@beaarn8
|
KARTALLAR YÜKSEKTEN
1. Bölüm | KARTAL TİMİ
🦅
Karanlık. Karanlık sarmıştı etrafımı.
Gözlerimi kirli bir bez parçası ile kapatmış, boğazıma bir bıçak dayamışlar ve beni öldüreceklerini söylüyorlardı. Ne komikti. Korktuğumuzu mu düşünüyorlar acaba Berfucum?
Korkmak mı? Asla. Vatanım için ölmek benim için bir şereftir. Ancak böylesine karakter yoksunu insanların elinden ölmek canımı sıkardı. Çünkü onlar bizim Türk askerlerimizin ellerinde ölmeye mahkumdu. Ama şurada ben ölsem bile askerlerimiz asla kanımızı yerde bırakmaz. Bu iğrenç şahsiyetlere gerektiğini yapardı.
Kulağıma ilişen o iğrenç sesin kahkahasının ardından yüzümü buruşturdum. Seslerini duymaya bile tahammülüm yoktu.
Gülen sesin sahibi boğazıma bıçağı dayayan o kişiydi. Aynı zamanda ülkemizde çökertilmeyi planlanan bir örgütün lideri Şervandı.
Bu örgüt kadın çocuk demeden insanları katlediyor. Küçücük çocukların eline silah vererek kendine çalıştırıyordu. Bu durum ise sınır dışındaki köylere rahat bir uyku çektirmiyor, her gece kafalarını yastığa koyduklarında rahat uyku vermiyordu. Ve son zamanda Şervan ve ona itaat eden herkesin yakalanacağı bir operasyon düzenlenmişti.
Öncesinde operasyonun ilk parçasını istihbarata başlıyordu. Yapacakları her hamleyi öğrenmek adına içleri sızacak ve onların bir parçası gibi davranacaktık. Sonrasında ise bizler görevimizi hallettikten sonra operasyonu özel kuvvetler devir alacaktı.
Ve tahmin de edeceğiniz gibi bende bu operasyonun bir parçasıydım. İçlerine yavaş yavaş sızıp, tıpkı onlardanmış gibi davranarak istihbarata bilgi aktaracaktım.
Şervan'ın planladığı civar köydeki tüm Türkmenlerin katledildiği bir katliama izin vermeyecek ve onları kendi kurdukları planda tuzağa düşürecektik. Bununla hem Şervan ve ona bağlı tüm herkesi yakalayacak ve civar köydekilerin zarar görmesini engelleyecektik.
Tam operasyonun sonuna yaklaşmıştık. Ancak ben deşifre olmuştum.
Öncesinde iyi gidiyordum. Yavaş yavaş içlerine sızmış, zamanla Şevran'ın güvenini kazanmıştım. Ama şu son zamanlarda Şevran'ın sağ kolu olan adam Şevran'ın güvenini kazanıp gözüne girdiğim için bana karşı cephe almıştı. Aslında tam o da değildi. Ondan her anlamda daha başarılı olduğum için gururuna yedirememişti. Ve bunu sırf kadın olduğum için yapmıştı. Çok da umurumuzdaydı sanki canım o. Biz mükemmelsek ne yapalım, bizim suçumuz mu?
Başlarda ona inanmamayı seçmişti Şervan. Ama dün önüme beş tane masum çocuk getirmiş ve vurup hain olmadığımı kanıtlamamı istemişti. Böylelikle sağ kolu artık susacak ve bana olan güvenini pekiştirecekti. Ama ben yapamamıştım. Masumları öldüremezdim. Ki onlar daha çocuktu. Çocuklar ölmemeli, yaşamalıydı. Onları öldürmediğim için üstüme gelen Şervan sağ elimi yüzüme indirmiş ve tekrar onları öldürmemi söylemişti. Bana vurmasıyla kayıtsız kalamamış bacağımı kasıklarına geçirmiştim. Ancak bunun bedelini saatlerce süren işkence ile ödemiştim. Pişman mıydım? Asla. Bir daha olsa yapar mıydım? Evet. Çünkü bizler savaşacağız ki milyonlarca insan kafasını yastığa rahat koysun diye. Bizler savaşacağız ki çocuklar hep gülsün diye. "Sona geldin ha, Türk kızı." diyen sesin sahibi Şervandı. "Ne güzel şey be Türk olmak..." derken sesim oldukça kendinden emindi. "Tabii sizin asla tadamayacağınız bir duygu." deyip alaylı bir şekilde gülmüştüm. Dediklerimden sonra boğazımdaki bıçağı daha da bastırdı. Daha da bastırabilirdi. Sonuçta canı cehenneme. "Asla bilemeyecekmişiz... Çok üzücüymüş Türk Kızı. Öleceksin hala Türk diye geziyorsun." diye sanki haykırdı. Yalnıez biz zirvedeyiz de duyulmuyor azıcık daha bağır. "Öncelikle üzücü değil. Sizin gibi karakter açısından eksilerde olan varlıkların Türk olması büyük kayıp olurdu. İkincisi ben ölsem bile önce şahadet getirir sonra yine Türküm derdim." Bu da mı gol kızım? Yeminle Türklük damarım tuttu. Ölecek olsam bile lafımı asla esirgemeyecektim. Çünkü ben böyle görüp yetiştim. Babam hep küçükken vatan her şeyden önce gelir kızım demişti. Bende onu dinledim ve önceliğim hep vatanım oldu. "Şahadet etmeye başla o zaman. Az sonra konuşacak bir nefesin olmayacak." "Biz Türkler haykırmak için nefese ihtiyaç duymayız. Tek bakışımız bile deprem yaratır." Messi bu kadar gol atmamıştır. Nokta. Derin bir nefes alıp ciğerlerime oksijenin dolmasına izin verdim. Son nefeslerimdi ve iyi değerlendirmeliydim. Ölmekten korkuyor muydum? Hayır. Ölüm bizden korksun. Artık sona gelmiştim. Boğazıma bastırılan bıçak daha da keskinleşmiş gibi tenime batmaya başlamıştı. Yutkundum. Bıçağı daha da derinden hissettim. Hep nasıl öleceğimi düşünüp durmuştum. Ve kafamda binlerce ihtimal düşünmüştüm ve nedense hep saçma bir sebep yüzünden öleceğimi düşünmüştüm ama böyle bir ölümde mesleğim gereği olağandı. Bir silah sesi duyuldu. O sesin ardından Şervan boğazımdaki bıçağı çekmeden "Ne oluyor burada?" diye sordu. "Geliyorlar." diye bağırdı uzaktan gelen bir ses. "Kim?" "Türk askeri." Türk askeri. Kalbimin hızla göğüs kafesime çarpıp orayı paramparça etmiş gibi nefesimi kesmişti. Vatanım uğruna ölmek isterdim ama ondan da daha çok istediğim bir şey vardı. Hayatta kalıp daha çok insanın hayatını kurtarmak. Vatanım uğruna birçok göreve çıkmak. Ve en önemlisi vatanıma göz koyanlara hak ettiğini vermek. Ciğerimi lime lime eden göğüs kafesi kırk parçaya ayrılmış gibi acıyordu. Her nefesim ölümün sancılarını bana yaşatırken boğazımdaki bıçak bir kılıca dönüşmüş gibi boğazımı yakıyordu. "Şervan yaklaştılar..." diyen adamın sesi telaşının her tonunu barındırıyordu. Gözüm kapalı olmasaydı yüz ifadesini görmek isterdim. O korkuyu, gelen eceli hissetmesi. "Artık gitmemiz lazım, yoksa buradan hiçbirimiz sağ çıkamayız. " demesiyle "Geberirsiniz inşallah." dedim tükürür gibi. Ve bunu derken bir saniye bile tereddüte düşmedim. "Sen geberip gideceksin, Türk kızı." diyen Şervan boğazımdaki bıçağı tenime acı çektire çektire, yavaşça bastırdı. İçimden şehadet getirirken bir elin bıçağı tutması ile öylece kaldı. "Öleceğiz diyorum, hâlâ şu kızı öldürmek istiyorsun. Zaten geberip gider bu çatışmanın ortasında. Biz çıkalım hemen arka taraftan." dedi adam. Şervan boğazımdaki bıçağı çekti ve sesinden anladığım kadarıyla bıçağı yere fırlattı ve bana yaklaşıp o iğrenç sesiyle "Ölürsen kendini şanslı say..." diyerek nefesini kulağıma doğru üfledi. "Eğer ki ölmezsen kork benden Türk kızı. Seni öldürmezsem namerdim." dedi ve uzaklaştı. Bende arkasından "Zaten öylesin!" diye bağırdım. Gümbür gümbür gelen silah sesleri kulağıma bir uğultu gibi ilişmişti. Hangi silah kimin tarafından ateş ediliyor bilmediğimden kendimi savaş meydanında savunmasız hissediyordum. Elimdeki ipi çözemediğimden koparmak için kendimi zorlandım ama ip asla çözülmüyordu. Bende artık biraz daha bu şekilde savunmasız kalırsam bana isabet edecek bir kurşunla öleceğimden ip ile uğraşmayı bıraktım ve sürünerek hemen sağ çaprazımda olduğunu bildiğim tuğla paketlerinin oraya sürünmeye başladım. Sürünürken bedenime değen taşlar acıyla kıvranmama sebep oluyordu. Tam tuğla paketlerinin arkasına geçmiştim ki kulaklarımı dolduran sesle olduğum yere çakıldım. Bir bomba savaş meydanında patladı. Bizim askerler mi yoksa düşman taraf mı bombayı attı bilmiyordum lakin sesten irkildiğim için kendimi geri çektim. "Çok yaklaştılar, daha fazla dayanamayız." diyen ses silah seslerine karışmıştı ancak yakımdan geliyordu. "Şervan da gitti zaten, gidelim bizde." dedi genç bir sesin sahibi ortaya fikir atarak. "O zaman Şervan bizi öldürür..." dedi telaşla "Ne dediğinin farkında mısın sen?" "Zaten her türlü ölmeyecek miyiz? Bizi sağ bırakırlar mı zannediyorsun? Türk askeri lan bunlar, vatanına ihanet edeni affetmez..." dedi. Saklandığım tuğla paketlerinin ardında onları dinliyordum ki silah sesi kesilmişti. Artık konuşanlardan da ses çıkmıyordu. Ya ölmüşlerdi ya da söyledikleri gibi kaçmışlar. Belli bir süre bekledim. Ancak ses gelmediğinden emin olunca kendimi belli etmek adına sürünerek tuğla paketlerinin ardından çıktım. Ses yoktu. Ama... Şakağıma soğuk bir namlu değdi. Ardından kulaklarım iğrenç bir gülüşü işitmek zorunda kaldı. "Her şey buraya kadarmış ha..." derken sesinde eğlencenin tınısı vardı. Şu an kalan tüm enerjim ile Şervan'ın sağ koluna sövmek istedim ama ben küfür etmemeye yemin ettim. Etmem. Az daha konuş Berfucum belki inanırız. İçinden bin kere sövdüğünü biliyoruz. Söv ben arkandayım. "Başından beri biliyordum senin hain olduğunu. Şervan da sana inandı. Aptal. Ama merak etme, cezan benim elinden olacak. Sonun olacağım. Ecelin benden olacak." dedi. Bir silah ateşlendi. Ama bu silah benim şakağıma değen değildi. Gür bir ses haykırdı. "Ecelin sana ecel olmaya geliyor." dedi yeri göğü inleten ses. "Komutan... Hoş geldin diyeceğim de, pek hoş görmedin sanırım. " dedi sağ kol. " "Derler ki; nerede olursan ol, ecel gelir seni bulur. Ecelin seni buldu ve bırakmaya niyeti hiç yok. O kızı bırak, belanı boşuna arama." dedi ve belli bir süre konuşmadıktan sonra "Ama yok ben belamı arıyorum dersen de söyleyeyim huyum bela arayanlara bela olmaktır." Boşluğa düşen sağ kol bir an şakağıma değen namluyu çeker gibi oldu ama sonra daha da bastırarak "İndirin silahları, yoksa düşünmem vururum." dediği an saniyesinde komutan dediği kişiden "Vur." cevabı geldi. "Vur yoksa sen vurulacaksın..." dedi ve bir silah sesi patladı tam da yakınımda. Önce şakağıma değen soğuk namlu yeri boyladı. Ardından tam arkamdan sağ kolun bedeninin düşme sesini duydum. Vurulmuştu ve ben kurtulmuştum. Yaklaşan adım sesleri ile nefesim kesilirken vücudumu saran saf heyecanın nedenini anlamaya çalıştım. "Ama ben demiştim sana." dedi komutan sahte bir üzüntüyle. O an ne olduğunu anlamasam da "Vur yoksa sen vurulacaksın dedim." dediği an anladım. Ardından adım seslerinin sahibi bana yaklaşarak beni oturur pozisyona getirdi. Sıcak nefesi yüzümde harlanıp cehennem ateşini hatırlatırken gözümü kapatan bez parçasını çözdü. Gözlerimi açmaya çalıştım ama uzun süredir kapalı olan gözlerimden dolayı bir an da günışığı ile buluşunca kötü oldu. Sonra iple bağlı olan ellerimi açtı ve bana doğru "Bileklerin kızarmış ve tahriş olmuş. Dönünce doktora gözükmen lazım." dediği an gözlerimi açtım. Sanki az önce sesi yeri göğü inletmemiş gibi aşırı sakindi. Gözlerimi açtım ve direk onun gözlerinin içine baktım. Onun geceyi bile kıskandıracak kara gözlerine. Gözlerimi onun gözlerinden çekip üniformasına doğru yönelttim. Yan yana duran üç yıldızı görmemle gülümsedim. Daha sonrasında ise onun biraz aşağısında yazan soyimi görmemle tekrar gözlerimi onun gözlerine çevirdim. "Yüzbaşı Koçyiğit..." dedim. Yüzbaşı Koçyiğit "Evet." dedi fısıldarcasına. "Yüzbaşı Alparslan Koçyiğit." Bana meraklı gözlerle bakmasıyla adımı söylememi beklediğimi anladım. "Kurtardığın kadının adını bilmiyor musun?" dedim merakla. "Bilmem mi gerek? Görev geldi seni kurtarmamız için. Başka biri olsa da fark etmeyecekti sonuçta." dedi ve ayağa kalktı. "İyi misin. İhtiyacın var mı?" diye sordu. Kafamı hayır dercesine salladıktan sonra bana arkasını dönmüş yürümeye başlamıştı ki arkasından "Berfu."diye seslendim. "Adım Berfu." Önce duraksadı ve yavaşça arkasını döndü. "Kar tanesi..." dedi. İsmimin anlamı. Berfu kar tanesi demekti. Gülümsedim. Bana bu şekilde hitap etmesi nedensizce hoşuma gitmişti. "Ve kar tanesi demiştin ki kurtardığın kadın demiştin. Düzelt onu. Kurtardığımız. Tek değilim." dedi. "Kimlerle kurtardınız beni?" diye sordum. Kafasıyla gözlem yapan askerleri göstererek onları işaret etti. "Timimle." "Timin adı ne?" "Kartal timi?" "Neden timin adı Kartal. " diye sordum. "Çünkü Kartallar yüksekten uçmaktan korkmaz. " dedi. |
0% |