Yeni Üyelik
5.
Bölüm

BÖLÜM 4 "TSUNAMİ"

@bberdogans

Deniz KÖKSAL

“Gemi kıyıya vurmuşsa, deniz son sözünü söylemiş demektir.”

****

Cihangir Hancıoğlu…

Cihangir toplantı masasının başındayken elindeki telefonda gördüklerinin bir hayalden ibaret olmasını dileyecek yaşta değildi. Gerçeğin ta kendisini gelen bildirim sesiyle gördüğünde elindeki kalem iki parçaya ayrılırken, soluğu ne ara geçmişin tozlu raflarında aradığını bilemedi.

Kaç kilometre hızla gelmişti Balıkesir’e?

160? 180?

“Hayır hayır hayır! Yapamaz!” diye düşündü. “Cesaret edemez.” dedi sonrasında, seneler önce kapısını zincirlediği aklının, öfke kapısının kilidi kırılmıştı bir kere…

“Siktiğimin bir avuç yerinde o olmamalıydı. Öfkemin ardındaki kadın o olmamalıydı.” diye düşünmesi nafile bir çabayı beraberinde getirirken kalabalığı yararak yürümeye devam etti.

Buz mavisi kot pantolonunun arka cebinde art arda çalan telefonu kimin aradığına bakmadan öfkeyle açtığında gözleriyle kalabalığın içerisinde Deniz'i aramaya devam ediyordu. Bir zamanlar müptelası olduğu kasabaya ayak bastığı andan itibaren her şey üzerine üzerine gelmiyormuş gibi “Abiciğim neredesin sen?” diye sorgulayan sesiyle kulağını tırmalayan Arda’ya öfkesine yenik düşerek yanıt verdi.

“Sanane amına koyayım! Her gece koynumda uyuyormuş gibi ne arıyorsun ikide bir!”

Birkaç insan başını çevirip ona baksa da kulağında telefonla yat limanına doğru yürümeye devam etti.

İğrenir bir ses tonuyla Arda konuştu. “Yavaş lan! Kuyruğunu kim tuttu da bana sarıyorsun? Ayten teyze merak etmiş açmamışsın kadının telefonlarını-” Devam etmesine izin vermeden telefonu kapatıp cebine geri tıkıştırdı.

Gereksizdi!

Şu an İstanbul'da ne olup bittiği ile bir gram ilgilenmiyordu. Aradığı, denizin kokusunu boyun girintisinde taşıyan kadındı. Deniz isminin hakkını hakkıyla veriyordu. Su gibiydi, berrak ve tertemiz duyguları şelale olup Cihangir'in kalbine akmıştı. Hırçındı, İstanbul Boğazı'nın sert dalgaları kadar hırçındı üstelik ve anlık köpüren duygularıyla çekip gitmişti.

Gördüklerinden sonra İstanbul'da duramayacak kadar kendisine hırslanıp yenik düştüğü aklıyla soluğu Balıkesir’de almıştı. Kontrolcü karakteri yüzünden sıkı takibe aldığını kardeşinin bilmemesi onun işine yarıyordu ama bu kez baltayı sert taşa vurmuştu. Mahinur'un sosyal medya bildirimini aktifleştirmesi, öğlenin bir vakti gördüğü ve on dakika sonra silinen gönderiyle aklını başından almıştı.

Kız kardeşinin, nişanlısıyla hala daha olan ilişkisini bilmemesi ayrı, fotoğrafta gördüğü adam ve çocuk ayrıydı. Gittikten sonra saçının teline bile rastlamadığı kadınla, kız kardeşi… Tozun bile kalmasın İstanbul'da derken hissettikleri hala daha aklının bam telinde uğursuz bir nota gibi çalıyordu.

Yanlış yaptığının farkına varmıştı ama… Ama işte. Sonrasında aklının öfke bulutları silikleştiğinde söylediği cümle gibi Deniz'in tozuna bile hasret kalmıştı.

“Sikeyim!” dedi. Beyninin içi patlayacak gibiyken yukarıya, sahil şeridine doğru yürümeye devam etti. Sokağını bile hatırlamadığı bir defa geldiği evi bulmak için küçücük kasabada bilmem kaç kez tur atmak zorunda kalmıştı. Kafeleri ve restoranları geçtiğinde hatırladığı birkaç ayrıntıyı kendisine ipucu belleyip yürüdü.

Küçük bir ev tarzındaki balıkçı restoranını geçtiğinde sağından gelen neşeli kahkahaların aksine bedeni öfkeyle gerilmişti. Kafasını saniyelik plaja çevirdiğinde senelerdir aradığı hazinesini karşısında gördü.

Gülüyordu…

Değişmişti. Kahkülleri olmasa tanıyamayacaktı. Kahkahasına tezat düşen sözlerini sonsuz denizin dalgaları kulağına getirdi. “Derya bak söveceğim artık yapma kızım ya!” Sesinin tınısı aklındaki öfke bulutlarını süpürdü. Eşsiz güzellikteki sesinden ne çok şarkı dinlemişti. Anılar yağmur bulutu misali sıklaşmaya başladığında adımları kumların üzerini buldu.

Bunca sene sonra ne diyecekti?

Ne dediği önemli değildi gerekirse ayaklarına bile kapanacak kadar özlemişti hazinesini…

İki kadın bir erkek vardı karşısında. Diğer kadını tanıyan Cihangir adamın sırtının ona dönük olmasından dolayı karanlıkta tanıyamadı. Alihan olduğunu düşünerek sahile doğru yürümeye devam ederken tanıdığı kadın Derya, elindeki bardağı karşısında kalan ikiliye atmasıyla Cihangir'in elleri yumruk şeklini aldı.

Tanımadığı adam hazinesini belinden tutup havaya kaldırdığında Derya'nın hedefine kendi sırtını çevirdi. Nişanlısı gözlerini kapatıp başka bir adama mı sığınmıştı? Hem de gözlerinin önünde! Kahverengi gözleri kısılırken elleri sarı saçlarının arasından geçti.

Hissediyordu. Öfkenin binbir koyu tonunu, kıskançlığın kıpkırmızı sis bulutunu

Onundu! Deniz benliğiyle, bedeniyle sadece onundu. Onun olmak, onunla kalmak zorundaydı.

Öfkeyle “Deniz!” diye bağırmadan hazinesini göğsünde saklayan adamla bakışmalarını gördü. Deniz ondan başkasına parıltılı bakmazdı. Cihangir'in canı çok yandı. Hissetmediği duyguların denizinde git dediği kadın onu boğuyordu. Bağırdı. İsmini dağa, taşa, denize haykırırcasına özlemini bastırarak bağırdı.

Tüm gözler ona döndüğünde Cihangir'in tek odak noktası Deniz'in deryayı, göğü kıskandıracak maviliklerindeydi ama bir sorun vardı. Korku! Cihangir o korku dolu bakışları biliyordu. Bıraktığı yerden onun bakışlarına yeniden rastlamak kader miydi?

Dudakları titrerken “Sen…” dedi. Kadının kesik soluğu yüreğindeki heyelanı hızlandırırken “Senin burada ne işin var?” diye gözlerini kıstı.

Cihangir çenesini kaldırıp gözlerini kadının solunda çattığı kaşlarla ona bakan adama dikti. Şu an tek derdi Deniz'in yanındaki adamdı. “O kim?” Hakkı mıydı bilinmezdi ama tüm yolu sırf o fotoğrafta Deniz'in arkasında çocukla poz veren adam yüzünden gelmişti.

O an şirketi batsa bu kadar canı yanmazdı. Deniz başını hafif çevirip adama baktı. Bir adım sağa kayıp “Seni ilgilendirmez!” diye dikte bir tonda konuştu. Ardından adamın koluna girip “Hadi gidelim.” dediğinde Cihangir bir adım attı ki Deniz hışımla ona dönüp elini kaldırdı.

Saçları savruldu, gözlerinden onu öldürecek kadar derin nefret parıltıları geceye gün ışığı misali döküldü. “Sakın!”

Cihangir bir adım daha attı. Yalvarırcasına “Deniz.” dedi ama Deniz, Cihangir'i o adamın koluna girerek can evinden vurmuştu.

“Nereden geldiysen oraya geri git.”

Koluna girdiği adamla yürümeye başladığında Cihangir ne yapacağını bilemez halde ortada kalakalmıştı. Ne dudaklarının arasından bir kelime çıktı ne de bir adım atıp ona gidebildi.

Kaderdi belki de…

‘Bana yaşattığını yaşamadan can verme!’ diyen kadının gülüşünü çalıp onu okyanusta boğan Cihangir, onu yeniden hayata döndürecek hiçbir kelimeyi bilmiyordu. Çünkü yanıbaşında ona değil bir başka adama sığınan, paragraf etmeyecek öldürücü darbe etkili iki cümleyle onu tuş eden tanımadığı bir kadın vardı.

“Ne işin var senin burada!?” Öfkeyle yanına gelen Derya'yı umursamadı, bakışları hala daha giden ikilinin sırtındaydı. Derya kolunu tutup sarstığında “Sana diyorum alo!” diye hiddetlenmeye devam ediyordu.

Cihangir ellerini kotunun cebine koyup “Sanane Derya!” diyerek omuz silkti. Sol kaşı havalanıp Derya'ya döndüğünde “Kim o dallama?” diye sordu. Hala daha deli gibi merak ediyordu. Evlenmiş olabilir miydi?

Derya gidenlere saniyelik bakıp ona döndüğünde “Cihangir Hancıoğlu!” diye alayla konuştu. Cihangir'in sol kaşı havaya kalktığında Derya durmadı. “Ben senden başka dallama göremiyorum burada da!” İmayla konuşmaya devam ettiğinde kollarını bedenine dolayıp kelimelerinin üzerine bastıra bastıra konuştu. “Senin. Burada. Ne. İşin. Var?”

“Deniz’e geldim hayırdır bir sorun mu var?” diyen Cihangir'in hiçbir şey olmamış gibi takındığı tavır Derya’nın canını sıkmaya başladı. Deniz’in yaşadığı her bir ana tanık olmuş derdini, hüznünü paylaşmıştı. Onlar ayrı ana babadan doğma kardeşlerdi. İsimleri bile eşti onların. Derya demek Deniz demekti. Deniz ise Derya demekti.

Derya iki eliyle sert bir şekilde Cihangir'i göğsünden geriye doğru ittirdi. “Hani adamdın lan sen!?” diye dişlerini sıkarak konuştuğunda ellerini havada savurarak devam etti. “Hani kıza hiç gitmeyeceğim, şöyle olacak Deniz böyle olacak Deniz diyordun!? Erkek sözü vermiştin lan! Ne oldu kızı çöp gibi bırakıp gittin, çükünü kestiler de adam olmaktan mı vazgeçtin?!”

Derya'nın sözleriyle şoka uğrayan Cihangir onu itmesiyle değil ama sözleriyle iki adım geriye doğru sendeledi. Cihangir'in afallamasıyla Derya şeytani bir şekilde gülümsedi. Cihangir'in hatırladığı kadarıyla Derya ve Deniz çocukluktan arkadaştı fakat Derya'nın bu kadar açık sözlü olduğunu unutmuştu. Tiksinerek baktı ona Derya kalıbına tükürürcesine zehirli sözleri söyledi. “Hadi şimdi nereden geldiysen oraya git. Deniz senin çok gördüğün mutluluğu, onun gözlerine bakarken bile içi giden adamla takas etti. Hadi sende şimdi bu bilgiyle ne yaparsan yap koca kafalı Cihangir, burnu büyük Hancıoğulları!”

****

Hayalle gerçek arası yaşadığım saniyeleri açıklayacak hiçbir cümlem yoktu. Buradaydı! Gelmişti! Beni, bizi bulmuştu…

Aslan… Aslan'ı elimden alacak güçteydi.

Yüreğimin tam ortasına bir ateş düşmüştü. Ellerim titrerken yanıbaşımda koluna neden girdiğimi bile bilmediğim adamla yirmi dakikadır yürüyordum. Yürüyordum ama nereye? Beni takip etme olasılığı yüksek olduğu için eve de gidemiyordum.

“Geçenlerde yürüyüş yaparken yukarıda güzel bir yer keşfettim oraya gidelim mi?”

Bakışlarım Aziz'e döndüğünde anlayış dolu bir ifadeyle bana bakıyordu. Sessiz bir onaylamayla gözlerimi kapatıp açtım. Hala daha kolundaydım ve çıkarsam titreyen bacaklarıma hakim olamayacağımı biliyordum. Kalbim hızla atarken hala daha kendimi kontrol etme çabasındaydım. “Derya nerede?” diye sorduğumda arkama bakmaya bile korkuyordum.

“Arkada kaldı.” Derin bir iç çeken Aziz kararsız bir duruşla bir anda elimi ellerinin arasına aldığında yürüme yolunun yanına yapılmış beton taşlara oturttu. Önümde diz çöküp “Deniz beni korkutuyorsun, iyi misin?” diye sorduğunda gözlerimin kızardığını hissediyordum. Gözleri titreyen ellerime değdiğinde refleks olarak ellerini kaldırdı ama bir anlık duraksamayla havada kalıp iki yanıma sabitledi. “Bir şey söyle.”

“Ben…” derken gözlerimden damlalar akmaya başladı. “Ben çok büyük bir günah işledim ve şimdi… Şimdi de o günaha sebep olan kişi karşıma çıktı.”

“Deniz…”

Kulaklarımın duyduğu sesin sahibini gözlerim aradı. Kalabalığı yararak bana gelen kişiyi gördüğümde ağlamam daha çok sıklaştı. Nefeslerim göğüs kafesimi acıtacak kadar sertti. Kulağındaki telefona “Buldum.” dediğinde uzun bacaklarının avantajını kullanarak betonu aştı ve yanıma geldi. Ayağa kalkıp göğsüne sığındığımda ağlamam histerik bir hal aldı. Alihan elini başımın arkasına sabitleyip “Ağlama.” dese de kendime engel olmam çok zordu.

“Alihan geldi.”

“Gelsin Deniz, bir bok yapamaz.”

“Ama…”

“Şişt.” diye sakin bir tonda fısıldarken beni kendisinden ayırıp işaret parmağını çenemin altına koyarak ona bakmamı sağladı. “İzin vermem, duyuyor musun beni? Asla izin vermem, cesedimi çiğnemeleri gerekiyor ilk önce.”

Geçmişimin korkulu anları bir bir gözümün önüne geliyordu. İbrahim Hancıoğlu'nun büyük büyük sözleri yetim Deniz'in canını çok acıtmıştı. Ayten Hancıoğlu'nun bakışları tenine bıçaklar batırmıştı. Deniz bir tek Cihangir için her şeyi ardında bırakabiliyordu ta ki Cihangir onun gülüşünü elinden alana kadar.

“Bir hastaneye gidip sakinleştirici falan mı yaptırsak?” Arkamdan gelen endişeli sözlerle kendimi geçmişin anılarından kurtarmaya çalıştım. Alihan’ın tutuşundan sıyrılıp yanaklarımdan akan yaşları sildim.

“İyiyim ben.” İyi değildim. İyi değildim ama olmak zorundaydım. Evde beni bekleyen oğlum vardı. Burnumu çekip derin nefesler aldım.

“Benden sonra bakıyorum da bir onun göğsüne bir başkasının göğsüne sığınıyorsun Deniz Köksal. Aynı bıraktığım yerde olman şaşırtmadı, söyleyenler haklıymış.” Yeniden duyduğum sesin sözleriyle arkamı döndüğümde oradaydı. Yine ve yeniden.

Alihan kaşlarını çattı ve sertçe arkasını döndü. “Ağzını topla!” Kolunu arkasına alıp bileğimi tuttuğunda beni ardında sakladı. “Sikmeyeyim yolunu yordamını!”

Cihangir alaycı bakışlarıyla Alihan’ı süzdüğünde “Hep onu istiyordun zaten. Benimleyken bile onun için yanıp tutuşuyordun değil mi Adanalı Aliş!?” diyerek tavrını sürdürdüğünde şok olmuştum. Onun iğrenç sözleri midemi bulandırmıştı. Seneler sonunda bu ilk karşılaşmamızdı ve bir şekilde bu anın geleceğini biliyordum ama şu an olanlar… Şok olmuş halde bakmaya devam ettiğimde sırtıma vuran sert solukları işittim.

Alihan esefle başını sola kaydırırken tövbe çekti. Parmağını ona doğrultup “Bak edebini takın yoksa ben o edebi alıp sana modifiye yaparım Cihangir. Can sıkmaya mı geldin lan sen!?” diye bağırdı.

“Deniz için geldim, onu almadan gitmeyeceğim. Ya beni dinleyecek ya da dinleyecek.”

Alihan alayla gülümsediğinde Cihangir adım attı, bir adım geri kaçtım. Sırtım başka bir bedene çarptığında başımı hafifçe çevirip Aziz'e baktım. Yüzündeki ifadesiz tavırla hafifçe parmaklarını bileğime doladı ve ardından Alihan’ın arkasından beni çekip yanına aldı. Alihan, Cihangir'e bir şeyler söylese de duymadım. Kulağıma eğilen Aziz fısıldadı. “Korkma, her ne olduysa oldu. Biz burdayız sana, size bir şey yapamaz.” Fısıltılı cümleleri biraz olsun bedenimi rahatlatırken Cihangir adım attı, Aziz'in yanına bir adım daha kaydım.

Alihan hafifçe bize doğru boynunu döndürüp dişlerinin arasından son sabır kırıntısı kalmışçasına konuştu. “Aziz, Deniz’i al eve götür. Belli ki babasının paşası ince dokunuşlar istiyor.”

Aziz ne yapacağını bilemez bir şekilde bana bakarken “Hayır.” dedim. “Biz değil o gidiyor. Git buradan, sana yeterince açık konuştum.”

Başını alayla sağa doğru yatırdı. “O iş öyle olmayacak Deniz Hanım! Sen benimle geleceksin ve beni dinleyip, o fotoğrafın hesabını vereceksin. Benimle nişanlıyken başka adamın bileğini tutmasına nasıl izin verdiğinin hesabını vereceksin!”

“Kafayı mı yedin sen ben adam!? Ne nişanı, ne hesabı? Ne seninle gelirim ne de sana bu saatten sonra hesap veririm. Biz seninle hiçbir şeyiz anladın mı?”

Alihan elini havaya savurup “Lan bak bas git, şimdi elimden bir kaza çıkacak!” diyerek bir adım attı. Aziz bileğimi nazik bir şekilde tutmaya devam ederek benimle beraber adımlayarak onun omzunu tuttu.

“Alihan hadi gidelim kardeşim.”

Cihangir ellerini havaya kaldırıp sert bir alkış tuttuğunda ileride sahil kenarında oturan birkaç kişinin bakışları bize döndü. “Sonunda sesini duyduk.” diye alayla konuşmasına devam etti. “Söylesene Deniz'in elini tutarken Alihan’ı hangi mideyle koruyorsun!?”

Aziz mavi gözlerini kısıp “Asıl sen söylesene! Sana git diyen birinin ardından gelmek hangi adamlığın kalıbına sığıyor?” dediğinde Cihangir'in kaşları sert bir şekilde çatıldı. Aziz'in üzerine yürürken, Aziz'de durmadı. İleriye doğru kendisini attığında Alihan araya girip Cihangir'i göğsünden ittirdi.

Cihangir “Kimsin lan sen!?” diye hala daha Aziz'e doğru diklenmeye devam ettiğinde bedenim titriyordu.

“Seni ilgilendiren bir durum olmadığına göre kim olduğum da seni ilgilendirmez. Hadi birader bak yoluna!” Aziz bana döndüğünde gözlerimin içine baktı. Saniyelik yakaladığım güvene tutundum ve bileğimi tutan elinden sıyrılıp elini elimin arasına aldım.

O sırada yürüyüş yolundan devriye geçen yunus polis motorunu durdurup “Gençler bir sorun mu var?” diye sordu. Bir gecede lise zamanlarıma dönmediğim kalmıştı.

Alihan başını çevirip elini havaya kaldırdı. “Muharrem abi bir sorun yok, biziz.” Alihan’ın tanıdığı olan yunus polis belinden çıkardığı feneri üzerimize tuttuğunda “Alihan emin misin oğlum?” diye sordu. Alihan elini indirip “Eminim abi.” dediğinde “İyi geceler.” diyerek feneri kapatıp motoruna geri bindi.

Rezil olmanın verdiği hırsla “Git Cihangir! Tozun bile kalmasın şehrimde.” dediğimde Aziz'in tuttuğum eliyle geriye döndüm. Alihan ona bir şeyler söylemeye devam etse de durmadım. Elimin içinde bana güven veren adamın tavrıyla arkama bile bakmadan, korkmadan ilerledim.

Yürürken Aziz'e “Çok özür dilerim.” diye gözlerine bakmadan mırıldandım. “Seni bu durumun içinde bıraktığım için çok utanıyorum.” dediğimde derin bir soluk sesi işittim.

“Sana kırk dakika önce olan konuşmamızı hatırlatmaktan onur duyarım Deniz. Kimin ne dediğini önemseme anlatmak istersen dinlerim, yanında olmaya çalışırım ama…” Kısa bir soluk bıraktığında ona dönüp baktım. Gözleri ilerideydi. Bakışlarını bana çevirdi, anlamamı istercesine anlayışla baktı. “Bunun ardından tek korkum zarar görmen ya da görmeniz. O adam pek tekin biri gibi durmuyor.”

Gözlerinin en içine bakmaya devam ederken “Şu keşfettiğin yer neresi?” diye sorduğumda tuttuğum elini elimle beraber kaldırıp karşıda bir yer gösterdi. “Şurası.” Saniyelik gözleri eline değdiğinde hızla elimi çektim. “Üzgünüm hala daha olayı şokundayım.” Boğazını temizleyip “Önemli değil.” dediğinde gözlerimi kaçırdım.

Keşfettiği yer bizim ara sıra alkol almak için geldiğimiz yerdi. Sahil şeridine masalarını atan Ali abinin mekanına geldiğimizde diğer masalardan uzak bizimkilerle her zaman oturduğumuz denizin ayaklarımızı ıslattığı, iğde ağaçlarının mis gibi koktuğu masaya oturduk ve o anda fark ettim.

“Aziz ayakkabıların yok.”

Gülümsedi. “Senin de yok.”

Başımı yere eğdiğimde suyun çıplak ayaklarıma çarptığını bile fark edemeyecek kadar uyuşuktum. Gülümsemesine hafifte olsa eşlik ettim. Ali abinin ufak oğlu Murat çayları istemeden hemen getirdiğinde “Ablam hoşgeldin.” dedi. “Hoşbulduk Muratcığım.” dediğimde “Başka isteğin var mı ablam?” diye sordu. Bir şey istemediğimi belirttiğimde yanımızdan ayrıldı.

“Benden önce sen gelmişsin sanırım buraya?”

Ona dönüp göz kırptım. “Rütbe farkı.” dediğimde Aziz'in gözlerine ay ışığının denize vurduğu yakamozun parıltıları eşlik etti. Sessizlik aramızda uzarken bana zaman tanıdığını biliyordum ya da herhangi bir açıklama beklemediğini ama içimi kemiren bir duygu vardı ki “Aziz.” diye seslenmeme sebep oldu.

“Efendim Deniz.”

“Olanlar.” dediğimde ne diyeceğimi bilemez durumdaydım. Aziz'e birkaç hafta önce yaptığım dengesiz çıkıştan sonra şimdi de bu gece olanlar… Resmen adamı Cihangir'in gözüne sokmuştum. Bunu hangi sokma akılla yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu ama hissettiğim o güven duygusu hareketlerime yön vermişti. “Seni istemeyeceğin bir durumun içerisine soktum.”

Kaşlarını havaya kaldırıp masanın üzerine dayadığı koluyla ellerini iki yana açtı. “Eğer anlatmak istersen devamını dinlerim ama bir defaya mahsus sana bir şey sormak istiyorum.” Başımla onayladım. “Cihangir… Aslan'ın babası değil mi?”

Babası mı, diye sormamıştı. Bilir bir tavırla onaylamak için soruyordu. Ağırca başımı salladım. “Cihangir, Aslan'ın öz babası.” Yüzümü sıvazlayıp “Sana öldü demiştim, doğruydu. Benim için bir ölüden farkı yok.” diye devam ettiğimde parmakları ritmik bir şekilde masada ilerledi.

“Bana açıklama yapmak zorunda değilsin Deniz. Bu tavır gördüğüm kadarıyla senin en doğal hakkın.”

“Hak veriyor musun?”

İfademi tarttı. “Konuyu bilmememe rağmen konuşmalarıyla ve tavrıyla evet.”

Sırtımı tahta sandalyeye yaslayıp derin bir of çektim. Bir kere anlatmazsam bir daha yapamazdım ve “Cihangir benim eski nişanlımdı.” diye derin soluğumu koyuverdim. “Ailesi İstanbul'un zenginlerinden ve köklü ailelerinden… Onların gözünde ben annesiz, babasız… İki yaşlı insanın elinde büyümüş kenar mahalle kızıydım. Olmadı. Bu inanca Cihangir'de inandı sanırım ve ben hamile olduğumu söyleyeceğim gün beni terk etti.”

“Aslan babasının yaşadığını biliyor mu?” Soru yağmuruna tutmadan tane tane gidiyordu.

“Biliyor ama konulara çok hakim olmasa da babasız büyümek zorunda kaldığının bilincinde.” Konuşurken çay bardağıyla oyalanmaya başladım. Konuştukça utancım daha ağır basıyordu.

“Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun? Aslan öğrenirse babasının burada olduğunu ya da Cihangir, o bir oğlu olduğunu öğrenirse?” dediğinde gözümün kenarından akan bir damla yaşı savuşturdum. Kızaran gözlerim yanarken sorduğu soruyla boğazımı hayali bir elin sıktığını hissettim.

“Kahrolurum Aziz. Ben Aslan olmadan yaşayamam. Evet biliyorum ben ona bir aile borçluyum ama o aileyi ben ona veremem. Babasıyla bu saatten sonra iki dünya bir araya gelir ama biz gelmeyiz.” Aziz ince bıyıklarının üzerinden bilinçsizce parmaklarını geçirdi. Bu gece Cihangir'in gözünde gördüğüm kıskançlık parıltılarından anlamıştım, bir numaralı düşmanı Aziz olmuştu. Bu saatten sonra ne olurdu bilmiyordum ama Aziz'e giderken denge çubuklarının üzerinde dikkatle yürümem gerektiğini geçen sefer öğrenmiştim.

Omuzları derin nefesleriyle havaya doğru kalkıp inerken telefonunun melodisi duyuldu. Bacağını öne doğru doğrultup cebinden telefonunu çıkardığında kaşları çatıldı, ardından telefonu açtı.

“Efendim.” Karşı tarafı dinlerken hala daha kaşları çatıktı. “Evet yanımda.” dediğinde meraklanmaya başlamıştım. Hafifçe öne doğru eğildim. Sağa sola bakındığında “Burasının adı ne?” diye bana dönüp sordu.

“Ali abinin mekanı.”

“Ali abinin mekanıymış.” Karşı tarafa ilettiğinde telefonu kapattı. “Alihan.” diyerek merakımı dindirirken “Geliyorlar Derya ile.” diye ekledi. Başımı salladım.

Telefonunu masaya bırakıp çayından son yudumu aldığında “Ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu.

Dudak büktüm. “Bilinmezliğin tam ortasındayım Aziz. Yarın ne getirir, bugünü sırtında bir kambur misali taşır mı, bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var.”

Gözlerini kıstı. “Ne?”

“Geçmişin hiç geçmediği…”

****

Hissettiğim sulu öpücüklerle yatakta soluma döndüğümde üzerime binen yükle hafifçe gözlerimi araladım. “Gü…nay…dın… Annem…”

Aslan'ın uzatarak söylediği cümleyle yüzümde hafif tebessüm oluştu. Yatakta doğrulurken onu göğsüme alıp sarıldım. Cümleye kattığı tonlamayı taklit ederek “Günaydın küçük Aslan.” dediğimde sulu sulu yastık izi olmuş yanaklarını öptüm.

Esnerken “Geç kalktın, yorgun muydun?” diye sordu. Saçlarını ufak ufak okşarken “Bugün evdeyim hem sen öpünce dinlendim, tüm yorgunluğum kuş olup uçtu.” diye mırıldandım.

Kaşlarını havaya kaldırıp bana Çizmeli Kedi bakışını attı. “Denize gidelim mi o zaman?” Aslan küçüklüğünden bu yana tam bir su kuşuydu. Saçlarına minik bir öpücük bıraktım. “Hadi koş dayınla, teyzeni uyandır gidelim.” dediğim anda yataktan fırlaması bir oldu.

Aslan'ın odadan çıkıp Alihan ve Derya'yı uyandırmaya gitmesiyle kendimi çuval misali yatağa geri bıraktım. Dün gece olanlar gece rüyalarıma kabus olarak eşlik etmişti. Gitmiş miydi? Burada mıydı? Hiçbir şey bilmezken, hiçbir şey olmamış gibi davranmak zorundaydım.

Gece Aziz'le bir süre oturduktan sonra yanımıza ayakkabılarımızla gelen Derya ve Alihan'la dolambaçlı yoldan eve gitmiştik. Eve gelişimle odasında uyuyan Aslan'ın yanına kıvrılmıştım. Onun elimden kayıp gitme düşüncesi bile beni hiçliğin kıyılarına sürüklüyordu. Tüm gece kabuslarım yüzünden aralıklı uyanışımda bile özlemle, korkuyla oğlumu koynumda saklamıştım.

Yaptığım günahın farkındaydım. Allahım farkındalıkla işlediğim günahımın bedeli olarak beni oğlumdan ayırma… Onun bana çok ihtiyacı var. Benim anneme ihtiyacım olduğu gibi… Sessiz yakarışlarıma her zaman kapısını açan, inandığım yere sığındım.

.

.

.

Arkamdaki bangoda piknik sepetini dolduran Alihan'a dönüp servis peçetelerini verirken “Aslan'ın sandviçi hazır mı?” diye sordum. Ağzına attığı salatalıkla beraber başını sallayıp peçeteleri de sepetin içine koydu. Sonra bana dönüp gözlerini kıstığında ağzındaki lokmasını yutup “Bak ne diyeceğim, Aziz'i de çağıralım mı? Pazar pazar adam evde tek başına kalmasın, hem dünden sonra en azından özür mahiyetinde…” dediğinde sol kaşım havalandı.

“Neden?”

“Erkek muhabbetine ihtiyacım var kızım.”

“Ya o buradaysa?”

“Bizde Ören Mesire'ye gideriz. Orasını pek kimse bilmez.”

Burnumdan sert bir nefes verdim. “Tamam çağır o zaman.” dediğimde cık cıkladı ve tezgahtan ayrılıp fırına yürüdü. “Sen git ben fırındakileri bekliyorum. Sonra da Aslan'la mayo seçeceğiz.”

“İyi ben gidiyorum o zaman.”

Mutfaktan kovarcasına “Tamam tamam hadi git.” dediğinde mutfaktan hole çıkıp oradan da bahçeye geçtim. Bileğimdeki deniz kabuklu saati kontrol ettiğimde dokuza geliyordu. Merdivenleri inerken “Uyanmış mıdır acaba?” diye kendi kendime mırıldandığımda alt katın balkon camının açık olduğunu gördüm.

Bahçe kapılarından dolaşıp Optik Ayşen teyzenin radarına yakalanmamak için sarmaşıkların yanındaki boşluktaki duvardan atladım. Sağı solu kesip verandaya çıktığımda hızla kapıyı bir iki kere çaldım. Ellerimi kot şortumun arka cebine sabitlediğimde kapı açıldı.

Yüzümdeki yarım gülümsemeyle kaşlarım çatıldı. “Uyandırdım mı?” Aziz sol gözünü çıkarırcasına ovalarken “Uyanmıştım zaten.” diye uyku mahmuru sesiyle konuştu. Üzerinde askılı spor tişört ve pijama altıyla sevimli sayılacak bir görüntüsü vardı. Sabahları Aslan'ı uyandırdığım anlara benziyordu.

O anda kulağıma gırç diye tüyler ürperten ses geldi. Optik Ayşen alarm! Sineklik kapısının sesiyle bir hızla içeriye adım atıp girdim. “Üzgünüm Optik Ayşen alarmı!” diyerek direkt çelik kapının duvarla pervaz arasındaki alanına yaslandım.

Aziz hafif tebessüm ederken “Ayşen teyze bayağı fena yalnız.” dediğinde “Aziz oğlum.” diyen Ayşen teyzenin sesi duyuldu.

“Cevap verme, cevap verme hatta yavaşça kapat kapıyı. Gözleri iyi görmüyor zaten yanılsama zanneder.”

Aziz'in kaşları havaya kalkarken fısıltıyla “Ayıp olur.” dedi. Elimle işaret ederek “Allah aşkına kapat şu kapıyı.” dediğimde kapının kulpunu yavaşça indirip sessizce kapattı. Derin bir soluk verip yaslandığım duvardan sırtımı çektim.

“Bu kadın bana bir gün kalp krizi geçirtecek, genç kızlık zamanlarımdan kalma korkulu rüyam resmen!” Sitemime karşın Aziz hafif kahkaha attı. Elimi burnuma getirip “Sessiz ol!” diye onu uyardığımda kahkahası gülümseme olarak dudaklarında asılı kaldı.

“Günaydın bu arada.”

Suratımı buruşturdum. “Sana da günaydın kusura bakma ne için geldim, ne oldu.”

Eliyle içerisini gösterdi. “Gelsene.”

“Şey…” dediğimde “Mutfağa gel su içeceğim.” diyerek ilerlemeye başladı.

Onun arkasından ufak adımlarla ilerlerken geçen sefer gelip kalayı bastığım eve bu kez alıcı gözüyle baktım. Bir önceki komşumuz anneannemle yaşıttı ve birkaç kez evine bizi misafir etmişti. Evin o halinden eser yoktu. En azından altın varaklı tabloların yerine asılan aile fotoğrafları, kedi evlerinin yerinde ise büyük bir kütüphane vardı.

“Ev güzel olmuş.” Mutfak ve salon arasındaki açık pervazdan bana baktı.

“Bekar evi ne kadar iyi olursa…” Elindeki uzun bardaktan suyunu yudumladı. “Ev işte. Dört duvar.”

“Ferah…” derken ayaklarım aile fotoğraflarına doğru ilerledi. Sekiz tane çerçeve vardı. En orta da toplu bir aile fotoğrafı diğerlerinde anne ve babası olduğunu tahmin ettiğim orta yaşlı insanlar, Aziz'in boynuna sımsıkı sarılmış kız çocuğu, Aziz ve arkadaşları diye tahminde bulunurken iki orta yaşlı insanın olduğu fotoğrafı işaret parmağıyla gösterdi.

Ne ara yanımda bitmişti?

“Annem Afife sultan, babam Sadri.” diye gösterdi.

Bir alta inip takım elbiseleriyle yanında ondan büyük duran ama benzeyen aynı göz rengine sahip oldukları fotoğrafı gösterip “Abim Oğuz.” diye diğerlerini gösterdi. “Gönül kız, abimin kızı.” dediğinde alta indi. Fotoğrafta dört kişilerdi. Biri abisiydi, diğeri ise kendisi. Kısa boylu, beyaz tenli, kahverengi gözlü gülümseyen adama dokundu. “Selim, Nilgün yengemin abisi… abimle, Selim abi arkadaştı. Sonra yengemle tanışıyorlar ve evleniyorlar.” dediğinde gülümsediğini hissettim, ona döndüm.

“Ne oldu?”

“Hikayeleri biraz çalkantılı bir ara anlatırım.” deyip gülümsemeye devam ederken “Bu da benim arkadaşım Levent. Başımın püsküllü belası.” diye iç çekti. Ardından ilk görev yaptığı okulda çekilen fotoğrafını gösterip gülümsedi ama benim dikkatimi başka bir ayrıntı çekti. Bir adım daha atıp fotoğrafa baktım. Tatlılıkla gülümseyen öğrencisinin omzuna attığı sağ elinde parlayan bir alyans vardı. Gözlerimi kaydırıp hala daha bardağı tutan eline baktım, boştu. Anlamsız bir şekilde başımı salladım. Sanane Deniz!

Boğazımı temizleyip “Hepsi çok güzel anılar.” dediğimde bir hayale dalıyormuş gibi başını salladı. “Aslında ben sabah sabah seni davet etmek için gelmiştim.”

“Sahi sen ne için gelmiştin?” diye sordu.

“Deniz kenarına kahvaltıya gideceğiz. Sende gelsene sonrasında denize falan gireriz, yalnız kalmazsın hem pazar pazar.” dediğimde elim enseme gitti.

“Deniz gelmesem.” dediğinde “Neden?” diye anlık bir refleksle sordum. Aptalsın Deniz! Belki gelmek istemiyor adam, dün gece onca olandan sonra bende aptallık. Adamı hedef tahtası yap sonra gel… Ulan Alihan, ben seni jülyen jülyen doğramaz mıyım?

Suratını buruşturdu. “Deniz ben daha önce denize girmedim. İlk defa tuzlu suyla bile dün gece tanıştım.” Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştuğunda sol işaret parmağımı burnumun ucuna getirip tırnakladım.

“Sen bana güldün mü?”

Ellerimi göğüs hizamda kaldırıp salladım. “Asla…” Kahküllerimi sola doğru yatırdım. “Yani herkes yüzme bilecek diye bir şey yok ama öğrenilemeyecek bir şey de değil. Eğer istersen bu konuda yardımcı oluruz, aslında Aslan bu konuda sana seve seve yardımcı olur.”

“Bilemedim.” Düşünüyordu. Üzerine gittim ve net bir şekilde emrivaki yaptım. “Bilemeyecek bir şey yok. Biz hazırız giyin ve gel.” diyerek kapıya doğru döndüm. “Aslan çok acıktı ve dostunu açken tanıyamayabilirsin.” diyerek yürüyüp evden çıktım.

“Anne hadi…”

Kocaman otel işletip insanların isteklerini yerine getiriyordum ama bir otuz çocuğum her seferinde elimi ayağıma dolaştırıyordu. Sarmaşıkların arasından atlayıp kendi bahçeme geçtim. Üst katın camından sesi gelen Aslan'a “Tamam oğlum.” deyip Derya'nın kapıya getirdiği sepeti elinden aldığımda hala daha uyku mahmuru olan arkadaşıma “Alihan nerede?” diye sordum ama cevabı cümlenin öznesi olan kişi verdi.

“Fırının başındayım küçük hanım, sabah sıcağının cehennem azabı gibi vurduğu mutfakta, fırının başında!” diye içeriden bağıran Alihan’a, Derya suratını buruşturdu.

“Alt tarafı iki böğrek yaptı!”

Kabaca söven Alihan “Yapma şunu!” diye bağırırken mutfağın boncuklu kapısından hole doğru başını uzattı. Öfkeyle kararmış kahve bakışlarıyla Derya'nın sırtına havluyu fırlattı. “Böğrek değil börek.” dediğinde Derya tiklemez ve aymayan tavrıyla “He oğlum böbrek!” diyerek üst katın merdivenlerini adımladı. “Yeminle tüylerim diken diken oluyor!” diye söylene söylene içeriye giren Alihan’la yüzümde gülümseme oluştu. Hayattaki şanssızlığıma oranla şanslı olduğumda epeyce konu vardı.

Kapının yanında asılı olan anahtarlıktan arabanın anahtarını alıp sepetle beraber yan tarafa ilerledim. Bagajı açıp malzemeleri yerleştirmeye devam ederken Aslan'ın kayıp Galatasaray'lı mayo mevzusu, Derya'nın semaveri, Alihan'ın geçen sene yazdan kalma mangalına kadar tüm mevzuları halletmiştik. En son arka bahçemizde bulunan küçük depodan şemsiyeyi çıkarıp arabaya yerleştirirken bagajın önündeki çukuru görmememle yere yapışmak üzereydim ki belimden sert bir şekilde tutuldum. Şemsiye arabamın üzerine doğru açılırken bagajın kapanmasıyla son anda geriye doğru çekildim.

Ağzımdan ufak çaplı bir nida döküldüğünde “Bir şeyin var mı?” diye belimi hala tutan Aziz’in sesine doğru döndüm. Bagaj kapansa kesinlikle yine bir aylık alçı serüveni beni bekleyecekti. “Yok iyiyim, tam zamanlama.” diye savuşturdum. Doğrulurken Aziz'in omzundan yardım alıp arabaya tutundum.

“Küflenmiş bu. Sittin sene öncesinden kalmış şemsiyeyi ne yapacaksınız?” diye sorarken şemsiyeyi kapatmaya çalışıyordu. “Deniz kenarında…” dediğimde “Bu olmaz, hem küçük. Bekle benim depoda vardı.” diyerek şemsiyeyi alıp sokağa doğru attı. Ardından bahçe kapısından çıkıp sokağa attığı şemsiyeyi çöpün önüne sürükleyip evine adımladı.

“Türk filmi gibiydi…” Başımı yukarıya kaldırdığımda Derya'nın üst balkondan bana baktığını gördüm. Gözlerimi kısıp kaşlarımı çattığımda “Dua et ben gördüm. Optik Ayşen'e bu açı ters.” deyip görüş açımdan çıktı.

Sürekli süregelen bir döngünün başlangıcı gibi olacaktı bugün. Kahküllerimi düzeltip terleyen ensemi ovduğumda Aslan sırt çantasıyla köşeden çıktı. “Anne hadi hadi, küçük balıkları kaçıracağız.” dediğinde kapıyı açıp çantasını arkaya koydu. Ufak bir ıslık çalıp “Şampiyon.” diye bağırdı.

Şampiyon nanelerin olduğu köşeden kuyruğunu sallayarak geldiğinde “Dayınla, teyzen nerede?” diye sordum. “Geldik.” diyerek onlarda köşeyi döndüğünde bahçe kapısından Aziz elinde büyük bir deniz şemsiyesiyle geldi.

“Herkese merhaba.” Aslan ona şirinlik yapan Şampiyon’a arkasını dönüp “Aziz abi…” diye uzatarak konuştuğunda, yüzünde bahçemdeki yedi verenleri kıskandıracak kadar güzellikte bir gülümseme yayıldı. Oğlumun bir yabancı diyebileceğim biriyle bu kadar kolay bağ kurması şaşırtıcıydı. Aslan normalde yaşıtlarına göre daha ketum bir çocuktu.

“Dostum.” diyerek Aziz ona ayak uydurduğunda “Sende mi bizimle geliyorsun?” diye Aslan sordu.

Aziz elindeki şemsiyeye bakıp gülümsedi. “Davet edildim.”

Aslan, Şampiyon'un tasmasını bırakıp Aziz'e koştuğunda üçümüzde şaşkınlıkla ona baktık. Evet aralarında gözle görülür bir muhabbet olduğunu biliyordum ama ilk defa onları bu kadar samimi görüyordum. Aziz ona doğru gelen Aslan'ı kucaklamak için bir dizini kırıp şemsiyeyi yere bıraktı ve Aslan'ı sımsıkı kucakladı. Aslan'ın yüzünü görmüyordum ama Aziz'in yüzündeki ifadeyi çok net görmüştüm.

Sahiplenici ve bilir edayla bir elini beline diğerini de başının arkasına koyup benim de Aslan'a sarılırken hissettiğim tatlı huzur gibi gözlerini kapatıp anı yaşıyordu. Derya'ya göz attığımda sımsıkı dudaklarını kapatmış baba şefkatini komşumun kucağında arayan Aslan'a bakıyordu. Alihan bir iki adım atıp elindeki çantaları yere bırakırken “Gözlerinde gördüğüm ışıltıyı ben hayatım boyunca görmedim. Duygularına sahip çık Deniz.” diye fısıldadığında burnumu çekip kendimi toparladım.

Ayağa kalkan Aziz, Aslan'ın saçlarını karıştırıp onunla şakalaşırken yaklaşımı babacandı. Aslan her zaman için yanıma, kendisine bir ebeveyn yakıştırırdı. Sahilde yürüdüğümüzde yanımızdan geçip giden insanlarda babası var mı, diye sorardı. Şimdiyse gördüklerimle içimde bambaşka bir kapı açıldı.

Aslan, Aziz'den gördüğü yaklaşımı sahiplenmişti.

.

.

.

“Aziz abi sen şimdi hiç mi bilmiyorsun?”

Aslan denizin içine bacaklarını ıslatacak kadar girmiş yanına da Şampiyon'u almıştı. Şampiyon'un bu sıcak havada keyfine diyecek yoktu ama bu işten tedirgin olan biri varsa o da Aziz'den başkası değildi. Arkasından baktığım Aziz omuzlarını havaya kaldırıp başını salladığında “Maalesef dostum.” dedi.

Kahvaltıyı yapmış Derya ile beraber masayı toplarken ikisinin arasındaki diyalogları dinledim. Alihan “Sırık kadar boyun var seni ürküten ne?” diye kabaca sorduğunda Aziz'in sıkışmışlık hissi ile arkasını dönüp bana baktığını gördüm.

“Peki sen, korkuyor musun?”

“Neyden?”

“Denizden.”

“Korkuyorum.”

“Korkma. Denizden zarar gelmez. En fazla ayakların ıslanır. Ona da göğüs gerersin sanırım.”

“Bir kere denize dokunursam vazgeçmem diye korkuyorum sanırım. Hep dokunmak yanında, yakınında olmak isterim.”

Akşamın korkulu anılarının öncesinde yaşadığımız küçük tatlı anının sözleri usulca zihnime yerleşti. O an farkına varamamıştım ama şu anda söylediği son cümlenin derin anlamını bana bakan bakışlarında gördüm. Bir kere denize dokunursam vazgeçmem demişti ve şu an dünden sonra yeniden bana bakan ışıltılı ifadesinde konunun Allah'ın yarattığı suyla değil, kuluyla olduğunu fark ettim.

Elimdeki kapaklı kutuyu masaya bırakırken kolumdan dürtüldüm. “Şampiyon'dan bir farkı yok şu an. Kıyamam ıslak köpek yavrusu gibi sana bakıyor.” dediğinde şefkatle gülümsedim.

Bağırarak oğluma seslendim. “Aziz abini rahat bırak Aslan, ne zaman isterse o zaman girer.”

“Anne ama ben yüzecektim onunla.” Tövbe estağfurullah adamı bir deniz simidi yerine koyamadığımız kalmıştı.

“Aşk olsun küçük adam ben ne güne duruyorum?”

“Ama sen beni hep yeniyorsun.” diye Alihan'a mızmızlanıp bacaklarına dolanan Şampiyon'u sevdi.

Aziz teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı. “Tamam o zaman.” deyip terliklerini çıkardı. “Ben biraz böyle alışayım. Sonrasında birlikte yüzeceğiz.”

“Söz mü?”

“Aslan sözü.” dedi Aziz. Aslan bu kez Alihan'a döndü. “Hadi bakalım dayı bey kaybeden mangalı yakar.” deyip kendisini suya attı. Suyun sıçramasıyla Şampiyon homurtulu bir ses çıkarıp sudan çıktığında silkelenerek gölgeye geldi. Başımı sağa sola sallayıp gülümserken Aziz’den beklemediğim bir telaşlı ses yükseldi.

“Aslan dikkat et.” Korku dolu sesinin tınısını beş metre öteden hissettiğimde içimde garip bir his oluştu.

“Aziz, Aslan'ı önemsiyor.” diye kulağımın dibinde Derya fısıldadı.

“Görebiliyorum.” diyebildim.

“Hadi git. Aslan gelene kadar Aziz'i alıştır. Yoksa Aslan onu ıslatmaktan çekinmez, adam Deniz'den korkmasın.” derken deniz kelimesini bastırarak söyledi.

“Derya açık açık bir şeyler ima ediyorsun.” diyerek ona döndüm.

“İma ettiğimi kim söylemiş.” Umarsızca omuz silkip masadakileri toparlamaya devam etti. “Maşallah boyuna, posuna, huyuna.”

Sol kaşım havalandı. “İçindeki anneannemi lütfen bir yerlere kilitle.”

Gülümseyip sözsüz bir şekilde elimdeki malzemeleri alıp beni ittirdi. “Git hadi.”

“Derya ayıp oluyor ama hem…” dediğimde sabah gördüğüm fotoğraf gözümün önüne geldi. “Hem ne?” diye üsteledi.

“Boşver.” derken başımın üzerindeki güneş gözlüklerini masaya bırakıp, poreoyu sandalyeye koyup Aziz'in yanına ilerledim. Elimi yüzüme siper edip arkasına geldiğimde “Alışabildin mi?” diye sordum.

Ellerini mavi mayosunun cebine koyup “Alıştım sanki.” dedi.

Bir gözümü kıstım. “O zaman yüzmeye hazırsın sanki.” İleride minicik bir nokta gibi görünen Alihan ve Aslan'dan gözünü aldı.

“Aslan'ın bu kadar derinde yüzmesi seni korkutmuyor mu?”

Başımı olumsuz bir şekilde iki yana salladım. “Aslan bir yaşından itibaren, hatta öncesinden tuzlu suya alışkın.”

“Sahil kasabasında yaşamanın imtiyazları.”

“Yani…” deyip gözlerinin mavisine kaldım. “Hazır mısın?”

Derin bir nefes alıp “Hazırım ama…” dediğinde hafif ürkmüş gibiydi.

Elimi ona doğru içgüdüsel bir şekilde uzattım. “Ama yok Aziz. Sırf yüzme bilmiyor diye insan okyanusun ortasında bırakılmaz, en azından ben yapmam. Güven bana.”

Kaşlarıyla denizi gösterip “Okyanusta boğulmaz da insan.” diye duymayacağımı düşündüğü bir sesle mırıldandığında bakışları bana döndü, birkaç saniye bakışları mavilerimde takılı kaldı ve cümlesini yarım bıraktı. Ben tereddüt edeceğini ya da vazgeçeceğini düşünürken Aziz elimi tutup denize yürümeye başladı. “Hadi.”

Hafif soğuk su tenimize çarparken “Nasıl, hala korkuyor musun?” diye sordum, su artık belimize geliyordu.

“Hayır.” Net bir cevabı beni şaşırtırken bir yenisini daha ekledi. “Denizi sevmeyi öğreneceğim.”

Gülümseyerek alt dudağımı yaladım. “O zaman dalalım mı?”

Şaşkınca “Ne?” diye sorduğunda yüzündeki ifadeyle kahkaha attım.

Elime bir avuç su alıp havaya savurdum. “Bak bir kere buna alışırsan denizin altı üstünden daha keyifli gelecek. İçerisinde binlerce taşlar var ve en iyisini bulmak için sürekli dalmak isteyeceksin, eğer şanslıysan küçük balıkları da görebiliriz.”

Başını hızla iki yana salladığında hafif nemlenmiş ensesinden birkaç damla su sırtına düşünce irkildi. “Yok daha ona hazır değilim.” dediğinde etrafına bakındı.

Suratımı buruşturdum, hayal kırıklığına uğramıştım. “Tamam o zaman sen bekle ben dalıp geliyorum, tepem yandı.” dediğimde onu süzdüm. “İleriye gitmezsen herhangi bir sorun yaşamazsın. Hem boyun benden uzun zaten.” deyip elinden sıyrılacağım anda sıkıca elimi tutmaya devam etti.

“Deniz dur gitme.”

Afallamış bir şekilde ona baktım. “Sorun ne?”

“Birlikte dalalım, öğret bana.”

“Ama.” dediğimde “Hadi Deniz.” diye ısrar etti, elimi bırakmadı. “Pekala temel birkaç şeyi öğreteyim.”

On, on beş dakika kadar boynundan aşağısını suyun içine sokup kulaç atmasını öğrenirken diğer yandan ayaklarını hareket ettirmeyi öğrendi. Bu sırada elimi bir kaç kez bıraksa da sonrasında hemen tuttu. İki gündür birbirimize fazla yakın ve temaslıydık. Bu duygu uzun zaman sonra farklıydı.

“Hazır mısın suyun altını keşfetmeye?” dediğimde başını salladı. Diğer elimi de ona uzattığımda ellerimiz birbirine kenetlendi. “Şimdi sen bana ağırlık yapacaksın, ben sana ağırlık yapacağım ve suyun dibine kadar bağdaş kurarak batacağız. Dibe batana kadar nefesini tut sonrasında ufak ufak ver ama gözlerini sakın kapatma.”

Talimatlarımla beraber dikkatli ve kendinden emin bir şekilde mavi gözlerini kısıp baktı. “Hadi yapalım şu işi.”

“Bir, iki, üç.” dediğimde aynı anda suyun içine battık. Aziz gülümser bir ifadeyle sağına soluna bakarken gözleri gözlerimde takılı kaldı. Dibe batıp bağdaş kurduğumuzda tek elini bırakıp sağımızdan geçen küçük balıkları gösterdim. O anda ağzını açan Aziz'in nefesi tükenince hızla kolundan tutup onu yukarıya çektim.

Denizin yüzeyine çıkıp art arda öksürürken “Gel çıkalım.” desem de başını iki yana salladı. “İyiyim, iyiyim.” diyerek derin soluk aldığında ellerini saçlarının arasından geçirdi.

“Bir daha yapalım.”

“Ne?” Bu kez afallayan kişi bendim.

“Hadi.” deyip ellerini uzattı.

“Ama sen.”

Ellerimi tuttu. “Bir daha denemek istiyorum. Denizi görmek istiyorum.”

Ellerini sıkıca tuttum. Bakışlarının dengi maviliğe yolculuğumuz yeniden başladığında bu kez nefesini kontrol etmeyi başardı. Dört, beş defa birer dakikalık aralarla dalmaya devam ettik. Yukarıya çıktığımızda yüzündeki ışıltılı gülümsemeyle saçlarını düzeltip “Bu harikaydı.” dedi. Daha önce onda görmediğim bakışı yakaladım. “Teşekkür ederim Deniz.”

Yanaklarımın kızardığını hissettim. “Rica ederim.” dediğimde utancımı saklamaya çalıştım. “Sen bayağı azimli çıktın.” Uzun sayılabilecek bir süre gözlerimiz konuştu. Bakışlarında uzun zamandır kimsede rastlamadığım beyhude sayılmayacak bir parıltı içimde ufak bir heyecana sebep oldu.

“Azim değil, güven.”

Net cümlesiyle suyun yüzeyinde ufak ufak yüzmeye devam etti.

.

.

.

Akşam yemeğimizi yemiş, keyif kahvelerimizi içmiştik. Aslan ve Şampiyon biraz kestirmişti, şimdi ise karşımda Alihan ile Aziz'in de dahil olduğu tek kale maç oynuyorlardı. Bacaklarımı kendime çekip yakamozun güzelliğinde takılı kaldığımda solumdan önüme çay dolu bardak uzatıldı. Teşekkür edip Derya'nın elinden bardağı aldığımda ileride Alihan, Aslan ve Aziz'in futbol oynamasına yeniden takıldım.

“Deniz sessizleştin?” diye soru sorarcasına yanıma oturduğunda ona doğru döndüm. “Bir sorun yok.” desem de başını olumsuz bir şekilde salladı.

“Yedik, içtik, eğlendik, güldük ama içindeki karışık duyguların boğucu sessizliğini duyabiliyorum kardeşim.”

Çayımdan bir yudum aldım. “Dün gece hala daha beni korkutuyor.”

“Haklısın, bunca sene sonra kafayı yiyip geri gelmiş mal oğlu mal.”

“Derya.” diye uyarıcı bir tonda konuştum.

“Ne!?” Öfkeyle gözlerini açarak konuştu. “Mal değil mi? Aptal! On sene sonra gelmiş hala nişanlım diyor. Beyin a-” Küfür edeceği anda koluna vurdum.

“Derya!”

“Ne Derya, Derya! Adımımı ezberliyorsun?”

“Derya dikkatli konuş.” derken sağı solu kolaçan ettim.

“Merak etme o çoktan siktir olup gitmiştir. Soyadının oğlu o kızım, sıkıyı görünce kaçar. Ee dünde gördüklerinden sonra.” dediğinde kaşım sert bir şekilde kavislendi. Derya'nın ağzından çok iyi bildiğim mırıltılı bir nida çıktığında dik bakışlarımı gözlerine sabitledim.

“Bir şey yaptın!”

“Ne, ben mi?”

“Evet.” deyip saçımı kulağımın arkasına sabitledim. “Sen o mırıltıyı bir bok yemeden çıkaramazsın.”

Ellerini karnına çektiği bacaklarına doladı. “Ama bir insanda bu kadar iyi tanınmaz ki kardeşim.” diye hayıflandığında çenesini dizlerine dayadı, hala dik dik ona bakıyordum.

“Söyle!”

“Cihangir'i kışkırtmış olabilirim.”

Çay bardağını hızla kuma koyup “Ne yaptım dedin?!” diye sert bir tonda sordum.

“Duydun işte.” İleriye doğru bakışlarını sabitledi. “O herif kafayı yemiş, seneler önce yediği boku görmüyor, kalkmış hala daha sana nişanlım diyor, iyi bile yaptım.”

Kolunu tutup bana bakmasını sağladım. “Derya ne dedin?”

“Demedim, ima ettim.”

“İkisi de aynı kapı!”

“Cihangir'e, Aziz'le birlikte olduğunu ima etmiş olabilirim.”

Sert bir şekilde ofladım. “Derya!” dediğimde öfkemi kontrol etmeye çalıştım. “Bunu yapmaman gerekiyordu.”

“Emin misin?” diyerek kaşlarıyla futbol oynayan bizimkileri gösterdi. Saniyelik oraya baktığımda anında tekrar dönüp baktım. Çünkü Aslan, Aziz'in sırtına atlamıştı. Aziz ise Aslan'ın bacaklarını sıkıca tutarak sanırım attıkları golün sevincini birlikte yaşıyorlardı. Aslan… Aslan kahkaha atıyordu, çıkardığı tişörtünü elinde sallayarak bağırdı. “Aziz abi oley, Aziz abi oley.”

Hayranlıkla baktığım manzaradan Derya'ya döndüm. “Bak bu çok farklı yere çekilebilir Derya. Onlar iki yakın arkadaş gibiler.”

“Bence canım bilmediğin dalda geziyorsun. Onlar baba, oğul gibiler şu an görmüyor musun?”

“Saçmalama, bak adamın yanında da imalı konuşuyorsun ayıp oluyor.”

“Bence Aziz'de bu durumdan memnun.”

“Olamaz Derya!”

“Neden?!” diye sert bir şekilde bacaklarını İleriye doğru uzatıp bana döndü. “Ömrünün sonuna kadar Rahibe Teresa gibi mi gezeceksin? Otuz dört yaşındasın kızım, kendine gel. Bu hayat yaptığın hatalı üretimin üzerinden dönmüyor. Aziz gibilerde var bu hayatta ve o senin gibin tam yanında.”

Derin bir of çekip saçlarımı geriye yatırırken hala daha kumda şakalaşan ikiliye bakıyordum. “Olmaz.” dedim.

“Kızım eski kafalı mısın sen? O bekar, ben çocukluyum kafasına girmeyeceksin herhalde. Kalp ya bu-” dediğinde aklımda olan şüpheyi dile getirdim.

“Aziz nişanlı olabilir.”

****

Otelde kağıtları incelerken her şey planladığımızın dışında ilerliyordu. Otel, kapasitesinin üzerinde müşteriyi karşılarken çalışanlar ve menü zenginliği arttırılmış, fuara az bir zaman kaldığı içinde ekstra part time çalışan alınmıştı. Bir ayda bile belli bir kazancın üzerine çıkması içime soğuk su serpiyordu. Alihan ve Derya'nın emeklerini asla hiçe sayamayacağım gibi aynı zamanda çalışanlarımın da emeğini göz ardı edemezdim.

Kapı hafifçe çalındığında pazartesinin yoğun listesinden başımı kaldırdım. Eren başını hafifçe içeriye uzatıp “Deniz Hanım, sizinle görüşmek isteyen birileri var.” dediğinde saçıma takılı olan kalemi çıkardım.

“Kimmiş?”

“Şehir dışından gelmişler, sizinle görüşmek istediklerini söylediler sadece.”

“Tamam anladım ama kimmiş?”

Dudak büktü. “İsim vermedi Deniz Hanım restoran bölümünde yemek yiyorlar.”

Başımı salladım. “Alihan ilgilensin o zaman.” dediğimde kağıtlara dönmek üzereydim ki yeniden Eren konuştu.

“Otel sahibini görmekte ısrarcılar.”

Oflayarak tekerlekli sandalyeyle beraber geriye gidip ayağa kalktım. Yeşil saten elbisemi düzeltip “Geliyorum.” diyerek adımladım. Eren kapıyı geçmem için açtığında asansöre binip alt kata indim.

Panikatak Eren'le beraber arkalı önlü ilerlediğimizde otel akşam servisindeydi. Çalışan stajyer çocuklarım arı gibi masaları dolaşırken ellerindeki tepsilerden müşterilerime ulaşan yemek tabaklarından yükselen kokulardan anlaşıldığı üzere Derya ve diğer aşçılarım ise mutfağın tozunu attırıyordu. Memnundum. Uzun zamandır içinden çıkamadığım durumların, sonunda oğlum için diyerek attığım adımların meyvesini toplamaya başlamıştım.

Restoranda ilerlerken tanıdık simalara selam veriyordum ki cam kenarında bir masa dikkatimi çekti. Adımlarımızın da o yöne ilerlediğini fark ettiğimde Eren'i durdurdum.

“Kaç numaralı masa?”

“Kırk iki Deniz Hanım.” dediğinde kolunu pat patlayıp “Ben hallederim.” dedim.

Eren bir adım geriye çıkıp bana yol verirken emin adımlarla masaya ilerledim. Masada oturan iki adam yaklaştığımda simasını yeni tanıdığım adam ayağa kalkıp gülümsedi.

“Deniz Hanım.”

Gülümseyen beyefendi tavrıyla elini öne doğru uzattığında diğeri de ayağa kalktı.

Uzattığı elini tutup tokalaştım. “Merhaba, hoşgeldiniz de.” dediğimde kendini tanıtması için fırsat verdim.

“Kusura bakmayın ben Oğuz Vefa.”

Kaşlarım çatılırken olayı anlamaya çalışıyordum. Aziz’in evindeki fotoğrafta gördüğüm abisi ve yine fotoğrafıyla tanıdığım çocukluk arkadaşı Levent buradaydı ama neden?

“Memnun oldum, bende Deniz Köksal.” diyerek tokalaşmaya son verdim. Adının Levent olduğunu hatırladığım adam ayağa kalkıp beni süzdüğünde kendince havalı olduğunu düşündüğü bir tavırla “Bendeniz de Levent. Levent Atamer.” diye kendisini tanıttı.

“Memnun oldum.” dediğimde başımı Oğuz Vefa’ya çevirdim. “Buyurun Oğuz Bey benimle görüşmek istemişsiniz.”

“Kusura bakmayın lütfen bu şekilde emrivaki yaptığım için. Eğer biraz vaktiniz varsa kahve içebilir miyiz?”

Saatimi kontrol ettiğimde Aslan’ın uyku saatinin geldiğini gördüm ama konunun ne olduğunu öğrenmeye hevesli olan bir yanım vardı. “Siz yemeğinize devam edin ben roof barda kahveleri hazırlatıyorum.” dediğimde Oğuz Bey rahatlamış bir şekilde gülümsedi. “Vakit ayıracağınız için teşekkür ederim Deniz Hanım.” dediğinde tebessüm ettim. “Size afiyet olsun şimdilik hoşçakalın.” diyerek yanlarından ayrıldım ve mutfağa indim.

Bıçak ve tava sesleri havada uçuşurken cehennemin yan şubesi olan mutfağımda Alihan'ı arandım. Büyük ocakların başında tavayla görsel şölen sunan Alihan'ı bulduğumda seslendim. “Biraz gelir misin?”

Alihan yanındaki çaylağa tavayı bırakıp tezgahtan peçete aldı. Alnını silip eldivenleriyle beraber çöpe attı. “Hayırdır?” diyerek anlamak istercesine yüzümde yanıt aradı. “Bahçeye çıkalım.” dediğimde anında dönüp ıslık çaldı. Soğuk meze dolabının arkasından görünen Derya'ya “Burası sende.” deyip göz kırptığında Derya elini kaldırıp onu onayladı, beraber depo kapısından bahçeye çıktık.

“Ne oldu?” Aceleyle sigarasını yaktı.

“Yukarıda Oğuz Vefa var. Aziz'in abisi gelmiş.” Sigarasından derin bir nefes çekip havaya savurdu. “Ee?”

“Konuşmak istiyor ve büyük ihtimal şu milyonluk çekle ilgili.” dediğimde gözlerini kıstı.

“Yeniden mi teklif edecek diyorsun?”

“Bilmiyorum ama ederse diye soruyorum.”

Art arda sigaradan nefes çekip “Sen bileceksin.” dedi.

Kaşlarımı çattım. “Bu büyük bir iş ve minnet işi baktığında.” diye başladığımda sözümü kesti.

Gülümser bir tavır yüzüne oturdu. “Sen şuna Aziz'le nasıl olacak desene.”

“Ne alaka?”

Elini omzuma atıp benimle beraber kendisini çitin beton duvarına yasladı. “Şöyle ki kör değilim diyorum.”

Artık gerçekten yetmişti. “Abartın ya!” diyerek öfkelendiğimde omzumdaki kolunu silkeledim ve karşısına geçtim. “Derya ve sen bir Aziz'dir gidiyor ama adam nişanlı.”

“Nişanlı olmasa olacak yani.”

“Of!” dedim sertçe. “Senden akıl dilenen de kabahat.”

Öne doğru eğilip burnumun ucuna sol işaret parmağıyla vurdurdu. “Burnun uzayacak.”

“Alihan! Burada önemli olan benim Aziz'le olmayan ilişkimin teorisi değil. Oğuz Vefa anlattığına göre köklü bir şirket ve bize karşı oldukça bonkör. Bu yüzden şu kafile işini yapıp kışın en azından rahat nefes alabiliriz.”

Ciddiyete büründü. “Makul aslında fakat olması gereken meblağın çok üzerinde. En başında da çok cazipti ama bir yanlış anlaşılma yüzünden arada kaynadı.”

“Yani sen Aziz’e kefil misin?”

“Hayatta olmam dediğim tek şey kefillik ama ben o adamdan razıyım Deniz.” Gülümsedim. Biraz olsun destek görmek iyi gelmişti. Sigarasını küllüğe bastırıp “Her konuda.” diyerek ekledi.

Tekrar yakıştırma konusunu yaptığında “Yürü git be!” diyerek yukarıya çıktım. Asansörden direkt roof bara çıktığımda Oğuz Vefa ve Levent Atamer'i balkonda otururken buldum. Onların yanına geçmeden baristam, en iyi öğrencim Aykut'un yanına ilerledim.

“Naber çekirge?”

Kocaman kara gözleriyle alttan bir bakış attı. “İyidir ablam sürünüyoruz.” derken arkadan çalan müziğe artistik hareketlerini yaparak eşlik etti. Pirinç tezgahın üzerinde sunuma hazır kahve çekirdeklerinden birisini alıp ona fırlattığımda omzuna çarpıp yere düştü.

Şaşkınca yerdeki çekirdeğe bakarken “Abla valla çarpılırsın bak.” diye kaşlarını çattı.

Kaşlarım tebessümümle dans etti. “Nedenmiş o?”

“Abla kilosu dünyanın parası o kahvenin tanesi altın değerinde. Depocu geldiğinde otuz iki diş sırıtıyor.”

Gülümsedim. Aykut onu tanıdığımdan bu yana kendisini özel getirilen kahvelerin güvenlik sorumlusu ilan etmişti. “Hadi üç kahve en iyisinden.” diye göz kırptığımda başını sola doğru emir almış gibi eğdi.

Onun yanından ayrılıp balkona çıktığımda beyler ayaklanıp gülümsedi. Karşılama seremonisi bittiğinde iki adam ikili koltukta yan yana otururken karşılarındaki ikili koltuğa geçtim. “Evet sizi dinliyorum.” diyerek direkt konuya giriş yaptım.

Oğuz Bey boğazını temizleyip öne doğru geldi. “Şimdi şöyle ki Deniz Hanım, size daha önce Vefa Holding adına bir çek göndermiştim ve ne yazık ki sizden olumlu yanıt alamadım. Bende bu koordinasyona ihtiyacım olduğunu belirterek yeniden sizinle görüşmek istedim.”

Başımı anladığımı belirtircesine ağır ağır salladım. “Anlıyorum.” diyerek kelimemle destekledim. “Oğuz Bey öncelikle buraya geldiğiniz için teşekkür ederim yalnız bu aralar Faralya'nın performansı kapasitesinin üzerinde. Size nasıl yardımcı oluruz emin değilim. Aslında önemli olan benim anlaşmayı kabul etmem değil Oğuz Bey, sizin otelden memnun kalmayacak olmanız.” İki elimi hafifçe havaya kaldırdığımda sol işaret parmaklarımla havada hayali bir çember çizdim.

“Faralya bir butik otel ve sizin kapasite üzerindeki isteklerinizi karşılayamaz.”

Oğuz Bey hafifçe gülümsediğinde yanındaki evrak çantasını açıp içerisinden ince bir dijital tablet çıkardı. Ekranda bir iki yere basıp “Emin olun Deniz Hanım siz benim tam da istediğim bir otelsiniz.” diyerek tableti masaya bıraktı. “Yükselişiniz gözle görülür, hem de bir ayda. Fakat benim işim maddi prestijden çok soyadım gibi vefa. Sizin iş ahlakınız ve geçmişten gelen istikrar benim için önemli olan tek şey.” deyip bu kez takım elbisesinin cebine uzandı ve daha önce gördüğüm milyonluk çeki masaya bıraktı.

“Rica ediyorum Deniz Hanım, bu anlaşma oteliniz ve şirketim adına köklü bir başlangıcın temeli olabilir. Öncesinde Nazım amca ile babam Sadri Vefa gibi.” O sırada kahveleri getiren Aykut servisini tamamladıktan sonra yanımızdan ayrıldı.

Kendime kahve yudumu kadar süre tanırken dudaklarımı birbirine bastırdım, hissettiğim dik bakışla gözlerin sahibine baktığımda dikkatle beni süzdüğünü farkettim. Levent sessizce elinde telefonuyla oturmaya devam ediyordu lakin gözleri asla tek bir yerde kalmıyordu. Aziz gibi bir adamın böyle bir arkadaşı nasıl olurdu? Sanane Deniz! Aziz'i ne kadar tanıyorsun da bu adamla kıyaslıyorsun?

Kendime olan öfkemle burnumdan sert bir soluk aldığımda uzanıp çeki elime aldım. Geceyi bitirip rahatsız olduğum bakıştan kurtulmak istedim. Oğuz Bey’de bakışlarımı sabitleyip çeki ikiye ayırdım. Oğuz Vefa’nın gözleri çekle benim aramda giderken yırttığım kağıdın bir yarısını ona uzattım. “Kusura bakmayın Oğuz Bey.” dediğimde sert yutkunuşunu gördüm. “Bu çekin yarısı benim için kafi, diğer yarısı sizin olabilir.”

Söylediklerimle gözleri parladığında gülümsemesini bastırmak için elini yumruk yapıp dudaklarına götürdü. Ardından ayağa kalkıp tekrar elini uzattığında “Hayırlı uğurlu olsun.” dedi.

Ayağa kalkıp elini sıkacağım sırada “Gardaşım.” diyen ve gecenin başından bu yana tanışmak ve gözlerine hakim olamamak dışında çıtı çıkmayan Levent arkamda bir noktaya baktı.

Arkama döndüğümde şaşkınca “Kardeşim.” diyen Oğuz Bey’le beraber şaşkınlığı yaşayan ben vardım. Oğuz Bey şaşkınlıkla “Aziz senin ne işin var burada?” diye sorduğunda elini indirdi.

Aziz mahçup bir ifadeyle elini ensesine götürürken bakışlarıyla Levent’i öldürecek gibi bakıyordu. “Levent mesaj attı. Burada olduğunuzu duyunca seni görmek istedim. Ankara'dan hızla ayrılınca…” diye gevelediğinde Oğuz Bey bir adım attı. “Uğrayacaktım oğlum sana Deniz Hanım'la iş konuşmaya gelmiştim.” diyen abisine Aziz mahçup bir şekilde omuz silkti.

Ardından Oğuz Bey bana dönüp “Prosedür ve diğer işler için yarın sizden yeniden bir randevu rica ediyorum.” dedi. Ben hala daha Aziz'in bir anda burada olmasına anlam veremezken başımla sözsüz bir şekilde onayladım.

Oğuz Bey kardeşinin yanına gidip omzunu tuttu. “Bu arada kardeşim Aziz Vefa. O da buraya bu sene atandı, öğretmen kendisi.” Aziz bana bakıp gülümserken asansör kapılarının açılmasıyla Alihan gözüktü. Onun tam görüş açısında kalan Aziz'i gördüğünde samimi bir şekilde yanına gidip erkeksi selamlaşmalarını yaptılar.

“Birader buraya kadar geldin, aşçının spesiyalini yemedin mi?”

“Yeni geldim.” deyip bir adım arkasında kalan abisini gösterdi. “Abim gelmiş…” dediğinde anlamsız bir bakışma oldu. Alihan diğerlerine, diğerleri Alihan'a derken “Oğuz Vefa.” diye Alihan aydınlanmış gibi en sonunda konuştu.

Oğuz Bey kafa karışıklığıyla hepimize baktı. “Siz tanışıyor musunuz?” O anda Alihan kahkaha atarken gülümsedim. Alihan kahkahasının ardından Aykut'a seslenip “Koçum sen kahveleri tazele.” dedi.

Yeniden tanışma faslının ardından yanında oturan kardeşinin bacağına elini koyan Oğuz Bey “Vay be.” diye şaşkınlığını yeniden dile getirdi. “Demek siz komşu oldunuz.”

“Ya öyle kardeşin bir tabak Beypazarı kurusuyla bizi tavladı.” diyen Alihan'a ortada kalmış yeni gelin gibi Aziz bakakaldı.

“Öyle demeyelim de.” diye mırıldandığında kahvesini yudumladı. Oğuz Bey’de kahvesini bitirip ayaklandı. “Artık tanıştığımıza göre sizi daha fazla meşgul etmeyelim.”

“Estağfurullah.” diye ayağa kalktığımda herkes hareketlendi.

“Yarın görüşmek üzere Deniz Hanım.”

Hafifçe baş eğip “Görüşmek üzere Oğuz Bey.” diyerek Alihan'ın önünden geçip çıkışa doğru adım attım. Üçü birbiri ardına çıkarken iyi geceler dileklerinin ardından otelden ayrılmak üzere aşağıya indiler.

Alihan ellerini cebine koyup bana döndüğünde “İşi kabul etmişsin.” dedi, başımla onayladım. “Aziz neden canhıraş çıkagelmiş?”

“Arkadaşı mesaj atmış.”

Gözlerinde yirmili yaşların haylaz Alihan bakışı parıldarken “Anladım, gidelim mi?” dediğinde “Ne o parlayan gözlerin senin?” diye sordum.

“Ne varmış?” diye soruma soruyla karşılık verdiğinde bile yüzünde anlamsız bir bakış vardı. İşaret parmağımla yüzünde hayali bir çizgi çektim. “Seni boğarım Alihan!”

.

.

.

Otelden Derya ve Alihan'la çıktığımızda saat biri geçiyordu. Aslan uyuyacağına dair mesaj attığında Defne ablayı arayıp onu eve götürmesi için rica etmiştim. Araba eve ilerlerken ön koltuktan arkaya uzanıp “Defne abla bizim evde mi?” diye sordum.

Derya esnemesini bitirip “Yok kendi evinde. Diyar ve Aslan'ın yarın antrenmanı var ya sabah ben götürürüm ikisini dedi.” derken elindeki telefonu bana doğru döndürdü. Telefonda Aslan, Diyar ve Deren’in oyun oynarken çekilmiş fotoğrafına baktım.

Mahçup hissettim. “Küçük çocukla ona da yük oluyorum.”

Umursamadı. Telefonu kapatıp koltuğa koydu. “Vallahi bu durumdan en memnun olan aslında ablam. Diyar ve Aslan, Deren'le çok güzel ilgilendikleri için ablamda kendi keyfine bakıyor.” Derya'nın sözleri hepimizi güldürürken Alihan sürücü koltuğunda “Orada ne oluyor?” diye sordu. Derya'dan aldığım bakışlarımı karşıya sabitlediğimde gördüklerimle şok oldum.

Aniden “Durdur arabayı!” dediğimde Alihan sert bir frenle durdu. “Ne oldu?” diye sorsalar da aracın kapısını açıp hızla plaja koşarak ilerledim. Arkadaşı Levent ve tanımadığım bir kişi Aziz'in kollarından tutarken karşısında ise Cihangir vardı. Onu da tutan kişiyi gördüğümde “Aziz!” diye bağırdım.

İkisi de bana dönerken komşumda takılı kaldım. Aziz'in klas görünümü darmaduman gözüküyordu. İki saat önce gördüğüm ütülü krem renk gömleğinin birkaç düğmesi kopmuştu. “Siz ne yapıyorsunuz?” diye mırıldansam da yaklaştıkça Aziz'in dudağının kenarının patladığını görmemle birlikte öfkeyle Cihangir'e baktım. “Sen ne yaptığını zannediyorsun, Ali kıran baş kesen mi oldun başıma!?”

Cihangir kolunu tutan adamdan sıyrılıp bana doğru yürüdü. Onunda hali pek iyi değildi ama Aziz… Cihangir'in sadece suratı öfkeden kızarmış üstü başı dağılmıştı. Fakat yaklaştıkça onunda gömleğinin açıkta bıraktığı boyun kısmında kızarıklık vardı.

“Gidiyoruz!”

“Gelme!” diye geriye doğru iki adım attım.

“Geleceğim Deniz, beni dinlemeye mecbursun!”

“Ben hiçbir şeye mecbur değilim. Bilhassa artık seninle ilgili olan konularda.” dediğimde arkamdan bileğimi biri tuttu.

“Lan bak git yoksa seni Allah’ına kavuştururum!” diyen Derya elindeki beyzbol sopasıyla öne doğru atıldı.

“Hiçbiriniz bir bok yapamazsınız.” diye bağırdı Cihangir. Sinirle eli saçlarının arasından geçti. “Konuşmak istiyorum Deniz hadi gülüm.”

Derya'nın bileğimi saran elini savuşturup “Gelmek istemiyorum. Seni istemiyorum. Ben senden geçtim artık sen de benden geç!” dediğimde sertçe çenesini sıktı.

“Geçmem!” Eli beline gitti fakat orada kaldı. Silahı vardı! Cihangir hiçbir zaman boş bir adam olmamıştı zaten ama burada… Burası benim zaaflarımla doluydu. “Geleceksin Deniz! Sen bana yine kendin geleceksin.” Elini bana doğru uzattı. “Hadi gülüm uğraştırma beni.” diyerek ellerini havaya kaldırdı. “Bak hiçbir şey yapmayacağım. Sadece dinle beni.”

Dişlerimi sıktım. “İstemiyorum.”

Sert bir şekilde üzerime doğru gelirken “Bunu sen istedin!” deyip belindeki kabarıklığa elini koyarak yürümeye devam ettiğinde Derya önüme geçti.

“Allah'ıma kitabıma beynini delerim Cihangir uzak dur.”

Uzaklardan Alihan’ın sesini duyduğumda “Bırak lan!” diye bağırdı ama Cihangir sert bir şekilde kolumu sıktı ve o anda “Adam mısın lan sen!?” diyen Levent'in sözleriyle birlikte Cihangir önümden savruldu. Kolumda parmaklarının izi kaldığında Levent, Cihangir'i Aziz'in ayaklarının önüne doğru fırlattı.

“Alihan götür kızları.” diyen Aziz yere çöküp Cihangir'in yakasından tuttuğunda eli beline gitti. Elimi dudaklarıma kapatıp omuzlarımdan tutan Alihan'dan sıyrılmaya çalıştım. O anda Levent tişörtünü çıkarıp eline aldığında Cihangir'in belindeki silahı aldı. Cihangir sudan çıkmış balık gibi olurken yaşadığı hiçbir şeyden pişman değilmiş gibiydi. Benim için sadece oğlumun babasıydı fakat onu da görmezden geliyordum.

“Ama sen artık had ve hudud çizgisini fazla aştın!” diyen Aziz, Cihangir'in yüzüne doğru kafa attı. Cihangir iki adım geri gidip dengesini koruyamadığında denize düşmesi kaçınılmaz oldu. Aziz ellerini beline koyup “Senin ulaşabileceğin tek deniz Allah'ın yarattığı su, kuluyla bu saatten sonra işin olamaz. Ha kendine bunu hak sayarsan yemin olsun seni Allah'ın suyunda boğarım.” dediğinde bana doğru ilerleyip elimi tuttu.

“Gidiyoruz.”

Loading...
0%