@bberdogans
|
"Zor diyorsun, zor olacak ki imtihan olsun." - Hz.Mevlana Aziz Vefa... Ben şu an ne yapıyordum? Deniz'in elini, avuç içimde hapsederken ne düşünüyordum? Ne olmuştu az önce? Abim ve Levent'in İskele'ye gelmiş olmaları her ne kadar beni şaşırtmış olsa da aynı zamanda mutlu da etmişti. O ikisini Otel Faralya'da bulmak ise benim açımdan tamamen beklenmedikti. Evdeyken Levent'ten gelen saçma sapan mesajlarla bir anda soluğu Faralya'da almıştım, neden gelmiştim bilmiyordum ama buradaydım. Deniz'in karşısında, abimin sorgulayan bakışları ve Levent'in piç gülüşleri arasında ne diyeceğimi bilemez halde dikilmiştim. Benim sorunum neydi? Benim sorunumun ne olduğunu bilmiyordum ancak bize sorun olacak olan birini biliyordum. Onun Deniz'e olan bakışlarından, delirmiş gibi davranışlarından anladığım kadarıyla başımıza bela almıştık. Başımıza diyordum çünkü o adamın Deniz'le beni gördüğü ilk an, erkeksi içgüdülerimle hissetmiştim ki o, hem bana hem de Deniz'e ıstırap olmak için gelmişti. Oysa onun varlığından bile haberim yokken mavinin en güzel tonuna boyanmıştım. Şimdi ise o maviliğe gri yağmur bulutları yerleşmeye meyil etmişti. Toprak, Deniz'in o geceki gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Toprak gözyaşı kokuyordu, hüzün yağmurları Deniz'in yüreğinin kıyılarında çiselemeye başlamıştı ve benim elimden bir şey gelmiyordu. Levent'in kolumu dürtmesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Bu aralar çok fazla dalgın ve de düşünceliydim üstelik düşüncelerimin başladığı yer belli değildi ancak gittiği ve de bittiği yer belliydi. Ne düşünürsem düşüneyim sonu yan komşuma çıkıyordu. Üstelik bu durumdan bir yanım mutluluk duyarken, diğer yanım ne hissedeceğinden emin değildi. "Dalgınsın gardaşım?" Soru sorarcasına tek kaşını kavislendiren Levent'e karşılık olarak omuz silkmekle yetindim. Hep beraber otelden çıktıktan sonra buraya geldiğim ilk gün keşfettiğim balıkçıya getirmiştim onları, birlikte yemek yemiş, bir süre oradan buradan sohbet döndürmüş sonrasında da abimi Ankara'ya yolcu etmiştik. Şu an yanımda yalnızca Levent vardı, abim her ne kadar kalmasını istesem de dedemi yeni gelişmelerden haberdar etmek için Ankara'ya dönmek istemişti. Yemekte anladığım kadarıyla İskele'ye gelme fikri bir anda ortaya çıkmıştı ve bu küçük çaplı iş seyahatinden yengemin bile haberi yoktu. Bu sebeple hemen yola çıkması gerekiyordu. Abimi yolcu ederken, Levent'in yanımda kalmak istemesi ise benim için kabusun başlangıcıydı. Levent kan kardeşimdi ve yeri gelir beni benden iyi bilirdi. Öyle ki otele geldiğim andan itibaren onun kadrajında yer aldığımın farkındaydım. Yemekteki sessizliğim de eklenince Levent için kurcalamaktan zevk alacağı harika bir malzemeye dönüşüvermiştim. Beni silkelemeden rahat etmeyecekti. Sessizce sahil şeridinden yürümeye devam ederken, Levent yerden küçük bir çakıl taşı alıp elinde sektirmeye başladı. Sessizce yürüdükten bir zaman sonra elindeki taşı kumsala doğru fırlattı. "Şu Deniz diyorum, esaslı kadına benziyor." Yürümeye devam ederken dalgınca "Öyledir." diye mırıldandım. "Öyle midir?" diyerek tek kaşını imayla kaldıran Levent'e omuz attım. "Beni kurcalamaktan vazgeç Levo." "O zaman sen de bana malzeme vermekten vazgeç. Neydi o oteldeki halin? Anasını satayım attığım son mesaj daha iletilmemişti bile." Duraksayıp dik bir şekilde arkadaşıma baktım. "Öyle mi Levo? Peki ya senin yaptığın iş mi gardaşım?" Levent oteldeyken yüzünde gördüğüme benzer piç bir gülüş sunup "Ben ne yapmışım ki?" diye omuz silkti. "Neydi lan o mesajlar? Yok otel taş gibiymiş, yok taşına toprağına maşallahmış, yok otel gibi otelmiş, gözleri çok güzelmiş. Sana ne lan otelin gözlerinden?" diyerek ardı ardına sitemlerimi sıraladım. Levent'in ne kadar zampara olduğu Ankara eşrafınca biliniyordu. Bu konuda oldukça nam salmıştı, kadın gördüğünde ağzı olduğundan bin kat daha iyi laf yapardı ve gözüne kestirdiği kadınlar genelde Levent'in yatağının başlığında yeni bir çarpı işareti olarak yer alırlardı. Arkadaşımın nasıl biri olduğunu bilirken ve attığı mesajları görmüşken benim otele gitmeme ne engel olabilirdi ki? "E yalan mı demişim?" deyip pişkince sırıttı. "Otel güzel Allah için, su gibi maşallah." dediğinde ters bakışımdan nasibini aldı ki bir anda 'r' yaptı. "Allah sahibine bağışlasın tabii, gözümüz yok." "Olmasın Levo, kızlara bilmem kaç numaralı bakışını atmak için kaşının altında gözün kalsın istiyorsan, onda gözün olmasın." Levent imalı gülüşlerini umarsızca savururken "Konumuz hala otel değil mi?" diye sordu. Sırtımı dikleştirip, hafifçe boğazımı temizlerken "Ya ne olacaktı?" diye sorusuna karşılık verdim. Levent başını iki yana salladı. "Yani ne bileyim gardaşım, birden..." diyerek sözlerine devam ederken, arkamızdan birinin hiddetle adımı haykırdığını duyduk. Başımızı aynı anda sesin geldiği yöne çevirdiğimizde benim çenem kasılırken, Levent bendeki ani değişimi fark edip kaş çatmakla yetindi. Cihangir hararetli adımlarla yanımıza geldiğinde tam karşımızda durdu. "Sonunda teke tek denk düşebildik. Güzel." diye mırıldanıp dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi. "Hayırdır la sana, bebe?" diye el kol hareketi yaparak Cihangir'in sözünü kesen Levent, kaşlarını çatarak Cihangir'e ters ters bakmaya başladı. O ise Levent'e küçümser bir bakış atıp onu görmezden gelmeyi tercih etti. Bakışlarını bana yöneltip "Onu sana bırakıp mutluluklar dileyeceğimi düşünmüyordun değil mi?" diye sordu. Bense hala ona bakmaya devam ediyordum. Onun gibi bir adamla tartışacak olmak ona değil, kendime hakaret demekti. Bu yüzden umursamamayı seçtim ve Levent'in omzunu sıktım. "Hadi birader, gidelim." Levent bakışlarını Cihangir'den çekmeden başını ağır ağır sallayıp "Gidelim gardaşım." dedi. Cihangir'i ardımızda bırakıp birkaç adım atmıştık ki yeniden onun sesini duyduk. "Bu kadar mı lan senin erkekliğin?" diye bağırınca Levent'in kanı ters akmaya başladı ve hızla arkasını dönerek Cihangir'in yakasına yapıştı. "Bir daha söylesene lan sen şunu, erkeği göstereyim sana." Cihangir alayla gülümserken Levent'e sanki yakasına yapışmış bir böcek gibi tiksintiyle baktı. "Aliş bitti de sıra çoban köpeğine mi geldi? Sen ne zaman karşıma geçeceksin lan?" diyerek bana bakmaya devam ederken, yakasını Levent'in ellerinden kurtardı. "Benim seninle bir derdim yok Cihangir, bas git yoluna efendi gibi gece vakti huzur kaçırma." "Benim huzurumu kaçırırken iyi mi lan?" diye bağırmaya devam etti Cihangir. "Ne buldu sende ha?" diyerek baştan aşağı küçümser bir edayla süzdü. "Gerçi Deniz'e de kızmıyorum, aciz ve ucuz insanlara oldum olası sempati beslemişti." dediğinde sabrımın son kırıntılarındaydım. "Ağzını topla lan." diyerek yeniden diklenen Levent'e karşılık Cihangir ona tiksindiren bir bakış savurdu. "Muhatabım sen değilsin, o. Çekil kenara, almayayım ayağımın altına." "Sen kimi ayağının altına alıyorsun lan?!" diyen Levent yeniden Cihangir'in yakasına yapışmaya niyetlendiğinde "Levo dur." diye söylendim. Arkadaşım kaşları çatılı bir şekilde bana döndüğünde anlamsız bakışlar gönderdi. "Ne demek dur gardaşım? İzin ver kim kimi altına alıyor göstereyim şuna." "Hayır dedim Levo, geri çık." Arkadaşım bana ters bir şekilde bakmaya devam ederken Cihangir, onun omzunda toz varmışçasına silkeledi. "Arkadaşının sözünü dinle Levo, benim derdim sen değilsin ancak biraz daha bana hırlamaya devam edersen arada kaynayan sen olacaksın." "Sen kimi tehdit ediyon la gevşek?" diyerek tekrar Cihangir'in yakasına yapışan Levent'i kenara çekmek için aralarına girdim. "Levo bırak birader, uğraşmaya değmez." Levent "Bir posta kayayım şuna değer mi değmez mi görürüz gardaşım." derken diğer yandan tuttuğum kolunu elimden kurtarmaya çalıştı. "Ama arkadaşını dinle Levent." diyerek gevrekçe gülümseyip yangına körükle giden Cihangir'in göğsünden ittirdim. "Eğer sana sataşmıyorsam efendiliğimdendir Cihangir ancak sabrımın sonlarındayım, sana son ikazım, defol git." "Efendilik ha? Onu da böyle mi tavladın yoksa, bu muhallebi çocuğu tavrınla mı gözüne girdin Deniz'in?" derken sesi öfkesine denk perde perde yükselmeye başladı. "Ulan hala konuşuyor koyduğumun göt lalesi. Aziz bırak şunu pilot moduna alayım." Levent öfkeyle burnundan solurken, gözlerinin akı kıpkırmızı oldu. "Levent geri dur." diyerek Cihangir'e döndüm. "Sen de git belanı başkasından bul." Cihangir sinirle kahkaha attı. Kahkahasının karanlığı gökyüzüne karıştı. "Bana sökmez senin bu efendiyim ayakların. Ona da sökmeyecek, uzak duracaksın!" O sinirle tehditlerini savururken, derinlerimden bir yerden filizlenen bir his ortaya çıktı. "Uzak durmazsam ne yapacaksın?" Kollarımı birbirine kenetleyip, bakışlarımı Cihangir'de sabitledim. Levent'in dudaklarına tarifsiz bir gülüş yerleşirken ellerini arkasında birleştirdi. "Ya da şöyle sorayım, uzak durmuyorum ne yapacaksın?" Cihangir'in bakışları öfkesinin hiddetiyle kararırken "Sen kiminle dans ettiğini bilmiyorsun." dedi. "Benim kim olduğumu bilmiyorsun." Bu sefer ben onu baştan ayağa süzdüm ve dudak büktüm. "Karşıdan rengini belli ediyorsun aslında. Karaktersizin, ahlak yoksununun birisin." Sözlerimin karşılığında Cihangir yakama yapıştı. "Seni öldürürüm lan!" Levent "Lan sen kimi öldürüyorsun?!" diyerek araya girmeye yeltendiğinde araya girmemesi için bakışlarımla onu durdurdum. Levent ellerini yumruk haline getirerek sinirle "Aziz." dese de Cihangir'e bakmaya devam etti. Levent'i duymazdan gelerek odağımı karşımdaki had bilmez adama çevirdim. "Sende o yürek yok. Olsaydı zamanında yüreğini ortaya koyar, şimdi uğruna artistlik yaptığın kadına o zaman sahip çıkardın." diyerek dikte bir şekilde konuştuğumda Cihangir'in şakaklarındaki damarlar sinirle atmaya başladı. "Neyine güveniyorsun lan sen? Kimsin sen?" Ellerimi iki yana açtım. "Bir yaradana bir de sende olmayan yüreğime." dedikten sonra ses tonum karanlık bir hal aldı. "Bir canım var bir de beni yaradanım Cihangir. Canımı sıkarsan, canını sıkarım." Burnundan ardı ardına öfkeli soluklar alırken "Bu iş burada bitmeyecek." dedi. "Eninde sonunda o bana tıpış tıpış gelecek ve sen de nereden çıktıysan oraya geri döneceksin." "Hiçbir yere gitmiyorum ve gitmeyeceğim. Deniz benim elimi tutmaya devam ettikçe fazlalık eden yalnızca sen olacaksın. Şu anda olduğu gibi." "O beni seviyor!" Dudaklarımdan acıdığımı belli eden gülüş firar etti. "Öyle mi? Sen onun gözlerine baktın mı Cihangir? Sana nasıl baktıklarına, sana bakarken nasıl korktuklarına şahit oldun mu? Sevgi acıtmaz, korkutmaz. Gerçi sana da bunları neden anlatıyorsam." diyerek dudak büktüm. "Deniz'i sevmeyi de, Deniz tarafından sevilme ihtimalinin güzelliğini de hiçbir zaman anlayamayacaksın. Sen yanında istediğinde bakacağın, istediğinde yüz çevireceğin bezden bir bebek arıyorsun ama öyle bir dünya yok. O, yanımda olmak istediği sürece sen yalnızca." derken bir adım geri çıkıp gözlerine baktım. Gözleri boş, manevi duygulardan mahrum ve anlamsızca bakıyordu. "Sen, Deniz'e yalnızca bu mesafeden bakabileceksin. Dahası olmayacak!" Levent'e başımla işaret verip "Hadi Levent, burada işimiz bitti, gidelim kardeşim." dedim. Levent bakışları hala Cihangir'de kilitli bir şekildeyken yeniden başını ağır ağır salladı. Cihangir ise elleri yumruk halde, öfkeli solukları göğsünü delermişçesine sert bir şekilde kendini belli ederken arkamdan "Ona beni sordun mu?!" diye bağırdı. "Beni ondan dinlendin mi? Benimleyken yaşadıklarını anlattı mı sana ya da benimle geçirdiği gecelerin..." dediğinde son sabır kırıntısını da yitirmiş oldum. Bir anlık sinirle geri dönüp o nereden geldiğini anlamadan yüzüne yumruğumu geçirdim. "Sana sabrımın sonundayım demiştim!" dediğimde Cihangir'in başı aldığı darbenin şiddetiyle yana döndü. Yere kahkaha atarak kan tükürdükten sonra dudağının kenarını elinin tersiyle sildi ve elindeki kana baktı. "Sana bunu fena ödeteceğim." diyerek bu sefer de o benim yüzüme yumruk attı. Dudağımın kenarında inceden bir sızı hissettim ama içimde hissettiğim sızı, dudağımın kenarında hissettiğimden on kat daha fazla acı veriyordu. Cihangir yakama yapıştığında "Sana öyle şeyler yapacağım ki Deniz'in adını unutacaksın." dedi ve ben ona "Bendeki Deniz'i unutturmaya senin gücün yetmez." diyerek karşılık vermeye başladığımda kayış hepten koptu. Levent öfkesini bir kenara bırakıp sıkı sıkı kolumdan tutarak beni kenara çekmeye çalışırken, benim sanki gözüm dönmüş gibiydi. Keza Cihangir de öyleydi. Birimizin derdi sarsılan egosunu tatmin etmek, diğerinin ise yüreğinde yeni yeni yeşermeye başlayan filizlerinin üzerine basılmasına engel olmaktı. Levent bizi ayırmaya çalışırken o, hala Deniz'in adını sayıklıyor, onun hakkında saçma sapan konuşuyordu. Her şey bir yana onun ağzından Deniz'in adını işitmek beni olmadığım bir adama döndürüyordu. Onun adı leş kargası diyebileceğim birinin dudakları arasından dökülmemeliydi. Yumruklarımın esiri olan adamın dilinden dökülen her Deniz kelimesi, Deniz'in mavisine katran damlatıyordu sanki. Cihangir'le birbirimize girdiğimizde Levent'in gücü bizi ayırmaya yetmedi ve etrafa seslendi. "Sirk mi döndürüyoruz anasını satayım, ayırsanız ya şunları." dediğinde etrafımızda bizi ayırmak için daha çok insan toplanmaya başladı. Birkaç kişi ile birlikte Levent benim kolumu tutarken, iki üç kişi de Cihangir'in kolundan tutuyor bizi ayırmaya çalışıyorlardı. Biz birbirimize öldürücü bakışlar atarken, bizi tutanların kollarından sıyrılmaya çalışıyorduk. Şu an ne yapıyordum, bilmiyordum. Neden ve ne ara bu hale gelmiştim, bilmiyordum. Bildiğim bir şey vardı ki karşımdaki adamın kışkırtan sözlerinden sebep Deniz ve onu yan yana zihnimde canlandırmak zorunda kalıyor ve bundan asla memnun olmuyordum. Ellerim yumruk haline geliyor, içimde zincirlerini kırarak bu adama saldırmak isteyen bir canavar peydahlanıyordu. Gözümün önüne inen perde hissettiğim öfke ile bir türlü dağılmazken, onun sesini işittim. Uzaklardan gelen bir yanılsama gibiydi, sonra varlığını hissettim. Ayaklarının çakıl taşlarını ezen sesini, endişesini, korkusunu. Kimeydi endişesi? Bana mı, ona mı? Korkusunun sebebi neydi? Ben mi, o mu? Deniz'in rüzgar çanlarını andıran sesinden endişeyle "Aziz." kelimesi kulaklarıma dolduğunda bir nebze olsun durulduğumu hissettim. Onun adı değil, benim adım dökülmüştü dudaklarından ve bana değil, ona tepki gösteriyordu. Bana bakan gözlerinde endişe yer etmişken, Cihangir'e dönen bakışları nefret ve öfke kılıçlarını kuşanıyordu. Bir bakışıyla kalbim takla atarken, bir an soluksuz kaldığımı sandım. Bana ne yapıyordu böyle? Ve şimdi buradaydım. Deniz'in eli avcumun içinde gizliydi ve Alihan'ın "Anahtarlar üstünde." dediği arabasına büyük adımlarla ilerliyorduk. Cihangir'e son sözlerimle birlikte kafa atmamla, Deniz'in elini kendime saklamam anlık olaydı. Asıl olan ise şu andı ve sonrasında yaşanacak olanlardı. Deniz sessizce elimi tutup, beni takip etti, yine aynı sessizlik içerisinde arabaya bindi ve yola çıkmamızı bekledi. Yol bizi nereye götürürse o yöne sürdüm. Ardımda bıraktığım adama ne olduğu ya da ne olacağı umurumda değildi. En yakın arkadaşımı bilmediği bir şehirde bir başına bırakmıştım, o da umurumda değildi. Yalnızca derin nefesler alarak yanıbaşımda oturan kadını düşünüyordum. Kırgın mıydı? Üzgün müydü? Yoksa kızgın mıydı? Anlamak zordu. Ana yolun sağında ve solunda hızıma oranla akmaya devam eden turuncu trafik aydınlatmalarına bakıyordu. Benden tarafa bakmıyordu, bir şey söylemiyordu. Kızgın mıydı, değil miydi anlamıyordum. "Sana ne kardeşim!" diyebilirdi, "Çek sağa, ineceğim!" de diyebilirdi ama demiyordu. Deniz'i biraz olsun tanıdıysam bana hayatına burnumu soktuğum için ağzımın payını vermeliydi ancak sesi çıkmıyordu. Teşekkür de beklemiyordum ki, bu durumda teşekkür de edilmezdi zaten keza benim de yaptıklarım hoş değildi. Yine de olumlu veya olumsuz bir şey söylemesini bekledim ama o hiçbir şey söylemedi ve ben de sürmeye devam ettim. Nereye gittiğim hakkında en ufak fikrim yoktu. Ne kadar zamandır yolda olduğumuzdan emin değildim, sessizlik bunaltıcıydı ancak Deniz bir şey söylemeden önce lafa girmek de istemiyordum. Bir süre daha sessizce yola devam ettik, bana saatler gelen birkaç dakika sonrasında Deniz mırıltıyla "Nereye gittiğini biliyor musun?" diye sordu. Sesi fısıltıdan halliceydi, ses tonundan ruh halini tahlil etmek imkansızdı. "Bilmiyorum." diyerek karşılık verdiğimde boğazımın kuruluğu canımı yaktı. Ağırca yutkunmaya çalıştım fakat başarısız oldum. Sonrasında dikkatimi yola verdim ve nerede olduğumuzu gerçekten de bilmediğimi fark ettim. Her yer alabildiğine yeşillik, alabildiğine kayalık ve alabildiğine yoldu, yol ise her yere çıkabilirdi. Bir yanım gitmek, yolun sonunu görmek ve bu sırada sakinleşmeye çalışmak isterken, diğer yanım arkamızda bıraktığımız yolun ucunda Aslan ve Levent var diyordu. Aslan ve Levent diyen yanım buradan çekip gitme isteğime galip geldi. Derin bir nefes alıp sağa sinyal verdim ve aracı durdurdum. Etraf simsiyahtı, sadece aydınlatmaların cılız ışıkları vardı ki onun da arabanın içine faydası yoktu. Arabanın farları çakıl taşlarını renklendirirken bakışlarımı karşıya çevirdim. İrili ufaklı ışıklar denizin karanlık gölgesi üzerinde gerdanlık gibi ışıldıyordu. Enfes bir manzara olabilirdi, şu an tadını çıkarabiliyor olsaydım ancak huzursuzdum. Hayır huzurluydum. Cihangir'in sözlerine rağmen huzurluydum, Deniz orada olmak yerine benim yanımdaydı, Aslan'ın babası olmasına rağmen onunla kalmak istememişti. Benimle gelmişti, bu düşünceye tutunarak huzursuzluk içerisinde kendime huzur inşa etmeye çalışıyordum. Deniz'e sormak istediğim onlarca sorum vardı ve hepsi neden ile başlıyordu. Ancak kendimde bu hakkı bulamıyordum, ne diyecektim? Deniz, bana söylemek istediğin bir şey var mı? Deniz, neden gözlerime bakmıyorsun? Deniz, neden onun değil de benim yanımdasın? Deniz, neden elini tutmama izin verdin? Kesik bir nefes sesiyle birlikte bana döndüğünde dudaklarımızın aynı anda açılması soluğumu kesti. "İyi misin?" diye sorarken kendimi bulduğumda onun bana karşılık olarak "Özür dilerim." demesi hislerimin heyelana dönüşmesine sebep oldu. Özür dilerim mi? Özür dilemesi gereken kişi o değildi. Geçen zamanın ve o zaman zarfında karşısına çıkan insanların ona özür borcu vardı. Hayatın ona özür borcu vardı ama o benden özür diliyordu. Yutkunamadım. Gözlerini kırpıştırdı. Bakışları yüzümdeki acınası sızlamalarda donakaldı. "Dudağının kenarından akan kan yüzünden kendimi asla affetmeyeceğim Aziz." Sağ eli bilinçsizce havaya kalkarken tam aramızda havada kaldı. Derin bir soluk aldı ve yasak bir meyveymişim gibi bakışları puslanarak elini kucağına indirdi. Onun üzgün... benim için üzülmüş halini gördükten sonra canım acımış, kanım dökülmüş mühim değildi. Hiç mühim değildi. Onun karanlıkta bile parıldayan sonsuz mavilikteki gözlerine bakarken fısıltı halinde tek bir cümle döküldü dudaklarımdan. Duyduğundan bile emin değildim. "Canın sağ olsun, sana bir şey olmasın." Sol kaşı havalandı. Bir şey söylemek için aralanan dudaklarını vazgeçişleriyle beraber dolgun alt dudağını üst dudağının üzerine kapatarak yeni bir vazgeçişi daha aramıza iliştirdi. Başını camdan dışarıya çevirmeden önce saniyelik sağ elime bakışını yakaladım. Omuzları havaya kalkacak kadar derin bir nefes alıp "Teşekkür ederim." dedi. "Neden?" Kaşlarının arasına hüzün yerleşti. "Uzun zaman sonra önemsendiğimi hissetmek..." diyerek söze girdiğinde bir an duraksadı. "Öyle işte." diye kestirip attı. İçimde fırtınalar koparken susmak zor geliyordu. Ne yaşamıştı, hayattan payını ne şekilde almıştı bilmiyordum ama ne yaşamış olursa olsun derdine çare olmak isteğiyle doluyordum. Gözlerine inen pusu silip süpürmek istiyordum. Onu sabaha kadar dinlemek her şeyini bilmek, onu her şeyden korumak istiyordum. Bakışlarım çaktırmadan onun uçsuz bucaksız maviliklerine dokundu. Orada mahcubiyet vardı, üzüntü vardı, kırgınlık ve de çok fazla kırılmışlık... "İnsanlar diyorum..." dedim sessizce, derin bir soluk verdiğimde bakışlarıma karşılık verdi. "İnsanlar sever gibi, önemser gibi, ilgilenir gibi, umursar gibi, arkamızda gibi, var gibi, hep gibi ama aslında hiç gibi derler." derken bakışlarımı manzara çevirdim. "Sen hiçliğe terkedilmeyecek kadar kıymetlisin Deniz." Ağırca yutkunma sesi duyulurken iç çekme isteğimi bastırmak zorunda kaldım. Bir süre sessizliği kuşandı üzerine, birkaç kez ardı ardına yutkundu, tam ağzını açmak üzereydi ki "Hadi seni Aslan'a götürelim, oğlun seni bekliyordur." diyerek sözlerine engel oldum. Şu an ondan ne duymak istediğimden emin değildim. Dili dudaklarını ıslattıktan sonra küçük hareketlerle başını salladı ve ben yeniden marşa basıp öfke ve bilinmezlikle geldiğim yoldan kendime sormam gereken onlarca soruyla geri döndüm. **** Eve geldiğimde Levent'i balkonda otururken yakaladım. Bahçe kapısından içeri girdiğimde başını kaldırdı ve kapıya koştu. Ağır adımlarla bahçeyi adımladığımda ilk defa akşamsefaların kokusunu umursamadım. Levent seri bir şekilde kapıyı açıp hızla yanıma geldi. "Gardaşım, iyi misin?" Omuz silkip içeriye girdim. İyi miydim? Levent peşimden gelerek bana dikkatle bakmaya başladı. "Neyin var senin Aziz, kimdi o lavuk?" diye haklı bir merakla sorularını sıraladı. Mutfağa ilerleyip, kendime büyük bir bardak su doldurdum. Levent ise ayağını sabırsız bir şekilde sert zemine vurmaya başladı, bu hali bana Afife Sultan'ı anımsatmıştı. Halime tezat, dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Bardağı tezgaha bırakıp balkona ilerlediğimde arkadaşım beni takip ederken "Bir şey sordum." diye terslendi. Olduğum yerde kalıp ona döndüm. "Ne var Levent?" "O lavuk kimdi diye sordum. Seni hiç öyle görmemiştim, ne oluyor?" "Tanımıyorum." diye mırıldandım. "Ne zamandan beri tanımadığın adamlara kafa atıyorsun sen?" "Çok kurcalıyorsun beni Levo, hoşuma gitmiyor." dediğimde ters ters bana bakmaya başladı. "Kurcalayacağım tabii, görmüyor musun halini?" Elimi yüzümden geçirdim. "Yok benim bir şeyim." "Belli oluyor gardaşım." dediğinde "Ne belli oluyor Levo, ne?!" diye bağırdım. "Ne husumet var o lavukla aranda?" "Belasını aradı." diye sitem edip sert bir soluk bıraktım. "Ya da ben belamı buldum, bilmiyorum." Levent'in sözlerim karşısında kaşları çatılırken "O da ne demek?" diye sordu. Ev dar gelmeye başlayınca biraz olsun nefes alabilmek için balkona çıktım. Bakışlarım istemsizce yan eve döndü. Üst kattaki odalardan birinin cılız ışığı parıldıyordu. "Bilmiyorum." diye mırıldandım. "Bir şey var onda bana ait bilmiyorum. Ne ara oldu, ne oldu bilmiyorum. Tek düşündüğüm onun ve oğlunun iyi olması, tek istediğim..." derken Levent yanıma gelip omzumu sıktı. "Anlat bana gardaşım." dedi, parmakları omzumu sıkı sıkı sardı. "Anlat Aziz. Ne oldu sana?" Başım yeniden bu sefer bile isteye yan eve döndü. Benimle birlikte Levent'in de bakışları yan eve takıldı ve kaşlarını imayla havalandırdı. "Anlatacak bir şey var mı ki dostum? Sonsuz maviliğin içine hapsolmuş gibiyim. Denizin mavisi, göğün mavisine dokundu." Levent'e doğru dönüp omzumdaki elini pat patlayarak içli bir nefes koyuverdim. Dostum bakışlarıyla beni tartarken, geceden beri dik durmayı kendine görev bilmiş omuzlarım çöktü. Beni en iyi Levent bilirdi ve yine beni en iyi o anlayacaktı. "Tavanı kadar göğün ve dibi kadar cehennemin Levent." dediğimde Levent'in gözleri kocaman oldu ancak sözümü bitirmeme de izin verdi. "Yeminimi bozduracak kadar, artık inanmam dediğim ne varsa hepsine yeniden inanacak kadar." "Aziz." diye mırıldanan dostumun söyleyeceklerini dinlemek istemedim. Kendime bile yeni yeni anlatabildiğim şeyleri başka birinden duymak istemiyordum. "Ben biraz hava alacağım kardeşim, üst katta misafir odaları var istediğine girebilirsin." diyerek koridoru adımlamaya başladım. Levent başını anlayışla sallarken, kapıyı ardımdan kapatıp çıktım. Bahçeden çıktığım gibi olduğum yere çöktüm. Saat gecenin üçü olmalıydı, dışarısı dolanan bir iki kedi yavrusu ve birkaç sokak öteden duyulan köpek sesleri dışında sessizdi. Kaldırımda otururken önce etrafıma sonra üstüme başıma baktım, resmen dağılmıştım. Dudağımda ince bir sızı vardı, krem gömleğimde bir iki damla kan lekesi göze batıyordu. Yaka düğmelerinden biri kopmuş diğeri ise kopmak üzereydi. Tam bir serseri gibi görünüyordum. Annem görse kadının yüreğine inerdi, abim görse şaşkınlıktan küçük dilini yutardı. Kavga etmeyi sevmezdim ben, Levent'le takılmak her ne kadar bela çekmek anlamına gelse de kavganın olduğu yerde durmazdım. Bu gece ise içimden çok farklı bir Aziz çıkmıştı. Gözü bir tek şey dışında hiçbir şey görmemişti, nedenlerini sonuçlarıyla beraber düşünen, bir adım atmadan on adım ötesinin hesabını yapan adamdan bambaşka adama dönüşüvermiştim. Oysa beni ilgilendiren bir şey olmamalıydı. O adam ne derse desin, kendime vazife biçmemeliydim. Deniz'i ve Aslan'ı ilgilendiren bir durumdu bu ve ben dış kapının mandalından başka bir şey değildim. Geri durmalıydım. Durmadım. Deniz'in gözünden Aslan uğruna akan yaşı görmüşken, Aslan'ın değmeyecek birine olan derin özlemini biliyorken engelleyemedim kendimi. Aslan, babasının hasretiyle serpilen, ufacık yaşında tek dalı kırılmış şekilde büyümeye çalışan küçük bir fidandı. O adam Aslan'ı bilse çocuğun diğer dalını da kırmak istemez miydi? İsteyecekti. Hissediyordum, Deniz'in korkuları kuruntudan ibaret değildi. Bu gece o adamın gözlerindeki öfkeyle bilenmiştim. Cihangir'in öfkesi hem Deniz'i hem Aslan'ı yakacaktı. "Sana ne be adam?" diyerek ellerimi önümde birleştirip yumruk haline getirdim. Kulaklarımı kapatmak istedim, yapamadım. Kulaklarımı kapatacak olmam iç sesimi duymayacağım anlamına gelmiyordu. İçimdeki ses bangır bangır bağırıyordu, susmak bilmiyordu. Aslan'ı düşündüm önce, onunla buraya taşındığım gün tanışmıştım ve o gün bile babasının gururu olmak için çabalarken görmüştüm. O babasının gururu olmak için çabalarken, babasının egoist ve annesinin gözyaşı dökmesine sebep olan bir adam olduğunu bilse ne olacaktı? Hayal kırıklığı... Aslan, babasını gözünde o kadar çok büyütüyordu ki Cihangir'le tanışmış olsa bile yetmeyecekti. Aslan çok daha fazlasını isteyecek, yılların ondan esirgediği sevgiyi arayacaktı, Cihangir ona bunu verebilir miydi? Burnumdan sert bir nefes alıp akşamsefaların kokusunu ciğerlerime doldurdum. Belki de verirdi. Bu düşünce istemsizce canımı acıttı. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Gözümün önüne Aslan'la yaptığımız maçlar, sahilden toplayıp getirdiği deniz kabuklarını büyük bir hevesle verdiği anlar geliyordu. Sonra ise babasıyla el ele olduğu, onunla kahkahalar attığı, maç yaptığı, Şampiyon'u beraber gezdirdikleri hayali anlar süzülüyordu. Yutkunmaya çalıştım, beceremedim. Aslan'a fena kapılmıştım, onun çocuksu heveslerinin aile trajedisi arasında yitip gitme ihtimali tüylerimi ürpertiyordu. Sonrasında Deniz belirdi önümde, Aslan'la kahkahaları benim evden duyulacak şekilde oynadıkları frizbi oyunları, çiçekleri sularken kendi kendine şarkı mırıldanması ve gecenin kör vakti sessizce ellerini fesleğenlerinde gezdirmesi... Fesleğenlerin kokusu burnuma doldu bu sefer. Peki ya Deniz... "Uyku tutmadı galiba?" diyen sesi işittiğimde gözlerimi açtım ve odaklanmaya çalıştım. Başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde, Deniz'i elinde ilk yardım çantasıyla gördüm. Çekingen bir tebessüm vardı dudaklarında ve mavileri ben buradayım dercesine bana göz kırpıyordu. "Biraz hava almak istedim." diyerek karşılık verdim. Küçük çocuk edasında bir eliyle geldiği yönü işaret etti. "Gitmemi ister misin?" Dudağım çocuksu halini görünce yukarı doğru kıvrıldı. "Kalmak ister misin?" Gözbebekleri mavinin en yoğun rengine büründü. "Kalmamı istersen kalırım." Ve dudaklarım keyifle gülümsedi bu sefer, nasıl git derdim? Yumruk halindeki ellerim çözüldü, sert zemini elimle pat patlayıp tozunu silkeledim ve ona baktım. "Gel." Deniz küçük adımlarla yanıma gelmeden önce sağı solu kolaçan etti ve yanıma gelip yere çöktü. Birkaç saniye kadar gözlerime baktı sonrasında bakışları dudağıma indi ve çenesini sıktı. Sığ bir nefes koyuverip "Nasılsın?" diye sordu. "İyiyim." diyerek karşılık verdim. Tek kaşını havaya kaldırdığında hafifçe kaşlarımı çattım. "Ne?" Beklediği cevap bu değilmişçesine kaşını havalandırmaya devam etti. "Ne oldu?" Bilmiş bir eda takındı. "Yalan söylüyorsun." Küçücük bir tebessüm gönderdim. "Söylemiyorum, gerçekten iyiyim." Gözlerini kısıp dikkatle baktı, birçok kez karşılaştığım inatçı Deniz vardı karşımda. Bir süre sonra "Canın acıyor." dedi. Gözlerimi kaçırdım. Acıyordu. "Hayır acımıyor, küçük bir şey sadece, öldürmez." Deniz'in yutkunuşunu hissettim ama bakmadım, konuyu değiştirmeye karar verdim. "Sen neden uyanıksın, seni de mi uyku tutmadı?" Elindeki ilk yardım çantasının üzerinde parmaklarını gezdirdi. "Uyuyamadım." "Neden?" "Düşünüyordum." "Neyi?" Kimi? "Ne yapacağımı." derken o kadar çaresiz görünüyordu ki ne diyeceğimi bilemedim. En iyi yaptığım şeyi yaptım, dinledim. "Aslan'ı kaybetmekten korkuyorum Aziz." diye mırıldanmaya başladı. "Onun gözü dönmüş hallerini biliyorum, gücünü ve inadını da biliyorum. Ben... İtiraf etmek çok zor... Onun gücü ve inadıyla savaşabileceğimden emin değilim." Bakışlarını bu sefer o kaçırdı. "Gün karanlıkların içinden doğar Deniz. Sen güçlüsün, belki şu an için farkında değilsin ancak Cihangir'in gücü senin gücünle kıyaslanamaz." dediğimde küçük bir umut ışığı arayan bakışları merakla parıldadı. "Sen annesin Deniz. Oğlunu çok seven, onun için herşeyi yapan, yapacak olansın. Aslan'ı senden almaya kimsenin gücü yetmez, sen istemediğin sürece kalbini söküp alamazlar." Deniz'in bakışları puslanırken, başını Aslan'ın odası olduğunu tahmin ettiğim odaya doğru çevirdi. "Alamazlar değil mi?" diye mırıldandı. Net bir ifadeyle "Asla." dedim. Dudaklarını dişleri arasına alıp burnunu çekti. "Alamayacak." dedi, sanki kendini inandırmak istermiş gibi. "O benim, kimse oğlumu benden alamaz." diyerek evdeki bakışlarını bana çevirdi. "Teşekkür ederim... Yeniden." Kasvetli havayı dağıtmak istercesine "Bu gece fazlasıyla teşekkür dozu aldığımı düşünüyorum." dedim. Nitekim işe yaradı, dudakları tebessümle aydınlandı. Ben de onunla birlikte gülümsediğimde dudağımdaki sızının şiddeti arttı ve ılıklık hissettim. Dudağımın patlayan tarafının yeniden kanadığını fark ettim ki bu durum Deniz'in de dikkatinden kaçmadı. "Aziz, dudağın kanıyor." Elimi dudağıma götürmek üzereyken hızla elime uzanıp tuttu. "Yapma, canın acıyacak." Önce ona sonra elimi tutan eline baktım. İnce, uzun parmakları öylesine güzel sarıyordu ki elimi şu anda takılı kalmak istedim. Deniz de ne yaptığının yeni farkına varmış olacak ki elektriğe kapılmış gibi bir anda elini çekti. "Pansuman yapmak lazım." diyerek kucağındaki çantasını kurcalamaya başladı. Batikon ve küçük bir pamuk çıkarıp ilacı pamuğa damlattı sonrasında bedenini bana çevirerek "Bu acı verecek." dedi. "Acımayacak." diyerek karşılık verdiğimde, ağır hareketlerle pamuğu dudağıma değdirmeye başladı. Yarası olan sanki ben değilim de oymuş gibi tedirginlikle kaşlarını çatarak dudağıma bakarken, ben yalnızca gözlerine baktım. İnatçı, ürkek, endişeli ve de güçlü bakışları içimde depremlere sebep oluyordu. İşini pür dikkat yaparken yudum yudum onu içtim, canımı acıtmamak için gösterdiği çaba nedensizce mutlu etti. Pansumanın bittiğinden emin olduktan sonra bir anda bakışlarını gözlerime çevirdi, iki mavi birbiriyle çarpıştı. Tavanı kadar göğün ve dibi kadar cehennemin... Tüm mavilere inat, tüm olmazlara inat, tüm yeminlere inat, inatla çarptı kalbim. Soluksuz kaldım ve yine onun gözlerine bakarak soluk aldım. Hissedebiliyor muydu, görebiliyor muydu gözlerime bakınca boğulduğum yer ile nefes aldığım yerin aynı yer olduğunu? O da nefes alabiliyor muydu gözlerime bakınca, bir an bile olsa tüm derdini, sorununu unutabiliyor muydu? "Acımadı." diye fısıldadım bakışlarımı bir an olsun kaçırmadan. "Acıtmadın." Gözlerini kırpıştırarak baktığında bir şey söylemek üzereydi ki Ayşe Hanım teyzenin evinin lambası yandı. Deniz hemen silkelenip kendine gelirken panikle "Optik Ayşen alarmı." diye fısıldadı ve hızla ayağa kalktı. Onun bu halini görünce gülmeden edemedim. "Gülme, kalk hadi. Optik Ayşen'in bizi böyle görmesini istemeyiz." Belki de isteriz? Keyifle dudak büktüm. "Ne yapıyoruz ki?" Şaşkınca gözlerime baktı. "Saat gecenin kaçı biliyor musun sen?" "Saatin kaç olduğunu umursamayacak kadar meşgulüm." diyerek omuz silktim. "Umarsız mısın sen? Optik Ayşen bizi böyle görürse yarın sabah bizi İskele'ye manşet yapar." diye sitem ettiğinde bir yandan da Ayşen Hanım'ın evini gözlüyordu. "Hadi kalk, yakalanmayalım." deyip elini uzattı. Önce eline sonra ona baktım ve elini tutup ayağa kalktım. Boylarımız birbirine hizalandığında kısa bir an nefesi tekledi. Tam o sırada Ayşen Hanım balkon kapısını açıp dışarı çıktığında Deniz'in belinden kavrayıp kendime doğru çekerek onu sarmaşıklarla arama sakladım. Ayşen Hanım'ın görüş alanına ters gelen alanda onun içeri girmesini beklerken soluklarımız birbirine karıştı. "Ne yapıyorsun?" "Seni saklıyorum, Ayşen Hanım'a yakalanmak istemediğini sanıyordum." dediğimde tek kaşımı imayla havalandırdım. "Ya görürse?" diye panikle fısıldarken, keyifle onu izledim. "Görmeyecek, burası Ayşen Hanım radarına ters düşüyor." İmalı bakışlar arasında "Bakıyorum mahallenin açığını yakalamışsın." diye mırıldandı. "Ne yapalım?" diyerek omuz silktim. "Ayşen Hanım gibi bir karşı komşum varken tedbirli olmalıyım." "Ne için?" Kaşları merakla çatılırken ses tonu adını koyamadığım bir tona büründü. "Bilmem. Şu an için olabilir mesela, işe yaramış görünüyor." dediğimde Ayşen Hanım sokağa kısa bir bakış atıp içeri girdi ve lambasını kapattı. "Sanırım tehlike geçti." diye mırıldandım ama bir adım öteye gitmedim. "Sanırım." derken bakışları yeniden beni buldu ve orada saplanıp kaldı. Geçen birkaç saniyelik süreçte beni gerçekten gördüğünü hissettim, göz bebekleri büyürken nefes alışları değişti ve sonraki saniyede büyü bozuldu. Bir anda kendine çeki düzen verip benden uzaklaştı ve hararetle "Ben gitsem iyi olacak." diye söylendi. Hızla benden ayrılıp uzaklaşmaya başladı. Bakışlarını kaçırarak, belli belirsiz sesle "İyi geceler." dedi ve alelacele eve adımladı. Onun gidişini izlerken geçen iki dakikalık sürece anlam veremedim. Neden bir anda benden kaçmıştı? **** "Abi, bana bunu yaptırma. Holdinge ait işlere beni alet etme." Balkonda Levent'le kahvelerimizi yudumlarken abimin aramasıyla keyifli sohbetimiz bölünmüş, abimin benden ricası üzerine gün tatsız bir hal almaya başlamıştı. "Buraya geri dönmek zorunda kaldığımı biliyorsun Aziz ancak oradaki anlaşmayı da bir an önce resmiyete dökmeliyim. Bana yardım etmelisin." Gözlerimi devirerek nefesimi koyuverdiğimde, Levent el kol hareketi yaparak kaşlarıyla durumun ne olduğunu sordu. Yeniden göz devirerek karşılık verdim. "Olmaz abi, biliyorum zor durumda kalacaksın ama beni karıştırma şirketin işlerine. Dedemin işlerine bir kere karışmam demek, Sermet Vefa'nın bana pençelerini geçirmesi demek. Ben bunu istemiyorum." Abimin oflayan sesi ahizeden taştı. "Senden başkasına güvenemem Aziz. Deniz Hanım'ı tanıyorsun, kadın dip komşun, her gün yüz yüze baktığın insan zaten bir akşam yemeği ve imzasını alacaksın o kadar. Sonrasında yemin ederim seni bir daha şirket işlerine bulaştırmayacağım." Beni köşeye sıkıştırmak için elinden geleni yapıyordu. İç çekerek "Abi." diye sitem ettim. "Abim." diyerek karşılık verdi. "Bak ne güzel söylüyorsun, abinim lan ben senin yap bir güzellik işte. Alt tarafı kadının bir imzasını alacaksın, nikahına almayacaksın." derken içtiğim kahvenin telvesi boğazıma oturdu. Hızla öksürüp nefesimi toparlamaya çalışırken, elimi, kolumu nereye koyacağımı bilemedim. Ben reddetmeden önce o konuşmaya devam etti. "Bak söz verdim Aziz, yemin ederim seni bir daha bu işlere sokmayacağım. Bir imza için getirtme beni oraya, hadi be koçum." Derin nefes alarak durumu değerlendirmeye başladım. İki gün önce Deniz'in benden kaçarak uzaklaşması zihnime üşüştü. Bir yerde kaçırdığım, göremediğim bir nokta vardı ve bunu bulamadığım için Deniz'in benden kaçar gibi gidişlerine anlam veremiyordum. Bu yemek o noktayı bulmama yardım eder miydi? Kim bilir, denemeye değerdi. Onu en son geçen gece kaldırımda otururken görmüştüm sonrasında hiçbir şekilde denk gelememiştik. Aslan ve o iyi miydi, o adam onları hala taciz ediyor muydu, bilmiyordum. Belki de ayağıma gelen fırsatı değerlendirmeliydim. Ben düşüncelerim arasında savrulurken abim rica, minnet sözleri kulağıma dolmaya devam ediyordu. Nitekim hem abimin çenesinden yılmış hem de kararımı vermiştim. "Allah aşkına yeter abi, tamam pes ediyorum. Alacağım imzayı." diye pes ettim. Abim inadımdan vazgeçmeyeceğimi düşünmüş olmalıydı ki kabullenişim onu şaşırttı. "Valla mı?" "Evet abi, haftasonuna kadar bir yemek organize eder, alırım imzasını olur mu?" Abim derin bir nefes bırakırken, rahatladığı her halinden belli oluyordu. "Aslanım benim, bu kıyağını unutmayacağım. Akşama evrakları sana mail atarım, tamam mı?" "Hıhı." diyerek karşılık verdim. "Ama bil ki bu kıyağı sen unutsan bile ben unutmana izin vermeyeceğim." Abimse sözlerime karşılık kahkaha atarken "Eyvallah kardeşim, başım üstüne." diyerek Levent'e selam söyleyip telefonu kapattı. Burnumdan nefeslenerek telefonu masanın üzerine bıraktım. "Hayırdır Aziz'im, imza falan ne iş?" diyerek kaşıyla masanın üzerindeki telefonu işaret etti. Burnumun kemerini sıkarak "Abimin işleri işte." diye söylendim. "Deniz'in oteliyle ilgili anlaşmanın imzalarını benim almamı istiyor." Levent kaşlarını hafifçe çatarak sırtını sandalyeye yasladı. "E ne güzel işte, fırsat ayağına gelmiş." "O iş öyle yürümüyor işte kardeşim. Ben onunla sırf şu konaklama işi yüzünden iki inatçı keçi gibi kafa kafaya geldim. Karşısına geçtiğimde benim o şirketle bir bağlantım yok, ben dümdüz Aziz Vefa'yım dedim. Şimdi ne halt edeceğim, ne diyeceğim Deniz'e? Ben aslında öğretmenim ama dedemin de yarı zamanlı ayakçısıyım mı?" Kederle iç çektim. "Zaten sürekli bir yanlış anlaşılmanın içinde debeleniyormuşuz gibi hissediyorum, bir de bununla mı uğraşacağım?" "Bak, çubuğun boklu tarafına denk gelmişsin işte." diyerek durumu özetleyen dostuma başımı salladım. "Aynen öyle." "E ne yapacaksın şimdi?" "Mecbur yemeğe çıkacağım." dediğimde Levent imayla gülümseyip bacak bacak üstüne attı. "İstemem yan cebime koy diyorsun yani, o da olur." Kaşlarımı olumsuz şekilde havalandırdım. "Hayır kardeşim, senin gibi bir adamla nereden beladan arkadaş oldum acaba diyorum. Arkadaş mısın, tazı köpeği misin belli değil." Levent kısa kollu gömleğinin yakalarını gururla havalandırdı. "Var öyle meziyetlerimiz tabii." deyip sağı solu kesti. "Sen onu geç de ben sana bir şey soracağım." Dostuma baktığımda onda bir değişiklik sezdim ama sebebini çözemedim, vardı bir şeyi ya hadi hayırlısı. Göz kırpıp, başımı salladım. "Hayırdır?" "Valla el atarsan hayır olur belki." dediğinde sözleri ilgimi çekti. Sözlerine devam etmesini bekledim ama duraksadı ve çenesini sıvazladı. "E hadi Levo, akşam oldu sor ne soracaksan." dediğimde "Şu geçen geceki kız kimdi?" diye sordu. Tek kaşımı merakla kavislendirip dostuma bakmaya devam ettim. "Hangi kız?" "Ya şu lavuğu ayıkladığımız gece elinde sopayla herife posta koyan kız işte." Meraklı ve yerinde duramaz bir halde öne doğru eğildi. "Kim o kız Aziz?" O gece hissettiğim öfke yüzünden yanımıza gelenleri hayal meyal anımsıyordum. Alihan ve Deniz vardı. Bir de... "Sen Derya'yı mı soruyorsun?" diye sordum. Birden gözleri parladı. "Adı Derya mı?" Başımla onayladığımda dudaklarından değişik bir tonlamayla kızın adı döküldü. Hülyalı hülyalı bakarken, ayağına masanın altından tekme attım. Yerinde zıplarken "Ne oluyor la?" diye coştu. "Sulanma o kıza Levo." "Memleketin kızlarını tekeline mi aldın amına koyayım? Neye uzansak elimize vuruyorsun, bu kadar mı şerefsiz olduk yani gözünde?" diye sitem eden Levent'e ters ters baktım. "Ben kızı değil, seni koruyorum Levo. Derya bildiğin kızlara benzemez." "Bildiğim kızlardan ne hayır gördüm anasını satayım?" "Levo, Derya yatağının başına çentik attığın kızlardan değil abicim, o yatak başlığını münasip bir yerine monteler, fizik tedavide ömür çürütürsün." Levent'in gözleri sözlerim karşısında daha da parladı. Bu bakışı biliyordum, iş olmadık yerlere gidiyordu. "Hem ne diye sardın kıza durduk yere, Ankara'ya döndüğünde ne olacak?" "Ha siktir git diyorsun yani?" diye gücenmiş bir şekilde başını salladı. "Eyvallah kardeşim." "Ya ben öyle mi dedim şimdi? Eninde sonunda gitmeyecek misin kardeşim, eğer kızın rüzgarına kapılırsan uzak mesafeden yürütebilecek misin?" dediğimde Levent'in omuzları düştü. Birkaç kez uzak mesafe ilişkisi denemişti ancak hepsi mutsuz sonla bitmiş, bana da aylarca dağıttıklarını toplamak kalmıştı. Ankara'da olsam sorun değildi ancak ayrı şehirlerdeyken kardeşimi nasıl toparlardım? Levent bakışlarını dışarıya çevirdi. Alıcı gözüyle etrafa bakmaya başladı. "Belki de buraya makine mühendisi lazımdır, belli mi olur?" diye kendi kendine mırıldandı. "Yok artık Levo, ciddi olamazsın?" "Niye olmasın gardaşım? Ankara'da kırmızı çubuklu bağlarım mı var?" diyerek şöyle bir etrafına bakındı. "Hem evim var, barkım var. İş bulmak zor değil." Gözlerimi kısarak ona bakmaya devam ettim. "Evim var derken?" "Senin malın benim malım, benim malım yine benim malım gardaşım." Göz kırparken dudakları mahsun bir hal aldı. "Ne yani, benim gibi yakışıklı bir ev arkadaşın olsa fena mı?" "Fena Levo, çok fena. Sen benim başıma bela olursun burada." Levent gücenmiş bir şekilde omuzlarını düşürdü. "Sana ben gardaş dedim, dediklerine bak." Derin bir nefes alıp dostuma baktım. Tek başıma koca bir evde hayat sürmektense dostumla ev arkadaşlığı yapacak olmak nedensizce aklıma yatıyordu. Ya da ben belamı arıyordum, bu daha büyük bir ihtimaldi. Levent'le ev arkadaşı olmak bana neye mal olacaktı bilmiyordum ama denemeye değerdi...sanırım. O gücenik bir şekilde parmaklarıyla oynarken, oflayarak "Merdivenlerin sağındaki oda senin olsun, donunu atletini sağda solda görürsem bozuşuruz. Ben Seniha Teyze değilim götünü toplayamam." deyip öne doğru eğildim. "Evde kız da görmeyeceğim Levo." "Görmeyeceksin gardaşım, valla edepli edepli işime gidip geleceğim." derken gözleri parıl parıl parladı ve elini elimin üzerine getirip pat patladı. "Gardaş gibi gardaş be Allah'ına kurban Aziz'im." deyip ayağa kalktı. "E ben anamgile haber vereyim, benim eşyaları toparlasın." İç çekerek başımı salladım. "Benden de selam söyle." dediğimde "Eyvallah." diyerek başını salladı ve şarkı söyleyerek yanımdan uzaklaşmaya başladı. "Dünya, dünya yalan dünya bir kız sevdim adı Derya." Söylediği şarkının manidarlığı gülümsememe neden oldu. Bu adamın içindeki çocuk asla büyümeyecekti. **** Levent içeride Seniha Teyze'yle telefonda konuşup gönlünü yaparken, ben de bahçede çiçekleri sulamaya çıkmıştım. Akşamsefaların diplerini sularken, diğer yandan Levent'le ilgili verdiğim kararı sorguluyordum. Levent belki İskele'ye çabuk alışırdı ancak İskele gibi sakin bir şehir Levent'e hazır mıydı? Önemli olan soru buydu. "Bilmiyorum Feride Hanım ama kim olduğunu öğreneceğim." Duyduğum sesle düşüncelerim bir anda toz bulutu haline geldi. Ne oluyordu? Ses yan bahçedeki Nazım Bey'den geliyordu ve karakterine ters bir şekilde yüksek ve öfkeliydi. "Allah aşkına delinin biri bir kuyuya taş atıyor, çıkarmak için önce sen atlıyorsun. Kim ne demiş ki bu kadar taktın kafana Nazım Bey?" Feride teyzenin sesi yarı sitemkar, yarı Nazım Bey gibi öfkeliydi ancak anladığım kadarıyla öfkesi konuya değil, konu her ne ise Nazım Bey'in tepkisineydi. "Yahu hanım, görmeyen duymayan kalmamış da bir ben sağır, bir ben görmez olmuşum. Çarşıda herkes bizim kızı anıyor, kulakların çınlamıyor mu?" Elimdeki hortumu bırakıp içeri girme isteğiyle doldum. Bahçede ailevi bir konu üzerinden tartışıyorlardı ve seslerinin de hiddetlerinin de ayarı yoktu. Burada olmamam gerekiyordu. Hortumu elimden bırakıp yan eve sırtımı döndüm. Tam birkaç adım atmıştım ki Nazım Bey'in "Adamın biri ikide bir kızın elini tutup kaçırıyormuş, nereye götürdüğü belli değil, kimin yaptığı belli değil." demesiyle kalakaldım. "Dediğinde laf yani Nazım Bey. Deniz akıllı ve bir o kadar da inatçıdır. Hangi adam onun elinden tutup olduğu yerden kaçırabilir, yahu sen torununu hiç mi tanımıyorsun?" "Tanımıyormuşum galiba Feride. Sabah fırında Haluk'la karşılaştım. Küçük Ev'in önünde kavga çıkmış." Feride teyze "E bize ne bundan?" diye sorduğunda Nazım Bey "Kavganın sebebi bizim kızmış Feride Hanım. Haluk, bizim kızın adını duymuş kavga eden adamın ağzından, boğaz boğaza gelmişler." dediğinde Feride teyzenin dudaklarından "Hih!" nidası döküldü. "Kimmiş onlar?" diye sordu. "Bilsem bulup ikisini de alacağım ayağımın altına ama kim olduklarını bilmiyorum ki." Nazım Bey'den nefes verme sesi duyuldu. "Adam en son kafa atıp, Deniz'in elini tutarak basıp gitmiş oradan. Deniz'e de bir şey soramıyorum ki tersi pis, bu yaştan sonra torunumla kavga etmeyi gözüm almıyor." İç çekti. "Küçük çocuğu azarlar gibi azarlayayım mı Deniz'i? Koca kadın artık, çarşıda bunu bunu diyorlar Deniz, anlat bana ne olduğunu mu diyeyim? Çocuk değil ki alıp çekeyim kenara." Feride teyzenin tedirgin sesi kulaklarıma doldu. "Birkaç gündür Deniz'de bir durgunluk seziyordum ama ne olduğunu sorduğumda bir şekilde kaçıyordu acaba bu muydu ki sebep? Ama Ayşen de bir şey demedi bana, onun haberi olurdu böyle şeylerden, önce o gelirdi kız Feride ne olmuş öyle diye?" diyerek sorgulamaya başladığında ne tepki vereceğimi bilemedim. O gece kavga eden de, Deniz'in elini tutup peşinde sürükleyen de bendim. O an ardını önünü düşünmemiştim ve şimdi tüm düşüncesizliğim üzerime çığ misali devrilmişti. Burası küçük yerdi, Deniz ise tanınan bir ailenin kızı, nasıl hesaba katmamıştım bunu. Ben şimdi Nazım Bey ile Feride teyzenin yüzüne nasıl bakacaktım? "Ben orasını bilemem." diyerek sert tınıda sitem etti Nazım Bey. "E ne yapacaksın Nazım Bey?" diye soran Feride teyze ile birlikte ben de Nazım Bey'in diyeceklerini dikkatle dinlemeye başladım. "Bekleyeceğim Feride Hanım. Deniz'in bana gelmesini ve anlatmasını bekleyeceğim. Onu yargısız infazla bir kere zedeledim bir kere daha yapamam." Ne olmuştu ki? İçimdeki ses yine sana ne be adam nidaları savururken, silkelenip kendime geldim. Bambaşka biri olup çıkıyordum, kontrolden çıkıyordum, yeri geliyor insanlıktan çıkıyordum. Bana ne oluyordu böyle, konu Deniz olunca neden bir türlü kendime dur diyemiyordum? Ağır adımlarla içeriye adımlarken ne yapmam gerektiğini düşündüm ama çıkar yol bulamadım. Ben şimdi ne yapacaktım? **** Bir haftadır sabahın erken saatlerinde koşuya çıkmayı kendime huy edinmiştim, zihnimi meşgul eden şeylere çözüm bulamadıkça bedenimi yormaya başlamıştım. Koşarken zihnimi boşaltmak daha kolaydı, çözüm basitti, hiçbir şeyi düşünmüyordum. Sahil şeridinde koşmaya devam ederken geçen bir haftayı gözden geçirdim. Nazım Bey ile birkaç kez kapıda denk gelmiştik ancak ben mahcubiyetten adamın yüzüne bile bakamamıştım. Deniz'i ise hiç görmemiştim. Abime söz verdiğim üzere geçtiğimiz hafta sonuna kadar Deniz'i yemeğe çıkarmalı ve ondan anlaşma için imza almalıydım ancak onu bile yapamamıştım. Deniz mahallede göze bu kadar çok batarken onu bir kere daha dedikodu malzemesi yapmak istemiyordum. Abimin sıkıştırmalarını göz ardı etmeye çalışıyordum fakat onun da artık sabrı bitmişti. O adamdan geçen bir haftalık zamanda hiç haber almamıştım. Tekrar karşıma çıkar diye sürekli gardımı alarak dolaşıyordum ama hiçbir şekilde karşıma çıkmamıştı, belki de pes etmişti. Dudaklarım alayla kıvrıldı o adamda pes edecek tip yoktu. Bir yerlerde Deniz üzerine kumpas kurmaya çalışıyor olabilirdi belki de gizliden gizliye onu takip ediyordu. Bu düşünce canımı sıktı, daha hızlı koşturmaya başladım. Sahil şeridini seri adımlarla döverken iki bank ötede oturan tanıdık sima ile yavaşladım. Kol saatime baktığımda saat altı otuzdu, bu saatte Alihan'ın bankta tek başına ne işi vardı? Adımlarımı yavaşlatıp yanına doğru ilerleyerek selam vermek istedim. "Günaydın." Eğdiği başını kaldırıp bana baktı. "Günaydın kardeşim, n'aber." "Koşturuyorum." diyerek ona baktım. "Senden n'aber?" Omuz silkerek karşılık verdi. "İyiyim galiba." Onun bu halini hiç beğenmemiştim, bir sorun var gibi duruyordu. "Oturabilir miyim?" diye sordum. "Çok koştum, biraz dinlenmek istiyorum." "Tabii." diyerek yana kayarken, terden sırılsıklam olmuş üstüme yandan bakış attı. "Hayırdır, köpek mi kovaladı, ne bu halin?" Dudaklarım hafifçe yukarı kıvrıldı. "Kafamdakileri susturmanın tek yolu buydu." Başını küçük hareketlerle bana doğru çevirdi. "İşe yarıyor mu bari?" "Ne düşündüğüne bağlı." "Ne düşünüyorsun?" "Sen ne düşünüyorsun?" diye sorduğumda hafifçe gülümseyerek "Hile yapıyorsun." dedi. "Olduğun yere bağlı." diyerek karşılık verdim. Başını ağır ağır sallayıp denize baktı. Gözleri dalıp giderken sessizce oturdu. Artık emindim, bir sorun vardı. "Neyin var senin?" "Çok mu belli oluyor?" "Bakan göz değil, gören göz demişler Alihan. Senin bu halini gören senin bir sıkıntın olduğunu anlar. Senin belli etmene gerek yok, şimdi söyle bakalım, neyin var?" Alihan kederli bir nefes aldı. "Sen hiç arafı gördün mü?" diye sordu. "Cennet ve cehennemin ortasından mı bahsediyoruz?" "Aynen." diyerek başını salladı. "Gördün mü?" Hiç düşünmeden "Görmedim." dedim. "Görmedim ama çoğu kez orada olduğumu hissettim. Cenneti yaşarken cehennem azabını yüreğinde hissedip acıyla boğulmak ya da cehennemde yanarken cennetin güzelliğini düşleyip bir nebze olsun acıya katlanabilmek... Sen hangisisin?" Alihan'ın dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. "Öğretmenle dertleşmek de farklıymış, ağzın güzel edebiyat yapıyor." "Mesleğim bu." diyerek omuz silktim, duruşum ve bakışım sertleşti. "Ancak sözlerimin öğretmenlikle alakası yok." "İki arada bir derede kalmak nasıl bir duygu biliyorsun sanırım?" diye merakla sorduğunda "Senin bildiğin kadar." diyerek cevap verdim. "Çok çekmişsin o zaman." diye iç çekti. Uzun denilecek süre boyunca hiç sesini çıkarmadı, ben de sessizce onun yanında oturdum. Döküleceği anı bekledim, nitekim bir süre sonra "Dostuma mı yanayım, aşkıma mı Aziz?" diye sorduğunda bakışları denizden bana döndü. "Aşkın dostuna ihanet etti mi?" "Mahinur mu?" diye tahmin yürüttüm. Gözleri büyüdü ve birkaç kez ardı ardına yutkundu. "Sen nereden biliyorsun? O bir şey mi dedi?" Başımı olumsuz bir şekilde salladım. "Sadece tahmin ettim. Aslan'ın maçında ona nasıl baktığını gördüm, o zaman çok üstüne düşmemiştim ama fotoğraf muhabbeti ve sonrasında olanlardan sonra tahmin etmek zor değil." "Sandığımdan dikkatliymişsin." diye mırıldandı. Omuzlarımı silktim. "Bilinçli yaptığım bir şey değil... Sen beni geç de ne yapacaksın?" Ellerini yüzünden geçirdi. "Bilmiyorum Aziz. Deniz benim kardeşim gibi hatta ne gibisi kardeşim lan o benim, gözünden yaş düşse benim canım acır ama Mahinur... O ise çok başka, çok derin... ama yamuk yaptı be Aziz, kardeşim dediğim insanı ağlattı. Hiç yoktan o piçi başımıza sardı, abisinin huyunu biliyordu, Deniz'i rahat bırakmayacağını biliyordu." Burnundan sertçe soluklandı. "Aşkım, kardeşime ihanet etti Aziz." "O da bilemezdi Alihan." "Bilecekti." diye yükseldi birden. "O piçin kardeşiyse bilecekti. Yıllarca Deniz'in izini silmek için uğraştık biz. Siktiğimin fotoğrafıyla yılların emeğini yıktı, geçti. Ne olacak şimdi? O herif Aslan'ı bildiği gibi Deniz'in gırtlağına çökecek, kim yüzünden?" Gecelerdir beni uyutmayan kabuslar bir bir gözümün önüne gelirken, Alihan'ı teskin edecek kelime bulamadım. "Hancıoğulları büyüğünden küçüğüne canımızı almak için sıraya girdi sanki." diye söylenip elini yumruk haline getirdi. "Koyma hemen kendini Alihan. Aslan'ı kimse alamaz üstelik hukuki açıdan da bu böyle Aslan daha on sekiz yaşına girmedi bile." "Ama parası var o itin Aziz. Aslan'a sağlayacağı geleceği var. Deniz bekar bir anne, her gün çocuğuna gelecek kurabilmek için otelde geceliyor. Mahkemeye taşınırsa bile boka saracak her şey ve tüm bunlara sebep, çekilen bir fotoğrafın siktiri boktan bir uygulamada paylaşılması." Yumruk yaptığı elini alnına vurdurdu. "Şaka gibi." Elimi Alihan'ın bacağına koyup sıktım. "Deniz'e de Aslan'a da hiçbir şey olmayacak." "Ne biliyorsun? O it rahat durmaz, bir haftadır sessiz kalması bile şaşırtıyor beni." Hafifçe gülümseyip, yeniden bacağını sıktım. "Tam bütün cevapları bulduğunu düşünürsün, sorular değişir Alihan. O adam tüm cevapları bulduğunu düşünedursun, belli mi olur, belki sorular değişir ve elindeki bildiğini sandığı cevaplarla bilmediği soruların yüzüne bakmaya başlar." **** |
0% |