Yeni Üyelik
4.
Bölüm

BÖLÜM 4 "MÜNFERİT"

@bberdogans

 

ARMİNA PİNHAN

“Söz gelimi değil bu, kalbin çapraz müzakeresi. Doğru ya da yanlış! Haklı veyahut değil! Bu benim, sadece benim hayatım.”


Basra Körfezi / Katar Devleti- Doha International Airport (DIA)

06:35 A.M

Gece yarısı ikide Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan bindiğimiz jet, Doha Havaalanı’na iniş yaptığında sabahı burada karşılamıştım. Saat farkı olmasa dahi uçmak bedenimi ve beynimi yormuştu. Bedenimi yoran yer yadırgama tabiri iken, beynimi yoran kehribar ateşiydi.

Havaalanına indiğimiz gibi Ortadoğu'nun sıcak iklimi bedenimi sarmıştı. Sabahtan yakmaya başlayan güneş yüzünden Elijah'ın uzattığı şalı başıma geçirip, özel araca doğru koruma ordusuyla ilerledik. Valeri her zamanki gibi tedbirli ve bu kez her zamankinden fazla korumacıydı. En yakınımda ilerleyen Elijah haricinde diğer korumalar bana bir buçuk metrelik mesafeden uzakta, halka şeklinde ilerliyorlardı. Uzun bir yürüyüşün ardından kurşun geçirmez olduğuna kalıbımı basacağım arabaya binip her zamanki gibi iniş yaptığımız havalimanını değiştirerek, başka havalimanına araçla geçiş yapacaktık. Oradan ise Bahreyn'e uçup, deniz yoluyla Valeri'nin kimsenin bilmediği adasına varmış olacaktık.

Valeri Almeda küresel gücü elinde tutarken kendisini de oldukça fazla koruma altına almıştı. Belki de bu zamana kadar iş yapıp yüzünü gören tek insan bendim, kim bilir… İlk iş yaptığımızda Kaliforniya'da asistanları ve yardımcılarıyla görüşmüştüm. Sonrasında işler ve maddiyat büyüyünce bir senenin sonunda Valeri Almeda'nın yüzünü görmüş, onunla resmen tanışmıştım.

Kim olduğumu, nereden geldiğimi ve nelere katlandığımı çok iyi biliyordu bu sebepten olsa gerek dört kere gözüme bağlanan fular, beşinci gelişimde artık bağlanmamıştı. Bu kadar kendisini korumaya almasının sebebini işe bağlasa da başka konular olduğu belliydi fakat arada iş hukuku olduğu için sorulan sorulara belirli ölçüde cevap verir ya da konuyu başka bir yere evirip devam ederdi.

“Daha iki saatimiz var.” diyen Elijah ile akıp giden çöl manzarasında gözlerimi çekip ona baktım. “İstersen dinlen, uçakta da hiç uyumadın.”

Memnuniyetle gülümserken başımı olumsuz bir şekilde salladım. “Sorun değil, uykuyla zaten aram yok.” dediğimde telefonumun uçak modundan çıkmasıyla bildirim sesleri yükselmeye başladı. Çantamdan alıp kontrol ettiğimde bildirimleri kapatıp telefonu Elijah'a uzattım.

“Bu kez değil Armina, telefonun sende kalabilir.” deyip telefonu bana doğru geri kaydırdı. Bu her aşamada Valeri'nin bana biraz daha güvendiğinin göstergesiydi. Birlikte büyük işler yapıyorduk, ki birçok projemde arkamda duran büyük bir etmendi bunun yanı sıra katı kurallarının zamanla yumuşaması Valeri ile dostluk bağımın da kuvvetlenmesi anlamına geliyordu. Telefonu çantama geri atıp yolun artık bitmesini bekledim. Belki de bir süre sonra Türkiye'den, Valeria adasına direkt iniş yapabilirdim. Akıp giden zamanla beraber havaalanı değişikliği yaparak yeni bir helikoptere binmiş, Bahreyn'e uçmuştuk. Orada inerek gemi yoluna devam etmiştik.

Elijah yardımcısının getirdiği tablete gömülürken servis edilen kahvelerle beraber lüks yatın kamarasında sonsuz okyanusa daldım. Kahvemi yudumlarken dün gecenin anılarını düşündüm. Neye inanmalıydım? Kendi gördüklerime ve duyduklarıma mı, yoksa söylediklerine mi? Kafamın içi bir kazan, kazanın kepçesini tutan ise Alparslan'dı. Kelimeleri ve hareketleriyle aklım karışırken, onun hâkimi olduğu topraklardan ayrılmak bana da iyi gelecekti. Kahve kupasını yanımdaki sehpaya koyup kulaklıklarımı çantamdan alarak müzik dinlemeye başladım. Müzik dinlemek beni sakinleştiren ve beynimin içindekileri susturan tek eylemdi. Gözlerimi kapattım ve müziğin akışına kendimi bıraktım.

Kaç iskele gördüm.

Gemilerle geri döndüm.

Bi' sonrakine ömrüm yetmez, belki de ölürüm…

****

Basra Körfezi Açıkları, Hint Okyanusu / Valeria Adası.

09:57 A.M

Yat karaya bağlanana kadar iki saat süren kendime ait zamanım bitmişti. Kulaklıkları çıkardım ve derin bir nefes aldım. Yüzüme yarım bir gülümseme kondurup hala üzerimde duran lila takımımı düzelterek ayağa kalktım. Elijah karayı görür görmez yerini terk edip beni yalnız bıraksa da yatın durmasıyla yanı başıma Valeri'nin sağ kollarından biri olan, her zaman adını saçlarından aldığını düşündüğüm Güneş geldi.

Valeri her ne kadar yabancı görünüme hem dış görünüşüyle hem de konuşmasıyla sahip olsa da bir yanım onda Türk kanı olduğunu seziyordu. Bu yargıyı yanı başında sürekli dolanan Türk dört kişiyle ve muhabbet ederken akıcı bir şekilde konuştuğu Türkçesiyle destekliyordum. Yabancı uyruklu kişiler için bizim dilimiz genellikle zordur, illaki bir yerde falso verirler lakin Valeri için İspanyol asıllı olduğunu bilmesem tamamıyla Türk derdim. O dil oyunları olan bir kadındı. Gerektiği kadarıyla insana hakkında bilgiler verirdi, onun hiç Türkiye ile ilgili bir şey söylediğine şahit olmamıştım. İşte beni karıştıran tek nokta da sanırım buydu.

Valeri kalıbına uygun giyinmiş bir insandı ve bunu çok iyi gizliyordu ama ben de bu kez hazırlıklı gelmiştim.

“Merhaba Armina Hanım, tekrar hoş geldiniz.” diyen Güneş diğer yandan sol elini bana uzattı. Altın rengi doğal, fazla uzun saçlarını arkasında sıkı bir topuz yapmıştı. Üzerine giydiği siyah kumaş eteği ve siyah dar bluzla tenine tezat renkte giyinmişti. Bir elli boyunda olmasına rağmen büyük ökçeli topuklu ayakkabılarıyla ortalama bir boya geliyordu.

Elini tutup samimi bir şekilde tokalaştım. “Seni de yeniden görmek güzel Güneş, hoş bulduk.”

“Dün geceden bu yana yorgun olmalısınız, lütfen size eşlik etmeme izin verin. Valeri Hanım sizi kahvaltıya bekliyor. Evinizi temizletip sizin için hazırlattım. İlk önce evinize gitmek ister misiniz?”

Gülümsemem yüzümde sabitken “Mümkünse.” dedikten sonra Güneş başını hafifçe eğip yolu gösterdi. Emin adımlarla yattan indiğimizde kalabalık olan sokaklara başımı kaldırıp baktım.

İstanbul'un iki katı büyüklüğünde V şeklindeki yapay ada, kendi halinde küçük bir ülke gibiydi. Sadece kendi bünyesinde çalışan insanların ailecek konakladığı endüstriyel arıtma sisteminden, yaşayan ailelerin çocuklarının eğitim ve oyun ihtiyacına kadar her şey burada mümkündü. Ada içerisinde üretimi kendilerine ait olan elektrikli araçlarla ulaşım sağlanırken, günlük ihtiyacın karşılanacağı her türlü ürünleri sokak sokak ayrılan adanın içerisindeki mağazalardan karşılanırdı.

V şeklinin açık kısmı başlangıç ve limandı. Uzun düz duvarlar liman çevresini sararken, adanın etrafını saran geniş surlardan bildiğim kadarıyla geçiş kesinlikle imkansızdı. Diğer ülkelere ya da en yakın Bahreyn'e gitmeye bile ya gemi yoluna ya da hava yoluna ihtiyaç vardı. Limanın etrafında bulunan parseller ise yaşam alanıydı. Burada çalışan ve ailesiyle oturanlar banliyö tarzı evlere sahipti, her birinin kendine ait özel alanı vardı.

Adanın içerisinde ikiye ayrılmış noktadan sonraki uç kısım güvenliğin sıklaştığı noktaydı. Oradan sonrasında üretim, dağıtım ve enstitü yönetimi vardı. Çalışanlar çalıştığı kısma göre ayrıştırılmış elektronik kartlarıyla işlerine girer, aynı şekilde kendilerine ait evlerine dönerdi. Sistem belli, burada çalışanlar ise bu sisteme saygılıydı. Çünkü rahat ve huzurlu bir yaşam, bedenlerinin sömürülmediği bir iş ve aile olarak yaşayabilecekleri ve de yaşatabilecekleri bir geleceği Valeri Almeda onlara altın tepside sunuyordu.

Elektrikli araca binip öncesinde kaldığım banliyönün yolunu tuttuğumuzda Güneş, boğucu sıcakta derin bir nefes aldı ve gülümseyen yüzüyle direksiyonda parmakları ritim tuttu. “Özümüze dönelim mi artık?”

Küçük bir tebessümle “Bence de.” dediğimde o da genişçe gülümsedi. “Nasılsın Armi, uzun zaman oldu buraya gelmeyeli.”

Burada saygı esastı. Enstitünün başındaki insanlar tanınır ve saygı gösterilirdi. Krallıkta saygı tek kişiye yani koltuğun sahibine gösterilirken, Valeria'da işçi sınıfından koltuğun başına kadar kimse birbirine saygıda kusur etmezdi. Özellikle çocuklar Valeri Almeda'nın özel korumasındaydı. Bizzat onlarla ilgilenir, haftada en az bir gününü okulda geçirirdi.

“İyiyim sanırım, özlemişim burasının rahatlığını.” Doğruydu, İstanbul'da en az iki korumayla dolaşmak zorunda kalıyordum. Bilmediğimi zannetseler de biri babamın, bir diğeri ise abimin güvenliğindendi. Düşüncemle beraber kucağımdaki çantayı kurcalayıp telefonumu çıkardım. Kapsama alanı dışındaydı, kesik bir nefesle ofladığımda Güneş saniyelik gözünü yoldan ayırıp bana baktı. “Sorun ne?”

“Telefon kapsama alanı dışında, neden?”

“Askeri nakliyeler yüzünden Armi, bu sefer yüklü bir nakliye gerçekleşiyor. On bin üzeri konteyner bugün sevkiyata hazır ama işte Valeri… dünyanın işini yapmasına rağmen hala daha ne Ruslara ne de Almanlara güvenmiyor. Bu yüzden iletişim sadece kendi içimizde, sadece kendimiz arama yapabiliyoruz. Adanın etrafındaki kesiciler aktif. Val, senin içinde bir telefon hazırlattı. Bu seferlik onu kullanırsın.” diyerek uzun bir açıklama yaptı.

“Sorun değil, düşünmesi yeterli.” Babaannevari cevabıma kendim gülümserken “Sen nasılsın ne var ne yok?” diye bu defa ben sordum.

Tuttuğu direksiyonda baş parmaklarını havaya doğru açıp “Ne olsun iş, güç bizdeki.” dedi. Araç dördüncü sokağın sonuna vardığında aracı durdurup “Gelmeme gerek var mı?” diye sordu.

“Hayır gerekli değil, üzerimi değiştirip geliyorum.” dedim. Torpidoya uzanıp açtığında içerisinden kart çıkardı. “Bu yeni kartın, İstanbul'a dönünce koleksiyonuna atarsın.” diye güldü. Her Türkiye'ye dönüşümde güvenlik değişir, evim korumaya alınırdı. Baş ve işaret parmağım arasına metal kartı sıkıştırıp aldığımda göz kırpıp araçtan indim.

Çimlik alandaki kare kesim taşların üzerinden ilerleyip mermer verandaya çıktığımda elimdeki kartı kapıdaki panele okuttum. 'Giriş başarılı.' İspanyolca dönüş yapan mekanik kadın sesiyle kilit kendiliğinden açıldı. Ayakkabılarımı çıkarıp girişteki kuş tüyü gibi yumuşak olan yuvarlak, beyaz halının üzerinde ayak parmaklarımı oynattığımda dik bir şekilde bekledim. Kırmızı lazer baştan ayağı üzerimde gezindiğinde “Armina Hanım evinize hoş geldiniz, ben Maria size yardımcı olmaktan memnun olurum.” Bu benim sistemimdi ve beta sürümünü buradaki hâkim dile göre Valeri'ye teslim etmiştim ama şimdi Türkçe idi. Bu bana işimde başarılı olduğumu vurgularken, Türkiye'deki kısıtlamalı kullanıma buradan oraya döndüğümde sövmemek için kendimi her defasında zor tutuyordum. Buradaki teknoloji Türkiye'ye göre uç noktadaydı ve her zaman benim bu uç noktalara, yoksunluğa alışmam iki günümü alırdı.

“Merhaba Maria, her şey bıraktığım gibi mi?”

Mekanik ses tekrar devreye girip “Tabii ki de Bayan Pinhan, Güneş Hanım dışında sisteme erişim bulunmamaktadır.” dedi.

“Güzel.” diye mırıldandığımda girişteki valizimi alıp yatak odasına geçtim. Ev tek katlı müstakil bir yapıydı, beyaz ve kahve tonlarının dekorasyon olarak ön plana çıktığı salon gibi yatak odası da aynı şekildeydi. Teknolojinin üst nimetleri enstitü tarafından yoğun olarak kullanıldığı gibi aynı şekilde adanın yaşam alanı da teknolojiden yararlanıyordu. Elektrik burada en önemli ham maddeydi. Termik santrallerin yanı sıra fabrikaların güç tüketimi sırasında önem arz eden elektrik, ayrıca yenilenebilir kaynaklardan karşılanıyordu. Pinhan Bilişim Grubu sisteminin yüksek bir konuma gelmesinin en önemli payı da işte buradan başlıyordu. Çünkü Valeria adasının destek elektriğinin yüzde yetmiş ikisini dalga enerjisi türbinleri sağlıyordu ve bu da Armina Pinhan'ın yani benim başarımdı. Dalgaların yüzeysel hareketi ve basıncından kurulan sistemle Valeria adasının elektrik sorunu çözüme kavuşmuştu. Kurduğum bu sistem Türkiye'de tekti ve bana Valeri Almeda'yı çeken yegâne projeydi.

Yatak odasındaki dolaplarda kıyafet ve diğer ihtiyaçlarımın Valeri'nin bana mail atar atmaz hazır olacağını bildiğim için valizimde sadece özel ihtiyaçlarım vardı. Valizi kenara bıraktım, panjurlar kapalı içerisi zifiri karanlıktı. Sol elimi havaya kaldırıp iki kere parmağımı şıklattığımda ses sensörleri çalıştı. Giyinme odası da dahil olmak üzere odanın ışıkları yanarken dolabın karşısına geçip rahat bir kıyafet bulmaya çalıştım. Krem renk şile bezinden oluşan gömlek, pantolon takımı seçip üzerimi değiştirirken komodinin üzerindeki cihaz dikkatimi çekti. Gömleğin düğmelerini iliklerken komodine gidip cihaza baktım. Güneş'in bahsettiği telefondu, çantama uzanıp şahsi telefonumu çıkardım. Takımın pantolonunu da giyip telefonun hatlarını değiştirince ilk işim abimi aramak oldu.

Birkaç defa çalan sinyal sonrası “Armina Hanım merhaba ben Şebnem, Arık Böke Bey toplantıya girdi az önce, siz ararsanız açmam gerektiğini söyledi.” diyen mekanik tonlamalı kadın sesi abimin asistanına aitti.

“Ah merhaba Şebnem, abime iletebilir misin, ben uçaktan indim olmam gereken yerdeyim. Ararsa bana ulaşamaz ben onu ararım tekrar.” dediğimde aynanın karşısında bulduğum lastik tokayla saçlarımı toplamaya başladım.

“Tabii ki de Armina Hanım, başka iletmemi istediğiniz bir şey var mı?”

“Hayır Şebnem, teşekkür ederim.” Sözlerimin bitiminde “Keyifli günler dilerim Armina Hanım.” diyerek telefonu kapattı. Yeni telefonumu evrak çantasına atarak Güneş'i daha fazla bekletmemek adına hızlı adımlarla evden çıktım.

****

“Armina Pinhan sevgili ortağım.”

Valeri Almeda, evinin geniş salonunda özenle hazırlanmış kahvaltı masasının başındaki sandalyesinden kalkıp bana doğru ilerledi. İmza niteliğinde, her zaman dudaklarında taşıdığı kırmızı rujuyla fazlasıyla göz alıcıydı. Kalçalarına kadar uzun siyah saçları her adımında arkasında dans ederken, sarmaşık yaprağının bin bir tonundaki yeşil gözlerinde dudaklarına yerleşen gülümsemenin parıltıları vardı. Söylediği Türkçe kelimelere karşın “Merhaba Valeri, görüşmeyeli nasılsın?” diye sordum.

Karşı karşıya gelip sarıldığımızda benden ayrılıp “Yaşıyorum.” diyerek cevap verdi. “Peki ya sen?”

Yaşıyorum…

“Senden farklı sayılmam.” dediğimde önüne gelen saçlarına parmaklarını geçirerek arkaya attırdı.

“İyi gördüm seni umarım işlerde iyi gidiyordur. Gerçi güzel haberlerini alıyorum.”

“Doğrusu istediğim doğrultuda gidiyor, yardımların için minnettarım.” dediğimde gözlerini kısıp cık cıkladı.

“Ben sadece başarı merdivenlerini tırmanmaya çalışan bir kadına elimi uzattım.” Gülümsediğimde devam etti. “Hadi uzun yoldan geldin, işlere gömülmeden bir şeyler yiyelim.” diyerek arkasında kalan kahvaltı masasını eliyle gösterdi. Sandalyesine geçip ev sahibi ses tonuyla “Çay mı, kahve mi?” diye sordu.

“Çay mümkünse.” derken karşısındaki sandalyeye oturup servis peçetesini bacaklarıma serdim. “İşlerin yoğun olmasına üzülsem mi, sevinsem mi bilemedim Valeri. Türkiye'ye gelmeni beklerken yine kendimi Valeria'da buldum.”

Çalışanlarından esmer olan kadın masanın ortasında, lüksün üzerinde kaynamaya devam eden cam çaydanlığı alarak servise başladığında “Armi, Türkiye'ye gelmek için ne kadar can attığımı biliyorsun ancak askeri sevkiyat üzerine yoğunlaşmadan senin ürünlerini hazırlamak istedim. Hazır olduğu zaman ise askeri sevkiyat başladı ve filoların hepsini bu iş üzerine yatırdım.” derken samimiyetle yüzüme baktı. Ses tonu fazlasıyla dikkatliydi. Bir sorun vardı!

Çatal ve bıçağı elime alıp bileklerimi masaya dayadım. “Anlıyorum Valeri, mailini alınca beklemek istemedim. Ürünleri ne kadar hızlı alırsam benim işim o kadar kolaylaşacak.”

“Tabii anlıyorum, herkes kendi işine göre derler değil mi?” diyerek göz kırptığında gözleri dikkatle beni süzmeye devam ediyordu. Bu hiç hoşuma gitmedi.

Omuzlarımı havaya kaldıracak kadar derin bir nefes aldım. Onun samimiyetini biliyordum, bana davranış şeklini de ama şu anki karşılaşma en başına dönmüşlük hissi vermişti. “Tabii ki de Valeri…” dediğimde yeşil gözlerini bana dikmesi sırtımı dikleştirmeme sebep oldu. Aklında dönenler her neyse kendi nokta koyana kadar durmayacaktı. Şüpheli yaklaşımının nedeni aklımı kurcalarken doğrudan sormak yerine yaymayı tercih ettim. Başımı sağa sola sallayıp tabağıma geri döndüğümde “Prototipi kullanmaya başlamışsın.” diyerek umursamaz bir tavra büründüm.

“Si.[1] Üzerinde biraz daha çalışarak tamamladım Armi, ilk dizayn da Güneş tarafından senin evine kuruldu. Yaklaşık yedi aydır sistemli bir şekilde enstitüde de kullanılıyor. Muntazam bir sistem, aklına hayran kaldım doğrusu ama bu sistemi Türkiye'de kullanmak istemen bazı sorunlara ve kaynaklara yol açacak biliyorsun. Akıllı evler, teknoloji bazında ilerlemeyle satışa sunulduğunda Türkiye'de sadece belli bir konumda değil, her yönden yükselişe geçeceksin, buna ne kadar hazırsın?”

“Listo?[2]” dediğimde burnumdan alaycı bir nefes çıktı. “Hâkim olduğum toprakların yarı hissedarı olabilirim ama bu beni bağlayan bir nokta değil ve hiçbir zaman olmadı Valeri. Ben bilişim şirketinin koltuğunda emirler yağdırarak veya.” derken dudaklarım büküldü. “Veya insanları tehdit ederek belli bir konuma gelmiyorum ya da sabit durmuyorum. Ben ilerliyorum Val, ilerlediğim yolda kimsenin beni çekiştirmesine izin vermedim, vermeyeceğim.”

“Ah yine şu meşhur hombre ruidoso.[4]” diyerek kırmızı ojeli tırnaklı eli havada süzüldü. “Ama kutluyorum seni sevgili ortağım.” dediğinde çatalı tabağın kenarına bıraktım.

“Teklifini daha kabul etmedim Valeri, buraya ortak olmak… Val adasının sistemi 2070 gibi ama biz hala Türkiye'de 2023'teyiz tatlım. Bu sistemi orada sağlamak imkânsız.”

Sandalyesini bedeniyle geriye itip sol dirseğini masaya dayamadan kahve fincanın avuçlarına aldı. “Niña terca,[5] senin neleri başardığını bilmeden sence ben böyle bir atılımda bulunur muyum? Zaman gerekli elbette ama bu demek değildir ki ufaktan piyasa kovalamayalım.” Gülümseyip göz kırptı.

“Aklınızda ne var Bayan Almeda?” diyerek gülümsedim. Bu işe döndüğümüz ve teklifin dikkatimi cezbettiğinin göstergesiydi.

“İşte bu kızım!” diye gülümseyip ayağa kalktı. “Buka Holding'le benim için anlaşmanı ve prototipleri o holdingin hava yoluyla Türkiye'ye götürmeni istiyorum. Tüm finansal faaliyetleri ben karşılayacağım.”

“Arık Böke Ağıralioğlu ne alaka?” diye merakla sordum.

Kaşları havalanırken “Demek tanıyorsun?” diye sorduğunda cevap beklemeden devam etti. “Bu daha iyi.”

“Aklında ne var?”

Masanın kenarındaki tablette tırnağının ucunu kaydırıp kavrayarak bana uzattı. Cihazı elime aldığımda özel bir uygulamada borsa sıralamasını salise değeriyle kaydediyordu. Şu anda sıralamada zirveyi zorlayan geçen haftaki değere göre abimdi. Alamatra ile geçen ay yaptığı yatırım onu listenin zirvesine getirmişti ama Buka Holding yeni yetme bir şirket değildi. Kuruluş yılı bildiğim kadarıyla doksanlı seneler öncesi iken iki binli senelerin başında abim batmak üzere olan bu şirketi satın almış, kendi devrimini başlatmıştı. Merak ettiğim bir konu vardı ki, hiç düşünmeden sordum.

“Türkiye'deki şirketleri neden topluyorsun?”

Başını aşağı yukarı sallayıp bilmiş bir şekilde gülümsediğinde “Doğru soru.” diyerek derin bir nefes verdi. “Armina samimiyetimize ne kadar güvenebilirim?”

Dudağımı büzüp ellerimi havaya doğru açtım. “Güvenemezsin Valeri, herkes bu dünyada birbirine güvenmemeyi öğrenmeli…” dediğimde cevabımdan tatmin olmuşçasına beğeniyle bana bakıp “Ya sana?” diyerek üstelemeye devam etti. “Ya sana ne kadar güvenmeliyim, Armina Pinhan?”

“Bana hiç güvenme Valeri, babamın oğlu değilsin derler Türkiye'de… işte sen de babamın oğlu değilsin, biz seninle sadece iş yapıyoruz. Bu yüzden her ne düşünüyorsan aramızdaki iş hukuku üzerindeki anlaşmayı göze alarak yapmalısın. Çünkü ben tüm adımlarımı buna göre atıyorum.” dediğimde iki elini tok bir sesle şaklatıp kısa bir alkış tuttu.

“Görüyorum ki Bayan Pinhan karşısındakinin kim olduğunun pekâlâ farkında.”

Şeytani gülümsemenin yüzüme taht kurduğunu biliyordum. “Pekâlâ farkındayım Valeri Almeda ama sen dersen ki; Armina babanın oğlu olayım öyle görüşelim.” dediğimde ayağa kalkıp onun karşısına geçtim. Elimi ona doğru uzatıp tam karşısında tüm bildiklerimi haykırırcasına bekledim. “Tekrardan tanışmamız gerekli… Değil mi Umay Çağın Gökalp?”

Yeşil gözlerinden kilometrelerce uzaktan görülebilecek bir parıldama karamel gözlerime yansıdı. Kırmızı dudakları geniş tebessümüyle yüzünde yayılırken elini bana uzattı. “İki senenin sonunda tekrar tanışalım. Ben Umay Çağın Gökalp, karşı çıktığın sistemden on altı yaşında babamı öldürerek çıktım ve sen, beni kurtların önüne atanlardan intikam almamda bana yardımcı olacak olansın.”

[1] (İsp.) Evet.

[2] (İsp.) Hazır.

****

Bir hafta sonra…

Türkiye / İstanbul- Pinhan Bilişim Şirketler Grubu

02:00 A.M

Gecenin bir yarısı şirket ofisinde büyük cama sırtımı dayamış, ayaklarımı öne doğru uzatmıştım. Üzerimde iki gün önce giydiğim kıyafet varken hala daha ofisten çıkmama sebebim, tamamen Valeria adasından getirilen prototiplerin İstanbul'daki depoya kayıt aşamasıydı. Kimsenin haberi dahi olmadan bir haftalık Katar seyahatini beş güne indirgeyip, iki gün önce uçakla direkt İstanbul'a gelmiştim. Gündüz'ün karşılamasıyla beraber bindiğim araçla yönüm depolar olurken, aramızdaki samimiyete güvenerek ona kimseye döndüğümü haber vermemesini söylemiştim. İki gündür herkes beni hala daha seyahatte bilirken, kendimi ofisimdeki özel odaya kapatmıştım.

Bende işlerin yürüme şekli farklıydı. Her lansman öncesi kendi kendime kalmalı proje aşamalarını tekrar tekrar gözden geçirmeliydim. Dışarıdan karanlık görünen camlar sayesinde buradaki varlığım bilinmezken, bölmeli olan alan tamamıyla yaşam alanı destekliydi. Valeria adasından getirdiğim prototiplerin uydu birleşimini bu odada sağlayabiliyorken, aynı zamanda Valeri ile iletişimim de buradan sağlanıyordu. Bana orada verilen gri metal bavulla ve attığım imzayla belki de kaderi sil baştan değiştirmiştim.

“Hala daha aynı kıyafet mi? Git duş al artık Armi!”

Bacaklarımın kenarında yerde duran laptoptan sesi gelen Valeri ile ürksem de belli etmeden gözlüklerimi indirip ona baktım.

“Bu cihazı sevmedim ve bir anda laptoptan belirmenden hoşlanmadım.” diye aksi bir tonda konuştuğumda şuh bir kahkaha attı.

“Tüh keşke bavula hologram cihazını da koysaydın, karşılıklı şarap içerdik tatlım.” dediğinde kadehteki kırmızı şarabı hafif sallayıp yudumladı.

“Tabii yarın kargola hemen…” Elimdeki kağıtları yere koyup laptopu kucağıma aldım. Sağ alt köşesindeki rakamlara bakıp “Hayırdır bu saatte?” diye sorduğumda burnunun ucunu kaşıyıp ufak bir küfür savurdu.

“Kafamda çözemediğim sorunlar var Armi, seninle konuştuk ama bilmiyorum. Huzursuzum…”

“Bana güvenmiyorsun?” Sorumla üzerine gittiğimde döner koltukta geriye yaslanıp, başını olumsuz bir şekilde sağa sola salladı.

“Sana değil, İkizime güvenmiyorum.” dediğinde uzun saçlarını arkasına atıp öne doğru eğildi. “Alparslan kurcalayacak Armi, seni o gün gördü telefonda ve bunun üzerine gidecek. Asıl senin için korkuyorum. Alparslan Ateş'in gazabını üzerine almak demek cehennemle eşdeğer ve sen çok…”

Sözünü kestim ve aklımdaki soruyu sordum. “Alparslan ne kadar ileri gidebilir?”

“Fazlasıyla…”

“Hodri meydan, o zaman gelsin.” diyerek göz kırptığımda tatsız bir şekilde gülümsedi.

“Seni şu an ondan koruyamam Armina ama sen güçlüsün ben gelene kadar ona boyun eğme olur mu? Bizim tanıştığımız bilinmemeli.”

Elim saçlarıma gitti. Saçımdaki Valeri'nin bana hediye ettiği spiral, yılan figürlü, gri metal tokasının ucu elime battı. “Sorun yok merak etme ve için rahat olsun. Sen gelene kadar kimse hiçbir şey bilmeyecek.”

“Sana güveniyorum Armi.”

“Bana güven Umay.” diyerek yarım bir şekilde gülümsedim. İçimde taşıdığım ve uzun zaman taşıyacağım sırrın yemin kilidini Valeria adasında ona karşı kilitlemiştim. Onunla uzun zamandır istemediğim ama beni göz önüne taşıyacak olan imzayı atarak ona istediği güveni verdiğimde tüm sırlar bir bir yüklenmişti omzuma. Bu gelişim bir önceki gelişimden farklıydı ve de bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı.

****

İki gün sonra…

İstanbul sabahına gözümü açmamın üzerinden dört gün geçerken yoğun iş temposuna artık hazırdım. Her zaman favori takımlardan lacivert rengi olanı üzerime geçirip evden çıktığımda saat dokuza gelmek üzereydi. Kulaklığı kulağıma takıp telefona bağladığımda asistanımın kahvemin hazır olduğunu belirten sesli mesajını dinleyip yola devam ettim. Türkiye'ye geldiğimde telefonumun kapsama alanına girmesiyle gelen mesajlar ve çağrılara dönmediğim için hala daha aranan bir kaçaktım. Abim dört gündür beni sebepsizce bunaltsa da ona durumu bildiren bir mesaj göndermiş ve bugün şirkette olacağımı belirtmiştim. İşte şimdi her bir sorunla uğraşacağım gün gelip çatmıştı.

Şirkete girdiğim gibi yanıma gelen Erkan abiyle ilerlerken “İlk defa planlanan tarihten uzun sürdü gelişiniz Armina Hanım.” dediğinde bir adım öne geçerek açık olan asansörü durdurup geçmem için yol verdi.

“Öyle oldu Erkan Bey ama bu gelişimde büyük bir sözleşmenin adımını attım. Bu konu hakkında avukatlarımızın bilgisi var lakin toplu olarak görüşmek istiyorum. Menekşe ile irtibata geçip öğlen için boş bir zaman yaratır mısınız?” Asansör yukarı çıkarken Erkan abi ceketini düzeltip bana döndü.

“Neler oluyor Armina?”

“Güzel şeyler olacak inşallah abi.” diye gülümseyip göz kırptığımda kaşlarını havaya kaldırdı.

“Tebessüm kaçınılmaz olduğuna göre iyi yönde olduğunu düşünmek istiyorum.”

“Düşün abi, düşün.” dediğimde kayan asansör kapılarıyla Erkan abiyi ardımda bırakarak ofisime doğru adımladım. Elindeki kupayla ve yüzündeki gülümsemeyle bekleyen Menekşe “Günaydın.” dedi.

Başımı sağa yatırıp “Günaydın Menekşe.” diyerek kupayı avcuma aldım. Sol elimde kalan eşyalarımı masaya koyarken kupayı bırakmadan bir yudum alarak kahve kokusunu da içime çektim.

“Arık Böke Bey'in asistanı Şebnem Hanım sabah yedide arayarak bugün gelip gelmeyeceğinizi teyit ettiğinde, geleceğinizi söyledim.”

“Tamam, başka?” dediğimde kahveye uzanıp yudumlamaya devam ettim.

Kapının yanından ortaya doğru gelerek “Dün sabah Alparslan Ateş Bey'in asistanı Asya Hanım aradı ve bugün için randevu almak istedi ama bu hafta dolu olduğunuzu, ancak önümüzdeki hafta için müsait olabileceğinizi belirttim.” dediğinde tabletinden başını kaldırıp bana baktı.

“Güzel…” derken yüzümde tebessüm oluştu. Biraz daha tırmalayabilirdi.

“Bana Özen Bey'i çağırır mısın Menekşe? Ayrıca öğlene doğru bir misafirim gelecek Katar'dan, odamda kim olursa olsun bekliyorum.” diyerek koltuğa oturup laptopu açtığımda, onaylayıp çıktı.

Yalnız kaldığımda çantamdan telefonumu çıkarıp ilk işim abimi aramak oldu. Üç dört kere çalan sesin ardından ofisin kapısı açıldı.

“Sevgili kaçak ve yoldan çıkmış kardeşim, şükür kavuşturana!” diyerek içeriye giren abim kollarını iki yana açmış ilerlerken yüzünde kızmakla, kızmamak arasında bir ifade vardı. Telefonu masaya koyarak açık olan kollarına ilerleyip beline sarıldığımda kolları beni sımsıkı sardı. Güven veren kollar arasında başıma konan bir öpücükle taçlandırıldım.

“Şükür sevgili abim.” diye mırıldandığımda kokusunu içime çektim, özlemiştim.

Hafifçe benden ayrılıp “Sana bir defa soracağım ve doğru cevap istiyorum.” derken siyah kavisli kaşları imayla havaya kalktı. Meraklanmıştı ve fazlasıyla endişeli bir havası vardı.

“Tamam gönder gelsin.”

“Neredeydin?”

“İş seyahatinde.” dediğimde tamamen benden kollarını sıyırdı. Omuz silktim. “Ne? Yalan söylemiyorum, iş seyahatindeydim.”

Abim aldığı cevaptan memnun olmayarak beni geride bırakıp, masanın arkasındaki koltuğuma oturduğunda, kollarını dayayıp bacak bacak üzerine atarak stabil hareketlerini yaptı. Sağ dirseği koltuğun kolçağına dayanırken iki parmağı alt dudağında tehditkâr bir şekilde dolandı. “Konum?” Tek kelimeydi söylediği ama altında yatan tını çok farklı şeyler anlatıyordu. “Sabrın sınırındaki bir adamım Armina, zorlama!”

“Katar…” diyerek topuklarımın üzerinde dönerek karşısındaki koltuğa ilerledim.

Bakışlarını oturduğum alana çevirip alttan bir bakış attı. “Sana neden ulaşamadım?”

“Güvenlik sıkıydı.”

“Tüm sebep bu mu?” Başımla onayladım. “Armina ne karıştırıyorsun?”

“Aklını ne karıştırdı ya da kim?” dediğimde dirseklerimi dizlerime dayayıp öne doğru eğilerek dikkatle ona baktım. “Ya da ben söyleyeyim, Alparslan Ateş Kasabalı!?” Sinirle sırtımı sert bir şekilde koltuğa yaslayıp burun deliklerim genişleyecek kadar derin bir nefes aldım.

Gözleri anlık kararsa da ifadesini sabit tutmaya çalıştı. “Her sonucu neden Alparslan'a bağlıyorsun?”

“Neden son üç haftadır duymadığım kadar çok Kasabalı'nın adını duyuyorum?”

Kaşlarını çatıp “Armina!” dedi, dik bir tonda. “Soruma soruyla cevap verme ayar olduğumu biliyorsun.”

“Abi sorun ne o zaman? Sen de bana net gel.”

Bacaklarını toplayıp iki saniye durakladıktan sonra gömleğinin iki düğmesini açtı. İşler karışıyordu ve sinirlenmemek için kendisini dağıtıyordu. Bu da abimin bilinçsizce yaptığı hareketlerinden biriydi. “Katar'da olmadığını biliyorum. Valeri uçağıyla nereye gittiğin hakkında bir bok bilmiyorum. Ne işler karıştırıyorsun, o da Allah'a emanet zaten…” Alt dudağını ısırıp söylemek istemediği bir konuyu dile getirmek zorundaymış gibi kıvranıyordu.

“Ee abi, devam et.” diyerek elimi havada boşa salladım.

“Üstelik Alparslan sana kafayı takmış durumda ve bu benim asla hoşuma gitmiyor Armina.”

Dudağım öne doğru bükülürken omuzlarım havaya kalkacak kadar derin bir nefes alıp verdim. Ben gittiğimde burada çoktan koalisyon dönmüştü. “Normaldir.” dediğimde kafasını sağa eğip kaşlarını havalandırdı.

“Normal. Çünkü ben ona göre anormalim ve beni potansiyel tehlike olarak görüyor, görmeye de devam edecek ama bu demek değildir kalkıp şirketime üç beş köpeğini yollayıp tehditle iş yaptırsın değil mi abiciğim?” diye imayla konuştuğumda abimin konuşmasına fırsat vermeden devam ettim. “Beyimiz paldır küldür iş yapmazdı değil mi? Yapmaz! Ben gelmiyorum diye benim aileme aba altından sopa göstermez, evleneceği halde beni dansa kaldırmaz, ertesi gün avukatlarını yollayıp tehdit yoluyla iş yaptırmak istemez, sonrasında ise kabul etmeyince günde bin beş yüz kez aramaz.” Abimin yüzü anbean katılaşırken sakalları uzun olmasına rağmen dişlerini sıktığını görebiliyordum. “Yetmezmiş gibi abimle yemek yediğim restorana gelmez ve o da yetmezmiş gibi kendi çıkarı uğruna asansör durdurmaz. Bak bakayım abi ben salak mıyım? Onun etrafımda dolaştığını bilmiyor muyum, var bir çıkarı bunu biliyorum ama ne olduğunu çözene kadar varsın beni salak bilsin.” Sesim perde perde yükselirken kapı tıklatıldı. Hafif aralanan kapıyla Menekşe başını içeriye soktu.

“Armina Hanım, Özen Bey geldi.”

“Buyursun.” derken abimden gözlerimi çekmedim. Onun şu an öfkeli olduğunu biliyordum, bu söylediklerimle beraber Alparslan'ın durumunun tek taraflı olduğunun farkına varacaktı. Ezelden bu yana içinde doğduğum sisteme karşı olmam beni suçlu yapmazdı çünkü o, koltukta her ne kadar Edremit Gökalp imzasıyla oturuyor olsa da benim de hakkım vardı. Belki de biraz manipülasyona başvurmuş olabilirdim ama abimin yaptığım ve gittiğim yer hakkındaki konulardan bir süre uzaklaşması gerekliydi. Bunu da Alparslan ile çözüme kavuşturabilirdim. Abim bu konuyu düşünürken ben çoktan işleri rayına oturturdum.

“Beni çağırtmışsın kızım.” diyerek sevecen bir tavırla içeriye giren Özen abi, abime dönüp “Hoş geldin oğlum.” dedi. Abim, Özen abinin konuşmasıyla kendisini toparlasa da hala daha aklı konuştuklarımızdaydı. Ayağa kalkıp Özen abiye elini uzatarak “Hoş bulduk abi.” deyip tokalaştığında abimle oturduğumuz yerleri değiştirdik. Abilik vasfı bittiğinde koltuğumu bana geri vermişti. İş başkaydı, aramızdaki saygı bambaşkaydı.

Özen abi başını sallayıp abimin karşısındaki tekli koltukta yerini aldı. Oturduğumda masanın altındaki kasaya parmak izimi okutup açarak içerisinden aldığım dosyaları masaya bıraktım. Ellerimi dosyaların üzerine koyarak “Artık şirketimizin yurtdışına tamamen açıldığını ve Türkiye'ye yeni getirdiğim prototiplerin kullanım izinlerinin direkt alındığını belirtmek isterim.” Özen abiyle göz teması kurarak “Pinhan Bilişim artık Valeri için Türkiye basamağı.” derken siyah dosyaları kaldırıp, alttaki kırmızı dosyayı çekiştirerek en üste koydum. “Bu dosyada ise avukat onaylı olmak suretiyle küresel dünyaya hüküm süren ve birçok işi yapan Valeri ile ortak olduğumun kanıtı var.”

“Ne? Dalga mı geçiyorsun Armina!”

Kopya olan dosyaları alıp ikisine bir uzattım. “Gayet ciddiyim sevgili Ağıralioğlu, kardeşin büyük iş kaptı.”

“Dört gündür sır gibi bunun yüzünden saklandın.” diyen abim avına giden kartal gibi elimden dosyayı alırken, Özen abinin yüzünde gururlu bir tebessüm vardı. Onunla bir buçuk haftadır en ince ayrıntısına kadar görüşmüştük ve şimdi bunların meyvesini toplama zamanıydı.

“Aferin benim kızıma.” diyerek dosyayı alan Özen abi incelerken abim “Valeri Almeda'nın kendi imzası var, siz yüz yüze geldiniz mi hiç?” diye sordu.

“Birçok kez.” dediğimde aklında hala bazı şeyleri birleştirmeye çalışan o yüz ifadesinin anlık geçişini izledim.

“Bu büyük bir haber olacak, bu kadının seveni olduğu kadar düşmanı da çok. Bunların bir kısmı sana sıçrayacak.” Abim elindeki dosyayı kapatıp ilerisini hatta en kötüsünü düşünmeye başlamıştı.

“Hiçbir şey olmayacak abi…” diyerek iç rahatlatma seansıyla söze başladığımda abim dalga geçiyorsun diyecek kıvama gelmişti. “Çünkü anlaşma belli bir zamana kadar sadece bu oda içerisinde kalacak ve o zamana kadar hiçbir iş insanının bu ortaklıktan haberi olmayacak.”

“İmkânsız!” diyerek dişlerinin arasından konuştu. “O kadın seni Türkiye'de maşa yapacak, ismi dışında yüzünü gören biri yok. Otuz küsür yaşında olduğu biliniyor ama o da gerçek mi, belli değil! Kör noktaya ayak basıyorsun Armina. Valeri, Türkiye'de ve dünyada gücü elinde tutuyor, aynı zamanda da şirketleri topluyor, en çokta Türkiye'de, neden? Ortağı olduğun kadının bu projelerinden haberin var mı? Ya da daha temeli atılmamış şirketin tersanesine milyon dolarlık çek gönderirken ne düşünüyor ortağın?” Burun kemerini sert bir şekilde sıkıp oflayarak nefes verdi. “Bak benim bu şirketle bir bağım yok istediğin ortaklığı, istediğin projeyi yapabilirsin ama Armina, bu bana iyi bir anlaşma gibi gelmiyor. Zaten kadın bu şirketin yüzde on beş hissedarı sen neden gidip onunla ortak oluyorsun, bunu anlamıyorum. Ya Valeri'nin yüzde elli hissedarısın artık farkında mısın sen? O kadına ulaşamayan seni bulacak, başını büyük derde soktun!” Ayağa kalkıp volta atmaya başladı. “Babam ne diyecek?”

“Oturup tebrik edecek!” derken bağırdığımın son anda farkına vardım. Ses tonumu ayarlamaya çalışarak “Endişelerini anlıyorum ama seni temin ederim abi korktuğun hiçbir şey gerçek olmayacak.” dediğimde hadi oradan dercesine belindeki elini havada salladı.

“Benim için önemli olan senin canın, nefesinin dünya üzerinde vakti gelmeden kaybolmamasını sağlamak ama sen bunu bile bile burnunun dikine gidiyorsun. Eğer kendini tehlikeye atmak istiyorsan, Pinhanlar koltuğuna otursaydın.”

“Oturacağım.”

Abim volta atarken söylediğim tek kelimeyle durup bana baktı. Gözlerini kıstı ve anlamaya çalışırcasına bakmaya devam etti. Ağzı yirmi saniye içerisinde konuşmak için dört kere açılsa da sesi çıkmadı ve ardından “Anlamadım.” diyen kısık sesi duyuldu.

“Oturacağım, o koltukta hakkım olan ne varsa artık kullanmaktan çekinmeyeceğim.”

“Tüm planın bu mu yani? O kadınla ortaklık yüzünden canını tehlikeye atacak ve canını da Krallıkla mı koruyacaksın!?” Burnundan küçümseyici bir nefes verdi. “Bayağı iyi bir plan vallahi tebrik ediyorum kardeşim.”

“Hayır abi.” dediğimde ayağa kalktım. “Ben kendi kendimi bu zamana kadar nasıl koruduysam…”

Abim cümlemi kesen hareketi yaptığında bir adım geri kaçtım. Her seferinde bizim gerçeğimizi bana göstermek için bu hareketi yapıyordu. Belinden mat siyah, yeşil kabzalı silahını çıkarıp masaya koyduğunda yüzündeki gülümseme acınasıydı. “Hala daha korkuyorsun Armina! Hala daha şu 900 gram silahtan korkuyorsun. Böyle mi koruyacaksın canını?”

“Silah bir koruma değildir!”

“Silah bir koruma ve korkutma unsurudur Armina, bunu biliyorsun!”

“Eski kafalısın!”

Masadaki silahı alıp beline yerleştirdiğinde “Var git bana eski kafalı de kardeşim ama şu belimdeki olmasa o gece ölmüştüm biliyorsun.” dedi.

“Gözlerime bak abi, bunca zamandır o sistemle ilgili konuşmadık bunu ben istemedim. Fakat artık sistemin içine gireceğim, sevgili Kasabalı dostun koltuktaki kıçını biraz kaydırmak zorunda kalacak. Çünkü kurtların önüne attıklarıyla, sürüyü yeniden yönetmeye geliyorum.”

Abim son cümlemle gözlerini sonuna kadar açtı. “Lanet olsun Armina! Sen neyden bahsediyorsun?”

“Çocuklar bi' sakin mi olsanız?” diyerek sessizce bizi dinleyen Özen abi en sonunda sesini çıkarmıştı. “Arık Böke'nin biraz düşünmeye ve senin de biraz sakinleşmeye ihtiyacın var Armina.”

“Abi duymuyor musun?” diyen abim, Özen abiye bakıp “Boyundan büyük işlere girmiş ve canının gram kıymetini bilmiyor!” diyerek beni gösterdi.

O anda çalan kapıyla tedirgin bir şekilde içeriye giren Menekşe “Armina Hanım aşağıdan aradılar, Alparslan Ateş Kasabalı sizinle görüşmek istiyor.” dediğinde sesimizin dışarıya taşmış olduğunu fark ettim.

Boğazımı temizleyip “Müsait olmadığımı belirt, senden randevu almayı öğrensinler.” dediğimde başını salladı ve çıktı.

“Üzerine çok gidiyorsun Armina, bu iyi değil. Bu asiliğinin ve burnu havada tavrın bize fena patlar.” diyen abim siniriyle kendi dağıttığı yakasını paçasını ve de saçlarını düzeltti.

“Senin para kazanman gereken bir şirketin yok mu abi?” diye sorarak konuyu geçiştirdim.

Gözlerinde anlık yakaladığım kırıklıkla başını hafifçe eğip “Eyvallah.” diyerek ona verdiğim kırmızı dosyayı alıp odadan çıktı. Kendimi ağır bir yük gibi hissederek kapıyı çarpmasıyla çuval gibi bedenimi koltuğa attım.

“Kolay olmayacaktı Armina, bu daha hiç.” diyen Özen abi yerinden kalkıp ceketini düzeltti. “Ben Erkan'la konuşayım şu durumu. Gizliliği esas alarak seni korumanın yollarına bakalım.” Sesimi çıkaracak mecalim yoktu, başımı sallamakla yetindim. Özen abi de odadan çıktığında abime karşı söylediğim son söz yüreğimi yaktı. Kısaca işime burnunu sokma demeye getirmiştim ve kalbini kırmıştım. Ben kalbim kırılınca onun göğsüne sarılırdım, ya o ne yapıyordu?

Koltukta manzaraya dönüp of çektim. Derin ve üzüntülü kısa bağırışımla kapı açıldı. Menekşe'nin geldiğini biliyordum. “Bir sorun yok Menekşe iyiyim, lütfen bana sert bir şeyler getirir misin?”

“Absent, likör, rom, cin, konyak, viski, votka… Hangisini tercih edersiniz Armina Hanım?” diyen sesle koltukta dönmem bir oldu. Saatine bakıp “Gerçi saat daha erken ben ufak bir viskiyi öneririm.” diye gülümsediğinde içeriye adımladı.

Siyah kumaş pantolon uzun bacaklarını sıkı sıkıya sararken, kaslarını saran siyah gömleğiyle oldukça şıktı. Nizamı bozmayan saç telleri duruşundan ödün vermezken hoş, boğazı yakmayan parfümünün kokusu ondan önce gelmişti.

“Bu saatte viski yuvarlayabilirim Alparslan Ateş Bey ama sizinle oturup yapamam toplantıya girmeliyim.” diyerek ayağa kalktığımda eteğimi düzelttim. Ela gözleri üzerimde dolaşırken sarmaşık gözlerin dediği sözler beynimde dolaştı.

Alparslan bizi bilmemeli.

Cehenneme eşdeğer öfkesi seni yakar Armina.

Onun adı boşuna Ateş değil, vakti gelmeden açılan her sır bizi o Ateş'e sürükler…

“Ah…” diyerek buyur edilmediği koltuğa rahat bir pozisyonda otururken ifademi sabit tutmaya çalıştım. “Sanırım bu saatte şu Franklin asıllı, kendini iş insanı olduğunu sanan Kanadalı Taylor Thompson ile randevunuz vardı ama kendisi hala sizin iş seyahatinde olduğunuzu bilirken nasıl toplantı yapacaksınız? İşte ben de burada fırsatı değerlendirdim.”

Gözlerimi kısıp “Ne yaptım dedin?” diye sordum.

Baş ve işaret parmağıyla çenesini sıvazlayıp “Fırsat değerlendirdim Armina Hanım, toplantınız ertelenmiş ve ben de araya kendimi sıkıştırdım.” diyen rahat ses tonuna masadaki hangi objeyi yapıştırsam diye düşünüyordum. “Aa bu arada viski içerseniz size eşlik edebilirim ama kahveye de hayır demem. Bugün içemedim malum iş kovalıyoruz.” diyerek elindeki evrak çantasını açtı. “Ee ayakta kaldınız Armina Hanım.”

“Ee bu yüzsüzlük.” dediğimde gülümser tavrını bozmadan bana bakmaya devam etti.

“Biz ona fırsat değerlendirmek diyelim.”

Yerime oturup “Zorbalığın vücut bulmuş hali.” diyerek kendi kendime mırıldandığımda “Biz ona da fırsat değerlendirmek diyelim.” diyerek çantadan dosya çıkardı.

İki dosyayı profesyonel bir edayla açıp birini bana uzattı ve diğerini kendisine ayırıp “Buyurun.” dedi. Dosyayı alıp masaya koyduğumda bacak bacak üzerine atarak dosyayı kucağına yerleştirdi. Nereden çıkardığını bilmediğim gri kalemin kapağını dişlerinin arasında açıp sol elinde çevirmeye başladı.

Derin bir iç çekip koyuverdiğimde masanın üzerindeki gözlüğümü alıp yüzüme yerleştirdim. Çekmeceyi açarak Umay'ın verdiği tokayla saçlarımı toplayıp, sandalyeyi masaya doğru çektim. Kablosuz telefonda sıfırı tuşlayarak kahve isteyip Alparslan'a döndüğümde dikkatle bana bakıyordu. Onda bir farklılık vardı. Bir hafta önce gördüğüm ve konuştuğum insandan farklı bir kişilik gibiydi. Beden aynı ama içi farklıydı. Takındığı tavrı şirket CEO’su iken, yüz ifadesi alıştığım otoriter hali yerine yumuşak ve de sempatik, evet sempatikti. Bu beni içten gülümsetti.

“Buyurun Alparslan Bey, teklifinizi dinliyorum.” diyerek başladığımız konuşma gelen kahvelerle beraber bir saatlik görüşmeye dönerken verdiği cazip teklif sonrası önüme uzattığı sözleşmeyle görüşme, sürtüşmeye dönmüştü.

“Benim sizin teklifinizi kabul etmeme sebebim şirket çalışanlarımı göz ardı etmenizdi Alparslan Bey.” dediğimde gülümseyen yumuşak ifadesi hala daha yüzünde baki idi. Kucağındaki dosyada birkaç sayfa geri gidip sol elindeki kalemin tersiyle şeffaf föyün üzerinden geçti.

“Bakın buradaki madde tümüyle sizin işçi haklarınızın korunduğuna dair teminat artı ödeme ile ilgili. Sizi yeterince tatmin ettiğimi düşünüyorum.”

Kaşlarım havaya kalkarken dudağım aşağı büküldü. Açtığı sayfayı kendi dosyamla eşlerken “Bu doğru ve beni yeterince tatmin eden olgu diyebilirim Alparslan ama şu bir gerçek, her ne kadar bunu şirket anlaşması gibi göstersek de benim şirketim yer altına girecek ve batak şirket olarak anılacak.” dediğimde biçimli kaşları çatıldı.

“Allah aşkına ne istiyorsun Armina anlamıyorum?” diyerek burnundan sert bir nefes verdi. “Kendimden yeterince taviz verdim ve vermeye devam ediyorum.”

Yüzüme gülümseme yayıldı. “Hoş geldin Alparslan Ateş Kasabalı.” Elimdeki dolma kalemi masaya savurdum. “Ben de diyordum ne zaman bu süt çocuğu tavrı değişecek. Ne oldu Alparslan egona zarar mı geldi?”

Burnunu kırıştırıp omuzlarını silkeledi. “Sözleşme ve anlaşma bu Armina, başka bir yere bu anlaşma ve sözleşmeyle gitsem havada kaparlar ama sen burun kıvırıyorsun.”

Kaşlarımı iki kere indirip kaldırdım. “Kapı açık Alparslan başına dayanan silahla buraya gelmedin sonuçta.” Kapıyı göstermeden önce masadaki üçüncü kahvemin sonunu yudumladım.

Sağ elini nizamının bozulduğunu hiç görmediğim saçlarından geçirdiğinde içimde bir şey hissettim, merak. Acaba saçları karşıdan göründüğü kadar yumuşak mıydı? Kendine gel kızım! Boğazımı temizlediğimde “Ne istiyorsun?” diye sordu. Bu ısrarının sebebini demek yerine saçlarımdaki tokayı çözüp masaya bıraktım.

Gözleri tokayla buluşurken birkaç saniye orada takılı kaldı. Anlaması muhtemel miydi? Anlayacak olması mümkün olsaydı Umay bana bu tokayı verir miydi? Masanın üzerindeki tokayı avcumla kapatıp çekmece yönüne doğru çektim. Diğer elimle çekmeceyi açıp hala daha kapalı olan avcumu serbest bıraktığımda toka tok bir sesle tahta kutunun içine düştü. “Şirketimle değil sadece benimle anlaşma yapacaksın. Şirketim bu işe karışmayacak.”

Sözlerime karşılık bana baktığında bir gözü kısıktı. Kehribar ateşleri yine belirginleşmiş, çene kemiği ortaya çıkmıştı. “Kabul.” dedi sabit bir tonda. “Kabul ediyorum. Şirketini değil, sadece seni istiyorum.” Sözleri kasığımda bir lav topu oluştururken ses tonu fazlasıyla cüretkâr, fazla emrivakiydi.

Elimi öne doğru uzatıp gözlerimi kıstım. Alaycı bir tavra büründüm. “Pekâlâ… Beni istemek büyük sorumluluk gerektirir. Başına bela almaya hazır mısın?” Ses tonum onunkinin benzeri bir tınıya dönerken, bu kez Alparslan bana değişik ve ilk kez görüyormuş gibi bakıyordu.

Elini öne uzattı ve sol elimi avcunun içine hapsederken imayla gözlerini kıstı. “Bela gibi önemsiz detaylarla korkutmak için yanlış adamı seçtin.” Gözleri aklından geçen tüm duyguları satır satır okurken dudaklarından tek bir cümle döküldü. “Tamamen bana aitsin küçük bela.”

Ellerimiz havada birkaç kez sallanırken gözlerimiz sonu gelmeyecek bir bakışmaya girmişti, bu tokalaşma ya da anlaşma söylenen son kelimelerle anlamsız kalmış ve duygular ön plana çıkmış gibiydi. Ne oluyordu şimdi?

İlk elini çeken ben olurken, Alparslan sol elinde tutmaya devam ettiği kalemi bana uzattığında aldım. Benim masaya savurduğum kalemi diğer eliyle kavradı. Dosyadan bir kâğıt çıkarıp şirket maddesini karalarken boş kalan kısma büyük harflerle “Bu anlaşma sadece kişisel benlikler tarafınca yapılmıştır ve anlaşma süresince hükümlülük sadece aşağıda ismi yazılı şahıslara aittir. Kurum ve kuruluşlara mal edilemez.” diye yazdığında boş kısmın altında yazan Pinhan Bilişim Şirketler Grubu'nu karalayıp Armina Pinhan yazarken karşısında yazan yeri de karalayıp, Alparslan ATEŞ Kasabalı yazmıştı. Ateş ismini büyük harfle yazması dikkatimden kaçmazken, şu an neye imza attığım ve de ne yaptığım hakkında zerre fikrim yoktu.

Alparslan benim kalemimle isminin altına afili bir şekilde büyük iki A harfiyle imzasını attığında kâğıdı bana uzattı. Elinden alıp adımın altına hiç düşünmeden ilk defa imzamı attım. Elim kâğıdın üzerinde kalırken alttan bir bakışla onu süzdüm. Hala daha ifadesini sabit tutuyordu. Bakışları kâğıda değdiğinde “Hayırlısı olsun.” deyip ilk geldiği yüz ifadesine geri döndü.

“Hayır olmayacak bir şeye imza attık Alparslan, o koltuktan kime ne hayır geldi bu zamana kadar.” diye dalgın bir şekilde konuştuğumda duruşunu düzeltip yeleğinin uçlarından tutarak üzerini toparladı. “Armi...” dediğinde tıklatılan kapının açılmasıyla içeriye asistanım girdi.

“Armina Hanım, beklediğiniz misafiriniz geldi.”

Yüzümde tebessüm oluşurken kısa bir an bakışlarımı Alparslan'a çevirdim, başını kapıya çevirmiş Menekşe'yi dinliyordu. “Buyursun gelsin.” dediğimde Menekşe bir adım öne gelip kapıyı sonuna kadar açtı.

En son görüşümde uzun olan saçları subay tıraşı denecek kadar kısalmıştı. Kısa, kumral saçlarıyla mavi gözleri daha çok ön plana çıkarken boynundaki ve sağ kaşının üzerindeki dövmeler daha çok dikkat çekiyordu. Onu sürekli gördüğüm rahat koyu renk kıyafetleri yerini kum beji rengindeki takım elbiseye bırakmıştı. Köşeli çene hattı gülümseyen tavrına karşın bile hala keskin dururken, bedeninin genişliği kapının pervazını doldurmuştu.

Ayağa kalkıp “Hoş geldin.” diyerek sessizliği bozduğumda kollarını iki yana açıp aksanlı ve bariton denilecek kadar kalın ses tonuyla “Hoş bulduk turuncu felaket.” diye cevap verirken kısa bir an bakışlarım yine Alparslan'a değdi. Elindeki Mührü Süleyman yüzüğünü serçe parmağına geçiriyordu ve bu gördüğüm kadarıyla hiç de hayra alamet değildi.

 

Loading...
0%