Yeni Üyelik
7.
Bölüm

BÖLÜM 6 "KANADI KIRIK KUŞ"

@bberdogans

💠

 

 

Deniz KÖKSOY

Sahip olduklarımın yanında kaybedecekleriminde fazlalığı yüreğime oturan bir ağırlık gibiydi. Hala daha aşamadığım kendimle yüzleşmekten kaçındığım belki kendimle bile değil en yakınlarımla bile konusunun dahi açılmasından korktuğum olay silsilesi on sene sonunda yine beni bulmuştu.

Kaçamayacaktım.

Bu kez asla kaçamayacaktım.

Kilitli kapı açıldığında yerde yatan bedenini aydınlığın getirdiği loş ışık yüzünden zoraki bir şekilde kaldırmak zorunda kalan Deniz, elini kaldırıp gözlerine siper etti. Elinde tepsiyle içeriye giren orta yaşlı kadın acıyarak Deniz'in dağılmış olan yüzüne baktı. İki gün önce boynunda oluşan morluklar yerini sarılığa bırakıyordu fakat dudağı temizlenmediği için kabuk tutmuştu. Kadın içindeki annelik hissiyle Deniz'e yaklaştı.

Kapıyı kapatıp, tepside getirdiği mumu yaktı. Üç dört adım sonrasında yere doğru diz üstü çöküp yavaşça tepsiyi bomboş odanın içerisine bıraktı. Elini kaldırıp Deniz'in siper ettiği yüzündeki parmaklarını çekti.

“İyi misin kızım?”

Deniz duyduğu şefkati boş bir cam şişeye hapsedip yalnız kaldığında kullanmak üzere kendisine saklamak istese de korkuyordu. Şefkat, sevgi bunların hiçbirine inanmayacak kadar yorulmuştu ama bu kadın her odaya kilitlendiğinde bir fırsatını bulup en azından onun karnının doyması için çabalıyordu.

Deniz hafifçe başını sallayıp doğrulmaya çalıştı. Son iki senedir yaşadıkları akla mantığa sığmayacak kadar korkutucuydu. Ne zaman dışarı çıksa, kaçmaya çalışsa ya da ona kendi rızasıyla git dese yine dönüp dolaşıp bu kilitli kapının ardında kendisini buluyordu.

Evin yardımcı Hatice Hanım, Deniz'in dirseğinden nazikçe tutup onu kaldırdı. Sırtını duvara dayayıp dizlerini kırarken yüzünden çektiği acıyı bire bir görüyordu. Orta yaşlı kadın tepsiye uzanıp getirdiği pomadın kapağını açtı. İşaret ve orta parmağına sıkıp mum ışığının elverdiği ölçüde gördüğü yaralarına sürerken “Acıyor.” diye soludu Deniz. Kadın elektrik çarpmışcasına parmağını geri çekti.

“Üzgünüm ama yapmazsam enfeksiyon kapacak.”

Alayla tebessüm eden Deniz “Öldürür mü?” diye sordu.

Kadın buz gibi olurken “Bilmiyorum ama bu iyileştirir.” dediğinde Deniz tepsideki küçük krem tüpüne baktı.

“O zaman bunu kalbime de sür Hatice abla çünkü kalbim dudağımdan daha çok acıyor.”

Gözlerimi ardı ardına kırpıştırıp geçmişin tozlu anılarından kendimi sıyırdım. Düşüncesi bile artık imkansızdı. Güçlüydüm. Onun kadar olmasa bile çevremdeki insanlar beni, ona asla geri vermeyecek kadar cesaretliydi. Tıpkı senelerdir yanlarında çalışan yardımcı Hatice gibi. O olmasaydı oradaki yaşamın aynısını oğlumunda yaşamasına sebep olacaktım.

Omurgamdan aşağıya inen ürpertiyle bunun imkansızında imkansızı olduğunu biliyordum.

“Yürü!”

Deniz'in kolunu sımsıkı saran Cihangir kıpkırmızı olmuş gözlerinin akıyla, kana susamış canavarın öfkesiyle arkasından kadını sürüklüyordu.

“Yürü dedim sana Allah'ın belası!”

Deniz arkasından gitmek istemese bile bileğini sıkıca saran adamdan kurtulmasının mümkün olmadığını biliyordu.

“Bırak beni! Allah'ın belası olan asıl sensin Cihangir! Bırak dedim sana!”

Bağırışlarına çevresinde bekleyen siyah takım elbiseli adamların bile dönüp bakmadığı Deniz'i bu adamın elinden kim kurtaracaktı? Cihangir durdu ve iğrenir bir ifadeyle ona baktı. “Gidecektin ha! Beni bırakıp siktir olup gidecektin! Gidemezsin Deniz! Sen benden bir adım öteye asla gidemezsin!” diyerek onu çekiştiren Cihangir merdivenleri hızla çıkıp malikanenin kilitli olan kapısını açtı. Öfkesinden nasibini alan kapı duvara sert bir şekilde çarptığında Deniz'in boş odanın parkesine savrulması bir oldu.

Cihangir sert bir şekilde fırlattığı kadına bakıp “Sen benden başka hiçbir yere gidemezsin Deniz Köksal! Senin benden başka yolun asla yok! Bu evden gidişin ya benim ölümümle olur ya da senin! O yüzden şimdi sessizce burada dur, yoksa olacak olanlardan ben sorumlu değilim!” diyerek odadan çıkıp kapıyı kadının üzerine kilitledi.

“Deniz.”

Yüzümden geçen korku ifadesiyle masanın kenarından bana bakan Alihan'la göz göze geldim. Kimsenin bilmediği sırlarım vardı. Sır olmak zorunda kalan…

“Efendim.” diyerek elimde nedensizce döndürdüğüm kalemi masaya sakince bıraktığımda Alihan masamın yanına gelip köşesine kalçasını dayadı.

“Neyin var?”

“Hiç…” Omuzlarım havaya kalkacak kadar derin bir nefes alarak sırtımı koltuğa yasladım. “Yorgunum sadece.”

“Onun burada olması seni daha çok yoruyor.” Dudak büktüm. “Deniz bilmediğim şeyler olduğunu hissediyorum. Ben seni İstanbul'da ona teslim ettiğimde yüzünde oluşan tebessüm dün gibi aklımda ama ya sonrası? Ne oldu orada Deniz?”

Tüm tüylerim diken diken olurken kaçacak delik aradım. “Bildiğin gibi her şey.”

Dikte bir duruşla gözlerimin içine baktı. Sol elinin ayasını masaya dayayarak eğildiğinde sağ kaşı havalandı. “Bana yalan söylüyorsun. Belki de Cihangir buraya gelmese o gözlerindeki yalancı parıltıları göremeyecek ve bu kanıya varamayacaktım.”

Alt dudağımı yalayıp başımı iki yana ağır ağır salladım. “Karıştırma artık Alihan.”

Alaycı bir tonla yarım şekilde gülümsedi. “Biliyordum.” diyerek masaya dayadığı elini kaldırıp bacağına vurdu. “O pezevengin bir bok yediğini biliyordum.”

“Alihan… Bildiklerin ve yorumladıkların kendine kalsın. Kurcalama artık.” diyerek sol kaşımı sert bir şekilde kaldırarak ona baktım.

“Bulacağım biliyorsun değil mi? Elbette bunu karıştıracağım ve o itin ne yaptığını öğrenip her şeyi onda tek tek uygulayacağım.”

İçimde dalgalanan korkuya hakim olmaya çalıştım. Renk verdiğim anda Alihan'ı kimse tutamazdı. “İşler nasıl?” diyerek geçiştirmeye çalıştım.

“İşler mi? Şimdi işlerden mi bahsedeyim, şu anda?” diye hayretle bana bakıp ayağa kalktı. “İnanmıyorum sana Deniz…” Ellerini beline koyup yüzünü cama çevirdiğinde “Ben seni kanım, kardeşim bellemişken benden bir şeyler gizlemen asla hoşuma gitmiyor.”

“Geçmiş zamanda takılı kalmayı sevmem Alihan. Ne olduysa oldu ama bir şekilde son buldu. O yüzden lütfen sende kurcalama ve önümüze bakalım.” dediğimde sol kaşını kaldırmış bir şekilde sertçe bana döndü. “Ama sana söz eğer ki geçmişle beni vurmaya kalkarsa onu tüm dünyaya rezil etmekten asla geri kalmayacağım, bu kez korkmayacağım.”

“Bu cümlelerinin beni rahatlattığını söyleyebilirim ama aklımdaki senaryolara yenilerinin eklendiğini de belirtiyorum Deniz. O gün geldiğinde ise bu kadar sakin kalmayacağıma sana yemin ediyorum.” diyerek başka bir cümle kurmama izin vermeden odadan çıkıp gitti.

****

Geçen zamanın bende bıraktığı tahribatı unutmamın tek sebebi karnımda iken o evden çıkıp, kucağımda dede evine döndüğüm oğlumdu. Onsuz yapamayacağımı her seferinde bana inatla aşılayan Cihangir tek bir şeyi göz ardı etmişti. Oğlum! Bunun olabileceğinin bilincinde bile olmadığını biliyordum.

Ufak ufak karıştırdığım tencerenin başında omuzumla kulağıma arasına sıkıştırdığım telefona odaklandım. “Sorun değil Mahinur olması gereken buymuş.”

“Ama ben kendimi bu konuda fazlasıyla sorumlu hissediyorum Deniz. Abimin orada olmasına sebep benim bir anlık dalgınlıkla unuttum olanları ve sadece mutlu olduğum günü paylaşmak istedim. Biliyorsun Aslan’ın mutluluğu benim mutluluğum.”

Bildiğim tek bir ayrıntı vardı o da Mahinur’un dediği gibi ona gönülden bağlı olması. Şimdiyse aslında hiçbir sorunun Aslan olmadığının farkına varıyordum. Eğer o bana rest çekerse bende ona çekebilecek kadar güçlüydüm. Sorun bendim ve onunla geçmişte yaşadığım karanlık günlerdi. O zamanın korkan Deniz’i olmadığımı biliyordum, hissediyordum. Güçlüydüm.

“Artık bir önemi yok Mahinur, önemli olan Aslan’ı bir Hancıoğlu'nun daha öğrenmemesi. En azından bunu yapabilirsin.” dediğimde telefonun ahizesinden küskün bir iç çekiş sesi duyuldu.

“Kendimi sana affettiremeyeceğim değil mi Deniz?” diye sorduğunda ne cevap vermem gerektiğinden emin değildim ama ona karşı olan vefa borcumun da pekala farkındaydım.

“Geldi, geçti.” diyerek aheste bir şekilde mutfakta tencereye ne yemek koyduğumu bile bilmeden karıştırdığım tahta kaşığa odaklandım. “Geçmek zorunda, takılı kalmamalıyım Mahinur. Takılı kalırsam annelik görevimi yerine getiremeyecek kadar aciz bir durumda olurum.”

Kavgam hayli zorlu olacaktı. Geçmiş, Cihangir ile beraber yakamdan düşmeyecekti ama bu yolda Aslan’ı heba etmeyecek kadar gözü karaydım. “Abim daha orada biliyorsun değil mi?” dediğinde sanki telefondan görebilecekmiş gibi omuz silktim. Daha kötüsü ne olabilirdi ki? Ne var ne yoksa dökülmesi mi? Bu beni değil onun ultra güçlü koltuğundan ederdi.

“Burası turistik bir mekan istediği kadar kalabilir.” Ocaktakinin taşmaya başladığında mercimek çorbası olduğunu fark edip altını kapattım. “Neyse sofrayı hazırlamalıyım Aslan birazdan gelir.” dediğimde vedalaşıp telefonu kapattık.

Mahinur… Alihan’ın barut gibi dolaşmasında bir numaralı sebepti. Görebiliyordum.

“Yapışkan mısın?” Açık mutfak penceresinden duyumsadığım ses Derya’ya aitti ama kime yine tırnaklarını çıkarmıştı? “La havle! Oğlum bıraksana!”

Ellerimi havluya silip bahçeye çıkmak için adımladığımda tanıdık gelmeyen erkek sesiyle merakım giderek fazlalaşmaya başladı. Bahçeye çıktığımda arka taraftan gelen Derya elindeki market poşetini kendisine doğru çekiyordu.

“Ya inat etmesene ağır poşetler yardım edeyim işte.” diyen sesi görmek için açımı değiştirdiğimde karşısında yan komşumun arkadaşı Levent’i gördüm. Derya’nın sağ elindeki poşetin ucunu tutmuş çekiştiriyordu.

“Yahu senden yardım mı isteyen oldu be adam! Var git yoluna. On adım kalmış şurda eve.” diyerek poşeti çekiştirip eve doğru adımladı. Sabır dileyen yüz ifadesiyle arka bahçeden eve giren Derya bıkkınlıkla köşeyi döndüğünde benimle karşılaştı.

“Oo birinin Optik Ayşen modu açılmış.” diye eve girip mutfağa yöneldiğinde arkasından ilerledim.

“O neydi öyle?”

Poşetleri masaya koyup pervazda bekleyen bana döndü. “Ne bileyim amına koyayım!” dediğinde kınayıcı bakışlarımı ona gönderdim. Derya sol elinin parmaklarıyla dudaklarının üzerine birkaç kez vurup suratını buruşturdu. “Bak herif Ebu Cehil gibi iki dakikada beni kötü alışkanlıklarıma geri döndürdü.” diye kendine kızdı. Bu evin sınırları içerisinde, bilhassa Aslan evdeyken kötü sözler ve küfürler yasaktı. Derya bu alışkanlıkların hepsine sahip bir kadındı ama Aslan’ın yanında kendisini çok da güzel dizginliyordu.

Omuz silktim. “Sen kuruntu yapıyorsun adam Aziz’in arkadaşı yardım etmek istemiştir.” derken yanına ilerleyip poşetleri açtım.

Suratını buruşturdu. “Yardım etmekmiş… Yüzünden belli herifin.”

“Hah!” Buzdolabının kapağını açıp ona döndüm. “Çıktı yine içindeki insan sarrafı!”

Derya poşetteki içecekleri bana uzatırken “Bak altıncı hislerimle dalga geçme. Cihan… O şerefsizde de aynısı oldu ben haklı çıktım. Kardeşini içimize çok sokma dedim, ne oldu? Yeniden başımıza bela oldu abisi.” dediğinde gururla gülümsedi. “E biraz kulak verin şu kadına. Az kaldı yoksa Ören çarşıda açacağım bir kahveci dükkanı, en köşesine de yapacağım kendime bir okkalı masa gelip geçene fal bakacağım.”

Bu kez suratını buruşturan taraf bendim. “Bunu bıçaklarından vazgeçtiğin zaman tekrar konuşalım tatlım.” dediğimde büyük bir kahkaha attı.

“Masamın arkasına bıçaklarımı sıraladığım bir tablo yaparım.”

Kahkahasına eşlik ettiğimde poşetleri yerleştirip masayı kurmuş Aslan’ın gelmesiyle yemek yemeye geçmiştik. Aslan’ın şen şakrak hali masada kahkahalara sebep olurken Şampiyon'un yeni sulanmış nane tarhına girerek yanımızda tüylerini sallayıp ıslatmasıyla gülüşlerimiz bağırışa dönmüştü.

Dibinde yaşanan olay karşısında “Vallahi en sonunda asker traşı yaptıracağım şuna ya da seni verip yerine Sfenks alacağım.” diyen Derya'ya Aslan küskün bir ifadeyle baktı.

“Öyle deme ama Derya teyze alınır.”

Elini kaldırıp Şampiyon'u gösteren Derya “Bu mu alınacak tipe bak yarabbim.” derken Şampiyon'un dili dışarıda sevimlilikle Aslan'a bakmasına şahit olduk.

“Hadi yemeklerinizi bitirin.” dediğimde Aslan bana döndü.

“Anne.” Sesindeki tınıdan bir şey isteyeceği apaçık belli olan oğluma “Annem.” diye karşılık verdim.

“Anne haftasonu kulübün her sene düzenlediği aile etkinliği var.” Aslan’ın sözlerinin hemen ardından Derya “Vallaha mı?” diye araya girdi.

“Gerçek.” diyerek masumlukla teyzesinin bakan oğlum “Anne.” derken masum bakışlarını daha da çizmeli kedi moduna döndürdü.

“Anne şey ben bu sene Aziz abiyi de çağırmak istiyorum izin verir misin?”

Aslan’ın sorusuyla dudaklarımın aralanıp tekrar kapandığını hissetsem de cevap veremedim lakin masanın altından bana tekme savuran Derya ile “Sorun değil ama bence emrivaki yerine kendisine sorabilirsin biliyorsun arkadaşı da var yanında belki gelmek istemez.” dediğimde Aslan hızla ayağa kalktı.

“Tamam o zaman ben sorup geliyorum.”

Ne diyeceğimi beklemeden bahçeden toz olan Aslan'ın arkasından bakakalmıştım.

“Deniz işlerin değişmeye başladığının farkında mısın?”

“Derya işlerin boktan bir hal almaya başladığının pekala farkındayım.”

Tabakları toparlayan Derya ayağa kalkıp “Bekle iki kahve yapıp geliyorum. Birer kafeinin çözemeyeceği beyin jimnastiği yoktur.” diyerek ayağa kalktığında elindekilerle beraber içeriye geçti. On dakika sonra elinde kahve tepsisiyle geri döndüğünde ışıkları kapatıp loş alana çevirdiği bahçeyle sohbetimiz başlamış oldu.

“Sana demek istediklerim var aslında.” derken kupayı önüme bırakıyordu.

“Seni dinliyorum.”

Kahvemi yudumlarken “Alihan'la konuştun mu bu aralar?” diye sorduğunda başımı olumsuz bir şekilde salladım. “Nazım amcayla konuştuğunu da bilmiyorsundur.”

Gözlerimi kısarak ona baktığımda kupayı bırakıp masaya yaklaştım. “Ne konuşmuşlar ki?”

Derya sağı solu kesip bileğindeki tokaya asıldı. “Nazım amca birkaç kişiden Aziz ile olan yakınlığınızı duymuş.” Söyledikleriyle buz gibi olurken kısa saçlarını tepesinde toplayıp benim gibi masaya yaklaştı. “Küçük restaurantın orada olanları ve bir adamın senin elini tutarak oradan ayrıldığını. Şanslıyız ki Aziz'i kimse burada daha tanımıyor.”

“Derya gerçek mi bunlar?”

Dudak büktü. “Sana yalan borcum olduğunu hatırlamıyorum.”

“Buz gibi oldum şu an.” diye verdiğim tepkiye Derya manalı bir bakış attı.

“Bu dedenin duymasından mı kaynaklı yoksa Aziz'in seni alıp gitmesinden mi?”

“Yok artık Derya bulduğun kavanozu karıştır hemen!” dediğimde suratını buruşturdu.

“Yapma artık.” derken kahvesini yudumlayıp devam etti. “Bence sen şu radarları aç kızım. Aslan zaten alıştı bile, şu adam geldiğinden bu yana tavırlarına baksana… Önceden aklını başından alan çocuk bir anda yörünge değiştirdi. Uslanmaya başladı… Evden kaçıp gitmeleri yok bile artık.”

Haklıydı ama bilmediği bir gerçek vardı ki beni o yörüngeden çıkmaya zorluyordu.

“Derya biliyorsun evinde gördüğüm fotoğrafı adamın parmağında yüzük vardı…” dediğimde bana suratını buruşturudu kendimi savunmaya geçtim. “Biliyorum şu an parmağında yok falan diyeceksin ama bilemeyiz Derya. Ayrılmış olabilir fakat bu bir süre ara vermek anlamına da gelebilir.”

“Rivayetler arasında zaman mı geçireceksin peki?” diye sorarken masanın üzerindeki telefonumun ışığı yanıp söndü. Odağım o yöne kayarken bilmediğim bir numara olduğunu fark edince Derya’ya sol işaret parmağımla biraz beklemesini rica edip cihazı kavradım.

“Efendim.” dediğimde karşı taraftan derin bir iç çekiş sesi duydum. “Alo, kiminle görüşüyorum?”

“Deniz, gülüm…” diye solukları arasında konuşan sesle ensemden omurgama doğru hissettiğim soğuklukla gözlerim karşımda oturan Derya ile buluştu. Kısık gözleriyle beraber çattığı sol kaşıyla bana bakıyordu.

“Ne var?!” Dikte çıkan ses tonumla kim olduğunu öğrenmek isteyen arkadaşımın karşımda yaptığı el kol hareketlerini göz ardı ederek devam ettim. “Numaramı nerden buldun?”

Ufak bir kahkaha attı. “Bu benim için çok da zor değil, bilhassa sen otel işletmeciliği yaparken… Deniz, Deniz… Benim güzeller güzeli küçük kızım. Seni özlediğimi daha doğrusu hiç unutmadığımı farkettim ve seni hala istiyorum. Yaşadığımız güzel günleri geri istiyorum.”

Bu kez kahkaha atma sırası bendeydi. “Yaşadığımız günler mi? Sen ya kafanı bir yere vurdun ya da yine bir şeylerin etkisindesin Cihangir! Bana yaşattığın ıstırap dolu günleri mi özledin? Sen cinayet mahaline dönen bir katilsin sanırım ama sana bir haberim var. Canına kast ettiğin maktul ölmedi ve geçmişin her ayrıntısını saati saatine hatırlıyor.”

“Güzel…” diye derin bir iç çekti. “Benim kim olduğumu, neler yapabileceğimi ve en önemlisi seni bırakmayacağımı çok iyi biliyorsun. O yüzden gülüm, bence bu aradaki karmaşıklığa artık son vermen gerektiğinin de farkındasındır.”

“Sen beni tehdit edebilecek kadar güçlü değilsin Cihangir Hancıoğlu… Bir tek sen değil, ölüm döşeğindeki baban, mezardaki anan gelse sen yine de benim için bir hiçsin. Zerre kadar önemin yok.”

“Vay vay vay bak sen benim kızıma… Benim hakkımda bir çok bilgiye sahipsin. Hala daha-” dediğinde sözünü kestim.

“Hala daha diye bir şey yok Cihangir ben o evden kaçtıktan çok öncesinde bile hala diye bir şey kalmamıştı. Her şeyi o egona çevir ama bunu asla… Sen benim için hiçbir şey değilsin çünkü o kelime bile benim için senden daha kıymetli.” derken bir solukta ne cevap vermesini bekledim ne de onun sesine bir saniye daha katlanmak istedim. Telefonu kapattım, masaya sert bir şekilde koydum. İki elimi yüzüme kapatıp sıvazladığımda ağrılı bir soluk koyuverdim.

Derya “Bu neydi şimdi?” dediğinde gözlerimi kısıp ona baktım.

“Ne duyduysan o.” deyip yarım kalan kahve fincanını avuçlarımın arasına aldım.

“Bu şerefsiz seni ne hakla arıyor? Hem o konuştuklarınız neydi, Deniz sen neyden kaçtın? Istırap dolu gün dedin, katil dedin, cinayet mahali dedin. Ulan!” derken elini yumruk yapıp masaya vurdu. Korumacı, efemine arkadaşım geri gelmişti. “Bu adam sana ne yaptı Deniz?”

“Her şey bildiğin gibi.” diyerek Alihan’a verdiğim cevabın aynısını verdim.

“Bilmediğim şeyler olduğunu hissediyorum.”

“Hissetmekle kalacaksın!” dediğimde masaya biraz daha yaklaştı.

“Deniz…” diyerek gözlerini kıstı. Göz bebekleri hareketlenirken “Geçmiş…” diye tek kelime fısıldadı. Gözüm arkadaki hareketliliğe kayarken “Biri geliyor daha sonra.” deyip kahveyi masaya bırakarak ayağa kalktım.

“Merhaba.”

Aziz girişte gözüktüğünde binlerce dua dilimden döküldü. Derya, Alihan gibi değildi. Gerçekleri öğrenene kadar beni o sandalyeden asla kaldırmazdı.

“Merhaba.” Gülümseyip ona bakarken arkasından kimsenin geldiğini görmeyip “Aslan nerede?” diye yarı korkulu bir tonda sordum.

“Levent’le Playstation oynuyorlar. Ben de eğer müsaitsen seninle bir şey konuşmak istiyorum.” dediğinde elimle oturma alanını gösterdim.

“Gel Derya ile oturuyorduk bizde.”

“Hayırlı geceler Derya.” diye selam verdiğinde mahçup bir ifadeyle sandalyelerden birine geçti.

“Hoş geldin.” diyen Derya ayağa kalkıp “Kahve yapıyorum.” diyerek ortamdan sıyrılmaya baktı. Aziz ise başıyla onayladı. Bu adamın gerçekten bir karın ağrısı vardı. Normalde zahmet olmasın diyerek gülümserdi ama şu anda… Adamı ne kadar tanıyorsun ki Deniz!

Ellerini masanın üzerinde birleştirip omuzları havaya kalkacak kadar derin bir nefes aldı. “Şey aslında…” diye kıvranırken gözlerimi kısıp ona odaklandım. Bu hali az önce bana çizmeli kedi bakışı atan Aslan gibiydi ve ister istemez dudağımın kenarı hafifçe yukarıya kıvrıldı. Az önceki ruh halim buhar olup uçmuştu. “Evet şey…” derken yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım.

Başını giriş kapısına doğru saniyelik çevirip haki renk kısa kollu gömleğinin yakasını düzeltti. “Deniz biliyorsun ki Oğuz abimle bir anlaşma yapmışsınız ama abimin zamansız gidişi yüzünden imzalar alınmamış ve yarın gece için abim burada olsaydı bir yemek yiyip bunu kağıda dökecektiniz.” dediğinde işle ilgili olan tavrının değişimini anbean takip ettim.

Gözlerimin eşlikçisi bakışları derinleşirken alttan bir bakış attı. “Yani.” diye kısa bir giriş yaptığımda soluk alıp devam etti.

“Yarın gece eğer müsaitsen bu iş görüşmesini aynı mekanda, aynı saatte benimle yapar mısın?”

Tüm derdi bu muydu? Benimle yiyeceği iki saatlik yemek için mi bu kadar kıvranmıştı yoksa öğretmen Aziz’in dede işlerine girişi mi onu rahatsız ediyordu? Ya da belki nişanlısı… Eline ufak bir bakış ettım. Parmağı boştu ve bu konu belki o fotoğrafı görmesem aklıma bile gelmeyecekti. Sonuçta Ankaralı idi, belki de gelenekçi bir yapıdan geliyordu. Off Deniz… Adam gözünün içine bir yanıt vermen için bakarken… “Olur.” diye mırıldandım. “Yarın gece boşum.”

Kaşları belli belirsiz rahatlıkla havalanırken “Tamam, beraber mi geçeriz buradan yoksa…” dediğinde “Otelden alırsın beni burası.” deyip etrafa göz attım. “Fazla göz önünde.” Derya’nın söylediklerinden sonra daha dikkatli olmam gerektiğini anımsayıp mahçup bir ifadeyle ona baktım.

Eli saçlarının arasından geçerken tanıdık olmayan bir his beni ele geçirdi. “Haklısın o zaman yarın yemekte görüşürüz.” Ayağa kalktığında girişe bakıp “Kahve?” diye sordum.

“Benim borcum olsun. İyi geceler Deniz.”

“İyi geceler Aziz. Aslan eve gelse iyi olur.”

Gülümsedi. “Biraz dahası için izin alsam. Aslan’ın ricası.”

Başımı salladım. “Peki o zaman. Geç kalmasın ama.” dediğimde ayağa kalktım.

“Rahatsız olma ben çıkarım. Yarın gece görüşmek üzere.”

****

“Ne yani şimdi siz yemek mi yiyeceksiniz?”

Derya ve Alihan’ın bitmek tükenmek bilmeyen soruları arasında otelde bulunan odamda hazırlanmaya çalışıyordum. Gün akşamın koynuna hazırlık yapmak üzereyken şeflerim mutfak yerinde benim odamdaydı.

“Şunu romantik bir mevzu haline getirmeseniz diyorum.” derken makyajımı yaptığım aynadan arkamda bekleyen ikiliyle göz göze geldim. “İş yemeği bu. Oğuz Vefa yerine, Aziz Vefa ile çıkacağım yemek yiyip kalemimin mürekkebini akıtacağım bir iş yemeği.” Makyajımı yapmaya devam ederken Alihan ellerini beline koymuş çatık kaşlarla bana bakıyordu.

“İyi hoş bunda bir sorun yok ama ya Cihangir karşınıza çıkarsa ki dün gece seni arayacak cesareti bulduğuna göre.” dediğinde sert bakışlarım Derya’yı buldu.

“Sana da helal olsun Derya!” diyerek çıkıştığımda dudağının kenarını ısırdı.

“Aramızda sır olarak kalacak demedin ama.” diye işin içinden sıyrılmaya baktığında Alihan elini şıklatıp ona odaklanmamı sağladı.

“Bana bak Deniz bu olayların sonunda bir bokluk çıkacak. Cihangir zaten bokun teki ama her ne kadar yan komşun olarak Aziz’i tanısakta adam içimize kadar girdi ve ayrıca da eski sevgiline, çocuğunun babasına kafa attı. Üzerine seni elinden tutup ortamdan uzaklaştırdı. Sence bu bir komşunun yapacağından fazlası değil mi?”

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Aziz’in beni çeken bir sakinliği, ondan hissettiğim huzura çekilişim vardı. Aslan ise benden daha önce kapılmış gibi görünüyordu. Dün gece uyuyakalıp Aziz’in evinde kalmıştı ve bunun son olmayacağını görebiliyordum.

“Farkındayım ama benim de tartmak istediklerim var. Lütfen bu konuda bana baskı kurmasanız…” diye kederli bir ses tonuyla mırıldandım.

“Olur.” diyerek elini beline koyan Alihan makyaj masasının yanına, görüş hizama girdi. “O zaman şu Cihangir’in dediklerini konuşalım.” Yine Derya’ya attığım sert bakışlardan sonra Alihan’a döndüm.

“Ne öğrenmek istiyorsun?” diye ağzımdan çıkan soruyu beklemeyen Alihan’ın bakışları derinleşti.

“Cihangir ile iki sene boyunca ne yaşadın?”

“Biliyorsun.” dediğimde acı çeker gibi bir yüz ifadesine büründü. “Gözünü seveyim artık yapma. Anlattıklarının da boş bir balon olduğunu biliyorum. Sen Mahinur ile arkadaş olacak ya da Aslan’ı herkesten saklarken sadece Mahinur’un bilmesini isteyecek biri değilsin… Hadi Deniz… Hadi güzelim anlat, anlat ki bizlerde kuyruğumuzda dolaşan Cihangir’e gardımızı alalım.”

Derin bir nefes alıp oturduğum sandalyede ikisine bir döndüm. “Bu uzun bir konu ve hemen dökülebilecek kadar güçlü değilim. Yemekten sonra eğer Defne abla, Aslan ile ilgilenmeye devam ederse Ali Babada buluşuruz…” dediğimde derin bir sessizlik oldu. Birkaç saniye sonra Alihan ağır ağır başını salladığında sessizce Derya’yı da alıp odadan çıktı.

On sene öncesinin korkulu rüyasından artık korkmuyordum. Biliyordum ki beni ona bırakmayacak insanlar vardı yanımda ve ayrıca herhangi bir durumda onun parmaklıklar arkasına girmesini sağlayacak kozlarım.

Evet on sene boyunca içimde hep bir korkuyla yaşamıştım. Gençtim, toydum, kimsesizdim. Lakin yurt dışından döndüğümde ayakları yere basan Deniz Köksoydım. Anneydim, tecrübeliydim, korkmuyordum çünkü yaşamam gerektiğini bilerek dönmüştüm. Oğlum için güçlü kalmayı kendime kaide bilerek Türk topraklarına yeniden adım atmıştım. Dedemin neredesin kızım diyerek yana yakıla beni arayışlarına kulak vermiştim. Sonrasında ise dedem kollarını iki yana açıp ben buradayım diyerek oğlum ve benim arkamda güçlü bir dağ gibi durmuştu.

Zaman su gibi geçse de kalbimdeki yaraları iyileştirmeme yardımcı olan bir tek Aslan olmamıştı, ailem ve arkadaşlarımda bana bu konuda yardımcı olurken Alihan tek bir telefonla tüm evini sırtına alıp yanıma taşınmıştı. Derya ise önüne çıkan onca fırsat yerine para kazanamayan oteli adam etmeye uğraşmıştı. Artık onlardan saklayamayacağım gerçek ise dağ olup karşıma dikilmişti.

Ben Deniz Köksoy!

Türkiye’de şiddet görüp kaçabilen bir elin beş parmağını geçmeyecek kadınlardan sadece biriyim.

Ölmedim ya da öldürmedim sadece kaçtım.

Bebeğim için…

Celladımın beni öldüreceğini hissettiğimin ertesi günü karnımda olduğunu çok iyi bildiğim bebeğim için.

Aynada bana bakan kız çocuğunu gördüm. Kolu kanadı kırık ne yapacağını bilemez halde karanlıkta başının arkasını duvara vuran genç kıza bakıyordu. Sonra kendi gözlerime baktım. İkisine de ağlayarak bakıyordu. Otuzlu yaşımın yirmili ve onlu yaşlarıma kıyasla bakışları daha güçlüydü. En azından mutlu görünüyordu. Gözleri kırmızıydı yine ama güçlüydü. Yanında oğlu vardı, bir kere bile ona tecavüz edilişinin anısı gözüyle bakmıyordu.

İşte ben buydum, Deniz Köksoy! Hayatının hiçbir evresinde mutlu olmayı beceremeyen ama anneliği çok seven annesiz Deniz… Babasından ona kalan soyadına bile layık görülmeyen dedesinin adının altında büyüyen Köksoy…

.

.

.

Aziz yemeğe bir saat kala işlerinin uzadığını ve otele taksi göndereceğini söylediğinde itiraz ederek kendi aracımla gitmek istediğimi söylemiştim. Bunun üzerine ise Orjan tarafında kalan adanın içine kurulu restoranta arabayı sürerken Aziz’le değil tek başımaydım. Böylesinin daha iyi olduğunu düşünmemin tek sebebi boğucu ruh halimden kurtulmayı hedeflemekti. Belki de Aziz gelmeden içeceğim bir kadeh içki beni rahatlatabilirdi.

Arabadan indiğimde yerel halktan olan mekan sahibi Aylin Hanım beni karşılarken ayak üstü biraz muhabbet edip yanımdan ayrıldı. Mekanın huzur verici bir aurası vardı. Masalar ıhlamur ağaçlarının altında, beyaz örtülerin nane yeşili runnerlarla süslendiği rustik mekanda ışıklandırmaları sarı ledlerle sağlayan Aylin Hanım ay ışığının avantajını kullanarak romantik bir yer kurmuştu. Mekanın ambiyansı iş anlaşması için fazla romantik olsa da bu gece rahat edebileceğim tek mekan İskele’de sadece burasıydı.

Çimlerin ferahlatıcı etkisiyle ayakkabıları ayağımdan çıkarıp bastığımda mavi tonlarındaki askılı, asimetrik kesim uzun elbisemin eteklerini toparladım. Masaları birbirinden ayıran çiftlik çitleriyle çevrili masanın en güzel yanı akarsuyun masanın yanı başından akmasıydı. Garsonun getirdiği şarap ve kadehle beraber sandalyeye oturup garsonun kadehi doldurmasını izledim. Derya bu konuda beni her zaman kınardı ama ben buna direkt mesleki deformasyon derdim. Otel ve işletme benim işimdi ve asla taviz veremeyeceğim kurallarım vardı.

En başında güler yüzlü olmak bizim sektörde bir numaralı kuraldı ve bana tebessümle bakan genç garson kendi içimdeki ilk sınavını başarıyla tamamlamıştı. Keyifli akşamlar dileyip, ricam olursa kendisine ulaşmam için masaya cihazını bırakan garsona teşekkür ettim. O yanımdan ayrılırken tek başıma kalmışlık hissi yine beni sarmalamıştı. Bu his genelde evde üzerime bir karabasan gibi çökerdi ve ben çaresini fesleğene elimi atıp kokusunun bahçeme yayılmasına izin vererek bulurdum. Şimdi fesleğen yerine ıhlamurların kokusunu ciğerime çekip üzerimdeki karabasanın geçmesini hedefledim.

İlk kadehin dibini sallayarak yudumladığımda girişte başı kesilmiş tavuk gibi olacağını düşündüğüm ama aksine özgüvenli duruşuyla içeriye giren ve yüzüne baktığım ilk anda bıyıklarını kestiğini gördüğüm Aziz, gözlerini kısıp beni görmeye çalıştı. Birkaç masa ötemdeki kadınların dikkatini çeken Aziz’in özenle geceye hazırlanması beni memnun etmişti. Bu sefer onu her gün gördüğüm kısa kollu gömlekler ya da tişörtler içinde değildi. Uzun kollu bebe mavisi gömleği sırtına kuşanmıştı. Şortları ya da kot pantolonları yerine ise keten pantolon giymişti. Bıyıkları kesilince her yaş grubuna hitap edebilen bir adam olmuştu sanki, bu hali daha genç ve kendinden emin duruyordu. Elimi havaya kaldırdım. Aziz’in beni görmesiyle yüzünde ufak bir tebessüm oluştu. Adımları masayı hedeflerken bakışları gözlerime kilitlendi.

Masaya gelene kadar aramızdaki yoğun bakışma alt dudağımdan geçen dilimle son buldu. Çünkü Aziz’in bakışı dudaklarıma kaydığında içimde bir özgüven patlaması yaşandı. Nasıl ve ne olacağını hesaba katmayan aklımla ayağa kalkarak elimi öne doğru uzatıp aklımın oyununa dilimin de uyduğunu farkettim.

“Merhaba ben Deniz Köksoy.” diye hafif tebessüm ettiğimde Aziz parıl parıl parıldayan mavi gözlerini kısıp önce elime ardından oyunbaz tavrıma baktı.

“Merhaba” diyerek genizden gelen ses tonuyla konuştuğunda tüylerimin yaz melteminde havalandığını bana hissettirdi. Soğuk değildi ama elbisemin sırt dekoltesinden içeriye giren sinsi esinti beni ele geçirmişti ya da Aziz’in daha önce duymadığım sesindeki tını. “Aziz Vefa.” Birleşen ellerimize bakıp beyefendi bir duruşla boynunu eğdiğinde elimin sırtına ufak bir öpücük kondurdu. İçim tuhaf tuhaf hislerle dolarken ufak bir boğaz hareketiyle elimle onu sandalyeye yönelttim lakin Aziz tam aksine elimin arasından sıyrılıp sandalyemin arkasına geçti. Beyefendi tutumunu hala sergilerken sandalyemin sırtından tutup oturmam için hareketlendiğinde nazik tavrını görmezden gelmedim.

“Teşekkür ederim.” deyip oturduğumda Aziz sağımdan dolaşıp sandalyesine yerleşti. Tebessümü yüzünden eksik olmazken girdiğinde gözüme takılan ayrıntıyla “Sıhhatler olsun.” diyerek elimle yüzünü gösterdim.

Başını hafif yana doğru eğdi. “Bugün okuldaydım. Malum yeni dönem başlıyor tebdili kıyafeti elden bırakmamak gerekli. Iğdır’daki öğrencilerimin çoğu bu konuda fazla dikkatliydi, bakalım burada beni neler bekliyor?” Sözlerinde bile heyecanı belli olan öğretmen Aziz’in gözlerindeki parıltı beni etkilemişti.

Dudak büzdüm. “Bakalım bizim çocuklar seni ne hale getirecek?” dediğimde masaya bakan Aziz “Eşlik edebilirim sana ya da istersen yemeğe başlayabiliriz.” diyerek geceye yön vermeye çalıştı.

“Yemeğe başlayabiliriz.” derken peçeteliğin yanında ona daha yakın duran cihazı parmağımla gösterdim. “Garsonu çağırabilirsin.” Aziz sağ eliyle kavradığı cihazın tuşuna bastığında garson dakikalar içinde masamıza geldi. “Merhaba tekrardan hoşgeldiniz, size nasıl yardımcı olabilirim?”

“Merhaba delikanlı.” deyip bakışlarını bana çeviren Aziz “Ne yiyelim Deniz?” diye yemek seçme işini bana bıraktı.

“İçeceğe göre yön verelim.” diyerek öneride bulunduğumda memnuniyetle başını salladı.

“Kırmızı şarapla başladığına göre et menüsünü öğrenebilir miyim?” diye genç çocuğa dönüp beraber yemeklere karar verdiler. Garson yemek hazırlanana kadar kuver açacağını söyleyip mezeleri getirmek üzere masadan ayrıldı.

Aziz masadaki çatal bıçakla oynarken “Nasılsın, günün nasıl geçti?” diye aheste bir tonlamayla konuştu.

“Huzurlu.” dediğimde gözlerinin içine baktım. “Şu an huzurluyum. Günüm ise biraz yorucu geçti lakin.” derken işaret tırnağımla şarap kadehinin altını tıklattım. “Yorgunluğuma iyi geldi.”

“Güzel.” Gülümsemesiyle çene hattının gerildiğini gördüm. Normalde bu tür ayrıntılara takılmazdım ama bu gece Aziz'in tüm hareketlerini kazımak isteyen aklımla işbirliği içerisindeydim.

“Şu imza işi.” diyerek asıl mevzuya girdim. “İmzayı halledip iş yemeği kıvamında olan ve bizi gerginleştiren havadan kurtulsak mı?”

Aziz gözlerime dikkatle bakmayı sürdürürken derin bir nefes koyuverdi. Gergin olan omuzları çökerken gülümsemesi yumuşadı. Ona verilen bu hafiyelik görevinden hiç memnun değildi. “Çok iyi olur.” dediğinde yüzüne bakmaktan fark edemediğim masanın üzerine koyduğu küçük tablete uzandı. Hızlı bir iki dokunuştan sonra önüme uzatılan cihazı aldım.

“Abimin gönderdiği maildeki evraklar bunlar… İstersen evde gözden geçirip bana sonrasında verebilirsin.”

Kılıfın altında bulunan tablet kalemini alıp daha öncesinden bildiğim mevzuatlar tarihine ve Oğuz Bey'in bana anlattığı iş tanımıyla aynı mevzuatı kapsadığını gördüğümde sicil maddelerini okuma gereği duymadan imzayı attım.

“Öncesinde Oğuz Bey ile konuştuğumuz şekilde hazırlanmış, ödemede tamam. Bir aksilik yok.” diyerek tableti kapatıp ona iade ettim.

O andan sonra gelen garsonla birlikte üzerindeki gerginliği tamamen atan Aziz, yumuşamış bakışlarıyla ve üzerinden buhar olup uçan gerginliğiyle yeniden tanıdığım komşum Aziz oluvermişti.

Ne kadar zaman geçmişti? Ayın konumuna bakılacak olursa tahmini olarak üç saattir yemek yiyip sohbet ediyorduk.

Aziz öğretmen olmak istediğini bunun annesi ve dedesi hariç herkesce kabul gördüğünden bahsetmişti. Sonrasında ilk öğretmenlik yıllarını ve dolu dolu geçen on yılın sonunda bile her dönem yaşadığı heyecanı anlatırken karşımda hayallerinin balonunu elinde tutan bir adam vardı. Sıra şu anda yanında kalıcı olduğunu düşündüğüm misafire geldiğinde geçen gün olanları anlattım.

Kadehini yudumladıktan sonra “Gerçekten deli bu çocuk!” diye hayıflandı. “Ama bırak onun hakkından da anca Derya gibi eli maşalı bir kadın gelirdi. Ben ona söyledim, Derya senin tanıdığın kızlara benzemez diye ama dinlemedi.”

Ufak bir gülüşle ona bakarken “Peki ya.” diyerek bilinçsizce başladığım sorunun devamı bir anda ağzımdan çıktı. “Ya senin hakkından nasıl bir kadın gelebilir?” Sözlerin derin bir anlamı olduğunu ağzımdan çıktıktan sonra anlasam da iş işten çoktan geçmişti ve o soru dudaklarımın arasından Aziz’in kulaklarına varmıştı bile! “Fazla ileriye gittiysem cevap vermek zorunda değilsin.”

Hafifçe gülümserken eli dört köşe çenesinin üzerinden geçti. Dudak büktüğünde “Bilmem.” diyerek son sözlerimi umursamadan sırtını sandalyeye yasladı. “Daha önce sorsaydın bir ihtimal bir şeyler söyleyebilirdim ama şu anda ne söylemem gerekli emin değilim Deniz…”

Emin değil miydi? Bu işin gereklisi, gereksizi mi vardı?

“Anlayamadım?” diye mırıldandığımda öne doğru eğilip dirseklerini masaya yaslayarak ellerini birleştirdi.

Bambaşka bir konuya geçti. “Deniz, Cihangir’e ne oldu?”

“Bilmiyorum sadece hala daha buralarda olduğunu biliyorum.”

Başını anladığını belirtircesine ağır ağır salladı. “Peki olanlar senin aklını karıştırmıyor mu?”

“Asla!” dediğimde direkt gözlerinde belli belirsiz bir parıltı yakaladım. “Cihangir benim hayatıma yeniden girebilecek bir insan değil Aziz, bunun için kendime olan öz saygımı yitirmem gerekiyor.”

“Ne yaşadığını bilmiyorum ama bana ilk tanıştığımızda Aslan’ın babası rahmetli oldu demiştin. Senin için yaşıyor olsa dahi ölü birinin kalbini nasıl kırdığını düşünmeden kendimi alamıyorum. Baba olduğu halde Aslan’a babalık yapmaması ise cabası.”

“Haberi bile yok.” diyerek şarap kadehinin ince camında tırnaklarımı gezdirdim.

“Deniz ben anlayamıyorum. Biraz karışık bir durum sanırım.”

Yarım, kırgın bir gülüş peydah oldu dudaklarıma, “Ben de anlayamıyorum. Nişanlı mısın, değil misin?” diye kendi kendime mırıldandığımı düşünürken öten cırcır böceklerinin arasında beni duyması kaderin alsana dediği noktaya dönüş gibiydi.

“Nişanlı mı?” diyerek beni tekrarladığında bakışlarım utanç içinde ona döndü. Cihangir’den önce elbetteki hayatımda birileri olmuştu ama ondan sonra eleğimi asıp duvara kaldırdığımı fark ettim. Bu işlerden fazla uzaktım ve ne yapmam gerektiğini gram bilmiyordum. Yeni reçete oluşturmak bile daha basitti. En azından olmazsa yer başka ne yapabilirim diye önüne bakardın ama bu olay bambaşkaydı. Ne söylersem söyleyeyim geri dönüşü yoktu. Kısa bir soluk alıp haftalardır sanki üstüme ezenmiş gibi meraktan kendimi yiyip bitirdiğim konuyu sordum.

“Hayatında biri var mı? Yani biz geziyoruz falan hani senin için sorun olmasını istemem. Sonuçta ben bir anneyim, bu konuda ve burada canımız sıkılsın is-”

Sözümü kesti. “Hayatımda kimse yok Deniz. Buraya sadece Aziz Vefa olarak geldim, tek başıma.” derken bilinçsizce eline baktığının farkında mıydı?

“Yüzük… elinde yüzük vardı fotoğrafta.”

Kafası karışmış bir şekilde eliyle benim arasında bakışları gidip geldi. “Hangi fotoğraf?”

“Evinde, görev yaptığın ilk gün öğrencilerinle çekildiğin fotoğrafta sağ elinde alyans vardı.”

Dudaklarını yalayıp bilir bir ifadeyle sol kaşını havalandırdığında mavilerindeki parıltılar yoğunlaştı. “Başımdan bir nişan olayı geçti lakin nihayete ermedi Deniz. Üniversitede tanıştığım biriyle aile arasında olan nişanla görev yerim bağdaşmadı ve ilk senem dolmadan beni bu yüzden terk etti.”

“Peki ya sen, geçmişi sırtından atabildin mi?”

Net bir tavırla “Asla.” dediğinde yaşadığım hayal kırıklığı boğazıma hayali ellerini geçirdi. “Atmam çünkü o bana büyük bir ders oldu Deniz. Hayatıma alacağım insanı ince eleyip sık dokumam gerektiğini ve değerlerimin Iğdır’ın sert uçurumunda son bulmaması ve de karşımdakinin değerlerinin bir kuyumcunun tartı tezgahına kadar düşmemesi gerektiğini kendime hatırlatıyorum.”

Sarf ettiği kelimelerdeki ihaneti hissettiğimde karşımdaki adama bakışım tamamen değişmişti. Aramızdaki karmaşanın son bulmasıyla rahatlayan bir yanım vardı ama karşımda en az benim kadar aşktan payını alan biri de vardı. Yaralı, kanadı kırık iki kişiydik. Ona karşı içimde taşan duygulara teslim olmak istemesem de onun duruşuna ve heybetine kendimi kaptırmam an meselesiydi.

Sessizliğimin üzerine daha çok gelen Aziz hafifçe eğilip “Peki ya sen, sen neleri kendine hatırlatıyorsun?” diye sorduğunda etrafa kısa bir bakış attım. Geldiğimde kalabalık olan ortam tenhalaşmış, kalabalığın uğultusunun yerini böceklerin cıvıltısı ve sertleşen esintinin ıhlamur yapraklarının hışırdayan melodisine bırakmıştı.

“Ben kendime sadece hatırlamaktan kaçmayı öğütlüyorum. Hatırlarsam bu hayatta en çok olmayı sevdiğim şeyin üzerine basarım. Vicdanım benim en kuvvetli silahım Aziz. Benim vicdanım karşısında dağ olsa yarılır, su olsa ikiye ayrılır. Bu yüzden vicdanımın anneliğimin üzerinde bulut olmasına izin veriyorum. O bulut orada kalsın yağayım, gürleyeyim ama selde bırakmayayım. Çünkü bu hayatta hala daha yaşıyorsam tek sebebi Aslan, Aslan Köksoy.”

Sözlerimdeki anlamı tartan ifadesi Aslan’ın soyadını öğrendiğinde sekteye uğradı. Anlamaz bakışlarını yüzümde dolaştırırken “Aslan senin kızlık soyadının altında mı?” diye sorduğunda başımı olumsuz bir şekilde salladım.

“Aslan ve ben, dedemin soyadının altındayız. İkimiz de şu an onun evladı olarak gözüküyoruz.”

İşaret parmağıyla dudağının üzerini kaşıdı. “Bu nasıl olabiliyor? Yani sonuçta babası belli ve sen?” dediğinde eli yüzünden geçti. “Anlayamadım…”

“Aziz geçmiş benim sırtımda bir yük ve bu yükü sadece Aslan’ın varlığıyla hafifletebiliyorum. Aslan benim varım yoğum, ayakta kalma sebebim, tek dayanağım ve Cihangir’in oğlumu öğrenmesinden deli gibi korkuyorum. Çünkü Aslan’ı bana karşı kullanabilir ve bizi yönetebilir… İhtimaller beni öldürüyor. Cihangir Hancıoğlu bir insan değil, tamamen iblisin vücut bulmuş hali.”

“Sen nasıl bulaştın bu herife Deniz?”

“Kader mi diyeyim, Aslan için bir sınav mı diyeyim kararsızım Aziz. Olacak olanın önünde dağ olsa durmaz diye avuturdu annem öldüğünde beni anneannem, şimdi ben kendimi böyle avutuyorum. Üniversitede tek hata yapan sen değilsin, ben hatanın tillahını yaptım ve geç kaldım.”

Ağır ağır başını salladı. “Geç kalma Deniz, o zaman bundan sonraki hayatına geç kalma.”

Onu taklit ettim. “Haklısın Vefa öğretmen.” diye göz kırptığımda gülümsedi.

.

.

.

Yemeğimizi yemiş, hesabı ortak ödemekte mutabık kalmış ve arabalarımızın anahtarlarını Aylin Hanım’ın valelerine teslim edip eve göndermesini rica ederek mekandan ayrılmıştık. Kırk dakikadır Orjan sahilde serenat yapan kurbağaların arasında yürüyorduk. Ağır konuları ayrıldığımız masada bırakmış birbirimizle ilgili bilmediklerimize odaklanmıştık.

“Ne yani sen aslında ressam mısın?”

Yürüdüğümüz kumsalda elimdeki ayakkabılarımı havada sallayıp “Tabi bir Osman Hamdi Bey ya da Mihri Müşfik değiliz fakat biz de Feride Köksoy’un tavında piştik.” diye gururla gülümsediğimde elleri cebinde yanımda yürüyen Aziz sevimli bir gülümsemeyle bana baktı.

“Feride teyzede mi ressam?”

“Eski resim öğretmenidir kendisi meslektaşsınız yani…”

“Peki oteldeki tabloları kim yaptı?” diye sorarken durakaldı. Fazla dikkatliydi.

Gururlu gülüşüm devam etti. “Onlar benim eserim. Otelin güç bela ayakta kaldığı zamanlarda resim yapıp satarak Faralya’nın kasasına koymuşluğum çoktur. Girişteki üç tablo ise Alihan, Derya ve Defne ablanın müzaideye verdiğim ve onların benim için satın aldıkları eserlerim. Ben de onların bu jestine karşı Otel Faralya’nın girişinde gururla sergiliyorum.”

Beğeniyle dudağını büktü. “Bu kadar başarılı olduğunu tahmin etmiyordum.”

Kaşlarımı hüzünle çocuksu bir eda takınıp çattım. “Hele o ne demek?”

“Hele?” diye anlamaz tavırla bana baktı.

Genişçe gülümsedim. “Bizim buraların şivesine alışamadın sanırım…” diyerek açıklamaya devam ettim. “Hele, bizim burada vurgu olarak ve genelde cümlenin başında kullanılır.”

“Öğreneceğim.” deyip başını salladığında parmağıyla hasır çantamı gösterdi. “Telefonun çalıyor sanırım.”

Ayakkabılarımı kuma atıp boynuma çapraz astığım çantama baktığımda telefonun karanlıkta ışığı SOS alarmı gibi yanıp sönüyordu. “Sessize almıştım. Bir dakika.” diyerek cihazı çantamdan bulup baktığımda Alihan’ın aradığını gördüm.

“Efendim.” dediğimde hızla “Geliyor musun?” diye sordu. “Evet çıktık sahildeyim.” diyerek cevap verdiğimde “Ali Baba’nın oradayız tek ve taksiyle gel.” diye direktif verip telefonu kapattı.

Mahçup bir şekilde Aziz’e bakıp telefonu çantama tıkıştırdım. “Gitmeliyim.”

“Sorun değil kahve borcunu sonra tahsil ederim. Hadi seni durağa bırakayım.” deyip yürüdüğümüz yolu gösterdi. Başımla onaylayıp ayakkabılarımı alarak çapraz adımlarla önüne geçtim. Sessiz adımlarla durağı bulduğumuzda ayrı taksilere binmeyi tercih ettik. Benim bineceğim aracın kapısını açan Aziz “Güzel bir geceydi. İş yemeğinden daha çok iki arkadaşın dertleşme gecesi gibi olması daha bir iyi oldu. Teşekkür ederim Deniz.” dediğinde minnetle gözlerimi açıp kapattım.

“Benim içinde öyleydi Aziz, seni daha yakından tanımak güzeldi.” dediğimde memnun bir gülümsemeyle “İyi geceler.” diyerek gözlerime baktı ama ben aklımla bitmeyen işbirliği sayesinde aramızda kalan taksinin kapısında parmaklarımın üzerinde yükselip yanağına küçük bir öpücük kondurdum.

Parfümünün kokusunu buram buram içime çekerken donuklaşmış gözlerine bakıp “İyi geceler Aziz.” derken aramızdaki kapıyı tutup kendimle beraber kapattım. Küçük camın dışında kalan Aziz elini cama yasladığında ismimi seslense de çalışır durumda benim emrimi bekleyen şoföre devam etmesini söyleyip onun görüş açısından çıktım.

Söyleyeceklerini tahmin edebiliyordum.

Gözlerinin manzarasında kendi suiletimi gördüğüm adamın dudaklarından çıkacak kelimelere şu an hazır değildim, en azından bu gece…

.

.

.

“Anlaşma sağlandı mı?” diye soran Alihan birasını yudumlayıp ağzına bir tane fıstık attığında başımla onayladım. Ali abinin küçük oğlu beni görür görmez getirdiği çayımı karıştırırken Derya’nın telefonuna olan ilgisi dikkatimden kaçmamıştı. “Önümüzdeki hafta Pazar günü öğle vakti gibi gelmiş olurlar.” diyerek dikkatimi yeniden Alihan’a çevirdim.

O anda Alihan kıvrak bir hareketle Derya’nın elinden telefonu alıp bakmadan ekranı kapatıp masaya koydu. Derya ağzı açık bir şekilde ona bakakaldı ama bir şey demeyip birasını yudumladı.

“Sessizlik andını boz artık Deniz!” diye toplanma amacımızdan sapmayarak konuya ortadan giriş yapan Alihan’la masaya gelişigüzel atılmış sigara paketlerinden birinden bir dal çekip ateşledim. Elimde eğreti duran sigarayla onun gözlerinin içine baktım.

“Sor.”

“Anlattığın tüm geçmiş dün gibi aklımda Deniz. O zamanda sana söyledim bunların hiçbirine inanmadım diye ama sırf seni daha fazla üzmemek için deşmedim fakat on sene sonunda döndü dolaştı yeniden önümüze geldi. Tek bir hakkın daha olmayabilir, bu yüzden söyle ve biz de ona göre o şerefsize karşı gardımızı alalım.”

İkisinin de meraklı ve bir o kadar da şefkat barındıran bakışlarından gözlerimi alıp uçsuz bucaksız görünen denize gözlerimi çevirdim. İçtiğim sigara başımı hafifçe döndürürken derin bir nefes daha aldım.

“Deniz, artık içinde her ne gizliyorsan anlatman gerek. Sorularla cevaplar birbirine denk düşmezse seni koruyamam. Anlat artık.”

Kısa bir nefes payı kendime ayırıp gözlerimi sımsıkı kapattım. “Cihangir sen gittikten sonra çok değişti.” diyerek konunun en başına döndüm. “Sen gittikten yaklaşık iki ay sonra yapamayacağımı, dedemi ezip geçemeyeceğim söyleyerek dönmek istedim ama izin vermedi.”

“Senin ona nasıl aşık olduğunu okulda bilmeyen yoktu.” derken sözlerimin arasındaki tezatı bulup çıkarmış gibiydi. “O herife aşığım nidaları atarken neden ondan gitmek istedin, ne oldu da yere göğe sığdıramadığın aşkına gölge düştü?”

“Bir gece arkadaşlarıyla dışarıda buluştuk ve benim daha önce dikkat etmediğim bir olaya şahit oldum. Sonrası da zaten çorap söküğü gibi geldi.”

“Ne gördün ki?” diye merakla ortaya çıkan Derya’ya Alihan ters bir bakış atarken sonrasında devamını dinlemek istercesine baş işaretiyle devam etmemi istedi.

“Arkadaşlarıyla havuzun arka tarafında uyuşturucu alıyorlardı. Bu benim tasvip edebileceğim bir olay değildi ve aramızdaki ilişkiye son vermek istedim. Bana git dedi ama gidemedim. Havalimanının girişinde beni yakaladı… O zaman ise işin renginin boktan olduğunu anladım ama geç kaldım. Görmediğim adamlar, silahlar ve diğer…” derken yutkunamadım. Gözlerimin kızardığının bilincindeyken titreyen elimde bitmeye yakın olan izmariti küllüğe attım. Çenemi havaya kaldırıp derin bir nefes alarak Alihan’ın gözlerinin içine baktım.

Ses tonu her bir kelimesini sertçe vurgularken “Diğer ne?” diye sordu.

“Beni daha önce bilmediğim bir eve götürdü. Çevresinde it sürüsü gibi adamlar vardı. Kapalı camsız bir odaya götürdüğünü hatırlıyorum ve kapının kilitlenişini… Ertesi günü evden kaçmak istediğimde yeniden o odaya kilitlenişimi… Bu şekilde bana uzun gelen bir zaman içinde sürekli bu olay tekrarlandı ta ki ilk tokadı bana atana kadar. Sonrasında tokatların sayısı yerini zamana bıraktı. Kaçmak istedikçe, inat gittikçe daha çok delirdi. Suyuna gitmeye başladım çünkü kimseye ulaşamayacağım izbe bir yerdeydim. Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Bir akşam kapının kilidi açıldı ve evin içinde hiç görmediğim bir kadın girdi. Aşağıya inmem gerektiğini söyledi ve zor da olsa indim.” Başımda başlayan yoğun zonklamayla anlatmak daha güç bir hal almaya başlasa da devam ettim.

“Aşağıya yemek masası kurulmuştu. Masada bir kadın ve tanımadığım adam vardı meğerse anne ve babasıymış. Kadına yardım dilenircesine baktım ama umuru bile olmadı. Babası ise beni para avcısı olarak gördü. Ne olduğu belirsiz bir kadına soframda tabak vermem dedi. Sanki ben kaçmaya çalışmıyormuşum gibi.” Akan gözyaşlarımı sol elimin sırtıyla sildim.

Derya’nın da gözünden bir damla yaş düştüğünde “Sonra ne oldu?” diyerek titrek sesle sorduğunda bakışlarım Alihan’a döndü. Ellerini yumruk haline getirmişti ve bana bakmıyordu. Ağır ağır yutkundum, boğazımdaki yumru geçmek bilmedi.

“İki sene boyunca kaçmaya çalıştım. Birine bile olsa ulaşmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Bu zaman zarfında ise kapının kilidini açıp her seferinde benim karnımı doyuran Hatice abla dışında derdimi anlatabileceğim kimse yoktu. Hatice abla ise o gelene kadar benimle ilgilenir arabasını bahçede gördüğü anda ilgi alakayı keserdi. Bir gece eve geldi Hatice ablanın apar topar gidişini duydum, sonrasında kapının açıldığını… Kavga ettik. Sürekli ona gitmek istediğimi onu sevmediğimi söyledim. O ise beni kaybetmek istemediğinden ve ne yaşıyorsam dik başlı olduğum için yaşadığımdan ama yola gelip evrileceğimden bahsediyordu. Aşık olduğunu söyleyerek başladığı ve benim ise her fırsatta ondan gitmek istediğimi söyleyerek devam ettiğimiz bir döngüden dolayı yine kavga çıktığında bu kez kapı açıktı. Ben ona ağzıma geleni söyledim o ise viskisini içmeye devam etti ama açık kapıdan kaçma fırsatını kolladığımdan bihaberdi…”

Derya’nın önündeki yarısı içilmiş bira şişesini kavrayıp diktim. Uzun bir yudum aldığımda ağlayışlarımı bastırmaya çalışıyordum.

“Açık kapıdan kaçtım. Koştum koştum o anda bahçe kapısı açıldı ve içeriye bir araba girdi. Sarı saçlı kadının arabasının önünde durdum ve yardım dilendim ama arkamdan beni yakalayan Cihangir kadının gitmesini söyleyerek beni içeriye sürükledi…” Yüzümü sıvazlayarak derin bir iç çektim. Sağ elimle acısını dün gibi hatırladığım kemerin izinde parmaklarım dolandı.

Derya ağlamaklı ses tonuyla omzumu tuttu. “Kardeşim.” dediğinde “Bana tecavüz etti.” diye fısıldadım. “Derya o bana tecavüz etti.” diyerek mırıltıyla yeniden döküldü dudaklarımdan. On senenin yorgunluğu üzerimden buhar olup gitmişti. “O gece yeni bir ıstırapın başlangıcıydı. Şiddet yerini bu kez tecavüzlere bıraktı. Ta ki Aslan’ın olduğuna inancım yükseldiğinde kaçabildim. Bir ay sonunda Hatice abla dayanamayıp o gece beni gören Mahinur ile işbirliği yaparak beni yurtdışına kaçırdı ve ben ondan kurtuldum. Mahinur her şeyi en ince detayına kadar planlayıp Hatice ablayı da benimle beraber Amerika’ya göndererek Cihangir Hancıoğlu’nun iki senedir bana yaşattığı her şeyin son bulmasını sağladı.”

Derya fısıltıdan farksız ses tonuyla bana dönerek “Ve şimdi o burada ne yapacaksın Deniz?” diye sordu. “Aslan’ı o şeytandan nasıl koruyacaksın, ya öğrenirse bir oğlu olduğunu?”

“Öğrenmeyecek Derya. O Aslan’ı öğrenmeyecek.”

Derya bana sıkı sıkı sarılırken konuşulanları hazmetmek için hepimize zaman gerekliydi. Zaman geçti, Alihan iki şişe daha bira içti ama dudaklarının arasından tek bir kelime çıkmadı. Derya’nın ise sağ kolu sırtımdan eksik olmadı.

Yeniden gelen garsondan istediği su şişesinin kapağını açan Alihan bana uzattı. “O fotoğraf.” dedi, dişlerini sıkarak. “O fotoğraftan sonra geldi bu herif. O fotoğrafta Aslan vardı, Aziz vardı.” diyerek çenesini sıvazladı. “Sana Aslan’ın hesabını sormak yerine Aziz’e sardı çünkü onun seni elinden aldığını düşündü. Belki de… Sence Aslan’ı Aziz ve senin çocuğun sanıyor olabilir mi?”

“O manyak her şeyi sanabilir.” diyen Derya‘yı onayladım. Alihan’ın uzattığı suyu yudumlarken “Adamın da başını yakacağım. Cihangir sağı solu belli olmayan, belinden silahını eksik etmeyen ve çevresinde parayla yanında tuttuğu adamlarla gezen biri. Korkuyorum Alihan… Önemsediğim ve zarar görecek diye yaprak gibi titrediğim insanlar var.”

“Aziz bunu sorun yapmıyor gibi göründü bana. O gece onların kavga ederlerken birbirlerine nasıl baktıklarını gördüm.” diyen Derya ile başım onun olduğu tarafa döndü.

“Evet ama bu hiçbir şeyi açıklamaz Derya. Benim yerime sen olsaydın Aziz’in bu tepkiyi vereceğinden adım gibi eminim.”

“Belki de açıklar.” diye söze giren Alihan’la tek kaşımı merakla havalandırdım. “Nasıl?” diye sorduğumda Alihan üstünkörü bir şekilde geçen sabah Aziz’le karşılaştığından ve onun söylediği bir şeyden bahsetti. “Tam bütün cevapları bulduğunu düşünürsün, tüm sorular değişir Alihan dedi Deniz. Belki de Cihangir’in bulduğunu sandığı cevapları onun aleyhine kullanmanın zamanı gelmiştir.” derken sığ bir nefes bıraktı. “En azından Aslan’ın güvenliği için.”

“Aslan…” Derin bir nefes verdim. “O bana tecavüz ettiğinin bile bilincinde değildi ki Aslan’ı bilsin. Eğer ki bu konuda bir dayatma yaparsa elimdeki kağıtları emniyete vermekten çekinmem Alihan ama bu sadece Aslan’ı üzer. Aslan’ın tecavüz sonucu olan bir çocuk olduğunu öğrenmesini istemiyorum.”

Derya dikkatle beni süzerken “Sen ne olsun istiyorsun Deniz?” diye sordu.

“Ne mi istiyorum?” derken kaşlarımı çattım. “Derya buradan siktir olup gitsin dahasının hiç biri gözümde yok!”

“Ve onun buradan siktir olup gitmesinin tek bir yolu var. O da seni kaybettiğinden emin olması. Kaybetmeyi hazmedemeyecek kadar şımarık yetişmiş ve her şeyin elinin altında olmasına alışkın biri o. Ya seni kaybettiğini düşünürse? Şu an peşinde it gibi dolanıyor olmasının nedeni senin yalnızlığın değil mi?”

Derya’nın sözleriyle birlikte bakışlarım Alihan’ı buldu. “Sen ne düşünüyorsun?”

Omuz silkti. “O ne kadar erkek bilemem tabii ama adam gibi seven mücadeleden kaçmaz ve eğer sevdiği başkasıyla mutluysa eyvallah der sineye çeker, adamlık budur. Ha o herifi soruyorsan sana kafayı takmış durumda ve seni yalnız biliyor, akbabalar yalnızın peşinde dolanır çünkü tek başına ve savunmasız öleceğini bilir, yalnızı avlamak kolaydır.” Burnunun kemerini sıkarken bakışlarını bana sabitledi. “Ailenin koruduğu gibi kimse kimseyi koruyamaz Deniz… Arkadaşlar bile.”

“Aziz’den bunu isteyemem.” dediğimde arkamdaki yan masadan gelen sesle ne olduğumu anlamadım.

“Bence ilk önce bunu bana sormalısın Deniz.”

Sözleriyle birlikte arkamı döndüğümde şaşkınlığım orada olmasına değildi. Göz bebeklerinin akının bile kızardığını gördüğüm Aziz’in her şeyi duyup üzerine bu aşk oyununa olumlu bakmasıydı. Derya’nın kolunun altından sıyrılıp ayağa kalktığımda benimle birlikte ayağa kalktı. Bakışlarımız birbirine kilitlenirken “Deniz.” diye soludu. Bir kelime edemeyecek kadar uyuşukken ellerini bana uzattı. Uzattığı iki eline bakışlarım kayarken “Geç kalma.” diye mırıldandı. “Bu sefer elini tutup peşimden sürüklemek değil, senin benimle birlikte gelmeni istiyorum.”

“Yorarım ben seni Aziz.” Omuz silktim. “Kırık kanadına bir yük de ben olurum.”

“Kuşun kanadı kırık diye uçmaktan vazgeçer mi? Hangi kuş kanadında yükü var diye göğe küsmüş? Eğer bu evcilik oyunu yüzünü yeniden güldürecekse ve Aslan’ın canı yanmayacaksa ben varım Deniz.” dediğinde hislerime ve yaşadığım yoğun duygusallığa rağmen dudaklarıma engelleyemediğim hafif bir tebessüm yerleşti. Nasıl başarıyordu bilmiyordum ama en karanlık anlarımda bile bir şekilde elimden tutup aydınlığa rehberlik ediyordu. Tebessümümü fark ettikten sonra kendi kendine mırıldandı. O belki duymadığımı düşünmüştü ancak duymuştum. Bakışları mavinin binbir tonuyla bezeliyken, kısacık anda dudaklarını okumuştum.

“İşte bu gülüş var ya bu gülüş, kanadı kırık kuşları bile uçurur.”

 

Loading...
0%