2. Bölüm

Baş dönmesi

Begüm Cesur
begumcesur

heluuu. Diğer bölüme baktım 17 sayfa etmiş. Biraz(!) fazla olmuş olabilir ama kimler kimler var 20.000 kelime yapıyor. O yüzden bu şekilde devamkineee

 

.....

 

Sedat Abimin evindeydik. Ben utançtan Akay komutana bakamıyordum. O ise çok sinirliydi. Hatta burnundan solumak yerine başka yerlerden nefesini alıyordu desem yeridir.

 

Sedat Abinin gülmeleri solmuştu. Kolumdaki yara kanamış ama o anda fark edememişiz. Eve gelince tişörtümde kan görünce anlamıştım.

 

Hakan'a vururken kolumun acısını fark bile etmemiştim. Çünkü Hakan'ı dövmek huzur verici gelmişti. Aslında şiddetin her türlüsüne karşıyım ama polis biri nasıl şiddete başvurmaz ki? Tabii her zaman birilerini dövüyoruz demiyorum.

 

Aksine. Elimizden geldiğince az şiddet uygulamaya çalışıyoruz ama birisi bize vurmaya kalkıştı mı bizim eller armut mu toplayacak?

 

Akay komutanın telefonu çalınca ayağa kalktı. "Aha geldi felaketimiz! Bade söylesene ben şimdi Mehmet Albaya ne diyeceğim?" dedi sinirle.

 

Koluma pansuman yapan Sedat'ın eli durdu. "Komutanım eğer gerçekleri anlatırsanız size kızacaklarını sanmam." dedim yüzüne bakmadan. "Ama sana olan olacak. Ben niye seni tuttum ki? Bırakacaktım seni, öldürecektin Hakan'ı. Birkaç gün nezarethanede kalırdın. Sonra ben bir şekilde senin şiddet gördüğünü ispatlar seni oradan çıkarır işime geçerdim. " dedi sinirle yürüyerek.

 

"Gerçekleri söyleyeceğim ama ufak değişiklikler olacak. Bu aramızda kalacak. Yoksa cezama seni de ortak kılar, üstüne emre 2 kez itaatsizlik yaptığın için başka bir ceza da veririm. Duydun mu?" dedi bağırarak.

 

"Emredersiniz komutanım!" dedim Akay komutana bakmadan.

 

"Efendim komutanım." dedi telefonu açarak. Sonrasında ise odadan çıktı. 5 dakika sonra geri girdi.

 

"Sadece ufak ceza alacağız. O da komutanları habersiz bıraktığımız için. Sana amirlerine neler demen gerektiğini anlatacağım. Hemen anlatmam lazım çünkü seni arayıp benim dediklerimi doğrulamak isterler." dedi ve anlatmaya başladı.

 

"Seni hastaneye bıraktım. Hastanede Sedat'la konuşmadın, dikiş attırır attırmaz benimle yolunu ayıracaktın ki kocan geldi. Kocana Merve haber vermiş. Merve'yle konuştum o halledecek. Sonra ben senin kocanı görünce seni kocanın eline bırakmamışım. Kocan da kavga çıkarmış. Seni dövmeye kalkışınca dövmüşüm. Zaten kocanı hastaneye kaldırmışlar. Ciddi bir şeyi yokmuş." dedi.

 

"Neyse. İşte ben eve kadar seni bırakmak istemişim kocan bir daha sana dokunmasın diye. Tamam mı? Böyle diyeceksin." dedi bana. Ben ise yine onun yüzüne bakmadan "Emredersiniz!" dedim.

 

"Şimdi gidiyorum. Merve ve Melis'e her şeyi anlatmak zorunda kaldım. Komutanlar onlardan birini yanına yollayabilirler. Şimdi gidiyorum ama cezan için buluşacağız. Ben sana yer ve zaman belirlerim." dedi. Of ya. Bir de ceza alacaktım. Hem de çifte ceza.

 

Daha Akay komutan odadan çıkmadan telefonum çaldı. Telefonumun sesi Akay komutanın adımlarını durdurdu. Bana baktı ve tekrar önüne dönüp evden çıktı.

 

Telefonu açınca Erdem Amir yazısını gördüm. "Efendim Amirim." dedim telefonu açarak. O esnada Sedat'ın koluma sürdüğü ilaç canımı yaktı. "Ah!" dedim aniden.

 

"İyi misin? Haber alamadık." dedi ama sinirli gibiydi. "Özür dilerim amirim." dedim dişlerimi sıkarak. Telefonun mikrofonunu kapatıp "Abi biraz durur musun? Amir arıyor da." dedim.

 

Sedat ise durmadı ve daha nazik hareketlerle pansumana devam etti. "Yanında kim var? Neden inledin?" diye sordu Erdem Amir. "Yanımda abim var. Kolumdaki dikiş açılmış onu hallediyor." dedim. Aslında abim demem normal bir şeydi ama benim resmiyette abim yoktu.

 

"Yani manevi abim. Kendisi doktor. O yüzden. Haber verdim, yanıma geldi. İznim boyunca yanımda duracak. Bu arada raporumu doktorum resmiyete girmiş olmalı." dedim açıklama yapmak için.

 

"Dikişin neden patladı?" diye sordu. Cevabını biliyordu ama ufak değişikliklerle. Ben de o değişiklikleri düzeltmedim.

 

"Amirim hastane çıkışında kocam geldi. Galiba Merve haber vermiş. Öyle dedi bize. Akay komutanı yanımda görünce kıskançlığı tuttu ve zaten ben ona boşanma davası açacağımdan sabah bana yine saldırmıştı.

 

Tabii sabah kolum sağlam olduğundan kendimi koruyabilmiştim ama gece bir kolum yaralı olduğu için kendimi koruyabilecek halde değildim.

 

Akay komutan anlamış ve kocamla da karakolda karşılaşmış galiba. İşte bu yüzden benim yanımdan ayrılmadı. Kocam kavga çıkardı falan. Akay komutan da beni abimin evine bıraktı." dedim fazla ayrıntıya girmeden.

 

O da ayrıntı istemedi çünkü sözlerim Akay komutanla uyuşuyordu. "Tamam. Raporundan sonra üç gün boyunca nöbet senin." dedi.

 

Verdiği ceza karşısında tebessüm ettim. "Emriniz olur amirim." dedim ve telefon kapandı.

 

"Ne oldu da gülüyorsun? Akay komutanın ceza alacaksın demişti. Ceza mı vermediler?" diye sordu. "Verdiler ama 3 güncük nöbet cezası." deyince abimin gözler fal taşı gibi açıldı.

 

"Yuh! 3 gün uyumayacaksın mı demek bu?" diye sordu şaşkın şaşkın. Tabii ona göre uzun bir süreydi çünkü onun bölümünde nöbet yoktu.

 

"Abi şey gibi düşün. Sizin hastanede doktorum ve blok nöbetim var. Onun gibi. Tabii ben uyuyacak vakit daha fazla bulurum. Fırat'ı da yanıma alacağım." dedim ve sinsice güldüm.

 

Fırat bana kıyamaz benimle dururdu. Fırat'ı aradım. "Alooo! Fırat abicim Nasılsın?" dedim gülerek. "İyiyim de bir şey isteyeceksin. Ne oldu bakayım?" dedi. Tabii hemen anlayacaktı. Normalde Fırat'a abi demez ama bir şey isteyeceğim zaman abi derdim.

 

"Abicim Erdem Amir bana ceza verdi. Aslında haklıydı ama kolum yaralı yaralı 3 gün nöbette nasıl durayım değil mi?" dedim direkt. Derin bir nefes alışı duydum. "Maalesef Bade. Hem ben ne zaman senin cezana ortak oldum ki?" dedi.

 

Kuru iftira! "Yalancı pislik! Her nöbetimde benimlesin. Hatta nöbet günlerini değiştiriyorsun. Bazen değiştirecek birini bulamıyorsun, onda da fazladan nöbete kalıp bana yardım ediyorsun." dedim sinirli sinirli.

 

"Canım kardeşim, bana somut bir şey ver." dedi dişlerini sıkarak ama sanki 'Sakın deme ağzını kırarım.' der gibiydi. "Ya abi geçen nöbetimde. Hatta gasp yapan biri vardı, ona gitmiştik beraber. Hem de resmiyete de girilmişti. Şimdi bana yalan atma!" dedim sinirli sinirli.

 

Gıcık beni en önemli günümde yalnız bırakaca- "Bade!" diyen Erdem Amirin sesiyle yutkundum. Eyvah! Erdem Amir, Fırat'tan yardım isteyeceğimi anlamıştı. "Cezan beşe çıktı. Ve bu sefer seni yalnız bırakmayacağım. Fırat'la beraber beş gece nöbettesiniz. Şu üç gün güzel uyuyun derim." dedi Erdem Amir.

 

"Emriniz olur Amirim." dedim yutkunarak.

 

5 gün nöbet ne? Allah'ım sen gözlerime yardımcı ol, benim işimi kolaylaştır. Lütfen şu üç günden sonraki 5 gün tarihe 'İSTANBULDA OLAYSIZ 5 GECE' olarak geçsin. Lütfen.

 

Sedat Abimin işi bitmişti. Yerde eğildiği yerden kalkıp yanıma oturdu. Hafifçe bana döndü. "Ne oldu? Amire mi yakalandınız? Fırat'ın da başını yaktın değil mi?" dedi gülerek.

 

"Sus ben 2 gün boyunca uyuyacağım beni uyandırma!" dedim sinirli sinirli. Oturma odasından çıkıp sağ çaprazda kalan odama girdim.

 

Sedat Abimin evinde odam vardı. Odamın karşısında mutfak, ilerisinde spor odam, berisinde WC vardı.

 

Sedat Abimin evde boş bir oda kalmıştı. -Kendi odamı saymazsam- Kalan odayı da kendim için spor odası yaptırmıştım. Sedat Abim de kabul etmişti.

 

Yatağıma oturup üstüme yorganımı doladım ve uyudum.

 

.....

 

Uyanınca direkt "Abi!" diye bağırdım. Sedat abim de gülerek odama geldi. "Ha Bade? Yine ne diyeceksin? Bu sefer de Furkan Abiciğini mi arayacaksın?" dedi dalga geçerek.

 

"Sus! Gülme komşuna gelir başına. Hem ben depresyon gireceğim. Hıh. Bana cips getir. Bir de dondurma." dedim ve yorganı üstümden attım.

 

2 dakikada pişmiş kelle olmuştum. İnsan ne diye Mayıs ayının sonunda depresyona girip, yorgan kullanır ki?

 

Zaten küresel iklimden dolayı götüm terliyordu. Dediklerine göre bu yaz havalar 45 dereceye bile çıkabilirmiş.

 

Zaten 2023 yazı da cehenneme alıştırma gibiydi.

 

Sedat "Emredersiniz baş komiserim!" dedi ve asker selamında durdu. Sonra robot gibi arkasına dönüp ayağını yere çarpa çarpa mutfağa girdi. Yatağımın karşısında duran bilgisayara ilerledim.

 

Gidip pubg açtım. Biraz oynadıktan sonra abim abur cuburlarımı getirdi. " Teşekkürler." dedim ve cipsime avcumu daldırdım. "Hey, hey, hey! Bilgisayar yağ olacak." dedi. Ters bir bakış attım. "Benim bilgisayarım senin mi?" dedim ve oyuna döndüm.

 

"Ne yani? Bu senin bilgisayara eziyet edebileceğin anlamına gelmiyor." dedi. Ben de bilgisayarı kapattım.

 

"Hem bu devirde pubg ne? Bebelerle oynuyorsun adeta. Ve sen bir polissin." dedi bana hala gülerek.

 

"Vurulan, vuran, anı yaşayan, karakola giden, sorgulara giren, nöbetlere giren..." dedi üstüne bastıra bastıra.

 

"Hatırlatma bana!" dedim ve bir tane cipsi ağzıma tıktım. Zil sesi gelince Sedat kapıya bakmaya gitti.

 

"Merhaba." dedi bir kız sesi. Bu kız kapı komşumuzun kızının sesiydi. Cips tabağım elimde kapıya koştum.

 

Sedat abi "Merha-" demişti ki sözünü kestim. "Merhaba," dedim kıza ve Sedat abinin yanağını öptüm ve ellerimi boynuna doladım. Yaralı kolum sızladı ama umursamadım. "da siz kimsiniz?" dedim ve Sedat'a döndüm. "Bu kız kim canım." dedim dudak büzerek. Benim bu hallerim Sedat'ı aşırı mutlu ediyordu. Bana güldü.

 

Kız utanmıştı. "Pardon ben sizi rahatsız ettim sanırım." dedi ve başını yere eğdi. Sedat benim böyle yapmama izin verirdi ama bir kızı üzmeme izin vermezdi.

 

"Yok. Kız kardeşi-" kaşlarımı çatıp sözünü kestim. "Kız kardeşi de evde. Yani rahatsız edebilecek bir şey yapmadınız." dedim ve çıplak ayakla kapıdan dışarı çıktım.

 

Kapıyı abimin üstüne çekerken "Abi ben geliyorum." dedim. Birini üzmek gibi bir niyetim yoktu.

 

Yaralı elimle kızın koluna girdim ve evin ters tarafına yönlendirdim. Diğer kolumda abur cuburlarım vardı.

 

"Bak abim falan ama bir kızı üzmesini istemem. Abimin şuana kadar türlü türlü sevgilisi oldu. Hepsiyle de ben istemediğim için ayrıldı. Açık konuşacağım. Abim beni senden çok sever. Abimi kıskanıyorum ve kimseye yar etmem. O yüzden abimle sevgili olabilmek için bana alışman lazım. Ama ben sana alışamazsam abimle bir geleceğin olamaz." dedim.

 

Kız ne yaşadığını şaşırmıştı. "Yani şöyle; İlk önce benim yapacağım görümceliklere dayanacaksın, sonra kendini bana sevdireceksin yoksa abimle sevgili olamazsın. Ve ben abime yan gözle bakanları asla sevmem." dedim açık açık.

 

"Nasıl yani? Bu abinize haksızlık." dedi ve aniden kolumdan çıktı. Kolumdan hızlıca çıkmış olması yaramı sızlattı. "Ananı!" diye bağırdım ve kolumu tuttum.

 

Kız bir anda çok korktu. "Ne oldu? Pardon. O kadar da sert çekmedim ki elimi." dedi tedirginlikle. Eli ayağına dolandı. Büyük ihtimalle abim kapı gözünden bizi izlemişti. Kapı sesi gelince kız daha da tedirgin olup elindeki tabağı düşürdü.

 

"Pardon. Pardon. Pardon. Çok özür dilerim. Gerçekten bilerek olmadı." dedi ama abim onu duymuyordu. "Bade iyi misin?" dedi endişeyle.

 

"Yav bir sakin olun!" dedim dişlerimin arasında. Kızı rahatlatmak adına "Merak etme senlik bir şey değil. Ben polisim. Yaram vardı. O acıdı. Senin suçun değil." dedim ama kız daha da endişelendi.

 

"Aa pardon. Çok çok çok özür dilerim. Ben kolunuzda yara olduğunu bilseydim böyle yapmazdım." dedi. Ve o esnada kızın annesi evden çıktı.

 

"Ay ne oluyor?" dedi ve bize baktı. "Tabağı mı kırdın? Sen bunları ne zaman yaptın?" dedi sinirli sinirli.

 

Kız iyice korktu. Az sonra ağlayacaktı. "Yok. Ben kırdım. Yürürken dengem bozuldu, kızınıza çarptım ama söz veriyorum tabağın aynısından alacağım. Hatta yarın veririm." dedim kıza konuşma fırsatı vermeden.

 

Sedat Abi "Yav kızım bir kere de kendini düşün. Kolun nasıl?" dedi. Ağzını kırmamam için acil sebep?

 

"Abi sus bir dakika!" diye kızdım. Kadına dönüp "Ben Bade. Komşunuz sayılırım." dedim ve elimdeki abur cubur tabağını yere bıraktım. Kadına el uzattım. "Merhaba." dedim ifademi saklayarak.

 

Kadın şaşkınlıkla elimi tuttu. "Merhaba." dedi. "Ama ben sizi hiç görmedim." dedi şüpheyle.

 

"Ben Sedat'ın manevi kardeşiyim. Odam falan vardı ama burada kalmıyordum. Artık sık sık karşılaşırız. Hem bu mahalleye de alışmam lazım. Kızınızla vakit geçirmek isterim. Bana mahalleyi tanıtır." dedim ama mahalleyi az çok biliyordum.

 

"Ben hiç bir şey anlamadım." dedi kadın şaşkın şaşkın. "Kızınız size eve gelince anlatır. Ben sizden kızınızla bir kaç saat vakit geçirmek için izin alacaktım." dedim. Kadın Sedat'a baktı. "Sadece sen mi yanında olacaksın." dedi. Yok daha neler? "Tabii ki de. Arkadaşlarımla abimi tanıştırma gibi zevklerim yoktur." dedim ama kadının içine sinmedi.

 

"Peki şuan niye kızımın yanında?" dedi. Of anam, of. Abime attığım ters bakışla abim içeri girdi. Kız ise bakışımdan korktu. Tebessüm ederek kadına döndüm. "O da sizin gibi ses duyduğu için gelmişti ama bakın gitti. Hem bana güvenebilirsiniz." dedim güven veren bir sesle.

 

"Neden güveneyim?" dedi ama sanki kızı 20 yaşında değil de 2 yaşındaydı. "Çünkü kızınız kendini koruyabilecek yaşta ve hemen aşağıdaki bankta oturacağız. Camdan bakarsanız görebilirsiniz." dedim gülerek.

 

"Eh peki. Ama bir saat." dedi. Ben de hemen arkama dönüp göz devirdim. "Tamam." dedim sonrasında.

 

İlerliyordum ki kız "Tabak?" dedi. Ben de tabağı elime alıp ilerledim.

 

Aşağıya inip bahsettiğim banka oturduk. Kız koluma bakıp iyi olup olmadığımı anlamaya çalıştı. "Merak etme. İyiyim. Madem birlikte bir saat geçireceğiz tanışalım." dedim ve konuşmaya başladım.

 

......

 

Yarım saat boyunca kızla dolu dolu konuştum. Kız gerçekten sevimli biriydi. Lise mezunuymuş. Bir sene tıp okumuş ama baskıcı ailesi okulunu bıraktırmış. Belliydi zaten. Kızı bir saat bile dışarı çıkarmamışlardı.

 

"Gül sen reşitsin. İstersen ailenden ayrılabilirsin. Kimse seni tutamaz. Bak normalde kadınların ailelerinden kaçmalarını savunmam ama sen okul okumak istiyorsun ve onlar buna engel oluyor. Sana istediğin desteği verebilirim." dedim Gül'e.

 

Kızın adı Gül'dü. Derin bir nefes verdi. " Ama ne yapayım? Ailemi bırakamıyorum ki." dedi ve daha sözü bitmeden telefonum çaldı.

 

Bilinmeyen numara arıyordu ama bu numara Akay komutanın numarasıydı. "Ceza!" dedim aniden. Gül bir an şaşırdı. "Gül benim bunu açmam gerek." dedim ve aramayı cevapladım.

 

Ayağa kalkıp "Komutanım?" dedim. Gül bu dediğimi duyunca bir şey oldu sandı. "Bir dakika." dedim telefona. "Gül sakin ol. Kötü bir şey değil. Beş dakikaya geliyorum." dedim.

 

Telefona dönüp "Tamam komutanım." dedim. Akay komutan ise "Benim numaramı mı kaydettin? Benim olduğumu nereden anladın?" diye sordu.

 

"Komutanım hatırlatırım ben bir polisim ve hafızam iyidir." dedim zamanında Akay komutanın bana dediklerini geri iade ederek.

 

"Bana şekil şukul yapma." diye kızdı. Öksürüp "Emredersiniz komutanım." dedim. Hay benim ağzımı kırayım.

 

"Saat 11.00'da AVM'ye gel." dedi ve telefonu kapattı. Sonra bildirim sesi geldi. Bildirime baktığımda Furkan abimin mesaj attığını fark ettim.

 

Furkan abimmm:

Kızım sen ne yaptın? Akay'ın en dikkat ettiği şeyler DAKİKLİK ve EMİRLERİDİR. Ve sen ikisine de uymamışsın. Akay'ın elinden seni ben bile kurtaramam.

 

Gördüğüm bu not içimde kendimi boğma isteği uyandırsa bile Gül'e dönüp gülümsedim. "Gül benim gitmem gerek. Sen eve git direkt. Olur mu?" dedim.

 

Gül "Tamam." dedi ve bankı topladı. Tam ilerlemiştim ki arkamdan "Bade!" diye ses geldi. Arkamı dönünce Gül bana tabağı işaret etti. "Kapının önüne bırak sonrada zili çal ve evine gir. Seni görmese bile senin olduğunu anlar." diye seslendim.

 

Başını sallayıp binaya girdi. Ben de Furkan abimi aradım.

 

"Abi o kadar mı kötü?" dedim ağlamaklı bir sesle. O ise "Yani evet. Avm'ye bir gel sonrasını düşünürüz." dedi. Ne saçmalıyor bu?

 

"Abi ne saçmalıyorsun?" dedim ama bu sefer de "Akay'la geliyoruz beş dakikaya oradayız." dedi. Ha şimdi anladım. Akay komutan yanındaymış. "Tamam ben kapatıyorum. Sen mesaj olarak durumun ne kadar mühim olduğunu anlat." dedim.

 

Bu sırada da Sedat'ı aradım. "Sedat hemen Fırat abimi ara. 'Akay komutan Bade'nin ağzına edecekmiş. Gelip kurtarmalıymışsın.' de. Tamam mı? Akay komutan beni çağırdı." dedim.

 

Telefondan kahkaha sesi yükseldi. "Ne oldu çok mu sinirliydi?" dedi. "Hiç sorma? Furkan abim dedi ki ben adamın kırmızı çizgisine basmışım." dedim içli içli. O ise daha da güldü.

 

"Tamam arıyorum. Dua et de işi olmasın." dedi gülerek. Telefonu sinirle kapattım. Ama bu sefer de Sedat abim beni aradı.

 

Oflayarak açtım. "Sen ne diye telefonu yüzüme kapıyorsun? Bu arada motorunu garaja getirttim. Arabanı ise tamirciye verdim. Hakan piçi yine kaza yapmış." dedi.

 

Motorumu duymam yüzümün gülmesine sebep oldu. "Ciddi misin? Canım abim benim. Şu kolum iyileşsin söz seni artçım yapacağım." dedim neşeyle. "Lan kız saçmalama! Ben motor sevmem. Bunu sen de biliyorsun. Hele hele senin motoruna asla!" dedi ve telefonu kapattı.

 

Telefonumdan avukatımı aradım. "Alo Murat Bey." dedim. Bugün keyfimi kimse bozamazdı. "Boşanma davasını başlatmadan önce gerekli belgeleri falan sormak istedim. Darp belgesi alacağım zaten. Onun haricinde adliyeden adli sicil kaydını da alabilirim." dedim.

 

"Bade Hanım o işleri ben halledeceğim sadece darp belgesini almak için sizle polisler eşlik edecek." dedi ve bir kaç ıvır zıvır daha dedi.

 

Dediklerini umursamadan "Tamam" dedim ve telefonu kapattım. Bir taksi çağırıp taksiye bindim. "Alışveriş merkezine lütfen." dedim ve sessizce telefondan oyun açtım.

 

Mistik taksici sohbetlerimiz başladı. "Adın ne?" dedi ben telefondan başımı kaldırmadan "Bade." dedim.

 

Bu sefer "Nerelisin?" diye sordu.

"Bursa." dedim ve telefonumu kapattım.

"Aa bizim hanımda Bursalı. Hangi ilçedensin." diye sordu.

"İnegöl." dedim dikiz aynasından taksiciye bakarak.

"Yaşın kaç?" dedi bu sefer.

"24." dedim. Bu gidişle bu adam adli sicil kaydıma inecekti.

"Çalışıyor musun?" dedi.

"Evet." dedim. Kısa ve net cevap verme taraftarıydım.

"İşin ne?" dedi.

"Devlet memuruyum." dedim polis dememek adına.

"Mesela doktor musun? Öğretmen misin? Öyle." diye sordu.

"Mesleğimi dillendirmeyi sevmem." dedim.

 

Bu dediğim kısa kes demek gibi olmuştu. Ama taksici hiç alınmadı.

"Evli misin?" dedi. Ben bu soruya ne diyecektim?

"Sayılmaz." dedim. Çünkü Hakan insan sayılmazdı.

"Nasıl sayılmaz?" dedi merakla.

"Yakında boşanacağım." dedim.

"Aa bak böyle olmaz ama. Aile dediğin asla yıkılmaz. O kadar kolay mı bir aileyi parçalamak. Çocuğun falan var mı?" dedi. Adam aradığı konuyu bulmuştu. Şimdi bir saat nasihat vermezse ben de malım.

 

"Yok." dedim.

"Olabilir. Çocuğun yok diye aileni yıkman mı gerek? Ben de kaç kere eşimle kavga ettim ama bak hala evliyiz." dedi. Off anam, of.

 

"Abi cidden benim kocam senin gibi değil. Hem ben onunla aile de olamadım. Olmak da istemiyorum." dedim konuyu kapat der gibi. Ama abi benim imalarımı anlamıyor gibi bu imamı da umursamadı.

 

"Nedenmiş? Ne hata yaptıysa affet. Herkes ikinci bir şansı hak ediyor." dedi. "Abi cidden ben ona defalarca hak verdim. Ama hiçbirini hak etmiyor." dedim. Yok! Adeta beni duymuyor adam.

 

"E benim eşim de bana defalarca şans verdi. Bazılarında o haklıydı ama bana göz yumdu. Bak şimdi iki çocuğumuz var. Mutluyuz. Ama kavga etmiyor muyuz? Hayır, ediyoruz. Ama aileni kurduktan sonrası daha kolay." dedi.

 

Oflayıp cevap vermedim. O ise devam etti. "Aile kuramazsın diye bir kural mı var?" dedi. Gözlerimin dolmasına izin vermedim.

 

"Abi ben burada inebilir miyim!" dedi aniden. "Daha alışveriş merkezine çok var." dedi şaşkınca ve durdu. "Benim markete uğramam lazımdı o aklıma geldi." dedim ve kartımı aldım.

 

"Kart geçiyor mu?" dedim o ise cevap olarak pos cihazını uzattı. Gözümden düşen damlayı sildim. Parayı ödeyip arabadan indim.

 

Daha yarım saatlik yürüme yolum vardı ve saat 10.45'ti. Ofladım ve ağlamaya başladım. Aklıma taksicinin 'Aile kuramazsın diye bir kural mı var?' sözü geldikçe daha çok ağladım.

 

Koşmaya başladım... Daha da hızlı koştum... Dakikalarca koştum...

 

En sonunda görüş açıma alışveriş merkezi geldi. Saate baktım. 11.10 Yine 10 dakika geç kalmıştım.

 

Yavaşlamaya başladım. Furkan abimler kapının önünde beni bekliyorlardı. Biraz daha yaklaşınca Furkan abim beni gördü.

 

Ağladığımı fark edince yanıma koştu. "Bade? Ne oldu sana? İyi misin?" dedi telaşla ve vücuduma baktı. Vücudumda yara falan göremeyince tekrar bana baktı. "Yine Hakan şerefsizi mi?" dedi ben ise kafamı iki yana salladım.

 

"Ne o zaman?" dedi telaşla. "Taksici..." dedim ve sustum. Boynuna atıldım ve sıkıca sarıldım.

 

"Yoksa..." dedi şüpheyle. "Hayır bana dokunmadı ama bir şey dedi." dedim hüngür hüngür ağlarken.

 

Akay komutan bir an güldü. "Sen bir de PÖH mü olacaksın? Güldürmeyin beni. Taksicilerin lafını önemseyecek kadar narinsin. Çetelerle nasıl uğraşacaksın?" dedi alayla.

 

Furkan abi "Akay!" diye bağırdı. "Şuanda komutanım değilsin. Yani sana vurmam için engel yok." dedi hiddetle.

 

Bana dönüp "Sen söyle abicim. Ne dedi sana?" diye sordu şefkatle. Sarılmayı bırakıp omuzlarına tutundum. Parmak ucuma çıkıp kulağına yaklaştım. Boy farkımız anca buna el veriyordu.

 

Aslında Furkan abimle Fırat'a bu konuyu söylememiştim ama Sedat'la nasıl tanıştığımı sormuşlardı.

 

Furkan abim zaten benim bir şey tedavisi gördüğümü ergenlik dönemlerimden biliyordu. Biz onla 12 yaşımdan beri tanışıyorduk. O benim yan okulumdaydı ve ben dışlandığım zaman demirlerin arasından benimle sohbet ederdi.

 

Zaten ikisi de polis. Anlamamaları imkansız gibi bir şeydi. Dile getirmemiş olsalar bile bildiklerini biliyordum. Sedat Abimle bir süre gizleyebilmiştik ama eninde sonunda anlamışlardı. Aslında utanılacak bir konu da değildi.

 

Kulağına taksicinin bana dediklerinin özetini anlattım ve tekrar ağlamaya başladım. Sarıldı. Saçımı öpüp "Bana ilk defa sesli olarak dile getirdin bunu." dedi şaşkınlıkla.

 

"Bilmiyor muydun sanki." dedim titrek sesle. "Biliyordum da..." dedi ve daha sıkı sarıldı. "Tamam geçti. Bundan sonra kimse sana bu konuyu açamaz. Sana söz veriyorum. Eğer birisi bu konuyu açar ve seni üzerse karşısında beni bulur." dedi hiddetle.

 

Akay komutanın "Hadi kadınlar asker olamaz demiyorum ama şımarık kızdan asker olmaz. Az sonra ayağına alıp sallayarak uyutursun da." demesiyle birbirimizden ayrıldık.

 

Furkan Abi "Akay ben sana ne demiştim! Bir daha böyle konuşursan yıllar yılı arkadaşım demem seninle-" diyecekken onu elimle durdurdum.

 

"Dur abi." dedim ve Akay komutana döndüm. "Evet şımarığım, naz yapıyorum, bebek gibi davranıyorum. Ama sana mı?" dedim bağırarak. 'Siz' dememiştim, 'Sen' demiştim.

 

"İstersen daha büyük cezalar ver. Umurumda değilsin. Abim var şımarıyorum, abim şımartmış şımarıyorum, ailem şımartmış şımarıyorum. Ama sana şımarmıyorum! Neden sizin bu kadar ilginizi çekiyorum? Neden?" diye bağırdım.

 

İnsan da bir yere kadar sabreder. "Nedeni falan yok. Sadece çok gözüme batıyorsun." dedi bir de. Abime döndüm. "Abi duydun mu? Çok gözüne batıyormuşum." Akay komutana döndüm. "Çok merak ettim göze bu kadar batacak ne yaptım? Bir, toplantıya geciktim... Başka? Başka yok." dedim dudak büzerek.

 

"Emrime uymadın." deyince kahkahayı patlattım. "Ben mi dedim benimle gelin diye? Ben mi dedim koluma pansuman yapın diye? Bıraksaydınız Osman'dan yardım isteyecektim. Bıraksaydınız Merve'yle hastaneye gidecektim. Bıraksaydınız Hakan'ı dövecek belki de öldürecek ve açığa alınacaktım. Emir vermenize gerek yoktu." dedim sinirli sinirli.

 

"İyilik de yara-" sözünü Furkan kesti. "Tamam. Sakin. İkiniz de kötü bir gün geçirdiniz ve şuan sinir patlaması yaşıyorsunuz. Sakin olun. Gelin içeri girelim, bir şeyler içelim sonra adamakıllı konuşalım. Ne dersiniz? Ama Akay senden tek bir şey istiyorum o da Bade'ye ceza vereceksen bile bugün vermemen." dedi ve içeri girmemiz için itekledi.

 

İçeri girdik. "Bade abicim kahvaltı yaptın mı?" diye sordu ama ben Akay komutana ters bakış atmakla meşguldüm. Kafamı iki yana salladım. "Heh tamam o zaman. Sen pizza seversin, pizzacıya gidelim." dedi arayı yatıştırmak için.

 

Yürüyen merdivene bindik. "Gelmeden önce bir şeyler atıştırmıştım. Kalsın." dedim Akay komutana bakarak.

 

Merdiven en yukarı gelince indik ve bir üst kata çıkana bindik. "Bade! Akay! Bana hiç yardımcı olmuyorsunuz." diye sızlandı Furkan. "Ben bir şey yapmıyorum ki." dedim. Abimse "Kesin. Bakışlarınla adamı ortadan ikiye bölmene az kaldı. Akay sen de." dedi ama Akay komutan bana bakmıyordu bile.

 

"Ben mi? Kardeşin olacak o şımarık kız bana bakıyor." dedi mızmız beyimiz. "Ya ikiniz de çocuk gibi davranıyorsunuz. Yapmayın şunu." dedi Furkan.

 

İki kez daha merdiven değiştirdik ve dördüncü kata geldik. Abim bizi benim en sevdiğim pizzacıya soktu.

 

Pizzalarımızı sipariş ettik ve pizzaları beklemeye başladık. Sessizlik ortamı daha da geriyordu. "Ne yaptın bugün?" dedi Furkan bana. "Ne yapabilirim? Biraz da Sedat abime şımardım." dedim laf çakarak.

 

"Bade! Yeter ama." diye kızdı. "Off abi." dedim ve göz devirdim. "Komşunun kızı kapıyı çaldı. Sedat abimi kıskanıp şımarıklık yaptım ama kız üzülünce kıza açık açık her şeyi anlattım. Yatıklarımı abime haksızlık olarak gördü. Falan filan. Sonra da tanıştık. Sohbet ediyorduk ki ceza vaktim gelmiş." dedim.

 

"Kızın adı ne?" dedi Furkan konu açmak için. "Gül." dedim sonra aklıma Gül'ün okul hayatı geldi.

 

"Bu arada abi Gül normalde tıp öğrencisiymiş ama ailesi fazla baskıcı. Annesiyle tanıştım. Kızını bir saat dışarı çıkmasına bile izin vermedi. Ve Gül gerçekten okumak istiyor." dedim ciddi ciddi. "Ama yardım etmemi de istemiyor." dedim.

 

"Peki benden ne isteyeceksin?" dedi. Tam da üstüne basmıştı. "Ailesiyle konuşmanı. Ama gizlice. Gül'ün bana anlattığını bilmesinler. Ben bir şekilde öğrenmişim. Sonra da polise şikayet etmişim. Nasıl fikir?" dedim gülerek.

 

"Tamam ama kızı iyice sıkmasınlar." dedi. O ihtimal insanıydı. Onun düşüncesi şuydu; 'Eğer başarabilirsek başaramama ihtimalimize değer mi?' bu düşüncenin üzerine planlar kuruyordu.

 

"Sıksınlar, biz de onların iliklerini sıkarız. Değil mi?" dedim gülerek. "Tamam be! Seni mi kıracağım." dedi. Yandan ona sarıldım. "Teşekkürler." dedim gülerek.

 

Akay komutan "Kırmadığın için bu halde zaten." diye kendi kendine konuştu. Umursamadım. O yokmuş gibi davrandım.

 

Pizzalarımız geldi ama gerçekten iştahım yoktu. Yavaş yavaş yemeye başladım. Ben zıkkımlanırken abimle Akay komutan sohbet etmeye başladı. Ben yemeğimi yavaş yavaş çiğnerken Akay komutanı izliyordum.

 

Acaba rütbesi aramıza girmemişken yüzüne tükürsem mi? Yok o olmaz. Tükürük yetmez. Kafasına uçan tekme atsam? Yok o zaman yüzünde iz kalır ve beni amirlerime ispitler. Kasığına çaksam?

 

Akay komutanın bana milli 'Ne bakıyorsun trek' baş hareketini yapınca kendime geldim.

 

Gözüm bir saniyeliğine en alt katın girişindeki hareketliliğe takıldı. "Yuh amına koyayım!" dedim ve ayağa kalkıp belimdeki silahı çıkardım.

 

"Herkes dükkanlara girsin! Baskın var!" diye bağırdım hatta haykırdım. Abimler de ayağa kalktı ve girişe baktı. "Yok daha neler?" dedi Akay komutan.

 

"Komutanım ben Fırat'ı çağırmıştım o birazdan gelir ve fark eder ama destek gelene kadar ne yapacağız?" dedim. Rütbelere geçiş yapmıştık.

 

"Furkan sen bu kattaki insanları sakinleştir ve herkesi güvenli olacak şekilde ayarla." dedi Akay komutan. "Emredersiniz komutanım!" dedi Furkan ve "Masaları yere indirin! Biz polisiz. Sizi koruyacağız!" diye bağırdı insanlara.

 

"Bade sen benimle geliyorsun. Hızlıca alt kattaki insanları bu kata toplayalım. Bir arada kalırlarsa daha kolay koruruz." dedi. Ben de hemen "Emredersiniz!" dedim ve merdivenlere koştum. Akay komutan ardımdan koştu.

 

Telefonumu çıkardım. Çaldı, çaldı, çaldı, çaldı, ama kimse telefonumu açmadı. "Açsanıza!" diye bağırdım. "Hay ben sizin Melis!" diye bağırdım. "Komutanım herkes telefonlara hücum etmiş olmalı Melislerle iletişime giremiyorum." dedim.

 

Biraz düşündü ve "Telsizin yanında mı?" dedi ama yanımda değildi. "Hayır." dedim sinirli bir sesle.

 

Bir hamburgerci dükkanına girdik. "Herkes üst kata. Polisiz." dedim ve polis kimliğimi çıkardım.

 

Herkes ayaklanınca Akay komutan "Yukarıda da polisimiz var. O ne derse onu yapın. Destek gelecek." dedi insanları sakinleştirmek için.

 

Hızlıca hamburgerci dükkanını boşalttık.

 

Merdivenden gelen adamları görüp. "Herkes saklansın!" dedim. "Komutanım gelmişler." dedim hızlıca.

 

Akay komutan gelenlere baktı. "Has siktir!" dedi. "Çok fazlalar." dedi sıkıntılı bir sesle. "Kaç mermin var?" diye sordu. "11 veya 13 en fazla 15." dedim hızlıca ve bir el ateş ettim. "Mermilerini ıskalama." diye beni uyardı.

 

O da bir el ateş etti ve bir adamı vurdu. İçeri onlarla beraber bir kadın girdi. Aralarındaki tek kadın oydu.

 

"O kadın sivil mi?" dedim şaşkınlıkla. "O kızı vurma. Hatta ona koruma ateşi aç. Ona zarar gelmesin. Sivil olmalı. Aralarında bir tek o kadın." dedi ve ayağa kalktı. "Ben geliyorum!" dedi ve gözden kayboldu.

 

Kadın gizlice üst kata çıkmaya başladı. Akay komutan diğer uca doğru ilerledi. O merdivendeki geçişi engelleyecekti ama ona sıkmaya başladılar.

 

Akay komutan için koruma ateşi açtım ve üst kattan birinin de ateş ettiğini fark ettiğimde o kişinin Furkan olduğunu anladım.

 

Mermilerimin sonuncularını da Akay komutan için harcamıştım. Şimdi ne yapacağım diye düşünürken sol taraftan bir adam buraya doğru yaklaştı. Ağır silahlıydı.

 

İçerideki insanlar ateş etmememden sıkıntı olduğunu anlamıştı.

 

"Ben daha çok gencim!" diye feryat eden mi dersin? "Beni alsınlar çocuğumu salsınlar." diyen anneler mi dersin? "Niye durdun? Hadisene!" diye hesap soran mı dersin hepsi buradaydı.

 

"Sakin!" diye bağırdım. yapacağım şeye odaklanmalıydım ve bu insanlar bana yardımcı olmuyorlardı. Hızlıca başka bir masanın ardına geçtim ve elime bıçak aldım.

 

Bende çare tükenmezdi. "Herkes sussun! Bana yardımcı olmak istiyorsanız şuraya masalardan sur yapın ve arkasına saklanın." dedim sessiz olmaya çalışarak. Sesimi duymuş olmalılar ki bir anda çocuk ağlama sesinden başka ses gelmedi.

 

Bir süre sonrada masaların sürtünme sesini duydum. "Bana bıçakları verin. İçeri girenleri bir süre böyle etkisiz hale getireceğim." dedim ve bize doğru gelen adama odaklandım.

 

Nişan alma konusunda üstüme yoktu ama bu sefer mermi değil bıçak atacaktım.

 

Adam yaklaşırken ilk önce kafasına nişan aldım ama aklıma bunun ekmeği bile zor kesecek bir bıçak olduğunu hatırlayarak hedefimi kalbi yaptım. Derin bir nefes verdim ve bıçağı fırlattım. Adam tam kapının önünde sendeledi.

 

Kalbinden vuramamış olsam bile göğüs kafesinden bıçaklayabilmiştim. Adam sendeleyince aniden masanın üzerinden atladım ve adamı kalkan gibi önüme aldım. Elindeki silahı alıp adamı vurdum.

 

Öldürmemiştim ama etkisiz hale gelmişti. Eğer hemen hastaneye kaldırılmazsa ölebilirdi.

 

Tekrardan masanın arkasına geçip ateş etmeye başladım. Artık üst kattan ses gelmiyordu ve ben bu katta yüzlerce siville kapana kısılmıştım.

 

"Hay ben böyle işin ta..." dedim ve sustum. "Ne oldu?" dedi bir genç korkak bir sesle. "Benim bu dükkanın içinde kalmam bizi sadece köşeye sıkıştıracak. Ben gidiyorum." dediğim anda feryatlar yükseldi.

 

"Ya bu yaptığınız cimrilik değil mi sizce de? Bu koskoca alışveriş merkezinde binlerce insan var ve ben sadece kırk küsür kişiyi emniyete alıyorum." dedim ve dükkandan çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz bir kişiyi vurdum.

 

Bir kişi daha ve bir dükkana girdim. İçerideki iki adamı vurup sivillere döndüm. Bir çocuk hariç hepsi sapasağlamdı. Çocuğun yanına eğildim.

 

"Ne oldu?" dedim başında ağlayan annesine. "Vurdular. Biricik oğlumu vurdular." dedi ağlayarak. Sakin olması, sakin olmam, sakin olmamız lazımdı. "Tamam sakin. Sakin olsun herkes! Bana temiz bir bez verin derhal!" dedim.

 

Erkek çocuğunun yarasına baktım. Kolunu sırımıştı ama çocuğun küçük bedeninin kaldıramayacağı kadar çok kan akmıştı. "Kan gerekebilir. Acil hastaneye kaldırılması gerek." dedim ve silah seslerinin arttığını fark ettim.

 

Başımı yavaşça kaldırdığımda içeri giriş yapan PÖH'leri, polisleri ve Çevik kuvvetleri gördüm. "Geldiler. Geldiler!" dedim neşeyle. "Polisler geldi. Şimdi Türklerin vakti." dedim gülerek.

 

Silahı tamamen uzağa bıraktım. "İlk yardım çantası bulun bana!" dedim aceleci bir şekilde.

 

Birisi bana bir çanta uzattığında onun ilk yardım çantası olduğunu fark ettim. İçini açıp temiz bir bez çıkardım.

 

Çocuğun kanaması fazlaydı. Eğer durduramazsam ve hastaneye kaldırılmazsa... Hayır! Öyle bir ihtimal yok. Küçük bir çocuğun şehit düşmesine izin mi vereceksin? diye düşündüm kendi kendime.

 

Tam olarak durgunlaşmamıştı. Etraftaki baskını yapan kişiler kaçıyordu. Polislerden kurtulabilirler mi orası ayrı bir muamma ama neyse.

 

Arkamdan Akay komutanın sesini duydum. "İyi misin?" dedi. Omzumun üstünden ona baktığımda yerdeki kana baktığını fark ettim. Kanı benim kanım sanmıştı.

 

"Ben iyiyim. Yaralanan kişi bir çocuk." deyince iyice bana yaklaştı. Yanıma eğilip çocuğa baktı. "Çok kan kaybetmiş. Daha fazla bekleyemeyiz." dedi ve çocuğu ben daha bir şey demeden kaldırdı.

 

"Etrafın durgunlaşmasını beklemiştim." dedim. Erkek çocuğu hala onun kucağındayken ben çocuğun koluna tampon yapıyordum. "Yeterince durgunlaştı. Zaten bir şey olursa polisler bizi koruma ateşine alır." dedi ve dükkandan çıktı.

 

Gerçekten etrafta sivil harici kimse kalmamıştı. Yerde yaralı baskıncılar vardı. Bazıları acıyla inliyor, bazıları yerde baygın yatıyordu ve galiba ölü de vardı.

 

Çocuğun annesi arkamızdan gelirken "Komutanım siz çocuğa tampon yapar mısınız?" dedim ve annenin yanına geçtim. Anne harap olmuştu. "Merhaba. Ben Bade ALBAYRAK. Sizin adınız ne?" dedim sakinleşmesi adına.

 

Akay komutan kaşları çatık ve şaşkın şekilde bana baktı. O an resmi soyadımı değilde kızlık soyadımı söylediğimi fark ettim.

 

"Şirin. Adım Şirin." dedi o kadın. "Tanıştığıma memnun oldum. Şimdi sakin olun Şirin Hanım. Oğlunu iyi olacak ama kan gurubu ne? Kan gerekecek gibi gözüküyor." dedim çocuğun yaralı koluna bakarak.

 

"O Rh pozitif." dedi kadın. "Tamam kan bulduk bile." dedim gülerek. "Ben de 0 Rh pozitifim. Kan gerekirse veririm. Bakın şuan ne ağlamak ne de telaşlanmak çocuğunuzu iyileştirir. Bu yüzden sakin olun." dedim ve zemin kata indiğimizi fark ettim.

 

Çıkış kapısından çıkınca kapının önündeki ambulansları gördüm. Akay komutan en yakınına ilerledi ve çocuğu oradaki sedyeye bıraktı. Doktorlar hemen hareketlendi. Biz arabadan indiğimizde giysilerimin kan olduğunu fark ettim.

 

"Mert anahtarı ver oğlum!" dedi Akay komutan. Mert dediği çocuk PÖH'tü. Cebinden bir anahtar çıkarıp bize doğru attı. Akay komutan anahtarı havada yakaladı. Bir polis arabasına binip bizi de çağırdı.

 

Ambulans hareket edince biz de hareket ettik. Ambulansın peşinden ilerlemeye başladık. Arka koltukta kadının yanında oturmuş, teselli etmeye çalışıyordum. "Tamam sakin olun lütfen. Mermi içeride bile değildi. Sadece kan kaybı var ve gerekirse ben kanımın son damlasına kadar veririm." dedim inandırıcı bir sesle.

 

Kan olan elimle kadının elini tuttum. Kadın bana bakınca içtenlikle gülümsedim. "Oğlum iyi olacak mı?" dedi Şirin Hanım. "Evet." dedim kendimden fazlasıyla emin bir sesle. Şirin Hanım bana inanıyor yada inanmak istiyor gibi baktı.

 

Daha da içten bir tebessüm ettim. "Siz de yaralısınız ama." dedi Şirin. Yaralı mı? "Ben mi?" dedim ve üstümü kontrol ettim. "Kolunuz..." dedi.

 

Koluma baktığımda kanadığını zor da olsa fark ettim. Çocuğun kanıyla karıştığından belli olmuyordu.

 

Acısını şuana kadar hissetmemiştim. "Hay ben böyle işin..." dedim ve sustum. Akay komutan dikiz aynasından koluma baktı.

 

"Ben iyiyim. Eski bir yara." dedim Şirin'i rahatlatmak adına. Eski dediğim dündü ama neyse.

 

Telefonumun çaldığını fark edince aramayı cevapsız bıraktım. Arayan Furkan abimdi. Bir kaç defa daha arayınca önemli olduğunu anladım.

 

Telefonu açınca Furkan abim hemen konuşmaya başladı. "Baskına gelenlerden biri kadındı. Benim katıma çıktığında onu sivil sandım. Bana bir not bırakmış. Çatışma esnasında kaçmış." falan dedi ama ben hiç bir şey anlamıyordum.

 

"Abi anlamıyorum." dedim. Derin nefes aldı ve sakince anlatmaya başladı. "Baskına gelenlerden bir tane kadın varmış. Ben bilmiyordum. Kadın silahını bırakmıştı. Sivil sandım ama değilmiş. Sivil zannettiğim için bir masanın oraya bırakmıştım. Çatışma arasında kayboldu. Geri döndüğümde bir not bırakmıştı." dedi.

 

Ne notu? Ne alaka? "Ne yazmış?" diye sordum. "Adını yazmış. Gece'ymiş adı. Soyadını unuttuğunu yazmış. Gelenlerin 'Yüce Çetesi' olduğunu yazmış." dedi.

 

Yüce Çetesi dün baskın yaptığımız çeteydi. "Kendisinin onlardan olmadığını ama yıllardır orada zorla tutulduğunu yazmış. Ve bir adres..." dedi.

 

"Adresin neyin adresi olduğunu yazmamış ama altına '3 DEĞERLİ MESLEĞİN BİRİSİNİN KARA RENKLERE BOYANDIĞI YER.' yazmış. Tahminlerim eğitim verilen yer. Kadına ne kadar güvenebiliriz?" diye sordu ama cevabı ben de yoktu.

 

Akay komutan bana bakıyordu. "Akay komutan yanında değil mi? Ona anlatsana. O ne diyecek?" dedi Furkan. Hastaneye gelmiştik.

 

"Furkan benim kapatmam lazım. Bu konuyu konuşabilecek bir yerde değilim." dedim ve Akay komutana baktım. Bir şey demem gerektiğini anlamıştı.

 

Ambulans durunca bizim araba da durdu. "Siz inin. Ben park edip geliyorum." dedi Akay komutan. "Emredersiniz." dedim ve arabadan indim. Kadın da inince Şirin'in elini tuttum.

 

El ele hastaneye hastaneye girdik. Doktorlar çocuğun olduğu sedyeyi hızla götürüyorlardı. Şirin'le bir yere kadar onları takip ettik ama bir kapıdan geçtiklerinde durmak zorunda kaldık. Şirin ağlamaya başladı. Dengesi bozulunca yere düşmesini engelledim.

 

Sandalyeye oturtup su getirdim. Suya bakmadı bile. Suyu bir köşeye bırakıp Şirin'in önüne eğildim. Onun da ellerinde kan vardı.

 

"O iyi olacak. Sana söz veriyorum. Baskını yapan çeteyi bulduk bile. Oğlunuzun kanının her damlasının bedelini ödettireceğim. Ama şimdi önemli olan oğlunuz. Ve o iyi olacak." dedim. Şirin yaşlı gözlerle gülümsedi.

 

Bir adam "Oğlum!" diyerek yanımıza koştu. Şirin'e bakıp sarıldı. "Şirin'im o nasıl? İyi mi?" dedi telaşla. Büyük ihtimalle çocuğun babasıydı.

 

Uzaklaşıp onlara müsaade ettim. O sırada bir hemşireyle Akay komutan yanıma geldi. "Kolunu aç. Hemşire koluna pansuman yapacak." dedi. Bir an şaşkınlıkla baktım. "Komutanım pek sırası değil gibi ama..." dedim.

 

"Bu bir emirdir." dedi bastıra bastıra. Tek şansım "Emredersiniz komutanım!" demekti.

 

Kadın hemşireye dönüp "Burada olsa olur mu?" dedim. Hemşire beni onaylayınca tebessüm ettim.

 

Yaralanan çocuktan haber gelene kadar burada kalacaktım.

 

Sabahtan beri üstümde duran fermuarlı hırkayı çıkardım. Kanım içimdeki beyaz, boyunlu, kolsuz badimden daha çok gözüktü.

 

Beyaz badimin sol kısmı kan kırmızı olmuştu. "Bu arada," diyen Akay komutanın sesiyle gözlerimi badimden ayırdım.

 

"Kızlık soyadın ALBAYRAK mı?" diye sordu. Kafamı aşağı yukarı salladım. "Normalde kızlık soyadımı kullanırım. Sadece tekmil getirirken ve resmi yerlerde dile getiririm." diye açıklama yaptım.

 

O da benim soyadımı toplantıda söylediğim tekmilden öğrenmişti. Kolumun acıdığını hissedince dişimi sıktım ama o yöne bakmadım.

 

Sedat abimin geldiğini fark ettim. Bana doğru koştu. Yanıma geldi ve hemşireye baktı. "Aynı dikişi üçüncü kez kanattın. Bu gidişle yaran iyileşmez." dedi azarlar gibi. "Sedat bir de kız istersen. Elimden anca bu geliyor. Hem ben aksiyona gitmiyorum, aksiyon bana geliyor." dedim.

 

Göz devirdi. "Şöyle ağzının ortasına bir yumruk atacağım sonra da 'Ben sana vurmuyorum, sen kendini dövdürüyorsun.' diyeceğim." dedi sinirle. Beni çok merak etmiş olmalıydı. "Ben iyiyim." dedim ve gülümsedim.

 

Tam o da iyi olduğumu anlamış gülümseyecekken hemşire kazayla elinde şeyi fazlasıyla yarama bastırdı. Bastırdığı şeyin ilaçlı bez olmasını isterdim ama bastırdığı şey pamuğu tuttuğu cımbız gibi olan eşyaydı.

 

Yüzümü acıyla buruşturunca abim de kaşlarını çattı. "Ananı sikeyim!" diye inledim. Komutanımın yanında küfür etme gibi lükslerim yoktu ama Akay komutanın bulunduğu durumlar tam üfür edilmekti.

 

"Çok pardon!" dedi hemşire utançla. "Bırak! Ben hallederim." dedi abim. "Ama..." dedi hemşire ve sustu. "Ben de doktorum. Sen şurada dur yeter." dedi abim sinirle

 

"Tamam." dedi hemşire üzgün bir sesle. Kadın üzülmüştü. "Sen Sedat abime bakmayın. Bana fazla düşkündür." dedim. Kadın burukça tebessüm etti. "Gerçekten. Canım o kadar da yanmadı aslında." dedim.

 

İnanmaz gibi baktı. "Gerçekten." dedim inandırıcı bir sesle. Gözlerim Akay komutanla buluştuğunda beni izlediğini fark ettim.

 

Abim yaramı halledip "Bitti." dedi. Hırkamı üstüme giydim ve fermuarı kapattım. Üstüme dar giyinmeyi falan sevmezdim.

 

Kapı açılıp bir kaç doktor dışarı çıktı. Hızla ayağa kalktım. "Kan gurubu aynı olan birinden kan almamız lazım." dedi doktor. Bunu duyacağımı tahmin etmiştim. "Ben vereceğim." dedim ve bir adım öne çıktım. Doktor yanındaki hemşireye dönüp "Ahmet sen bayanla git." dedi.

 

Şuan 'Bayan değil, kadın!' diyebilirdim ama demedim. Hemşire bana yolu gösterdi. Bir odaya girdik. İki sedye vardı. Birisine oturmamı işaret etti.

 

Sedyeye oturdum. Hırkamı çıkardım. Sol koluma baktı sonra sağ koluma yaklaşıp üst kısmına bir şey bağladı. Damarım belirginleşince iğneyi soktu.

 

Bir şeyler daha yaptıktan sonra kanım hortumdan yukarı çıkmaya başladı. "Ben 5 dakika içinde yanınıza tekrardan geleceğim." dedi ve odadan çıktı.

 

O çıkınca içeri Akay komutan geldi. "Furkan ne dedi?" diye sordu. Bu konuyu konuşabilecek en müsait durum buydu.

 

"Sivil sandığımız kadın sivil değilmiş. Abim onu sivil sanıp sivillerin yanına getirmiş ama geri döndüğünde bir not harici hiç bir şey yokmuş. Notta adını, bir adresi, onlardan olmadığını, baskın yapan çetenin adını ve verdiği adres hakkında ipucu yazmış." diye cevapladım.

 

Bir süre düşündü. "Adı neymiş? Nasıl onlardan değilmiş?" diye sordu. "Adı Gece'ymiş, soyadını unutmuş, yıllardır zorla onlarla tutuluyormuş ve baskın yapan çete bizim dün baskın yaptığımız çeteymiş. Yani onun söylemine göre." dedim.

 

"Tamam Bade." dedi ve durdu. Bir süre konuşmadı ama bir şey demek ister gibiydi. "Alışveriş merkezine geldiğinde dediklerim için üzgünüm. Yanıldığımı bana göstermiş oldun. Gerçekten çok profosyonelce davrandın. " dedi.

 

"Nasıl yani?" diye sordum. "Bana koruma ateşi açtın. Açıkçası ben senin benim kafama bile sıkacağını düşünüyordum, ayrıca mermi sayından fazla adam yaraladın ve gayet sakindin de. Bir çocuk vurulmuştu ama sen sakinlikle annesini bile teselli ettin." diye açıklama yaptı.

 

"Öncelikle işimle duygularımı karıştırmam. Mermim bitti diye oturup ağlayacak değildim, sakin kafayla düşünüp başka silah buldum. Şirin'e gelirsek o anda sakin olmak önemliydi ve o sakin değildi. Onu sakinleştirecek şey ise ancak başkasının sakinliğiydi." diye teker teker açıklama yaptım.

 

Dediklerime tebessüm etti. "İşte ben de tam bu yüzden yanıldım. Senin bunları yapacağını düşünmüyordum." dedi dürüst olarak. "Ama yaptım." dedim kibirle. "Ama yaptın." diyerek beni tekrar etti.

 

Beş dakika geçmiş olmalı ki kapı açıldı. Aynı hemşire iğneyi kolumdan çıkarıp bir ünite kanı aldı.

 

"Bir kaç saat boyunca baş ağrısı, baş dönmesi, kolda hafif morarık, halsizlik olabilir." diye uyarı yaptı. Kafamı sallayıp ayağa kalktım.

 

Hemşire vurulan çocuğa doğru giderken biz de Sedat Abimlerin yanına gittik. Yanlarına gelince çocuğun babası "Çok teşekkür ederiz. Allah senden razı olsun. Bugün sen bize yardım ettin bir gün senin yardıma ihtiyacın olduğunda başkası da sana yardım etsin. Çocuğumuz yaşarsa senin sayende." diye teşekkür etmeye başladı.

 

"Abartılacak bir konu değil. Sadece kan verdim." diye geçiştirmeye çalıştım. "Sadece kan mı verdin? orada oğluma ilk müdahaleyi sen yapmışsın, onları vuracak adamı sen vurmuşsun, kendi kolun yaralıyken bir de eşimi teselli etmişsin." dedi. Bu sayede adamın Şirin'in eşi olduğunu kesinleştirmiştim.

 

"Görevim." dedim gülerek. AVM baskınında fazla yaralı sivil yoktu ama ona rağmen hastane kalabalıklaştı. En yakın hastane bu olduğundan kalleş piçleri de buraya getiriyorlardı.

 

"Ben elimi yüzümü yıkayayım." dedim ortaya doğru. Sedat abim "Tek başına gitme yenii kan verdin başın falan döner." dedi. Fazla takmadan ilerleyecektim ki "Ben geliyorum." dedi Sedat abim.

 

"Abi abartma. Ben giderim. Hem çocuk muyum da tuvalete sen götüreceksin?" dedim oflayarak. Kabul etmeyecektim ki Akay komutan "Evet. Sedat abin de seninle gitsin. İtiraz istemiyoruz." dedi.

 

Beni yine emri altına almıştı.

 

"Emredersiniz komutanım." dedim ve abimin koluna girerek mıncıkladım. "Gıcık!" dedim sinirle.

 

WC'ye girip elimdeki kanı sildim. Hırkamın kollarını sıvazlayarak kollarımı da dirseklerime kadar yıkadım.

 

Kolumun şimdiden morarmaya başladığını fark ettim. Fena moraracak gibi duruyordu.

 

Telefonum çalınca arayanın Fırat olduğunu gördüm. "Alo Fırat?" dedim elimi kurularken. Telefonu omzumla tutuyordum.

 

"İyi misin? Yanına gelemeyeceğim. Bugün çok iş var." dedi iç çekerek. "Sedat Abi senin yanındaymış zaten. Furkan da burada. O da gelemeyecek." dedi.

 

"Tamam. Ben iyiyim. Siz beni merak etmeyin. Hadi öptüm." dedim ve telefonu kapattım.

 

WC'en dışarı çıktığımda Sedat her zamanki gibi WC'ye sırtını dönmüştü. Sedat'ı asla kadın WC'sinin yakınında görmemiştim. Hatta yakınında olmasa bile sırtını dönerdi.

 

Yanına gidip omzuna sille çaktım. "Hadi gıcık herif." dedim ve yürümeye başladım. O da benim yanımda ilerledi.

 

Diğerlerinin yanına gelince çocuğun ailesinden başkalarının da geldiğini fark ettim. Akay komutan onlardan bir kaç adım ötede sırtını duvara yaslamış tam karşısına bakıyordu.

 

Yanına gidip ben de onun gibi ellerimi göğsümde bağladım. "Komutanım siz gitmeyecek misiniz?" diye sordum. Çünkü bütün herkes avm'ye gitmişti.

 

"Hayır. PÖH'lere çatışma esnasında ihtiyaç vardı." dedi bana bakmadan. Ben de susup karşıyı izlemeye başladım.

 

Hava fazla sıcak değildi ama hırkam beni terletmişti. Kollarımı sıvazladım. Dakikalarca boş boş durdum.

 

Aklıma bugün yaşadıklarım teker teker geldi. Hepsini en ince ayrıntısına kadar düşündüm.

 

Mesela 'Gül'ü evine mi bıraksaydım?' diye kendimi sorguladım. Sonradan 'Taksiye binmese miydim?' diye düşündüm.

 

Taksicinin dedikleri aklıma gelince düşünmeyi bıraktım. Yani bırakmak istedim. Sırtımı yasladığım duvardan çeki bir adım atmıştım ki uzun süre hareket etmeyip aniden hareket etmem başıma şiddetli bir ağrı girmesine neden oldu.

 

Birden başım dönünce sendeledim. Düşecek gibi olunca Akay komutan baktığı yerden bakışlarını çeki belimden tuttu. "Hop! Hop! Hop!" dedi bir anda.

 

Hızla belimi tutan kollarına yapıştım. Gözlerimi kocaman açıp kendime gelmeyi bekledim. Akay komutanın kolunu sıkı sıkı tutuyordum.

 

Bütün bunlar bir iki saniyede yaşanmıştı. Abim de hareketlendi. "Tamam. Tamam. Sadece biraz başım döndü." dedim ama yere düşmemek için Akay komutanın koluna sıkı sıkı tutunmuştum.

 

Akay komutanın refleksleri olmasaydı ben şuan yerde iki metre uzanıyordum. Görüşüm de bir an bulanıklaşınca başımı salladım.

 

"Derin derin nefes al. Hareket etme. Zaten başının dönmesi an meselesiydi neden ani hareket ettin ki?" dedi bana ama ben onu bile duymuyordum.

 

Derin bir nefes alıp verdim. Sırtımda bir el hissettim. "İyi misin?" dedi Sedat. Kendimi konuşacak gibi hissetmiyordum.

 

"Kolun..." dedi Akay komutan Koluma baktığımda çok fena morardığını fark ettim.

 

Kolumda bir karış boyutunda morarık vardı. "Tamam iyiyim ben. Sadece başım dönüyor." dedim ama kendime der gibiydim.

 

"Destek alabileceğim bir yere götürsenize." dedim yere bakarak. Başım döndüğünden kafamı yerden kaldırmıyordum.

 

"Birazdan geçer burada bekle." dedi Sedat. "Ben bir su alayım sana. komutanım siz de ister misiniz?" diye sordu.

 

Bir şey demeden Sedat'ın eli sırtımdan uzaklaştı. Büyük ihtimalle başıyla cevap vermişti. Biraz doğrulmaya çalıştım.

 

"Tamam. Tamam. Tamam." dedim kendi kendime. yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştım. Derin bir nefes alıp verdim.

 

"Tamam daha iyiyim. Ayakta durabilirim." dedim ve elimi Akay komutanın kolundan çektim. Ama o belimi bırakmakla bırakmamak arasındaydı. Yavaş yavaş, her an düşebilecekmişim gibi elini çekti.

 

Çekmez olaydı. Dizlerim boşalmış gibi hissettim. Dizlerim büküldü. Akay komutan böyle olacağını tahmin etmiş olmalı ki anında beni tuttu.

 

"Gel seni oturtalım." dedi ve beni yavaşça bir yere ilerletti. "Pardon." dedi birine. ayaklanma sesi duydum. "Gel otur." dedi ve bir yere oturttu.

 

Gözlerimi kapattım. "Sanki bir ünite değil de üç ünite kan vermiş gibisin." dedi Akay komutan. "Çünkü kolu da kanamıştı. Yaklaşık üç ünite eder bu da." dedi abim. Ne ara gelmişti?

 

Abim elime suyu tutuşturunca gözlerimi açtım. "Abi ilaç içsem sıkıntı olur mu?" diye sordum. "Olmaz ya." deyince çantamdan ağrı kesici çıkardım.

 

Çantamda ağrı kesici bulundururdum. Nöbette başım ağrıyabiliyor ve silah sesleri başımı ağrıtabiliyordu.

 

Başımın ağrısı geçsin diye ilacımı içtikten sonra biraz da olsa kendime gelmiştim. "Bugün bolca su içeceksin." dedi abim. Akay komutan ise "Sen sadece avm'de yediğin bir parça pizzayla mı duruyorsun?" diye sordu.

 

"Evet komutanım da..." dedim. Abime döndü. "Ben tost falan alayım. Sen başından ayrılma." dedi abime. Abim başını salladı.

 

"Komutanım gerek yo-" sözüm kesildi. "Sana sormadık." dedi ve sırtını dönüp uzaklaştı.

 

Abim bana emirler vermeye başladı. "Bol su içiyorsun, bir gün hiç bir şey yapmıyorsun, bayılma ihtimalin bile var, başın döner, ağrır, kolun zaten morarmış, ayakta fazla durma..." demeye başladı.

 

Ben ise yaralı çocuktan gelecek iyi haberi bekliyordum. Adı neydi? Telaşla onu sormayı bile unutmuştum.

 

Şirin'e döndüm. "Adı ne? Oğlunuzun adı ne?" diye sordum. Başta bu ani sorumla şaşkın şaşkın baktı. "Mert." dedi.

 

Mert, Mert, Mert... Ben bu ismi nereden hatırlıyorum? Bir an aklıma geldi.

 

Bir oğlan annesinin sözünü dinlemiyor, arabadan inmiyordu. Çocuğun başını okşayıp "Anneni dinle." diyordum. O da arabadan iniyordu. Annesine adını sorduğumda "Mert." diyordu.

 

Şirin'e yeniden baktığımda o kadının Şirin olduğunu fark ettim. "Ben sizi hatırlıyorum. Geçen hastanenin önünde karşılaşmıştık." dedim heyecanla.

 

"Hatırladım! Ben de sizi nereden hatırlıyorum diye sorgulamıştım." dedi hemen. "Hastaneye kolunuz için mi gelmiştiniz?" diye sordu.

 

Keşke kolum yüzünden gelmiş olsaydım. Hemen suratım asıldı. Abim bunu fark edip "Beni ziyarete gelmişti. O hastanede doktorum." dedi.

 

Bana bakı göz kırptı. İşte bu yüzden Sedat Abi. Beni azarlar, bana kızar, benle alay eder ama asla üzmez, kimsenin üzmesine izin vermez. Kendisi beni üzmemeye çalışırdı ama üzdü mü de kendini affettirmeyi başarırdı.

 

Furkan abim tamamen yönlendiricimdi. Sedat abime bazen Sedat derdim ama ona asla adıyla hitap etmez 'Abi' derdim. En önemli kararlarımı onunla alırdım. Zaman zaman şakalaşırdı ama benimle alay etmeyecek kadar ciddiydi. Bana ciddi manada kızması için başıma bir şey getirmiş olmam lazımdı. Ya da çok büyük bir hata yapmam gerekirdi. Gerekti mi azarlardı. Hatta azarladı mı fena azarlardı.

 

Fırat Abim ise koruyucum gibiydi. Ona asla Abi demezdim. O benim için Fırat'tı. Bana en acıyamayan kişi de oydu. Asla kızmaz, asla azarlamaz, asla kıyamazdı. İfadesiz biriydi. Ben nöbette uyudum mu üstüme ceketini bırakır ama ben uyandırmadan hemen önce geri alırdı. Beni şımartmak istemiyordu ama istemeden de olsa şımartıyordu. Kendisi bana bir kere bağırmamıştı. Hatta ne yaparsam yapayım sinirlenmemişti bile. Beni her daim, herkesten korurdu. Bazen haksız olsam bile beni savunur, bütün cezamı üstüne yüklerdi.

 

Benim biyolojik abim yoktu ama üç tane manevi abim vardı. Ve üçünün de farklı özellikleri vardı. Bu farklı üç özellik beni her türlü durumdan kurtarabilecek gibiydi. Sedat'ın gücünün yetmediği konuya Furkan el uzatıyor, onun da gücünün yetmediği konuda Fırat konuyu devralıyordu.

 

Onlar bildiğin benim üç farklı koruyucum gibiydi. Hatta benim için bu dünyaya gelmişler desem yeridir. 3'ü de farklı konularda uzmandı.

 

Sedat abim sağlığımla ilgilenirken, Furkan abim hayatım için önemli konularda öneri verir, Fırat abim ise devamlı yanımda durarak beni tüm kötülüklerden korurdu.

 

"Bade!" diyen sesle kendime geldim. "Ha?" dedim şaşkınlıkla. "Abicim iyi misin?" dedi Sedat. "İyiyim. Ne oldu ki?" dedim.

 

"Başka alemler desin de ondan dedim." dedi imayla. "Ne? Bir şey mi olması gerekiyor?" dedim.

 

Güldü. Kantine doğru baktı. "Yoo sadece Akay konutanının ikidir senle ilgilenmesi tuhafıma gitti." dedi ve aklına bir şey gelmiş gibi parmak şıklattı. "Doğru ya! İki değil üç. Birincide seni kolun için hastaneye getirdi, ikincide ceza almamak için komutablarına yalan söyledi,üçüncüyü ise şuan yapıyor. " dedi gülerek.

 

Göz devirip "Sabah yaptıklatını anlatsam yine böyle konuşur musun acaba?" dedim mırıldanarak.

 

İmalı ifadesi hemen silindi. "Ne? Ne yaptı?Ne dedi? Sana ceza ayağına zarar mı verdi? Sınırlarını mı zorladı? Seni üzecek bir şey mi dedi? Ne hakkında bir şey dedi? Nasıl bir ceza verdi? Furkan gördü mü? Akay denilen komutanına engel olmadı mı? Çok canın acıdı mı? " diye sorular sıraladı.

 

Ağzım açık onu izledim. Benim bildiğim beş tane soru kalıbı vardı onlarda 5N1K. Sedat abim bu kadar soruyu nasıl buldu?

 

Yanlış saymadıysam.. 11 tane soru sormuştu. "Abi?" dedim şaşkınlıkla.

 

"Yoksa amirleri ne mi şikayet etti?" dedi beni duymamış gibi. "Abi! Farkında mısın bilmiyorum ama toplam 12 soru sordun? Hangisine cevap vermemi bekliyorsun?" dedim hayretle.

 

"Seç, beğen, cevapla." dedi. Gülümsedim. Benim için nasıl da telaşlanmıştı ama. "Ceza vermedi. Veremedi. Furkan abim cezamı ertelemesini istedi. Konu o değil." dedim ama o konuyu kapatma atcak gibiydi.

 

"Konu ne peki?" eninde sonunda öğrenecekti. "Giderken taksici bazı şeyler dedi. Ben o dediklerine üzülüp Furkan abime sarıldım falan. Bu da Akay konutancığımızın gözüne battı." dedim kinle.

 

Akay komutandan nefret etmiyor değilim ama o kadar da kötü biri değil galiba. Sadece biraz katı. Çünkü ciddi konularda katı olmayı bırakıp, samimi birisine dönüşüyordu.

 

Az önce yaptığı hareket de bunu ispatlıyordu. Harbi ya! Az önce o beni mi tuttu? Üstüne bana tost mu almaya gitti? Oha! Bana profosyonel diyene bak.

 

"Komutancığınız?" dedi birisi. Eyvah! Sıçtım. Akay komutan dediklerimi duymuştu.

 

"Komutanım? Siz ne ara geldiniz?" dedim şaşkınlıkla. Kıvırmak adına "Ben de Erdem alırken bahsediyordum. Cezamı arttırdı da. Yani sizinle alakalı bir şey değil." dedim.

 

Tek kaşını şüpheyle kaldırdı. "Emin misin? Ne zamandır amirlerine 'komutancığımız' diyorsun?" dedi. Anlamasa şaşardım.

 

"Yok valla sizle alakalı değil." dedim hızlıca. Kız bari yemin etme, çarpılacaksın.

 

"Ben benimle alakalı mı konuşuyorsun dediğimi hatırlamıyorum. Ama inandım sana. Erdem amirine bildirmek gerekecek bu konuyu." dedi tehdit eder gibi.

 

Sedat abime baktım. Gözlerini kısmış bir bana bir de Akay komutana bakıyordu. Büyük ihtimalle benim rahatsız olup olmadığımı kontrol ediyordu.

 

"Yok valla, yok. Lütfen bana acıyın. Kan vermişim,kolum yaralı, beş gün nöbetim var. Daha fazlasını hiçkimse kaldıramaz." dedim yalvarır gibi.

 

"O zaman bana doğrusunu itiraf et." dedi. Derin bir nefes verip "Tamam. Pes ediyorum. Abim bir şeyler demişti ben de AVM'ye geldiğimde yaşadıklarımızı anlattım. Yani anlatıyordum, siz gelmeseydiniz." dedim başım yerde.

 

"Tamam." dedi ve elindeki tostu uzattı. Kafamı hızlıca ona dığru çevirip "Ne?" dedim şaşkınlıkla.

 

"Ne, ne?" dedi rüştü daha da yakınlaştırarak. "Alsana." dedi. Tostu elime alıp şaşkınlıkla baktım.

 

Sonra bir de Akay komutana şaşkınlıkla baktım. "Ceza?" dedim masum masum. "Yok ceza falan." dedi.

 

Tekrar tosta baktım. "Peki tost?" dedim bu sefer de. "Yemen için." dedi. "Ama neden?" diye sordum.

 

"İyilik de yaramıyor." dedi mırıldanarak. Çantamdan cüzdanımı aramaya başladım. "Ne kadardı?" diye sordum çantayı karıştırırken.

 

"Para istemiyorum." dedi. Bu dediğini abim yanlış yorumladı. "Lan komutan bozuntusu ne demek para istemiyorsun? Dayak mı istiyorsun?" dedi Akay komutana doğru adım atarak.

 

"Hey, hey, hey! Abi sakin. Yanlış anladın." dedim ama Akay konutanın ne istediğini ben de anlamamıştım.

 

"Ne yanlış anlamasından bahsediyorsun? Ben de diyorum bu adam niye sana yardım ediyor." dedi sinirli sinirli.

 

Akay komutanın yakasına yapışınca ayağa kalktım. Abimin ellerini tuttum. "Abi saçmalama!" dedim ve kulağına yaklaştım.

 

"Adam polis. Seni bayılana kadar döver." dedim dişlerimin arasında. Sesim anlaşılmayacak gibiydi ama bu onu anlardı. Her abi kardeş bu hareketi hayatında bir kere yapmıştır.

 

"Bana ne lan! Polisse, polis. Polis olması kardeşimden müstehcen bir şey isteyebileceği anlamına gelmiyor." dedi Akay komutanı sallayarak. Akay komutan sabırlarını zorluyordu ama abim ona bildiğin 'SAPIK!' demişti.

 

Akay komutan da dikleşti ama hiçbir şey yapmadı. Uzaklaşıp ayağımı yere sertçe vurdum. "Yeter!" dedim bağırarak. İkisi de durgunlaşıp bana baktı. "Yeter ya. O benim komutanım." dedim abime. "Benden öyle bir şey isterse onu amirlerime şikayet edeceğimi bilmiyor musun?" dedim sinirlice.

 

Sıra Akay komutanı azarlamadaydı. Nasıl azarlayacağım? Ceza verir mi? Dal kızım be! Sonrasını boş ver ki ceza alacaksan bile cezayı hak et.

 

"Ayrıca komutanım, o benim abim. Yanlış anladığında dikleşmeyeceksin. Seni yanlış anladıysa doğrusunu söyleyeceksiniz. Sabrettiğinizi fark ettim ama abim az daha uzatsaydı kavga edecektiniz değil mi?" dedim ve cevap bekledim.

 

Uzun bir süre sessizlik oldu. "Ben de öyle düşünmüştüm." dedim kırılmış gibi. Koltuğuma geri oturup suyumun kapağını açtım. Su içerken elimin titrediğini fark ettim. Suyu içip elimi yumruk yaptım.

 

Hep olurdu. Sinirlenince elim titrerdi. Bunu yumruk yaparak gizlemeye çalıştım ama göreceklerini görmüşlerdi bile. Abim yanıma geçip omzuma dokununca hareketlendim.

 

Daha fazla sinirimi belli etmeyecektim. Ayağa kalkıp bir kaç adım ilerledim. "Özür dilerim komutanım. Bunu demezsem..." durdum düşündüm. "Hiç bir şey olmayacaktı ama söylediğim için pişman değilim. Amirlerime bu hareketimi ben söyleyeceğim. İsterseniz siz de bildirin." dedim ve gittim.

 

Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Gerçekten kolum çok kötü morarmıştı. Ve hala titriyordu.

 

Soldaki duvara yaslanıp saçımı açtım. Atkuyruğum açılınca başımın ağrısı hafifledi. Biraz da saçımı karıştırdım.

 

Sakinleşmem için bekledim ama beceremedim. Bekledikçe sinirleniyordum. Çantam da orada kalmıştı. Silahımda mermi olsa da kafama sıksam.

 

Bir kadın içeri girdi. Bana baktı sonra elini yıkadı. Aynadan tekrar bana göz atıp "İyi misiniz?" koluma göz attı. "İyiyim." dedim ama o ikna olmamış gibiydi.

 

"Geçmiş olsun. Nasıl oldu?" dedi. Anladığım üzere şiddet gördüğümü sanmıştı. "Kan verdim." dedim ama ellerimin titremesi onu yanlış anlamaya itiyordu.

 

Yanıma yaklaşıp sol omzumu tuttu. Kolum yeni kanadığı için sızladı ama belli etmedim. "Bakın ben size yardım edebilirim. Bir şey mi var? Kolunuz niye titriyor?" dedi elime bakarak.

 

Gerçeği anlatsam inanır mıydı? Ben olsam inanmazdım. "AVM'de ben de vardım. Onun etkisi sanırım." dedim yalana başvurarak. Özür dilerim bunu yapmak zorundaydım.

 

"Haa geçmiş olsun. Ben de kolunuzu morarmış, ellerinizi titreyerek görünce..." dedi ve tebessüm etti. "Geçmiş olsun." dedi. Acaba doktor falan mıydı? Ama kıyafeti sivildi. Aman bana ne?

 

"Kaleminiz var mı?" diye sordum. Bu sorum karşısında çantasına uzandı. "Kurşun kalem yok ama kaş kalemim var. Belki o yazar." dedi ve kaş kalemini uzattı.

 

Kalemi alıp teşekkür ettim. bir kağıda numaramı yazdım ama o yazdığım şeyi görmedi. Kalemi geri uzattığımda tekrardan "Teşekkür ederim." dedim. O da "Rica ederim." deyip gitti.

 

O gidince ben de çıktım. Şirinlerin yanına gittiğimde direkt bana baktılar. "Şirin bu benim numaram. Benim şimdi gitmem gerek, sen bana haber verirsin. Bu arada beni her zaman arayabilirsin. Bir sıkıntı çıktı mı adliyeye gel işini hallederim." dedim ve sertçe çantamı alıp hızla hastaneden çıktım.

 

Telefonuma aramalar geldi ama umursamadan sessize aldım. Her sinirlendiğimde gittiğim yere gittim. Ailemin evine...

 

Annemlerle konuşmazdım, yani konuşamazdım. Hakan burnunu sokar izin vermezdi. Sedat abime yada Furkan abime kızınca en büyük huzur kaynağıma kızmış oluyordum. Bu yüzden onlara kızınca ya Fırat'a gidiyor ya da ailemin yanında bir gün geçiriyordum.

 

Fırat şuan meşgul olduğundan ailemle bir gün geçirecektim. Fırat'a ömrü hayatım boyunca bir kere bile sinirlenememiştim. O hep düşünerek hareket ederdi. Ve bu alışkanlığı onu yanlış yapmaktan korurdu. Hele hele konu benimle alakalıysa uzun uzun düşünürdü. Yapacağı hareketi benim üzülüp üzülmeyeceğime, kızıp kızmayacağıma göre karar veriyordu.

 

Eve geldiğimde kimsenin evde olmadığını fark ettim. İçeri kendi anahtarımla girip odama geçtim.

 

Odamdaki babamın fotoğrafını görünce duruşumu dikleştirip asker selamında durdum. Sonra tebessüm edip selamımı bozdum.

 

"Babacığım. Özür dilerim, uzun zamandır gelmiyorum. Hakan'la da boşanacağım. Onun yüzünden yedi aydır seni göremiyorum. Ama merak etme artık bana karışamaz." dedim ve çerçevesini elime aldım.

 

Yatağıma oturup onunla konuşmaya başladım. "Yedi aydır ne yaptım dersen; Bir gün önce bir çeteye baskına gittim. Orada vuruldum. Zaten küçük bir şey. Dediğin gibi acımı saklamaya çalıştım ama bir gıcık komutan var, hiç sorma. Çok gıcık. Hatta bugün abime sinirlendi. Ben kızmasaydım Sedat abimi dövecekti. " dedim sinirle.

 

"Tabii adı üstünde KOMUTAN. Ona ne kadar sinir olsam bile bunu amirlere veya komutanlara yansıtmayacağım. O da yansıtmıyor. Aramızda olanı saklıyor. Ama o gıcık komutan benim askerliğime laf etti. Neymiş ben asker olamazmışım. Neymiş şımarık kızmışım ve şımarık kızlarda PÖH olamazmış. "dedim sitemkar bir sesle.

 

"Tamam, kabul, narin kızdan asker olamaz ama ben narin değilim. Sanki ona naz yapıyorum. Taktı beni kafaya." dedim ve aklıma gelenlerle gülümsedim.

 

"İyi haberlerim de var. 2024 yılında iki bin civarı terörist etkisiz hale getirilmiş. Son bir ayda yanlış hatırlamıyorsam 21 şehidimiz var. Tanıştın mı acaba? Baba, tüm şehitler birlikte mi duruyorsunuz orada?" susup düşünmeye başladım.

 

"Bence beraber bizi izliyorsunuz. Eğer onlar da beni izliyorsa benim bu şekilde konuşmam yanlış olur. Bir de komutanımın gıybetini yapıyorum ya. Eğer onlar yanındaysalar seni utandırmışımdır. Özür dilerim. Seni utandırmak istemezdim. Asla sana layık bir çocuk olamayacağım. Sen şehit olmuşsun ama şehit düşerken bile inlememişin bense bir komutan bana şımarık dedi diye gıybet yapıyorum." dedim fotoğraftaki gözüne bakmadan.

 

"Onların oğlanları benim gibi değildir. Onların oğulları küçücük bir çocuk olmasına rağmen cenaze törenlerinde ağlamamıştır ama ben yetişkin bir kızdım. Ben onlar gibi yapamadım. Ben bir çocuğun yaptığı şeyi yapamadım." dedim üzgün üzgün.

 

"Beni affet, olur mu? Bu hayatta iki şeyin olmasından ölümüne korkarım birincisi; mermim bitmeden, elimden geleni yapamadan şehit düşmek ikincisi ise; senin beni affetmemiş olman. Bir şehit bana kızdıysa demektir ki ben bu vatana, güzel vatandaş olamamışım. O yüzden beni affet." dedim ve çerçeveye sarıldım.

 

"Özür dilerim." dedim ve dizlerimi karnıma çektim. Çerçevenin içindeki fotoğrafı çıkarıp çerçeveyi masama bıraktım. Uyurken çerçeveyi kırmak istemezdim. Sonuçta tek fotoğrafı bu.

 

Normalde de fazla fotoğrafı yoktu ama kalan son fotoğrafları zamanla ya kaybolmuş, ya da eskiyip parçalanmıştı.

 

Bendeki tek fotoğrafı buydu ve bu fotoğrafı gözüm gibi saklıyordum. Cenin pozisyonunda yatağa uzandım. Sıkıntılarımı tamamen yok edecek durağım burasıydı. Onunla beraberken dünyayla olan bağım kopuyordu.

 

"Keşke bir gün daha fazla görseydim. Bazen 'Keşke babamla daha fazla uyusaydım.' diyorum. Baba, keşke ben bir kere daha kollarının arasında uykuya dalsam. Beni odama bırakmak için kucağına alsan, ben uyanmama rağmen uyuyormuş gibi yapsam." dedim gözlerim kapalı şekilde.

 

Sonrasında ise uykuya daldım.

 

....

 

Elimden yavaşça alınan fotoğrafla uyandım. Hızlıca doğrulup fotoğrafı elimden alan kişiye baktım.

 

Fırat abimi görünce rahatladım. "Ne zaman geldin? Fark etmemişim." dedim yatakta oturur pozisyona geçerek.

 

"Yarım saattir seni izliyorum. Uyandırmak istememiştim ama fotoğraf bükülünce üzülürsün diye elinden aldım." dedi tane tane. Kafamı aşağı yukarı sallayıp "Ben elimi, yüzümü yıkayayım." dedim.

 

Yüzüme su çarpıp geri yanına oturdum. Büyük ihtimalle olanları duymuştu. Sedat abim yollamış olmalıydı.

 

"İşin vardı. Benim için gelmene gerek yoktu. Ben iyiyim." dedim ama o benim omzumdan tutup kendine yasladı. "Olanları öğrendim." dedi. Başımı göğüs kafesine yasladım. "Olsun. Şuan İstanbul çok hareketlendi. Asıl şimdi adliyede olman lazım." dedim.

 

"Hem nasıl izin aldın ki? Erdem amir şuan izin vermezdi, vermemesi gerekiyordu." dedim ama o sustu. "Sedat abim haber verdi değil mi?" dedim ama yine sustu. "Gerçekten nasıl izin aldın?" dedim merakla.

 

Susmayacağımı anlayıp cevap verdi. "Akay komutan benim yerime gitti. Benim yerime o bakıyor." dedi. Bir dakika, bir dakika! Bu adam kendini ne sanıyor?

 

Hızlıca ayaklanıp Fırat'ın karşısına dikildim. "Nasıl izin verirsin Fırat? O adam sinirimi bozmaya başladı. İyilik meleği de ben mi görmüyorum? Bana sürekli yardım etmeler, tost almalar, başım döndüğünde tutmalar... Ona ne? Ona ne lan? Ona ne?" dedim sakin kalmaya çalışarak.

 

Ama daha fazla sakin kalamadım. "Kolum kopsun, Hakan beni gebertsin, açlıktan bayılayım, yere yapışayım ona ne? Ona ne lan!" diye bağırdım ve odada ileri geri yürümeye başladım.

 

"Erdem amir değil üç gün, üç yıl ceza versin. O niye kendinin de ceza almasını sağlıyor? Salak adam! Mal ya, mal! Yemin ederim kıt bu." dedim ve dolabımı açıp kıyafet çıkardım.

 

"Abi odadan çık." dedim sinirli sinirli. "Bade buraya daha çok sinirlenmen için gelmedim." dedi ama ben sinirlenmiştim.

 

"Abi üstümü değiştireceğim. Kanlı kıyafetlerle uyuyakaldım." dedim ama o odadan çıkmadı.

 

"Tamam be!" dedim ve ben odadan çıkıp başka odaya girdim. Hızlıca hırkamı yere fırlattım. Badimi de yırtarcasına çıkarınca aldığım Siyah kollu badiyi giydim. Elime ilk bu gelmişti ve bunu almıştım.

 

Üstüme hırka almadan odadan çıktım. Kapıya doğru ilerledim. "Fırat bir daha Akay'dan iyilik kabul etme." dedim sakin bir şekilde.

 

"Bade..." dedi yalvarır gibi. "Efendim." dedim sakin bir sesle. "Kızma. Yanında olmama gerekiyordu ve bunun yolu Akay komutandan geçiyordu." dedi özür diler gibi.

 

Sakinleşip yanına yürüdüm. "Fırat ben sana değil o komutan bozuntusuna kızıyorum." dedim ve bileğini tuttum. "Sen de geliyorsun çünkü onun iyiliğini isteyen yok." dedim ve kendimle beraber onu da dışarı çıkardım.

 

Annemler camdan bize bakıyorlardı. Onların da geldiğini fark etmemiştim. Fırat'ın arabasına bindik. Ön yolcu koltuğuna binip kendimi sakinleştirmeye çalıştım çünkü sakinleşemezsem adliyede olay çıkaracaktım.

 

Sonuç olarak ise ceza alacaktım. Ve bu ceza büyük olacaktı. Değil bir hafta nöbet, bir yıl nöbet beni kurtaramazdı. Sadece emre itaatsizlik olsa neyse.

 

Büyük ihtimalle Akay komutana vuracaktım ama o bana kadın olduğumdan vurmayacaktı. Amirlerim dur diyecekti ama ben durmayacaktım. Bu da emre itaatsizlik olacaktı. Akay komutan zarar görecekti ve ben kim bilir açığa alınacaktım.

 

Sakin olmam lazım. Kızım bir manyak yüzünden mesleğinden olacaksın. Derin derin nefes almaya başladım. "Fırat beni tut. Sakın bırakma. Sana vurmam ama o komutan bozuntusunu linç ederim." dedim.

 

Sakin kararlar ver Bade. Sen bu değilsin. Bir polis asla düşünmeden hareket etmez. PÖH olduğunu düşün, operasyondasın, vuruluyorsun, şehit düşüyorsun... Tamam sakin. Eğer sakin olmazsam bu hayal ettiğin şey olmaz.

 

Daha adliyeye girmeden yolda Akay komutanı gördük. Zaten kapının önüydü. "Dur!" dedim. Durunca kapıyı açıp ilerledim.

 

Fırat arkamdan bana yetişip bileğimi yakaladı. "Sakin ol. Unutma o şuan görevi başında. Ona şuan bir şey yaparsan mesleğin zedelenir." dedi ama ben az önceki düşüncelerimi unutup bileğimi elinden kurtardım.

 

Akay komutana biraz daha yaklaşınca beni fark etti. Sinirli olduğumu anlayınca yanındaki polis memurunu dinlemeyi bırakıp kalçasını polis arabasına yasladı. Kollarını da göğsünde bağlayıp polisi işaret etti. Omuz silkip yanına gittim.

 

Daha da yakın olduğumdan polisin sesini işitmeye başladım. "Yaralı az var ama çoğu çocuk. Çocukları hedefe almışlar. Şehit düşen yok. Şükür ki ağır yaralı da yok. Ama çoğu çocuk olduğundan o küçük yaralar bile çocukları

 

Tam elimi kaldırmış yumruk atacaktım ki bileğimi tuttu. "Okan sen git koçum. Ben geliyorum." dedi ve beni arabanın arkasına çekiştirdi.

 

"Sözümü geri alıyorum. Profesyonel falan değilsin. Deli misin? Adliyenin önündeyiz ve yanımda polis var. Okan sizin adliyeden değil, yani senin polis olduğunu anlamaz." dedi beni daha da çekiştirerek. Adliyenin yanındaki ağaçlık bölgenin başında durdu.

 

Ağaçların sık olduğu yere girmemiştik. "Deliyim! Ama delirten sizsiniz komutanım. Delirttiyseniz cezanızı çekeceksiniz." dedim hırsla. İmayla güldü. "Demek seni deli ettim. Demek bana ceza vereceksin. Ver bakayım." dedi.

 

O gülüyor ben ise öfke saçıyordum. Alaylı ifadesini sildi. "Delirdin mi sen? Bir daha bana sataşma. Susayım, sabredeyim diyorum ama senin yanında sabır taşı çatlar! Benim de bir sınırım var ve sen şuanda o sınırın etrafında dolaşıyorsun." dedi yüksek sesle. Bağırmıyordu ama sesinin tonu yüksekti.

 

"Dua et sizin adliyeden değildi. Büyük ihtimalle seni hayatımdaki normal bir kadın sanar ve üstüne yorum yapmaz. Ama bir daha bir polisin yanında böyle yaparsan senin hakkında yanlış düşünceler oluşur." dedi tane tane.

 

O sakinliğini korusa bile ben koruyamıyordum. Aslında bilerek sakin olmuyordum. Canım istemiyordu. "Oluşsun! Bana ne? Artık hiç kimse, hiç bir şey umurumda değil. Sen kendini ne sanıyorsun. Yeter ya! İyilik meleği misin sen?" dedim sinirle.

 

Yumruk atmak için elimi kaldıracaktım ama daha elim havaya kalkmadan yakaladı. Sağ elimi yukarı kaldırdı ve bırakmadı.

 

Kolumu tutmasını umursamadan cümlemi devam ettirdim. "Koluma pansuman yap, beni hastaneye hatta evime bırak, evimde birisini yaralayıp açığa alınmamam için beni tut, benim için komutanlarına yalan söyle, beni yere düşmemem için tut, aç olduğum için tost al, ha bir de bu çıktı başımıza! Beni korumayın." diye bağırdım.

 

Fırat abim gelmemişti. Büyük ihtimalle Akay komutana zarar versem bile ipin ucunun bana dokunmayacağını anlamıştı.

 

Diğer elimi de yumruk atmak için kaldırdım ama bunu da yakaladı. Sol kolumu da sağ kolum gibi kaldırdı.

 

İki elimi de sol eliyle tutup başımın üstünde kilitledi. Kollarımı kurtarmaya çalıştım ama izin vermedi.

 

Başkası bizi bu şekilde görse adım gibi eminim ki yanlış anlardı. Pek hoş bir görüntü değildi ama Akay komutan sadece gözlerimin içine bakıyordu. Sadece gözlerime bakmasının sebebi ise apaçık göz tacizi etmemek içindi.

 

"Komutanım çekin elinizi." deyi çırpındım ama kurtaramadım. "Komutanım lütfen. Birileri görürse yanlış bir algı oluşur." dedim ama o bana sözlerimi geri iade edip susturdu. "Sen değil miydin 'Oluşsun! Bana ne? Artık hiç kimse, hiç bir şey umurumda değil.' diyen." dedi bastıra bastıra.

 

"Sen sakinleşene kadar ne buradan ayrılıyoruz, ne de senin kollarını salıyorum." dedi ve başını sağa çevirdi.

 

Bir süre daha çırpındım ama o daha çok bileğimi sıkarak kurtulmamı engelledi. Ne yaparsam yapayım başını benim olduğum tarafa çevirmiyordu ama beni tutmakta zorlandığı belliydi.

 

Ara sıra dişini sıktığını fark ediyordum. Bileklerimi acıtacak kadar sıkı tutmuyordu ama ben canım acıyor numarası yapmaya başladım.

 

"Ah!" diye inledim dişimin arasında. Eğer sesli söylersem bilerek yaptığım anlaşılırdı. Dişlerimi sıktım. Bana bakmıyor olsa bile anı yaşamam gerekiyordu.

 

Ellerimi daha da oynattım, iki yana açmaya çalıştım, birisini alttan çıkarmaya çalıştım, elini acıtıp kurtarmaya çalıştım ama ne iki elim ne de bir elim kurtuldu.

 

"Komutanım!" dedim dişlerimin arasında. Yan profilinden göz devirdiğini fark ettim. Numara yapmayı bırakıp ateş saçan gözlerimi ona diktim.

 

"Komutanım elinizi çekin yoksa günah benden gitti." dedim ve bir kaç saniye bekledim. Ellerini çekmeyince "Siz istediniz." dedim ve kasıklarına tekme atmak için hazırlandım.

 

Bana kısa bir an baktı, ben de o an kasıklarına diz çakmak için bacağımı kaldırdım. Yapacağımı anında anladı gıcık. "Hey! Hey! Hey!" diye bağırdı ve ellerimi bırakmadan geriye doğru kaçtı.

 

"Deli! Vallaha da delisin sen!" dedi bağırarak. "Sakin olsan bırakacağım." dedi.

 

Sürekli alay edip gülecek o mu? Biraz da biz gülelim. Sesli şekilde gülüp "Deliyim. Hem de zır deli." dedim. Bileklerimi hala bırakmamıştı.

 

"Yeter ama! Bırak elimi!" diye bağırdım. "Bırakmıyorum. İnat ettim, bırakmayacağım. Uslu dursan bile bırakmayacağım sen istedin." dedi.

 

"Ya!" dedim mızmızlanarak. "Ne ya? Ne ya? Sen kaşındın." dedi. Kaşlarımı çattım. Bende çare tükenir mi, tükenmez. "Abi!" diye çığlık attım. Biraz daha bırakmasında abim nasıl çırasını yakıyor görsün.

 

Sinsice tebessüm ettim. "Lan!" dedi hızlıca ve aramdaki alana baktı. "Ne oldu koççum." dedim ağzımı yayarak. "Fırat'tan mı korktun." dedim dalga geçerek.

 

"Sus ve gel şuraya." dedi ve arkamı döndürüp arabanın yanına götürmeye başladı. "Hımmm anladım. Sen abimin yapacaklarından korktun." dedim harfleri uzatarak. "Ne korkacağım. Sadece yanlış anlaşılıp adımın tacizci çıkmasını istemem. Zaten senin abiciklerin beni tacizci zannetmeye yer arıyorlar." dedi.

 

Abicik? Abimleri mi küçümsedi bu komutancık. "Sana kim abimleri küçümseme hakkını verdi?" dedim ve elimi o anın siniriyle elinden kurtarmayı başardım.

 

Bir adım atarak önüne geçtim. Aniden durdu. Zaten bir adımlık mesafe yoktu. Adım attığı an yere yapışırdık.

 

"Kızım ani şeyler yapmayı bırak!" diye azarladı. "Hem ben hala işteyim. Hemen rütbene dön!" dedi ciddi ciddi. "Ya dönmezsem komutanım?" dedim ama rütbeme giriş yapmıştım bile.

 

"Aferin. İşte böyle uslu asker ol." dedi gülerek. Kaşlarımı çatıp "Ben asker değilim. Polisim!" dedim. "Yakında erim olduğunda da aynı şeyi söyle canım." dedi alayla.

 

Bense başka noktaya takılmıştım. "Canım?" dedim şaşkınlıkla. Bir an durdu, düşündü sonra da "Mecazi anla-" diyecekken sözünü kestim. "Deme! Mecazi de olsa demeyin komutanım." dedim şiddetle.

 

Yaptığının o da farkındaydı. "Özür dilerim. Şimdi önümden çekil." dedi kızararak. Sinirlenmişti. Siniri kendineydi. Bu kadar çabuk sinirlenebiliyorsa bana neden kızmıyor?

 

Çekilmedim, hatta yerime daha çok yerleştiğimi belli eden hareket yaptım. "Çekil dedim!" dedi ama yine çekilmedim. "Emre itaatsizlik ha. Öyle olsun sen istedin." dedi ve yanımdan geçip gitmeye çalıştı.

 

Çerme çaktım. Ama yere yapışacak olan bendim. Tekmemle bacağım acıdı, üstüne dengem bozuldu. Yere düşmemek için Akay komutanın sol kolunun pazusuna yapışıp "Ananı sikeyim!" diye bağırdım.

 

Fevri bir hareketle sağ kolunu belime doladı ve düşmemem için kendine çekti. Gözleri tam başımın üstünden bana bakıyordu.

 

......

 

anaağğğmmm çok iyiydiiii.

 

Normalde kitaplarımda smut olmaz ama bunun sonu hiç hayır değil gibi. Daha ikinci bölümden neler yaptığğm.

 

Lan Begüm sakin ol, sakin ol. Derin derin nefes al ver, al ver.

 

Bunun bir asker kurgusu olduğunu aklından asla çıkarma. Buradaki karakterlerin birbiriyle komutan-asker ilişkisi olduğunu aklından çıkarma

 

ovvv fena bölümdü bence :) Sizce?

 

10.384 kelime

 

 

Bölüm : 26.11.2024 01:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Begüm Cesur / Komutan / Baş dönmesi
Begüm Cesur
Komutan

92 Okunma

23 Oy

0 Takip
3
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...