Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BÖLÜM 2 "AYKIRI ÇİÇEK"

@bberdogans

ARMİNA PİNHAN

“Bir şarkı diline pelesenk oldu mu, bil ki diyemediğin derdin o şarkıda saklı.”

Ece Temelkuran

Işıklar, sahte gülümsemeler, son moda giyinen halinden memnun vitrin vazifesi gören hemcinslerim ve elimden tutup beni dans alanına çekiştiren nezaketsiz bir adam! Kollarında dev salonun ortasında salındığım adam tüm tüylerimi sinirden ürpertirken annemin sözleri kulaklarıma yayıldı.

Nazik ol Armina!

Hoşgörü ve tevazudan ödün vermekten kaçın!

Sen Erdem ve Yadigâr Pinhan'ın kızı, Arık Böke Ağıralioğlu'nun kız kardeşisin. Sen bizim markamızsın kızım!

Nezaketin N'sini bilmeyen bu yeşil gözlü dev yüzünden şu an salonda tüm gözler üzerimizdeydi. Gözlerimi nezaket gereği(!) yumup kapalı bir şekilde devirdiğimde kokusu aldığım nefeste hissedilen eli belimdeki adama tekrar gözlerimi açıp baktım. Gülümsüyordu! Bu adam gülmeyi biliyor muydu? Arsız bir gülümseme mi, yoksa onunda mı nezaket gereği inci gibi beyaz dişlerini göstererek gülümsediği hiç ama hiç umurumda değildi. Şu anda ayağına basarak o gülümsemesini içine kaçırıp iki kaşını çattırabilirdim ama annemin sürekli kulağımda yankılanan 'nezaketli ol Armina' sözleri aklımdan geçen yapmak istediğim tüm hareketlerimi engelliyordu.

“Bir teşekkür yok mu?” Melodi gibi kulağıma gelen ses tonundaki saklamaya çalışmadığı alayı fark ettiğimde çenemi havaya kaldırıp onunla göz göze geldim. Rengarenk sahne ışıklarının yanı sıra gözlerinin irislerinde yeşilin bin bir tonunu saklıyordu.

Yarım bir şekilde gülümseyip sinirimi içime dert edinirken “Teşekkür?” diyerek soru soran bir havaya büründüm. “Alparslan Ateş Kasabalı ne zaman bir teşekküre muhtaç oldu?”

Göz bebekleri anlık büyüse de gülüşünden ödün vermedi. Bedenini benden ayırıp kollarımızı havaya kaldırdığında beni iki kez kendi etrafımda döndürüp tekrar geniş elini belime sardı. “Muhtaç değilim tabii ki de ama merak ettiğim tek bir şey var. Bu kalkık burnunun sebebi ne?”

Elimi göğsüne yerleştirip “Herkes gibi olanlara karşı alerjim var Alparslan ve sen de bu salonda gördüğüm diğer herkesten farklı değilsin.” dediğimde yakasında toz varmışçasına elimin tersiyle hafifçe silkeleyip devam ettim. “Her şeyi değiştirdin Alparslan Ateş. Düzeni değiştirdin, yapılan işleri değiştirdin, Ertuğrul Bey’in dayın olmasına rağmen artık onun hüküm kıldığı kurallar geçmiyor. İçerideki adamları değiştirdin, artık kimse başına buyruk ya da Krallığa aykırı İstanbul'da adım dahi atamıyor ve en önemlisi farazi kan dökülmesini önlüyorsun.” Gözlerinde anlık karanlık bir bulut geçer gibi oldu. “Lakin her biri farkındaysan eğer tek bir çerçevede birleşiyor. Eril düzen! Senin değiştirmediğin tek olgu, karnından çıktığın kadının ya da evleneceğin kadının da kaderi olacak. Belki de kızının! Bizleri vitrin gibi gördükleri ve gördüğünüz sürece size ve sizin gibilere her zaman benim alerjim olacak, özelliklede sana Alparslan. Çünkü sen onların başısın ve sen de herkes gibi aynı pencereden bakıyorsun.”

Sözlerim bittiği an müzik sustuğunda ellerimiz ve bedenlerimiz birbirinden ayrıldı. Ondan bir adım geri kaçıp başımı hafifçe eğdiğimde, o dikkatle bana bakarken gülümseyen ifademi bozmadan devam ettim. “Dans için teşekkür ederim Alparslan Ateş.” Topuklarımın üzerinde geriye doğru dönerek siyah saten elbisenin yırtmacını arkaya atıp ilerlemeye başladığımda ilk karşılaştığım yüz abim Arık Böke'ye aitti.

Zifir gözlerinde gördüğüm ufak parıltı ile beraber dudağının hafif yana kayması duyduğu gururu yansıtıyordu. Abim benim ne yapacağımı bilir ve asla karışmazdı ve yine benim arkamda duran ilk insan olurdu. Aynı kanı taşımamamıza rağmen benim için yeri her zaman abi konumundaydı. Şu an otuz altı yaşında olsa da ailemize katıldığında daha sekiz yaşındaydı. O zaman iki yaşımdaki halimle Arık abime sımsıkı sarıldığımı hatırlıyorum. O sarılışla beraber birbirimizin kalbine ektiğimiz sevgi tohumları biz büyüdükçe büyümüştü ve hala daha göz göze geldiğimde ikimizde birbirimize kollarımızı açardık, şu anda olduğu gibi. Abime doğru yürürken kollarımı hafifçe iki yana açtığımda, abim de bana aynı karşılığı verdi. Ufak bir sarılışın ardından kolunu belime doladığında uzun boynunu eğip kulağıma doğru fısıldadı. “Sinirden kızarmış yanaklar, ağız payını verdiğini belirten parıldayan karamel gözler ve kalabalıktan dolayı dikelmiş bir tel saç.” diyerek topuzumdan fırlayan saçı tutup çekti.

Karşıya diktiğim bakışlarımı Alparslan'ın ateş alanına döndürmeyi kendimce reddettim. “Abi vallahi sinirden kuduruyorum zaten gelme üstüme. Kim bu herif ya, nereden geliyor cesareti anlamıyorum ki?” dediğimde mimiklerimi ve sesimi sabit tutmaya çalışıyordum.

Abim yanımızdan geçen garsonu durdurup tepsiden iki tane kristal bardak kaptı. Bana doğru uzattığında annem ve babamın olduğu yere baktım. Abim önüme geçip “Hadi yuvarla iyi gelir ben annemle, babama bakıyorum.” diyerek bardağı uzattı. Elinden kaptığım bardağı kibarca yudumlamak yerine kimseye bakmadan kafama diktim. Boğazımdan akan acı tattaki sıvı beni ele geçirmeden boş bardakla abimin elindeki dolu bardağı değiştirip onu da yuvarladım.

“Çüş, yavaş! Üzerime kusarsan sabah temizleyen sen olursun.” diyen abime sık nefeslerimin arasından “Elimi sürmem, gider yenisini alırım.” diye cevap verdim. Abim yanağımdan makas alıp “Abisinin kardeşi.” dediğinde ise minnetle ona baktım. Abim tekrar yanımızdan geçen garsonu durdurup iki boş bardağı tepsiye koyarak bu kez kendisine yeni bir içki aldı.

“Masanın ve İstanbul'un hâkimi olan adamın bu kadar cesaretli olması normal değil mi küçük kardeşim?”

“Olabilir ama bu her istediğini ona yapma hakkı vermez.”

“Ne oldu Armina? Buka hakkında iş görüşüyordum ve bir anda seni sahnede gördüm.” diyen abim tekrardan tuttuğu belimle bana yön verip kalabalık arasından çıkardı. Balkona çıktığımızda esen hafif rüzgâr beni üşütürken, abim korkuluğa bardağını sabitleyip üzerindeki siyah takımın ceketini çıkardığında omuzlarıma attı.

“Şu Mirza Holdingin oğlu var ya hani.”

“Fırat Mirza.” dediğinde başımla onayladım.

“İşte o yanıma geldi ve dans etmek istediğini söyledi. Onu başımdan def etmeye çalışırken Alparslan geldi ve ona sözüm olduğunu söyleyerek beni piste çekti, olan bu yani.” dediğimde derin bir nefes aldım. Abim korkuluğa belini yaslayıp bir elini cebine atarak bana döndü.

“Alparslan'ın radarına girecek bir şey yapmış olmalısın ya da o bir şey gördü, yoksa bu şekilde paldumsuz bir adam değil.” diye mırıldandığında şaşkınca ona baktım.

“Adam bildiğin öküz abi, annem bir de bana nezaketli ol deyip duruyor. Gelsin de biraz bunu adam etsin.” Sinirimden çocuk gibi ayaklarımı yere vurmama az kalmıştı.

“Sakin ol Armina. Belli ki Alparslan, Fırat'la olan durumdan rahatsızlığını görmüş ve müdahil olmak istemiş. Kafana takma nasıl olsa tekrarı olmayacak.” diyen abime anlamsız bir şekilde baktım.

“O ne demek?” Bu sorduğun ne demek Armina?

Üzerimdeki ceketin cebine uzanıp sigarasını çıkardı. “Şu ki sevgili kardeşim.” Kendisine bir dal çıkardığında bana da uzattı. Başımla reddettiğimde dudaklarına götürüp yaktı. Arada bir abimle içtiğim sigaraya bağımlılığım yoktu ama şu anda alırsam elindeki tabakasını bitirebilirdim. “Alparslan yarın, bir gün evlenecek ve bu dans sadece tatlı bir anı olarak hatıralarda kalacak.”

Abimin sözleri sıcak sırtımın buz kesmesine sebep oldu. “Ya evlenecek olan adam ne diye geliyor benimle dans ediyor? Ya nişanlısı görse!” diyerek hiddetlendiğimde abim sağına soluna bakıp sigarasından derin bir iç çekti.

“Peki sen Armina? Neden bu kadar yüksek bir tepki veriyorsun, yoksa Alparslan'ın paldumsuz olmasını mı yeğlerdin?” dediğinde hayret içinde ona baktım. “Senin için de güzel bir anı olarak kalmalı Armina aklında dönenleri görebiliyorum, yapma.” Abim hafifçe göz kırptığında annem yanımıza geldi. Abimin konuyu kısa kesmesinin sebebinin karşıdan geldiğini gördüğü annem olduğunu anladım.

“Hunharca içtiğin viskiden sonra kendine geldin mi kızım?” diye soran annem topuz yapılmış saçından firar eden sarı tutamını geriye attırdı. Aynı göz rengine sahip olduğum annemle aynı saç rengine de sahiptim ama annem moda diye saçlarını her ay farklı bir renk yapar, Krallığın kadınlarıyla tabiri caizse sidik yarışına girerdi.

“Ben verdim anne.” diyerek abim beni korumaya geçtiğinde annem, abime sert bir bakış attı.

“Sen veriyorsun zaten buna bu cesareti oğlum. Otuz altı yaşına geldin, senin evleneceğin yok bari kız kardeşinin önünü kesme. Yarında bir günde asi ve eğilmez yaftası yediğinde iki kardeş oturur çiftlikte at tımarlar, pişti oynarsınız.”

Sağını solunu kibar bir şekilde süzüp bana dönerek “Alparslan Ateş seni neden dansa kaldırdı? Baban gelmeden söyle hemen.” dediğinde abim ufak bir kıkırtı koyuverdiğinde gözlerimi sonuna kadar açıp oyuncu bir tavırda cık cıkladım.

“Aa bilmiyor musun Yadigâr Pinhan?” diye sordum.

“Neyi kız?”

“Bende gözü varmış.” diye omzumu silkip memnun bir tavra büründüm. Annemin gözleri benim gibi sonuna kadar açıldığında “Sana göz mü koymuş?” diye sordu.

“Ya öyle, ben de ona gözün çıksın dedim.” Sözlerimin bitimiyle abim kulakları şenlendiren bir kahkaha attı. Onunla bir ben de kahkaha attığımda annem ikimize bir kınayıcı bakışını gönderdi.

“Dua edin kalabalıktayız. Yoksa biriniz otuz altı yaşında kocaman adam, diğeri otuz yaşında koskoca kadın demez terliği yapıştırırdım ama evi bekleyin siz ben sizden bunun acısını çıkaracağım.” dediğinde şifon elbisesini düzelterek arkasını dönüp gitti.

“Oynama şu kadının ayarlarıyla diyorum sana, sonra senin yanında ben de yanıyorum.”

Munzur bir çocuk edasıyla suratımı büzerek abime baktım. “O da benim üzerime çok gelmesin şuraya bak koskocaman kadın diyor ama ardından terlik ekliyor olacak iş mi?”

“Yadigâr Sultan bu, ne yapacağı belli olmaz. Hadi ufaktan kayalım içeriye, ortadan çok kaybolduk.” Bardağını kafasına dikip, sigarasının izmaritini korkuluktaki tablaya bastırdı. Üzerimdeki ceketi omuzlarımdan alıp iki yanından tuttuğumda, kollarını geçirip sırtına aldı. Kolunu beyefendi bir tavırla kırıp “Sevgili Armina Hanım ikinci dansı bana lütfeder misiniz?” diye sorduğunda dizimi hafif kırıp eteğinin ucundan tuttum.

“O zevk bana ait Arık Böke Bey.”

“Şımarık.” diyerek gülümseyen abim, burnumun ucuna bir fiske vurduğunda ilerlemeye başladık.

Gecenin ortalarında soy ismimize ayrılan masada otururken ayaklarımın zonklaması beynime vuruyordu. Saçlarıma takılı olan bilmem kaç tane tel tokayı oturduğum yerden çıkarmamak için kendimle oldukça mücadele ederken, gözüm geniş salonu heybetiyle kaplayan adama takıldı.

Sol eli cebinde oldukça profesyonel, fazlasıyla rahattı. Koyu lacivert takım elbisesini üzerinde şık bir şekilde taşırken, takım elbise onu ikinci teni gibi sarıyordu. Sadece ona ait… kendine gel Armina veryansınlarını düşünmeden gözlerime zevk yaşatmaya karar verdim. Koyu kestane saçlarının ön tutamları sağa doğru yatık bir şekilde gecenin başından bu yana yönünü korurken, sanki bir teli nizamı bozsa adamın tüm büyüsü kaçacak gibiydi. Sol profilinden gördüğüm yüz hatları gergindi, karşısındaki her kimse sol şakağındaki damarın atmasına sebep veriyordu. Bir hayli uzun boylu olan Alparslan Ateş Kasabalı'nın yanında veya karşısında kim olursa olsun küçücük kalıyordu. Bana hafif bir tebessüm ettiren ayrıntı da onu dev gibi düşünmemin haklılık payını bana vermişti.

O anda olduğum yeri ezbere biliyormuşçasına başını oturduğum masaya çevirdi. Dudaklarımda tebessüm asılı kalırken ela gözleri hafifçe kısıldı, karşısındaki adam konuşmaya devam ediyor olsa da bir an bile gözlerini benden kaçırmadı. Karşısındaki adam el kol hareketleriyle anlattığı konu üzerinde baskılasa da Alparslan karamel rengi gözlerimin içine baktı. Orada ne görüyor bilmiyordum ama iletişimi sonlandıran taraf bu sefer ben olmayacaktım. Kaşlarımı havaya kaldırıp boynumu hafifçe sağa yatırdığımda dudağındaki anlık tebessümü yakaladım. Saniyelik ifadesi yumuşarken gözleri arkama değdi. Tekrar poker surat ifadesine dönen Alparslan ile saçlarımın üzerine bir öpücük kondu.

“Güzel kızım.” diyerek arkamdan boynuma kolunu dolayan babama başımı çevirip baktığımda boynumdaki elinin üzerine elimi kapattım.

“Babam.”

“Yoruldun mu? Gitmek istiyorsan araç kapıda bekliyor, gidebilirsin. Annen eminim bu kadarıyla tatmin olmuştur.” diyerek hafifçe gülümsedi.

Gözümü kısıp “Olmuş mudur?” diye sordum.

Babam elimi sıkıp göz kırptı. “Olmuştur, olmuştur. Olmadıysa bile ben ayarlarım onu.”

“Peki o zaman ben yavaştan kaçayım anneme görünmeden, yarın şirkete gitmem gerekli yeni ürünler gelecek lansman öncesi toplantı var.” Kollarından sıyrılıp minik gümüş el çantamı masadan aldım. “Abim burada mı kalacak?”

“İkinizi bir idare edemem, bu gecenin şanslısı sensin.” dediğinde kırlaşmış sakallarını sıvazlayıp kahverengi gözlerini kıstı. “Evine mi, eve mi?”

“Bu gecelik eve gideyim sabah şirkete geçmeden kahvaltıya uğrarım.” deyip sandalyenin üzerinde katlı duran ipek şalımı sırtıma attım. Babama eğilip iki yanağından öptüğümde “Buenas noches, señor.[1]“ diyerek anneme gözükmeden salondan ayrıldım.

Davet alanından çıkıp ön girişe ilerlerken yanımdan geçenleri düşünmeden saçlarımın arasından tokaları ayıklamaya başladım. Yürürken diğer yandan çıkardığım tokalarla asi tutamlarım özgürlüğe hak kazanarak omuzlarıma bukleler halinde dökülmeye başladı. Çıkışa yaklaştığımda durup hiç düşünmeden ayakkabılarımı çıkarıp elime aldım. İşte asıl özgürlük buydu! Çıplak ayak arşınladığım yolda saçımın arasında tel toka ararken abimin koruması Gündüz abi beni görüp araçtan indi. Halimi görünce gülümsese de ufak bir öksürükle kendisini toparlamaya çalıştı ve o anda ben onun hareketlerine takılırken duvara çarptım. Havada toka toplayan sağ kolumu çarptığım duvardı ama etten duvar.

“Affedersiniz, dikkat edemedim.” derken kime çarptığıma bakmadan sızlayan kolumu sıvazladım.

“Önemli değil senin beni görmediğin yerde benim seni görmem gerekiyordu. İyi misin?” Duyduğum sesle başım havaya kalkarken, elinde izmariti kalmış sigarasını yere atıp topuğuyla ezdi. Bana doğru baktığında sahne ışıklarının gerisinde derin ela gözleri olduğunu fark ettim. Bakışları uçurumun kenarı gibiydi, sanki düşeni içine çekip yutacak gibi. Alparslan'ın gözleri yeşil değildi. Gözlerinde uçsuz bucaksız ormanlar, ela rengi harelerinde kehribar kalıntıları vardı. Ateş'ti ya o, aslı kehribar ateşiydi. Gözlerinin rengi, ismine hayat vermişti. Alparslan Ateş'in ismini koyan her kimse bunu gözlerindeki kehribar ateşinden esinlenmiş olmalıydı.

Ne edebiyat yaptın Armina! diyen benliğimle beraber Alparslan'ın irislerine yerleştirdiği ukala parıltılar beni kendime getirdi. “Beni yeterince incelediğini düşünüyorum, sence karşıdan bana hasar verebileceğin kadar narin mi duruyorum?” diyerek gülümseyip durumu alaya aldı.

Hah! İncelemekmiş!

Kolumu indirip yüz yüze gelecek kadar alanına girdim. “Bence narinden ziyade karşıdan yeterince ukala duruyorsun. Özrün böyleyse teşekkürünü görmek istemem!” dediğimde dilimin freninin çoktan boşaldığını fark ettim.

Gülüşü derinleşirken sözlerime karşılık eğleniyor gibiydi. Güldüğünde ise gözlerim anlık gamzelerine kaydı. “Bir gün tekrar çarpışırsak teşekkürüme de nail olursun, belki. Tabii o kadar şanslıysan.” dediğinde resmen benimle dalga geçiyordu.

Şalımın uçlarından tutup omuzlarımı dikleştirdim. “Seni ve ukalalığını bu saçma sohbetle baş başa bırakıyorum. Umarım bir daha hiç denk gelmeyiz ama tabii nerede bende o şans!” diyerek adımlamaya başladığımda arkamdan “Armina.” diye seslendi. Adımı nerden öğrenmişti ki şimdi? Abimle samimi olduklarını biliyordum ama bizim bir kere bile yüz yüze konuşmamız olmamıştı ki onun listesindeki kadın isimlerinin arasında benim adımı tutturması milyonluk bir olasılıktı. Arkamı dönmeyince tekrar seslendi. “Armina Pinhan!” Bu kez daha güçlü ve baskın ses tonuyla söylediğinde ona dönüp baktım.

“Adımı mı ezberliyorsun be adam?”

Ne dediğimi umursamadan sağ elini havaya kaldırıp işaret parmağını havada salladı. “O konuda artık hiç şansın olmayacak. Ha varsa da eğer bir gram şansın, bu geceden itibaren yok. İyi geceler, mujer de ojos de miel.” Sözlerinin bitiminde reverans verip arkasını dönerek gözden kayboldu.

Bal gözlü kadın mı?

Mierda![2]

“Armina iyi misin, bir sorun yok ya?” diye merakla soran Gündüz abiye “Kim bu adam abi?” diyerek soruyla karşılık verdim.

“Alparslan Ateş Kasabalı.” diyerek gayri ihtiyari bir şekilde konuştuğunda arkasında tozu kalmayan adamın gittiği yoldan bakışlarımı çekip ona döndüm.

“Gerçekten mi?”

“Değil mi?”

“Abi dalga geçme kim olduğunu biliyorum zaten, aslında kim bu adam?”

Giden adamın arkasına sonrasında ise bana çevirdiği bakışlarıyla ensesini kaşıyıp “Gel seni eve bırakayım yolda laflarız.” dediğinde elimdeki ayakkabılarıma uzanıp aldı.

Gündüz abi aracı evime doğru sürerken sorularımı sıralamaya başladım. Onun vermesi gerektiği kadar bilgi vereceğinin farkındaydım ama Alparslan'ın bu gece kafamı karıştırdığı da bir gerçekti ve ben kafamdaki soruların çözümünü bulamadığımda kendime hayatı zindan edebilirdim.

“Alparslan Bey, babası Özdemir Kasabalı'dan kalma Alamatra Holding'in asıl sahibi. Bir kardeşi olduğu biliniyor ama ortada yok ve kendisi oldukça gizli tutuluyor. Abinizin bile bildiğinden şüpheliyim. Alparslan Bey otuz iki yaşında ve genç yaşına rağmen oldukça güçlü. Aslında Sürmeneli ve topraklarına bağlı biri sanırım duyduğuma göre orada da İstanbul ile bağlantılı yeni bir şirketi kurulacak.”

“Alparslan'ın ilk koltuğa oturduğu zamanı hatırlıyorum ama bu olay tam nasıl oldu bilmiyorum Gündüz abi, anlatır mısın lütfen?”

Gündüz abi ışıklarda arabayı durdururken “Bu kısım pek iç açıcı değil Armina.” diyerek derin bir iç çektiğinde dikiz aynasından göz göze geldik. “Alparslan Bey'in kuzeni vardı, yani Ertuğrul Gökalp'in kızı ve Krallığın asıl varisi Umay Çağın Gökalp. Maalesef ki Ertuğrul Gökalp'in koltuktan inmesine sebep kızı diyorlar.” dediğinde hayretle ara kısımdan ona baktım.

“Neden?”

“Kimine göre kaza, kimine göre cinayet.” dediğinde “Sana göre?” diyerek sorumu yineledim.

“Bana göre tamamen cinnet bunun adı.”

“Başka olaylar var.” diye bir yargıda bulunduğumda başıyla onayladı.

“Kulaktan duyma birkaç şey var. Ertuğrul Gökalp'in kızına ve rahmetli karısı Nazenin Hanım'a şiddet uyguladığına yönelik ki bu en olabilir olanı, çünkü ikisi de aynı gün öldü. Sonrasında bir anda Umay Çağın Gökalp'in Kaliforniya'ya gittiği ve bir daha haber alınamadığı gibi bir sürü dedikodular var. Tabii bunu en iyi Arık Böke Bey bilir.”

“Abim ne alaka?”

“Şey…” dediğinde sanki söylememesi gereken bir cümleyi ağzından kaçırmış gibiydi. Işık yeşile dönerken gaza basıp “Bunu abinizle konuşsanız daha iyi olacak Armina Hanım.” dedi.

“Hanıma döndük.” dediğimde ise hafifçe omzunu kaldırıp silktikten sonra sessizce yola devam etti. Kollarımı bedenime dolayıp akıp giden yolu izlemeye başladım.

[1] (İsp.) İyi geceler bayım.

[2] (İsp.) Lanet olsun, siktir.

****

Sabah kendi evimde uyandığımda, geceden sabaha kadar yatakta dönüp durduğum ve uyuyamadığım gerçeği gözaltlarıma vurmuştu. Toplantılar ve yoğun iş temposunun yanı sıra hafta içi olmasına rağmen gecenin bir yarısına kadar davet düzenleyen Krallık algısının as beynine de içimden söve söve gözaltlarıma sürdüğüm kapatıcıyı dağıttım. Makyajım bittiğinde üzerimdeki bornozu çıkarıp giyinme dolabından lila renk takımımın askısından tutup, mürdüm rengi gömleğimi de yanına alarak giyinmeye başladım. İçeride çalan telefonum bir süre sonra telesekretere düştüğünde odaya abimin sesi yayıldı.

“Bugün yoğun olduğunu biliyorum tatlım. Akşama kadar işlerini ayarla boğazda yemek yiyelim. Seni seviyorum küçük kardeşim.”

Abimin mesajı bittiğinde üzerimi giyinip hazırlanmışken son cümlesiyle tebessüm ettim. Aynanın karşısına tekrar geçip altın kolyelerimi takarak, abimin geçen seneki doğum günü hediyesi siyah elmas yüzüğümü de parmağıma geçirdim. Saçlarımı geriye doğru attırıp küçük bir tokayla kıvırcıkları tutturduktan sonra evrak ve kol çantamı alıp evden çıktım.

Küçük, kendime ait, tek katlı müstakil bir evim vardı. Otuz yaşında bekar ve çalışan bir kadın olarak aile evinde kalmak birtakım sorunlara ve evlilik baskılarına sebebiyet verdiği için, yirmi sekiz yaşımda babamdan devraldığım Pinhan Bilişim koltuğuyla birlikte kendi özel hayatımın anahtarını da almıştım.

Varlığı dört bir köşeye nam salmış bir aileden gelsem de babamdan gelen öğrenim desteği haricinde küçüklüğümden bu yana çalışıyordum. On beş yaşımda hayattaki konumuma baş kaldırmamla beraber, arkamda duran Arık abimin desteğiyle kimsenin soyadımı bilmediği boğazda bir mekânda çalışmaya başlamıştım. İlk önce komi olarak girdiğim restoranda on sekiz yaşıma kadar her yaz çalışmış ve hayata karşı pişmiştim. Yeri geldiğinde kendi aileme bile servis yapıp, abimin iş toplantılarına garsonluk yapmıştım. Ta ki Krallık koltuğunda oturan bir kişi beni tanıyana kadar, o zaman asıl kimliğim ortaya çıkmıştı. On yedi yaşımın yazında restoranı bırakıp bu kez babamın şirketinde en alt basamaktan başlamıştım.

İnsanların getir götürünü yapıp dosya işlerini tamamlamalarına yardımcı olurken, bilişimin ana kökünün daha çok dikkatimi çektiğinin farkına vardım. İşletme bölümü yerine bilişim teknolojileri bölümünü okuyarak hem okulumda hem de babamın şirketinde yeniden pişmeye devam ettim.

Bilgiye aç bir beynim vardı, her yeni bir bilgide ve öğretide kendime olan güvenimin de arttığını görünce babamın şirketinde katkım daha fazla olmaya başladı. Pinhan Bilişim öncesinde sadece veri ağı servisi görürken, yaptığım projelerle ve anlaşmalarla artık birçok yönden aktif bir şirketti. Okulumun bitmesiyle şirketteki IT Uzmanı Özen Bey'in yanında dört sene boyunca çalışmıştım.

Sorun ve çözüm. Bu iki kelime benim için çocuk oyuncağıydı. Şirketteki tüm sorunları tespit edip çözüm sundukça babamın iş konusunda rahatladığını görmek beni mutlu ediyordu. Teknolojik imkanlar ve yeteneğim sayesinde iş yükünü hafifletmekle kalmamış, Pinhan Şirketler Grubu’nun da piyasadaki değeri arttırmıştım. Yirmi sekiz yaşımda koltuğa oturduğumda ise asıl projelerimi öne sürmüştüm. Araştırmalarımla beraber yurt dışında verdiği ödeneklerle sanayiyi elinde tutan, Türkiye üzerinde de ekonomi ve yatırımın bel kemiği haline gelmek üzere olan Valeri Şirketler Topluluğu ile anlaşma yaparak başlamıştım.

Koltuğa oturduğumun haftasında avukatlarım ve genel müdür Erhan Bey'le Kaliforniya'ya giderek anlaşma hukukuyla isteklerimizi, beklentilerimizi ve de Valeri Almeda'nın çıkarlarını göz önünde tutan anlaşmayı sağlayarak Türkiye'ye geri dönmüştüm. Valeri Almeda da bu işin içinde doğmuş ve kalkınmış bir kadındı. Gökalp Krallığı’ndaki kadınların aksine bir kadının bu şekilde dünya üzerinde hakimiyet kurması benim avuçlarımı daha çok kaşındırıyordu.

Gökalp Krallığı içerisinde kadının vitrinden başka bir konumu yoktu. Kadınlar doğurur, doğan çocuğu erkekse eğer Krallık o çocuğu eğitirdi. Eğer ki kızsa doğan kız çocuk sekiz yaşına geldiğinde yine Krallık doğrultusunda annesi ve dadıları tarafından eğitim görürdü. Yabancı dil dersleri, resim, müzik ve görgü kuralları oyun oynayacak yaştaki kızlara bilinçsizce yüklenirdi. Neden? Çünkü Krallık içerisindeki eril kişiyle evliliğinde, erkeğinin yanında onu onurlandırmak için.

Mierda!

Mercedes aracımın kilidini açıp bindiğimde direksiyonu aile evine döndürdüm. Yolda ufak ufak tırnaklarımla direksiyonda ritim tutarken, abimin mesajına sesli şekilde yanıt verdim. “Akşama kadar işlerimi halletmeye çalışacağım abiciğim. Seni seviyorum.” Mesaj gittikten sonra müzik listesine girip, moduma uyacak bir şarkı seçerek yoluma devam ettim.

Güldürmeyen, ağlatmayan…

Sinsi bir ok, öldürmeyen…

Çaresi yok, bu yaranın…

Kimde kalır, kabukları…[3]

Arabanın kapısına dayadığım dirseğime başımı yaslarken çalan şarkıyla akşamın anıları üzerime süzüldü. Dans ve Alparslan Ateş! Hayatımda ilk kez bir erkekle dans etmemiştim ama ilk kez abim dışında bir adamın kollarında güven denilen duygudan bir parmak çalmıştım. Ta ki o sivri dili ortaya çıkana kadar. Alparslan Ateş, heybetli duruşu ve kendine güvenen tavrıyla kurduğu hakimiyet Fırat'ın yanımdan toz olmasına yetmişti. Ah anne! Semtine adım atmayacağım olayların içine beni sokmaktan geri kalmıyordu. Geçen sene üç kere kaçtığım davetin bu seneki ilk balosundan kaçamamıştım. Annemin yalandan olduğunu bildiğim gözyaşlarına yine kanarak kuaförlerin masasına oturmuştum. Oysaki dün sabah bana akşama aile yemeği olacak diyerek şirketten erken çıkmama sebep olmuştu.

Alparslan Ateş'in egosunu tatmin edecek davetin dün gece olacağını bilseydim eğer malikaneye adımımı atmazdım üç keredir yaptığım gibi ama onlar birlik olup beni alaşağı etmişlerdi. Süreceğim ojeden, takacağım mücevhere kadar her şeyi arka planda hazır etmişlerdi ve şimdi ödeşme zamanıydı. Vardığım malikanenin bahçe kapısını açan korumayla içeriye girdiğimde park edip araçtan çıktım.

Yaldızlı demir profile tutunup büyük vitray kapıya varan merdivenleri arşınladığımda kapı sonuna kadar arkasından açıldı. Siyah kalem eteği, beyaz şifon yakalı gömleğiyle ve de geniş gülümsemesiyle kapıyı açan Madam Abella “Hoş geldin tatlı Armina.” dedi.

Bacaklarımı hafif kırıp ceketimin ucunu tutarak “Günaydın Madam.” deyip gülümsedim. “Kont ve Kontes kahvaltıda mı?”

“Ah tabii ki prenses, Kont ve Kontes hala masa başında.” diyerek göz kırpıp küçük dil oyunuma karşılık verdi. İçeriye adımlayarak Madam Abella'nın yanağından makas alıp geniş salona ilerledim.

Küçüklüğümden bu yana malikane beni ürkütürdü. Üç katlı ve görkemli olan yapının içerisinde üst katlarda yatak odaları varken alt kat yaşam alanıydı. Benimse malikanede en sevdiğim yer önceden depo olarak kullanılan çatı katıydı. On dört yaşımda annemin bıkkınlığı ve babamın tamam demesiyle depo olan çatı katını kendime ait bir alana çevirmiştim, orası evden ayrılmama rağmen hala benim yatak odamdı. Merdivenlerin son noktasıyken alanda açılan kapıyla yukarıya uzanan ahşap merdivenler beni odama götürüyordu. O zamanlarda bana sihir gibi gelen giriş hala daha beni büyülüyordu.

Yürürken eşyalarımı krem berjerin üzerine bırakarak “Günaydın sevgili ailem.” deyip bana açılan kahvaltı servisine oturmadan önce babamın yanına ilerledim. Babamın da Alparslan Ateş gibi üzerine yapışan takım elbiseleri vardı ama bugün oldukça rahat gözüküyordu. Keten pantolonu ve polo yaka tişörtüyle kahvaltı masasının başında yer alırken, benim gelişimle okuduğu gazetesini ikiye katlayıp masanın üzerine koydu. Alparslan ve babam ikilemi nereden çıktı şu anda?

“Günaydın göz bebeğim.” diyen babamın yanağından bir öpücük çalıp, annemin alev alev yanan gözlerine aldırmadan yanına ilerledim.

“Günaydın Yadigâr Sultan.” diyerek sevimli bir şekilde gülümseyip, silah gibi tuttuğu çatalı ve bıçağını es geçerek sol yanağını öptüğümde sağ yanağından makas aldım.

“Yapma şunu Armina.” Elindeki çatal ve bıçağı tabağın kenarına koyup sıktığım yanağını tuttu.

“Ne yapayım seviyorum o tontiş yanaklarını sevmeyi.” derken masadaki yerime geçip oturdum. Zeliha abla oturmamla beraber masanın köşesinde duran porselen çaydanlığı alıp yanıma geldiğinde çay bardağını doldurdu.

“Tontiş? Sen kendi yanaklarına bak, kalorine dikkat ediyor musun hiç sen?”

“Anne Allah vermiş, ben de yiyorum. Ne yapayım bu güzelim peynirlerden, yumurtalardan ve nicesinden mahrum mu kalayım?” derken çatalımı alıp küp şeklinde doğranmış peynire batırdığımda aynı hızla ağzıma götürdüm. Babam ufak bir kıkırtı çıkarırken “Boğma kızı sabah sabah Yadigarım.” diyerek göz kırptı ve annem anında ifadesini yumuşattı. İşte en sevdiğim yanımız buydu, her ne kadar Krallık adı altında evlenseler de ikisi de birbirine karşı oldukça sevgi doluydu. Benim şatafatlı bir hayatta, lükste gözüm yoktu. İstediğim sadece yuva diyebileceğim bir adamla böyle sakin ve huzurlu bir hayat geçirmekti. “Peki…” diyerek kahvaltısına annem devam ederken, babama dönüp göz kırptım.

“Babam bugün gelecek misin şirkete?” diyerek diğer yandan kahvaltıya devam ettim.

“Bugün patrondan izinliyim. Güzel karıma sözüm var, deniz turu yapacağız.”

“Ah tabii.” dediğimde hafifçe boğazını temizleyen anneme döndüm. “Sen ne zaman izne çıkacaksın? Haftaya Seznur Hanım'ın eşi Rafet Bey'in yeni resim galerisinin açılışı var bana eşlik eder misin?”

Çatalı tabağın kenarına bırakıp çayımı avuçlarımın arasına aldım. “Bu aralar çok zor annem, Katar'dan gelecek olan sevkiyat var ve lansman öncesi onlarla ilgilenmeliyim. Az bir vakit kaldı projenin bitmesine sonrasında daha rahatım.”

Çayımı yudumlarken annem babama ufak bir bakış atıp bana geri döndü. “Peki kızım, en sonunda seni o koltukla evlendireceğim.” diyerek sırtını sandalyesine yaslayıp alnını ovaladı.

“Anne lütfen, şu evlilik mevzusu sence de çok uzamadı mı? Bak her seferinde aynı konuşmaları yapıyoruz, ben bu konudan sıkılmaktan ziyade yoruldum. Hedeflerim var, isteklerim var ve önümde oturduğum koltuğun hakkını vermek için birçok projem var. Ben bunların hiçbirine bir imzayla ket vurmak istemiyorum. Benim şu anda imzam sadece şirket anlaşmaları üzerinden olacak. O kırmızı kaplı defter için daha çok yolum var.”

“Ay! Benim iki evladım da ne şirket sevdalısı çıktı. İkinizde otuz yaşını geçtiniz ve yanınızda daha kimseyi görmedim.” diye annem hayıflandığında babam sandalyesini hafifçe çekip kollarını masaya yasladı.

“Yadigâr, çocukları evlilik diyerek bunaltmasan mı her seferinde hayatım? Armina kadın diye yapıyorsun ama bunun benim soyadım altında hiçbir sorun teşkil etmeyeceğini de biliyorsun. İsterse Armina ömrünün sonuna kadar evlenmesin. Arık Böke'ye gelince onu da bu konularla bunaltma, onun durumu çok çok farklı.”

“Neyi farklı hayatım? Ben geldim geçiyorum, yaşım da yolun yarısını tamamladı. Ben de torun sevmek istiyorum artık.” diyerek hayıflanan anneme baktım. İkinci cümlesi nedensizce göğsümde bir ağrıya sebep olmuştu. Evet farkındaydım zamanı geldiğinde her birimizin göçüp asıl toprağımıza gideceğimizin ama ailemi kaybetmek sözlü bile olsa canımı acıtıyordu. Alparslan Bey'in kuzeni Umay Çağın Gökalp! Kimine göre kaza, kimine göre cinayet ama bana göre tamamen cinnet! Gözlerimi kırpıştırıp Gündüz abinin laflarını aklımdan geçiştirmeye çalıştım.

“Arık Böke'nin sevdiği bir kadın var.”

Babamın sözleriyle masada kısa süreli bir sessizlik oldu. “Benim oğlum bir kadına aşık mı?” diye mutlu bir ses tonuyla annem sorsa da bana kal gelmişti. Bu konuda herhangi bir bilgim yoktu ve açıkçası şaşırmıştım.

“Evet oğlun bir kadına aşık Yadigâr Hanım ve artık sen de çocuğu darlama evlen diye. Her şeyin bir zamanı var, sadece bekle hayatım.” diye babam anneme cevap verdiğinde “Tamam.” diyerek cevap veren annemin de şaşırdığı apaçık belliydi.

“Abimin bir gönül davası olduğunu bilmiyordum baba, hiç de fark etmedim.” dediğimde salonda çalan telefon sözlerimi kesmeme sebep oldu. Ben ayaklanırken babam “Bilmemeye devam edin hanımlar, oğlumun sırlarını açığa dökmek huyum değildir, bu durum aramızda kalacak.” Başımla onaylayarak eşyalarımın yanına ilerleyip telefonumu çantamdan aldım.

“Efendim Nergiz.” diyerek asistanımın çağrısını yanıtladım.

“Armina Hanım, az önce şirkete Alparslan Ateş Kasabalı adına birkaç kişi geldi ve Pinhan Bilişim ile iş yapmak istediklerini söylediler, detayları konuşmak için sizi bekliyorlar.”

“Bakkal dükkânı mıyız biz Nergiz? Randevu ver gönder.” dediğimde “Denedim Armina Hanım ama fazla ısrarcılar, lobide sizi bekliyorlar.” diyerek karşılık verdiğinde arkamı dönüp babama baktım.

“Tamam geliyorum ben Nergiz adamların her birine buzlu su ver, ben gelene kadar ferahlamaya çalışsınlar. Onlara hararet yaptırmaya geliyorum.” deyip telefonu kapattım. “Alparslan Ateş'in benim şirketimin karasularında ne işi var baba?”

“Ne oldu Armina?”

“Alparslan Ateş kendi adına holdinge adamlarını göndermiş, iş yapmak istiyormuş.”

Babam kırlaşmış kaşlarını kaldırırken hafifçe çenesini kaşıdı. “Haberim yok Armina ama dün gece Krallığın güvenlik bölümündeki Kerim'in işten alındığını biliyorum. Alparslan Ateş adına geldiklerine göre Krallık ile ilgili bir sorun olmalı.”

“İstemiyorum baba, o yer altı zırvalığını şirketimde istemiyorum. Gitsin o kabadayı kimin güvenliğini sağlayacaksa başkasını bulsun.” diyerek eşyalarımı toparladım.

“Bu dedenin hoşuna gitmeyecek Armina.”

Sevimsiz bir şekilde gülümseyip “Hangi dede? Koltuğundan inmeyen seksen yaşındaki dedem mi? Zaten her şey onun yüzünden olmadı mı?” dediğimde arkamdan seslenmelerine kulak asmadan geldiğim yoldan geri gittim. Şirkete varmama yakın telefonuma gelen arama abimdendi. Haber abime uçmuştu ve beni sakinleştirebilecek tek Allah'ın kulu olan kişi sadece abimdi.

“Efendim.”

“Oo, bu ses tonunu hiç mi hiç sevmedim küçük kardeşim.” diyerek derin bir sesle konuştu.

“Haber sana çabuk ulaşmış ama ne var ki o zırvalıkların hiçbirini şirketimde istemiyorum. Kesin ve son kararım.” dediğimde şirketin otoparkına girip aracımı park ettim. Camı açıp abimi dinlemeye başlarken sakinleşmek adına torpidoyu açarak gri tabakadan bir sigara çıkarıp yaktım.

“Bak Armina, dün gece Krallık büyük bir olay atlattı. Sizler belki farkında değildiniz ama dün gece Alparslan ters kelepçe ile götürülebilirdi. Adamlar içeriye uyuşturucu koymuşlar ve şükür ki Hassas sayesinde her birini toparladık lakin bu tam tersi de olabilirdi ve bize bile sıçrayabilirdi. Armina senden daha iyisi yok, en iyisi sensin kızım. Bu yüzden Krallık ile Alparslan Ateş adına güvenliğimizi sağlayacak kişi sen olmalısın.”

Abim ince ince beni işlerken, ufak ufak sigaramdan nefesler aldım. Ben onlara değil, onlar bana muhtaçtı işimde tam bir avcı olduğum için aklım çalışmaya başlamıştı. Bu kez av benim ayağıma gelmişti. Alparslan Ateş'in tüm güvenlik sistemini ele alırsam belki de hedefimi daha çok büyütebilirdim. İşte tam da o anda hiç düşünmeden sözcükler dilimden döküldü.

“Akşama bana bir şişe şarap borçlusun Ağıralioğlu, kutlama yemeğimizde lütfen et menüsü olsun.” dediğimde abim ufak bir kahkaha attı.

“Aferin sana küçük kardeşim, geçir dişlerini onun etine.”

[3] Cihan Mürtezaoğlu’nun Bir Beyaz Orkide adlı şarkısından alıntı.

****

Önüme uzatılan kağıtlara göz gezdirdiğimde her bir maddesi sadece Gökalp Krallığı’nın menfaatlerini gözetiyordu. Krallığın bağlı olduğu tüm sistem değişecekti hem malzemeler hem de sevkiyatlar ve davetler dahil olmak üzere tüm sorumluluk şirketime ait olacaktı. En ufak sorunda zararı benim şirketim ödeyecek gibi saçma sapan bir sürü madde olan kağıtların hepsini bulunduğumuz odadaki toplantı masasının üzerine fırlattım. “Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?” derken sesim perde perde yükseldi. Üç adam, bir kadının sözlerimle titrediğini fark ettim.

Sırtımı koltuğa yasladığımda yanı başımda ayakta duran asistanım Nergiz’in uzattığı su dolu bardağı alıp içtim. Sağımda ve solumda oturan şirket avukatı ve genel müdür Erhan Bey'le beraber IT sorumlusu Özen Bey bana baktığında sert bir şekilde kaşlarımı kaldırdım.

Gözlüklü ve hemen hemen benimle aynı yaşta olan sarışın adam “Armina Hanım bu hassas bir mevzu siz de biliyorsunuz. Alparslan Ateş Bey imzaların hemen atılıp işin başlatılmasını istiyor.” dediğinde ceketini düzeltti.

“Alparslan Ateş Bey'iniz bu sözleşme ile gemilerine akaryakıt alamaz. Ben burada kaç insan çalıştırıyorum haberiniz var mı, daha doğrusu Alparslan Ateş Bey'inizin!” Elimi masaya vurdum. “Ayrıca sizin patronunuzun isteği doğrultusunda yürümüyor bu gemi. Her şeyin bir mevzuat sistemi ve yolu var. Yok ben bunu istemiyorum bu olacak demekle olmuyor. İlk önce işi öğrenin sonra şu saçma kağıtları düzenleyin ve karşıma yeniden geçin!” Sözlerimden sonra oturduğum koltuğu geriye kaydırıp ayağa kalktım.

Az önceki konuşan adamın sağında oturan orta yaşlı adam kendinden emin bir tavırla “Alparslan Ateş Bey bu konudan memnun olmayacak Armina Hanım ve memnun olmazsa yapabileceklerinin bir sınırı yok.” diyerek dik bir şekilde bana baktı.

Gözlerimi kısıp masaya doğru avuç içlerimi koyarak adama baktım. “Sen beni tehdit mi ediyorsun?”

Adam sandalyesinde geriye doğru yaslanıp “Asla Armina Hanım, beni yanlış anladınız. Ben sadece olabilecek şeylerin sırasının değişeceğini söylüyorum. Ya şimdi imzalayıp işimize başlarız ya da ufak bir gecikmede olsa yine siz o kağıtları imzalarsınız.” dedi.

Ensemden gelen soğuk alevle boynumu rahatlattım. Ben Armina Pinhandım. Dişimle tırnağımla kazandığım koltuğu zorbalıklara heba etmeyecektim. Benim damarımda babamın kanı, karakterimde ise abimin eli vardı. Nergiz'e bakıp kağıtları gözlerimle işaret ettim. Nergiz hızlı adımlarla kağıtları toparlayıp bana uzattığında eğildiğim masanın başında doğrulup kağıtları elime aldım. Yedi sayfalık kâğıdı masaya vurdurarak hizalayıp tam ortasından tuttum.

“İsminiz neydi?” diye orta yaşlı adama bakarak sordum.

“Melih.” diye boğazını temizlediğinde “Melih Yarcalı.” diyerek tamamladı.

“Melih Bey kusura bakmayın lütfen.” dediğimde onda gülümsemeye yakın hafif bir dudak kıpırtısı fark ettim.

“Ne demek Armi...” Melih sözlerini tamamlamadan tuttuğum kağıtları orta yerinden ayırarak yırttım.

“Melih Yarcalı, ben çok meraklı bir kadınım biliyor musun? Bu yüzden sırf şu bahsettiğin ufak bir gecikme kısmını çok merak ettim. Hadi yaşayalım ve görelim!” Yırttığım kağıtları üst üste koyup Melih'e uzattım. “Patronunuza kağıtları alıp…” Kısa bir es verip devam ettim. “Onu da onun fantezisine bırakıyorum.” Sözlerimle beraber kağıtları masaya fırlatıp, sert bir şekilde “Toplantı bitti!” diyerek odadan ayrıldım.

Arkamdan gelen adım sesleriyle beraber geniş koridoru hızla geçip odama vardım. Kapısını Nergiz açtığında teşekkür edip, kahve istedim. Odaya benimle bir giren genel müdür Erhan Kara ve Özen Ard oturduğum koltukla beraber kendilerini masanın önündeki tekli berjerlere attılar.

“Armina Hanım.” diyerek söze başlayan Erhan abiyi elimi kaldırarak durdurdum. “Abi bak darlandım zaten şu unvanları şimdilik kenarda bırakalım.” dediğimde Erhan abi ufak bir tebessüm etti. Onların elinde büyümüş, işi öğrenmiştim. Çoğu gece sabaha kadar Erhan abi bana işletme ve şirket yönetimi hakkında bilgiler öğretmiş, asıl şirket yönetimini kavrayabilmem için üç sene boyunca Arık abim sayesinde Buka Holding altında paravan bir şirketi yönetmeyi kavramamı sağlamıştı. Özen abiden ise bilgisayarın ve internetin ana kökünü, yazılımını, veri ağlarını yönetmeyi öğrenmiştim. İkisiyle aramda as üst ilişkisi vardı lakin ben dur diyene kadardı, belli zamanlar odamın kapısını kapatır ve abi kardeş muhabbetimize devam ederdik. Sonrasında ise kapı açıldığında herkes resmiyetteki yerini alırdı.

“Az önce olanlar seninle Alparslan Ateş'i karşı karşıya getirecek, istersen abin veyahut babanla görüşelim.”

Masada bulduğum kalemi elimde döndürerek başımı olumsuz bir şekilde salladım. “Gerek yok Erhan abi, babam bu konuya hâkim ve aksi bir durum olursa Arık abim de konuya müdahil olur.”

“Peki ne yapmayı düşünüyorsun? Armina üzerine gelecekler. Bu konu anladığım kadarıyla Alparslan Bey'in şirketi Alamatra Denizcilik’le ilgili değil, yer altındaki konular bunlar.” diyen Özen abinin ses tonu tedirgindi. Babamın eski arkadaşları olmaları bir yana şirket içerisindeki aksi durumlar ve yer altı bağlantısında her daim babamın yanında olmuşlardı, koltuğu devraldığımdan bu yana da artık benim yanı başımdaydılar.

“Tamamıyla aynı konu Özen abi ama durum şu ki eğer bir anlaşma istiyorlarsa benim şirketimi batıracak ve çıkarlarını göz ardı edecek bir sözleşme olmayacak. Pinhan Bilişim Grubu’nun altında birçok ünlü marka var ve bizler onlarla nasıl anlaşma sağladıysak, Gökalp Krallığı için de bu geçerli. Yani işin özü Alparslan Ateş eğer ki bir işgücü istiyorsa bunu kendi gelip…” dediğimde kaşlarımla Özen abinin oturduğu koltuğu gösterdim. “Bu koltuğa oturup yapacak.”

“İmkânsız.” diyen Erhan abiyle ona döndüm. “Eğer karşı karşıya gelirsen seni alt edebilir Armina. Melih'in tehditleri boşuna değildi ve Alparslan eninde sonunda o anlaşmayı sana imzalatır.”

“E gelsin buyursun o zaman Erhan abi. Çayımız da var, kahvemiz de var ama unutmayın ki o imzanın kalemini bir tek benim elim tutar.” dediğimde hafifçe kapı tıklatılıp Nergiz içeriye girdi. Kolunun altında kağıtlar ve elinde üç fincanlık kahve tepsisiyle masanın yanına kadar geldi.

Kahveleri dağıtırken diğer yandan “Armina Hanım imzalamanız gereken dosyalar var. Görüntüleme biriminin yeni başladığı proje için bakanlıktan izin gerekli.” derken tepsiyi kenara koyup dosyaları bana uzattı.

“Başka bir konu var mı Nergiz proje için, lansman öncesi bu izinlerin her birinin bitmesi gerekiyor.” dediğimde önüme uzatılan dosyayı alıp sağ alt köşesine imzamı attım.

“Armina Hanım son bir şey daha var aslında.” diyen asistanım Nergiz'e gözlüklerimin üzerinden baktım. Kaşlarımla devam etmesini belirtip önümdeki dosyanın sayfasını çevirip imzaladım. “Valeri Almeda ile yarın için toplantınız var. Lansman öncesi özel toplantı istemiş, Valeri Hanım’ın yoğun sevkiyatı olduğu için sizi Katar'daki merkez şirkete davet ediyor.” dediğinde önüme bir kâğıt uzattı.

Son dakika golü! Oldum olası nefret ettiğim bir durumdu ama Valeri'yle iki senedir yaptığımız işlerde bu gibi durumlara alışmıştım. Masadaki kâğıda uzandığımda sırtımı siyah deri koltuğuma yaslayıp “Tamam sen çıkabilirsin.” dedim. Nergiz ufak adımlarla odadan çıktığında gözlüğümü düzeltip kâğıdı okudum.

Sevgili dostum Armina, lansman öncesi Türkiye'ye gelmem mümkün değil bu konu üzerinde baştan özürlerimi iletmek isterim. Lansman ürünlerinin hepsi planlanan tarih öncesinde hazır ve nakliye için Sürmene'de açılacak olan şirket için ortaklık imzası bekliyorum ama şu anda bu mümkün görünmüyor. Askeri alanda yapılan sevkiyatlar üzerine sıkı bir denetim altındayız ve buradan kımıldamam mümkün değil. Beni anlayacağını umup senden Katar'a gelmeni rica ederek, ürünlerinin kontrolünü bizzat yapmanı istiyorum. Şu sıralar Katar'dayım ve kendi işlerini yoluna koyabilirsen eğer bu emrivaki tavrımı göz ardı edebilmen için sana Türkiye saatiyle gece yarısı on iki gibi özel uçağımı istediğin yerden havalandıracağım. Elijah Fabian ile Nergiz Hanım'ın iletişimde olmasını istiyorum. Görüşünceye denk kendine iyi bak, güzel günler…

Valeri ALMEDA

İspanyolca yazdığı mailin çıktısını okurken diğer yandan aklımda işlerimi sıralıyordum. Valeri ile iş yapmamızla birlikte zamanla oluşan samimiyette vardı.

“Katar'a mı gideceksin Armina?” diye soran Erhan abiyle ona döndüm.

“Öyle gözüküyor. Mekanik parçaları Valeri planlanan teslim tarihinden önce hazırladı ama sevkiyat şu anda mümkün değil. Ben gece Katar'a uçacağım, ürünlerin kontrolünü sağladığımda Buka Holding üzerinden sevkiyat gerçekleştireceğim. Parçalar ne kadar erken gelirse, ürünler daha kısa sürede tamamlanır.”

Erhan abi ve Özen abi başıyla onayladığında telefonum çaldı, kayıtlı olmayan bir numaraydı. Tek kaşım hafifçe kalktığında kırmızıya dokunarak ekranı kaydırıp meşgule aldım. “O zaman biz kaçalım, sabahtan öğleye şu ısrarcı Laz’la uğraştık artık işlere dönelim.” diyen Özen abi yerinden kalktığında Erhan abi de onunla bir kalktı. Başımla onayladığımda tekrar telefon çaldı ve yine aynı numaraydı. “Kesinlikle sen bizden daha çok uğraşacak gibi duruyorsun.” diyerek gülümseyen Erhan abi telefonumu işaret etti ve ben tekrar meşgule attım.

“Sorun yok, parmaklarım işlevini kaybetmediği sürece meşgule atacağım.”

Gün içinde şirket içerisindeki işlerimi tamamlarken, akşamın sisi İstanbul'a çöktüğünde masanın kenarlarına tutunarak sandalyemi geriye doğru ittirdim. Sırtımın tutulması bir yana dün geceki uykusuzluk yavaş yavaş vurmaya başlamıştı. Gözlüğümü çıkarıp masanın üzerine koyduğumda sabahtan bu yana ısrarla çalmasına dayanamadığım ve kapattığım telefonumu kavrayıp açtım. Marka logosu açılırken ayağa kalkıp dosyaları toparlamaya başladım. Katar'daki işin ne kadar süreceği belli olmadığı için bir haftalık işlerimi yanıma almaya karar verdim. Laptoptan tablete bilgiler aktarılırken, kasaya bir sonraki ihalenin dosyalarını koyup kilitledim. O sırada özel telefonum tekrar çalmaya başladı. Bu kez tüm iş yükünü bitirmiş ve hafiflemiş olan beynimle aramayı yanıtladım. “Evet.”

Hafif bir hışırtının ardından iki saniye bir gecikmeyle “Armina Pinhan'la mı görüşüyorum?” diyen ses tonunu beynim anında tanımıştı. Sabahtan bu yana tam tahmin ettiğim gibi şahsi telefonumu arayan kişi Alparslan Ateş Kasabalı'ydı.

“Ben asistanı Nergiz. Siz kimsiniz, kiminle görüşüyorum?” dediğimde öfkeli olduğunu tahmin ettiğim bir nefes koyuverdi.

“Ben Alparslan Ateş Kasabalı, Armina Hanım'la sabah yaşanılan aksi durumu görüşecektim. Müsait olduğunda bana bu numaradan ulaşmasını rica ediyorum.”

“Keşke sabahta bu şekilde ricacı olsaydınız ya da iş yaptığınız adamlarınız.” dediğimde saçımdaki küçük tokayı çıkardım.

“Anlayamadım Nergiz Hanım.” dediğinde “Nergiz değil, Armina!” diyerek aslıma döndüm. “Keşke sabahta ısrarcı ve tehditkâr olmak yerine anlaşma hukukuna dayalı bir şekilde iş teklif etseydiniz.”

Sert bir şekilde tamamladığım cümlelerimle Alparslan “Armina sen misin?” diyerek öncesinde yanıtladığım cevabın sorusunu sordu.

“Evet benim ve kapatıyorum işlerim var. Şahsi telefonumu rahat bırak.”

“Ah ula Armina, sabahtan bu yana beni maymun ettin. Kaç kere aradım seni küçük hanım haberin var mı?”

“Hah, çıktı ortaya Laz öküzü! Oysaki Nergiz iken ne kadar kibardın. Senin kibarlığın ve nazikliğin ben hariç herkese zaten.” Masaya eğilip laptoptan aktarımı tamamlanan tableti alıp çantama sıkıştırdım.

“Hangimiz acaba, dün gece Fırat Mirza'ya bile lütfen diyen dilin bir tek bana sivriliyor. Anlamadım ki bu neyin kini?”

“Sen başlı başına bir sorunsun zaten.”

Derin ve sert bir nefes alan Alparslan “Bak, tamam şu an telefonda anlaşamıyoruz. Birazdan şirketten çıkacağım, mümkünse eğer seninle bir akşam yemeği yemek istiyorum. Hem iş konuşalım, bu sabah Melih'in yaptığı hatayı telafi edeyim. Hem de telefonda anlaşamadığımız konuları yüz yüze konuşalım.” dediğinde içimde ufak bir telaş başladı.

“Olmaz, bu gece müsait değilim başka biriyle randevum var. Size asistanım akşam yemeği toplantısı için gün ve saati belirtir. Şimdilik iyi olmaya çalışın Alparslan Ateş Bey.” diyerek telefonu kapattığımda boşta kalan elimle sertçe alnıma vurdum.

Ne bok yiyorum ben?

Alparslan Ateş'in kazdığı kuyudan çıkmamak için debeleniyordum. Neden? O hırslıydı bunu çok iyi biliyordum, görmüştüm ve duymuştum. Alamatra'nın yükselişi onun gözü karalığı ve hırsına bağlıydı ki birçok kez abimden Alparslan'ın hakkaniyetli bir adam olduğuna babamla olan konuşmalarında denk gelmiştim. Peki ya şimdi? İki gündür bu adamın yörüngesinden çıkmamak için uğraşıyordum. Başka biri olsa babama ya da abime söyler akıl danışırdım, en olmazı umursamayarak yoluma bakardım. Peki şimdi neden kendi başıma uğraşmak için inat ediyordum?

Tek bir sebep vardı aslında, o da onun oturduğu Krallık koltuğunda kadınlara karşı taktığı at gözlüğü! Ona kadınların aslında vitrin olmadığı, erkeklerin yaptığı ve çalıştığı kollarda kadınlarında yer alabileceğini gösterecektim. Bu da onunla inatlaşıp onu kendi üzerime çekmekten başlıyordu.

Alparslan benim geleceğimi dikensiz hazırlayabileceğim tek yoldu. O, kimse bilmese dahi dayısının yaptığı tüm işlerin tersini yaparak koltukta hala daha hak sahibi olabiliyorsa, tek bir sözüyle de kadınların kaderini değiştirebilirdi. Annem güzel sesini mutfakta yemek yaparken harcamak yerine bir kuruluş açarak öğrenciler yetiştirebilirdi. Seznur Hanım'ın yaptığı tabloları, eşi Rasim Bey sergi açarak satmak yerine Seznur Hanım kendisi sergi açabilirdi. Teyzem el altından dedem Kahraman Soyludere'nin şirket işlerini yürütmek yerine kendisi benim gibi koltuğa oturabilirdi.

Babam, Salih dedemin adımladığı yoldan giderken benim elimi hiç bırakmamıştı ve ben de bu yüzden kısmi olarak şanslı sayılırdım ama sekiz yaşımda Madam Abella'dan önceki dadımdan öğrenmek istemediğim piyano dersi için avuç içlerime yediğim sopaları unutmamıştım. Benim konumumda bunlar olurken diğer ailelerin yaşadıklarını düşünmek istemiyordum bile. Olayın duyulup dadımın değiştirilmesi ve Madam Abella'nın eve gelmesiyle günler ve dersler daha çekilir hale gelmişti. Madam Abella benim isteklerim ve yeteneklerim doğrultusunda öğrenimimi sağlardı. Bu bana hayatta istediğimin ve arzuladıklarımın peşinden gitmemi aşılamıştı. İşte fikirlerim de bu eğitim sürecinde değişime uğramıştı.

Kapı çalınıp açıldığında Nergiz hafifçe bedenini kapı aralığına kaydırdı. “Armina Hanım, abiniz Arık Böke Bey şirket girişinde sizi bekliyor, koruması haber vermemi istedi. Telefonunuza ulaşılamıyormuş.”

“Tamam Nergiz çıkıyorum. Muhtemelen dört ya da yedi gün şirkette olmayacağım. Bu süreci genel müdür Erhan Bey'le her zamanki gibi yönetmeye devam edin.” dediğimde başıyla onayladı. “Hatta Nergiz sen de iki gün benden izinlisin. İzmir'e gidip doğum yapan kız kardeşini ziyaret edebilirsin. Eğer ki işin uzarsa Erhan Bey'den ek izin almayı unutma. Duruma göre kendi aranızda ayarlayın.”

“Unutmamışsınız Armina Hanım.” diyerek tam bedenini içeriye sokan Nergiz'e göz kırpıp “Tabi ki de unutmadım. Kız kardeşine selamlarımı ilet ve yeni dünyayı benim için bol bol kokla.” dediğimde sonsuz bir gülümseme oluştu yüzünde.

“Tabii efendim teşekkür ederim tekrardan, size de iyi yolculuklar.” Bu kez memnun bir şekilde gülümseyen taraf ben iken Nergiz sessizce odadan çıktı.

****

“Fazlasıyla hareketli bir gün olmuş kardeşim.” diyerek tabaktaki etini kesip ufak bir kısmı ağzına götüren abim, alttan bir bakışla beni süzdü.

Lüks otel restoranda gelmeden önce Valeri'nin ortağı ve de dostu olan Elijah Fabian ile görüşmüştüm. Özel jetin otel pistine inmesinin mümkün olacağını söylediğinde, yemeğimizi boğaz yerine otelde yeme kararı almıştık. Abimle yemeğimi tamamlayıp bu sırada Gündüz abi yardımcım Menekşe'nin hazırladığı valizle geldiğinde buradan Katar'a olan yolculuğuma başlayacaktım. “Orası öyle.” diyerek kadehimdeki kırmızı şarabı yudumladım. “Sevgili dostun Alparslan Ateş beni fazla zorluyor.”

“Kerim'in bugün infazını verdi, onun için de zorlayıcı bir gün merak etme.” Sözü çatalı elimden düşürmeme neden oldu. Çınlayan bir sesle tabağa düşen çatal beni kendime getiremezken, abim sandalyesini hafifçe öne doğru çekip mırıldandı. “Ne oldu Armina?”

Sorusuyla gözlerimi kırpıştırıp suretini tanıdığım adamın kanlar içindeki görüntüsünü gözlerimin önünde hayal etmemeyi denerken “İyiyim, sorun yok.” demekle yetindim. Neden şaşırıyordum ki, kulak misafiri olduğum konuların detayını bilmeden Alparslan Ateş'in temiz olabileceği kanısına kendim varmıştım. Şimdiyse onun bir insanı öldürme düşüncesi, daha doğrusu söylemi sadece beni yanıltan kısımdı. Alparslan Ateş, dayısından devraldığı kanlı koltukta tabii ki de akan kanlarla oturmaya devam edecekti. “Günün nasıl geçti?” diyerek konuyu değiştirme kararı aldım.

Abim zifiri koyu gözleriyle birkaç saniye bana bakıp dudak bükmekle yetindi. “Her zamanki gibi yoğun bir cuma oldu Armina. Borsa kapanışı, sevkiyatlar ve genel şirket durumları. Biliyorsun bir de Krallık işleri falan yorgunum aslında.”

“Bu yorgunluğunun başka bir sebebi olabilir mi abi?” diye sorduğumda çatalını tabağın kenarına koyup bileklerini maun yuvarlak masanın kenarına sabitledi.

“Ne gibi?”

“Bir kadın?” dediğimde ilk önce koyu renk kaşları havaya kalktı. Sonrasında kendini toparladığında dudağının kenarını baş parmağıyla kaşıyarak “O nerden çıktı Armina?” diye sorarak geriye rahat bir şekilde yaslandı. Doğruydu! Abim bir kadına âşık olmuştu. Hareketleri ve tavırlarıyla kendisini belli ederken birden rahat pozisyona geçip yüzünün mimiklerini tasarlamasından belliydi.

Onun gibi sırtımı yaslayıp kadehimin yuvarlak alt kısmında tırnağımı gezdirmeye başladım. “Kuşlar diyelim.”

“Kuşlar yönünü şaşırmış belli.” derken sahte bir gülüş sunduğunda kaşlarıyla tabağımı gösterdi. “Yemeğini bitir, yola aç çıkmanı istemiyorum.”

“Kim abi?” diyerek ısrarıma devam ettim.

“Kimse değil Armina ve bu konu nereden çıktı bilmiyorum. Lütfen yemeğine devam eder misin?” diyerek rahat pozisyonunu bozup dik bir şekilde oturduğunda, kendi tabağına devam etti. Hala daha bardakla oynuyor, hala daha ona dik bir şekilde bakıyordum ve bakışımdan rahatsız olduğunu çok iyi biliyordum. Birkaç dakika bu şekilde devam ederken abim burnundan sert bir nefes verdi, sol elini siyah saçının ön tutamlarından geçirirken “Evet bir kadın var ve aşık mıyım emin değilim ama… öyle işte.” diyerek bana baktı. Sağ dudağım hafif yukarıya kıvrıldığında bu gülümsememin gözlerime ulaştığının farkındaydım.

Öne gelip fısıltıyla “Kim abi, merak ediyorum?” diye sorduğumda uzun bir süre gözlerime baktı.

“Benimki olmayacak bir duaya âmin demek gibi bir şey Armina. İki gram sevabım varsa onun karşılığını bile isteyecek durumdayım. Seneler oldu onu görmeyeli ama içimden söküp atmak bir yana dursun, artık hatırlayamadığım ses tonundaki yangını olduğum tınıyı unutmak bile canımı yakıyor.” Başını sola çevirip oturduğumuz masanın manzarasına gözlerini dikti.

Abimin söyledikleri paha biçilemeyecek türde bir hazineydi. O kadın her kimse onu bekleyen bir adam vardı burada. Anladığım, kadının uzakta olduğuydu ve senelerdir görüşmedikleriydi. Abimin kalbine kazıdığı kadının kim olduğunu bilmiyordum ama o kadının bu dünyadaki en şanslı kişi olduğunu çok iyi biliyordum. Abim masaya döndüğünde cebinden paketini çıkarıp bir dal yaktı. Sağ elinin işaret ve orta parmağına sıkıştırdığı izmaritle dirseklerini masaya yasladığında ellerini birbirine sardı. Gözlerini kapatıp çenesini havaya kaldırarak derin bir soluk çekti. Canı yanıyordu, aşk onun canını yakıyordu ama o kadın çok güzel seviliyordu, belki de haberi olmadan. İşte her şey bazen bir erkeğe bağlıydı.

“Neden abi?” diyerek onu konuşturmaya çalıştım. Gözlerini açıp bana baktığında loş ortamda gözlerinin akının kızarmış olduğunu fark etmek bana bin yerimden bıçaklanmışım hissini verdi. Burnunu hafif kırıştırıp sigarasından derince nefeslendiğinde tek bir kelime söyledi.

“Nasip.”

Tekrar nefeslenip, tekrar aynı kelimeyi söylediğinde sustu. Zordu… Zordur yürek yanarken nasip deyip susmak işte. Abimin suskunluğu birçok şeyi anlatıyordu. Canı yanıyordu. Zaman insana sadece alışmayı öğretiyordu, unutmayı değil.

Abimin arkama değen anlık bakışları orada takılı kalırken, ensemde hissettiğim gölgeye boynumu eğdiğimde gördüğüm suret “Hayırlı akşamlar.” diyerek yanımızda bitti. Yok artık!

Abim kendisini toparlamış olacak ki sandalyesinin tiz itiliş sesi mermer yüzeyde duyuldu. Ayağa kalktığında elini uzattı. “Dostum nasılsın?”

“Yaşıyorum.” diyerek cevap veren Alparslan Ateş, abimle tokalaşması bittiğinde ceketini düzeltip bana döndü. “Hayırlı akşamlar Armina Hanım.” Resmi bir dille ve keskin bakışla uzattığı elini gösterdi.

Tek kaşım havaya kalkarken kolumu sandalyenin arkasına atıp uzattığı eline samimiyetsiz bir şekilde parmaklarımın ucuyla dokunarak, tokalaşıp geri çektim. “Size de Alparslan Ateş Kasabalı.”

Boğazını temizleyip “Hayırdır birader, buralarda işin olduğundan haberim yoktu?” diye sorgulayan abime dönen Alparslan yarım bir tebessümle “Bazı önemsiz komplikasyonlar.” diyerek yarım ağız cevap verdi.

Ağdalı kelimelerini sevsinler!

“Eşlik etmek ister misin?” Masayı gösteren abimle bir oturduğum sandalyeden kalktım. İki gün üst üste samimiyetsiz davranışlara katlanmaya niyetim yoktu.

“Siz devam edin lütfen.” diyerek kolumdaki saati kontrol ettiğimde “Elijah birazdan burada olur, jet gelmek üzeredir.” dedim.

Abim de aynı şekilde saatine baktığında “Tamam, sen geç kalma güzelim ve inince beni haberdar et.” diyerek masanın kenarına takılı demir askıdan çantama uzandı. Elinden aldığım çantayla hala daha sandalyemin yanında yerini koruyan Alparslan'ı es geçmek üzereyken, bir anlık kararla topuklu ayakkabımın sivri ucunu pahalı ayakkabısına geçirdim. Mimik oynatmayan ve gıkını çıkarmayan adamın yanından geçip abime sarıldım.

Abimin eli belimi bulurken, saçıma kondurduğu öpücük sonrası nutuk çekmeyi ihmal etmedi. “Özletme kendini ve de ayarı kaçırma.” Biliyordu benim iş yaparken diğer işleri de kovalayıp uykusuz kaldığımı, bu yüzden her defasında uyarsa da ben yine huyundan vazgeçmeyen asi olarak ortada kalıyordum.

“Bakarız.” derken kollarından ayrılıp yanağını okşadım. “Kendine dikkat et ve seni sevdiğimi unutma abi.”

Yanağındaki elimin üzerine elini kapatıp “Sen de unutma.” diyerek gözlerini açıp kapattı. Telefonu masanın üzerinde çaldığında benden ayrılıp arayan kişiyi yanıtladı, kısa bir süre karşı tarafı dinledi. “Tamam Gündüz sen Armina'nın valizini resepsiyona bırak, ben geliyorum.” Kapattığı telefonunu ceketinin iç cebine yerleştirdi.

“Benim ufak bir işim çıktı.” diyerek ikimize beraber baktığında “Konuşmayı duydun, valizin resepsiyonda hadi al ve geç kalma.” dedi. Ardından Alparslan'a bakıp “Kardeşim başka bir akşam telafi ederiz.” diyerek göz kırptı.

Arkama dönüp Alparslan'ı kadrajıma aldığımda “İşlerim daha bitmedi. Başka zaman diyecektim zaten, Armina Hanım'ın gitmesini bekledim.” diyerek önemsiz bir meseleyi halletmenin rahatlığına büründü bir anda. Kaşlarım anlık hareket ettiğinde daha fazla vakit kaybetmemek adına “Ben gidiyorum, herkese hayırlı geceler.” diyerek restorandan ayrılmak üzere ilerledim.

Yürürken çalan telefonumu çantadan çıkarıp aramayı yanıtladım. “Señorita[4] Armina.” diyerek cevap veren Elijah Fabian'ın cıvıldayan, neşeli sesi yüzümde tebessüm oluşturdu.

“Señor[5] Fabian.” diyerek cevap verdiğimde derin bir iç çekti.

“Sizi siyah atımla götürmeye geldim güzel bayan, neredesiniz?”

“Ah üzgünüm geciktim Elijah, resepsiyondan valizimi alıp hemen çıkıyorum yukarıya.”

“Hiç problem değil, biliyorsunuz sizi ömrümün sonuna dek bekleyebilirim.”

Hafifçe gülümseyip “Az sonra görüşmek üzere Elijah, hoşça kal.” dediğimde “Bekliyorum señorita.” diyerek telefonu kapattı.

Aceleci adımlarla resepsiyondan valizimi alıp asansörlere ilerlediğimde, kalabalık olan otelden bunalmaya çoktan başlamıştım. Küçük el valizimi arkamda sabitleyerek bastığım dokunmatik ekranda, çelik kabinin katıma gelmesini bekledim. Çantamdan airportu çıkarıp telefonla bağlantısını yaparken diğer yandan jete binecek olmanın korkusunu üzerimden atmaya çalışıyordum. İlk defa binmiyordum ama her seferinde biniş ve ilk kalkış beni ürkütüyordu. Kulaklıktan sevdiğim parçanın beni toparlamasını umarak sesi açtım. Sabah arabada dinlediğim şarkının aynısıyken, hislerinde aynı şekilde geri kalması yüreğimi yeniden ağzıma getirdi. Öğrendiğim yeni bilgiler bana fazla gelirken, biraz olsun onun ekseninden uzaklaşmak iyi gelecekti. Arkamda biriken yedi sekiz kişiyle birlikte nihayet gelen asansörle kapılar iki yana kaydığında içeriden kalabalık bir grup çıktı. Kalabalık azaldığında kulağımda kulaklıkla valizi kavrayıp kabine adımladım. Geniş kabinde herkes yerini aldığında yukarıya doğru çıkmaya başladık.

Kafamı telefondan kaldırmadan ilerleyip, maillerimi kontrol ederken diğer yandan içimden sözleri mırıldanıyordum. Babama durumlar ve Türkiye'de olmayacağıma dair kısa bilgi raporu geçtiğimde her katta duran asansörle kabin biraz daha rahatlamıştı. Geriye adımlayıp sırtımı çelik duvara yaslarken içeride yerden ayaklarını gördüğüm son iki kişi kalmıştı. Tekrar duran kabinle son kişi de çıktığında daha çıkmam gereken on kattan fazlaydı ve benim gibi asansörde yorgun olacak ki yavaş yavaş hareket ediyordu. Bu tez beni yarım bir şekilde gülümsetirken bir anda gülüşüm soldu. Asansör ışıkları iki üç kez hızlıca yanıp söndüğünde tiz bir sesle havada asılı kaldı. Derin derin nefes almaya çalıştım.

Karanlık, her yer karanlıktı.

Ses, tek ses kulağımda cızırtı şeklinde çalan müzikti.

Kabin boş… boş değildi, adam. Bir adam vardı, yabancı!

Nefeslerim sıklaşırken kulaklıkları avucuma alıp, telefonumun ışığını kabinin içine doğru tutmaya çalıştım.

“Sakin ol benim.”

Başım hafifçe arkama dönerken gözlerimi sonuna kadar açıp onu görmeye çalıştım.

“Alparslan.”

“Evet, Armina arkandayım.”

“Neden, neden durdu asansör?” Arkamdaydı, nefesini hissediyordum yine de tutunduğum kabinin metal kolunu daha sıkı sardım.

“Korkma, nefes al.” Otoriter ve sakin ses tonuyla beraber omzuma bir el kondu. Olduğum yerden sıçrarken “Rahatla.” diye tekrar bir ültimatom verdi.

Nefes aldım. “İyiyim, bir şey yap. Uçağım var, çıkmalıyım.”

“Bilişim senin alanın.” Doğruydu, o zaman sorun ve çözüm odaklı olmalıydım. Başımı yukarıya doğru kaldırıp kırmızı bir nokta görmeye çalıştım. Kabinin üst sağ köşesinde kamera sistemi vardı. O zaman tam orta kapakta sistem çarkı varken, aynı zamanda çelik duvarın arkasında panel olmalıydı.

“Çıkar.” dedim soluklarımın arasından, Alparslan boğazını temizleyip “Anlayamadım.” diye cevap verdiğinde “Telefonunu diyorum çıkar, güçlü ışığa ihtiyacımız var.” diyerek kendi telefonumun arka ışığını yaktım. “Hı.” diye bir nida döküldüğünde dudaklarından kumaşın hışırtı sesiyle beraber telefon ışığı yandığında bir anlık yoğun ışıkla gözlerimi kapattım.

“Alparslan, yüzüme değil de tavana tutmaya ne dersin?” diyerek sözlerimle iğnelediğimde gözümün birini açtım. Anında elinin sırtını havaya kaldırıp ters bir şekilde telefonunu tuttu. Diğer gözümü de açıp ona baktığımda şakağından akan ter damlalarını gördüm. Burada olması benim için külfet olsa da şu anda kapalı bir kabinin içerisinde tek olmaktan iyiydi.

Onun elinden telefonunu alıp telefonumun üzerine koydum. Güçlü bir şekilde yansıyan ışıkla ilk panele baktım. Sıfır sinyal! Orta kapağı açıp çarka baksam da hiçbir alet olmadığı için bir şey yapamayacağımdan onu es geçip kapıya odaklandım. Çevresine baktığımda santim açıklık yoktu, demek ki herhangi bir materyal sıkışmamıştı. Oflayarak burnumu karıştırdığımda iki telefonunda ekranına baktım. Kapsama alanı dışındaydık. Hadi Alparslan’ın neyse de benim telefonum neden çekmiyordu?

Boştaki elimi gömleğimin yakasına geçirip çekiştirdim. “Hiç zamanım yok ve ben bu tabut gibi çelikten duvarın içinde sıkıştım.”

“Merak etme kamera sistemi çalışıyor. Bizi gören biri illaki olur, çıkarız birazdan.” diyen Alparslan yere çöktüğünde asansör hafiften sallansa da umursamadan bacaklarını kırıp, sırtını kabine dayadı.

Biraz uzağına ilerleyip onun gibi yere çöktüm. “Bu rahatlık abimde yok.”

Hafif gülümser bir sesle “Arık Böke'nin rahatlığı kimsede olmaz merak etme.” dediğinde yasladığı yerden kafasını çevirip bana baktı. “Böyle merak etme falan diyorum ama meraklı bir kadınsın sonuçta merakını biraz olsun dindir diye.”

Gözlerimi kıstım. “Espri yeteneğinizin vasat olması, suretinize hakaret gibi Alparslan Bey. Mümkünse bir daha yapmayın. Zira soğuk espriler beni insandan daha çabuk soğutuyor.” diyerek elimde kalan telefonunu ona uzattım.

Dudağı hafif yukarı kayarken gözlerindeki eğlence parıltıları kendisini ele verdi. Telefonunu alıp avucunda kendine doğru döndürerek ekrana bakmadan ışığını kapattı. “Lütfen sen de kapatır mısın, dik ışıklar başımı daha çok ağrıtıyor.”

Birkaç saniye ona bakarken ekrana iki kere tıklayıp sağ alt köşesinden kaydırdığımda asansör tamamen karanlığa büründü. Nefes alış sesleri haricinde ses yokken karanlığın içerisinde onun nefes sesine odaklanmayı tercih ettim. Karanlık korkum çok olmasa da askıda, çelikten bir kabinin içinde metrelerce yüksekte olmak insanı korkutuyordu ama onda bu korkunun kokusuna dair hiçbir emareye rastlamadım. Mübarek sanki zevk için günde on kere asansörde kalıyordu.

“Nereye yolculuk?” diyerek sessizliği bozdu Alparslan.

Derin bir nefes alıp birkaç saniye bekledim. “Katar'a…” derken gerisini getirmemek için dilimin ucunu ısırdım.

Burnundan sert bir soluk verdi. “Dört, dört buçuk saatte varırsın. En azından jetle gideceğin için aktarma yapmayacaksın.”

“Öyle.” dediğimde sektirmeden devam etti.

“Bugün sana karşı yapılan tamamen yanlıştı. Ben onlara asla tehditvari şekilde yaklaşmalarını söylemedim. Seninle iş yapmak istiyorum, çünkü Krallığın bilişim sistemi sıkıntıya girerse herkes girer. Abinden duyduğum kadarıyla ve gördüklerimle senin bu işin altından kalkacağına eminim Armina.”

“İstemiyorum.” dedim net bir ifadeyle.

“Biliyorum.” dedi kendinden emin sesiyle. “Biliyorum bizim sistemimiz için çok gençsin ama anlayacaksın. Babasının prenses kızı olmak için fazla büyüksün Armina. Pembe balonunu patlatma fırsatı veriyorum sana.”

“Ne?” diye carladığımda artık karanlığa tamamen alışan gözlerimle beraber bedenimi de ona döndürdüm. “Ukala!”

“Biz ona doğruculuk diyelim.” diyerek dizlerine yasladığı bileklerini iki yana açtı.

“Senin bir bok bildiğin yok! Babasının prensesiymiş, sensin be prenses.” derken kahkahası dar kabinin etrafını çınlattığında “Gülme!” diyerek koluna çimdik attım.

“Bu yaptığını başka biri yapsa ya da kullandığın üslupta bir başkası konuşsa çoktan dört kolluyla yolculuğa başlamıştı.”

“Senden korktuğumu mu sanıyorsun Alparslan? Öyleyse eğer hayal etmeye devam et! Ben pembe balonu patlatalı çok oldu.” Bu adam kendini ne sanıyordu böyle? “Eğer iş yapmak istiyorsan benim şirketimi batıracak bir sözleşme ile bana gelmeyeceksin. Benim iş gücümü, çalışanlarımı ayrıca da malımı gözetip o şekilde yeni bir sözleşmeyle itin, köpeğin ile değil, kendin geleceksin Alparslan Ateş Kasabalı.”

“Sen delirmişsin, baban sana sabahları yürek yediriyor sanırım. Çünkü bu özgüvenin başka açıklaması olamaz.”

“Kendi kulvarında biriyle bu zamana kadar tanışmaman benim suçum değil.”

“Ha bir de dil pabuç gibi maşallah.” dediğinde gözlerim sonuna kadar açıldı. Taş gibi cümle yağdırmaktan geri kalmıyordu beyzade!

“Ağam, paşam mı yapacaktım sana?”

“İş saygısızlığa gidiyor Armina.” derken sesi soğuk ve mesafeliydi.

“Saygıyı anca verdiğin davette görürsün Alparslan Ateş Bey, senin şatafatlı yörüngenden çıktığım anda ben sadece Armina’yım, sen de Alparslan. Fazlası, eksiği yok. Bu yüzden davet dışında bana ne kadar saygı gösterirsen, benden de karşılığını görürsün üstelik ilk saygısızlığı ben değil sen yaptın.”

“Nasıl yani?”

“Abimi ve babamı sıkıştırarak egonu tatmin etmen yeteri kadar büyük bir saygısızlık örneği bence. Benim gelmediğim davetlere belki cemiyet takılmıyor ama ben seni ezip gelmediğim için senin egon düşüyor, haksız mıyım?”

“Benim dedikodumu aile içinde yapmanız hiç hoş değil!”

“Dedikodu mu?” diyerek bu kez kahkahayı ben attım. “Unutma Alparslan, ben IT sorumlusu ve büyük bir bilişim grubunun yöneticisiyim. Dedikodular benim için basit bir yöntem, ben zoru severim.”

“Armina…” diye uzun bir soluk verdi. Öne doğru kırdığı bacaklarını toplayıp geniş bir bağdaş kurdu. “Değişik bir kadınsın ve bu saçının asi kıvrımlarından bile belli. Seninle ilgili duyduğum tek şey beyninde farklı bir dünya yaşadığın ve bu başarılarının, yükselişinin en büyük kanıtı.” Sözleri soluğumu tutmama sebepti. Onun gibi kabuğu kalın bir adamdan açık ve net şekilde hakkımdaki düşüncelerini öğrenmek beni dumura uğramıştı. “Sözlerin, bakışın, zekân ve daha nicesi bana birini çok iyi hatırlatıyor ama umalım ki sonunuz aynı olmasın.” Hatırladığı kişi kuzeni Umay'ın ta kendisiydi. “Tekrardan yeni bir sözleşme hazırlayacağım senin şirketini ve çalışanlarını göz ardı etmeyecek şekilde… ve de cesaretin ile gözü karalığını ele alarak kendim gelip o imzayı alacağım.”

Sözleri kısa süreli bir sessizliğe sebep olurken kendi içimde muhakeme kurmaya başlamıştım. İçimde zafer nidaları atan genç bir kadın varken, kalbimde ufak bir kıpırtı hissedildi. Bu yanlıştı, tamamen yanlış.

“Alparslan yarın, bir gün evlenecek ve bu dans sadece tatlı bir anı olarak hatıralarda kalacak.”

“Senin için de güzel bir anı olarak kalmalı Armina aklında dönenleri görebiliyorum, yapma.”

“Ne dersin, yeniden başlayalım mı?” diye tekrar konuşan Alparslan elini bana doğru tokalaşmak niyetiyle uzattı. Uzattığı eline baktım.

O anda asansörün ışığı yandığında tiz bir ses duyuldu. Mekanik sesle beraber asansör ilk önce aşağıya sonra da yukarıya çıktı. Gözümün keskin beyaz ışıkla buluşmasına aldırmadan Alparslan'ın hala daha uzattığı eline baktım. Elinin üst kemiklerinin derisi aşınmış, hafifçe pembeleşmişti. Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktığımda restoranın loş ışığında göremediğim renkleri şimdi fark etmiştim. Esmer teninin sol elmacık kemiğinde hafif pembelik vardı, dudağının sağ iç kenarında ise minik bir nokta gibi kabuklaşmış yara!

“Kerim'in bugün infazını verdi, onun için de zorlayıcı bir gün merak etme.”

Tüm hissiyatı geriye atıp elini tuttum. Elim büyük elinin içerisinde kaybolurken “Siz sözleşmeyi hazırlayıp şirket avukatıma iletin Alparslan Bey.” diyerek ellerinin arasından elimi çekip, çelik duvara tutunarak ayağa kalktım. Yerdeki eşyaları alıp panele bastığımda hangi kat olduğunu umursamayarak anında açılan asansörün kapılarıyla kendimi dışarıya attım. Hala daha yerde, hala daha eli havadaydı.

“Armina…” diyerek soluklansa da ela gözlerinden gözlerimi çekmeden içeriden asansörün düğmesine basıp hareket etmesini sağladım. Kapılar kapanırken üzerimdeki ceketi düzeltip arkamı dönerek merdivenlere ilerledim.

Merdivenlere tutunarak yukarıya çıktığımda hala daha iki kat çıkmam gerekiyordu. Geciktiğim için seri adımlarla merdivenleri arşınladığımda artık tenhalaşan katlarda tek tük insan sesleri vardı. Dört dakika içerisinde en yukarıya çıktığımda hızlı soluk ve ter içerisinde kalmıştım ki pistin giriş kapısında endişeli bir tavırda Elijah'ı gördüm. Hızla iki metrelik mesafeyi aşıp elimdeki bavula uzandı. “Beni merak ettirdin Armina.” Yüzündeki endişe sesine yansımıştı.

Hemen hemen aynı boyda olduğumuz adamın gözlerine bakıp, yarım bir şekilde güldüm. “Asansörde kaldım.”

“Ah talihsizlik señorita hadi pilot bizi bekliyor, kalkış yapmamız gerekli.” derken kolunu kırıp benimle aynı hizaya geldi. Onun koluna girip helikoptere ilerlerken işleyişten bahseden Elijah'la yuvarlak alana çoktan gelmiştik. “Pasaport ve gümrük işlemleri Valeri Hanım tarafından onayladı. Kalkış için sizin güvenle helikoptere binmenizi bekliyoruz, buradan havaalanına gidip jete geçeceğiz.” diyerek kahve gözlerini kısıp tebessüm etti. “Bu arada uzun zaman oldu Armina, özlettin kendini.”

Sözleriyle tebessüm ederken “Ben de sizleri özledim, uzun zaman oldu.” dediğimde helikopterin pervanesi çalışmaya başladı. Elijah helikopterin içine girip bana elini uzattı. Şiddetli hava akımı ve sesle kulaklarımı kapatmadan onun sesini duydum.

“Armina!” Helikopterin kapısına tutunup rüzgârdan uçuşan üstüne başına baktım. Nizam bozulmuştu, saçları rüzgarla havalanırken “Sebebi var!” diye tekrar bağırdı.

Başım sağa doğru eğilirken kaşlarım çatıldı. Rüzgarla onun gibi saçlarıma hâkim olmaya çalışırken “Anlamıyorum!” diye bağırdım.

Takımının ceketini tutup “Hiçbir bok bilmeyen asıl sensin. Sebebi var, elimin yüzümün dağılmasının nedeni var, sen elimi tutmadan önce bana caniymişim gibi bakarken benim bu kılığa girmemin sebebi var!” diye bağırdığında iki büyük adım attı. Elini bana doğru uzatıp “Bu şekilde gitmeni istemiyorum, beni böyle tanımanı istemiyorum!” diyerek tekrar bağırdı.

“Armina gitmeliyiz.” diyen Elijah da elini bana içeriden uzatırken ona doğru elimi kaldırıp işaret parmağımı gösterdim. “Bir dakika.” diyerek gürültülü ortamda dudaklarımı kıpırdattığımda gözlerini açıp kapattı. Saçlarımı önümden arkaya doğru toparlayıp boynumda sabitlediğimde onun yanına ilerledim.

“Neden geri geldin?”

“Çünkü yanlış düşüncelerle kendini yemeni istemiyorum.” deyip duraksarken gözlerine baktığımda bakışlarında onda daha önce hiç görmediğim ve adını bilmediğim bir duygu yakaladım. “Doğru olmayan yanlışlar, doğruların olsun istemiyorum.”

“Yani tamamen benim akıl sağlığım için.”

Geniş bir şekilde gülümsediğinde gözlerini saniyelik kapatıp alt dudağında dilini gezdirdi. “Tamamen senin akıl sağlığın için.”

“Peki.” diyerek saçlarımı tekrar düzeltip boynumda sabitledim. “Seni dinliyorum.”

“Kerim…” diyerek eline baktı. “Sadece kaportasına çeki düzen verdim, sonrasında ise hak ettiği yere gönderdim. Ne eksik ne de fazla.”

Başını kaldırdığında gözlerinin içine baktım. Derin ela gözlerindeki kehribarlarda takılı kalırken ona baktım. “Tamam… doğrular yanlışları süpürdü diyelim, akıl sağlığım artık tamamen kontrol altında.” Arkamı dönüp helikoptere baktım. “Artık gitmeliyim.” Alparslan hafifçe boynunu eğip başımla aynı hizaya geldiğinde pervanenin yüksek sesine tezat bir alçaklıkta konuştu.

“Gitmek sadece bir eylemdir Armina.”

Sözlerinin bitiminde hala daha pozisyonunu korurken alt dudağımı dişlerimin arasına almama rağmen bana ihanet eden dilim, Nazım Hikmet'in dizelerinin devamını getirdi.

“Unutmak ise kocaman bir devrim.”

Boynumu hafifçe çevirip Alparslan'a döndüğümde Valeri Almeda'nın kocaman imza niteliğinde logosu olan helikoptere dikkatle baktığını gördüm. Bir adım geri kaçıp göz göze gelmemizi sağladığımda duruşunu dikleştirip ellerini cebine koydu.

“Ve artık onun için de bir şansın olmayacak, iyi yolculuklar mujer de ojos de miel.[6]“

[4] (İsp.) Bayan.

[5] (İsp.) Bay.

[6] (İsp.) Bal gözlü kadın.

****

Loading...
0%