@bberdogans
|
Umay Çağın GÖKALP
Bir babanın evladına yapabileceği en büyük iyilik, annesini sevmesidir... Basra Körfezi Açıkları / Hint Okyanusu, Valeria Adası Hayatımı elleri arasında tutabileceğini zanneden ahmakların karşısına geçip kırmızı rujlu dudaklarımla kahkaha atacağım anı sabırsızlıkla bekliyorum. Karşımdaki mutlu aile tablosu gibi gözüken doksanlardan kalma fotoğrafın çalışma odamdaki masada olmasının tek sebebi, annemin ilk ve son fotoğrafının sadece bu kâğıt parçasından ibaret olması. Edremit Gökalp masanın başında otururken sağlı sollu yanı başında yer alanlar ise İmer, Kasabalı, Soyludere ve Pinhan aileleri idi. Babamla, annemin mutlu gözüktüğü... halam ve eniştemin belki de en son beraber çekilen fotoğrafı ve de Krallığın yaratılmasında büyük rol oynayan Soyludere ailesi ve yine birbirlerinden kız alıp vererek dost gözüken Pinhanlar. Hepsi tek bir karede, medyaya verilmek üzere çekilmiş hissiyatsız fotoğrafta, gelecek nesil kabul edilen bizler ailemizin yanında... Alptuğ halamın kucağında zor otururken, Alparslan sol kolunu kartal gibi ailesine sarmıştı. Ben ise annemin eteğine sığınan bir köpek yavrusu gibiydim, korkak ve ürkek! Ayrıca aynı kuşaktan turuncu saçlı kız çocuğu Yadigâr Pinhan'ın kucağındaydı, bizlerden birkaç yaş büyük siyah saçlı, siyah denilebilecek koyuluktaki göz rengine sahip sert duruşlu erkek çocuğu da Erdem Pinhan'ın yanındaydı. Fotoğrafın ne zaman çekildiğini hatırlamıyordum. Annem öldükten sonra halamdan istediğim tek şey annemin fotoğrafıydı. "Üzgünüm Umay maalesef sadece bunu bulabildim." diyerek bana sahteliğin resmini göndermişti. Şimdiyse o fotoğrafta karalı olan yüz dedem Edremit Gökalp ve babam Ertuğrul Gökalp'ti. Bir gece ki sanırım sarhoştum, Kahraman Soyludere ve Salih Pinhan'ı da neden olduğunu hatırlamayacak kadar içerek karalamıştım. Sinirimi ve öfkemi her zaman diri tutan şeyin kindarlığım olduğunu söylerdi Edremit Gökalp! Küçükken katlandığımız şiddetinde kindarlığımla büyüdüğünü ve bizi paramparça ettiğini... Oysa ki şiddet gösteren öz oğlu Ertuğrul Gökalp iken nasıl bizi, ben parçalıyordum? Çalışma odasındaki üçlü kahverengi koltukta ayaklarımı uzatmış, kucağımdaki küçük fotoğraf çerçevesine bakarken, koltuğun sırtına uzattığım elimdeki viski bardağını dudaklarıma götürdüm. Hayat her zaman insanlara ikinci bir şans tanımazdı. Akıllıysan eğer o şansı kendin yaratırdın, yaratmıştım! Annemin yokluğunda kimsesiz kalışımla sürgün edildiğim topraklardan Kaliforniya'ya gelerek, hayatıma en başından ve tek başıma başlamıştım. Yoğun iş günün ardından şu viskiyi ne zaman içsem aklımın tümü geçmişe gidiyordu. Hastalıklı aklım geçmişi her yudumda kurcalarken, gün içinde viski içmemeyi kendime şart koymuştum. Kuralları ve kaideleri olan bir kadındım. Çok fazla gülümseyen bir yanım yoktu. Gülmeyi sadece dudak kıpırdatmak olarak bilirdim ama yaptığım ve kazandığım işlerde kahkaha atmayı, bilhassa erkeklerin arasında gücümü göstermeyi çok severdim. Çünkü çoğu kişi beni erkek bilirken, küresel gücü elinde tutan kişinin kadın olduğunu öğrenmeleri onların yüz ifadelerinden keyif almamı sağlıyordu. Birde yüzümü hiç bilmeyen kişiler vardı. Kulaktan dolma dünyaya yayılan asparagas kimliklerim... Kimine göre yaşlı, huysuz ve çılgın bir bakireydim. Kimine göre babasından gelen hayatı devam ettiren güç budalası otuz yaşında bir kadın. Kimine göre ise kadın kimliğinin arkasına saklanmış bir misantropist pislik... Ama her kim olursam olayım, güç benim elimdeydi. Gücümü dünyaya yaptığım ihracatlar ve ithalatlarla göstermeden önce üretim fabrikalarına yaptığım ortaklıkla sanayiyi elime almak beni yukarıya taşıyan bir etmendi. Sonrasında attığım ilk adım Krallık altında soyutlanan kişileri bulmak oldu. Buldum, kendime çektim ve yönettim, yönetmeye de devam ediyorum. Ben Valeri Almeda... Küresel dünyanın hâkimi, Hint Okyanusu açıklarında kurduğum yapay Valeria adasının sahibi. Aynı zamanda ona şiddet gösteren babasının ölümüne sebebiyet verdiği için on altı yaşında ülkesinden, dedesi tarafından sürgün edilmiş kişi Umay Çağın Gökalp! O altını üstüne getirmek istediğim masada aklı başında oturmak benim için çok sağlam bir imtihandı. Dün gibi hatırladığım her sözcüğü onlara ödetmeden bir daha kalbime kurşun sıkmayacaktım. İçkimi bitirip fotoğrafın yanında elimde tuttuğum beyaz kuşeye, yeşil kalemle yazılmış dikdörtgen kağıttaki yazıyı tekrar tekrar okudum.
Kan yasası bu insanın; Üzümden şarap yapacaksın. Çakmak taşından ateş ve öpücüklerden insan... B.G. Duygularını kapatan ruhuma ihanetti bu satırlar! Uzun zamandır üzerime lanet gibi çöken notlar geçmişten gelen birinin kaleminden çıkma gibiydi. Geçmişten gelen kişi veyahut kişiye bürünmüş bir kişiliksiz olduğu ısrar ve takibinden belliyken, Kaliforniya'daki evime ve Umay Çağın olarak bilinen mail hesabıma gönderdiği mailler, onu tamamen geçmişin kara bulutu olarak saymama sebep oluyordu. Kapı çalınıp yavaşça açılırken başımı arkaya doğru çevirdim. Elinde laptopla içeriye giren Ufuk ergenliğinin getirdiği ses tonu kaymasıyla "Abla girebilir miyim?" diye sordu. Başımı öne doğru salladığımda içeriye girip kapıyı arkasından kapattı, arkamda kalan tekli koltuğa oturdu. "Yine bir sonuç yok değil mi?" Boğazından çıkardığı olumlu ses tonuyla beni yanıtladı. Viski bardağını sinirden kavramam ve bir an bile düşünmeden gücümü ortaya koymam bardağın kırılmasına sebep oldu. "Yerin altını ayrı, üstünü ayrı arıyoruz ama siktirdiğimin pezevengini bulamıyoruz Ufuk! Benim sistemim bile bu adamı bulamıyorsa kim bulacak bu herifi? Kim babasını satayım bu adam!" "Biliyorsun abla araştırıyorum ama senelerdir sanki hayalet gibi bulamıyorum. Tam buluyorum diyorum, bir süre sonra kopuyor bağlantı." Koparacaktım inceldiği yerden artık! Koltuğa uzattığım ayaklarımı yere indirip ona doğru döndüm. Sırtımı koltuğa yaslamadan bacaklarımın üzerine dirseklerimi yerleştirdim. Kırılan ufak parçalar elimde kan yolu oluştururken avcumda kalan parçaları masanın üzerine bıraktım. Ufuk önce elime ardından bana baktı, ağzını açacaktı ki sol kaşım asabiyetle havaya kalktı. "Bana toz bulutu olsa dahi bulacaksın onu ablam. Tamam!" Ufuk bileğinde sarılı olan mavi kumaş bezin düğümünü çözüp çıkardığında bana uzattı. Kumaş parçasını alıp, avucumun içerisine batmış küçük parçaları baş ve işaret parmağımın tırnaklarıyla cımbız misali çekip aldım. Bir gram bile acı hissetmemek iyi miydi, kötü müydü? Hayatın bana sunduğu iyi yanda bu olsa gerekti. Babamdan gördüğüm şiddetin dozları arttıkça, hissiyatım sıfırlanmıştı. Canımın yanmadığını bildiği halde suratını buruşturarak bana baktı Ufuk. "Bundan nefret ediyorum abla." Bakışlarını daha fazla bende tutamayarak tavana çevirdi. "Bana net bir şeyler gerekli Ufuk." Hala daha tavana bakarken "Abla... Hepimiz bu adamın peşindeyiz ama yok yok yok!" İçinde biriktirdiği hiddetiyle her cümlesinde koltuğa yumruğunu vurdu. Derin bir nefes alıp kumaşı elime bağladım. "Tavana bakmaktan boynun tutulacak." Pozisyonunu düzeltip benimle göz göze geldi. "Durumlar nasıl?" diye sorduğumda laptopu kucağına aldı. "Şirkette herhangi bir durum yok. Üretim ve sevkiyatta her şey tıkırında. Askeri sevkiyatta da sıkıntı çıkmadı ama..." dediğinde duraksadı. "Ama?" "Ama abla şu Armina Hanım'la Türkiye'ye giden prototiplerin devamını hala bekletiyorum. Bu da göze batıyor, şu Alamatra ile anlaşma ne zaman sağlanacak? Deniz üzerinden bir tek ona güveniyorum diyorsun ama hala daha Alptuğ Kasabalı'dan dönüş almadık." Sehpanın üzerinden bir dal sigara alıp ateşledim. "Alparslan garantici adamdır koçum. Şüpheleri var, bu yüzden adamını evime gönderdi." Ela gözlerini kısıp gözlüğünü düzeltti. "Evet bir de bu durum var abla, neden buna izin verdin? Birde gittik eve senelerdir girilmemiş süsü verdik." "Çünkü öyle olması gerekiyordu. Alparslan ipucu ve delil adamıdır. Ona tezle gidemezsin, çünkü yemez." Sigarada nefeslendim. "Deniz üzerinden bir tek ona güveniyorum çünkü özü sözü bir olan o. Babasından kalan isme hiçbir şekilde kara leke sürdürmez. Onunda küresel alanda başarı sağlaması beni tatmin eder Ufuk, Özdemir enişteme büyük saygım vardı." Anladığını belli edercesine başını salladı. "Prototiplerin konusuna gelirsek onları benim hangardan, ben onay verene kadar çıkarmayın yeter. Alparslan imzayı attığı gün hangardaki gemiye Alamatra bandrolü yapışacak ve Türkiye'ye yol alacak." "Peki abla, sen nasıl istersen." dediğinde çalınmadan açılan kapıdan giren tek kişi, tabii ki de Güneş'ti. Kural ve görgü tanımaz, kendi kafasına estiğini yapardı ama başarı kokan hareketleri tüm bu eksi huylarını kapatıyordu. Güneş'in ardından içeriye Doğan'da girdi. O da kendi kurallarını benimseyen ve ona göre adım atan biriydi. Özü ve düşüncesi hiçbir şekilde değişmez, ne kendisine göre doğru ise o yoldan gider, yolundan da şaşmazdı. "Müsait miydiniz?" diye soran Doğan'a tezat Güneş, "Bize müsait olmamak ne mümkün!" diyerek elinde tuttuğu pizza kutusunu sehpaya bıraktı. Doğan, Güneş'in absürt sözlerine göz devirirken, Ufuk gülümsedi. "Ben yaptım sizi böyle, özelliklede seni değil mi Gün?" derken fotoğrafın yanındaki nota uzandım, katlayıp cebime koydum. Başını salladı ve kutuyu açtı. "İşte bende kabahat." diyerek elimde izmariti kalan sigarayı söndürüp ayağa kalktım. Doğan "Yemeyecek misin?" diye sordu. Griye kaçan gözlerini üzerimde gezdirip elimde durdu, kaşıyla işaret etti. Elimi havaya kaldırıp önemsiz olduğunu belirtircesine salladım. "Siz yiyin işlerim var." dediğimde Güneş'in telefonu çaldı. Deri ceketinin cebinden telefonunu çıkarıp aramayı yanıtladı. Telefonu yüzüne hizalayıp "N'aber Kibar Hırsız?" diyerek konuştuğunda arayan kişi Tan'dı. Güneş gülümseyen ifadesini değiştirip ciddiyete döndüğünde "Neler oluyor?" diye sordu. Elijah ve Tan, Armina Pinhan, Valeri Şirketler Grubu'nun ortağı olduğu andan itibaren onun yanında Türkiye'delerdi. Armina'nın arkasının korunmasına ihtiyacımız vardı. Lansmana kadar Armina'nın elindeki 'Ay Gözü' bilinmemeliydi. Belimdeki silahımı düzeltirken elim kemerimde kaldı. Koltukta oturan Güneş'in yanına hızla gidip telefonu elime aldım. "Ne oldu?" "Umay kutu geldi... B.G'den." Beynimden vurulmuşa dönsem bu kadar şaşırmazdım. "Göster!" diye zar zor bir kelime söyleyebildim. Tan kamerayı arkaya çevirip kutuyu gösterdi. Tecavüze uğramış gibi gözüken bir bebek ve yanında yine o uğursuz notlardan!
Oynaman gereken oyun, sadece evcilik küçük kız! Daha ileriye gidersen oynadığın oyunun cezalarına katlanmak zorunda kalırsın, ufak bir düşman tavsiyesi! B.G. "Umay, bu felaket! O kız, onun düşmanlığını kazanacak bir şey yapmadı." diyen Elijah Fransızca ve İspanyolca karışık küfürlerini sıralarken sakin olması gerektiğini ona söylesem de kâr etmeyecekti. Çünkü Armina'ya karşı olan duygusal hassasiyetini seziyordum. O sırada telefondan kapının açılma sesini duyduğumda Güneş'e telefonu verdim ve o, "Kim?" diye sordu. Tan "Armi." cevabını verdiğinde ise devam etti. "Bu iyi değil, bu kadar erken olması iyi değil." diyerek o da Elijah gibi sinir ve şok karışımı duyguda asılı kalmıştı ama şu anda korunması gereken bir teknoloji mühendisim vardı. Duygular geri plana Umay! Armina kutuya bakıp sorularını sıraladığında olay hiç planlamadığım noktaya geldi. Şu anda jete binmiş, Türkiye'ye gidiyordum. Varış noktası İstanbul olan jetteydim. İndiğim anda infazımın verileceğini bildiğim İstanbul'a gidiyordum! Tırnağımın kenarını yememe ramak kalmıştı, eğer ki tırnaklarıma kırmızı ojenin yakıştığını düşünmesem kesinlikle yapardım. Jetin rahat koltuklarında hiç rahat değildim. Böyle bir işe kalkıştığımda başıma gelecekleri ince ince hesaplarken şimdi o hesapların hepsi, masat misali çok sevdiğim kıçıma girmişti. Gergindim! Gergin değildim! Gözlüğün arkasından diğerlerine baktığımda Güneş dikkatle beni inceliyordu. Ufuk her zamanki gibi bağlantı bulduğu noktada laptopuna dalmıştı. Doğan... Doğan ise sabırsızca ayağını sallıyordu. Onun asabiyeti ve gerginliği beni daha çok germekten başka bir boka yaramıyordu ki sonunda patladım. "Az daha ayağını sallamaya devam edersen, dört saniye sonra gerçekten sallayacak bir ayağın olmayacak!" Ve o da bana patladı. "Plansız programsız iş yapıyorsun Umay!" Asabiyetle boynunu esnetti. Doğan içinde bulunduğumuz durumdan hiç memnun değildi, biliyordum. O, plan proje adamıydı. Her şeyini aklındaki listeye göre saniye saniye yapar, hayatını buna göre yaşardı. "Biliyorum." dediğimde koltukta bana dönüp öfkeli bir şekilde burnundan nefes verdi. Üç numara asker tıraşı saçlarından büyük elini geçirerek "Dalga geçiyorsun!" dedi. "Geçmiyorum. Sence ben bu durumdan memnun mu gözüküyorum Doğan? Türkiye'ye ilk defa ve çırılçıplak gidiyorum, bu konudan senin düşündüğün gibi memnun falan da değilim. Aksine! Senelerdir kıçımda dolanan Bilinmeyen Göt yüzünden diken üstündeyim zaten ama bu sefer ki hedef ben değilim! Benim yüzümden o kızın zarar görmesini istemiyorum." Sağ elimin işaret parmağını koltuğun kolçağına birkaç defa vurdum. "O kız benim yarı beynim ve sermayem ayrıca da dostum. Ben ona, onu koruma sözü verdim. Bunu yapmam gerek!" "Kendi hayatını tehlikeye atıyorsun!" "Bilmediğimi mi zannediyorsun Doğan? Peki ya siz senelerdir neden benim kıçımda dolanıyorsunuz? 'Ufuk'Tan Doğan Güneş!' Bu kod kaç kapıyı açtı bu zamana dek? Bütün olmak sadece kendini düşünmek değil diyen senin, şu an bu cümleleri kurduğunu duymak, beni epey şaşırttı doğrusu." Sözlerim bittiği gibi başımı uçağın dikdörtgen camına çevirdim. Bu hareketim konuşmanın bittiğine dair sözsüz bir kuraldı. Bütün olmanın esası Doğan'dan geçerken, onun şu an asabi olması beni daha çok geriyordu. Güneş "Oraya hangi sıfatla gideceksin?" diye mırıltıyla sorduğunda burnum kırıştı. "Bakma ters ters, konuşmak istemediğini biliyorum ama giriş vermek zorundayım. Kaçak girmeyeceğiz herhâlde?" At kuyruğumdan tutup ucuna kadar elime dolayarak bıraktım. "Bas parayı Güneş, yapmadığımız iş değil sonuçta! Ufuk'tan yeni kimlik al, Arabistan girişi ver." "Biraz sakin mi olsan?" "Gerçekten mi? Benden sakin olmamı beklemeniz olayı fazla dramatize ediyor. Dörtlü! Sakin olmamı bekleyenin beni tanımadığını düşünüyorum." Jete bindiğimizden bu yana sesi çıkmayan, kafasını hiç kaldırmayan ve hala dikkati laptopta olan zeki çocuğum konuştu. "Türkiye'ye gitmenin onu gerdiğini bildiğiniz halde ikinizde ablamı daha çok strese sokmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz! Bence sorgulamak yerine Doğan abi sen şu an plan yapabilirsin ve Güneş abla sende her zamanki gibi kırmızı bir şeyler getirip ablamı rahatlatabilirsin." İkisi de bana dönerken imayla kaşlarım havaya kalktı. Birkaç dakika içinde Doğan, Ufuk'un yanına geçti ve Güneş kırmızı şarap getirmek için ayaklandı. Bazen en küçüğün sözünü dinlemek de erdemdi. Türkiye'ye giriş yaptığımızda İstanbul'da özel mülkiyet izni almamızın sebebi tamamıyla Tan'dan gelen telefon kaynaklıydı. Armina'nın güvenliği açısından kendi evi harici bir yere gitmişlerdi. Elijah oranının korumalı olduğunu ve ekstra koruma çemberi oluşturduğunu söylediğinde iniş yerimiz aslanın ini olmuştu. Herkese, her şeye yakın olan konum Riva idi. Uçak inişe hazırlandığında kalın çerçeveli gözlüklerimi takıp hazırlandım. Silahımı ateş konumuna aldığımdan emin olup belime yerleştirdiğimde, uçak özel mülkün helikopter sahasına inmişti. Kapı açıldı ve derin bir nefes aldım. Bu ülkede aldığım her nefeste bana oksijen değil, kan kokusu geliyordu. İlk önce Doğan ardından Güneş ve sonrasında Ufuk indi. Sımsıkı topladığım at kuyruğunu şakaklarımdan düzeltip çimlik alana adım attım. Silahım, kırmızı rujum ve topuklu botlarımla hazırdım. Karşımda bekleyen, tanımadığım insanlar vardı ve hiç aşinalığım olmaması... bu beni rahatsız etti. Rahatsızlık omuzlarıma doğru ilerlerken Armina tanımadığım insanların içinden bir adım öne çıktı. "Bienvenido." İspanyolca hoş geldin demesine karşılık "Hola Sra.* Armina..." diyerek merhabalaştığımızda evin verandasından bahçeye elinde bardak tutan bir adam çıktı ve gözlerini kıstı. Anlık göz değdirmemle dikkatimi tekrar Armina'ya verdim, karşıma gelip resmi bir şekilde tokalaştı. Fısıltıyla "Üzgünüm buraya gelmek abimin fikriydi, bomba olayından sonra." dediğinde kaşlarıyla arkasında kalan esmer, uzun boylu ve takım elbiseli adamı işaret etti. Armina'nın öz olmayan abisi Ağıralioğlu idi ama anlayamadığım nokta vardı ki, gözümü abisinden alıp gözlüğümü hızla çıkardım. "Bomba mı!?" diye kaşlarımı çattığımda bardağın yere düşme sesini duydum. Ağıralioğlu elindeki bardağı yere düşürmüştü. Armina'yı odağıma geri alıp "İyi misin? Benim neden haberim yok?" diye sorularımı sıraladığımda onun cevaplamasına izin vermeyen kişi bana seslendi ve hiçte yabancı gelmeyen, ses tonundaki kızgınlığı bile çok yakından tanıdığım o sesi hemen anımsadım. "Umay Çağın!" Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde Alparslan Ateş'in kaskatı olmuş bedenini görmek şok yaşamama sebep oldu. Eğer elimde bir obje olsaydı, az önce Ağıralioğlu gibi düşürebilirdim. Gözlerimi sımsıkı kapattım, açtım. Armina'nın da davetsiz Alparslan'dan haberi olmadığı yüzünden belli oluyordu. Ellerim yumruk olurken ona doğru döndüm. Bana ağır adımlarla geldiğinde bu karşılaşmadan doğabilecek sonuçları düşünmeye başladım. Alparslan, Valeri'nin ben olduğumu öğrenecekti. Alparslan, Armina ile olan konuşmamdan başka sonuçlar çıkaracaktı. Alparslan şu an, anlık bakış attığı Armina'ya anlayamadığım bir şekilde kızgın bakıyordu. Alparslan Ateş, ateş olup en başta beni sonrasında ise arkamda olan herkesi yakacaktı! İşte çırılçıplak geldiğim Türkiye de ilk kıçıma bombayı bilmediğim bir mülke Valeri jetiyle gelerek ve hatta Armina ile el sıkışarak ve de üzerine Alparslan'la karşılaşarak yemiştim! Yüzüme bir tebessüm kondurup ellerimi iki yana açtım. Haksızdım, ona geleceğimi haber vermemiştim. Çatılmış kaşını da sıktığı çenesini de hak etmiştim. "Alparslan Ateş Kasabalı, sevgili İkizim." diyerek ona doğru adımladım. Ellerini beline koyup "Çevirdiğin tiyatro için bilet arıyordum, bak ki şansım yaver gitti ve oyuncu bana geldi." dediğinde bir adım bile atmadı. "E söyleseydin ben sana locadan yer ayırtırdım." Gözleri ilk ardıma sonra bana değdi. Üst dudağını dişlerinin arasından geçirdi. "Sıçmışsın, birde üstüne sıvıyorsun sevgili İkizim! Hesap vermek için..." dediğinde elimi kaldırıp sözünü kestim. Bakışlarıyla beni tartarak bana doğru yürüdüğünde karşı karşıya geldik. Parmaklarını yeleğinin cebine taktırıp boynunu sağa yatırdı. Elimdeki gözlüğü göğüs oluğuma asıp kollarımı bedenime sardığımda kaşlarımı iki kere indirip kaldırdım. "Hesap vermeyi ben masadan kalktığım an bıraktım İkizim." Ellerini belinin arkasında birleştirip sırtını dikleştirdi. Soru soracaktı ve sorunun cevabına karşılık tavır sergileyecekti. "Umay burada ne işin var? Tek soru, tek cevap!" Başımı hafif sağa yatırıp onayladım. "Armina için buradayım." Dilini damağına getirip şaklattı. "Umay Çağın Gökalp mi karşımdaki? Yoksa." Jete anlık bakış atıp bana döndü. "Valeri Almeda mı demeliyim?" "Gökalp demezsen yalnız alınıyorum. Umay Çağın hala kabulüm." diyerek solumda kalan jetin üzerindeki Valeri'nin imzasına baktım ve gururla gülümsedim. "Valeri'ye gelirsek ortağımın aldığı tehdit yüzünden buradayım, çözüp döneceğim." "Türkiye'ye geliyorsun ve benim haberim yok." dediğinde gülümsemem büyüdü. Aramızdaki bağ Alparslan ile derindi. Bir başkası bu söylediği cümleyi yanlış anlardı ama o senelerdir görmediği, İkizim dediği kadının habersiz ülkeye gelmesine kırılmıştı, haklıydı! Onu yumuşatmaya çalıştım. "Vira bismillah, daha yeni geldim kaptan. Beş dakika olmadı ineli." Burnunu çekip gülümsememek için çenesini kastı. "Anlayacağım Umay merak etme anlayacağım." Sağ işaret parmağıyla burnunun ucunu kaşıyıp ifadesini sabit tutmaya çalıştı. Fısıltıyla "Seni yeniden burada gördüğüm için huzurluyum." dediğinde sol kolunu boynuma atıp beni kendisine çekti. "Çok özlemişim kız kardeşim." Saçıma bir öpücük kondurup derin nefesler aldı. Sarılışına karşılık ona yanaşmak zorunda kaldım ve sırtında saniyelik elimi gezdirdikten sonra "Bende seni özledim ama sarılmayı bitirsek mi artık?" diye mırıldandım. Sarılmak ve sevgi gösterileri bana çokça iyi gelen bir kavram değildi. "Ben senin yüzünden burada nelere katlanıyorum, biraz daha sarılacağım." diyerek beni iyice sıkıştırdı. "Haklısın ama ayı yavrusu meselesi yapıyorsun. Seni alaşağı etmemem için dört saniyen var İkiz. Dört!" dediğimde benden ayrıldı ve elleri kollarımda kaldı. "Şurayı bir halledelim sonrasında gideceğiz." diyerek ellerini çekip adım attığında "Korunmasız ve plansız geldim, bu konumdan ayrılamam." dedim. Başını bana çevirip "Bakarız." dedi ve elleri belinde ilerlemeye başladı. "Doğan." diye seslendiğimde jetin yanında onlarda ne olduğunu idrak etmeye çalışıyordu. Yanıma geldi. "Ne oluyor Umay, Alparslan Ateş burada olmamalı?" "Buradan dönüş yok Doğan, Alparslan buradan dönmez ve bende dönmem. Senelerdir beklediğim adım geldi ve yürüyeceğim. Hazırlık yapın, Ay Gözü'nü jetin odasında hazır hale getirin." dediğimde gri gözlerindeki şaşkınlığı gördüm. Ağzını açtı ama bir şey söylemeden başını öne eğdi ve arkasını döndü. İşleri Doğan'a bıraktığımda arkama bir daha bakmazdım ancak "biliyordum ki plansız hareketler onu rahatsız eden bir etmendi. Herkesin suyuna gitmek, herhangi bir olayın patlak vermemesi için tercih edilecek en doğru yoldu. Diğerlerine dönüp ilerlediğimde Armina abisinin kanadı altındaydı ve Alparslan karşılarında konuşuyorlardı. "Bomba olayının faili kim, düşmanın falan var mı?" diye Alparslan sorduğunda, karşısındaki resmi olarak tanıştırılmadığım Ağıralioğlu bana baktı. Yüzünde küçümseyici bir ifade ile dümdüz bakıyordu. "Valeri ile yaptığı anlaşma yüzünden belki de kim bilir?" Sol kaşım havalanırken " İndulto**. Siz kimdiniz?" diye küçümseyici tavrına karşılık verdim. "Arık Böke Ağıralioğlu." diyerek cebinden çıkardığı elini bana doğru uzattı. Önce uzattığı eline ardından alttan bir bakışla onun zifir gibi koyu irislerine baktım. İfadesiz suratı, anlaşılmaz mimikleriyle tam bir suikastçı gibi görünüyordu. Armina elini beline dolayarak göğsüne yaslandığı abisine, çenesini yukarıya kaldırarak baktı. "Abim." diye konuştuğunda adamın elini tuttum. Her zaman soğuk olan ellerim onun avucundan gelen sıcaklığa karşı bedenimi ürpertmişti. "Umay Çağın." dediğimde dudağının kenarı hafif yukarıya kıvrılır gibi oldu ya da yanlış gördüm. Siktir! İlk defa bir adamın tepkilerinden emin olamıyordum. "Resmen tanıştığımıza memnun oldum." dediğinde ifadesiz suratında dudakları kımıldadı lakin elimi tutan nasırlı parmakları nabzımın üzerinde ince ince kımıldadı. Sol kaşım saniyelik inip kalkarken "Tanışmış olmamayı dileyenler listesinde olmamanız dileğiyle." Sıkıca elini sallayıp bu anlamsız olaya son verdim. Alparslan "İçeriye geçelim, müsaade var mı Arık Böke?" diye sorduğunda muhatabı hala daha kolunun altındaki Armina ile beraber bir adım geri kayıp sağ eliyle evini gösterdi. İçeriye adımlamadan dahi evin dışarıdan görüntüsü fazla müstehcendi, benim için bile! Bir insan neden tüm evin duvarlarını camdan yapardı ki? Yine de bahçesindeki çiçeklerle beraber büyülü bir yer gibiydi. Verandadan içeriye adım attığımızda bizi karşılayan rustik tasarımla göz zevkim şenlendi. Oturmadan Armina ve Arık Böke açık mutfağa ilerlerken, Alparslan oturduğu anda sol eliyle bacağıma vurup sıktı. Avuç içimdeki bandaja bakıp kaşlarıyla gösterdi. "İş kazası." diyerek geçiştirdim. "Ne kadar kalacaksın?" "Misafire sorulur mu bu, ne kadar ayıp. Seni annene söyleyeceğim." dediğimde birden "Bende seni yengeme söyleyeceğim." dedi ve yüzümden acı bir tebessüm geçti. Anlık bir refleksti bu Alparslan için, küçüklüğümüzden kalan repliğin büyüdüğümüzde canımızı yakacağını bilemezdik. Kaşlarını hüzünle çatıp "Üzgünüm, bir anda oldu." dediğinde yüzündeki hüzün sesine yansıdı. Önemsiz bir konuyu geçiştirir gibi deri ceketimin fermuarını indirdim. "Alıştım." Sırtımı sıvazladı. Cebinden sigara tabakasını ve telefonunu çıkarıp sehpaya koydu, beklemeden çakmağını çıkarıp ateşledi ve tabakadan bir dal çekip yaktı. "Valeri Almeda ha?" diyerek konuyu bambaşka bir yere çevirdi. Ceketimi çıkarıp koltuğun sırtına koydum. "Yapıyoruz bizde bir şeyler." Sehpadaki el şeklindeki siyah küllüğe sigarasını tutturup, sakallarının üzerinden parmaklarını geçirdi. "Büyük dalgalar bunlar Umay." dediğinde ona doğru dönüp ayağımı kalçamın altına aldım. "Biliyorum ve bundan zevk alıyorum." Benimle aynı pozisyonda oturarak karşı karşıya geldi. "İşte en çokta bundan korkuyorum ya, narsist olmadığına kalıbımı basacağım noktalardan saldırıyorsun bana." "Narsistlik değil bu Alparslan." diyerek bacağındaki elinin üzerine elimi kapattım. "Başkalarından üstün olmak gibi bir derdim yok sadece kendi yağımda kavruluyorum." Kısa tok bir kahkaha attı. "Seni görende asgari ücrete tabi biri sanır. Umay sen yaptığın işin farkında mısın kızım? Benim yerimde bir başkası olsa şu an eline ayağına köle olmuştu." Topladığım saçlarım iyice başımı ağrıtmıştı. "Çok gözünüzde büyütüyorsunuz. Ben sadece parasını ve zekasını iyi kullanan bir kadınım." dediğimde "Neden Armina Pinhan?" diye sordu. "Aynam gibi benim, zekâsı ve projeleri beni fazlasıyla tatmin ediyor. Birlikte iyi bir ekip olduk, sadece bu." Dikkatle bana bakıp söylediklerimi tarttı. "Sadece iş diyorsun, peki bana neden sıfırlarını sayamadığım bir çek gönderdin?" "Alamatra altında yaptığın ve yapacağın tüm işlere saygım var Alparslan. Özdemir eniştemden kalan ismine leke getirmeyeceğini çok iyi biliyorum. Duydum ki Karadeniz'e ilk çapayı sallamışsın, bende ortak olmak için harekete geçtim. Türkiye'de gözükmek istemiyorum ama boğazlardan dolayı orta merkezde ve istemesem de iş yapmak zorundayım. Bu yüzden bende Türkiye'de yükselmiş ve bildiğim şirketleri kullanıyorum. Biliyorsun sevgisiz deden Türkiye'ye gelirsem infaz emrimi verecek." "O iş o kadar kolay değil, her zaman önünde olduğumu biliyor." Omzumu silktim. "Bilmesi neyi değiştirir? Onun için, tek değil iki cenaze olur. Sence Edremit Gökalp beni öldürmek için bulduğu bahaneyi göz ardı eder mi, hiç sanmam!" "Neden bu işlerden haberim yok benim?" diyerek haklı bir isyanda bulundu. Alt dudağımı içten ısırıp "Daha fazla sana Umay Çağın yükü bindirmek istemiyorum Alparslan." dediğimde kaşlarını çattı. Elimi yanağına koyup kısa bir saniye okşadım ve çektim. "Seni tanıyorum Alparslan, o masada benim için oturuyorsun ama çabaladığın yetmez mi? Kendi yoluna bakmalısın, benim için umut yok! Benim umudum annem öldüğünde bitti. Ben seni dayı yapamam ama sen beni hala yapabilirsin. Önüne bak kardeşim. Geç Alamatra'nın başına ve sadece o koltukta otur. Diğer koltuk bu zamana kadar kimseye mezardan başka bir şey vermedi. Bana bir mezar taşına daha ah ettirme." Bu konuda da haklı olan taraf bendim. Alparslan'ın benim için sırtlandığı yükler yeni bir Valeria adası inşa ederdi. Hayat insana bir daha fırsat vermiyordu. Bu yüzden en iyi şekilde yaşamamız, yaşaması gerekiyordu. Çoğu şeyin farkındaydım, farkında olduklarımla beraber İstanbul'a gelmiştim, halletmeden dönmeyecektim. İyice ağrıtan saçlarımdaki lastiği tek hareketle çıkardım. Alparslan öne doğru gelip sigarasından derin nefesler çekerek söndürdü. "Haklı olmandan nefret ediyorum." "Her zaman haklı olduğum konuma gelirim." diyerek gülümsedim. Boynunu bana doğru çevirip ters bir bakış attığında açtığım saçlarıma baktı. "Saçların daha uzunmuş." Alakasız bir şekilde söyledikleriyle beraber geriye yaslanıp koltuğa yayılan saçlarımı tuttu. "Ekranda bu kadar uzun durmuyor." "Ekran farklı tabii." dediğimde "Doğru, iskelet gibisin." diyerek beni süzdü. "Seni hedef tahtası yaparım Alparslan!" Huzursuz bir şekilde dudakları kımıldadı. "Değişmişsin Umay. Ben seni Kaliforniya'da yazılım mühendisi sanırken, sen dünyayı yönetiyormuşsun." "Şu konuya geri dönmüşken, imzala şu anlaşmayı Alparslan. Alamatra ile iş yapmak istiyorum." Burnundan nefes verip gözlerini yumduğunda alnını baş ve işaret parmağının arasına alıp sıktı. "Umay..." dediğinde bize izin verdiklerini düşündüğüm ev sahipleri ellerinde tepsiyle içeriye girdi. "Müsaade var mı?" diyen Arık Böke'nin cümlesiyle Alparslan toparlandı ve onayladı. Armina tepsiyi ortaya koyup içerisindeki çayları her birimize dağıttıktan sonra abisi de elindeki iki tabağı sehpaya koydu. "Şimdi." dediğinde kumaş pantolonunun paçasını hafif çekerek koltuğa oturan Arık Böke bana ve sonra kardeşine bakıp, Alparslan'a döndü. "Bugünü kim açıklayacak?" Sehpaya bırakılan çaya uzanıp avucumun içerisine koyarak arkama yaslandım. Şu an için izleyici olma taraftarıydım. Alparslan rahat hareketlerle çayına uzanıp "Saçma olaylar dönüyor Armina, artık konuşman gerekli." diyerek tüm namluları zavallı kızın üzerine doğrulttu. Armina bileğindeki tokayla saçlarını toplayıp "Bilmiyorum faili kim, yalnız bildiğim tek şey bugün neredeyse suikasta kurban gideceğimdi. Sen Alparslan Ateş nasıl oldu da arabamdaki bombadan haberin oldu, şirketime gelip o arabayı patlattın." Saçlarını toplamış, çayına uzanıp yudumlamış ve bacak bacak üzerine atarak dişli bir hatuna dönüşmüştü. 'Aferin güzel yerden vurdun!' dememek için kendimi zor tuttum, sadece gülümsedim. Koltukla sırtım arasına sıkışan saçlarımı hafif öne gelip koltuğun arkasına attırdım. O anda izleniyormuş hissi bedenimi sardı ve gözlerim yanında oturan Ağıralioğlu'na değdi. Bana bakıyordu. "Bak bazı şeyleri açıklarsan eğer duymak isteyeceğin şeyleri sana söylerim ama sen bu şekilde gelirsen benden laf çıkmaz ve ölüm fermanını imzalamış olursun." diyen Alparslan ile odağım onlara kaydı. "Peki Alparslan Bey bu cümlelerin aynısını size geri iade ediyorum. Ben imza atmaya alışığım sonuçta." diyerek başını yana hafif yatırıp kaşlarını oynattı. Alparslan sıcak olmasına aldırmadan çayından uzun bir yudum aldı. Tabakasından bir dal sigara daha çıkarıp ateşledi. "Şirkete kutu geldi ve bende onun üzerine soluğu Pinhan Bilişim'de aldım." Sert bir nefes aldığı sigarasının ucundaki ateşten cızırtılı bir ses geldi. Ne! Alparslan, Armina'ya karşı altta kalmıştı. Başımı hafif öne eğip ona baktım. Dikkatle Armina ile arasındaki konuşmada takılı kalmıştı ve sadece onu dinliyor gibi gözüküyordu. "Ne geldi?" diye sordu Arık Böke. Çayımdan bir yudum alırken "B.G. kim Armina?" diye soran Alparslan'la yudumumu zor boğazımdan geçirdim. İşte şimdi işler daha ilginç bir hal almaya başlamıştı. Armina bana kısa bir bakış attığımda kaşlarımı hayır anlamında havaya kaldırdım. "Tanımıyorum." Bir anda ağzından çıkan kelimeyle devam etti. "Bugün aynı kişiden pek iç açıcı olmayan not bende aldım." Yalan söylemiyordu. Evet B.G'yi tanımıyordu, gerçi ben bile tanımıyordum. Sikeyim, Alparslan ve Armina'ya neden sıçramıştı bu Bilinmeyen Göt? "Ne yazıyordu?" diye aynı anda soran Alparslan ve Arık Böke ile beraber Armi, Elijah'a seslendi. Sonrasında Elijah sanki benim adamım değilmiş gibi yüzüme bakmadan Armina'nın istediğini yapıp geri gitti. Piç kurusu! Ortaya gelen kutuyu açan Alparslan benim kamerada gördüğüm bebeği eline alıp sağına soluna baktı, Arık Böke ise eline kâğıdı alıp okudu. O sırada gözüme bebeğin kulağında siyah nokta gibi bir şey olduğunu fark ettim. Arkama dönüp verandada bekleyen Güneş'i gözüme kestirdim. İki kere gözlerimi açıp kapattım. "Müsaade ederseniz eğer kutuyu adamlarımın incelemesini istiyorum." dediğimde Armina'ya baktım. Başıyla onayladı. Ayağa kalkıp kutuyu kapatarak Güneş'e teslim etti. Sonrasında "Biraz işim var müsaade istesem, yarım saat sonra devam ederiz." dediğinde çayı sehpaya bırakıp "Tabii." dedim. Elbisesini düzeltip verandadan o da çıktığında, uçağa gidip kutuyu inceleyeceğini biliyordum. Cebimden telefonumu çıkarıp Ufuk'a bebeğin kulağına bakmalarını yazdığımda Alparslan "Şu bebek incelensin, sende burada dinlen geleceğim." diyerek ayağa kalktı. Eğilip saçlarıma bir öpücük kondurduğunda Arık Böke'ye baktı, gözleriyle dışarısını gösterdi. "İstediğin bir şey var mı?" diye bana dönüp sorduğunda "Rakı balık istiyorum." dedim. Buraya geldiysem, birilerinin kulağına su kaçırmadan durmazdım. Kaşları çatıldı. "Tamam ayarlarız." dediğinde kaşlarımı olumsuz bir şekilde havaya kaldırdım. "Emel Sayın dinlediğin yerde." "Dikkat çeker." dedi. "Çekmez." diyerek Arık Böke reddetti. "İbrahim amcanın mekânında sıkıntı çıkmaz." O sırada çalan telefonumla arayan Doğan'ın telefonunu yanıtladım. Açtığım anda "Gelmen gerekli." diye konuştuğunda cevap vermeden kapatıp, ayağa kalktım. "Birazdan geliyorum." diyerek beklemeden ilerlediğimde ikisini ardımda bıraktım. Gün akşama dönmeye başlamıştı neredeyse, dışarıda yağmurlu bir hava vardı. Ormanlık alanda olan evin etrafını yoğun toprak kokusu sarmıştı. Denizin kıyaya vurarak köpürmesi, yağmur, toprak kokusu, zifir gibi karanlık gökyüzü! O günkü gibi! Dilimi dişlerimin üzerinde gezdirip her şeyi yok saydım. İçeriye girdiğimde ekibim ve Armina geniş masanın yer aldığı koltuklarda oturuyordu. Birçok cihazın masa üzerinde açık olması işleri sıkı tutan Doğan'dan kaynaklıydı. Gözüm Tan'ı kestiğinde yanına ilerledim ve omzuna dokundum. "N'aber Lupin?" dediğimde gülümsedi. "İyi abla harcanıyorum." diyerek hayıflandığında buradaki rutin işlerden sıkıldığını anladım. Ekibim kıvrak zekalı insanlarla kurulmuştu. Her birinin kendine göre yeteneği vardı. "Sorun ne Doğan?" "B.G. kıskacı her kimse seni tanıyan ve hareketlerini sezen biri Umay. Şuna bir bak." dediğinde Ufuk'un önündeki bilgisayarı bana çevirdi ve açıklamaya başladı. "Bebeğin kulağında gördüğün, siyah nokta çipten çıkan not." dediğinde ekrana baktım.
Evine hoş geldin Gökalp kızı... B.G "Babasının si..." Küfür edeceğim anda giriş kapısından hafif boğazdan gelen ses duyuldu. Doğan laptopun kapağını kapattı ve ardından hemen alkış sesi geldi. Gözlerimi kapatıp sinirle dudağımı içten ısırdım. Etrafım çevriliyken, kendime Valeria adasındaki gibi rahat olamayacağımı öğretmem gerekliydi. Alparslan iki elini birbirine çarpıp "Hesap vakti sevgili İkizim!" dediğinde gözlerimi açıp ona baktım, gömleğinin kollarını katlamaya başladı. "Herkes dışarı çıksın." Diğerleri bana bakarken birkaç saniye Elijah ile göz göze geldim. Sonrasında başımla kapıyı gösterdim. Elijah "¡Completamente!***" dediğinde diğer laptopların kapakları kapatıldı ve dışarıya çıkmaya başladılar. Armina'da onlara katılmıştı. Elijah'ın arkasından ilerlediğinde Alparslan kapıdan çıkan Elijah'tan sonra Armina'nın önünde durdu. "Sen kalıyorsun!" diyerek kaşlarıyla benim olduğum yeri gösterdi. Birbirleri arasında geçen bakışın galibi İkiz olurken, başını kapıya doğru çevirip içeriyi gösterdi. Arık Böke'de içeriye girdiğinde uçağın kapısı kapatıldı. Alparslan siyah halının üzerinde ağır adımlarla ilerleyerek içeriye göz attı. "Alanınız ne kadar güvenli Valeri Hanım?" "Bunun sorgusu bile varlığıma hakaret Alparslan Ateş." İçki büfesine ilerleyip viski şişesi aldı. Dört bardağı raftan alıp doldurmaya başladı. İçeride dört kişiydik ve Armina benim yanımdayken Arık Böke hala kapının yanında duruyordu. Yine bana bakıyordu. Babasını satayım, sirk maymunu gibi olmuştum! "Güzel." diyerek eliyle tezgâhtan destek alıp mini dolabı açtı ve buz çıkarıp biri hariç, üç kristal bardağa paylaştırdı. "Şimdi gerçekleri konuşalım, konuşalım ki bir daha sırtımızdan bıçaklanmayalım, değil mi Armina Hanım?" Burada olan şu an kesinlikle Alparslan değil, Ateş'ti. Soluğumu tutup Armina'ya baktım. "Ne kadar şeffaf o kadar iyi Alparslan Bey." Bu kız, bu adamın hakkından geliyordu. Alparslan'ın az önceki alkışını Armina'ya adıyorum. Lakin aralarında anlayamadığım bir şeyler vardı. Dışarıdan buz kütlesi görünürlerken içlerinde sanki birbirlerine daha yakın olan iki insandı. "Şeffaf olmak... bunu başarabilirsek zaten tüm sorunları aşmayacak mıyız, hah Umay Çağın?" Bardakları alıp masaya ilerledi. "Oturun." Ellerimi cebimden çıkarıp koltuğuma oturdum. Masanın köşesinden viski bardağını hafif bir güçle bana ittiren Alparslan diğerleri de oturduğunda onlara da doldurduğu bardakları uzattı. Dik bir şekilde oturup iri ellerinin arasında küçük kalan viski bardağını çevirirken "Siz ne iş yapıyorsunuz?" diye sordu. Armina ile birbirimize baktık. Onunla her konuştuğumuzda beni beklemesi gerektiğini, ben gelene kadar hiçbir şekilde ortaklığımızı belirtme dememin tek sebebi Alparslan'dı. Onun yumuşak karnı olabilirdim ama yeri geldiğinde bana bile duvar olabilirdi. "Deniz tribünlerinin yaratıcısı Armina Pinhan." dediğimde kaşları havaya kalktı ve ona baktı. "Güzel başarı." Armina kibar bir şekilde masada otururken, kehribar rengi gözleriyle dik dik Alparslan'a baktı. "Tebrik beklemiyorum." İçkisini yudumlayan Alparslan "B.G'nin kim olduğuna dair fikrin var mı?" diye sordu. Gözlerini açıp kapattı. "Tanımıyorum, bugün duyduğum iki harften ibaret olan biri." diyerek bardağından içti. Başı bana döndü. Ela gözlerini asabiyetle kısıp sinirini gizlemeye çalıştı. "Kaç senedir iş yapıyorsun resmi olarak?" Bu sorunun muhatabı bendim. Elimi enseme getirip saçlarımı havalandırarak bıkkın bir nefes verdim. "On beş sene oldu Alparslan. Armina ile iki senedir beraber çalışıyoruz. Tanıştığımızda Umay Çağın olduğumu bilmiyordu, yeni öğrendi." İçkimden yuvarladım, sözlerime devam ettim. "Bakın Valeri Almeda benim iş kimliğim. Buradan sürüldüğümde benden ismimde dahil her şeyi aldılar. Kendime yeni bir hayat kurdum, İmerlerin bana sunduğu mirası ve zekamı kullandım. İşlerin boyutu yükseldi ama bu şu anın konusu değil. B.G'ye gelirsekte, başınıza sarılan belanın kaynağını bilmiyorum ama." Konuşmam sırasında her birine bakarken konuşsam da sonunda Alparslan'a takıldım. "Sana kutu gönderenle, telefonuna mesaj atan kişi ve Armina'ya bugün hem kutu hem de suikast yapan kişi Bilinmeyen Göt'ün teki ve de Kaliforniya'ya gittiğim günden bu yana sağ olsun, beni de rahatsız etmekten geri kalmıyor." "Ne?" Gözlerinin elası kararan Alparslan çenesini sıktığında onunla bir Ağıralioğlu'da "Anlamadım?" diye soru sorarcasına konuştu. Evet bende anlamıyorum Arık Böke, hadi cevapla! Armina boğazını temizleyip benim üzerimde olan okları kendisine çevirdi. "Ne, ne abi ve neyini anlamadın Alparslan? Adamın biri bizi kadrajına almış tek tek hepimizle oynuyor." dediğinde bana döndü. "Aslında Umay aklıma bir şey geliyor. Bu zamana kadar seninle uğraşıp şimdi bize döndü. Ya senin Türkiye ayağını kesmeye çalışıyorsa, benim aklıma İhtiyar Gökalp'ten başkası gelmiyor." diyerek parmaklarını masanın kenarına vurdu. Konuyu bambaşka bir şekilde evirip, ortamın gerilmemesi için çabalıyordu ama Alparslan bunu yemezdi. Yine de ayak uydurmayı seçtim. Ona bakıp dudağımı söylediği tez üzerine beğeniyle büktüm. "İhtimal dahilinde." Alparslan'a döndüm. "Deden benim nerede olduğumu biliyor mu?" Alparslan kafası karışmış şekilde bir bana, birde Armi'ye baktı. "Bir dakika, bir dakika!" diyerek masaya dirseklerini yaslayıp omurgasını dikleştirdi. "Senin bu adam senelerdir peşinde mi?" "Kadında olabilir, bilmiyorum. Elimdeki hiçbir şey onu bulamıyor ve soruna gelecek olursak...Evet." diyerek başımla da destekledim. "Hayır anlamadığım nokta şu! Amına koyduğumun yerinde ben neciyim? Bana neden söylemiyorsun!?" Burnumun ucunu kaşıdım, haklıydı ama bir Umay Çağın'ın yükünü daha sırtına almak onu daha çok yoracaktı. Şu an bunu anlatsam da anlamayacağını bildiğim için bacağımı geniş açıp Armi'nin ayağına, ayağımın ucuyla vurdum. Armina "Nedeninin şu anda sırası mı Alparslan?" diyerek onun kendisine bakmasını sağladı. "Umay'ın başına dolanan her kimse bizim başımıza dolanıyor ve bu kişi kirli oynuyor. Takılman gereken noktayı es geçiyorsun." Alparslan gözlerini kısıp Armina'ya baktı ve baktı. Oturduğumuzdan bu yana 'Anlamadım!' harici sesi çıkmayan Arık Böke "Senin ne şekilde başına dolanıyor? Hiç karşı karşıya geldiniz mi, yoksa senide notlarla ve mesajlarla mı rahatsız ediyor?" diye konuştuğunda ona döndüm. Koltukta biraz yayılmış sağ bacağının üzerine sol bacağını atmıştı. Sol kolunun dirseği koltuğun kolçağına dayalıyken sol elinin parmakları alt dudağının üzerinde geziniyordu. Abini de sustursana Armi! Kesik bir nefes aldım. "Not ve mail." Bu karşılaşmada her şeyi Alparslan'a söyleyeceğime karar vermemiş olsaydım kesinlikle ağzımı açmazdım. "Olayın size sıçrama sebebi Armi'nin tezi olabilir ama bir konu daha var." Ellerini iki yana açıp "Yine ne var?" diye hiddetle sordu Alparslan. Armina'ya baktım. Onu burada koruyacak tek isim ve varlık abisi ve de Alparslan Ateş'ti. Gözlerini onaylarcasına kapatıp açtı. "Ay Gözü." dedim. Viski bardağını bir yudumda kafama dikip Doğan'ın laptopuna masadan uzanarak açtım. "Ay Gözü, Armina'nın fikriyle ve benim yazılımımla Valeria'da başlatılan bir proje. Prototiplerinin bir kısmı burada bir kısmı benim hangarda, yolculuk için de senin tersaneni bekliyor. Üretimi yarı yasal sayılır lakin bu projenin teknoloji mühendisi Armina Pinhan olduğu duyulursa onu yok ederler. Hem yukarıdakiler hem de aşağıdakiler. Şu an altında Valeri Almeda imzası var, Armina sadece Pinhan Bilişim şirketi altında yatırımcı gözüküyor. Haftaya lansmana çıkacak ürün, işte bundan sonrası ise sıkı güvenlik gerektiriyor." Laptopta güvenlik ağını kaldırıp odanın kilidini açtım. Alparslan ve Arık Böke birbirine bakarken ikisi de aynı anda bize döndü. "Katar'dan gelen prototipler bunlar mıydı, sır gibi sakladığın?" diyen Arık Böke'ye Armina başını olumlu bir şekilde salladı. "Bu projenin ne olduğunu sormaya korkuyorum." diyen Alparslan'dan gözümü alıp Armina'ya döndüm. Gülümsedi, turuncu saçlarını toparlayıp ayağa kalktı. "Hadi yapalım şu işi." Onunla bir ayağa kalkıp elimi uzattığımda göz kırptım. "Hadi yapalım dostum." Armina elime elini çarptı. "Beyler, kalemlerinizi ve peçetelerinizi hazırlayın. Çünkü lansmandan sonra bu iki kadından imza almanız zor olacak. Sizi şu odaya alalım." deyip arkamı dönerek jetin arka odasına ilerledim. Ayak sesleri ardımdan gelirken kapının kulpunu tutup sonuna kadar açtım. Mümkün olan her yerde teknolojinin tüm nimetlerini kullanırdım, buna banyomda dahildi. Doğan'a indiğimizde söylediğim gibi odayı hazır hale getirmişti. Odanın içinde büyük ekranlar, yazılım cihazları, bilgisayarlar gibi birçok alet vardı. Arkamı dönüp Armina'ya elimi uzattım. Tereddütsüz tutup standa beraber ilerledik. Armina sağ konsola geçerken sol kısma ben girdim. Armina yüzüğünü çıkarıp konsola yerleştirirken, ben annemden kalan yüzüğü boynumdaki zincirden çıkarıp koydum. Arkamı dönüp diğerlerine baktığımda ikisi yan yana elleri cebinde ekrana bakıyordu. 'Sayın Pinhan ve Almeda! Ayın Gözüne hoş geldiniz. Lütfen tarama için sabit durunuz.' diyen mekanik sesle beraber bilgisayardan yansıyan ışık yüz taramasını onaylayıp ekranı açtı. Işık hüzmesiyle birlikte dünyanın kuşbakışı görüntüsü ekrana çıktı. Armina ile beraber arkaya döndüm. "Evet bir isim alalım." "Erdem Pinhan." diyen Alparslan ile Armina önüne dönüp babasının ismini ekrana yazdı. Dünya haritası döndü ve Türkiye'de durdu. Ardından hızla İstanbul'a girerek Ortaköy'den sinyal verdi. Sonrasında sokağa inerek Mobese, dükkan kameraları, araç kameraları ve telefon kameralarından GPS yardımıyla Erdem Pinhan'ın bulunduğu konumu saptadı. "Rodisson'da." dediğimde Alparslan, Arık Böke'ye "Babanı ara." diyerek talimat verdi. Gözleri hala daha ekrandaydı. Arık Böke cebinden telefonunu çıkarıp babasını aradı. Beklemeden hoparlöre aldı ve telefon açıldı. "Baba neredesin?" "Ortaköy'deyim oğlum Radisson'da erteleyemeyeceğim bir yemek vardı. Bir sorun mu var?" Alparslan bir telefona sonra ekrana geri baktı. Arık Böke telefonun sesini kapatıp "Bir sorun yok baba sordum sadece. Armina yüzünden hala endişeliyim." diyerek geçiştirdi. O babasıyla konuşmaya devam ederken, Alparslan hala elleri cebinde yanımıza doğru iki adım attı. "Bu büyük bir proje ve Türkiye'yi bırak dünyanın bile buna hazır olduğuna emin değilim." Düşünür bir edayla bakmaya devam etti. "Lansmanda bunu bu şekilde göstermek Armina'yı tehlikenin göbeğine atacak." "Lansmandaki sadece bunun basit usulü Alparslan, sunulan sadece prototip aşaması olacak ve bildiğin üzere biz lansmanı askeri alana sunuyoruz. Bu prototip sadece askeri kıyafet üzerine işlenecek ama tabii Krallık her konuya girdiği için Krallığında bundan haberi olacak." diyen Armina'ya dönüp baktı. "Ay Gözü'nün altında Valeri imzası da var. Senin küresel güce imza attığında bu şekilde resmileşecek." diyen abisine "Evet ama bu benim fikrim, bizim projemiz. Bu saçma sapan imalı notlar ve düşük beyinli halkınız yüzünden vazgeçmeyeceğim." diyerek çenesini havaya kaldırdı. "Ay Gözü'nün daha zamanı var Alparslan, birazda bunu kendim için geliştirdim diyebilirim. Armina şirketini kalkındırmak için elinden gelenin en iyisini yapıyor, sizin görmeniz gereken nokta bu. Bu ikimizin en büyük projesi lakin dediği gibi lansmanda sunulan askeri savunma olacak ama bunun gerisini arayacaklar ve gelecekleri ilk kişi Armina olacak. Onu korumalısın." Arık Böke'ye döndüm. "Sende! Kardeşin başarılı bir kadın. Bağnaz olan, ilkesiz kaidelerinizde sürüklenemeyecek kadar başarılı. Armina'nın, o para müptelası aç gözlü köpeklere yem olmasına izin verme." Sözlerim kısa bir sessizliğe yol açarken "Bana biraz süre verin düşüneyim." diye konuşan ilk kişi Alparslan'dı, dönüp Ağıralioğlu'na baktı. "Hemen karar verilmesi mümkün olmayan bir mevzu, düşünmeliyiz." Arık Böke ise başıyla onaylayıp "Haklısın." diye tek kelime söyledi ve kardeşine döndü. Boğazını temizleyip "Armina dışarı çıkacağız sen hazırlan." dediğinde Armina yüzüğünü aldı ve ikisi de odadan ayrıldı. Kapı kapanırken Alparslan yanıma biraz daha yaklaştı. Annemin yüzüğünü alıp cebime koydum. Sonrasında ekranda birkaç tuşa basıp Armina'nın şirketinin kamera görüntülerini açtım. "Geçen sabahki şirket girişin takdire şayan doğrusu." deyip gülümsedim. Ekranda Alparslan'ın şirkete giriş anı gözükürken ellerini cebine koyup topuklarının üzerinde havalanarak "Havalı giriş yaptım." deyip omuz attı. "Bir notla ve mesajla oraya gittin. Kalbinin duvarları eriyor mu yoksa Ateş?" Hala daha ekrana bakıyordu. "Zor, çok zor Umay." dediğinde ondan gözümü alıp ekrana baktım. Patlama yaşandıktan sonra merdivenlerde Armina ile birbirlerine sarılıyorlardı. Ekrana dokunup durdurdum ve yakınlaştırdım. Alparslan gözlerini kapatmış sıkıca sarılırken, Armina da sağ yanağını göğsüne yaslamış beline ellerini dolayıp tebessüm ediyordu. Kısa bir iç çektim. "İnsanlar dizili inci bir tesbihte... İnci ne kadar değerli, iplik o kadar ince..." diyerek ona döndüm. "O sende inci gibi değerli ama ipte ince Alparslan, bırak derinine gömdüğün gün yüzüne çıksın. İp koptuğu zaman ekrandaki gibi anı bir daha yaşayamayabilirsin. Sonra benim gibi mermerden taşa ah yanarsın." Başını ağır hareketle çevirip bana baktı. Acı bir şekilde gülümsedim ve onu orada bırakıp çıktım. _____ *(İsp.) Merhaba bayan. **(İsp.) Pardon. ***(İsp.) Hepimiz dışarı! **** Oturduğum ahşap sandalyede baktığım, İstanbul'un belli bir kısmını büyük camın hapsettiği manzara muhteşemdi. Geç saatlerde gelmiş olduğumuz yer tahmin ettiğim gibi İbrahim amcanın yeriydi, deseler ki eğer burada camdan girecek bir kurşuna infaz olacaksın! Yine de kabulümdür. Çok iç açıcı bir masa yoktu. Herkesin önünde rakısı sessizce iç hesaplamasına dalmıştı. Karşımda Alparslan yan oturmuş düşünceli bir şekilde sigarasını içerken, yanımda oturan Armina sessizce kulağına taktığı kulaklıkla şirket işlerini toparlamaya çalışıyordu. Arık Böke ise mutfaktaydı, balık hazırlıyordu. Alparslan'ın onu bıraktığım odadan hangi sonuçla çıktığı bilinmezken, Armina'ya attığı kaçak bakışlar sonuçlarının hala daha onamada olduğunu gösteriyordu. Benim için, Ateş olup kendisini yaktığı zamanların telafisini yapamazdım ama ona güzel bir gelecek sunabilirdim, çevremde bunu hak ettiğini düşündüğüm sayılı kişilerdendi. Olması gerektiğini düşündüğüm hiçbir konunun peşini bu zamana kadar bırakmadım ve Alparslan'ın temiz bir hayatı içinde elimden gelenin fazlasını yapacaktım. Sigarayı küllüğe bastırıp söndürdüğümde dumanını havaya savurdum. "Sessizsin." Alparslan başının arkasını dayadığı camdan boynunu çevirerek bana baktı. O anda Armina kulaklığının birini çıkarıp "Ne zaman döneceksin?" diye sordu. "Sabaha karşı döneceğim, işlerim var hepsini Arsen'e yıkıp geldim. Adam kaç gündür nefes alamıyor." Başını sallayıp "İmzalaman gereken dosyalar var. Elijah, Menekşe'den aldı, gitmeden halleder misin?" diye sorduğunda gözlerimi açıp kapattım. Sandalyesini geriye doğru ittirip cep telefonunu arka cebine yerleştirdi. Sırtına ceketini alıp "Ben şu kalan işlerimi halledeyim, telefonla konuşmalıyım." diyerek arkasını dönüp ilerledi. "Bu kadar erken mi gidiyorsun?" "Çok bile kaldım. Alptuğ'u da görmek isterdim ama maalesef onu bekleyemeyeceğim." Başını ağır ağır salladı. "Nerede kalıyorsun?" "Belirli bir evim yok, her zaman olduğu gibi." dediğimde "Ben varım, benim evim vardı." dedi. Bu cümleler vicdanıma oynuyordu ve vicdanım bir tek Kasabalı kardeşlerine işliyordu. "Senin evinin tüm odalarına razıyım Alparslan ama orası benim olmamalı." dediğimde gözlerimi ondan alıp arkasına değdirdim. Armina ellerini montunun cebine koymuş volta atarken diğer yandan kulaklıkla konuşuyordu. Mimikleri ve hareketleri eğlenceli bir konuşma olmadığını belirtirken Alparslan'ın arkaya dönmesiyle bize doğru bakması bir oldu. Yüzünde yarım gülüş oluşurken Alparslan bana geri döndü. Yüzündeki hayranlık bakışına karşın kaşlarımla turuncu saçlı kadını gösterdim. "Senin evin sahibini bulmuş." "Onun bulduğu beni beklemez Umay, hayallere dalma." "Sende bekletme o zaman, her şey kurala göre ilerlemek zorunda değil." Kaşlarını çattı, boğazını temizledi. "Boğulduğun yer, nefes aldığın yer olabilir." dediğimde arkamdan uzanan el, önüme ordövr tabağını bıraktı. Bariton bir tonla "Afiyet olsun." diyen Arık Böke hazırladığı diğer tabakları da masaya yerleştirdi. Sonrasında Alparslan'ın yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. Rakı şişesine uzandığımda Arık Böke masanın ucunda duran şişeyi alıp bardağımı doldurmaya başladı. Alparslan kendi bardağını bitirip masaya bırakmadan Arık Böke'nin önüne yenilemesi için önüne koydu. "Şimdi nereye gideceksin?" "Bahreyn'e gideceğim. Oradan sonrası işe göre." Alparslan'daki bakışımı saniyelik Arık Böke'ye çevirdim. Kısacık bir anda ise hüznün karıştığı gözlerinde gördüğüm şeyin yanılgı olması gerekiyordu ama emindim, değildi. Geldiğimden bu yana suikastçı tavrını kenara bırakmıştı. Gördüğüm özlemdi. Şu an Alparslan'da olan buğulu bakış ondada vardı. Dostunun hissettiklerine ortak olması anlaşılmaz bir durumdu! "Sana ulaşabilecek miyim? Artık karabatak olmayı bitirecek misin?" Yarım bir tebessüm ettim, tabağın kenarındaki çatalımı alıp mezeye batırdım. Çatalı ağzıma götürmeden "Müsait olduğumda tabii ki de ama benden sana her saat başı rapor iletmemi bekleme." Çatalı dudaklarımın arasına yerleştirip mezenin keyfini çıkardım. "Beklediğim bir şey değil ama olursa, neden olmasın?" diyerek gülümsediğinde Alparslan'a cevap verecektim ki telefonu çaldı. Masanın üzerinde ters duran telefonunun ekranını çevirdi ve arayan kişiyle kaşları çatıldı. Büyük harflerle Edremit Gökalp yazan yazıyı kör babaannem bile görürdü. İfadesi sertleşen Alparslan telefonu meşgule aldı ve aynı şekilde geri koydu. Sağına dönüp elini kaldırdığında Arık Böke'nin omzunu pat patladı. "Ellerine sağlık kardeşim, çilingir sofrası kurdun." diyerek takdirlerini sunduğunda tekrar telefonu çaldı. Bu kez yine umursamadan sessize aldı. "Afiyet olsun, İbrahim amcanın işi olduğu için çocuklara yardım ettim." diye kısa bir açıklama yaptığında yine ve yine Alparslan'ın telefonu çaldı. Okkalı bir küfür mırıldanan Alparslan ayağa kalkıp telefonunu alarak mutfak tarafına geçti. Arkasından kaşlarım havada bakarken "Damarına basmasa iyi olur." diye mırıldandım. "O ne mümkün?" diyerek konuşan Arık Böke ile masada yalnız kalmıştım. Önünde kalan bardağımı bana vermek yerine kendisinin bardağını tabağımın kenarına koydu. "Yalnız önündeki benim bardağım." dediğimde bardağı alıp havaya kaldırdı ve sağına soluna baktı. Hiçbir şey söylemeden bardağı yarısına kadar yudumladı ve masaya geri koydu, sol kaşını havaya kaldırarak bana baktı. "Armina konusunda haklıydın. Onun önünü bu zamana kadar hiç kesmedim. Krallık benim kardeşimle aramda hiçbir zaman konu olmadı ve olmamaya devam edecek. Kardeşimin arkasındayım Umay. O ne isterse o olacak, Armina'yı korumak için elimden ne gelirse yapacağım." Armina'nın bir abisi olduğunu bundan birkaç ay öncesine kadar bilmiyordum. Kardeşine olan sevgisinin ölçüsü yoktu. Karşılıksız bir şekilde Armina'ya bağlanmıştı. Bazen gönül bağı her şeyin önüne geçiyordu. Bir gerçek daha ki, iki sene önce Armina'nın projesini onayladığım zaman onu da çocukken tanıdığımdan haberim yoktu. Karşımdaki adama dikkatle baktığımda, rahat ve sakin bir havası vardı. Ama ne etliye ne sütlüye karışırım havası verdiği bedeninin altında psikopat birinin yattığını hissediyordum. Deniz tribünleri projesiyle hayatıma giren Armina ile iki sene boyunca Valeri olarak görüşmüştüm lakin birkaç ay önce gerçek beni öğrenmişti ve Gündüz'ün bir gün telefon açması tüm planlarımı değiştirmişti. O gece Krallığın daveti vardı, Armina ve Alparslan'ın dans ettiğini ve de Armina'nın Umay Çağın kim diye sorduğunu söylemişti. O zamana kadar Armina'nın beni tanımadığını daha iyi anlamıştım. Gündüz çocukluğumdan kalan benden biraz büyük dostum olmakla birlikte o zamanlarda çiftlikteki seyisin oğluydu. Sonrasında bir ara yurt dışında yanıma gelmiş, babasının geri çağırmasıyla Pinhanların yanına girmişti. Bu benim işime gelen bir olaydı. Valeri'nin kim olduğunu bilen biri arkamdan iş çevirmeden durmazdı. Bilhassa bu kişi Krallık içinden biri ise... Ama Armina dürüst bir kadındı. Onun kendi doğruları ve ilkeleri vardı. Benimle yarışan müthiş bir teknolojik zekâsı ve ayrıca da marifetleri... Krallık onun için eğreti bir konuydu ama şu anda Krallığın kucağına düşmüştü. En son Valeria adasına geldiğinde geçmişte birbirimizi tanıdığımızı ofisimdeki fotoğraftan görmüştü. Sonrasında ise geçmişe açılan kapıya beraber kurduğumuz yeni anlaşmanın kilidi takılmıştı. Burnumu kırıştırıp "Mantıklı birisin Arık Böke, doğrusu bu olan bir şey için teşekkür etmeyeceğim. Olması gereken kardeşinin arkasında durman ama yine de teşekkürler, ona inandığın için. Senden her zaman sevgiyle ve saygıyla bahseder ve..." dediğimde "Ve?" diyerek üsteledi. "Ve bunu hak ediyorsun." Utangaç bir tebessümle yarım bıraktığı bardağı alıp "Teşekkür ederim." dediğinde dibine kadar içti. Sünger gibiydi mübarek! Tekrar doldurdu. Doldururken bakışları bardakla benim aramda gitti, geldi. Onun anlamsız bakışına ve sinir bozucu sessiz uğultuya son vermek istedim. "Makine ressamlığı da yapıyormuşsun Armina biraz bahsetmişti." Başını salladı. "Karakalem çizim benim işim. Gemi çizimlerini ve logo işlemlerini yapıyorum. Aslında Buka Holding bunun üzerine kurulu ama Pinhan Bilişim'in nakliye işlemlerini de hallediyorum." diyerek sağ gözünü saniyelik yarım kırptı. Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Çakan şimşek sonrası gürleyen havaya bakıp "Yağmur bastıracak." dediğimde uçuş planına bakmak üzere telefonumu elime aldım. Ben telefonla ilgilenirken, diğer ikisi hala telefondaydı ve karşımdaki adam alenen bana bakıyordu. Aniden başımı kaldırdım ve göz göze geldik, kaşlarım çatıldı. "Açıkta bir şey mi görüyorsun? Yok görmüyorsan eğer alenen bana bakıyorsun da!" Acı bir şekilde gülümsedi, masanın üzerindeki Alparslan'ın paketinden bir sigara alıp yaktı. "Buna ihtiyacım var." Şaşkınlığımın yüzüne vurduğuna emindim. Keyfini sürebilirdi piç kurusu! Çünkü Umay Çağın'ı şaşırtmak her kula nasip olmazdı. "Sebep!?" "Evime döndüm." Sigarasından derin bir nefes aldı. Alparslan mutfağın oradan çıktığında gözüm oraya kaydı ama şu an onun Alparslan'ın gelişini umursadığını düşünmüyordum. Ona geri döndüm, gözlerime baktı. Gözlerinin zifir renginde kendimi gördüm. Koyu elmasları parlamaya başladı. Alparslan geliyordu! Öne doğru eğilip dirseklerini masaya dik bir şekilde koyup ellerini birleştirdi. "Nefes aldığım tek yerle, boğulduğum yer aynı Umay Çağın." dediğinde, Alparslan arkasına geçti ve Ağıralioğlu ayağa kalktı. "Ben balıklara bakayım kardeşim." diyerek Alparslan'ın omzuna vurup elinde sigarasıyla ayrıldı. Nefesimi tuttuğumu Alparslan yüzüme elini sallayınca fark ettim. "Hayırdır?" Sorusuna karşılık nefesimi koyuverdim. "Yağmur yağacak, yola erken çıkmalıyım." "Tamam sen nasıl istersen." Onaylaması telefon konuşmasının iyi geçmediğini belirtiyordu ama şu an onu kafaya takacak konumda değildim. Sandalyemi geriye doğru çekip ayağa kalktım. "Ekibimle görüşmeliyim uçuş için." Sigaramı masadan alıp cebime koydum. "Tamam ekibinle konuş Armina'nın korunması bana ait, onlarda seninle gelsin. Hadi git, balıklar gelir birazdan soğutmadan gel." Neden olduğunu sorgulamadan başımı sallayıp aceleyle dışarıya çıktım. Onların camdan göremeyeceği alan bulmaya çalışarak ilerlediğimde mutfak yazan arka kapının yanındaki sundurmanın altına geçip titreyen ellerimle sigara yaktım. "Umay." diye geldiğim yoldan gelen naif sesle kendime gelmem gerektiğini biliyordum ama fazlası olduğunu bildiğim yola gitmek bile istemiyordum. Yaslandığım ahşap direkten bedenimi toparlayıp "Buradayım." diye seslendim. Elinde bir dosya vardı. Siyah renkte. Üzerine giydiği cekete sarılıp dosyayı göğsünde tuttu. "Konuşamadık Umay ve birazdan gideceksin, abim ve Alparslan'ın yanında konuşmadım ama merak ettiklerim var. B.G. nereden çıktı, bana neden hiç bahsetmedin?" Burnum kırıştı, sigaradan derin bir nefes aldım. Üflediğim duman soğuk havada kalın bir tabaka yaratırken sinirime hâkim olamadım. "Sadrazamın sol taşağından çıktı, isteksiz gecenin problem çocuğu! Size neden bulaştı fikrim yok ama benim yüzümden olduğunu..." dediğimde Armina kucağında tuttuğu dosyayı sol eline aldı ve sözümü kesti. "Senin yüzünden ya da değil! Umay ben neredeyse ölüyordum!" "Bomba olayından haberim yoktu ama önlem alacağım, beni tanıyorsun. Seni koruyacağıma dair söz verdim." "Canım ne kadar umurumda Umay? Bu kişi Alparslan da olabilirdi. Kabul et ilk defa tökezledin!" derken elindeki dosyayı da bana doğru salladı. Stres başına vurunca söylenmekten hiçbir zaman geri kalmıyordu ama dikkatimi başka bir şey çekti. Alparslan da olabilirdi! "Benim elimde olan bir durum mu sanıyorsun Bayan Pinhan!?" diyerek derin bir nefes alıp ölçülü konuşmam gerektiğini kendime hatırlattım. "Bu yola çıkarken çakalların olacağını biliyordun, bu çakal benim tarafımdan sana gelince şimdi ne değişti?" "Kukla olmayacağım dedim!" Sinirle sigarayı yere fırlatıp ellerimi iki yana açtım. "Değilsin zaten!" Boynumu esnettim. "Armina benim şirketimle, Krallığı karıştırma! Hiçbir zaman ikisi aynı kefede olmadı. Sana bu konu için söz hakkı vermiyorum ama sana yardım etmekten geri kalmıyorum, bu yönden baksan? Zaten Alparslan'da başında ve eskisinden daha iyi korunuyorsun, korunacaksın. Endişe etmeni gerektirecek bir durum yok! Yapacak olsaydı, senelerdir asıl beni ortadan kaldırırdı." Sözlerimle birkaç saniye sessizleşti. Ayağımla ritim tutmaya başladım. Sonrasında tekrar dosyayı sallayıp "Bana söz ver. Alparslan'ı ve abimi koruyacaksın!" dediğinde yerde ritim tuttuğum ayağım durdu. "Korumadığımı nereden biliyorsun? Armina senin dün girdiğin koltukta ben aylardır oturuyorum." Gözlerini kıstı. "Bu ne demek?" Ellerimi cebime koydum. "Fırat Mirza benim adamım Armina. Kimse tarafından sevilmeyen şarlatan biri koltukta daha az dikkat çeker." Ağzı birkaç kere açılıp kapandı, elindeki dosyayı göğsüme doğru ittirip "Seni düzenbaz! Daha ne numaraların çıkacak ortaya!?" dediğinde elindeki dosyayı tuttum. "Bu ne?" diye sorduğumda "Dedemin odasından senin hakkında aldığım dosyanın çıktısı." dediğinde suratım buruştu. "Bunun için hazırlığını yaptın mı?" diye sorarken dosyayı açıp karıştırdım. "Yaptım ama olay duyuldu mu, bilmiyorum. O gün dedem gerçekten kopyaladığım dosyayı anlamasın diye senin dosyanı bana aldırdın ama kütüphanede bir kamera daha vardı, ona ulaşamadım. Bende dedemin elinde daha iyi bir kanıt olsun diye ellemedim." "İyi yapmışsın, bu sayede deden sana diş bileyecek. Onun planı da elinde patlayacak. Çünkü Alparslan, beni kollamak adı altında seninle evlenecek." dediğimde dosyayı kapatıp ona geri uzattım. "Bilmediğim şeyler değil, yakabilirsin." Dosyayı geri alıp ceketinin içine koydu. Yan dönüp kumsal ve denizin birleştiği alana baktı. "Alparslan ile evlenmemi neden destekliyorsun?" Onunla aynı pozisyonu aldım. "Alparslan'a karşı ilgin olduğunu seninle ilk tanışmadan önce sezmiştim Armina." Şaşkın bir ifadeyle "Hem bilmem kaç mil uzaktasın hem de buradaki her şeyden nasıl haberin oluyor?" dediğinde cebimden bir dal sigara çıkarıp ateşledim. "Elim kolum uzun ve bu kişiler, geçmişte yaşanılan olayın suikast olmadığını biliyorlar. Bu yüzden hala daha yanımdalar." Dumanı havaya savururken "Fırat ne alaka?" diye sordu. Adımlamaya başladı, onunla bir ilerledim. Fırat, Gündüz'ün yakın arkadaşıydı ve kardeşi Gece ile beraberlerdi. Fakat bu beraberlik Krallık içerisinde hiçbir şekilde evlilikle taçlanmayacağı için Fırat, Krallık masasının sistemini çökertecek insan aramaya başlamıştı. Gündüz vasıtasıyla bana ulaşmıştı. "Yakın bir arkadaşımla beraber ve bana mecbur. Şimdilik bunu bil." dediğimde bana döndü ve elimdeki sigarayı alıp derin bir nefes aldı. Başını sağa sola salladı. "Her şey senin planındı. Davette dans! Bu zamana kadar yanıma bile yaklaşmayan Mirza, o gece yanıma geldi ve Alparslan'ın dikkatini çekti." Akıllı kızdı, başımla onayladım. "Alparslan'ın gerçeğini emin ol herkesten iyi biliyorum Armina. Bu yüzden sen ona yardım etmelisin, o sana yardım etmeli. Evlenin, evlenin ki Alparslan o koltukta vekil olmasın, içten darbeye devam etsin ve senide korusun. Bu aşk evliliği olmayacak belki ama ikiniz içinde yaşamanın yolu bu." Belki de birbirinizle olabileceğiniz tek yol budur! Dilimdekini söyleyemediğim noktadaydım. Valeria adasında Armina sürekli ondan bahsediyordu, farkında değildi belki de ama gönül kimi isterse dil onu söyler derdi annem. Onları bağlayan noktanın neresi olduğunu bilmiyordum lakin Alparslan'ın buzdan kalbinin erimesine sebep olan kadının Armina olduğunu kesinlikle biliyordum. Bunu yan yana geldiğimizde daha iyi görmüştüm. Bakışları, sözleri, mimikleri... aralarındaki elektrik bazen elle tutulurken, kimi zamansa birbirlerini iten manyetik gibiydi. O masada sağlam kalmak istiyorlarsa kesinlikle işin içinde kalbin olduğu o koltuğa oturmak zorundaydılar. "Alparslan Ateş Kasabalı." derken tüm kelimelerin üzerine bastırarak konuştu. "Benim sonum olacak." Elimi omzuna getirip sıktım. "Belki de sonsuzluğun kim bilir." dediğimde dönüp bana baktı. "Beni yorarak bana gelecek, bu bir imtihan Umay." "Sende ondan farklı sayılmazsın Armi. Yeri gelecek boyun eğdiğin kadar baş kaldıracaksın ama gün gelir herkes evine döner. Önemli olan senin o evde bekleyesin var mı?" 'Evime döndüm!' Dudağımı içten kanatacak kadar ısırdım. Şu an anlamsız bir karmaşanın lüzumu yoktu! Dikkatimi Armina'ya geri çevirmeye çalıştım. Elindeki sigaranın külünü işaret parmağıyla silkeleyip gözlerini kapattı. Boşta kalan elini göğsüne koyduğunda hala gözleri kapalıydı. "Arsız ve topraksız bir çiçek gibi şuramda bekliyor. Bir gülse çiçek açıyor, bir kaşını çatsa soluyor ama orada bunu biliyorum." Gözlerini açıp izmarite yaklaşmış filtreden son bir duman çekip savurdu. "Bu evlilik benim için anlaşmalı olamayacak kadar duygusal olur Umay, sonra herkesi kendim gibi sanan gönlüme de kırılırım." Göz pınarından burun çizgisine yol alan küçük su damlasını eliyle savuşturdu. "Abla, Alparslan abi sizi çağırıyor." diye arkamızdan seslenen garsona dönüp "Geliyoruz." dedim. Armina'nın omzunu sıvazlayıp "Ağlayınca çok çirkin oluyorsun, hadi toparla kendini." diyerek sarıldım. Saçlarında elimi gezdirip "Ben Umay Çağın, hayatta olduğum sürece hepinizi koruyacağıma söz veriyorum." dediğimde derin bir nefes alıp koyuverdi. Her ne kadar güçlü konumlarda olsak ve koridorları inletecek sesteki topuklularla yürüsek de kalbimiz söz konusu olduğunda yine kendimize kırılırdık. "İlk defa bana bu kadar uzun sarıldın." diyerek kollarımdan ayrıldı. Gülümsedim. "Bu sınırların ihlali bir tek sana işlemiyor dostum. Her şey yoluna girecek..." "Yoluna girecek." diyerek yüzünü ellerinin arasından geçirdi. **** Masaya geçtiğimizde asla gözlerimi Arık Böke'ye değdirmedim. Armina kendine gelmişti ama Alparslan için durum aynı sayılmazdı. Hala daha telefonun etkisindeydi sanırım. Yemek bitmiş ekibim toplanmıştı. Kahvenin son yudumunu içtiğimde açılan lokantanın kapısıyla içeriye yaşlı bir adam girdi. İçeriye göz gezdirip en son bizim masada kalınca gülümsedi. Hafif aksak adımlarla yanımıza ulaştığında Alparslan ve Arık Böke'nin omuzlarına ellerini sağlı sollu dayadı. "Güzel geçsin geceniz, hoş geldiniz." diyerek gülümsedi. Kalına kaçan siyahlı beyazlı kaşlarıyla ve sert yüz hatlarıyla donuk biri gibi gözüken ama pamuk gibi bir kalbi olduğunu bildiğim İbrahim amca bana döndü. "Hoş geldiniz hanımlar..." Bana daha dikkatli baktığında cümlesinin devamını getiremedi. Sağ elini ağzına getirip kapattı. Hızlı adımlarla masayı dönüp yanıma geldiğinde ayağa kalktım. "Sen..." Ellerini omzuma koyup hafif sarstı. "Umay sensin değil mi?" "Benim İbrahim amca." dediğimde hiç beklemeden bana sarıldı. Elleri saçlarımı okşarken "Benim güzel kızım." diyerek hem sarıldı hem saçlarımı okşadı. "Çok zaman geçti kızım, çok kırdılar seni... Çok kırdılar Umay'ım." Söylediklerinin her biri döndü döndü karnıma tekmeler savurdu. Elleri sırtımda dolandıkça, on dokuz tane kemer izi, sağ çenemin kenarındaki kemerin metal tokasının bıraktığı iz ve sol göğsümün üzerindeki kurşun yarası alev alev yanmaya başladı. Derin nefesler almaya çalışıyordum. Duygularımı elimde tutmaya çalışıyordum. Umay Çağın olmaya çalışıyordum. Burnumu çekip İbrahim amcadan ayrıldım. "Nasılsın İbrahim amca?" diye yüzümdeki tebessümü bozmadan sordum. "Seni gördüm daha iyi oldum Umay'ım. Emanetlerine sahip çıkmaya çalışıyorum." Masadakileri gösterdi. "Eyvallah abi, gözümün arkada kalmayacağını biliyordum." Masaya buyur ettim. "Buyurmaz mısın?" Omzumu pat patlayıp mutfak tarafına seslendi. "Oğlum bardak getir, koyun oradan da bir Firuze keyif yapacağım." dediğinde yan masadan sandalye çekip masanın başına geçti. Yerime geçip oturdum. "Doyurdunuz mu karnınızı?" diye sorduğunda Alparslan "Oğlun iyi baktı bize." diyerek Arık Böke'nin omzuna hafif sayılmayacak bir hareketle vurdu. Ağıralioğlu'na döndü. "Bakar benim karaoğlan." Gözlerini saniyelik kapatıp başını sağa sola hafifçe salladı. "Ne var ne yok?" "Gördüğün gibi boğulup, nefes alıyoruz." 'Nefes aldığım tek yerle, boğulduğum yer aynı Umay Çağın!' Havadan sudan sohbet yarım saat kadar devam ederken İbrahim amca gözlerini bana çevirdi. Bıyıklarını düzeltip "İşler nasıl Valeri Almeda?" dediğinde yüzümden geniş ve gururlu bir gülümseme geçti ve Alparslan'a döndüm. "Para kazanmaya devam." "Nasıl? İbrahim amcanın haberi var mı?" "Olmasa ayıp olurdu, senin kendini kaybettiğin yerlerden gelip seni toparlayacak kim var Alparslan Ateş?" "Umay Çağın..." diye şaşkınlığını atamayan haliyle bir bana bir İbrahim amcaya baktı. "Umay Çağın'ın olmadığı yerde kurtları vardır, bunu unutmayın." diyerek saati kontrol ettim. Masanın kenarına parmaklarımı vurup ayağa kalktım. "Firuze ağlamaya devam etsin, Umay Çağın gülmeye." Eşyalarımı topladığımda sandalyeyi geriye doğru çekip arkasına geçtim ve masaya geri ittirdim. "Gidiyor musun?" diye sordu Armina. "Evet." "Saat daha erken, uçak daha kalkmayacak." diyen Alparslan'a dönüp gülümsedim. "Evime uğrayacağım, beni bekliyor." dedim ve kimseyle vedalaşmadan ilerlemeye başladım. Lokantada çıkıp arabaya binmeden onların bulunduğu masaya camdan baktığımda saniyelik Arık Böke'ye döndüm. Gözlerinin içindeki etime batan kırıklık canımı yaktı. **** 'Her canlı bir gün ölümü tadacaktır.' Büyük çam ağaçlarının altında yatan cansız bedenlerin korunduğu yerdi burası. Gelip insanlar dua etsin, bir damla su döksün diye...Bense ikisini de yapamıyordum. Annemin cansız bedeninden bile beni uzaklaştıran vicdansızlara ne yaparsam yapayım vicdanım soğumayacaktı. Granit desenli mermerin köşesinde otururken karşımdaki yazıya baktım. Feridun İmer kızı Nazenin Gökalp Ruhuna Fatiha Ne de kolay yazmışlardı annemin ismini soğuk mermere! Tek bir gecede varlığımı kaybetmiştim. Uğruna nefes alabildiğim tüm her şeyimi! "Anne, ben geldim. Kızın Umay'ın." Ses gelmedi. Uğursuz baykuşun sesinden başka gecenin karanlığında tek bir çıt sesi gelmiyordu. Toprağına elimi koyup bir avuç toprak aldım elime ve avcumda sıktım. Mezarı çeşit çeşit çiçeklerle doluydu. Annem çiçekleri çok severdi. "Şu anda yanımda olabilmen için her şeyimi verirdim anne, bizi birbirimize ayrı düşüren herkese nefret besliyorum. İçimdeki kini yok edemiyorum." Gözlerimi yanı başında şatafatlı bir şekilde duran siyah mezara değdirdim. Kupkuru toprağı vardı. Toprağı gibi vicdanı da kuruydu. Ertuğrul Gökalp'in kemikleri o mezarında ters dönsündü! Burnumu çekip elimdeki toprağı kum saati misali gerisin geriye mezara döktüm. O anda kulağıma gelen ince sesle sol kolumun arkasında anlık yanma hissettim. Sesimi çıkarmadım. Biliyordum anneme geleceğim zamanı fırsat kollayacaklarını. Elim koluma giderken ayağa kalktım ve koluma giren kurşunun yerini çözmeye çalıştım. Karanlıkta her yerden açık hedefim, kör bir noktada sıkılan kurşun uyarı ateşiydi. Açıkçası bana buradan defol git diyorlardı. Umursamadım! Elime geçen cesaretimde annemi görmeden gidemezdim. Kurşun yarası bulunduğu yerde soğuk acı verirken, eğilip mezar taşına küçük bir öpücük bıraktım. Arabadan aldığım küçük şişenin kapağını açıp Ertuğrul Gökalp'in mezarına bir gram bile değmeyecek şekilde annemin mezarını suladım, mezar taşına döktüğüm suya kolumdan akan kanın karışmasını önemsemedim. Zaten annemin kanına kanım karışmamış mıydı? Burnumdan sığ bir nefes alıp gözyaşlarımın akmasına izin verdiğimde dudaklarım kımıldadı. Aklıma dolan geçmişin kanlı anılarının içinden annemin sesinden dinlediğim şarkıyı çekip aldım. 'Öyle uzak ki yerim, uzakları aşıyor. Bütün özlediklerim, benden ayrı yaşıyor. Ya her şeyim ya hiçim, sorma dünyam ne biçim? Bir kördüğüm ki içim, çözdükçe dolaşıyor.'* Bir! İki! Üç! Dört! Sahne kapandı ve ışıklar söndü. Kan kırmızısına ilk mürekkep, Umay Çağın'ın kanıyla yazıldı. _____ *Hümeyra'nın Kördüğüm adlı şarkısından alıntı. |
0% |