Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. BÖLÜM.

@begonvil26

2.Bölüm.

 

 

 

"Oyun Başladığında Her şey Değişir."

 

 

 

Kendi yolunu bulamayan, bütün yolları boşuna yürür.

 

Oruç Aruoba.

 

 

 

 

 

 

_______________

 

 

 

 

Kürsünün ardındaki adam büyük bir zevkle konuşmasını yapmış gecenin fazlasıyla kulak dolduran alkışlarını konuklardan kapmıştı. Halinden son derece memnun olan adam sahneden indiğinde herkes az önceki haline geri dönmüştü. İnsan seslerinin oluşturduğu uğultuyu bastıran geniş salonun her bir noktasını doldurmakta olan klasik müzikti. Babam birkaç dakika önce iş arkadaşlarına selam vermek amacıyla yanımızdan ayrılmış masada Demir, Tufan ve beni yalnız bırakmıştı. İnce parmaklarımla kadehi kavradım ve birkaç küçük yudum aldım. Demir keskin bakışlarını salonun her bir yanında gezindirirken Tufan doğrudan babamın olduğu yöne bakıyordu. Onun için babamın güvenliği her şeyden mühimdi. Bunun için yetiştirilmişti. Babamın diğer korumalarından ayrılan belirgin farkı buydu. Birkan Lâyezâl’e daha yakındı. Babam ona her zaman daha çok güvenir, kimseyle paylaşmadığı bilgileri onunla paylaşırdı. “Ne kadar da eğlenceli bir gece.” diye mırıldandı Demir parmaklarını masaya ritimli bir şekilde vururken. Başımı hafifçe yana yatırarak Demir’in yan profiline baktım. “Şu an yerimde olmak isteyen kaç kadın var biliyor musun Demir? Bilmiyor gibi görünüyorsun.” derken olduğumuz yöne kaçamak bakışlar atan birkaç kadının üzerinde gezindi gözlerim.

 

“Bu akşam pek keyfim yok.” dediğinde dudaklarımı büzdüm. “O zaman gecenin sıkıcı geçmesinden yakınamazsın. Bazen eğlenceyi kendin yaratman gerekir Avukat.” Başını çevirip bana kısa bir bakış attı. Onu umursamadan doğrudan Tufan’a baktığımda başını bir kere hafifçe salladı ve yanımızdan ayrıldı. “Birazdan gelirim.” diyerek Demir’in henüz bir şey söylemesine fırsat vermeden yanından ayrıldım. Gösterişli merdivenin hemen yanındaki kokteyl masasına baktığımda babamın gülerek masadaki adamlarla bir şeyler konuşuyor olduğunu gördüm. Lavabonun merdivenin hemen altında bulunan koridorun içerisinde olduğunu anladığımda adımlarımı oraya yönelttim. Koridora ulaşma girişimim oldukça sert bir cüsseye çarpmamla başarısız sonuçlandı. Hafifçe sendelediğimde karşımdaki adam hızlı davranıp belime uzandı. Saniyesinde kendimi toparlayıp doğrulduğumda adam elini belimden çekti. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda yeni çıkmaya başlayan küçük sakallara sahip, koyu kahverengi gözlü, bronz tenli bir adam olduğunu gördüm.

 

“Af edersiniz Hanımefendi. İyi misiniz?” diye son derece nazik bir sesle soruyu doğrulttuğunda başımı salladım. “İyiyim. Sorun değil.” Yanından geçip gitmeye yeltendiğimde geriye doğru bir adım attı ve durmamı sağladı. “Emin misiniz? Biraz dalgın görünüyorsunuz.” Derin bir nefes almak istedim fakat bunu yapmayıp sadece boş gözlerle adama baktım. “Olsam ne fark eder Beyefendi? İyiyim dedim ya?” Dudaklarında amansız bir gülüş belirdi. Bakışları kısaca etrafı taradı ve yeniden bana döndü. “Pekala. Yine de konuşmak ya da vakit geçirmek isterseniz beni şu masada bulabilirsiniz.” diyerek masasının olduğu yönü işaret etmişti. Sahte bir gülümseme attım ve koridora girdim. Küçük alanda ilerleyip lüks lavaboya girdiğimde ellerimi mermere yasladım ve aynadaki yansımama baktım. Hepsi mi beni bulurdu? Gözlerimi devirerek başımı arkaya doğru çevirdim. Kabinlerin alt kısmına baktığımda kimsenin olmadığını gördüm.

 

Musluğu açıp ellerimi soğuk suyla yıkadım. Peçete alıp kurularken dikkatimi mermerin aşağısında, yerde duran siyah bir poşet çekti. Birisi unutmuş olmalıydı. İlgimi çekmediğinden dolayı bakışlarımı oradan çektim. Elimdeki peçeteyi çöpe attıktan sonra lavabodan çıktım. Süslü salona tekrar döndüğümde bakışlarım direkt Demir’in olduğu masaya kaydı. Yanında sarı ve uzun saçlara sahip bir kadın vardı. Elinde şarapla Demir’e bir şeyler söylüyordu fakat Demir oralı değildi. Kollarını masaya yaslamış kayıtsızca etrafa bakıyordu. Göz göze geldiğimizde bana öldürücü bakışlarından bir tanesini attı. Amacıma ulaşmıştım fakat Demir keyifli olmak yerine yine somurtuyordu. Dudaklarımda sahte bir gülümseme belirdiğinde gözleri kısıldı.

 

Elimle sigara içeceğime dair bir işaret yaptığımda başını salladı. Kadının bakışları Demir’in başını salladığı kişiyi arıyordu fakat yanlış yöne bakıyordu. Demir kadın başını ters yöne çevirdiğinde ben de birazdan geleceğim dercesine jest ve mimikte bulundu. Orası biraz zor gibi görünüyor Demirciğim. Kadın Demir’in yüzüne doğru eğilip bir şey söylediğinde Demir olduğu yerde bedenini dikleştirdi. Merdivenleri tırmanmaya başladığımda hiç bitmeyeceğini düşündüm fakat birkaç dakikanın sonunda bitti. Sol tarafa dönüp uzun ve geniş alanda ilerlemeye başladım. Terasa vardığımda kimsenin olmadığını gördüm. Birazdan konuşmacı yeniden sahnedeki yerini alacaktı ve anlaşılan bunu kimse kaçırmak istemiyordu. Sigara içmeyi bitiren adam benim geldiğim yolu dönerken terasa çıktım. Etrafa bakındığımda tek başıma olduğumu anladım.

 

Çantamın içerisinden sigara paketini aldım ve bir dal çıkardım. Dudaklarımın arasına yerleştirip hızlıca ateşledim ve içime çektim. Paketi ve çakmağı yeniden çantanın içine koyup başımı kaldırdım. Bakışlarım gecenin kor karanlığında gezinirken sol kolumu karnıma yasladım. Sağ kolumun dirseğini ise sol kolumun üzerine bastırdım. Ağzımdaki dumanı sertçe dışarıya üfledim. Beklemeksizin sağ elimdeki sigarayı yeniden dudaklarıma götürdüm ve bir fırt daha çektim. Gecenin sessizliğine karışan araba ve insan sesleri pek rahatsız edici değildi. Aşağıya doğru baktığımda binaya hâlâ giriş yapan insanların olduğunu gördüm. Ağzımdaki dumanı üfledikten sonra kurumuş dudaklarımı ıslattım. Ardımda hissettiğim tok adım sesleri bedenimi hafifçe o yöne çevirmeme neden oldu. Karşılaştığım yabancı adam ile anında göz göze geldim.

 

Aramıza belirli bir mesafe koyarak yanımdan geçti ve korumalığın hemen ardında durdu. Yanımdan geçtiğinde kendimi minicik hissetmeme neden olan bir hayli uzun boya sahipti. 2 metreye yakın olabilirdi. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Kumaş pantolonu uzun ve biçimli bacaklarını güzelce sarmalamış, siyah ceketinin içindeki beyaz gömlek ise son derece belirgin karın ve göğüs kaslarına yapışmış, yay gibi gerilmişti. Kravatı yoktu. Beyaz gömleğinin üstten birkaç düğmesini açmıştı. Cebinden çıkardığı sigara paketinin içerisinden bir dal aldı ve dudaklarına bıraktı. Diğer cebinden çakmağını çıkardı ve eliyle etrafını kapatıp başını hafifçe eğerek ucunu ateşlemeye çalıştı. O bunu yaparken siyah dalgalı saçlarının birkaç tutamı alnına döküldü. Çakmağının gazının bitmiş olduğu ve yanmayacağını anladığında aniden başını bana çevirdi. Tam olarak lacivert olan gözleriyle bakışlarımız kesiştiğinde hafifçe kaşlarım çatıldı. “Çakmağınızı kullanabilir miyim?” Sesinin kalınlığı ve sertliği neredeyse ricada bulunduğu gerçeğini ortadan yok edecekti.

 

“Elbette.” derken çantamdan çakmağımı çıkarmış adama uzatmıştım. Soğuk parmağının ucu parmaklarıma değdiğinde nedensizce ürperdim. Beyaz tenine oldukça yakışan sol elmacık kemiğinin üzerindeki minik üst üste gelmiş iki ben dikkatimi çekti. Adam başını öne çevirdi. Bir eliyle çakmağı ateşlerken boşta kalan diğer eliyle sert esen rüzgarın ateşi söndürmesini engellemek amacıyla etrafını kapadı. Bunu yaparken belirginleşen çene kemiğine kaydı bakışlarım. Çakmağı yeniden bana uzattı ve “Teşekkürler.” dedi. Kirli sakallarını sigarasını tuttuğu elinin baş parmağıyla kısaca kaşıdıktan sonra bakışlarını tıpkı az önce yaptığım gibi karanlık havaya çevirdi. Sigara dumanını kayıtsızca içine çektiğinde ona baktığımı anlamaması için başımı öne çevirdim. Yavaş bir şekilde dumanı içime çektim ve dışarıya üfledim. Soğuk rüzgar tenime her çarptığında ürperiyor titrek bir nefes veriyordum.

 

“Davetlerden hoşlanmıyorsunuz sanırım?” Konuşmasını zerre beklemediğimden dolayı sesini duyduğumda irkildim. Şaşkın bakışlarımı hızlıca örterken ona baktım. O ise doğrudan önüne bakıyordu. Ağzındaki dumanı dışarıya üfledi. “Sıkıcı konuşmalardan hoşlanmıyorum diyelim.” Tıpkı onun gibi ağzıma hapsettiğim dumanı havaya üfledim. Bir eli cebinde sigarasını içmeye devam ederken “Sıkıcı konuşmalardan kimse hoşlanmaz. Sadece buna katlananlar veya katlanmayıp tıpkı bizim gibi kendilerini dışarıya atanlar olur.” Dudaklarımı pervasızca ısırdım ve bedenimi hafifçe yabancı adama çevirdim.

 

“Doğru olanı bizim yaptığımızı düşünüyorum.” derken sesim biraz keyifli çıkmıştı. Yabancı adam başını çevirip bana baktı. Sigarasını dudaklarına götürdü ve bir fırt çekti. Koyu lacivert gözleri sarıya dönük bal rengi gözlerimin içinde oyalanırken bakışlarımı çekmek istedim fakat yapamadım. Benim yapamadığımı yabancı adam yaptı. Öne döndü ve “Herkesin kendi doğruları vardır ve buna göre yaşarlar. Şu an alt kattaki insanların yaptığı gibi.” dedi. Bitirdiğim sigaramın ucunu korumalıkların altındaki mermerde söndürüp aşağıya attım. Adama doğru döndüğümde bana bakıyor olduğunu gördüm. Dudaklarım aralanmış konuşacağım sırada etraftaki sükutu benden önce davranarak telefonumun çalan sesi bozdu. Elim çantama gitti. Telefonu çıkardığımda Bilinmeyen Numara olduğunu gördüm. Kaşlarım merakla hafifçe çatılırken tereddütsüz aramayı cevaplandırdım.

 

Birkaç saniye konuşmasını bekledim. Konuşmayacağını anladığımda “Kimsin?” dedim. Hırıltılı bir nefesin ardından kalın bir ses duydum. “Gerçekten bu sorunun cevabını merak ediyor musun?” Yabancı adama bakmıyordum fakat bakışlarının üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. “Neden sorduğumu zannediyorsun?” dediğimde saniyelik süren bir gülüş duyuldu. “Baban da en az senin kadar beni merak ediyor biliyor musun Vera Lâyezâl?” Telefonu istemsizce daha da sıkı tutarken başımı hızlıca sağa ve sola çevirip bakışlarımla etrafı taradım. “Öyleyse bir korkak gibi davranmayı bırakıp karşımıza çıkmaya ne dersin?” Yabancı adam elinde tuttuğu sigarasını aşağıya doğru indirirken ağzındaki dumanı dışarıya üfledi. Tıpkı benim gibi sigarasını söndürdüğünde bakışlarım istemsizce yabancı adamın gözlerini buldu.

 

“Zamanı geldiğinde neden olmasın? Şimdilik, biraz oyun oynamak istiyorum.” Cümlesinin bitiminde sessizlik oldu. Yabancı adamın bakışları göğsümün üzerinde sabitlendiğinde baktığı yöne baktım. Kalbimin tam üzerinde gördüğüm kırmızı nokta dudaklarımın aralanmasına neden oldu. Yabancı adamın bakışları hızla etraftaki binaları taramaya başladığında konuştum. “Tam bir korkaksın biliyor musun? Karşıma geç ve gözlerimin içine bakarak bunu yapmayı dene.” Yabancı adam aniden önüme geçtiğinde kaşlarım çatıldı. Bakışlarım bir hayli geniş sırtında asılı kaldığında “Ne yapıyorsun?” diyebildim.

 

“Bu cesur adam da kim?” dedi telefonun diğer ucundaki kişi. Yabancı adamın omzundan tuttum ve ittirmeye çalıştım fakat nafileydi. Aniden bana doğru döndüğünde başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. “Eğer olduğunuz yerden kıpırdarsanız tetiğe basmaktan hiç çekinmem.”

 

“Dur.” dedim beni binanın içine doğru yönlendirmeye çalışan yabancı adamın kolundan tutarak. “Dur, tetiğe basacak kıpırdama.” Gözlerinin anlık karardığını gördüm. Elimde tuttuğum telefonu hızla aldı ve kulağına yasladı. “Sıksana lan.” dedi sert bir sesle. “Götün yiyorsa sık.” Üzerime lazer doğrultan adamın görüş açısını tamamen kapatmıştı. Dev cüssesiyle önüme geçmiş beni koruyarak geniş hole doğru ilerletiyordu. Gerginlikten dolayı hızlı bir şekilde nefes alıp vermeye devam ederken terasın çıkış noktasına gelmiştik. Koridora adım atacağımız sırada bir şey oldu. Ses değil lakin bir hareketlilik. Bakışlarım yabancı adamın sağ kolunun üst kısmına kaydı. Kanıyordu. Gözlerim kocaman olurken dudaklarım dehşetle aralandı. Adamın kolundan tutup tüm gücümle kendime doğru çektim. Büyük fon perdenin sakladığı duvarın arkasına geçtiğimizde yabancı adam sırtımı duvara yasladı.

 

Bedenim soğuk duvara temas ettiğinde tüylerim ürperdi. “Kanıyor!” dedim en nihayetinde konuşarak. Yabancı adam telefonu hızlıca çantama koydu ve elini kanayan yarasına götürdü. Güçlükle yutkunurken ne yapabileceğimi düşündüm. Aklıma gelen ilk fikirle elbisemin ucundan büyük bir parça kopardım. Bez parçasını kanayan koluna sarıp sıkıca bağladığımda telaşlı bakışlarım adamın gözlerine kaydı. Anlam veremediğim bir bakışla bana bakıyordu. “Hastaneye gidelim.” dedim engel olamadığım bir endişeyle. “Benimle gel.” derken elimi tutmuştu. Hemen yan tarafımızdaki metal gri kapıdan içeriye girdik. Döner merdivenleri hızlı adımlarla inmeye başladığımızda az önce koluna beceriksizce bağladığım bez parçasına baktım. Kenarları hafifçe kan olmuştu. Nefesimi gerginlikle tuttum. Zemin kata ulaştığımızda binanın arka kapısından çıkmıştık. “Nereye gidiyoruz?” diye sorduğumda cevap vermedi.

 

Binanın arka tarafına park edilmiş olan siyah renkli araca ilerliyorduk. Bakışlarım az önce adrenalinden dolayı hiç hissetmediğim elimi avuçlayan eline kaydı. Büyük elinin içerisinde gayet normal boyutlarda olan elim minicik kalmıştı. “Arabayı sen süreceksin. Ehliyetin var değil mi?” Hızlıca başımı salladım. Şoför koltuğuna yerleştiğimde yabancı adam yanımdaki yerini almıştı. Beynim durmuş gibiydi. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde direksiyonun olduğu yöne bakarken “Çalıştır arabayı.” diye ikaz etti yanımdaki adam. Gözlerimi kapatıp açtım. Sakin ol Vera. Hayatında ilk kez böyle bir şeyle karşılaşmıyorsun. Evet ama bu hiç beklenmedikti! Aracı nihayetinde çalıştırdım ve sürmeye başladım. “Caddeye çık ve düz devam et.” Direksiyonun üzerindeki elim engel olamadığım bir şekilde titriyordu.

 

“Nereye gidiyoruz?” diye sordum bir kere daha. Eli bez parçasının üzerindeydi. Baskı yapıyordu. “Gidince göreceksin.” Ona ters bir bakış attığımda başını çevirip bana baktı. Bir süre gerginlikle bakıştık. “Acıyor mu?” diye sorduğumda yan profilime bakmakta olduğunu hissettim. “Sıyırdı sadece. Acımıyor.” Direksiyonu daha sıkı kavrayarak sola çevirdim ve caddeye çıktık. “Neden önüme geçtin? Böyle bir şeye gerek yoktu. Beni tanımıyorsun bile.” Sesim son derece öfkeliydi. Pekte kalabalık olmayan caddede düz gitmeye devam ediyordum.

 

“Tanışalım o hâlde? Kuzey Karakaya.” Başımı çevirip son derece sert bir bakış attım. “Ya sıyırmasaydı? Ya vurulsaydın? Yaptığın tam bir aptallık!” Sıkıntılı bir nefes alırken başını önüne çevirdi. Dudaklarımı gergin bir şekilde dişlerken dikiz aynasından geriye doğru baktım. Kimse yoktu. Bedenimin gevşediğini hissedebiliyordum.

 

“Asıl aptallık göğsüne lazer doğrultulan bir kadına arkamı dönüp gitmem olurdu!” derken sesi hafif yükselmişti. “…ve sesinin ayarına dikkat et.” Başımı yana doğru yatırırken derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım. “Sola dön.” dediğinde gaza yüklendim ve fevri bir hareketle döndüm. Tıpkı benim gibi sabır dileniyor gibiydi. Bunu gözünü sıkıca kapatıp açmasından anlamıştım. “İsmini söylemedin?” dediğinde gözümü yoldan ayırmadan sessiz bir tonla cevap verdim. “Vera Lâyezâl.” Cümlemin bitiminde çantamın içindeki telefonum çalmaya başlamıştı. Arka koltuğa fırlattığım çantama dikiz aynasından kısa bir bakış attım. Kuzey bedenini arkaya doğru çevirip çantama kolaylıkla uzandı. Fermuarını açıp telefonumu çıkardığında ekrandaki Demir yazısını görmemle “Siktir.” diye mırıldandım. Benim bir şey söylememe müsade dahi etmeden aramayı meşgule attığında “Sana kapat diyen mi oldu?” dedim. “Geri ara, konuşacağım. Yoksa nereye gittiğimizi elini koymuş gibi bulur.”

 

“Benim için sorun yok.” dediğinde başımı çevirip ona baktım. Sabrımı mı sınıyordu? Öyleyse yanlış bir yol seçimiydi. Kuzey dediğimi yaptı. Demir’i geri aradığında telefonu birkaç çalışında açtı. “Nereye kayboldun Vera?” Bakışlarım istemsizce dikiz aynasına kaydı. Yeniden kimsenin olmadığının vermiş olduğu rahatlıkla konuştum. “Göksel aradı ve konuşmak istediğini söyledi. Onunla birlikteyim. Biraz konuşacağız. Çok gecikmem merak etme. Babamı idare et.” Göksel’in beni aldattığını ve ayrıldığımızı bilmiyordu. Tek bildiği şey Göksel’le kavga ettiğimizdi. “O çocuğa güvenmiyorum.” dediğinde derin bir nefes almak istedim fakat yapmadım. “Beni merak etme. Kendimi koruyabilirim ama buna gerek bile kalmaz. Göksel ile birbirimizi seviyoruz.” Son cümleyi söylerken gözlerimi devirmeden edememiştim. İçimde beliren kusma isteğini güçlükle idare ettim.

 

Kuzey’in bakışlarını üzerimde hissettiğimde başımı çevirdim. Lacivert gözlerini çevreleyen siyahlıklar daha da koyulaşmıştı. “İyi. Geç kalma.” Kuzey eliyle sağa dönmem için işaret ettiğinde o yöne döndüm ve “Tamam.” dedim. Kuzey aramayı sonlandırdığında nefesimi dışarıya üfledim. “Gideceğimiz yer uzak mı?” Sol eliyle yarasını tutarken bakışlarını etrafta gezindirdi. “20 dakikası var.” Dakikalar öncesine nazaran daha iyiydim. Bedenim gevşemiş hissettiğim tedirginlik yok olmuştu. Şimdiyse bir bilinmezliğin içine doğru yanımda hiç tanımadığım adamla beraber gidiyordum. Tüm bu olanlara inanamıyordum. Her şey çok hızlı gelişmişti. Kafam dumandı. Kuzey’in söylediği gibi neredeyse 20 dakikanın sonunda bozuk, asfalta sahip olmayan bir yoldan geçip son derece lüks villanın önüne gelmiştik. Etraf bomboştu. Ne bir ev ne de insanlığa dair yaşam belirtisi vardı. Siyah demir kapı açılmaya başladığında hiç vakit kaybetmeden aracı bahçenin içine sürdüm.

 

Süs havuzunun etrafında dolaşıp garajın önüne park ettiğimde arabadan indik. “Burası senin evin mi?” diye sorduğumda başını hızlıca salladı. Neden evine gelmiştik? Evin çelik kapısına kaba bir şekilde vurduğunda kapı saniyeler sonra açıldı. Açık mavi gözlere sahip olan adamın bakışları önce Kuzey’e daha sonra bana çevrildi. Kumral saçları beceriksizce geriye doğru attırılmıştı fakat yine de birkaç tutamı şakaklarına dökülmüştü. Kuzey evden içeriye girdiğinde onu takip ettim. Geniş oldukça büyük salona doğru ilerledi ve koltuğa oturdu. “Ne oldu abi? Vuruldun mu?” İsmini bilmediğim adam çelik kapının yanındaki küçük odaya giderken Kuzey kısaca “Sıyırdı.” demişti. Adam elinde ilk yardım çantasıyla geri döndü. Abi dediği Kuzey’in yanına oturdu. Ben ise ayakta dikilmeye bir son verip tekli koltuğa oturmuştum. Bir dakika, abi mi demişti o? Öz abisi miydi yoksa öylesine söylenmiş bir laf mıydı?

 

İsmini bilmediğim adam elbisemin parçasını çözüp orta sehpaya fırlattı. Yaraya pansuman yapmaya başladığında “Dikişlik bir şey yok. Kendi kendine kapanır bu yara.” dedi. Doktor muydu? Değilse bile bu işlerden anlayan biri olmalıydı. “Nasıl oldu bu?” diye sordu bu sefer. Kuzey’in bakışları beni bulduğunda düz bir şekilde ona bakmaya devam ettim. Yanındaki adamında bakışları anlık olarak bana kaymıştı. “Silahın hedefindeki kadının önüne atladı.” dediğimde ismini bilmediğim adam hafifçe güldü. “O kadın sen oluyorsun sanırım?” Sessiz kaldığımda doğru tahminde bulunduğunu anladı. “Kandemir.” dedi Kuzey dişlerinin arasından. “O elinin ayarını sikerim. Yavaş yap.” diye devam etti. Adının Kandemir olduğunu öğrendiğim adamın pansuman yapan eli yavaşladı. Daha dikkatli olmaya başladı. Kuzey’in gözleri bana döndüğünde doğrudan ona baktım.

 

“Senden ne istiyor?” diye sorduğunda kaşlarım çatıldı. Bir süre sessiz kaldım. Ardından konuştum.

 

“Eğer babamın bilmediğim bir başka düşmanı yoksa ve arayan tahmin ettiğim kişiyse… Babasının, yani Dmitriy’in intikamını almak istiyor. Ya da babasının başaramadığı şeyi başarmak istiyor demeliyim.” Soluklandım. “Beni öldürmek.” Kuruyan dudaklarımı ıslatırken Kandemir’in bana baktığını gördüm. “Ama onun olup olmadığından emin değilim çünkü adamı tanımıyorum.” Kuzey’in gözleri yeniden pansuman yapılan yarasına kaydı. Kandemir ise az önceki gibi yaraya odaklanmıştı. Pansuman işini bitirmiş antibiyotikli merhemi eline alıp sürmeye başlamıştı. “Neden?” diye sorduğunda dudaklarımı büzdüm. “Babasının beni neden öldürmek istediğini henüz ben de bilmiyorum.” Kandemir pansuman bezini yaraya kapatıp yapıştırdı. Ardından sargı beziyle kolunu sardı. Kandemir dağılan ilk yardım çantasının içindeki malzemeleri yeniden yerine koyarken “Tehlikenin içindesin ve yalnız başına terasa çıkıyorsun öyle mi? Gelmeseydim ne olacaktı?” dedi Kuzey.

 

Kandemir ilk yardım çantasını küçük karanlık odaya bırakıp salona geldi ve koltuğa oturdu. “Vurulacaktım Kuzey. Ne olmasını istiyorsunuz anlamıyorum? Sürekli yanımda birisiyle gezmemi mi?” Oturduğum yerden ayağa kalkarken elimi saçlarımın arasından geçirmiştim. “Bazı şeylerin önüne geçemeyiz. Sürekli saklanamayız, kaçamayız. Olması gerekiyorsa olur.” Kuzey’e ve aslında tam olarak babamın düşüncelerine kızıyordum. Bunu yapmamı istiyordu. Sürekli birinin koruması, himayesi altında olarak yaşamamı istiyordu. “Hiçbir şeyden kaçmayan hiçbir şeye boyun eğmeyen bir kadın gibi konuşuyorsun fakat davranışın bunun tam tersi. Kaçmayacağım, olacağı varsa olur diyerek en büyük kabullenişi yaşadığının farkında mısın?”

 

Çatık kaşlarımın arasından gözlerinin içine sadece baktım. Belkide haklıydı. Belkide kaçmayıp o adama karşı meydan okumak ölümü en net kabullenişimdi. Kuzey’in sarf ettiği cümleler zihnimin içerisinde yankılanıp dururken Kandemir’in sesini duymamla kendime geldim. “Sizin olayınız ne ya?” dedi, bir Kuzey’e bir bana bakarak. “Daha yeni tanışmadınız mı? Hayatlarınız hakkında nasıl bu kadar kolay fikir beyan edebiliyorsunuz?” Bakışlarımı Kandemir’e çevirdim.

 

“Fark ettiysen benim bir şey yaptığım yok. Her neyse, gidiyorum ben.” Çelik kapıya doğru ilerlemeye başladığımda Kuzey’in sesini duydum. “Kando, kızı istediği yere bırak.” İkisininde yüzüne bile bakmadan bahçeye çıktığımda Kandemir hemen arkamdan geldi ve yanımdaki yerini aldı. Hiç kendim taksiyle giderim triplerine giremeyecektim çünkü bir an önce davet salonuna varmam gerekiyordu. Ayrıca buradan taksinin geçip geçmediğine bile emin değilim. Dakikalar önce indiğim aracın bu sefer şoför koltuğunun yanındaki koltuğa oturmuştum. Kandemir ise şoför koltuğuna geçmişti. Kandemir geriye doğru bir manevra yaptı ve ardından süs havuzunun etrafında dolaşmaya başladı. Başımı kıpırdatmadan bakışlarımı büyük camdan içeriye çevirdiğimde Kuzey’in belindeki silahı çıkarmış orta sehpaya bırakmakta olduğunu gördüm. Süs havuzusunun etrafında dolaşıp yola çıktığımızda taşlarla dolu olan bozuk yolu geçmiş ana caddeye çıkmıştık. Bu süre zarfı boyunca kimse konuşmamıştı.

 

“Güzel bir tanışma olmadı ama, Kandemir Karakaya ben.” dedi ve göz ucuyla bana baktı. Başımı çevirip ona baktım. Dudaklarımda zoraki bir tebessüm belirirken “Vera Lâyezâl.” diye mırıldandım. Arkama iyice yaslanırken bacaklarımı kendime doğru çektim. “Kardeş misiniz?” diye sorduğumda birkaç saniye duraksadı ardından konuştu. “Evet. Kuzey abim.” Başımı anladığımı belirtircesine salladım. “Doktor musun? Abinin yarasıyla ilgilenirken gayet bilgili görünüyordun.” Yan profiline baktığımda odağının yolda olduğunu gördüm. Bakışlarım boynundaki doğum lekesine kaydı. Dikkat çekecek kadar büyük, kötü bir görüntü oluşmasını engelleyecek kadar da küçüktü. “Doktorum.” dedi ve söylediğim şeyi doğruladı. “Bu gece abim seni fazla sinirlendirmiş görünüyor.” Çantamdan sigara paketini çıkarıp bir dal aldım. Açık olan paketi Kandemir’e uzattığımda “Kullanmıyorum.” dedi. Bir Doktordan ne beklersinki?

 

Paketi çantama attım ve sigaramı ateşledim. “Kokudan rahatsız olmuyorsun umarım?” derken camımı biraz aralamıştım. İçime dumanı sertçe çektim. “Kuzey gibi bir abim varken mümkün mü? Sigara kokusuna karşı bağışıklık kazandım, merak etme.” Dudaklarımda amansız bir gülüş belirirken dumanı dışarıya üfledim. “Bu gece abin beni sinirlendirmedi.” dedim az önceki cümlesine ithafen. “Aksine teşekkür edilesi bir şey yaptı. Sadece evde söyledikleri biraz canımı sıktı fakat sorun değil. Kendi fikrini belirtiyordu. Belkide haklı, bilmiyorum.” Parmakları direksiyonun üzerinde belirli bir ritmi tutarken direksiyonu sağa kırdı. Sigaramı dudaklarıma götürdüm ve bir fırt çektim.

 

“Herkesin kendince haklı sebepleri vardır. Ama ben seni anlayabiliyorum Vera.” Başımı ona çevirip baktığımda samimi bir tavırla bana bakmakta olduğunu gördüm. Aynı samimiyetle gülümsedim ve önüme döndüm. Telefonumun çalan sesi arabanın içinde yayılmaya başladığında elim doğrudan çantama gitti. Ekrana baktığımda arayanın Demir olduğunu gördüm. Başımı yana doğru yatırırken aramayı cevaplandırdım. “Vera?!” dedi bağırırcasına. “İyi misin?” diye sordu ardından. Sigaranın bulunduğu elimin anlık titrediğini hissettim. “İyiyim Demir. Bir şey mi oldu?” Hızla konuştu. “Salona patlayıcı yerleştirmişler.” Demir konuşmaya devam etti fakat diğer söylediklerini algılayamadım. Zihnimin içerisinde söylediği ilk cümle tekrar edip durdu.

 

 

_______________

 

 

 

Bölüm Sonu.

 

 

 

 

Loading...
0%