Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. BÖLÜM.

@begonvil26

4.Bölüm.

 

 

 

 

"Bazen Tek Seçenek Olur."

 

 

 

 

Hayat ileriye bakarak yaşanır, geriye bakarak anlaşılır.

 

Soren Kierkegaard.

 

 

 

 

 

 

 

 

    

_______________

 

 

 

İnsanın hayatı boyunca çaresiz kaldığı pek çok an olurdu. Sevdiğini bir hastane odasının soğuk yatağında görürsün çaresiz kalırsın. Arkadaşının vefasız olduğunu anlar çaresiz kalırsın. Ailenin aslında kuyunu kazan olduğunu anlar yine çaresiz kalırsın. Kalırsın işte. Elinden hiçbir şey gelmez. Duyduğun acı ile kalırsın. İçindeki çözülmesi imkansız olan o düğümü çekip çıkarmak istersin. Yapamazsın. Yapamadıkça haykırmak istersin. Haykırmaya bile mecalin kalmaz. Susarsın. Bazen sadece susar ve izlersin. Düşünürsün, bir kapana kısıldığını hissedersin. Zihnin hiç ummadığın kötülüklerini gösterir sana.

 

Delirdiğini zannedersin. İçine daha çok kapanırsın. Konuşsan olmaz, sussan olmaz. Yine çaresiz kalırsın. Öyleydi. Şu an yaşadığım şey tam olarak buydu. Küçükken oyunlar oynayıp birbirimizle minik sırlarımızı paylaştığımız kuzenim Karsu Kırca’nın hayatı benim yüzümden tehlikedeydi. Onunda ötesi, Vera Lâyezâl yüzünden belkide sayısız acı çekmişti. Zihnime kanayan yaraları, bedenindeki çürükler ve çaresiz bakışları düştüğünde ürperdiğimi hissettim.

 

Benim yüzümden yaşadığı şey neydi? Benim yüzümden hissettiği korku? Endişe? Belki öfke? Ama en çok canının yanması. Kendimden nefret ettim. Buna sebep olduğum için kendimden hunharca nefret ettim. Telefonu tuttuğum elim titriyordu fakat bunu umursamadım ve konuştum. “Tamam. Tamam, kabul ediyorum. Ona sakın zarar verme.” Sesim acı çeker gibi çıkmıştı. Hissettiğim suçluluk duygusu o kadar yoğundu ki deli gibi çığlık atmak istedim. Öfkemi kusmak, sadece haykırmak.

 

Kirpiklerimin titrediğini hissediyordum. Bakışlarım konteynırların ardında gezinmeye başladı bu sefer. “Bu kadar çabuk pes etmeni beklemiyordum küçük hanım?” Sinirden gözlerimin karardığını hissettim. “Ne yapmamı bekliyordun orospu çocuğu?!” diye bağırmam kaçınılmaz oldu.

 

“Şhh şhht.” dedi sakin bir tonla. “Limanın girişindeki siyah transit aracı görüyor musun? İçine bin Lâyezâl.” Başımı geriye doğru çevirip o yöne baktım. Demir korumalıkların ardında sadece kaputunu görebildiğim bir araç vardı. Tereddüt etmeden hızlı adımlarla konteynırların hemen yanından geçerek o tarafa doğru yürümeye başladım. Etrafta hâlâ derin bir sessizlik hakimken bir ses duyuldu.

 

İsmim tüm limanda yankılandı. Bakışlarım sesin geldiği yöne, sol tarafıma kaydığında Kuzey’in bana doğru koşuyor olduğunu gördüm. Hızlı, oldukça çevik bir hareketle beni kendisine doğru çekti. Bunu yaptığı an bir silah sesi duyuldu. Kurşun az önceki bulunduğum yere çarpıp sektiğinde afalladım. Kuzey, sırtımı konteynırın soğuk metaline yasladı ve neredeyse üzerime doğru eğildi. Nefes alış verişim hızlanırken dehşete düşmüş bakışlarım hafifçe yerden yukarıya doğru süzülen dumanda gezinmeye başladı. Limanda keskin nişancı vardı.

 

“İyi misin?” İfadesiz bir ses. Nefesini kulağımın dibinde hissettim. Daha sonrasında kolumda bir el. “Vera..?” Saniyeler geçti. Yanaklarımı avuçladı ve başımı kendisine çevirdi. “Cevap ver Vera. Bir şey söyle.” Yere doğru indirdiğim telefonu kulağıma yasladım ve tek bir duygu kırıntısı bile barındırmayan sesimle konuştum. “Beni canlı istediğini sanıyordum?” Telefon kapanmamıştı. O adam, hâlâ hattın diğer ucundaydı.

 

“Ben yapmadım.” dedi net bir sesle. Umursamadım. Bir tepki vermedim. Kuzey elimdeki telefonu alıp hızlıca ceketinin cebine koydu ve elimi tuttu. Konteynırın diğer ucuna doğru sürükledi bedenimi. Etrafı hızlıca taradı ve saniyeler sonra bedenini bana siper ederek koşmaya başladı. Dev cüssesinin yanında minicik kalan ben göğsüne doğru daha da yaklaşırken korumalığın olduğu yöne koşar adımlarla ilerlemeye başlamıştık.

 

Büyük demir yığınlarının yanından geçip yola çıktığımızda siyah renk G serisi Mercedes’in yanına ulaşmıştık. Kuzey arabanın ön koltuğunun kapısını binmem için açtı. “Arabanın içinden sakın çıkma. Birazdan döneceğim.” derken kapıyı kapatıyordu fakat elimle onu durdurdum. “Oraya dönme.” dedim zayıf çıkan sesimle. “Gitme, lütfen.” Acizliğimden nefret ettim. Küfürler etmek öfkemi kusmak istedim fakat bu isteğimi geri çevirmek zorunda kaldım.

 

“Geleceğim diyorum Vera. Araçtan çıkma.” Kapıyı sertçe kapattı ve belinden silahını çıkarttı. Geldiğimiz yöne doğru hızla ilerlemeye başladığında ellerimle yüzümü kapattım. Tanrım! Çıldıracağım! Kendini resmen tehlikenin içerisine atıyordu. Kim için? Benim için mi? Bir kişinin daha benim yüzümden zarar görmesine tahammül edemezdim.

 

Düşündüm. Ne yapabileceğimi düşündüm fakat aklıma sadece tek bir ihtimal geliyordu. Belimdeki silahı bu sefer gerçekten kullanabilmek için o konteynır yığını alana geri dönmek. İşleri daha berbat bir hale getirebilirsin Vera. Daha ne kadar kötü olabilirdi? Belkide kötü bir hâle getirmekten ziyade Kuzey’e faydam dokunurdu. Siktir. Kafam dumandı.

 

Elim aniden kapı kulpuna gitti fakat duyduğum silah sesiyle orada sadece asılı kaldı. Başımı çevirdim ve siyah filmle kaplı camdan dışarıya baktım. Kimse yoktu. Elimin titremesine engel olmaya çalışarak kapıyı açtım ve belimdeki silahı çıkardım. Kapıyı yavaşça yeniden örterken hızlıca etrafı taradım. Her an tetikte olarak ilerlemeye başladım. Mavi renk konteynırın arkasına saklandım ve başımı hafifçe dışarıya çıkardım.

 

Küçük tepenin üzerindeki uzun otların kıpırdağını gördüm fakat rüzgardan dolayı mıydı yoksa birisi mi vardı anlayamamıştım. Kendimi geriye doğru çektim ve konteynırın diğer ucuna geçtim. Neredeydi bu adam? Sinirle dudaklarımı dişledim ve hemen öndeki diğer konteynırın ardına geçtim. Küçük tepeye saniyeler içerisinde biraz daha yaklaştım. Bulunduğum açı inanılmaz kötüydü.

 

Şayet orada bir insan varsa kolaylıkla beni hedef alıp vurabilirdi. Bu yüzden bordo konteynırın arkasından dolanmam gerekiyordu. Arkamı döndüğüm an namlunun ucuyla göz göze geldim. Ardından gri renk silahın ardındaki yabancı adama baktım. Zayıf yüzlü beyaz tenli bir adamdı. Kendinden emin bir şekilde silahı alnımın ortasına doğrultmuştu. “Her defasında işimizi nasıl bu kadar kolaylaştırabiliyorsun hayret ediyorum doğrusu.”

 

Tabancanın üst tarafındaki sürgüyü çekti fakat birisi adamın ateşlemesine izin vermeyip ondan önce davrandı. Kuzey adamın şakağına doğrulttuğu silahın tetiğini çektiğinde gözlerimi sıkıca kapadım. Adamın bedeninin yere düştüğünü çıkan tok sesten anlamıştım. Gözlerimi açtığımda öfkeyle parlayan lacivert gözlerle karşılaştım. Delici bakışları gözlerimin tam içine bakarken sert bir şekilde bileğimi tuttu ve beni çekiştirmeye başladı. Arabasının yanına vardığımızda kapıyı hızlıca açtım ve kendimi içeriye attım.

 

Kuzey aracın önünden dolaşıp şoför koltuğuna oturdu ve motoru çalıştırdı. “Sana arabada kalmanı söylemiştim.” derken sesindeki öfkeyi net bir şekilde hissetmiştim. Direksiyonu tamamen kırdı. Bunu yaparken aracın savrulmasını umursamadı bile. Limanın çıkışına doğru son sürat ilerlemeye başladık. Aklıma limanın girişindeki arabam geldi fakat bunun umursamam gereken en son şey olduğuna karar verdim.

 

“Sen benim için kendini tehlikeye atarken arabada öylece bekleyemezdim.” Bakışlarım istemsizce koluna kaydı. Üzerindeki siyah kaban sargı bezini saklıyordu. “Kuzey tehlikede öyleyse ben de kendimi tehlikenin kollarına atmalıyım dedin, öyle mi?! Geç kalsaydım ne olacağını tahmin edebiliyor musun?!”

 

“Aptal değilim Kuzey! Elbette biliyorum ama ne yapabilirim? Endişelendim!” Parmaklarını direksiyona o kadar sert geçirmişti ki uçlarının beyazladığını görebiliyordum. Yutkunmak istedim fakat boğazımın kuruluğundan ötürü bunu yapamadım. “Sana bir şey olmaması için çabalarken senin bu kadar kolay kendini harcamana deli oluyorum.” Sesinden öfke akıyordu. Gözlerimi sıkıca kapatırken başımı geriye doğru attım.

 

“Çabalama o zaman Kuzey?! Senden böyle bir şey isteyen oldu mu?” Sesim onun aksine sakin çıkmıştı. Bakışlarını üzerimde hissettim fakat ifademi bozmadan önüme bakmaya devam ettim. Önüne döndüğünde dudaklarından hiçbir sözcük dökülmedi. Sessiz kalmayı tercih etti. Cam kırıklarının içimde bir yerleri kestiğini hissettim. Siktir. Lanet olası ağzım! Başımı hafifçe çevirip fark etmediği ürkek bakışlarımı yan profilinde sabitledim. Başını biraz yana yatırmış ifadesiz bir şekilde yola bakıyordu. “Bu saatten sonra çabalayan kişi ben değil, baban olacak.” dediğinde yumuşayan bakışlarım yeniden alevlendi.

 

“Ne demek bu? Babamı tanımıyorsun bile.” Hızlıca konuşmuştum. Başımı tamamen çevirmiş tüm odağımı ona vermiştim. Babam öğrenemezdi. Böyle bir şey kesinlikle gerçekleşemezdi. Karsu’nun hayatına karşılık benim infazım söz konusuydu. Babam bunu öğrenirse bana engel olmaktan hiç çekinmezdi. “Baban ile iş ortağıyım Vera ve kendisini oldukça iyi tanıyorum.” dediğinde dudaklarım şaşkınlıktan ötürü aralandı. Doğru duyup duymadığımdan emin değildim. Babamın birkaç gündür ortağım diye bahsettiği kişi Kuzey Karakaya mıydı?

 

“Burada olduğumu nasıl öğrendin?” diye sordum tereddüt dolu bir sesle. Sessiz kaldığında düşündüğüm şeyin doğru olduğunu anladım. “Bugün bizim evde babam ile görüşme yapan kişi sen miydin?” Durdum. Dudaklarımda alaycı bir tebessüm belirdi. “Beni telefonla konuşurken duydun.” diye mırıldandım. Tüm taşlar yerine oturuyordu. Lavaboya giren kişi ise Kuzey’den başkası değildi. Onu görmeyeyim diye oraya saklanmıştı. “Duyduğuma şükretmelisin. Tek başına buraya nasıl gelirsin aklım almıyor.” Koyu lacivert gözlerini gözlerime diktiğinde ters bir şekilde ona bakmaya devam ettim.

 

“Her şeyi anlat.” derken önüne dönmüştü. Derin bir nefes aldım ve “Babam ile iş yapıyor olman sana kızının hayatına karışabilme hakkını vermiyor. Hiçbirisi seni ilgilendirmiyor Kuzey. Bu geceyi ve yaşananları unut. Hiçbirinden babama söz etme. Yaşandı ve bitti, anlıyor musun?” dedim.

 

“Yaşandı ve yaşanmaya da devam edecek. Bitmedi, asıl sen anlamıyor musun?!” Arabayı aniden sağa çekip durduğunda bedenim öne doğru savruldu. Sırtım yeniden geriye yapıştığında afallamışlıkla Kuzey’e baktım. Alev alev bakan gözleri doğrudan bana bakıyordu. “Neden kimseye anlatmıyorsun? Neden her şeyi tek başına halletmeye çalışıyorsun Vera? Bir aptal gibi davrandığının farkında mısın?” Dik dik yanımdaki adama bakmaya devam ettim. Titrek lakin sinirli bir nefes aldım ve hızla aşağıya indim. Yolun kenarında umursamaz bir tavırla yürümeye başladığımda açılan kapı sesini duydum. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Beni deli etmeye mi çalışıyordu? Amacı neydi?

 

“Nereye gidiyorsun?” dediğinde hızlıca cevap verdim. “Durup hakaretlerini dinleyecek değilim. Rahat bırak beni! Konuşmak istemiyorum, git başımdan!” Kafam o kadar doluyduki zihnimde oluşan her yeni düşünce canımı acıtıyordu. Bunu iliklerime kadar hissediyordum. “Neden kimsenin seni korumasına izin vermiyorsun? Bu dikenlerinin sebebi ne Vera?” Sesi arabadaki gibi öfkeli değildi. Aksine oldukça yatıştırıcıydı. Olduğum yerde durup arkamı döndüm ve gözlerinin içine baktım.

 

“Kimsenin korumasına ihtiyacım yok.” Ağır, birkaç adımda yanıma geldi ve aramızda iki adımlık mesafe bırakarak puslu gözleriyle bana bakmaya başladı. “Seni ne ile tehdit ediyor?” diye sordu, tane tane. Cevap vermeyip kayıtsız bir şekilde ona bakmayı sürdürdüğümde ifadesini bozmadı ve yeniden konuştu. “Soruma cevap ver Vera.” Büyük bir kararlılıkla gözlerime bakmaya devam etti. Ben ise birkaç saniye daha ona bakmış sonrasında gözlerimi kaçırmıştım.

 

Kuzey’in bana yardım edip edemeyeceğini düşündüm. Etmezdi. Hatta Dmitriy’in oğluna teslim olmamam için elinden gelen her şeyi yapardı. Tüm bu olanlardan babama bile bahsedebilirdi. “Sana yardım edeceğim.” dediğinde bakışlarım doğrudan gecenin karanlığında parıldayan lacivertlerini buldu. Zihnimi okuyabilme gibi yetenekleri mi vardı? İçimde tuhaf bir içgüdü vardı. Ona güvenmem gerektiğini söyleyen bir ses. Normalde kolayca asla kimseye güvenmeyen Vera, nedensizce karşısındaki bu adama karşı bir güven duyuyordu.

 

“Kuzenim Karsu Kırca’yı kaçırmış. Fotoğraflarını gördüm. Her yeri…” Ne söyleyeceğimi bilemedim. Gözlerine baktığımda dilimin neye varmadığını anladığını gördüm. “Karsu’yu serbest bırakacak ama karşılığında beni istiyor.” Kaşları belirgin bir şekilde çatıldı. Bakışları derinleşirken çenesinin seğirdiğini göz ucuyla görebildim. Gözlerine dikkatli bir şekilde bakıp hislerini okuyabilmeyi istedim fakat bu imkansız gibi bir şeydi. Çünkü orada hiçbir duygu emaresi yoktu. Daha yoğun ve odaklı bakan gözlerden başka bir şey yoktu.

 

Başımı saniyelik olarak yana çevirdim ve yutkunmaya çalıştım. “Bak, bu benim kararım anlayabiliyor musun? Saygı duymayı dene. Eğer duyamıyorsan etrafımda dolaşma. Beni görme.” Yağmurun hafifçe çiselemeye başladığını yanağıma düşen birkaç damladan anlamıştım.

 

“Az önce sana yardım edeceğimi söylemiştim Vera.”

 

“O zaman neden sessiz kalıyorsun?” Cümlemin bitiminde bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Çatık kaşlarla etrafa bakmaya başladığımda küçük ve oldukça dar olan yolda bizden başka kimsenin olmadığını fark ettim. Çalılıklardan gelen çekirge, kuş ve daha bir çok hayvan sesi haricinde tek bir yaşam belirtisi yoktu. “Arabaya geçelim.” dedi Kuzey. İtiraz etmeden dediği şeyi yaptım. Yeniden, eski yerlerimize yerleştiğimizde Kuzey aracı çalıştırdı ve sürmeye başladı.

 

Sol eliyle direksiyonu kontrol etmeye devam ederken sağ eliyle cebinden telefonumu çıkardı. Limanda elimden alıp ceketinin cebine koyduğu telefonumu. “Kilidi aç.” derken telefonu bana uzatmıştı. Ekran kilidini neden açmamı istediğini merak etmiştim fakat soru sormak istemedim. Sadece söylediğini yaptım. Kilidi açtığımda yola kısa bir bakış attı telefon kısmına tıkladı. Klavyeye bir numara tuşlayıp birkaç saniye çaldırdı. Bakışları karanlık yol ve telefon arasında gidip geliyordu.

 

Düz bakışlarla elinde tuttuğu telefonumun ekranına bakmaya devam ederken Kuzey aramayı sonlandırdı. Telefonu bana uzatacağı sırada üstten düşen bildirim sesiyle kaşlarım istemsizce çatıldı. Kuzey’in bana doğru uzattığı telefon havada asılı kalırken Kuzey’le aynı saniyede mesajı okuduk.

 

Gönderen: Göksel Kaya. 🖤

 

Bebeğim, biliyorum bana kızgınsın ama son bir kez konuşmak istiyorum. Yarın bana bir saatlik vaktini ayırabilir misin?

 

Mesajı okuduğumda refleksen bakışlarımı Kuzey’in lacivert gözlerine tırmandırdım. Nedensizce içimde yoğun bir utanç duygusu belirmişti. Bedenimin her bir hücresinin sımsıcak olduğunu hissettim. Yanaklarımdan adeta alevler fışkırıyordu. Kuzey bakışlarını mesajdan çekip önündeki yola çevirdi ve telefonu bana doğru uzattı. Genzimi temizleyerek telefonu aldım ve çantamın içerisine attım. Siktir kere siktir. Göksel! Allah’ın cezası herif. Mesaj atacak bu anı mı bulmuştu gerçekten?

 

Her şey bir yana, isminin yanında siyah bir kalp vardı. Gözlerimi yavaşça kapayıp açtım. İlk sevgili olduğumuz zamanlarda kendisi isim soy isim olarak kaydetmemin çok resmi durduğunu söyleyerek yanına kalp koymuştu. Sessiz, derin bir nefes aldım. Eve gidince ilk iş numarasını engelleyecektim. Bunu aklıma not ederken yola bakmaya devam ettim. Oradaki varlığımı yanımdaki adama unutturmak istermiş gibi bedenimi neredeyse hiç kıpırdatmıyordum. Hatta nefes alış verişim bile sessizleşmişti. “Numaramı çaldırdım. Kaydedersin.”dedi gayet net bir ses tonuyla.

 

Sessiz kaldım. Sadece başımı onaylarcasına sallamakla yetindim. Kafamı sağ tarafa çevirdiğimde bakışlarımı yanımızdan ardı sıra hızlıca geçip gitmekte olan ağaçlarda gezindirmeye başladım lakin aklıma gelen ani bir düşünce ile birdenbire Kuzey’e döndüm. “Arabam orada kaldı!” Hiçbir tepki vermeden önüne bakmaya devam etti. “Eve arabamla dönmezsem bir şeylerden şüphelenebilirler. Geri dönelim.” dediğimde nihayet gözlerini gözlerimle buluşturdu. “Bana gel.” dedi tek bir nefeste.

 

“Yarın sabah bizim çocukları yollar aldırırım.” Bizim çocuklar derken kimleri kast ediyordu bilmiyordum fakat umrumda da değildi. Şimdi tekrar limana dönmemiz tehlikeli olabilirdi. Kuzey’in söylediği şey aslında gayet makuldu. Bir süre kafamda bazı şeyleri tartmaya çalıştım. Sonrasında çantamdan telefonumu çıkardım ve Demir’i aradım. Telefon saniyeler içerisinde açıldı.

 

“Demir?” derken sesim kısık çıkmıştı. “Geliyor musun? Baban seni sorup duruyor.” dedi doğrudan. Dudaklarımı kemirmeye başlarken “Bu gece Göksel’de kalacağım. Yarın sabah dönmüş olurum.” dedim. Demir bir süre sessiz kaldı. Ardından ayak sesleri duyuldu. “Babanın o çocuktan hoşlanmadığını biliyorsun Vera. Çabuk, eve, geliyorsun.” diye az öncekine nazaran daha sessiz bir biçimde konuştu. “Demir.” dedim son harfi biraz uzatarak. “O zaman bir yalan bul ve beni babamın gazabından kurtar.

 

Bu kadarını yapabilirsin herhalde, hı?” Babam kadar Demir’de Göksel’den hoşlanmıyordu fakat bunu doğrudan söylemeyip babamı öne sürüyordu. “Pekâlâ.” dedi gayet makul bir sesle. “Ama yarın eve döndüğünde bana her şeyi anlatacaksın. Yalanları değil, tüm gerçekleri.” derken sesi bariz bir şekilde imalıydı. Kaşlarım çatılırken Kuzey’e göz ucuyla baktım. Dalgın bir şekilde yola bakıyor arada parmaklarının ucuyla direksiyona vuruyordu.

 

“Tamam, kapatıyorum.” diyerek geçiştirmeye çalıştım. Aramayı sonlandırdığımda nefesimi yavaşça dışarıya doğru üfledim. Yorgun göz kapaklarımı güçlükle açık tutmaya çalışarak etrafa bakındığımda Kuzey’in evine yaklaşmış olduğumuzu anladım. Engel olamadığım bir şekilde yeniden yanımdaki adama doğru baktım. Neden kendimi tutamıyor, her defasında merakla bakan gözlerimi ona çeviriyordum? İçimdeki bu mani olunamaz dürtü neyin nesiydi gerçekten anlayamıyordum.

 

Her şey bir yana, yanındayken sürekli Göksel ismini geçiriyor ve onunla alakalı sözler ediyordum. Ne düşündüğünü o an gerçekten merak ettim. Yoksa mutlu, birbirine delicesine aşık sevgililerden biri olduğumuzu mu düşünüyordu? İçimde öyle olmadığını söyleme isteği uyandı fakat bunun ne kadar saçma olabileceğini düşündüm. Göksel ile aramda bir şey olsun ya da olmasın onu ilgilendirmezdi. Adam umursamazdı bile. Ama yine de içimde kontrol edilemez bir biçimde alevlenen gerçeği söyleme isteğini bastırmakta zorlanıyordum.

 

Kuzey taşlı, bozuk yola girdiğinde hafif aralık olan camı kapattım. Biz arabaya binmeden önce, yolda durmuş konuşurken bastıran yağmur ise şimdi durulmuştu. Yalnızca yolun üzerinde belirli noktalarda geriye bıraktığı su birikintileri kalmıştı. Asfalt zemine çıktığımızda bir dakika daha ilerlemiş sonrasında Kuzey’in evinin, daha doğrusu oldukça ihtişamlı görünen triplex villasının bahçesine girmiştik.

 

Aracı garajın önüne park ettiğinde aşağıya indik. O önde ben arkasında çelik kapıya doğru ilerledik. Büyük camın ardından geldiğimizi çoktan görmüş olan Kandemir kapıyı açtığında Kuzey hiçbir şey demeden içeriye girdi. Kandemir onu umursamayarak bana döndü ve “Hoş geldin külkedisi. Saat 12’ye geliyor acele et.” dedi. Bunu söylerken kapıyı sonuna kadar açmış içeriye geçmem için eliyle işaret vermişti. Kuzey’in neden yüzüne bile bakmadan direkt salona geçtiğini şimdi daha iyi anlıyordum.

 

Kandemir’e açık bir şekilde gözlerimi devirdim ve salona doğru ilerlemeye başladım. Peki, bir kere daha buraya gece vakti gelmiş olabilirdim fakat bu elimde olmayan şartlar yüzünden olmuştu. Salonda yeni bir kadın yüzü gördüğümde kaşlarım hafif bir biçimde havaya doğru kalktı. Kuzey umursamazca tekli koltuğa oturdu ve cebinden sigara paketini çıkardı. Yavaş adımlarla koltuğa doğru ilerlerken bir diğer tekli koltukta oturmakta olan kadını inceledim. Simsiyah küt saçlara sahipti.

 

Teni bronz, gözlerinin rengi ise yeşildi. Üzerinde siyah bir kazak altında ise yine siyah renk mini bir etek vardı. Eteğinin altında ise ince siyah bir külotlu çorap. Koltuğa oturduğumda Kuzey sigara dalını dudaklarının arasına yerleştirmiş ve açık olan sigara paketini bana doğru uzatmıştı. Bakışlarımı kadından koparıp paketten bir dal aldım ve elimde tutmaya başladım. O sırada Kuzey dudaklarının arasındaki sigaranın ucunu ateşlemişti. Kandemir oturduğum koltuğun diğer ucuna yerleşti ve bir kolunu geriye doğru atarak kendinde rahat bir pozisyon yarattı.

 

Sigaramı yakabilmesi için Kuzey’e doğru eğildim. Saniyesinde içimi yoğun bir okyanus kokusu doldurdu. Bu beklenmedik koku içimde gözlerimi kapatma isteği uyandırsa da bunu yapmadım. Sigaranın ucunu ateşlediğinde geriye doğru çekildim ve içime dumanı çektim. Kuzey sigara paketini ve çakmağını orta sehpanın üzerine neredeyse fırlatırcasına attığında gözlerim saniyelik olarak o yöne kaydı. “Yanıma gelsene bir tanem.” dedi Kandemir eliyle yanındaki boşluk alana iki kere hafifçe vurarak.

 

Kadın dediğini ikiletmedi. Oturduğu yerden kalktı ve salına salına Kandemir’in yanına geçti. Koltuğun arkasına doğru attığı kolunu kadının boynuna götürdü ve kendisine doğru hafifçe çekerek şakağına bir öpücük bıraktı. “Kız arkadaşım Ezgi.” derken Kandemir bana doğru bakmıştı. Ezgi sevgilisiyle senkronize olarak bana bakmış tebessüm etmişti. Elini tereddütsüz bana doğru uzattı ve “Merhaba.” dedi. Ağzımın içindeki dumanı dışarıya doğru üflerken sağ elimi uzattım ve elini sıktım. “Vera.” dedim kısaca. Birkaç saniyelik el sıkışmanın ardından elimi yavaşça geriye çektim ve arkama yaslandım.

 

İçime sigara dumanından bir fırt daha çekerken Kuzey’e göz ucuyla baktım. Kolunu koltuğun sol tarafındaki kol koyma yerine tamamen yaslamış, diğer kolunun dirseğini ise koltuğun öteki kol koyma yerine koymuştu. Bacağını ise diğer bacağının dizine yaslamış oldukça rahat bir tavırla sigarasını içiyordu. “Ne oldu abi?” derken doğrudan Kuzey’e bakmıştı Kandemir. Kuzey ağzına hapsettiği dumanı yavaşça, keyifle dışarıya üfledi. O sırada bende kafamı hafifçe sola yatırmış bakışlarımı yüzünde gezindirmeye başlamıştım.

 

Burnu düzgün oldukça biçimliydi. Yandan dikkatlice bakıldığında küçük bir kemer olduğu görünüyordu fakat söylediğim gibi, sadece dikkatli bakıldığında. Elmacık kemiğinin üzerindeki iki küçük bene zaten hakimdim. Dikkatimi çeken ilk defa gördüğüm sağ kaşının üzerindeki küçük dikiş iziydi. Nasıl ve ne zaman olduğunu merak ettiğimi hissettim ve ardından bu amansız his gözlerimi devirme isteği doğurdu. Sigarasını tuttuğu elinin baş parmağıyla sakalını kaşıdı ve “Bir şey olduğu yok. Vera bu gece burada kalacak.” dedi. Cümlesinin bitiminin ardından Kuzey ile Kandemir bir süre birbirlerine baktılar. Kandemir’in bakışları göğsüne sokulan kadının başına doğru kaydı fakat bu çok uzun sürmedi. Yeniden Kuzey’e baktı.

 

“Anladım abi.” dedi düz bir sesle. Ezgi yaslandığı yerden hafifçe doğruldu ve sevgilisine baktı. “Gideyim artık, bizimkiler merak eder.” Bunu söylerken bir eli Kandemir’in gömleğinin üzerindeydi. Başımı önüme çevirdim ve sigara dumanımdan bir fırt aldım. Bunu yaparken Kuzey ile göz göze gelmiştim. Hafif çekik gözlerini kısmış bana bakıyordu. Tek gözümü ne oldu dercesine kırptığımda dudaklarının kıvrıldığını gördüm. Bu sefer bakışlarım dolgun dudaklarının her bir noktasında dolandı.

 

O yöne baktığımı bile bile ağır biçimde sigarasını dudaklarına götürdü ve içine çekti. Hiç çekinmeden rahat bir tavırla dudaklarına bakmaya devam ettim. Başını biraz yukarıya doğru kaldırdı ve dumanı üfledi. “Kalsaydın bu gece hayatım?” dedi Kandemir, lakin Ezgi çoktan ayağa kalkmıştı. Kuzey ile bakışmamız Ezgi’nin hareketlenmesiyle sekteye uğramıştı. İkimizinde bakışları ona kaydı. “Yok aşkım gideyim.”dedi Ezgi, ardından bana döndü. “Tanıştığıma memnun oldum, görüşmek üzere.” dedi bana doğru bakarak. O sırada Kandemir’de ayağa kalkmıştı.

 

“Umarım.” diye mırıldandım. Ezgi’nin yüzünde anlam veremediğim bir tebessüm hakimdi. Bu sefer bakışlarını Kuzey’e çevirdi ve “İyi geceler Kuzey abi.” dedi. Bir dakika, abi mi? Karşımdaki bu kız kaç yaşındaydı? Kuzey’e baktığımda bana kısa bir bakış attı. Bunu merak ettiğimi anlamış olmalıydı. “Sana da.” dedi Kuzey kısa keserek. Kandemir elini kibar bir biçimde Ezgi’nin beline attı. İkisi birlikte çelik kapıya ilerlediler.

 

Sanırım Ezgi’yi Kandemir evine bırakacaktı. Bahçeye çıktıklarında Kandemir’in olduğunu tahmin ettiğim beyaz Mercedes’e bindiler. Araba saniyeler içerisinde evin bahçesinden çıkıp gitti. Başımı önüme çevirdim ve sigaramdan son bir fırt aldım. Orta sehpaya eğilip ucunu kül tablasının üzerine bastırırken ağzımdaki dumanı üfledim. “Bu kız kaç yaşında?” dedim doğrudan merak ettiğim soruyu sorarak. “Bilmiyorum.” dedi ve o da bitirdiği sigarasını kül tablasına bıraktı.

 

“Ya sen?” dedim bu sefer, arkama yaslanarak. Başını yana doğru yatırırken gözlerini kıstı fakat bunu yorgunluktan dolayı yaptığını anlamıştım. Bakışlarında bile bir ağırlık vardı. “95 doğumluyum.” dediğinde kuruyan dudaklarımı ıslattım. Yani 29 yaşındaydı. Benden tam 4 yaş büyüktü. Her an kapanmaya hazır gözlerini gözlerimin içerisinde gezindirmeye devam ederken sessiz kaldı. Benim yaşımı sormayacak mıydı? Merak etmediği şeyi neden sorsun Vera?

 

Derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım. Orta sehpanın yanından dolaşıp büyük camın önüne doğru salına salına yürürken “Arabanın içerisinde seni beklerken bir silah sesi duydum.” dedim. Çaprazına geçtiğimden dolayı başını hafifçe yana çevirip bana baktı. “Kolundan yaralandı.” dedi adama silah sıktığını açıkça belli ederek. “Sonra…” dedi son harfi biraz uzatarak. “Kaçtı göt herif.” diye devam etti.

 

Bahçeye kısa bir bakış atıp bedenimi tamamen ona doğru çevirdim. “Bana silahı sıkan Dmitriy’in oğlu değildi.” dedim. “Başka birisi daha vardı. Orada beni hedef alan başka birisi daha vardı.” dedim düşünceli bir sesle. “Dmitriy’in oğlu beni canlı istiyor Kuzey. Bu onun işi değil, ama kim… Başka kim beni öldürmek isteyebilirki?”

 

“Bu sorunun cevabı muhtemelen babanda saklı. Dmitriy’in oğlu babasının intikamını almak istiyor, neden?” diye sorduğunda sessiz kaldım. “Çünkü baban Birkan Lâyezâl, Dmitriy’e isteyerek ya da istemeyerek zarar verdi. Bunu sadece Dmitriy’e yaptığını nereden biliyorsun? Belki daha kötüsünü bir başkasına yapmıştır?” dediğinde derin bir nefes almak istedim zira salondaki oksijen artık bana yetmiyordu.

 

Kuzey’in söylediği şey mantıklıydı ve olabiliritesi yüksek bir teoriydi. Siktir, babam yüzünden daha kaç kişiyle uğraşacaktım? Belkide en başında babamın söylediğini kabul edip yurt dışına gitmeliydim. Şimdiyse bu imkansızdı. Karsu o iğrenç herifin elindeydi ve benim onu bir an önce o pisliğin içerisinden çıkarmam gerekiyordu. Geçen her dakika, her saniye Karsu için daha dayanılmaz bir hâl alıyor olmalıydı. Suçluluk psikolojisi yeniden ruhumu ele geçirirken kaşlarımı havaya kaldırdım ve gözlerimi sıkıca kapayıp açtım.

 

“Ne yapacağız Kuzey?” dedim ciddi bir ses tonuyla.

 

“Karsu’yu kurtaracak seni ise o ite teslim etmeyeceğimiz bir plan Vera.” dedi keskin bakışlarını gözlerimin içerisinde tutarak. “Tüm bunları yarın konuşacağız. Şimdi… Uyuyalım.” derken ayağa kalkmıştı. Merdivenlere doğru yöneldiğinde ayakta dikilmeye bir son verip peşinden ilerlemeye başladım. Telefonumun çalan melodisi etrafta yankılanmaya başladığında elim hızlıca cebime gitti.

 

Ekrana baktığımda arayanın Göksel olduğunu gördüm. Dilimin ucuna gelen küfürleri geri yollamaya çalışırken merdivenleri çıkmakta olan Kuzey’in sesini duydum. “Götsel’in aramasını neden cevaplamıyorsun Vera? Seni merak ediyor.” derken sesindeki hafif alayı sezmiştim. Bir dakika, ne demişti o? Merdivenleri çıkmaya devam ederken telefonum hâlâ çalmaya devam ediyordu.

 

“Göksel.” diye düzelttim hızlıca. Koridora ulaştığımızda sağa dönüp düz bir şekilde ilerlemeye devam etti. “Ben de onu diyorum. Götsel seni arıyor. Açsana.” Kaşlarım çatıldı. Aramayı reddettim ve birkaç hızlı adımda yanındaki yerimi aldım. “Komik olduğunu falan mı düşünüyorsun?” derken sesimi ciddi tutmaya çalışmıştım. “Sana, seni güldürmek gibi bir niyetim olduğunu düşündüren nedir?” derken koridorun sonundaki odanın kapısını sonuna kadar açmıştı. İçeriye girmem için beklemeye başladı.

 

“Senin odan nerede?” diye sorduğumda tepkisiz bir şekilde yüzüme bakmaya devam etti. “Küçük bir çocuk gibi gece yanıma gelip başımda dikilmeyi düşünmüyorsun herhalde?” Gözlerimi devirdim ve hızlıca konuştum. “Gelirsem sadece başında dikilmekle yetinmem merak etme.” Kurduğum cümleden milyonlarca anlam çıkarılabileceğini aramızda oluşan sessizlikten anladım.

 

Aceleyle gözlerimi kaldırıp lacivertlerine baktım. Yüzü az öncekine nazaran gevşemiş, dudakları belirgin bir şekilde kıvrılmıştı. “Ya ne yaparsın?” derken elini kapının kulpundan çekmişti. Bakışlarım anlık olarak o yöne kaymış, yeniden yüzüne tırmanmıştı. “Kafandan aşağıya su dökerim, olmadı yüzüne diş macunu sıkar, bilemedin sağlam bir tokat atarım. Var mı içlerinde beğendiğin?” derken küçük bir adım atmış başımı ona doğru yaklaştırmıştım.

 

Ne kadar yanlış bir şey yaptığımı yüzümde ve boynumda hissettiğim sıcak nefesiyle anladım. Bakışlarım kontrol edilemez bir biçimde dudaklarına kaydığında bunu yaptığım için kendimden nefret ettim fakat engel olmak adına da bir çaba sarf etmedim. “Hmm,” diye mırıldandı keyifli bir ses tonuyla. “Diş macunu fikri ilginç görünüyor ama yine de… Sen benim odamdan uzak dur.”

 

Bir adım geriye çekildim ve ona küçümseyici bir bakış attım. “Gelme gibi bir arzum yok zaten Kuzey. Bu fikre nereden kapıldığını gerçekten anlayamadım… Sadece, önemli bir şey olursa sana çabuk ulaşmak isterim?” Olduğu yerde dikleşirken yüzündeki ifade birkaç saniye içerisinde yok oldu. Kaşları hafifçe çatılırken eski ciddiyet dolu ifadesi geri döndü. “Koridorun diğer ucundaki oda.” dediğinde bakışlarım o yöne kaydı fakat bu çok uzun sürmedi. “Peki… Bana bu gecelik tişörtlerinden birini ödünç verebilir misin?” derken gözlerine bakmıştım.

 

“Üzerimdekilerle asla uyuyamam.” dediğimde bakışları hızlıca üzerimi taradı. Daha sonra bir şey söylemeyip koridorun diğer ucuna doğru yürümeye başladı. Sessiz kaldım ve peşinden ilerlemeye başladım. Odanın kapısını açıp içeriye girdiğinde durdum. Aralık bıraktığı kapıdan içeriye baktığımda kapının hemen karşısında büyük siyah çarşaflara sahip bir yatak olduğunu gördüm. Kuzey sağ tarafta bulunan gardırobunu açtı ve içerisinden siyah renk bir tişört çıkardı.

 

Aniden bana doğru döndüğünde bakışlarımı kaçırdım. Bir kolunu kapının pervazına yaslarken diğer elinde tuttuğu tişörtü bana doğru uzattı. “Teşekkürler. O zaman, iyi geceler?” derken tişörtü elinden çoktan almıştım. Bir şey söylemeyip kapıyı dan diye suratıma kapattığında birkaç saniye öylece kalakaldım. Derin bir nefes alırken arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. “Odun! Mağara adamı! Dağ ayısı!” diye kendi kendime söylenirken kalacağım odaya varmıştım.

 

Kapıyı örtüp elimde tuttuğum tişörtü yatağa doğru rastgele fırlattım. Üzerimdeki siyah kazağı ve altımdaki mavi pantolonu çıkarttığımda bordo renk dantelli sütyen ve külot ile kalmıştım. Sütyen ile rahat yatamayan bir insan olarak hızlıca elimi arkaya götürdüm ve kopçasını açtım. Kuzey’in verdiği tişörtü başımdan aşağıya geçirdiğimde başımı eğip hafifçe bacaklarıma doğru baktım. Tişört tam olarak dizimin iki parmak aşağısındaydı. Açıkçası pek şaşırmamıştım çünkü yan yana geldiğimizde aramızda oluşan boy farkında bunu kestirebilmek mümkündü. Kıyafetlerimi ve sütyenimi yerde öylece bıraktım ve soğuk yorganın altına girdim.

 

Tişörtün yaka kısmı burnuma değdiğinde irkildim ve gözlerimi açtım. Burnumu anında tanıdık bir koku doldurmuştu. Birkaç saniye duraksamış ardından tişörtün yakasını kavrayıp kaldırmış iyice burnuma yaklaştırmıştım. İçime çektiğim yoğun okyanus kokusu gözlerimi pervasızca kapatmama sebep olmuştu. Sanki parmaklarım tişörtünün soğuk kumaşının üzerinde değil, onun boynunun sıcak kıvrımlarında geziniyordu.

 

Zihnimi dolduran bu düşünce anlık olarak vücudumun ürpermesine neden oldu. Gözlerimi sertçe açtım ve tişörtün kumaşını burnumdan uzaklaştırdım. Sadece kalçamı örten yorganı yukarıya doğru çekip bedenimin açıkta kalan her yerini kapattım. Genzimi temizledim ve uyumaya çalıştım fakat imkansız gibi görünüyordu.

 

Kafamın içerisinde aralık vermeksizin devam eden düşüncelerin ve soruların peşimi bırakmak gibi bir niyeti yoktu. Açık olan gözlerimi sıkıca kapadığımda bu sefer kulağımı silah sesi doldurdu. Gözümün önünde Kuzey’in limanda adamın kafasına tereddütsüz sıktığı görüntüler bir bir belirdi. Karsu’nun acı çeken bakışları, Kuzey’in beni kurşunun hedefinden son anda kurtarışı… Ve bunu ilk defa yapmıyor olduğu gerçeği. İkinci kez hayatımı kurtarmıştı.

 

Farkında olmadan sıktığım çarşafı serbest bırakırken derin bir nefes aldım ve tıpkı küçükken yaptığım gibi ikişer ikişer gidebildiğim yere kadar saymaya başladım. Bunun bir kez daha işe yaradığını iki yüz kırk sekizinci sayıya geldiğimde bilincimin yavaşça bulanıklaşmasıyla anladım.

 

 

 

 

_______________

 

 

 

 

Bölüm Sonu.

 

 

 

 

 

Loading...
0%