@begonvil26
|
3.Bölüm.
"Tanıyabilmek İçin Kendini Açman Gerekir."
Birisini unutmak zorundaysanız, bunu sindire sindire yapın. Çünkü aklın zamansız öldürdükleri, yürekte amansız dirilir.
Paul Auster.
_______________
Kalbimin ritminin değiştiğini hissederken korkarak sordum. “Herkes iyi mi?”
“Hepimiz iyiyiz. Tufan’ın başı kanıyor, babanın yüzünde biraz çizikler var fakat mühim değil. Eve geçiyoruz şu an, oraya gelirsin.” Sıkıntılı bir nefes alırken bakışlarımız Kandemir ile kesişti. Ne olduğunu merak ediyor gibi görünüyordu. “Tamam Demir geliyorum.” Telefonu kapattığımda elim ağrımaya başlayan şakağıma gitti. Elimin titremesine mani olmaya çalışarak sigarayı dudaklarımın arasına götürdüm ve içime çektim. Dumanı dışarıya üfledikten sonra konuştum. “Sen düz devam et. Ben yolu tarif edeceğim.”
“Önemli bir şey yok ya?”
“Az önceki geldiğimiz davette patlayacılar varmış. Resmen insanların dolu olduğu bir alanda bomba patlatmışlar.” Kucağıma bıraktığım telefonu aldım ve aratma motoruna son dakika haberi yazıp arattım. Önüme düşen ilk habere tıkladığımda büyük harflerle yazılmış olan manşeti okudum. Açılış töreninde şok patlama. Alt metne geçtim. İş insanlarının ve diğer birçok değerli konuğun yer aldığı İş Dünyası Topluluğu açılış töreninde şok edici bir patlama meydana geldi. Kimin yaptığı henüz belirlenemeyen bu patlamada 47 kişi hayatını yitirirken 69’u ağır olmak üzere 150 kişi yaralandı. Davetten yükselen alevler diğer binalara sıçramadan itfaiye ekipleri tarafından kontrol altına alındı. Daha fazla okuyamadım. Öfkeyle ekranı kapattım ve başımı geriye yasladım. “Peşinde olan adam ile alakalı olabilir mi?” diye sordu Kandemir.
Elimdeki sigarayı bitmemiş olsa bile camdan aşağıya attım. İçecek keyif kalmamıştı. “İhtimal dahilinde ama o adamın derdi benimle. Diğer insanlarında zarar görebileceği, yani böyle bir şeyi yapabileceğini düşünmüyorum.”
“Karşındaki adamın ne denli bir psikopat olduğunu bilmiyorsun Vera. Ne yazık ki herkes senin gibi düşünmüyor. Bazıları için can almak pazardan elma almak gibi bir şey, anlatabiliyor muyum?” Elimi saçlarımın arasından geçirdim ve derin bir nefes aldım. Kahretsin ki Kandemir’in söylediği gibi olabilirdi! Bizim için verilmiş bir göz dağı olabilirdi. Şayet eğer öyleyse o manyak herifi bulup kendi ellerimle öldürmekten hiç çekinmeyecektim. “Kavşaktan sağa döneceksin.” diye mırıldandım. Sıkıntı dolu bakışlarım etrafta gezinirken “Adamın ismi Dmitriy’miş. Adam bu zamana kadar oğlunu sır gibi saklamış. Kimsenin adamı tanımıyor olmasına inanamıyorum.”
“Adam hayalet değil ya? İllaki tanıyan vardır ama asıl mesele o kişileri bulmakta.” Yarın Demir ile Dmitriy denilen herifin oğlunu tanıyan bir adamın mekanına konuşmaya gidecektik. Dilimin ucuna kadar gelen bu bilgiyi geri yuttum. Söylemedim. Çünkü yanımda oturan bu adamı tanımıyordum ve haliyle güvenmiyordum da. Böyle bir bilgiyi vermenin lüzumu yoktu. Risk alamazdım. “Eninde sonunda buluruz. Zaman alır ama buluruz.” demekle yetindim sadece. Bakışlarımı yola çevirdim. Cümlemin ardından yolculuk boyunca bir daha ne Kandemir ne de ben konuşmuştum. Eve yaklaştığımızda çapraz sorguya çekilmemek adına Kandemir’e beni eve uzak bir yerde indirmesini söylemiştim. Söylediğimi yapmış, eve uzak bir alanda kenarıya çekmişti. Başımı çevirip ona baktım. “Getirdiğin için teşekkür ederim.” Gözleri gözlerimin içinde oyalanırken hızlıca cebinden telefonunu çıkardı ve bana uzattı. “Arada hayatta olup olmadığının bilgisini almak isterim.” Kısacası numaranı kaydet diyordu.
Dudaklarım istemsizce kıvrılırken başımı hafifçe salladım ve uzattığı telefonu aldım. Numaramı yazıp ismimi kaydettiğimde “Hoşça kal.” diye ağzımın içinde kelimeyi geveleyip aşağıya indim. Topuklularımın üzerinde birkaç saniyeliğine dengemi sağlayamamış olsamda çok geçmeden toparlamıştım. Elbisemi kenarlarından tutup hafifçe kaldırdım ve asfalt yolun kenarından yürümeye başladım.
Kandemir’in arabası hâlâ hareket etmemişti. Bunu çalışan motor sesinden ve aracın sokağı aydınlatan ışıklarından anlayabiliyordum. İki dakikalık yürümenin sonunda büyük demir kapıdan içeriye girmiştim. O saniyede Kandemir’in daha yeni gidiyor olduğunu arabasının asfaltta çıkardığı tiz sesten anladım. Bahçeden içeriye girdiğimde bakışlarım hızlıca etrafı taradı. Korumalardan dört tanesi ben içeriye girerken arabayla dışarıya çıkmışlardı.
Solumda üç tanesi ise kendi aralarında hararetli bir şekilde konuşuyordu. Evin siyah çelik kapısından içeriye girdiğimde bakışlarım direkt salona kaydı. Babam tekli koltuğa oturmuş bacak bacak üstüne atmış, Demir ise büyük camın hemen önünde dikilmiş öylece babama bakıyordu. Tufan ise Demir’in çaprazında elleri belinde öylece duruyordu. Yeniden babama baktığımda şakağında minik bir yara bandı olduğunu gördüm.
“İyi misiniz? Baba?” derken babama doğru ilerliyordum. Tam önünde durup elimi yara bandına doğru götürdüğümde babam kendisini geriye doğru çekti. “İyiyim kızım. Ben öyle kolay devrilecek adam mıyım?” Eğdiğim bedenimi yeniden dikleştirirken başımı hafifçe yana yatırdım. “Nasıl oldu bu? Haberlerde gördüm. Bir sürü ölü varmış. Kimin işi bu baba?” Babam kolunu koltuğun kenarına yasladı ve kısaca başını ovdu. Onun bu hareketine karşılık Demir sözü devraldı.
“Yanıma gelen sarışın hatunu hatırlıyor musun? Lavaboda siyah bir poşet gördüğünü söyledi. İçinde yine siyah büyük bir kutu varmış. İşkillendim ve poşeti oradan alıp kutunun içini açtım. Küçük bir patlayıcı ve üzerinde hayat kaçarak yaşamak için çok kısa yazılı bir not vardı. Patlayıcıyı aldım ve binanın dışarısına çıktım. Tabi çıkmadan önce Tufan’ın kulağına durumu fısıldadım. Önemli olan Birkan Lâyezâl’in hayatıydı. Ortalığı karıştırmamak, insanları telaşlandırmamak adına ses çıkarmadık. Birkan baba Tufan’la birlikte binadan çıkarken patlamalar başladı.
Binanın her bir yanına üst düzey güçlü patlayıcılar yerleştirilmiş.” Babam doğrudan orta sehpaya bakıyordu. Tufan ise tıpkı benim gibi Demir’e odaklanmıştı. “Dmitriy’in piçinin işi bu.” Ah, hadi ama. Bu geceki olaydan babama bahsetmeyecektim çünkü yurt dışı konusunda ısrar etmesini istemiyordum. Lakin görüyorum ki Dmitriy’in oğlu bu isteğime karşı. Bakışlarım babama kaydı. Aynı şeyleri düşünüyor olmalıydık.
Hâlâ bu ülkeden gitmem gerektiğini düşünüyordu. “Amacı zarar vermek olsaydı bunu misliyle bu gece başarırdı. Aklınca bizimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya çalışıyor.” dedi bu kez Tufan.
“İstediği şekilde oynayacağım. Yarınki buluşma ayarlandı mı?” diye sordu babam, Demir’e doğru bakarak. “Evet. Tüm üyeler orada olacak.” Babam başını ağır ağır salladı. “Önceki görüşmeyi iptal etmedin değil mi?” Demir ellerini pantolonunun cebine sokarken “Etmedim. Her şey güzelce ayarlandı Birkan baba.” dedi. Babam oturduğu yerden ayağa kalktı. Şakağına yapıştırılan yara bandını hızlıca çıkarıp orta sehpaya doğru fırlattı ve “Çalışma odasında olacağım. Size iyi geceler.” dedi. Yavaş adımlarla döner merdivenlere ilerlemeye başladı. Demir ayakta dikilmeye bir son verip babamın kalktığı yere oturduğunda ben de hemen arkamdaki köşe koltuğun ucuna oturmuştum. Tufan istifini bozmadan dikilmeye devam ederken “Göksel’in arabasını görmedim?” dedi Demir.
Buradan görmen mümkün değil zaten Demir?
Bakışlarım anlık olarak camdan dışarıya kaydı. Pardon, mümkünmüş. Yorgun bir şekilde arkama yaslandım. “Sokağın başında bırakmasını söyledim. Biliyorsun bizim sokağa girince bir süre ters yöne doğru gitmek zorunda kalıyor. Yolu uzatmasını istemedim.” Neden bu kadar açıklama yapmıştım? Ben bile kendimden şüphelenmiştim. Demir’in kaşları hafifçe çatılmış gözlerini yüzümde gezindirmeye devam etmişti.
“Konuştunuz mu? Hallettiniz mi aranızdaki meseleyi?” Sıkıntılı bir nefes alırken “Sayılır. Bilmiyorum. Açıklaması zor.” dedim. Demir merdivenlere doğru kısa bir bakış attı ve cebinden sigara paketini çıkardı. İçerisinden bir dal alıp dudaklarına yerleştirdi. Bana uzatmamıştı çünkü Tufan’ın sigara içtiğimi bilmesine gerek yoktu. “Birkan baba köşeden birden fırlamasa bari.” derken sesi tedirgindi. Babam evde sigara içilmesinden nefret ederdi.
Hızlıca ucunu ateşledi ve içine bir fırt çekti. “Açıklaması zor olan şey ne Vera? Sen bu çocuğu seviyor musun sevmiyor musun?” dedi az önceki cümleme karşılık. Soruyu o kadar ciddi bir sesle sormuştuki istemsizce gerilmiştim fakat bunu belli etmedim. “Hayda, neden şu an soru yağmuruna tutuluyorum ben?” derken Tufan’a bakmıştım. Başını Demir’in her zaman ki hâlleri dercesine iki yana salladı. “Demir kritik sorular sormayı sever Vera, biliyorsun.” dedi Tufan. Demir ağzının içindeki dumanı sertçe dışarıya üflerken “Donunun rengi ne renk mi dedim ne dedim anasını satayım ya?” diye yakındı Demir. Ona son derece ters bir bakış attım. Beni umursamadı ve dumanı içine çekti.
“İnan daha kolay bir soru.” dedim ve kuruyan dudaklarımı ıslattım. Demir’in tek kaşı havaya kalktı. “Fark ettim. Hâlâ bir cevap alamadım?” Sahte bir sinirle kaşlarımı çattım ve başımı ona çevirdim. “Neyse ne Demir. Seni ne ilgilendirir?” Dudakları alayla büzüldü. Saniyeler geçti ve bir fırt daha çekti. Dumanı dışarı üfledi ve “Peki, ben cevabımı aldım.” dedi. Oturduğum yerden ayağa fırladım ve az önce koltuğun üzerine fırlattığım çantamı aldım. “Ben yatıyorum. Keyfim kaçtı.” Sert adımlarla merdivenlere yöneldim.
“Salonda sigara içtiğini babama söyleyeceğim!” diye bağırdım salona doğru. Sigara dumanı ters kaçmış olacak ki öksürmeye başladı. “Lan..!” diye bağırdı öksürüklerinin arasından. “Tamam söndürdüm, söyleme.” dedi ardından. Cevap vermedim ve merdivenleri çıkmaya başladım. Kendimi orta katta bulunan odama attığımda üzerimdekileri çıkardım ve soğuk bir duş aldım. Ardından saten pijamalarımı giyip soğuk yatağın içine girdim. Gözlerimi kapadığımda zihnimde anında lazerin göğsüme doğrultulduğu an belirdi. Gözlerimi hızlıca açtım ve sırt üstü uzandım. Bakışlarım tavanda gezinirken birkaç derin nefes aldım ve kendimi rahatlatmaya çalıştım. Aradan geçen dakikaların ardından bedenim daha fazla yorgunluğa dayanamamış olmalıki kendimi uykunun kollarında buldum. Ya da kötü bir kabusun demeliydim.
•••
“Silahın belinde mi?” diye sordu direksiyonu sola kırarken Demir. Dikiz aynasına baktığımda gözlerimiz kesişti. “Evet.” diye kısaca yanıtladım. Mükemmel kullanamasamda nasıl tutulması ve nişan alınılması gerektiğini biliyordum. Tufan telefonu kulağına yaslamış kim olduğunu bilmediğim bir adam ile dün geceki patlama hakkında konuşuyordu. Bacaklarımı kendime doğru çekerken bakışlarım bedenimde gezindi. Üzerimde siyah kısa bir deri ceket, onun içinde beyaz ince bir kazak, altımda ise orta bollukta siyah renk bir pantolon vardı.
Saçlarımı at kuyruğu yapmış sıfır makyajla evden çıkmıştım. Dakikalar önce başımın üzerine kaldırdığım siyah, kare güneş gözlüğümü taktıktan sonra, “Mekanın korunmadığından emin misiniz?” dedim. Demir bu sefer direksiyonu sağa kırdı. “Sabah bizim çocuklar baktı. Kimse yok. Mekanda tekmiş herif.” Tuhaftı. Pekâlâ, tanınmış ve bir sürü düşmanlara sahip bir herif değildi fakat yine de korumaları olur diye düşünmüştüm. Demek ki tek takılıyordu.
Demir mekanın arka sokağına aracı park ettiğinde aşağıya indik. Ellerimi ceketimin cebine koydum ve önümde ilerleyen Demir’i takip etmeye başladım. Hemen ardımdaki Tufan’ın ayak seslerini işittiğimde omzumun üzerinden ona baktım. Kulağına yasladığı telefonu indirmiş cebine koyuyordu. Mekanın yanından dolaşıp ön kapısına ulaştığımızda siyah ve oldukça büyük metal kapının aralık olduğunu gördük. Demir belinden silahını çıkardığında ben de çıkardım. “Önce ben gireceğim.” dedi Demir, ve mekanın içine girdi. Tufan bakışlarını hızlıca etrafta gezindirirken bedeniyle beni dış tehlikelere karşı kapatmıştı. “Gelebilirsiniz.” diyen Demir’in sesini duyduğumda elimdeki silahı daha sıkı kavradım ve içeriye girdim. Demir silahını aşağıya indirmiş siyah renklerin hakim olduğu restoranın içinde bakışlarını gezdirmeye başlamıştı.
“Her şey fazla ayarında. Bir şey var.” dedi Demir, Tufan’a bakarak. Tufan sessiz kaldı. Elinde tuttuğu silahı her an saldırıya uğrayabilirmiş gibi tutarak restoranın alt kısmına doğru inen merdivene ilerledi. Demir merdiven basamaklarına her bastığında gıcırtı sesi sessizliğin hakim olduğu mekanda yankılanıyordu. Ayağıyla kapıya tekme savurdu ve içeriye girdi Tufan. Demir ile ben yukarıda durmaya devam ederken Tufan aşağıdan seslendi. “Temiz.” Demir ile göz göze geldik. “Bizimkilerin sabahtan beri burayı izlediğini söylemiştin? Adam nerede Demir?” Siyah güneş gözlüğünü çıkarıp elimde tutmaya başlarken çatık kaşlarla tekrar etrafa bakındım. Garip olan bir şey aradım ama bulamadım. Her şey fazla normal görünüyordu.
Tufan merdivenleri tırmanıp yanımıza geldiğinde gözlerimi sıkıca kapayıp açtım. Öfkenin bedenimi ele geçirdiğini hissederken bakışlarım yerde bir noktaya takıldı. Dudaklarım hafifçe aralanırken adımlarımı o yöne doğru atmaya başladım. Yere eğilip iyice dikkatli baktığımda bunun kurumuş kan lekesi olduğunu anladım. Başımı kaldırdım ve önümdeki buzdolabına baktım. Sakin bir nefes aldım ve olduğum yerde bedenimi dikleştirdim. Oldukça büyük olan buzdolabının kapağını açtığımda bedenimden bir ürperti geçti.
Çığlık atma isteğimi güçlükle bastırırken buzdolabının kapağında asılı kalan elimi hızla geriye çektim. “Vera?” dedi Demir sakin bir tonla. Buzdolabının raflarının arasında bulunan her bir uzuvda gezindi bakışlarım. En üst kısmında bir kafa, hemen yanında ise kol vardı. Alt rafta ise kesilmiş bacak ve ayaklar vardı. Çoğu donmuş olsada hâlâ aşağıya doğru süzülen kanlar vardı. Kellenin gözlerinin içine baktığımda nefessiz kaldığımı hissettim. Masmavi gözlerle karşı karşıya kalmıştım.
Demir kolumdan geriye doğru sertçe çekti ve önüme geçti. Görüş açımı kapadığında birkaç yavaş adımda masanın yanına ilerledim ve elimle tutundum. Bakışlarım yere düşmüştü. Siktir kere siktir. Adamı doğramışlardı! Nasıl manyak bir herifle karşı karşıyaydık biz? Sadece öldürmekle kalmamış, bizimle eğlenebilmek adına adamın bedenini parçalamıştı. Tanrım! İnanamıyordum. Babamın yurt dışına çıkmam için neden bu kadar ısrar ettiğini şimdi daha iyi anlıyordum belkide.
Gerçekler tokat gibi suratıma çarpmıştı. Bunlar ne bir diziydi ne de biz oyunculardık. Tüm bunlar hiç olmadığı kadar gerçekti. Bu işin şakası yoktu. Bunun idrakına varabildiğimi hissettim. Lakin içimde uyanan başka bir duygu daha vardı. Öfke. Şu anlık kontrol etmeyi başarabildiğim yoğun bir öfke duyuyordum. O herifi bulmak, onunla yüzleşmek istiyordum. Başımı çevirip o yöne baktığımda Demir’in kapağı kapattığını gördüm. “Gidiyoruz.” derken kolumdan nazikçe tutmuş beni çıkışa doğru ilerletmeye başlamıştı.
Restoranın içinden çıktığımızda Demir’in arka sokağa park ettiği araca hızlıca yerleşmiştik. Elimde öylece kalakalan silahı Demir alıp beline yerleştirdiğinde herhangi bir tepki vermedim. Geriye yaslandım ve bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. “İyi misin Vera?” dedi Demir düz bir sesle. Sesi her ne kadar ifadesiz olsada endişelendiğini hissedebiliyordum. Gözlerimi yavaşça kapayıp açtım. “İyiyim.” dedim kısa ve net bir dille. Tufan ile bakıştıklarını göz ucuyla gördüm. Başımı onlara doğru çevirdim ve “İyiyim dedim ya!” diye istemsizce yükseldim.
“Tamam güzelim.” dedi Demir yatıştırıcı bir ses tonuyla. Başımı geriye doğru yasladım ve yorgun hissettiren göz kapaklarımı kapatmamak için yoğun bir çaba sarf ettim. Demir düşünceli bir şekilde bakışlarını önüne çevirmişti. Demir ile Tufan yol boyunca aralarında birkaç kelam etmiş ben ise eve varana kadar hiç konuşmamıştım. Araç bahçeye girmeyip evin önünde durduğunda hepimiz aşağıya indik. Tufan şoför koltuğuna geçip aracı ana yola doğru sürmeye başladığında Demir ile ben çoktan bahçeden içeriye girmiştik.
Etraf sakindi. Herhangi bir hareketlilik yoktu. Süs havuzunun yanından geçip evden içeriye girdiğimizde “Babam şirkette mi?” diye sordum Demir’e. Adımlarını mutfağa yönelttiğinde onu takip ettim. “Eve girerken görmedin mi? Arka bahçede yeni ortağıyla görüşme yapıyor.” Dolaptan viski bardağı çıkarıp masanın üzerine bıraktı. Ardından buzdolabının içerisinden viski çıkardı ve bardağı doldurmaya başladı.
Dmitriy’e yaptığı hamle karşısında iş hayatında her ne kadar saygınlığını kaybetmiş gibi görünsede demek ki hâlâ bir umut vardı. Doğrusu bu kişinin kim olduğunu merak etmiştim fakat sıkıcı bir konuşmanın ortasına dalmak yapmak isteyeceğim en son şeydi. Dolaptan bir bardakta ben aldım ve içine yarıya kadar viski doldurdum. Bir yudum aldığımda yüzümü hafifçe ekşittim. “Tufan nereye gitti?” diye sordum bu sefer.
“Restorana. Ortalığı toparlayacak.” Muhtemelen buzdolabını açarken bıraktığım parmak izlerini temizleyecek etrafta aktif çeken kamera varsa kayıtları silecekti. “Dmitriy’in eşi hayatta mı?” dediğimde Demir’in bakışları beni buldu. “Değil diye biliyoruz.” Dudaklarımı birbirine bastırırken sinirle güldüm. “Bu adama dair neden hiçbir şey öğrenemiyoruz Demir? Tüm hayatını, hayatındaki insanları nasıl bu kadar iyi gizleyebiliyor?” İçkisini bitirdi ve yenisini koydu. O sırada bakışlarım mutfağın camından arka bahçeye kaymıştı. Babamın görüşme yaptığı adam sırtı dönük bir şekilde oturuyordu. Babam ise onun hemen karşısındaydı. Yüz ifadesini görebiliyordum. Ciddi bir tavırla karşısındaki adamın söylediklerini dinliyordu.
“Resmi kayıtlarda ne bir evlilik geçirdiğine ne de oğlu olduğuna dair bilgi var. Her ne kadar Dmitriy Romanov’un kimsesi yok gibi görünsede aslında var. Eşinin hayatta ve yurt dışında olduğunu düşünüyoruz. Bizim çocuklar izini sürüyor. En ufak bir bilgi işlerin tüm seyrini değiştirebilir.” Bar masasının etrafında dolaşırken elimdeki viski bardağını tezgaha bıraktım. Dudaklarımı aralamış konuşacağım sırada telefonumun çalan melodisi bu hareketimi engelledi. Cebimdeki telefonu çıkardığımda Bilinmeyen Numara olduğunu gördüm. Demir’in bakışlarını üzerimde hissediyordum fakat dönüpte ona bakmadım. “Bir şey olursa… Yukarıdayım.” diye mırıldanıp koridora doğru ilerledim. Döner merdivenden hızlı adımlarla çıktım ve birkaç saniye aşağıya doğru baktım. Kimsenin olmadığından emin olduktan sonra aramayı cevaplandırdım.
“Ah, hadi ama. Bekletilmeyi sevmeyen bir adam olduğumu tahmin etmen gerekirdi.” Hattın ucundaki sesi tanımıştım. Engel olamadığım bir şekilde öfke dalgası bedenimi ele geçirmeye başlarken tam karşımda duran oval balkona doğru ilerlemeye başladım. “Bunu öğrendiğim iyi oldu. Beklemen için ekstra çaba göstereceğimden şüphen olmasın.” Balkona çıktığımda bir elimi korumalığın üzerine yerleştirdim. Bakışlarım bahçenin yan tarafındaki uzun ağaçların üzerinde gezinirken konuştu. “Yine kötü kızı oynuyorsun ama bu hâlin hoşuma gitmiyor değil.” Sesi alaycıydı. Bu durumdan keyif alıyor gibi görünüyordu.
“Ne istiyorsun?” dedim oldukça net bir sesle. Bu ciddiyetime karşılık daha da güldü. Çatık kaşlarla doğrudan karşıya bakmaya devam ettim. “Oh, seni sinirlendirdim mi? İnan bana, bunu isteyerek yapmıyorum.” Sabrımın sınırlarında dolaşmaya başladığından haberi var mıydı? Sessiz fakat derin bir nefes aldım. “İnan,” dedim tıpkı onun gibi. “Bilerek yapabilecek götün olduğunu ben de düşünmüyorum.” Güldü. Kısa ama net bir gülüştü bu. “Küçük hanım ikinci kanala geçti. Ağız bozmaya gerek yok…” Birkaç saniye durdu. “Asıl meseleye gelelim.” derken sesi ciddileşmişti. Az önce tona dair hiçbir iz kalmamıştı.
“Bu akşam saat 10’da limana geleceksin Vera Lâyezâl. Yanında kimseyi getirmeyeceğini söylememe gerek yok değil mi?” Olduğum yerde dikleşirken yine ciddi bir şekilde konuştum. “Sana, orada olacağına inandığımı düşündüren şey ne?”
“Bundan elbette emin olamazsın ama denemeye bence, değer Vera. Hem sevdiklerine bir zarar gelsin istemezsin zannediyordum?” Kaşlarım hafifçe havaya doğru kalktı. Kimden bahsediyordu? Etrafımdaki kişiler olamazdı çünkü onlara zarar verebilmesi biraz zordu. Başka sevdiğim, değer verdiğim birisi yoktu ki? “Ne saçmalıyorsun?” dediğimde hırıltılı bir iç çekiş duydum. “Blöf yapacak bir adam olmadığımı anladığını düşünüyorum? Gelip gelmemek sana kalmış ama yerinde olsam… Riske atmazdım. Şimdi kapatmam gerekiyor. Akşam görüşmek üzere küçük hanım.” Ve telefonu kapattı. Gözlerimi sıkıca kapattım ve sakinleşmeye çalıştım. Elimde tuttuğum telefonu istemsizce sıkarken hızlıca arkamı döndüm ve hole çıktım. Çaprazımda kalan lavabonun kapısının kapanma sesini duyduğumda bakışlarım o yöne kaydı. Bir süre kapının üzerinde öylece gezindi.
Umursamadım ve bir kat daha çıktım. En üst kata ulaştığımda babamın çalışma odasının kapısını açmaya çalıştım fakat tahmin ettiğim gibi kilitliydi. Yedek anahtarının nerede olduğunu bildiğime şükrettim ve adımlarımı babamın odasına yönelttim. Odasına girdiğimde hızlıca dolabındaki siyah renk kasaya şifreyi girip açtım ve içerisindeki anahtarı aldım. Dikkatli bir şekilde tekrar kapadım. Hiçbir şeyin düzenini bozmamaya çalışarak tekrar çalışma odasının kapısının önünde durdum. Anahtarı deliğe sokup çevirdiğimde açıldı.
Dudaklarım memnun bir şekilde kıvrılırken içeriye girdim ve kapıyı ardımdan örtttüm. Büyük ahşap masanın yanından dolaşıp çekmecelerin olduğu kısma ilerledim. En alt çekmeceyi açtığımda içinde bulunan Colt serisi tabancayı aldım ve belime yerleştirdim. Babam bu çekmeceye koyduğu silahı pek kullanmazdı. Sadece odada, lazım olabilmesi ihtimaline karşın bulundururdu. Bu yüzden dolayı rahatlıkla silahı alıyordum çünkü fark etmesi düşük bir olasılıktı.
Çalışma odasından çıktığımda tekrar babamın odasına gittim ve anahtarı yerine bıraktım. Her şeyi büyük bir titizlikle yaptığımdan emin olduktan sonra merdivenleri inmeye başladım. Orta kata ulaştığımda kendi odama girdim ve belimdeki silahı makyaj masamın çekmecesine koydum. Umarım gece limanda bu silahı kendimi korumak için değilde o manyak herifin kafasına sıkabilmek amacıyla kullanabilirdim. Boy aynasındaki yansımama baktığımda makyaj yapmadığımdan dolayı yüzümün bir hayli soluk durduğunu gördüm.
Başımın üzerine çıkardığım siyah güneş gözlüğünü masanın üzerine bıraktıktan sonra odadan çıktım. Bakışlarım lavaboya doğru kaydığında ışığın kapalı olduğunu gördüm. Az önce lavaboyu kullanan kişi çıkmış olmalıydı. Döner merdivenden aşağıya, en alt kata indiğimde salona ilerledim. Arka bahçeye baktığımda babam ile Demir’in bahçe takımında oturmuş konuşuyor olduklarını gördüm. Sadece ikisi vardı. Babamın iş konuştuğu o yabancı adam gitmiş gibi olmalıydı. Kol saatime baktığımda saatin 15.09’i gösterdiğini gördüm. Dmitriy Romanov’un biricik oğluyla -sözde- tanışmama tam olarak 6 saat 51 dakika vardı.
•••
Pencereden dışarıya baktığımda yağmurun hafif bir şekilde çiselemeye başladığını gördüm. Aralık olan camdan odamın içerisine giren soğuk hava dalgaları bedenimde tatlı bir üşüme bıraksada rahatsız edici değildi. Gardıroptan siyah ince bir kazak ve mavi bol bir kot çıkardıktan sonra hızlıca giyindim. Ayağımdaki spor ayakkabıları çıkarıp dolabın kenarında duran siyah botlarımı giydikten sonra toplu olan saçlarımı açtım ve elimle biraz karıştırdım. Dalgalı saçlarımı elimle bu sefer düzeltmiş makyaj masasının üzerinde duran kırmızı rujumu alıp dudaklarıma sürmüştüm.
Yüzüme anca böyle renk geliyordu. Askılıktan kısa siyah deri ceketimi alıp giydikten sonra yatağın üzerindeki çantamı aldım. Evden çıkarken Demir veya Tufan’ın beni görme ihtimali olduğu için silahı belime koymamış çantamın içerisine bırakmıştım. Evden çıkıp tehlikeyi atlattıktan sonra silahı belime yerleştirebilirdim lakin şu an değil. Babam ise akşam üzeri Birliğin üyeleriyle toplantı yapmaya gitmişti. Yani babam olmadığından dolayı işim biraz daha kolaydı.
Odadan çıktığımda merdivenleri hızlıca indim. Aşağı kata ulaştığımda büyük bir sessizlik karşıladı beni. Sanırım evin içerisinde kimse yoktu. Çelik kapıyı açıp dışarıya çıktığımda bakışlarım direkt korumalar ile yan yana durmuş sohbet etmekte olan Demir ve Tufan’ı buldu. “Çok güzel…” diye mırıldanmam kaçınılmaz olmuştu. Elimde tuttuğum arabanın anahtarını yavaşça bir çocuk gibi sallarken adımlarım aracın şoför koltuğuna doğru yöneldi lakin Demir beni fark etti ve seslendi. “Vera? Nereye gidiyorsun?” dedi kaynanam.
Gerçekten kaynanam olsa bu kadar olurdu. Babamın bile sorma gereği duymadığı soruları Demir’in sorup durması sinirimi bozuyordu. “Sürekli gittiğim yerleri öğrenmek zorunda mısın Demir?” diye konuştum. O sırada Demir ağır adımlarla bana doğru geliyordu. Tufan ise diğer korumalarla konuşmaya devam etmekteydi.
“Tabiki.” dedi kendinden emin bir şekilde. “Başına bir şey gelebilme ihtimaline karşın nereye gideceğini sürekli benimle paylaşmak zorundasın.” Yanıma gelip elimdeki anahtarı almaya kalkıştığında kaşlarımı çattım. “Göksel’in yanına da kendim gidebilirim herhalde?” Kaşları havalanırken dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Sevgilinden ayrı kalamıyorsun şu sıralar?” derken sesi imalıydı. Çünkü Göksel ile sık sık buluşmadığımı bilirdi. Bu aralar Göksel ismi ağzımdan düşmediğinden dolayı tuhafına gitmesi normaldi. “Evet. Çok özlüyorum bu aralar.” dedim tıpkı onun gibi alaycı bir sesle.
Başını yana doğru yatırırken ellerini cebine sokmuştu. Ah, hadi ama. Geç kalacaktım! “Bitti mi soruların? Bittiyse gidiyorum?” Göz devirdim ve şoför koltuğuna doğru ilerlemeye başladım. Sessiz kaldı. Sadece bana baktı. Araca bindiğimde hiç vakit kaybetmeden sürmeye başladım. Süs havuzunun etrafında dolanıp yola çıktığımda tuttuğum nefesimi bıraktım. Saniyeler içerisinde ana yola çıkmış sol şeritten hızla ilerlemeye başlamıştım. Aracı çalıştırdığımda çalmaya başlayan şarkının sesini biraz kısmış dikiz aynasından geriye bakmıştım. Demir tarafından takip edilme ihtimalim yüzde kaçtı? Bir bile olsa göz ardı edemezdim. Dikkatim yoldaydı fakat sürekli aynadan geriye bakıyordum. Ve bu bir süre daha böyle devam etti.
Limana yaklaştığımda ise şarkının sesini tamamen kıstım ve oldukça ıssız görünen alanda bakışlarımı gezdirdim. Limanın giriş kısmına aracı park ettiğimde hızlıca çantamdaki silahı aldım ve belime yerleştirdim. Aşağıya indiğimde oldukça soğuk ve sert bir biçimde esen rüzgar saçlarımın uçuşmasına, bedenimin ürpermesine sebep oldu. Adımlarım alanın ortasına doğru ilerlemeye başladığında başımı çevirmeden bakışlarımı etrafta gezindirmeye başladım. Sessizliğin getirdiği büyük bir gürültü vardı. Etraf o kadar sakindi ki, kendi nefes alış verişim ve denizin kıyıya vuran dalgaları hariç hiç bir ses yoktu. Çatık kaşlarımla birlikte etrafa bakınmaya devam ederken her an dev konteynırların ardından birisi fırlayacakmış gibi geliyordu.
Saniyeler sonra insan değil fakat bir kedi fırladı. Geriye doğru bir adım isteğimi güçlükle durdurmuştum. Soluklandım ve yürümeye devam ettim fakat bu çok sürmedi. Telefonumun melodisi sükutu bozdu. Elim hızlıca çantama gitti. O arıyordu. Aramayı cevaplandırdım. “Merhaba küçük hanım.” dedi keyifli bir ses tonuyla. “Titriyor gibi görünüyorsun? Üşüyor musun yoksa tahmin ettiğim gibi korkuyor musun?” Dudaklarımda amansız bir gülümseme belirirken hızlıca konuştum. “Kimin korktuğunu tartışmamıza gerek yok sanıyorum? Neredesin?” Birkaç saniyeliğine duraksadı.
“Belindeki o silahı kullanmak zorunda kalmayacaksın merak etme.” Soluklandı. “Hmm, gerçekten de peşine kimseyi takmamış gibi görünüyorsun.” Olduğum yerde bir tur yavaşça dönerken bakışlarımı her bir yanda gezdirmiştim. “Ben sözümde duruyorum ama sen her defasında söylediğin şeyleri yutuyorsun aptal herif. Karşıma çık!” Öfkelenmeye başladığımı hissettim. Soğuk son derece sahte bir gülüş duydum.
“İlerle.” diye tısladı dişlerinin arasından. Kaşlarım çatıldı. İlk birkaç saniye söylediği şeyi yapmadım. “İlerle ve konteynırın yanında duran kutuyu aç.” Başımı çevirip o yöne baktım. Siyah küçük bir kutu vardı. Kalbim ağzımda atıyordu fakat bunu asla belli etmiyordum. Konteynırın yanına gittim ve kutuyu elime aldım. Açmadan önce durdum ve nefesimi kontrol altına aldım. Bir elimle kulağıma yasladığım telefonu tutarken diğer elimle kutunun kilidini açtım ve kapağını kaldırdım. Karşı karşıya kaldığım fotoğrafla dumura uğradım. Kutunun içindeki birden fazla fotoğrafı elime alırken kutuyu umursamazca bir köşeye fırlatmıştım. Elim her an titremeye hazırdı fakat bunu engelleyebilmek adına yoğun bir güç harcıyordum.
Fotoğrafta koca bir çocukluğum vardı.
Çocuk Vera’nın anılarını süsleyen küçük bir kız çocuğu.
Bu kişi, kuzenim Karsu Kırca’dan başkası değildi.
Büyük ve kalın bir demirin hemen önünde yarı baygın bir şekilde oturuyordu. Elleri arkasındaki demire bağlanmıştı. Ayakları ise bir başka halat ile bağlıydı. Doğrudan kameraya bakıyordu fakat gözleri yarı kapalıydı. Yüzünde gezindi bakışlarım. Alnından şakağına oradan ise yanağına doğru süzülen yığınla kan vardı. Dudağının kenarı ise kabuk bağlamıştı. Gözünün altındaki ve yanındaki morluklara baktığımda yüzümü buruşturdum.
Diğer bir fotoğrafa baktığımda ise yerde cenin pozisyonunda yatıyor olduğunu gördüm. Kolları çürükler ve morluklarla doluydu. Zemindeki kan izlerinde gezindi bu sefer bakışlarım. Nefes alış verişim öfkeyle hızlanırken hattın ucundan tok bir ses duydum. “Beğendin mi? Seni eğlendirebildim mi?” Elimde tuttuğum fotoğrafları fevri bir hareketle yere fırlattım ve kulağıma yasladığım telefonu daha sıkı tuttum.
Öfke dolu bakışlarım etrafta gezinirken “Neredesin lan?” diye bağırdım. “Neredesin şerefsiz?!” Ağzının içinde cık cıkladı. “Ama sana böyle sözlerin yakışmadığını söylemiştim.” Elimi saçlarımın arasından geçirirken yanımdaki konteynıra doğru yaklaştım. “Kes sesini gerizekalı! Karsu’ya ne yaptın? Karsu nerede?!” Derin bir nefes aldığını işittim.
“Henüz bir şey yapmadım. Ama, her an yapabilirim. Bu senin elinde olan bir şey.”
“Ne istiyorsun, uzatma, söyle!” Cümlemin bitiminin ardından derin bir sessizlik oluştu. Bakışlarım hızlıca etrafı tarıyor, ona dair hiçbir iz göremedikçe çılgına dönüyordum. “Aslında ne istediğimi en başından belli etmiştim küçük hanım.”
Tereddütsüz konuştu. “Senin karşılığında Karsu’nun hayatı. Bu güzelliğin senin yüzünden ölmesini istemiyorsan bana teslim olacaksın Vera Lâyezâl.”
_______________
Bölüm Sonu.
|
0% |