Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.BÖLÜM

@bayrak

*🫡

ANLATICI: EBRAR SARAH ÇEVİK

 

18 Eylül günündeydik. Ceyda'yı alma seansım gelmişti. Bir değişiklik vardı. Bartu yoktu. Adam sigarayı falan mı bıraktı? Ceyda da gelmiyordu. "Nabeeeeer." Bu sefer klasik olmamıştı. Direkt Ceyda gelmişti. Gerçekten işkillenmeye başladım. Bu adam sigarayı bırakmış. "İyidir." Yanımdan durur sandım ama direkt arabaya bindi. Ceyda da garip kızdı hee. Az buçuk dengesizlik var. Bende bindim arabaya. Ceyda sürücü koltuğuna oturmuştu. "Gezelim mi?" Son dönemde Ceyda çocuk gibi davranıyordu. Nedenini anlamıyordum. Okuldan çıkan çocuğunu alamaya giden Veli gibiydim son günlerde. "Ben eve gideceğim." Nolur der gibi baktı. "Yok böyle olmayacak." Dedim ve arabadan indim. Yürüyerek giderdim daha iyi. "Sen git ben yürüyeceğim."

"Sen bilirsin." Kapıyı kapattığım gibi gazladı. "Manyak."

Yürüyüş yolunu uzatmak için döndüm arkamı. Yürümek güzel hissettiriyordu insana. Gezmek istemezdim ama yürürdüm.

Bir süre sadece yürüdüm. Rüzgar tenimi okşuyordu. Bu rahatlatıyor insanı. Hafif batan güneş eşlik ediyor bana. Rize'de babaannemlerle yaşadığım zaman geceleri gizlice çay tarlasına giderdim. Huzur verirdi bana yine.

Mutluluğu pağlı sanıyor insan. Oysa şuanda para vereceğim hiçbir şey yok. Sadece yürüyeceğim. Mutluluk kazanmak bu kadar kolaydı. Ama aramak lazım.

Kafamı çevirdiğimde bir duman fark ettim. Seyrekti. Tehlikeli olacak ama merakımdan çatlayacağım için oraya yöneldim. Bir yerden sonra siyah bir araç görmeye başladım. Siyah bir jip gibiydi. Duman o araçtan geliyordu. Arabaya doğru ilerledim. Araba yanmıyordur inşallah diyerekten. Yaklaştıkça araba tanıdık gelmeye başladı. Bayağı bir tanıdık gelmişti. İçinde bir adam oturuyordu. Dahada yaklaştım.

"Seni görüyorum gel." Bana mı dedi o? Beni nasıl görmüştü? Sesi tanıdıktı. Ben bunları düşünürken bana döndü. Kendisinin boncuk dediği gözlerini gördüm ilk. Bartu Aslan. "Tenhada gezme." Sigarayı bıraktı mı acaba diye düşündüğüm ve elinde sigarasıyla takılan Bartu Aslan. "Napıyorsun burada?" Garipseyerek söyledim bunu. Arabasında oturmuş sigara içiyordu adam. "Sen napıyorsan." Adam mantıklı konuşuyordu ama. Kendi düşünceleriyle başbaşa olmaya gelmişti.

Ön kapıyı açtım ve bindim arabaya. "E o kadar arkadaşın var onlarla takıl." Mantıklı bir öneri sunmuştum. Gülerek karşıladı sözlerimi. "Herkesin bir uğraşı var. Bir ben boş gezenin boş kalfasıyım." Sigarasını arabadaki bir küllüğe bastı. "Neden yaa?" Güldürdü beni bu söyledikleri. Komik bir cümleydi. "Uzay İpek'in başında. İki kişinin ailesi var. Bazıları görevde. Ben yine yalnız kalıyorum." Ah kıyamam. Yalnız kalmış. "Ailen var." Yine güldü hafifçe. "Anlaşamayız pek."

 

*******

ANLATICI:İLAHİ BAKIŞ AÇISI

 

Bazı konsolosluktan gelen haberler için hastaneye gelmişti Ayşe ve Elif. Artık Muhittin yoktu. Bunun haberi İpek'e ulaşmamıştı. İpeğ'in odasının kapısını çaldı. "Gel!" İçeriye girdi Ayşe ve Elif. Koltuğa kuruldular. "Niye geldiniz?" Soru doğru bir soruydu. Normalde asla getirtemezdin. "İpek sana bir şey söyleyeceğim." Tatı tatlı konuştu Ayşe. "He."

"Muhittin var ya." İpek biraz işkillenmişti bu söz ardından. "Evet, var."

"Artık yok." Anında karadenizde gemileri battı İpeğ'in. Eliyle ağzını kapadı. "Getteeeee getteee!!"

"Getteeeee!" Gerçekten Karadeniz'de gemileri batmıştı.

 

*******

 

Yatağınaltından büyük valiz çıkarttı Dirse. İçinde güçlü bir patlayıcı bulunuyordu. "Bu mu?" Kafasını salladı sadece. Bütün depoyu havaya uçuracak kadar güçlü bir patlayıcıdan bahsediyorlardı. "Nereye koyacağız bunu?" Odada Adal, Dirse ve Hasan vardı sadece. "Tam merkeze." Ayağa kalktı. "Ceketini giy. Hazırlanın birazdan burası yok olucak." Pişkin pişkin sırıttı.

 

"İçeride misiniz?" Mark kapıyı tıklatarak seslendi. "Gel." Mark içeriye girdi. "Hazır mısınız?" Dün geceden beri telaşlıydı. Bu telaşın sebebi Efe'ydi. Vurulduğunu biliyordu lakin ortalıkta yoktu.

"Araç hazır." Yüzünde sahte bir tebessümle bakıyordu. "Hazırız. Değil mi hayatım?" Hayatım demekten hoşlanıyordu Adal. Aşkın ateşi yakarmış ateşi değil. Aşk ateşi kakarmış Adal'ı. Hande Yener hanım yanlış biliyorsunuz araştırmanızı öneririm.

"Çıkabiliriz." Çantasını aldı ve Adal'ın koluna girdi. "Ben şu çantayı alırım." İçinde patlayıcı olan valizi tuttu. "E Hadi çıkalım."

 

*******

ANLATICI:EBRAR SARAH ÇEVİK

 

Aradan beş dakika geçmişti. Bu adamla ne zaman başbaşa kalsak muhabbet sürekli tıkanıyor. Muhabbet edemiyorduk. Belkide konuşacak bir şeylerimiz yoktur.

"Sürekli sen konu açıyorsun. Bu sefer ben açayım. Nelerden hoşlanırsın?" Bartu da farkındaydı muhabbet edemediğimizin. "El yapımı hediyeler herzaman mutlu eder beni." Hafif sesli bir şekilde güldüğünü işittim. "O anlamda sormamıştım ama neyse." Direksiyonun üzerindeki marka logosu ile oynuyordu. "Peki ya sen?"

"Bilmiyorum." Yüzünde anlamdıramıyacağım bir gülümseme vardı. Ve ayrıca nasıl bilmiyordu? Bir insan kendini nasıl bilmez? "Nasıl yaa?" Kafamı komple ona çevirdim. Hala logo ile oynuyordu. "Basbaya bilmiyorum zorlama."

"Başka bir soru sorayım o zaman." Hay hay dercesine salladı başını. "Kısa sorular olacak." Tekrar salladı başını. "En yakın arkadaşın kim?"

"Efe." Tanımıyordum. "En sevdiğin renk?" Kısa bir süre bekledi. Konuşmayacağını anlayınca ben söyledim. "Siyah." Nasıl olduğunu açıklayamayacağım bir gülüş belirdi yüzünde. "Aynen." Dedi çok kısık bir sesle. Bu aynan hiçte aynen değil diyordu oysa. "Senin?" Düşünmek gerekirdi. "Bilmem." Sırıttı. "Nasıl ya?" Dejavu. "Zorlama."

"Şiirler nasıl?" Şiir? Ne şiiri? Bir dakika. Bu şiirler yoksaa. Bartu'nun bana verdiği şiir kitabıydı. Okumamıştım. Okur muydum? Hayır. Bir ihtimal? Yine hayır. Kafamı ona çevirince bana baktığını gördüm. Siyah boncukları 'noldu?' Dercesine bakıyordu. "Okumadın değil mi?" Aşağı yukarı salladım kafamı. Gülüşünden sesler çıkmaya başladı. "Neden?" Gülüşünü durdurup zorla konuşmuştu. "İlgim yok." Garip bir şekilde güldü. Gülüşünden kısılmış gözleri 'hadi yaa' diyordu.

 

Yine ve yine bir kaç dakika durduk. Sanki araya reklam giriyordu ve bizde reklamın bitmesini bekliyorduk. "O zaman görüşürüz." Dedim en sonunda. Muhabbet yoksa ben yokum arkadaş. "Kahve içerdik." Dediğini işittim tam arabanın kapısını açarken. "Tabi Türk kahvesi. Annem diğer kahve makinamı kaldırdı." Ona baktığımda yine logo ile oynamaya başladığını gördüm. "Ailen rahatsız olmasın." Aynen kardeşim. Tek sorun ailesi. Yanlış anlaşıla bilirdi. "Boş ver." Derken kemerini taktı. İyi tamam manasında omuzlarımı kaldırıp indirdim. Ve kemerimi taktım.

 

*******

ANLATICI:İLAHİ BAKIŞ AÇISI

 

Karşısındaki pencereye amaçsızca bakıyordu Efe. Buradan gidemezdi. Onu buraya getiren kişiyi beklemekten başka çaresi yoktu. Asker ve onu seven biri. Kim olabilirdi? Bilmiyordu. Bilemiyordu. Buradaki insanlara ne kadar güvenmediği? Yine bilmiyordu.

Düşüncelerini bir kapı sesi böldü. Abdullah gelmişti. Uyandığında ilk gördüğü kişiydi. Kendisi doktordu. Elinde bir tepsi tutuyordu. Tuttuğu tepside bir kase vardı. Duman tütüyordu üstünde. "Acıkmış olmalısın." Dedi gülümseyerek. Masum gülüyordu. Mesleki deformasyondan dolayı insanların yüzündeki mimiklerin ne demek istediğini anlayabiliyordu. Abdullah'tan tehlike sezmiyordu. Ama bu devirde babana bile güvenmemeliydin. "Acıkmadım, sağol." Güven verselerde yemezdi. Yiyemezdi. Lakin Abdullah'ı da ısrar edeceğini biliyordu. "Neden?" Dedi Abdullah. Tepsiyi sehpaya koydu. "Neden güvenmiyorsun?" Bir süre bakıştılar. "Mesleki deformasyon."

Karşısındaki tekli koltuğa kuruldu. "Ama yemelisin." Tabakla bakıştı Efe. Hint dizisindeymiş gibi. Güvenli miydi? Peki ya içsesi ne düşünüyordu? Uyandığından beri bir şey yemiyordu. Gerçekten acıkmıştı. Lakin burada yemenin çok güvenli olacağını düşünmüyordu. Daha ne kadar yememeye devam edecekti? Açlıktan ölebilirdi. Onu buraya getiren kişi ne diye buraya getirmişti? Uyanmasını bekleyemez miydi?

O bunları düşünürken ayağa kalktı Abdullah. Gözleri Abdullah'a takıldı. Kaşığı aldı ve çorbayı ilk o içti. Romantik bir filmdeymiş gibi hissetti Efe. "Al ye şimdi." Dedi ve tepsiyi alıp Efe'nin kucağına koydu.

 

*******

 

Deponun tam ortasında duruyordu Dirse. Elinde bavulu vardı. Adal ise birtık uzakta Mark'la konuşuyordu. Bu bomba patlarken sadece üç kişi hayatta kalmalıydı. Adal, Dirse ve Hasan. Buradaki üçüncü günden iş bitiyordu. Yani İnşallah.

 

Bavulu Hasan'ın yanına bırakıp Adal'ın yanına gitti. "Aşkım. Sigara içmeye nedensin?" Dirse sigara kullnamazdı. Ama buradan çıkmak için bahane lazımdı. "Olabilir." Dedi Adal. Dirse Adal'ın koluna girdi. "Gidelim."

"Gidelim o zaman." Dedi Mark. Ve olay burada başlıyordu. Hasan içeride valizin başında kaldı. Adal, Dirse va Mark kapının önüne çıktılar. Kimse yoktu. Herkes içerideydi. Ve bu onların işine yarardı.

 

Bir sigara yaktı Adal ve Mark. Dirse yakmak istemesede yaktı. Sevmezdi. Şimdi Mark'ı içeri göndermeleri lazımdı.

Dirse bir etrafına baktı. Ardından Mark'a baktı. "Valiz içeride kaldı. Mark alıp gelir misin?" Basit bir oyundu. Ama işe yarıya bilirdi. "Pekala." Dedi ve içeriye ilerledi.

 

Ağır adımlarla ilerliyordu. Hasan Mark'ı gördüğü gibi çıkışa koşmaya başladı. Valiz orada kaldı. Hasan'ın daha hızlı koşması gerekiyordu. Daha hızlı, daha hızlı. Çıkıştan çıktığını gören Adal ve Dirse aynı hızda koşmaya başladı. Uzaktan kumandayla patlatacaklardı. Daha hızlı Dedi içinden Adal. Daha hızlı.

 

Yeterli uzaklığa ulaştıklarını yere yattılar. Hasan iki metre gerilerinde kalmıştı. Yere yattıklarını görünce yattı.

Ardından büyük bir ses. Patlama sesi. Kulakları çınladı. Gözlerini açamadılar. Üçününde tek duası herkesin ölmesiydi.

 

Aradan kim bilir kaç dakika geçmişti? Adal gözlerini açtı. Yoğun bir duman hakimdi ortama. "Teğmenim." Dedi. Dirse'nin güvende olduğunu görmeliydi. "Teğmenim." Bir süre sonra büyüleyici sesi işitti. "Adal." Patlama sesine ilaçtı. "Neredesin?" Dumandan dolayı gözgözü görmüyordu. "İyi misin?" Dirse'den bu soruyu duymak büyük bir mutluluktu. "İyiyim." Dedi Adal. "Hasan sen?"

"İyiyim." Kısa bir cevap geldi Hasan'dan. Dirse ayağa kalktı. Her yeri toz toprak içerisindeydi. "Kalkın. Arabaya gidelim." Uzakta sakladıkları bir araba vardı. Duman daha deminden ziyade azalmıştı. "Gidelim."

 

*******

 

Arabayla ilerliyorlardı. Görev tamamlanmış, Efe'yi alma saati gelmişti. Efe büyük ihtimal kesecektik Adal'ı. Nedense herkes Adal'ı kesiyordu. Dirse, Efe, Uzay... Bu çocuk napsın?

Yaklaşık bir saat daha gittiler. Ve sonunda Muhtarın evine varabilmişlerdi. Efe'yi alıp defolup gitmek istiyorlardı. Arabadan sadece Adal indi. Kapıyı çaldı. Küçük bir kız açtı kapıyı. "Merhaba küçük hanım bir ebeveynin var mı evde?" Kız kafasını aşağı yukarı salladı ve içeri koştu.

Bir, iki dakika sonra Muhtarın geldiğini gördü Adal. "Geldiniz." Dedi Muhtar şaşkınlıkla. Bu kadar erken beklemiyordu. "Hoşgeldiniz. Geçin kapıda kaldınız." Arkadaki arabaya baktı. "Arkadaşlarınızı da çağırın sofra kuralım." Samimi bir şekilde güldü Adal. "Sağolun ama biz gidelim. Arkadaşım iyi mi?" Efe'yi almalıydı artık. "A evet. Gelin sizi ona götüreyim." Muhtar içeri Buyur etti Adal'ı.

Muhtar önde Adal arkada yukarı çıktılar. İlk gün Adal'ın Efe'yi bizzat bıraktığı odaya ilerleyince muhtar Adal onu takip etti.

 

*******

 

Boş boş pencereye bakıyordu Efe. Yine ve yine. Yapacak bir şey olmaması can sıkıyordu. Kapı sesi gelince arkasını döndü. Kahverengi saçlı yeşil göz.ü bir beyefendi. Adal Akay karşısındaydı. "Sen." Dedi. Onu buraya o getirmişti. "Allah belanı versin." 'Abe yapma amaa.' Dedi Adal'ın mimikleri. "Hadi gidiyoruz." Korka korka korka koluna girdi Efe'nin.

Odadan merdivene, merdivenden, çıkış kapısına. Çıkış kapısından çıktıklarında hissetti Efe. Hissetti teninde rüzgarı. Hissetti içine çektiği açık havanın verdiği huzuru. Hissetti özgürlüğü. En son dışarı çıktığında bir yerlere sürüklenerek götürülüyordu.

Artık evine dönecekti. Sevdiklerinin yanına. Ait olduğu yere...

 

*******

 

19 Eylül Perşembe saat sabah dokuz sularıydı. Bartu'nun önemli işleri vardı. Arkadaşına gidiyordu. Efe'ye. Genellikle içine soktuğu ateş sembollü kolyesi görünür vaziyetteydi. O ateş sonuçta sönmezdi.

 

Hastaneye varır varmaz arabayı park edip koşar adım ilerledi. Merdivenleri ışık hızında çıktı. Asansör bekleyecek sabrı yoktu. Daha hızlı yürümeye başladı.

 

Kapıda duran asker dikleşti. Bartu içeriye girdi. Yatakta ayaklarını uzatmış beyaz eşofman takımı ile oturuyordu Efe. Bartu kapıyı kapattı ve direkt Efe'ye sarıldı. Bembeyaz giyinmiş Efe. Baştan aşağı siyah olan Bartu ile sımsıkı sarıldı. Siyah saçları. Siyah Boncuğu andıran gözleri. Simsiyah kıyafetleri. Baştan aşağı siyah.

"Oha ying yang." Gelen sesle bölündü sarılmaları. Kapıda bir kişi vardı. Orhan.

 

*******

 

Görevden döneli üç gün olmuştu. 18 Eylül'ü 19 Eylül'e bağlayan gece uçağa atlayıp memlekete Yalova'ya gitmişti. Ailesinin yanına. "Oğlum hazır mısın?" Mahalle günleri başlamıştı. Mahalle günlerine bayılırdı Adal. Bu mahalleyi pek tanımazdı ama bilirdi. Askeri lise için İstanbul'a, Astsubay meslek yüksek okulu için Ankara'ya gitmişti. Kimseyle birebir tanışamamıştı. Ama annesinden bilirdi.

Lakin mahalle onu çok iyi tanımazdı. Lisede askeri liseye gittiğini ve asker olduğunu bilmiyorlardı. Büyük ihtimal işsiz zannediyorlardı. "Hazırım!"

Mahallenin gösterişçisi Firdevs hanımın evine gidilecekti.

Eve vardıklarında neşeyle açtı kapıyı Firdevs. "Hoşgeldiniz. Adal?" Adal'ı görünce şaşırdı. "Sende hoşgeldin." Eyvallah manasında eydi kafasını. 1.60 kadınların arasında sırıtıyordu.

"Çok yorucuydu yaa." Dedi Firdevs'in oğlu Fikret. Askerden yeni gelmişti. "Nerede yapmıştın sen Fikret oğlum?"

"Hakkari." Güldeste dışında herkes eşitti yüzünü. Güldeste alışkındı. Adal'ın ilk görev yeri Hakkari'ydi. "Bir ay çok yoruldum." Şaşırdı Adal. "Bir ay?"

"Bedelli yaptım ben." Anıra anıra gülme isteği geldi içinden. Ama ortam pek uygun değildi. "Vay be ne yaşamışsan. Bir aylık gittiğin yeri sanki yıllardır askermişsin gibi anlattında."

"Sen gittin mi askere?" Adal ve Güldeste sırıttı. "Evet."

"Ne olarak yaptın?" Gerçekten anırmalıydı. "Astsubay Kıdemli Üstçavuş olarak."

 

******

Yazar'dan

Merhabalar. Bölüm alamamıştım. İnşallah beğenmişsinizdir.

Bölüm sonu iyi geldi. Buraya şöyle bir şarkı sözü.

"Geldi mi kapak sesi?"

Tiktok: @ates_kitap4380

Instagram: @gencyazarinizz_

Cemile kaçar.

Loading...
0%