kaşıdı ve annesine yalvaran gözlerle baktı. Arishfa alnını onunkine dayadı ve sıcacık gülümsedi. ''Bebeğim benim, bu amca ve teyze seninle tanışmak istiyor ama? Sende ister misin?'' Dedi. Shila annesinin gözlerinde ki güveni görse de, içinden bir his o ikiliyle tanışmayı hiç istemiyordu, belki de uyku mahmurluğunun getirdiği huysuzluk, belki de yaşadıklarından ötürü ürkekliğindendi. Ama ne olursa oldun hiç içinden gelmiyordu. Başını olumsuzca iki yana salladı sadece. ''I ıhm. İstememem.'' Dedi. Arishfa kıkırdayarak kızının yüzünün her yerinden öptü ve Shila önüne gelen saçını çekerek kıkırdarken alnını, kızınınkine bastırdı. ''Benim kızım utanmış mı? Hım? Bak bana bir. Isırayım mı seni şimdi? Ne bu utangaçlık hanımefendi?'' Dedi kızıyla uğraşarak. Anne kız gülüşerek fısıldaşırken, Wagmare bey ve Gomati hanım şaşkın ama içleri ısınmış bir gülümseme ile onları izliyordu. Shila gülerek başını çevirip annesine sarıldı ve Arishfa kızının sırtını uzun uzun sıvazlayıp tekrar kendisine baktırınca, Shila gülümseyerek annesine baktı. ''Yiiaaa, annee. Utandım iştee.'' Dedi. Şımarıp nazlanarak. Annesinin saçlarının uçlarını tutup oynayarak kıkırdarken, Arishfa ona sevgiyle baktı. ''Yerim seni cimcimem. Utanacak birşey yok anneciğim, hadi gel bakalım.'' Dedi ve verandadaki ikiliye kaşlarıyla sorun yok, utandı hareketi yapıp yanlarına gitti. Gomati hanım ve ihtiyar Wagmare daha da şaşırarak izlerken, Gomati hanım yeniden otururlarken daha fazla kendini tutamadı. ''Arishfa, senin kızın mı bu güzellik?'' Dedi. Arishfa kucağında kızıyla veranda ya çıktı ve gülümseyerek yüzünü görmeleri için biraz döndüyse de Shila inatla yüzünü diğer tarafa çevirdi ve utangaç ve ürkek bir halde annesine daha da sarıldı. ''Gomati teyzesi ve Wagmare amcası, bu utangaç prenses benim kızım Shila. Biraz utangacız, ama bir iki güne alışırız merak etmeyin. '' Dedi. Gomati hanım ve ihtiyar Wagmare şaşkınca bakarak gülümsediler ve kucağında kızıyla oturan Arishfa ile yerlerine geçtiler. Gomati hanım, hafif uzanıp küçük kızın yüzünü az biraz görmeyi başardı ve Arishfa'ya baktı. ''Sen büyüdün de anne oldun ha? Bu cimcime senin kızın demek? Ah mere ram, Wagmare efendi bak, bizim küçük Arishfa'mız anne olmuş. Torunumuz var sayılır artık. Ah pekte utangaç. Kaç yaşında kızım miniğimiz?'' Dedi. ''Sekiz yaşında Gomati teyzesi.'' Dedi Arishfa. Yaşını söylemek biraz huzursuz etmişti, çünkü ikisinin yüzlerindeki ifadelerden kafalarında bir şeyler döndüğünü anlamıştı. Fakat hiç renk vermeden gülümsedi ve gayet doğal devam etti. O anda Gomati hanımında, İhtiyar Wagmare'nin de beyninde bir yıldırım çarptı. Çocuğun yaşını duydukları anda, Arishfa'nın gittiği dönem doğmuş olması gerektiğini fark ettiler. Öyleyse, babası, Arishfa'nın kocası olmayabilirdi. Yani Arishfa o adamla evlendiğinde zaten hamileydi denebilirdi. İhtiyar Wagmare kaşlarını çatarak netleştirmek için araya girdi. ''Kızım, çocuk sekiz yaşında dedin, sende tam sekiz yıldır yoksun, bu demek oluyor ki, sen gittiğinde doğurdun bu çocuğu. O halde bu çocuk, kocandan mı değil mi şimdi? Ben onu anlayamadım.'' Dedi. Arishfa ciddi ve öfkeden ateş saçan çakmak çakmak olmuş gözlerini ihtiyar Wagmare'ye dikti ve kızına daha da sarıldı. ''O adam, bana asla dokunmadı Wagmare amca. Ben yalnız bir kişiyi sevdim. Kızımın babası da o. '' Kısa ve öz şekilde duruşuyla ifadesini bozmadan. İhtiyar Wagmare anlayışla yanlış yerden ilerlediğini anlayarak kendini geri çekti ve karısının öldürücü bakışlarına ne olduğunu sorarak baktıktan sonra, Shila'nın annesinin omzundan düşen koluna kaydı gözleri. ''Ari, kızım götür yatır hadi sen çocuğu, bak sızdı kaldı. Çok yorulmuş yavrum. Sonra uzun uzun konuşuruz. Hem sen de dinlen biraz kızım.'' Dedi Gomati hanım. Arishfa gülümseyerek kalktı ve ikisine de eğilip yapabildiği kadar kutsamalarını alıp eve yürüdü. Helen hanım onu oturmuş beklerken, sürgülü veranda kapısından girmesiyle kalkıp yanına geldi ve dolu gözlerle gülümseyip Arishfa ve kucağındaki kızına sıkıca sarıldı. Ardından fısıldayarak yukarıyı işaret etti. ''Odan yukarı da hazır gidin yatın dinlenin kızım. Aadhya'lar da yatmaya gitti, akşam bol bol konuşuruz hadi.'' Dedi. Arishfa onunda ayaklarına hafif eğilip kutsamasını aldı ve kızını tekrar kucağında rahatça tutup yukarı gitti. Merdivenleri çıkarken, her adımda bambaşka anılar canlandı gözünde, Aadhya ile bu evde koşuşturdukları anlar, Farhan ve Rahul'ü gizlice eve sokup odalarına götürdükleri anlar, erkeklerin bahçede Wagmare amcaya yakalanıp sopayla kovalandıkarı komik anlar, ne güzel şeyler yaşamışlardı bu evde zamanında. Tekrar yuvaya dönüş huzuruyla gülümsedi ve daha güçlü, daha özgüvenli hissetti. Tıpkı ait olduğu toprakta,tüm güzelliği ve canlılığıyla tomurcuklanmış bir çiçek gibiydi. Sıcacık gülümseyerek merdiven duvarındaki resimlere baktı. Ve gerçekten ait olduğu yerde olduğuna emin oldu. ''Her çiçek kendi toprağında açar.'' Dedi fısıltıyla ve mutlulukla odasına çıkıp kapıyı huşu ile ardından kapattı, kızıyla yatağa uzandı ve yeniden tüm güzelliği ve canlılığıyla açmak için toprağına daha da saldı köklerini. Şimdi yeniden ait olduğu yerde yeşerme vaktiydi.
BÖLÜM SONU
|
0% |