Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. BÖLÜM.

@begonvil26

5.Bölüm.

 

 

 

 

"Kendini Gözden Çıkarırsan."

 

 

 

 

Neyi bastırdıysan göğsüne, göğsünü soludukça büyüyen odur.

 

İsmet Özel.

 

 

 

 

 

 

 

 

_______________

 

 

 

 

Bedenimi ileriye doğru taşımakta büyük bir çaba sarf ediyordum. Ayaklarım adım attığımda sanki görünmez bir kalkana çarpıp her defasında daha geriye gidiyordu. Etrafımı çevreleyen meşe ve bodur ağaçları gökyüzünün iç aydınlatan masmavi görüntüsünü gölgeliyor, üzerime doğru oldukça iç boğucu olan amansız bir karaltı bırakıyordu. Uzun ağaçların biçimsiz dalları her ilerlemeye çalıştığımda önümde bir kalkan gibi beliriyordu. Buna istinaden hareketlerim daha dikkatli ve tereddüt doluydu. Birkaç adım atıp biraz ilerleyebildiğimde bu sefer ayaklarımı kısa boylu çalılar çevreledi. Üzerimdeki beyaz elbisenin dallara takılan uç kısımlarını çekiştirdim ve umursamaz bir tavırla yürümeye devam ettim. Her yer o kadar karanlıktıki yürürken önüme bir şey çıkacağından korkmamak elde değildi. Sessizlik sağır ediciydi. Sadece baykuş ve çekirge sesleri kulaklarımı dolduruyordu. Ağırlaşan göz kapaklarımı güçlükle kaldırdım ve tepeden aşağıya doğru baktım. Yamaçların arasına gizlenmiş olan büyüleyici derecede güzellikteki gölü gördüğümde dudaklarımda memnuniyet dolu bir gülümseme belirdi. İçimi huzursuz eden his biraz olsun geçtiğinde büyük bir umuda kapılarak koşar adımlarla tepeden aşağıya inmeye başladım.

 

Kalbim koşmanın ve heyecanın etkisiyle normalinden daha fazla hızlı atarken bakışlarımı gölün üzerine diktim. Gerçek mi hayal mi olduğunu anlayamadığım bir silüet belirdi gölün hemen yanında. Yüzüm yeniden eski hâlini almış, kaşlarım çatılmıştı. Yavaşlayan adımlarımla ilerlemeye devam ederken silüetin kime ait olduğunu merak ettiğimi hissettim. Tepeden aşağıya inerken tuttuğum elbisemi serbest bırakırken artık göle iyice yaklaşmıştım. “Burada. Aradığın kişi burada.” Yamaçların her bir yanında soğuk bir kadın sesi yankılandı. Sesi duyduğumda irkilmem bu yüzdendi. Dizlerim her ne kadar beni taşımakta zorlansada pes etmedim ve ilerlemeye devam ettim. “Suyun yüzeyine bak. Onu orada göreceksin.” Art arda, birden fazla kez tekrar edildi sarf ettiği kelimeler. Gölün yüzeyine yaklaştığımda etrafta sağır edici bir ses duyuldu. Başımı kaldırıp geldiğim tepeye baktığımda ihtişamıyla göz kamaştıran bir kartalın bana doğru süzülerek geldiğini gördüm. Koşar adım göle yaklaştım. Ayağım büyük bir taşa takıldığında dizlerimin üzerine düştüm lakin bunu umursamadım ve suyun yüzeyine aceleyle baktım.

 

Kalçamda ve belimde hissettiğim güçlü fakat oldukça sıcak hissettiren parmaklar gözlerimin aniden açılmasına sebep oldu. Bunu yaptığımda artık hiçte yabancı olmayan o gözlerle karşı karşıya kaldım. Karanlığın etkisiyle iyice koyulaşmış lacivert gözleri ve keskin bakışlarıyla Kuzey Karakaya vücudumda amansız bir titreme oluşmasına neden olmuştu. Vücuduma aniden akın eden korku duygusu elimin benden bağımsız bir şekilde hızla yukarıya kalkıp Kuzey’in suratına tokadı geçirmemi sağlamıştı.

 

Kuzey’in yüzü çok hafif bir şekilde sağa doğru çevrildiğinde gözlerimi hızlıca kırpıştırdım. Yüzüne okkalı bir tokat yemesine rağmen birkaç büyük adım atmış ve beni yatağın üzerine nazikçe bırakmıştı. Avuç içlerimi yatağın soğuk çarşafına sertçe bastırırken ayakta dikilmekte olan Kuzey’e baktım. Üzerinde beyaz ince bir kazak altında ise siyah kumaş bir pantolon vardı. İki parçada oldukça kaliteli duruyordu. Ben mi? Benim üzerimde ise… Bakışlarım bedenimde gezindiğinde dudaklarımdan dehşete düştüğümü belli edecek kadar sesli bir şaşkınlık nidası döküldü.

 

Üzerimdeki tişört sırılsıklamdı. İçimde sütyen olmadığından dolayı göğüslerim oldukça belirginleşmiş, tüm detaylarıyla ortaya çıkmıştı. Islak olan sadece tişört değildi. Saçlarımın yarısı ve bacaklarım da ıslaktı. Ağzım ve gözlerim kocaman açılmış üzerime bakmaya devam ederken bakışlarımı kaldırdım ve Kuzey’e baktım. Gözüm hafif kızarmış olan yanağına kaydığında dudağımı sertçe ısırdım. “Acıyor mu? Ben… İsteyerek yapmadım. Bir an korkunca…” Kuzey çatık kaşlarının arasından bana birkaç saniye bakmış ardından odanın içerisindeki lavaboya girmişti.

 

Tuttuğum nefesimi bırakırken lavabodan bulunduğum odaya doğru usulca yol almış su birikintilerine baktığımda neredeyse ağzımdan bir nida daha dökülecekti. Elim istemsizce ağzıma doğru giderken hızla ayağa kalktım ve lavaboya ilerledim. Duvarın hemen dibindeki küvet ağzına kadar su doluydu. Kuzey ise şu anda tam olarak o suyu boşaltmakla meşguldü. “Kuzey..?” diye bir mırıltı döküldü dudaklarımdan. Siktirler olsun! Bu nasıl olmuştu? Ben bu yüzden mi sırılsıklamdım? Küvetin içinde miydim? Beni oraya kim sokmuştu? “Kuzey.” diye mırıldandım tekrar. Aniden eğildiği yerden doğruldu. Bunu yaptığından dolayı gözlerine bakabilmek için başımı kaldırmak zorunda kalmıştım.

 

Bir adım ötede duran Kuzey düz bakışlarla bana bakmaya devam ettiğinde, “Ne oluyor?” diye sordum. “Ben uyurken beni duşa mı sokmaya çalıştın?” diye saçmasapan bir soru sordum. Kuzey’in bakışları aşağıya, göğüslerime doğru yol aldığında kaşlarım çatıldı. Bir süre orada oyalandılar. Ben ise hiçbir tepki vermedim. “Sorduğun sorunun saçmalığının farkında mısın?” dediğinde hızlıca başımı salladım. “Farkındayım ama anlayamıyorum. Az önce sen beni küvetin içerisinden mi aldın?”

 

O saniyede aklımda bazı şeyler oturmaya başlamıştı. Dudağımı sert bir şekilde dişlerken bakışlarımı karşımdaki adamdan kaçırdım. Küçüklüğümden bu yana ara ara bazı olaylar sonucu tetiklenen uyurgezerliğim anlaşılan kendisini yeniden göstermişti. “Evet. Küvetin içinde uyuyordun.” derken sesli söylediği bu gerçeği şu an idrak ediyormuş gibi görünüyordu.

 

“Ben…” diye mırıldandım. “Gece uyumadan önce rahatlamak için küvete girdim ama uyuyakalacağımı tahmin edemedim. Çok yorgundum, o yüzden oldu herhalde.” Söylediğim mantıksız, çarpık cümlelere karşı gözlerimi devirmek istedim. Odanın içerisine doğru hareketlendiğimde Kuzey hızlıca konuştu. “Yer ıslak, dikkatli ol.” Fakat ben çoktan yürümeye başlamıştım. Kaygan zeminin üzerinde kontrolümü kaybedip aniden yere doğru savrulduğumda Kuzey oldukça fevri bir hareketle yanıma gelmiş bir elini koluma diğer elini ise belime yerleştirmişti.

 

Islak tişörtün altındaki belirgin ve fazlasıyla hassaslaşmış olan göğüslerim Kuzey’in gövdesine değdiğinde kalbimin teklediğini hissettim. Aldığım nefes havada asılı kalırken elim refleksen Kuzey’in ensesine doğru gitmişti. Soğuk ve ıslak parmak uçlarım sımsıcak pürüzsüz tenine değdiğinde içimde tatlı bir his uyandı. Göğsüne haddinden fazla yakın duran burun ucum biraz hareket etsem ince kazağına değecekti. İçimi dolduran sarhoş edici kokusuyla gözlerimi istemsizce kapadım. Saniyeler içerisinde şakağıma çenesi değdiğinde sakallarının tenimde bıraktığı his parmak uçlarımın karıncalanmasına sebep oldu.

 

Dudakları saçlarıma değmişti. Ya da anın etkisiyle bana öyle gelmişti, bilmiyordum. Belimin kıvrımında sabitlediği avuç içi tüylerimin diken diken olmasını sağladığında titrek bir iç çektim. Güçlü tutuşu belimden yukarıya doğru kaydı ve yavaşça eğilen bedenimi düzeltti. Olduğum yerde dikleşmeye çalıştım ve başımı göğsünden biraz uzaklaştırdım. Kuruyan boğazım yutkunmamı güçleştirsede sessizce yutkundum ve başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım.

 

Her defasında karşılaştığım donuk ve ifadesiz gözlerinin içerisinde aşina olmadığım, yabancı bir bakış aradım fakat aradığımı bulamadım. O her zamanki gibi, katı ve soğuk bakıyordu. Az önceki anın etkisiyle yumuşayan bakışlarımı tıpkı onun gibi ifadesizleştirdim ve birkaç adım uzaklaştım. “İyiyim, sorun yok.” derken sesim sessiz çıkmıştı.

 

Yerde, yatağın kenarında öylece duran kırmızı sütyenim, kazağım ve pantolonumu elime aldım. “Çıkabilir misin? Üzerimi değiştireceğim.” Sırtım ona dönüktü. Birkaç saniye bekledim fakat o olduğu yerden kıpırdamadı. Bunu fark ettiğimde omzumun üzerinden ona baktım. Gözlerimiz anında kesişti. Tek kaşımı havaya doğru kaldırdığımda kendine gelmiş gibi gözlerini kapayıp açtı ve başını hızlıca salladı. Aralık olan kapıdan çıktığında üzerimdeki tişörtü çıkardım ve sütyenimi giydim.

 

Külodum ıslaktı fakat yapabilecek bir şeyim yoktu. Pantolonu giydikten sonra hiç beklemeden kazağımı kafamdan aşağıya geçirdim. Çıkardığım tişörtü alıp lavaboya gittim ve kirli sepetine attım. Bakışlarım içinde az miktarda su kalmış olan küvete kaydığında sıkıntılı bir nefes verdim. Yıllardır olmayan şey bu gece mi olmuştu gerçekten? Hem de bu şekilde? Kuruyan dudaklarımı ıslatırken yere baktım. Burayı temizlemek icap ederdi. Büyük peçete parçaları koparıp yeri silmeye başladığımda kapının ardından gelen Kuzey’in sesini duydum.

 

“İçeri giriyorum Vera?” derken soru sorar gibiydi. Başımı kaldırmadan cevapladım. “Girebilirsin.” Odanın kapısı açıldığında başımı kıpırdatmadım. Sadece bakışlarımı kaldırıp ona kısa bir bakış attım. Beni gördüğünde kaşları çatıldı ve “Kalk ayağa, ne yapıyorsun?” dedi. Yanıma geldiğinde hızlıca kollarımdan tuttu ve ayağa kalkmamı sağladı. “Bugün evin temizliği için kadın gelecek zaten. Bırak, o halleder.” Durdu ve yeniden konuştu.

 

“Sen saçını kurut,” derken çekmeceden saç kurutma makinesini çıkartmıştı. “Gerek yok.” dedim net bir sesle. Bunu söylerken elimdeki peçeteyi çöpün içerisine atmıştım. Kuzey ani bir hareketle yeniden kollarımdan tutup beni aynanın tam önüne getirdiğinde ters bakışlarımı aynadaki yansımasına çevirdim. “İstemiyorum diyorum!” Saç kurutma makinesinin fişini prize taktı ve gözlerini kısarak bana baktı.

 

“Hava zaten soğuk. Hasta mı olmak istiyorsun? Kendini biraz olsun umursayamaz mısın sen?” Cevap vermeme müsade bile etmedi. Makineyi çalıştırdığında kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim ve düz bir şekilde aynadan ona bakmaya başladım. Beni umursamadı. Bir eliyle makineyi saçlarıma tutuyor diğer elini zaman zaman saçlarımın arasından geçiriyordu. Gözlerinde bu sefer bir kalkan yoktu.

 

Belirgin bir şekilde ilgi ve odakla saçlarıma doğru bakıyordu. İfadesi sert değil aksine daha yumuşaktı. Bedenimin ağırlığını tek bacağımın üzerine vermiş dururken sırtımda hissettiğim varlığıyla birdenbire dikleştim ve kolunun altından geçip kendimi odanın içerisine attım. Kuzey bana ters bir bakış attı ve makinenin fişini prizden çekip tekrar çekmeceye bıraktı. “Gereksiz bir inadın var.” derken odanın içerisine gelmişti.

 

“Seninde gereksiz bir soğukluğun var.”

 

“Ben bunu soğukluk olarak adlandırmıyorum. Mesafe her zaman iyidir.” Başımı yana doğru yatırırken kaşlarımı öyle mi dercesine kaldırmıştım.

 

“Mesafe, hı?” diye mırıldandım. “Evet, belkide haklısın.” Göğsümün üzerinden aşağıya doğru inen dalgalı saçlarımı geriye doğru attım. “Kahvaltı yapmayacak mıyız? Çok acıktım.” Kapıyı açtım ve koridora çıktım. Merdivenlerden hızlıca inip salona ulaştığımda kimseyi göremedim. Sol tarafımda kalan mutfağa girdiğimde Kandemir’in ağzına üzüm atıyor olduğunu gördüm. “Günaydın külkedisi.” derken ağzındaki üzümleri hunharca çiğniyordu. Bar masasının üzerindeki yiyeceklere kısaca baktım. Klasik kahvaltılıkların yanı sıra masada pankek, krep ve menemen vardı. “Harika bir kahvaltı.” derken sandalyeye oturmuştum.

 

“Katılıyorum. Krebi ve pankeki sen olduğun için yaptım. Biz normalde sadece menemen ile besleniyoruz.” dediğinde ona ciddi misin dercesine bir bakış attım. Bunu anladı ve “Evet.” dedi gayet normal bir şeymiş gibi. “Patates kızartmayı bilmiyor musun?” diye sorduğumda dudaklarını büzdü. Tam karşımdaki sandalyeye oturdu ve “Abim sevmediği için yapamıyorum. Kokusunu alınca bile bir haller oluyor adama.” derken merdivenlerin olduğu kısma kısa bir bakış atmıştı. Bir dakika. Doğru mu duymuştum? Kuzey patates kızartması sevmiyor muydu? Bu şu an hayatım boyunca en çok şaşırdığım şey olabilirdi. İlk defa patatesten hoşlanmayan bir insan görmüştüm. “Tuhaf olduğunun bir ispatı daha.” diye mırıldanırken elime çayı alacaktım fakat demli olduğunu gördüğümde kaşlarımı çattım.

 

“Bu niye zift gibi?”

 

“Al işte, Kuzey iki.” dediğinde ona baktım. Hiçbir şeyden memnun olmadığımdan mı bahsediyordu yoksa Kuzey’in de çayını açık içtiğinden mi? Anlamadım ama sormadımda. Önümdeki çayı alıp döktü ve hızlıca yenisini koydu. Bu seferde çok açık yapmıştı ama bir şey söylemedim. “Teşekkürler çok misafirperversin bugün.” derken çayımdan bir yudum almıştım. Mutfağın kapısında hissettiğim hareketlilik ile bakışlarımı o yöne çevirdim. Kuzey doğrudan bana bakıyordu ve yanıma doğru geliyordu.

 

Elinde tuttuğu telefonumu bana uzatırken “Telefonun çaldı.” dedi. Uzattığı telefonu hızlıca aldım ve ekranı açtım. Son arananlara girdiğimde arayanın Göksel olduğunu gördüm. O sırada Kuzey arkamdan geçmiş yanımdaki sandalyeye oturmuştu. Birkaç saniye ne yapmam gerektiğini düşündüm. Göksel evimi biliyordu ve oraya gitmesi muhtemeldi. Babam ve Demir ise Göksel’le ayrıldığımızı bilmiyordu. Burada asıl önemli olan Demir’di çünkü Göksel ile aramızın iyi olduğunu zannediyordu. Dün gece ise ona Göksel’de kalacağımı söylemiştim. Eğer Göksel evime gitmek gibi bir hata yaparsa her şey ortaya çıkardı. Sıkıntılı bir nefes aldım ve Göksel Kaya isminin üzerine tıkladım.

 

Çayımdan bir yudum daha alırken telefon neredeyse saniyesinde açıldı. “Ne var Göksel?” Kandemir ekmeği menemene batırmış büyük bir iştahla yerken Kuzey kahvesinden bir yudum almıştı. “Vera… Sana söylediğim şeyler için özür dilerim. Haklısın. Yerinde olsam ben de aynı şeyleri düşünürdüm ama senin gibi yargısız infaz yapmazdım. Aşkım lütfen, bize son bir şans ver. Bugün bana gel, konuşalım. Ya da neredesin ben oraya geleyim?” Son söylediği cümleyle çay genzime kaçtı. Art arda birkaç defa öksürdüm ve genzimi temizledim.

 

Kuzey ve Kandemir’in bakışları tüm bunlar olurken birkaç saniye dehşetle yüzüme kaymış sonrasında düzelmişti. Ya da Kandemir’in öyle olmuştu demeliyim. Kuzey hâlâ dikkatle yüzüme bakıyordu. “Bak, bana biraz zaman ver tamam mı? Sana sadece o gördüğüm şey yüzünden kızgın değilim. Her şey birikmişti o an onu görmemle artık patlamış oldum anlıyor musun?”

 

Küçük bir peynir parçası koparıp ağzıma attım. Söylediklerimin hiçbir aslı yoktu. Yıllar boyu düşünsemde kararım değişmeyecekti. Göksel ile olan ilişkim kesin bir şekilde bitmişti. Yalnızca şu başımdaki olayları atlatana kadar Göksel ile sevgiliymiş gibi yapmak zorundaydım. Demir’i başka türlü atlatamıyordum. “Peki bir tanem. Aramanı bekleyeceğim. Seni seviyorum.” Yüzümde sahte bir tebessüm belirdi ve “Ben de.” dedim. Telefonu kapattığımda yüzümdeki tebessüm anında kaybolurken gözlerimi devirdim. Telefonu masaya bırakıp krebimden bir ısırık aldığımda Kandemir’in bana bakan gözlerini gördüm.

 

“Aa, külkedisinin sevgilisi var galiba.” Ağzımdaki lokmayı yavaşça çiğnemeye devam ederken Kandemir’e boş gözlerle baktım.

 

“Yok.” dedim net bir sesle.

 

“Kiminle konuştun o zaman?” Ben neden etrafımdaki kişiler tarafından sorguya çekiliyordum?

 

Derin bir nefes aldım ve “Eski sevgilimle.” dedim. Ardından krepten bir ısırık aldım.

 

“Zaman vermesini istediğine göre hâlâ barışma ihtimaliniz var yani?” Elimde tuttuğum krebi tabağın üzerine bıraktım ve arkama yaslandım. İştahım kaçmıştı. Kandemir bu hareketime karşılık ne oldu dercesine kaş göz işareti yaptı. Konuşacaktım lakin Kuzey benden önce davrandı.

 

“Seni ne ilgilendirir Kando? Sesini kes ve önündekini zıkkımlan.” dedi rahat bir tavırla Kuzey. Çatalıyla aldığı menemeni ağzına atıp çiğnemeye başladığında bakışlarımı ondan çekip Kandemir’e çevirdim. O ise şaşkınlık dolu ifadesiyle abisine bakıyordu. “Abi? Yanağın? Kimden tokat yedin?” Eskisi kadar kızarık değildi fakat yine de tokat yediği belli oluyordu. Kandemir kitlenmişti.

 

Kelimenin tam anlamıyla şoka girmişti. Kuzey gözlerini bana çevirdiğinde gülmemek için dudağımı dişledim. Bunu gördüğünde tek kaşı havalandı. Bakışlarımı ondan kaçırıp Kandemir’e çevirdim. Bana bakıyordu. “Yeryüzünde bunu yapabilen ilk kadınsın yemin ediyorum.” Elbette yapmak isteyen çok olmuştur. Hangi kadın Kuzey’e tahammül edebilirdiki? Ya bu adam akıllanmaz deyip çekip giderdi ya da ağzının ortasına bir tane yapıştırırdı. Sanırım ben bu sabah bütün kadınların sesi olmuştum.

 

“Hiç beklemediği bir anda yapınca oluyor.” derken elim çaya gitmişti. Kuzey’in öldürücü bakışlarını üzerimde hissettiğimde bedenimin kasıldığını hissettim. Güçlükle çay bardağını alıp dudaklarıma götürdüm.

 

Kandemir’in dudaklarında beklenmedik bir gülümseme belirdi. “Komik mi Kandemir? Aynısını üzerinde denememi istemiyorsan yüzündeki sırıtışı sil.” Bakışlarımı Kuzey’e çevirdim. “Acımıyor değil mi?” derken sesim o kadar masum çıkmıştıki Kuzey’in yerinde olsam bana asla sinirlenemezdim. Lakin bakışları asla yumuşamadı. Aksine bana ters bir bakış attı ve “Canımın acıyıp acımadığını sorma artık Vera. Benim canım acımaz, yaralarım kanamaz.” dedi.

 

Cümlesinin bitiminde mutfakta ağır bir sessizlik oluştu. Gözleri ruhumun ta içini görürmüş gibi dikkatle baktı. Yüreğimin titrediğini hissetsemde gözlerimi kaçıramadım. Tepki veremedim. Elimde tuttuğum çatalı yavaşça masanın üzerine bırakırken genzimi temizledim. O an yaralarını merak ettiğimi iliklerime kadar hissettim. Herkese ve her şeye karşı bu dik duruşunun ardındaki adamı delicesine görmek istedim.

 

Telefonumun çalan sesi bakışlarımı masanın üzerine çevirmeme neden oldu. Bilinmeyen Numara yazısını gördüğümde titrek bir nefes aldım. “Hoparlöre almayacağım. Anlayabilir.” Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma yasladım. Bunu yaparken Kuzey’e bakmıştım. Başı hafifçe aşağıya eğikti. Keskin bakışlarını kaldırmış kendinden emin bir şekilde bana bakıyordu. “Merhaba küçük hanım.” Sesini duyduğumda yüzümü buruşturdum. Konuşmayacağımı anladığında, “Ah, bana Akrep diye hitap edebilirsin.” dedi.

 

Öne doğru eğildim ve dirseklerimi masaya yasladım. “Kendine layık olanı bilip kullanman ne hoş.” dediğimde sinir bozucu gülüşünü duydum. İçimde kaynamaya başlayan öfke ateşini “Kuzeni elimde olan birisi için ne kadar da ters konuşuyorsun.” diyerek alevlendirdi.

 

“Bu iş çok uzadı. Bugün bitsin.” dediğimde onaylar bir mırıltı döküldü dudaklarından. “Şimdi, beni iyi dinle. 2 saat sonra eski orman yolunun yanındaki büyük arazide iki adamım ile Karsu seni bekliyor olacak. Alana tek başına kendi aracın ile gel. Sen siyah transit araca binerken Karsu senin araban ile alandan uzaklaşacak. Merak etme, durumu araba kullanabilecek kadar iyi.” Oturduğum yerden kalkarken elimi saçlarımın arasından geçirdim.

 

“Yanımda birisi gelmeli. Karsu’yu alandan sağsalim çıkarabilecek birisi. Tek başına güvende olmayabilir. Senin sözüne güvenmiyorum.” dediğimde hırıltılı bir nefes aldı. Sandalyede oturmakta olan iki adamında odağı bendeydi. Gözlerimi onlara değdirmeden büyük cama doğru çevirdim. “Umrumda mı sence Vera?” diye konuştu ağır ağır. “Kızın hayatının hiçbir değeri yok. Öldürür geçerim. Seni de eninde sonunda bulurum. Söylediklerimi harfi harfine yap ki bu güzel kız boşuna harcanmasın.” Kısa süreli sessizlik. “Ne limandaki o adam ne başka biri. Kimse olmayacak Vera. Yalnızca sen.”

 

“Sadece arabada Karsu’yu bekleyecek. Bu kadar korkak olma, Akrep. Adamlarından kimseye zarar gelmeyecek.” Saniyeler boyu süren rahatsız edici bir sessizlik.

 

“Pekâlâ yanında bir kişiyi getirebilirsin.” dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu kadar çabuk kabul etmesini beklemiyordum. “Unutma küçük hanım. Bir hata yaparsan bedelini mutlaka ödersin. 2 saat sonra görüşmek üzere.” Arama sonlandırıldı. Telefonu fırlatırcasına masaya bıraktığımda Kuzey hızlıca “Ne diyor?” diye sordu. “Takas iki saat sonra eski orman yolunun yanındaki arazide olacak.

 

Ben alandaki transit araca Karsu ise benim aracıma binecek. Tek gelmem için ısrar etti ama Karsu’yu güvenli bir şekilde alandan uzaklaştıracak bir kişi olması gerektiğini söylediğimde şaşırtıcı bir şekilde hemen kabul etti.” Kandemir sandalyesinde geriye yaslanırken “Biriniz bana ne olup bittiğini söyleyecek mi?” dedi.

 

“Dmitriy’in oğlu, yani Akrep, kuzenim Karsu Kırca’yı kaçırdı. Onun karşılığında beni istiyor. Gerisini biliyorsun zaten.” dediğimde Kandemir bir süre hiçbir tepki vermeden gözlerimin içine baktı. Daha sonra Kuzey’e doğru bakarak “Çok tehlikeli. Vera’yı her ne kadar canlı istesede işler yolunda gitmezse ölüm emrini verebilir.” Kuzey hafifçe eğilip sağ kolunu masaya yasladı. Ne düşündüğünü ne hissettiğini anlayamadığım bir şekilde doğrudan masaya bakıyordu.

 

Ağır adımlarla ilerleyip sandalyenin ucuna oturdum ve “İşler yolunda gidecek Kandemir.” dedim. “Gitmek zorunda çünkü birileri bana bir söz verdi.” derken Kuzey’e bakmıştım. Bakışlarını kaldırdığında gözlerimizi buluştu. Dün gece yardım edeceğini söylemişti fakat şu an gözleri farklı bakıyordu. Tereddüt vardı. Bir şeyden dolayı tereddüt ediyordu. Sormak istedim ama yapamadım. Cevabını alamayacağım sorular sormamın bir manası yoktu. O dakikadan sonra tıpkı benim gibi iki kardeşinde kafasında çarklar dönmeye başladı. Kısıtlı zamanımız olmasına rağmen her detayını düşünüp makul bir plan yaptığımızda, geriye sadece oyuna uygun bir şekilde oynamak kalmıştı.

 

 

 

 

•••

 

 

 

Eski orman yoluna doğru gidiyorduk. Arabamın içerisinde tam dört kişiydik. Şoför koltuğunda Kuzey’in arkadaşım diye tanıttığı bakır saçlı, oldukça güzel bir hatun vardı. İsmi yanlış hatırlamıyorsam Lotte idi. Karsu’yu alandan güvenli bir şekilde uzaklaştıracak kadın oydu. Lotte’nin yanında ise ben oturuyordum. Kuzey ile Kandemir aracın arka kısmındaydı. Herkesin kulağında casus kulaklığı vardı. Çelik yeleği ise her ihtimale karşı sadece ben giymiştim. Dikiz aynasından arkaya doğru baktığımda çaprazımda oturan Kuzey’in gözlerini gördüm.

 

Çatık kaşlarıyla camdan dışarıya bakıyordu. Ona baktığımı fark etmesini istemediğimden dolayı gözlerimi yeniden önüme çevirdim. Her şey planlanıldığı gibi giderse Karsu’yu, kimseye zarar gelmeden Akrep’in elinden kurtarabilecektik. Aksini düşünmek bile istemiyordum. Ben her ne kadar düşünmek istemesemde Kuzey ve Kandemir planın ters tepmesini göz önünde bulundurarak B ve C planı da yapmıştı. Lotte aracı sağa çektiğinde Kandemir elindeki keskin nişancı tüfeği ile aşağıya indi ve kapıyı kapattı. Aracın üzerine eliyle iki kere vurduğunda Lotte gaza yüklendi. Kandemir öncesinde belirlediğimiz çalılıklar ve ağaçlarla dolu tepeye doğru ilerlerken yanından çoktan uzaklaşmıştık.

 

Daha önce gergin hissettiğim pek çok an olmuştu fakat bu diğerlerinden biraz farklı gibiydi. Gerginliğin yanı sıra içimde ufak bir korku da mevcuttu. Bu da benim yüzümden kendi canlarını tehlikeye atacak olan Kuzey, Kandemir ve Lotte’den kaynaklanıyordu. Eğer buraya tek başıma gelmiş olsaydım içimde ufak bir tutam bile korku olmazdı. Karsu benim yüzümden kaçırılmış ve Akrep tarafından eziyet görmüştü. Bu durumda benim korkmam büyük bencillik olurdu.

 

3 kilometre daha ilerlediğimizde Lotte tekrar yolun kenarına yanaştı. Kuzey belindeki silahı çıkarıp eline alırken başını hafifçe öne doğru eğdi. Lotte dikiz aynasından Kuzey’e bakarken ben başımı sola çevirmiş doğrudan yüzüne bakmıştım. “Konuştuğumuz hiçbir şeyi atlamıyoruz. Zaten sürekli iletişim halinde olacağız.” derken gözleri ayna ve benim aramda gidip gelmişti. “Ve, sen Lotte.” dedi direkt yanımdaki kadına. “Tehlikede olduğum düşüncesine kapılıp sakın bir hata yapayım deme. Unutma, senin görevin sadece Karsu’nun güvenliğini sağlamak.”

 

Lotte’nin dudakları duyduklarından memnun olmamış gibi kıvrıldı lakin bir şey söylemedi. “Sen zaten bendesin.” diyerek bana baktı Kuzey. Bakışları gözlerimin içerisinde biraz oyalandı. Oradan kirpiklerimin her bir kıvrımında dolaştı. Engel olamadığım bir dürtüyle önce sakallarına daha sonra dudaklarına bakmıştım. Kuzey bunu fark ettiğinde tıpkı benim gibi o da dudaklarıma bakmıştı. Dizlerimin üzerinde birleştirdiğim parmaklarımı birbirinden ayırdım ve önüme düşen bir tutam saçı geriye attırdım.

 

Bunu yaparken yavaş bir hareketle başımı öne çevirmiştim. Dört saniyelik sessizliğin ardından aracın kapısının açılma sesini duydum. Lotte arabayı sürmeye başladığında başımı çevirip arkaya doğru baktım. Elindeki gri renk silahla kendinden emin bir o kadar da seri adımlarla ormanın içine ilerlediğini gördüm. “Merak etme, ona bir şey olmaz.” diye mırıldandı Lotte.

 

Bakışlarımı yola çevirirken “Merak etmiyorum zaten.” dedim. “Ama Kuzey uyarma gereği duyduğuna göre sen söylediğinden pek emin değil gibisin.” Sol kolunun dirseğini aracın kapısına yaslamış sağ eliyle rahat bir tavırla direksiyonu tutuyordu. “Sadece seni rahatlatmaya çalışıyordum.”diyerek az önceki söylediğim şeyi tiye aldı. Başımı hafifçe çevirip yan profiline baktığımda odağının yolda olduğunu gördüm.

 

Koyu bakır renk saçları göğsünün üzerinden aşağıya dökülmüş, ön kısımdaki perçemler şakağını usulca kapatmıştı. “O söylediğin imkansız.” derken elim cebimdeki sigara paketine gitti lakin alana yaklaştığımızı gördüğümde eski yerine usulca döndü. Lotte aracı alanın girişine park ettiğinde ikimizinde bakışları yuvarlak orta kısma kaydı.

 

Siyah transit bir araç, önünde dikilen uzunca boylu iki adam görüş alanıma girdi. Adamların hemen önünde dizlerinin üzerinde, elleri bağlı bir şekilde duran Karsu’yu gördüğümde kaşlarım çatıldı. Ve olmaması gereken şey oldu. O an için öfke tüm duyguların önüne geçti. Elim kapı kulpuna gittiğinde Lotte’nin sesini işittim. “Kontrolünü kaybedersen işler sarpa sarabilir Vera. Sakin kalmayı unutma.”

 

Ona dönüp bakmadım bile. Kapıyı açıp aşağıya indiğimde alana doğru yürümeye başladım. “Vera tam karşındaki tepede bir keskin nişancı var. Ben onu halledene kadar sakın araca binmek için bir hamlede bulunma. Adamları oyalayabildiğin kadar oyala.” Kandemir’in sesini duyduğumda hiçbir tepki vermedim. Karşımdaki tepeye göz ucuyla bakmadım bile. Düz bakışlarım doğrudan iki adamın üzerindeydi. Bir tanesi ellerini arkasında bağlayıp başını hafifçe yana yatırmış duruyordu. Muhtemelen arkada bağladığı elinde silah vardı. Yanındaki diğer adam ise sol eliyle silahı sıkıca tutuyor, dimdik duruyordu.

 

Orta kısma biraz daha yaklaştığımda cesaretimi topladım ve Karsu’ya baktım. Kazağının açıkta bıraktığı boynuna, kollarına ve yüzüne. Dizlerinin üzerindeydi lakin dengede güçlükle duruyor gibiydi. Bunu hafifçe titreyen dizlerinden anlayabiliyordum. Üzerinde koyu yeşil bir ceket altında ise siyah bir pantolon vardı. Kıyafetleri bedenindeki izleri her ne kadar kapatsada gözlerini görüyordum. Acıyla bakan yeşil gözlerini. Güzel yüzünün her bir köşesinde gezindi bakışlarım. Kaşının kenarı kabuk tutmuştu. Çok kanamış mıydı? Kurumuş dudağının kenarındaki yaraya baktım bu sefer.

 

Boynundaki morluklarda gezindi bakışlarım. Tırnaklarımın avucuma battığını hissettim. Ortalığın ağzına etmeyi istediğim yerde sakin kalabilmemi benden nasıl isterlerdi? Kolay olduğunu mu düşünüyorlardı? Karşımda çocukluğum duruyordu. Benim için bir kardeşten farksız olan kadın. “Vera.” dedi Karsu, titrek sesiyle. “Yapma. Teslim olma. O herif manyak! Kafayı yemiş. Bana yaptıklarının bin beterini sana yapacak!”

 

Aramızda belirli bir mesafe vardı. Duyabilmem için neredeyse bağırarak konuşmuştu Karsu. Ellerini arkasında birleştiren adam bunu yapmayı bıraktığında elinde tuttuğu silah gün yüzüne çıkmıştı. “Bitmesi gerekiyor Karsu. Beni ele geçirmediği sürece rahat durmayacak. Sevdiklerime zarar vermeye devam edecek. Benim yüzümden kimse zarar görmemeli, bunları yaşamamalı.” Başını öne doğru eğip art arda birkaç defa öksürdüğünde sarı saçları yüzünü kapattı.

 

Başını kaldırıp bana baktı. Konuşacaktı fakat arkasındaki iri yarı adam buna izin vermedi. Bana doğru birkaç adım attığında geriye çekildim. “Korkma güzellik. Akrep hatta, konuş.” derken telefonu bana uzatmıştı. Uzattığı eline iğrenti dolu bir bakış attım. Tereddüt etmeden telefonu aldım ve kulağıma yasladım. “Merhaba, küçük hanım.”

 

Yutkunurken sabır dilenircesine gözlerimi kapayıp açtım. “Ah, ne kadar tatlı. Gerçektende tek başına gelmiş.”

 

“Deşifre olmaktan neden bu kadar çok korkuyorsun? Yakalanma ihtimaline tahammül bile edemiyorsun değil mi?” Alay edercesine güldüm. “Çıksana ortaya. Neredesin? Nereden izliyorsun beni?”

 

“Senin şu gaza getirmeye çalışmaların beni o kadar eğlendiriyor ki… Beni senden başka bu kadar güldürebilen birisi yok biliyor musun?” derken alayla gülüyordu. “İnanılmaz mutlu oldum.” diye aynı şekilde karşılık verdim. Kandemir’den hâlâ ses yoktu. Nişancı tehlikesini ortadan kaldıramamış mıydı? Kuzey’in neden hiç sesi çıkmıyordu? Merak bedenimi ele geçirmeye başlarken Akrep’in sesini duydum.

 

“Babacığın nerede? Oysaki o seni ipin ucundan almayı çok sever. Bunun için babamı hapse bile attırdı.” derken sesi az öncekine nazaran daha ciddiydi.

 

“Canını bağışladığına şükretmek yerine bir de bundan yakınıyor musun?” derken ben hâlâ alay ediyordum. “Babanın yaşadıklarını yaşamak için bu kadar istekli olman, ne kadar tatlı.” dedim tıpkı onun gibi.

 

“Yine bulunduğun konum için fazla iddialı konuşuyorsun Vera. Kuzenin ile ne kadar da çok ortak yönünüz varmış?” Yüzümdeki hafif tebessüm silindi. Zaten bunu başarmaya çalışıyordu. Başarıyordu da. “Baban ile çok ortak yönünün olması için çabalayacağım orospu çocuğu.” dedim net bir dille. Güldüğünü işittim. “Bu konuşmaya daha sonra devam etmeye ne dersin? Telefonu geri ver.” derken sesi artık ciddiydi. Soğuk bakışlarımı karşımdaki adama diktim ve telefonu ona uzattım. Adam telefonu kulağına yaslayıp birkaç saniye karşı tarafı dinledi, ardından kapadı. Elinde tuttuğu silahın namlusunu Karsu’nun başına yasladı ve hafifçe ittirdi. “Kalk lan ayağa.”

 

“Düzgün davran lan!” derken bir adım atmış adama doğru bağırmıştım. Karsu güçlükle ayağa kalktı. “Yürü karşıdaki arabaya.” dediğinde tutuştuğumu hissettim. Siktir. Kandemir’den hâlâ ses yoktu. Dudaklarımı aralamış konuşacağım sırada, “Görüş açısı iyi. Tetikteyim.” diyen Kandemir’in sesini duydum. Şüphelenmeyeceklerini bilsem rahatlamışlığın verdiği etkiyle nefesimi dışarıya üfleyebilirdim.

 

Karsu yanımdan geçerken gözlerini gözlerime çevirmişti. Plan yaptığımızı, teslim olmayacağımı anlayabilmesi adına gözlerimi yavaşça kapayıp açtım. Yanımdan geçip giderken, görüş açımdan çıkmadan önce kaşlarının hafifçe çatıldığını gördüm. Başımı öne çevirdiğimde iki adam ile karşı karşıya geldim. “Bin arabaya.” dedi geldiğimden bu yana hiç konuşmayan adam. Tam şu an Kandemir’in karşımdaki iki adamı vurması gerekiyordu. Bekledim. Kıpırdamadan öylece bekledim.

 

“Hadisene lan.” dediğinde adama ters bir bakış attım. Olduğum yerde kıpırdanıp adım atacağım sırada karşımdaki adamın kafasının yan tarafından yediği mermiyle irkildim. Adamın kanı yüzüme sıçradığında gözlerimi sıkıca kapadım. Diğer adama da aynı saniyede sıktığında ormana doğru koşmaya yeltendim fakat gördüğüm manzara karşısında donakaldım. Alanın çıkış kısmından hızla bana doğru gelmekte olan dört siyah araç vardı. “Siktir.” diye mırıldanırken ormana doğru koşmaya başladım. Başımı çevirip aracımın olduğunu yöne baktığımda Karsu’nun ön kapıyı açmış, koltuğa oturmakta olduğunu gördüm. Rahatlamışlığın verdiği etkiyle koşuşumu daha da hızlandırdım. “Etrafını sarıyorlar. Düz koşmaya devam et Vera.” dedi Kandemir. “Abi?” dedi ardından. Kuzey’den ses gelmedi.

 

Ormanın içine girdiğimde anında ayağıma dolanan otları umursamadım ve var gücümle koşmaya devam ettim. “Akrep’in adamları oyaladı. Vera, neredesin?” dedi Kuzey. Ardından bir silah sesi duydum. “Silahı sıkan sen miydin?” diye sorduğumda. “Hayır. Sıkarsam yerimizi bulurlar. Çıkışın ne tarafındasın?” Nefes nefese kalmıştım. “Tam karşısındayım ama sağa doğru kayıyorum.” derken sağa yönelmiştim. “Tamam, ben de sola kayıyorum. Hiç sapma, düz devam et.” Saçlarımda bir el hissettiğimde çığlık atmam kaçınılmaz olmuştu. “Vera?!” diye bağırdı Kuzey direkt. Saçımı tutan kişi bedenimi hızla yere savurduğunda sırt üstü düştüm.

 

Ceketimin altında ezilen dalların çatırdama sesi kulağımı doldururken başımda dikilen adamın yüzüne baktım. Esmer tenli, zayıf yüzlü bir adamdı. Üzerime doğru atıldığında göğsüne bir tekme savurdum ve yattığım yerden fevri bir hareketle kalktım. Düz bir şekilde koşmaya devam ettim fakat adamın adımları büyüktü. “Vera iyi misin?!” diyen Kuzey’in sesini duydum.

 

Kolumdan çekti ve ağacın gövdesine doğru bedenimi sertçe ittirdi. Sırtımın acımasıyla yüzümü buruşturdum. Yaklaşmasına fırsat vermeden yüzüne yumruğumu geçirdiğimde adam sendeledi. “Lan kaltak karı!” diyerek yeniden bana döndüğünde bu sefer erkekliğine bir tekme savurdum. Koşmaya devam ettim. Kalbim o kadar hızlı atıyorduki az sonra çalışmayı bırakabilirdi. Saniyeler, hatta dakikalar geçti. Sadece koştum.

 

Başımı çevirip arkama baktığımda hiç kimsenin olmadığını gördüm. Adam nereye gitmişti? Kaşlarım çatıldı. “Cevap ver Vera!” diye öfkeyle kükredi Kuzey. Bilincim anca yerine geliyordu. “Kuzey.” dedim nefes nefese. “Bir kulübe gördüm. Oraya gidiyorum. Lütfen çabuk gel, koşmaya takatim kalmadı.” Sesim oldukça zayıftı. Dakikalardır koşuyordum. Bacaklarımda hiçbir sıkıntı yoktu. Sorun kalbimin nefessiz bırakabilecek kadar hızlı atmasıydı.

 

Ahşaptan hallice, küçük kulübenin kapısını hızla açtım ve içeriye girdim. Elim kapının kulpunda asılı kaldı. Saniyelerce öylece bekledim. Hızla inip kalkan göğsüm, ne kadar yorulduğumun bir göstergesiydi. Elimi kulptan çekip bedenimi kulübenin içerisine doğru çevirdiğimde önce silah namlusuyla, daha sonra yabancı bir çift gözle karşı karşıya geldim.

 

 

 

 

_______________

 

 

 

 

Bölüm Sonu.

 

 

 

Loading...
0%