Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. BÖLÜM.

@begonvil26

6.Bölüm.

 

 

 

 

"Kartlar Yeniden Dağıtılır."

 

 

 

 

İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.

 

J.J Rousseau.

                                                                       

 

 

 

 

 

 

_____________

 

 

 

 

Korkusuz bakışlarımı silahı bana doğrultan adamın gözlerine sabitlemiştim. Bu az önce bana saldıran adam değildi. Başka birisiydi. Saçları tamamen sarı değildi. Kahverengi ve sarı karışımıydı. Sadece sarı renk daha yoğundu. Bembeyaz, soğuk teninin aksine dudakları oldukça canlı duruyordu. İki kulağında küçük gümüş halka küpeler, beyaz kazağının üzerinden aşağıya doğru sarkan iki gümüş kolye ve yine silahı tuttuğu elinde sayısız gümüş yüzük vardı. Zaten küçük olan koyu yeşil gözlerini daha da kısarken dudakları kıvrıldı. “Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu oluyordu sanırım?” dediğinde Türkçeyi düzgün konuşamadığını fark ettim. Kötü değildi lakin çok iyi de konuşamıyordu.

 

“Kimsin sen? Hangisinin itisin?” dediğimde kaşlarını kaldırdı ve şaşkınlık dolu bakışlarının ardından dilini ısırdı. “Ben kimseye çalışmıyorum. Sadece borcumu ödüyorum.” dediğinde kaşlarım çatıldı. Ne demek oluyordu bu? “Norman Burns. Tanıştığıma memnun oldum.” derken sahte bir gülüşle silahın namlusunu aşağı yukarı hafifçe salladı. Ahşap duvardan uzaklaşıp Norman’a doğru bir adım attığımda ağzının içinde cık cıkladı. “Tehlikeli sularda yüzüyorsun. Yapma.” Norman’ın cümlesinin bitiminde Kuzey’in sesi kulaklarımı doldurdu.

 

“Korkma Vera. Az kaldı, gelmek üzereyim.” Korkmuyorumki, demek istedim.

 

Dudaklarımı büzdüm ve hafifçe tebessüm ettim. “Beni korkutmaya yönelik her girişim cesaretimi arttırır.” derken belimdeki silahı hızlıca çıkarıp karşımdaki adama doğrulttum ve sürgüsünü çektim. Tek kaşı havaya kalktı. Bunu beklemediği açıktı. “Seni öldüremeyeceğimi düşünüyorsan doğru düşünüyorsun ama… Bu yaralayamayacağım anlamına gelmiyor cesur kız.” Geriye doğru birkaç adım attım ve sırtımı kapıya yasladım. Silahı tutan elim asla titremiyordu. Oldukça kendimden emindim. “Benim elimde de bir silah olduğunu unutuyorsun Norman Burns.” derken sesim alaycıydı. “Yavaşça kapıdan çıkacağım. Sıkarsan, sıkarım.”

 

Yüzünde anlamlandıramadığım bir sırıtış vardı. Tüm bu olanlar ve konuşmalardan haz alıyor desem yeriydi. Sırtımla kapıya sertçe vurduğumda eski, kırık dökük kapı açıldı. Kırmış bile olabilirdim, bilmiyordum. Odağım karşımdaki adamdaydı. Geri geri ormanın içine çıktığımda gözünü üzerimden ayırmadan bana doğru gelmeye devam etti. Saniyeler içerisinde ikimizde kulübeden çıkmış, çalılıkların arasına geçmiştik. Silahının sürgüsünü çekti, “Bu kadar avans yeter.” derken tetikteki eli hareketlenmişti lakin birisi ondan önce davrandı. Norman’ın elinin üzerinden geçen mermi tuttuğu silahın yere düşmesine neden olduğunda dudaklarım hafifçe aralandı. Elinin üzerinden yavaşça çimenlerin ve silahın üzerine doğru düşen kan damlalarına baktım. Daha sonra ona.

 

Kuzey Karakaya.

 

Hızlı, bir o kadar da çevik adımlarla bize doğru geliyordu. Önümde bir hareketlilik hissettiğimde o yöne baktım. Norman yerdeki silahı saniyelik bir hızla aldı ve ayağıyla elime vurarak tuttuğum silahın düşmesini sağladı. Kolunu boğazıma dolarken silahın namlusunu şakağıma dayadı. Elinin üzerinden usulca akan kan damlaları boynumdan aşağıya süzüldüğünde güçlükle yutkundum. Kuzey aramızda yedi adımlık mesafe bırakarak olduğu yerde durdu.

 

Silahının hedefi Norman’dı. “Kafanı dağıtmam saniyemi alır. Silahı indir.” dedi Kuzey, ciddi bir ses tonuyla. Refleks olarak Norman’ın boğazıma doladığı koluna koyduğum elimi aşağıya indirdim. “Kız ile birlikte buradan gidiyorum. Tek yanlış hareketinde mermi bu güzel kızın beynini dağıtır.” dedi bu sefer Norman tuhaf bir hırsla.

 

“Kuzey.” dedim zayıf bir sesle. Bakışları arkamdaki adamdan bana kaydığında, “Nasıl istiyorsa öyle olsun.” dedim. Kuzey’in ateş fışkıran gözleri Norman’a döndüğünde, “Silahı indirmen için üç saniye veriyorum.” dedi. Siktirler olsun! Gerçekten Norman’ı nişan alabilir miydi? Ona bu konuda güvenebilir miydim? Aklımdan binlerce soru geçerken Norman’ın kulağımın dibindeki öfkeli soluğunu duydum.

 

Beni öldüremezdi. Onlara canlı lazımdım. Bunu üçümüzde gayet iyi biliyorduk. Bu yüzden Norman kendi canını tehlikeye atamazdı. Beynimin içerisinde dönen çarklar Norman’ınkiyle aynı olmalıydı ki kulağıma doğru, “Seninle tekrar görüşeceğiz güzellik.” diye fısıldadı ve sertçe beni çalılıkların üzerine doğru ittirdi. Dizlerimin üzerine düştüğümde dallar avuç içlerimi çizdi. Canımın acısıyla yüzümü buruştururken Kuzey’in doğrulttuğu silahın patladığını duydum. Ardından öfkeli bir kükreyiş. “Evveliyatını sikeceğim senin lan!”

 

Silahın yakınında olduğumdan dolayı sağır edici patlama sesi kulaklarımın uğuldamasına neden olmuştu. Başımı çevirip arkama baktığımda Norman’ın çoktan ağaçların arasında kaybolmuş olduğunu gördüm. Kuzey silahını beline koyup dizlerinin üzerine eğildiğinde başımı kaldırıp ona baktım. Önüme düşen birkaç saç tutamını kulağımın arkasına koyarken diğer eliyle yanağımı tuttu. “İyi misin?” dedi, aceleci bir sesle. Elini yüzümden çekti. Ellerimi tutup avuç içime baktığında benimde bakışlarım o yöne kaydı. Birkaç minik çizikten fazlası yoktu. Yüzü rahatlamış bir ifadeye bürünürken, “İyiyim.” diye mırıldandım.

 

“Sen iyi misin? Yaralanmadın değil mi?” diye sorarken gözlerimi hızlıca bedeninin üzerinde gezindirmiştim. Kolundan destek alarak ayağa kalktığımda o da benimle birlikte kalktı. “Ben istemediğim sürece beni yaralayabilecek bir insan tanımıyorum Vera.” derken hâlâ üzerime, her bir karışıma bakıyordu. Gerçekten iyi olduğumdan, zarar görmediğimden emin olmak ister gibi. Ben de ondan farksız sayılmazdım. “Çıkalım artık bu Allah’ın cezası yerden.” derken ileriye doğru adım attım.

 

Kuzey beline yerleştirdiği silahı yeniden eline alırken ben de yere düşen silahımı almıştım. Hızlı adımlarla ormanın içerisinde yürümeye başladığımızda Kuzey konuştu. “Lotte?” Saniyeler süren bir cızırtı ve nihayetinde duyulan sesi. “Söylediğin yerde bekliyoruz Karakaya.” Kuzey ifadesini bozmadan sadece net bir sesle, “Anlaşıldı.” dedi. Dakikalar boyu yürüdüğümüzde ormanın çıkışına yaklaştığımızı anlamıştım.

 

Kuzey yolun karşısındaki araca yöneldiğinde onu takip ettim. Şoför koltuğunda oturan Lotte araçtan aşağıya indi. Kuzey şoför koltuğuna yerleşirken Lotte ve ben arka koltuğa geçtik. Arka koltukta zaten oturmakta olan Karsu’yu gördüğümde kasılan bedenimin gevşediğini hissettim. Kuzey aracı es vermeksizin sürmeye başladığında Karsu’nun önüne düşen saçını geriye doğru attırdım ve omzuna dokundum. “Özür dilerim.” diye fısıldadım neredeyse sadece onun duyabileceği bir sesle.

 

“Benim yüzümden bunları yaşamak zorunda kaldığın için, özür dilerim.” Kolumu boynuna dolayıp yanımdaki kadına sıkıca sarıldım. Gövdesi bedenime dediğinde titrek bir nefes aldığını anladım. Tereddüt etmeksizin kolunu belime doladı ve başını omzuma yasladı. “Çok korktum Vera.” diye konuştu kısık sesle. Nefesini saçlarımda hissedebiliyordum. “Beni öldüreceklerini sandım, çok korktum.” Sesindeki korkuyu net bir şekilde hissetmiştim.

 

Donuk bakışlarımı camdan dışarıya çevirirken çenemi omzuna yasladım. “Geçti Karsu, hepsi bitti. Bir daha o insanları görmek zorunda kalmayacaksın. Sana söz veriyorum.” Kendimi geriye doğru çektim. Yaşlı gözleriyle karşılaştığımda dişlerimi birbirine bastırdım. “Kendini iyi hissettiğinde her şeyi konuşacağız, tamam mı?” dedim bu sefer. Gözlerini usulca kapayıp açtı. Bedenimi hafifçe çevirip sırtımı geriye yasladığımda göz ucuyla Lotte’nin bize bakıyor olduğunu gördüm. Başını yavaşça sola çevirdi ve camdan dışarıya baktı. Ön koltukta rahat bir tavırla oturan Kandemir’e baktım. Tüfeği yoktu. Bagaja koymuş olmalıydılar. “Sonradan gelen arabaların Akrep’le bir alakası yok.” dedi Kandemir.

 

“Başka birileri daha var yani?” diye mırıldandı Lotte.

 

“Kaç kişi Vera’nın peşinde Allah aşkına?” dedi bu sefer Karsu zayıf çıkan sesiyle.

 

“Şu an bilinen 2 kişi. Neyseki bir tanesini tanıyoruz.” dediğinde kaşlarım çatıldı ve merakla baktım Kandemir’e. Bunu tahmin etmiş gibi, “Alanda araçtan Civan’ın indiğini gördüm. Çakır Kaplan’ın sağ kolu denilebilir.” dedi Kandemir. “Babası ünlü bir iş adamıydı. İki yıl önce kendisine kurulan bir pusu sonucu hayatını kaybetti. İşleri Çakır devraldı. Kumar, kaçakçılık, uyuşturucu, herifte ne ararsan var.” Soluklandı. “Adamı tanıyoruz ama Akrep’te olduğu gibi Vera’dan ne istediğini şu anlık bilmiyoruz. Aslında bir yönden iyi oldu diyebiliriz. Birbirleri için bir tehdit haline geldiler. Kozlarını paylaşacaklar, biz de izleyeceğiz.”

 

Kandemir başını hafifçe sola doğru çevirdi. “Merak etme külkedisi, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, Karakaya kardeşler istemediği sürece kimse sana zarar veremez.” Kandemir konuştu lakin zihnimin içerisinde sadece bir isim yankılanıp durdu. Çakır Kaplan. Kimdi bu adam? Babamı tanıyor olmalıydı. Belliki babamda onu tanıyordu.

 

Hiç alakamın olmayacağı insanlarla babamın geçmişinde yaşadığı olaylar, yaptığı hatalar yüzünden kozlarımı paylaşmak zorunda kalıyordum. Daha kötüsü, hiçbir şey bilmiyordum. Hiç tanımadığım insanlar, bilmediğim hayatlar ve olaylar vardı. Babamın anlatmak istemediği, belkide anlatmaya korktuğu şeyler. Bazı şeyleri bildiğimde ya da öğrendiğimde ona kızacağımı falan mı düşünüyordu? Aksine, ne olursa olsun yanında dururdum. Her insan hata yapardı. Yalnızca benim için önemli olan babamın bu hataları ört pas etmeye çalışması yerine açıkça benimle paylaşması olurdu. Belkide Çakır Kaplan meselesini babam ile konuşmalıydım. Ne de olsa düşmanını herkesten çok daha iyi tanır, bilirdi.

 

Bunu yapmayı bir anlığına da olsa istedim lakin aklıma düşen ihtimaller silsilesi ile direkt sildim. Şayet ortaya bir kişinin daha çıktığını öğrenirse Demir’in önderliğinde bir sürü koruma ile hayatıma devam etmek zorunda kalırdım ve bu en son isteyeceğim şey olurdu. Birilerinin benim hayatım için endişe duymasını istemiyordum. Kendimi bir kafesin içerisinde hissetmeyi ise hiç istemiyordum. Bu durum babam ve Demir için her ne kadar yanlış olsada benim için bir o kadar doğruydu. Kendi doğrularımın dışına çıkmak istemiyordum. Ucunda ölüm olsa bile.

 

“Herhangi bir korkum yok zaten Kandemir. Olsaydı şu an burada bulunuyor olmazdım değil mi? İsimler istediği kadar değişsin, hiçbiri bir bok yapamaz.” derken bakışlarımı dikiz aynasına çevirmiş Kuzey’e bakmıştım. Düşünceli bir şekilde doğrudan yola bakıyordu. “İşte görmeyi özlediğim kadın tipi.” dedi Lotte keyifli bir ses tonuyla. “İstihbaratı özlediğin her halinden belli oluyor zaten Lotte.” dedi Kandemir ve kurduğu cümleyle bakışlarımın Lotte’ye çevrilmesini sağladı. İstihbarat mı demişti o? Mit’de çalışma olasılığı yüzde kaçtı? Ya da daha fazlası, CIA? İçimde büyük bir merak duygusu uyandı lakin soru sormayıp sessiz kalmayı tercih ettim.

 

“Biletimi aldım. 1 hafta sonra Amerika’ya geri dönüyorum.” dedi Lotte.

 

“Göreve bu kadar erken başlatmaları, enteresan.” diye yanıtladı Kandemir, düşünceli bir ses tonuyla.

 

“Crocodile’ı da geri çağırdıklarına göre bu seferki diğerlerinden farklı.” dedi Kuzey sessizliğini bozarak. “Gidince göreceğiz.” diye mırıldandı Lotte. Karsu başını hafifçe bana doğru yaklaştırdığında istemsizce ona doğru eğildim. “Kızım bunlar ne diyor ya? CIA mı dediler yoksa yanlış mı duydum ben?” diye fısıldadı kulağıma doğru. Kuruyan dudaklarımı ıslatırken, “Doğru duydun. Benim için şu an garip olan Lotte’nin CIA’ya çalışması değil, Kuzey ve Kandemir’in tüm konuya hakim olması.” diye konuştum dişlerimin arasından.

 

“CIA’ya çalışıyor gibi görünmüyorlar. Ya sadece Lotte’den dolayı olaylara hakimler ya da eskiden orada çalışıyorlardı.” Bunu Kuzey’e sormayı aklımın bir kenarına not ederken ifademi bozmadan yola doğru bakmaya devam ettim. Aklımı kurcalayan bir başka konu vardı. Babam ve Demir’den bu saate kadar ses çıkmamıştı. İki ihtimal vardı. Demir ya babama güzel bir yalan uydurmuş beni idare etmişti ya da şu an GSP yardımıyla bulunduğum konumu bulmuş yanıma geliyordu. İkinci ihtimal son derece can sıkıcıydı. Umarım Demir bana büyük bir iyilik yapıp birinci ihtimalle yetinmiştir.

 

 

 

 

•••

 

 

 

Yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuğun ardından Karsu’nun evine gelmiştik. Kuzey şirkette işleri olduğu, Kandemir’se Ezgi’yle buluşacağı için bizi eve bırakıp gitmişti. Lotte’nin bizimle eve gelme nedeniyse Kuzey’in herhangi oluşabilecek bir tehlikeye karşı korunmamız gerektiğini düşünmesiydi. Kısacası, Lotte bekçiliğimizi yapacaktı. Tuhafki bundan rahatsız olur bir yanı yoktu.

 

Muhtemelen tüm düzeni Amerika’da kuruluydu ve burada sadece zaman öldürüyordu. Eve adım atalı yarım saat olmuştu. Karsu zaman kaybetmeden duşa girmiş çıkıncada yaralarına merhem sürmüştü. Bense o tüm bunları yaparken ortalığı toparlamış ocağa çay koymuştum. Karsu büyük olasılıkla doğru düzgün yemek bile yiyememiştir. Aç olmalıydı. Bunu düşünerek kahvaltıda yemeyi en çok sevdiği şeyi yaptım.

 

Bol kaşarlı tost. Doğrusunu söylemek gerekirse, hakkını vermiştim. Buzdolabından hâlâ kullanılabilir olduklarını düşündüğüm birkaç kahvaltılığı çıkarmış beyaz renk masanın üzerine koymuştum. Yaptığım tostları dilimleyip tabağa yerleştirdikten sonra demini alan çayı bardaklara doldurdum. Ben tüm bunları yaparken Lotte balkondaki sandalyeye rahat bir tavırla oturarak sayısız sigarasını söndürmüştü. Arada bir içeriye doğru seslenerek bana laf atmış, zaman zaman telefonda birileriyle konuşmuştu. Oturma odasına açılan kapının girişinde Karsu’yu gördüğümde bakışlarımı kaldırıp ona baktım.

 

Üzerinde boğazlı gri renk bol bir kazak, altındaysa mavi bir kot vardı. Hafif nemli saçlarını tepeden dağınık bir topuz yapmıştı. Yüzünde hiç makyaj yoktu. Teni oldukça solgun görünüyordu. Boynundaki morlukları gördüğümde içimin titrediğini hissettim. Elimdeki çaydanlığı ocağın üzerine bırakırken bedenimi tekrar ona çevirdim. “Tost mu yaptın?” derken yüzünde hafif bir gülümseme oluşmuştu. Yavaş adımlarla yürüyüp sandalyeyi çekti ve oturdu. “Lotte, kahvaltı hazır.” diye balkona seslendim ve gözlerimi Karsu’ya çevirdim. “Evet, hem de sevdiğin gibi bol kaşarlı.” derken sandalyeye oturmuştum. “Umarım kaşarın bozuk değildir.”

 

“Sanmıyorum. Hollanda’ya gitmeden hemen önce alışveriş yapmıştım. Fazla durmadım zaten biliyorsun.” Lotte balkondan içeriye girdi ve birkaç büyük adımda yanımdaki sandalyeye oturdu. Çaya hiç dokunmadan eline bir dilim tostu aldı ve küçük bir ısırık aldı. “Döneceğinin haberini neden vermedin Karsu?” dedim bakışlarımı yeşillerine sabitleyerek.

 

İçi çay dolu olan kupasını dudaklarına götürdü ve bir yudum aldı. “Sürpriz yapmak istedim. Aynı gün içerisinde size gelecektim ama…” Aklına gelen düşünceler duraksamasına neden oldu. Ağzındaki lokmayı güçlükle çevirmeye devam ederken “Apartmana girerken arkamdan birisi saldırdı. Daha sonra burnuma bir bez parçasını bastırdı. Yüzünü hayal meyal hatırlıyorum.”

 

Lotte bir başka dilim aldı ve yemeye başladı. Bense hiçbir tepki vermeden Karsu’ya bakıyordum. “Uyandığımda boş bir odadaydım. Gerçekten boş. Ne eşya ne başka bir şey. Odada sadece ben vardım. Saatler sonra odanın içinde bir erkek sesi yankılandı. Meğer odanın içinde yalnız değilmişim. Bir kamera varmış. Oradan beni izliyormuş. Benimle konuşmaya çalıştı.

 

Başlarda kim olduğunu, benden ne istediğini sorup durdum lakin bir cevap alamadım. Sadece beni sinir edebilmek ya da korkutmak amacıyla konuşuyordu. Aradan biraz zaman geçince odaya iki tane adam girdi. Ağza alınmayacak kelimeler söyleyip beni hırpalamaya başladılar. Boyun eğmedim, kaçmaya çalıştım. Her kaçmak istediğimde karşılığını misliyle aldım.” derken eli istemsizce dudağının kenarına gitmişti.

 

“Sonra, yine yalnız kaldım. Aklımda sadece tek bir soru vardı. Neden? Bu insanlar kimdi ve benden ne istiyorlardı? Cevabını geçen dakikaların ardından yeniden o adamın sesini duymamla aldım. Bana dayımdan ve senden bahsetti. Dayımın günahının bedelini önce etrafındaki insanlar ödeyecekmiş, sonra kendisi. Bir sürü şeyler söyledi ama o an kafam gidik olduğu için çoğu şeyi anlayamadım. Zaten kurtulana kadar ya uyudum ya dayak yedim.” Son cümlesinin ağırlığı altında ezildim. Boş bakışlarım masada asılı kaldığında, “Kendini suçlama Vera. Kimse böyle olmasını istemezdi.” dedi. Masanın üzerinde duran elime uzandı ve parmaklarının ucuyla hafifçe okşadı. Acıyla bakan gözleri yüzümün her bir karışında dolaşıyordu.

 

Yaşadığı korkuyu, canının acısını unutmuş beni teselli ediyordu. Benim ona yapmam gereken şeyi tüm hislerini perdeleyerek bana yapıyordu. “Burada artık güvende değilsin. Benim yüzümden İstanbul’daki hayatın alt üst olacak.” dediğimde hızlıca başını iki yana salladı. “Bilmediğimden dolayı savunmasızdım Vera. Artık karşı karşıya kaldığımız kişileri ve ne derece tehlikeli olduklarını biliyorum.” Lotte artık arkasına yaslanmış boş bakışlarla masaya bakıyordu.

 

“Bilmiyorsun Karsu.” dedim net bir sesle. “Ne o adamın ne kadar ileri gidebileceğini ne de küçüklüğümden bu yana yaşadığım hayatı bilmiyorsun. Elin bir kere silah tuttu mu? Bir kere çatışmanın ortasında kaldın mı? Gece yarısı evin hiç tarandı mı? Çocuk yaşta başının üzerinden tonla mermiler geçti mi?” Durdum ve gözlerinin içine baktım. “Hepsini yaşadım. Bu hayatı herkesten daha iyi biliyorum. Artık büyük bir tehlikenin içindesin. Burada tek başına öylece yaşamaya devam edemezsin. Birisi seni korumak zorunda.” Elimin üzerindeki elini çekti ve geriye yaslandı. Düşünceli gözleri yerde bir noktaya sabitlendiğinde başından beri sessizce konuşmalarımızı dinleyen Lotte usulca konuştu.

 

“Vera haklı. Yaşadığın evi biliyorlar. Başka bir yere git, seni yine bulurlar. Bunun kurtuluşu yok

Karsu.” Öne doğru eğildi ve bir kolunu masanın kenarına yasladı. “Amerika’ya dönene kadar, yani bir hafta boyunca kabul edersen seni koruyabilirim ama sonrası…” Lotte’nin bakışları beni buldu. Başımı hafifçe yana yatırdım. “Sonrası bizde.” dedim kararlı bir ses tonuyla. “Ben de birkaç gün içinde tüm bu olanları babamla konuşmuş olurum.” Karsu’nun gözleri nemli, bakışları ürkekti.

 

“Lotte… Senden böyle bir şey yapmanı isteyemem.”

 

“Sen değil ben istiyorum zaten.” dedi gayet rahat bir tavırla. “Benim için daha iyi. Kuzey ve Kandemir’in olduğu bir evdense seninle burada kalıp kız kıza takılmayı yeğlerim.” Yüzünde hafif bir tebessümle Karsu’ya göz kırptı. Başımı çevirmeden Lotte’ye baktım. Demek burada bir evi yoktu. Olsaydı herhalde Kuzey’in evinde kalmazdı. Peki ya burada ailesi ya da bir akrabasıda mı yoktu? Eğer öyleyse Türkiye’ye gelme sebebi neydi? Onu buraya bağlayan bir şey olmasaydı gelmezdi. Merak ettim lakin sormayıp sessiz kaldım. “Teşekkür ederim.” derken buruk bir tebessümle önce Lotte’ye daha sonra bana bakmıştı.

 

“Aa, çaylar soğudu ama. Hiç içmemişsiniz.” derken tazelemek amacıyla ayağa kalkmıştım. Ocaktaki demliğe uzanacağım sırada çalan kapı sesiyle olduğum yere çivilendim. Başımı çevirip kızlara kısa bir bakış attığımda Karsu’nun yüzüne ufak bir endişenin yayıldığını Lotte’nin ise tersine rahat olduğunu gördüm.

 

Yavaş adımlarla koridora ilerledim. Kapı deliğine yaklaşıp baktığımda gördüğüm yüz karşısında afalladım. Demir Atay düz lakin bir o kadar da öfke saçan bakışlarıyla doğrudan bana bakıyordu. Başımı hızla geriye doğru çektim ve “Siktir.” diye fısıldadım. Açmama gibi bir lüksüm yoktu. Kafası atarsa kapıyı kırardı, bilirdim.

 

Derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Elleri cebinde, dik duruşuyla kapının önünde belirdiğinde kaşlarımı usulca çattım. “Nasıl buldun beni?” diye sorduğumda ifadesini bozmadan cevap verdi. “Kolay soru. Ben sana daha zorlarını sormak istiyorum.” derken evin içine doğru adım atmıştı. Hemen önümden geçip oturma odasına doğru ilerlediğinde sıkıntılı bir nefes aldım ve kapıyı kapadım. Demir salonun ortasına geçtiğinde Karsu oturduğu yerden kalkmıştı. Elimi saçlarımın arasından geçirirken birkaç ağır adımda Demir’in yanına gittim.

 

“Hoş geldin Demir.” dedi zayıf çıkan sesiyle Karsu. Demir’in gözlerindeki sert ifade yerini hafif bir şaşkınlığa bıraktı. Şaşırdığı şey Karsu’nun Hollanda’dan dönüşü değildi. Bunu zaten benim burada olduğumu öğrendiğinde tahmin etmiş olmalıydı. Şaşırdığı şey Karsu’nun dudağının ve kaşının yanındaki yara iziydi.

 

Mutfakla oturma odası bitişik olduğundan dolayı Karsu birkaç adımda yanımıza ulaşmıştı. Lotte ise “Ben balkondayım.” diyerek ayağa kalkmış balkona yönelmişti. Lotte odadan ayrıldığında derin bir sessizlik bir süre etrafta kol gezdi. Demir nihayet kelimelerini toparlayabildiğinde, “Ne oldu?” dedi. “Kim yaptı bunu sana Karsu?”

 

Biz üçümüz, çocukluğumuzun en başlarını beraber geçirmiştik. Demir kendimi bildim bileli benimleydi. Benim için bir abiden farksızdı. Karsu ise belirli bir döneme kadar benimleydi. Babam ve halam Yasemin Kırca’nın kardeşlik ilişkileri ben henüz 8 Karsu ise 7 yaşındayken çatırdamaya başlamıştı. Çok zaman değil, bir süre sonra halam ne bizim eve gelir olmuştu ne de babam onun adını anar olmuştu.

 

Yasemin Kırca zaten hiç olmamış gibi hayatımızdan çekip gitmişti. Nedenini bilmediğim bu küslük Karsu’yu da bizden alıp götürmüştü. Her ne olduysa halam değil bu şehir, bu ülkede bile bulunmak istememişti. Karsu’yu da alıp Hollanda’ya taşınmış orada yeni bir hayat kurmuştu. Neredeyse 15 yaşına kadar Karsu ile bir daha hiç görüşmemiştim.

 

Halam bir daha eve dönmedi lakin izlerini de silmedi. Karsu ne benimle ne babamla bağlarını koparmadı. Her yaz İstanbul’a gelip bizde kalmaya devam etti. Üniversiteyi burada okumaya karar verdiğindeyse şu an bulunduğumuz daireyi kiraladı. Artık yazları İstanbul’a değil, Hollanda’ya gidiyordu. O günden bu yana ne Karsu annesinin ağzından bir laf alabilmişti ne de ben babamdan.

 

Ne oldu da araları açıldı, ne yaşandı da halam buralardan uzaklaştı bilmiyorduk. Karsu’nun bakışları bana değdi. Her şeyi Demir’e söyleyip söylememe konusunda izin istiyor gibiydi. Lafı ona bırakmadım. “Dmitriy’in oğlu, yani Akrep, Karsu’yu kaçırttı Demir.” dediğimde başını çevirip bana öyle bir baktıki bir anlığına nefes almayı bıraktım.

 

Gözlerinin içinde yeniden bir karaltı belirdi. Koyulaştı, keskinleşti. Çenesinin seğirdiğini gördüğümde dudaklarımı konuşmak için araladım lakin fırsat vermedi. “Nasıl?” dedi dişlerinin arasından. “Ne zaman oldu bu?” Dudağımı sertçe dişlerken balkona kısa bir bakış attım. Lotte kollarını demir korumalığa yaslamış yoldan geçenlere bakarak sigarasını içiyordu.

 

“Her şeyi anlatacağım ama sakince dinleyecek ve bölmeyeceksin.” Demir herhangi bir tepki vermeyince sessiz fakat içli bir nefes çektim. O sırada Karsu ayakta dikilmeye bir son verip köşe koltuğa oturmuştu. Demir’in ne tepki vereceğini bildiğimden dolayı ben de koltuğa oturma ihtiyacı hissetmiştim. Demir istifini bozmadan elleri cebinde bana bakmaya devam etti.

 

“Her şey patlamanın olduğu o davet gecesinde başladı.” dediğimde gözleri kısıldı. “Terasa sigara içmeye çıkmıştım hatırlıyor musun?” dediğimde hafifçe başını salladı. “O an sigara içmeye çıkan tek kişi ben değildim. Kuzey Karakaya, babamın yeni ortağı da oradaydı. Tabi o an onun kim olduğunu bilmiyordum. Benim için bir yabancıdan fazlası değildi.” Birkaç saniyeliğine duraksadım. “Sonra… Bana bir telefon geldi. Açtım. Arayan Akrepti. Bir sürü saçma şey zırvaladı, umursamadım ta ki göğsüme lazeri doğrultana kadar.”

 

Demir’in gözlerindeki şaşkınlığı an be an okudum. “Kuzey bir şeylerin ters gittiğini anladı, göğsüme doğrultulan lazeri gördü. Önüme geçip kendini siper etti. Sonra Akrep silahı ateşledi. Kurşun Kuzey’in kolunu sıyırdı.” Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve bakışlarımı ondan çektim. “Sonraki detaylar önemli değil.”

 

“Göksel’leyim dediğinde Kuzey Karakaya ile birlikteydin yani?” derken sesi sabırsızdı. Cevap vermedim, sadece başımı salladım. Kaşları havalanırken dudaklarında amansız bir gülüş belirdi. “Ee Vera? Sonra? Balkondaki hatun kim mesela? Akrep’in kaçırttığı Karsu, nasıl kurtuldu mesela?” Gözlerimi sıkıca kapayıp açtım. İşte burada her şeyi sıçıp sıvayabilirdim. Genzimi temizledim ve konuşmaya devam ettim.

 

“Akrep beni Kuzey’in bizim eve, babamla iş görüşmeye geldiği gün yine aradı. Kim olduğunu söylemedi. Sevdiğin insanlara zarar gelmesini istemiyorsan limana gel dedi. Kabul ettim. Etmek zorundaydım. Göksel’in yanına gidiyorum dediğim o akşam aslında limana gittim. Küçük bir kutu vardı. İçini açtım baktım. Karsu’nun fotoğrafları vardı. O an Karsu’nun kaçırıldığını anladım.” Karsu’ya baktığımda büyük bir dikkatle beni dinliyor olduğunu gördüm.

 

“Siyah bir araba vardı. Ona binmemi istedi. Sorgulayamazdım, yapmak zorundaydım. Karsu’nun hayatı tehlikedeydi. Arabaya ilerlerken bir el tuttu beni. Konteynırların arasına çekti. Saniyeler önce bulunduğum yere bir kurşun değdi Demir. Eğer Kuzey o saniyede beni çekmemiş olsaydı…” Soluklandım. “Kuzey o gün telefonda Akrep’le konuşurken beni duymuş, takip etmiş. O an hiçbir şeyi anlayamadım. Beni canlı isteyen Akrep neden böyle bir şey yapmıştı? Silahı sıkan kişinin Akrep’in adamı olmadığını sonradan anladım. Sonrasında… Babam sorarsa beni idare et dediğim gece aslında Kuzey’in evindeydim. Bir plan yaptık. Karsu’yu kurtaracak benimse teslim olmayacağım bir plan. Kuzey, ben, Kuzey’in kardeşi Kandemir ve balkondaki kadın yani Lotte buluşma yerine gittik. Orada takas gerçekleşecekti ama işler ters gitti. Alana hiç hesapta olmayan başka adamlar geldi. Onlarda benim peşimdeymiş. Çakır Kaplan’ın adamları. Ortalık karışınca biz de bir şekilde alandan tüydük. Bu kadar Demir. Hepsi bu. Artık her şeyi biliyorsun.”

 

Konuşmam bittiğinde Demir’in gözlerinin içine baktım. Gözlerinde bir sürü duygunun harmanlanmış olduğunu gördüm. Öfke, hayal kırıklığı, şaşkınlık. Hepsini bir bir okudum kapkara gözlerinde. İşin garip yanı artık ben de tuhaf duygular içindeydim. Kendi ağzımdan kendi yaşadıklarımı duyunca hem hayret ettim hem afalladım.

 

Tüm bunları ben mi yaşamıştım? Tüm bunları ben mi ailemden saklamıştım? Suçluluk duygusu yine ağır bastı. Genzimin yandığını hissettim. Karsu’ya göz ucuyla baktığımda endişe dolu bakışlarını Demir’e sabitlediğini gördüm. Demir’se duyduklarını sindirmeye çalışır gibi öylece durup bana bakıyordu. Sessizliği sağır ediciydi. Korkutucuydu. Şu an için en büyük cezaydı. “Bir şey söylemeyecek misin?” diye konuştum, mırıltı dolu bir sesle. Demir birkaç saniye daha baktı. Arkasını dönüp koridora yöneldiğinde oturduğum yerden fırladım.

 

Hızlı adımlarla yanına gittim ve kolunu tuttum lakin ateş değmiş gibi kendisini geriye çekti. “Nereye gidiyorsun Demir? Arkanı dönüp öylece gidecek misin?” Bedeni hafifçe bana dönüktü. Kara gözleri üzerimdeydi. “Söylenecek bir şey mi bıraktın Vera? Sen bu yaptıklarınla söylenecek bir şey mi bıraktın?!” diye bağırdığında gözlerim kocaman oldu. İstemsizce bir adım gerilediğimde bedenini tamamen bana çevirmişti.

 

“Ne zamandan beri birbirimizden bir şeyler saklıyoruz? Ne zamandan beri yalanlar söylüyoruz?!” diye hiddetle bağırdığında dudaklarım hafifçe açıldı. Bir şey söylemek istedim lakin yapamadım. Demir’le sürekli atışırdık fakat bana sesini asla yükseltmezdi. Şimdiyse alev saçan gözleriyle karşı karşıya kalmıştım. Dilim lâl olmuştu sanki.

 

“Ne oldu? Söyleyecek bir şeyin yok mu? Susma, söyle. Yalanlarına devam et. Ne de olsa Demir sana güvenmeyi tercih eder!” Alnını hızlıca, sinirle kaşıdı. “O limana gittiğin gece varya, o gece. Bir şeylerin olduğunu anlamıştım ama konduramadım. Takip etmeyi düşündüm fakat ne sana ne kendime yakıştıramadım. Çünkü senin bana ne olursa olsun yalan söylemeyeceğini düşündüm! Şimdi anlıyorumki büyük hata etmişim. Hayal kırıklığısın Vera. Büyük hayal kırıklığısın.” Başını yavaşça iki yana salladı. Kalbim öylesine hızlı çarpıyorduki bir yerlere tutunma ya da bir yere oturma ihtiyacı hissettim. Arkasını dönmeye meylettiğinde hızlıca konuştum.

 

“Babama söyleyeceğinden korktum Demir. Benimle ne kadar yakınsan babamada o kadar bağlısın. Ona bu konuda yalan söylemeyeceğini düşündüm!” Ufak tefek şeyleri idare ederdi lakin bu kadar önemli bir şeyi babamdan asla saklamazdı. “Babam öğrensin istemedim çünkü eskisi gibi bana hapis hayatı yaşatacağını düşündüm! Beni severken, korumaya çalışırken ne kadar abarttığını en az benim kadar sende iyi biliyorsun! Ardımda bir ton korumayla dolaşmak istemedim, anlayabiliyor musun Demir?!”

 

“Ya ne fark eder?!” diye bağırdı. “Öyle yaşasan ne fark eder böyle yaşasan ne fark eder Vera?!”

 

“Bana ters diyorum neden algılayamıyorsun?!”

 

“Sen de gittin ne bok olduğunu bilmediğin herife güvenmeyi tercih ettin öyle mi?” Baktım. Demir’in gözlerine sadece baktım. O an zihnimin içerisinde binlerce düşünce belirdi fakat ben hiçbirisine yetişemedim. Demir’in kurduğu cümle kafamın içinde yankılanıp durdu. Sorguladım. Kendimi o an sorguladım. Kimseye güvenmeyen Vera o adama neden güvenmişti? Kendisini iki kez ölümün kıyısından kurtardığı için mi? Bir cevap aradım lakin bulamadım. Ağırlaşan göz kapaklarımı sıkıca kapatıp açtım.

 

“Babamın güvenip iş yaptığı adama ben neden güvenmeyeyim Demir Atay? Şimdi de kararlarımızı mı sorguluyorsun?” Dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. Oldukça rahatsız edici, küçümseyici bir tebessümdü bu.

 

“Vera Lâyezâl’in kararlarını sorgulamak ne haddime?” diye mırıldandı. “O en doğrusunu bilir, en doğrusunu yapar.” Dişlerimi birbirine bastırdım. Dakikalardır kendimi sıktığımdan dolayı şakaklarım ağrımaya başlamıştı. “Ben seni korumaya çalıştıkça sen kendini benden uzaklaştırıyorsun ama ne var biliyor musun Vera? Artık umrumda değil.” Arkasını döndü ve koridora çıktı. Beklemedim. Peşinden gittim. “Demir!” diye seslendim.

 

“Babama söyleyecek misin?” Arkasını dönmedi. Bakışlarım sırtında yavaşça gezindi. Konuşmadı, sessiz kaldı. Kapıdan çıkıp gittiğinde bakışlarım çelik kapıda asılı kaldı. Tek kelime etmemişti lakin arkasında büyük bir enkaz bırakmıştı.

 

 

 

 

 

 

______________

 

 

 

 

Bölüm Sonu.

 

 

 

 

Loading...
0%