Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Altıncı Bölüm

@begumozturuk

 

 

(Bilgilendirme: Birazdan okuyacağınız diyalog bu bölümden sonraki her bölümde olacaktır. '+' ile başlayan konuşmalar polis memuruna/ olayın savcısına, '-' ile başlayan konuşmalar ise bölümü onun anlatımıyla okuyacağınız şüphelilere aittir.)

 

 

 

 

 

'Susacağız!'

 

 

 

 

 

23.01.2025


+Tesadüf eseri bir araya gelmişsin, Aden Hanım. Doğru değil mi?

 

 


-Evet, o gün o karakolda hepimizin bir arada olması tesadüftü.

+Biliyor musunuz, ben tesadüflere inanmıyorum.

+Bence her tesadüfün ardında mutlaka iyi planlanmış bir oyun yatıyor.

 

 


-Bir araya gelmemizin tesadüf olmadığını mı düşünüyorsunuz?

 

 

-Bu planlı bir cinayet miydi sizce?


+ Yanlış biliyorsam düzeltin, lütfen. Uzun süredir bir araya gelmeyen bir arkadaş grubu çok tesadüfü bir şekilde tekrar karşılaşıyor ve karşılaşmadan on üç gün sonra da içlerinden birisi öldürülüyor. Değil mi?

 

 

 

-Evet...

+ Evet...

+ Siz o eve girdiğiniz an zaten birileri İren Angı'yı öldürmek istiyordu. Şimdi bize, o kişi bulabilmemiz için yardımcı olun. Eve girdiğiniz günden itibaren ya da arkadaş grubunuzla bir araya geldiğiniz andan itibaren herhangi birisinde gariplik fark ettiniz mi?

 

 


-Hayır... Her şey olması gerektiği gibiydi.

 

 

-Biz... Biz eskisi gibiydik.

 

 

 

 

6 Ocak 2025

 

 

Aden Karaca

 

Buz gibi hava tenime çarptığında gözlerimi yumdum. Gözpınarlarıma akın eden yaşlar göz kapağımın kapanmasını fırsat bilip süzülürken adımlarım hızlandı, yaşların izlerini temizledim.

Bunu nasıl yapabilirdi?

Hala bu kadar hızlı atmayı nasıl kendine hak görürdü?

Kabullenemiyordum. Elim göğsümden çıkmak istercesine hızlı atan kalbimin üzerine kapandığında tırnaklarımın ucuyla derimi kavradım.

Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. İçimde büyüyen volkan özgür bırakmak, çevremdeki her şeyi yakıp yıkmasına izin vermek istiyordum.

Canım çok yanıyordu. Düşünmemeye çalışıyordum, hissetmemeye çalışıyordum. Lakin başaramıyordum. Kalbim kontrolü ele geçirdiği an parmaklarımın ucuna yükselişim gözümün önünden gitmiyordu.

Lanet olsun!

Onu öldürmek istiyordum. Bunu bana yapmaya hakkı yoktu. Ona giderken gitme dememiştim, istediği hayata saygı duymuştum.

Şimdi yıllar sonra geri gelip hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Hayatıma damdan düşer gibi giremezdi, düzenimi altüst edemezdi.

Ben onsuz iyiydim.

Ben onsuz da iyi olmayı öğrenmiştim.

Karakolun otoparkına döndüğümde duvara yaslandım, ruhumu sıkan kabanımı üzerimden atarken utançla gözlerimi yumdum. Ona istediğini verdiğime inanamıyordum. Göğsümün ortasında çırpınan kalbimi söküp atmak istiyordum. Beni öpmeye yeltendiğinde nasıl geri çekilemezdim, nasıl tokat atamazdım?

Tırnaklarım derime baskı yaptı, sorgu odasında bakışlarının dudaklarıma kaydığı an gözlerimin önüne geldi, yüzümü buruşturarak gözlerimi açtım.

Her şeyi batırabilirdim. Efe ve Selin’in hayatını tehlikeye atabilirdim.

Lanet olsun!

Üzerimde bıraktığı etkiden nefret ediyordum, ondan nefret ediyordum.

Alıp verdiğim derin nefesler gözyaşlarımı geldikleri yere geri döndürürken yavaşça elimi göğsümden indirdim. Tırnaklarımın iz bıraktığı yerler sızlıyordu. Muhtemelen derim kalkmıştı. Titreyen parmaklarım izlerin üzerinde dolaştırdım, uçlarına kanım bulaştı.

“Üçüncü!” Yüzümü buruşturarak nefesimi verdiğimde sesin geldiği yöne doğru döndüm.

Barış…

“Hala çok hızlı koşuyorsun.” Barış adımlarını yavaşlatıp nefesini düzene sokmaya çalışırken gözlerimi kırpıştırdım, Barış hala karşımdaydı. “Bir an hiç yetişemeyeceğimi sandım.”

Afallamıştım. Önce Müge, sonra Savaş, şimdi de… “Barış…” şaşkınlıkla ona doğru bir adım attığımda tam yanımda kırmızı bir araç durdu.

“İnanmıyorum… Aden!”

İren aracı olduğu gibi bırakıp aşağı indi, artık tek gördüğü kişi ben değildim.

“Barış…”

Şaşkınlıkla aralanmış dudaklarımın yerini birkaç saniye içerisinde geniş bir tebessüm alırken hayatımın değişmesinde aracı olan alıntı zihnimde yankılandı.

‘Hayatımıza giren herkes hikayemizde bir rol sahibiydi. Ancak herkes hikayemizin sonunu göremezdi.’

Çocukluğumuzun geçtiği sokaklarda onlar olmadan dolaşırken, başarılarına denk gelebileceğim sosyal medya platformlarında onları görmeden gezerken çıkmıştı karşıma bu alıntı.

Geçmişte yaşamayı bırakıp kendim için bir şeyler yapmam gerektiğinin ilk tohumları bu sayede atılmıştı.

Onlarsız geçirdiğim dört yıl hayatımdaki rollerinin bittiğine inanabileceğim kadar uzun bir süreydi. Arkadaşlığımızın bittiğini kabullenmiş, kendim için yaşamaya başlamıştım.

Ben iki yıldır gelmeyeceklerine inanarak yaşıyordum.

Ama bugün görüyordum ki altı yılda geçse hikayemizdeki rolleri bitmeyen insanlar sizi buluyordu. Kader sanki yanıldığımı göstermek istercesine dördünü birden aynı gün içerinde tekrar karşıma çıkartmıştı.

“Sizi o kadar çok özledim ki…” ” İren aracının etrafından dolanıp önce beni, daha sonra da birkaç adım uzağımızda duran Barış’ı kollarının arasına aldı, sarılışına şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışarak karşılık verdim. “Bende…”

Barış sessizliğini korudu. Çemberden ayrılan ilk İren oldu. “Buz gibi olmuşsun.” Gözleri etrafına bakınıp yerdeki kabanımı bulduğunda kabanımı silkeledi, omuzlarımın üzerine koydu. “Bünyen hassastır senin. Üşüteceksin!”

“Nasıl ya?” Şaşkınlığını üzerinden attı, Barış. “İyi de… Sen neden…” Barış sorgularcasına ellerini iki yana açtığında İren kısa bir anlığına düşündü, çok geçmeden düşünceli ifadesinin yerini panik hali aldı. “Telefonum…”

Aracının anahtarını Barış’ın eline sıkıştırdı. “Benim telefonumu çaldılar…” İren bizi gerisinde bırakıp koşar adım karakola yönelirken “Sakın bir yere ayrılmayın.” Demeyi de ihmal etmemişti.

Kendimi tutamayıp histerik bir şekilde güldüm. Az önce hissettiğim öfkeden eser kalmamıştı, hatta içimde bir yerlerde büyümeyi reddeden küçük kızın mutlu kıkırdamalarını bile duyuyordum.

“Düzgünce giy üstündekini, üçüncü.” Bakışlarım Barış’a döndü. Bir kelime insana nasıl hala çocukluğunda hissettirdiği gibi hissettirebilirdi ki?

Kelimeler zamanla anlamlarını yitirmez miydi?

Bana hala üçüncü diyor olması kalbimi sıcacık ediyordu. Bunu ilk kez ona alışmaya yeni yeni başladığım zamanlarda söylemişti. ‘Belki aynı anne karnında büyümedik ama sende benim kardeşimsin. Savaş ikizim ise sende üçüncümsün.’

Gülümsemem buruk bir hal aldı, duygulanmıştım. “Sakın!” dedi, gözlerimin dolduğunu fark eden Barış. Aramızdaki mesafeyi kapatmış, kollarını omzuma sarmıştı. “Ağlamak yok!”

“Tamam, tamam…” sırtını sıvazlayıp ondan ayrıldığımda ağlamamak için derin bir nefes aldım. Üzgün değildim, aksine çok mutluydum.

İyi ki buradaydı.

İyi ki tekrar karşıma çıkmıştı.

Ve iyi ki tekrar üçüncüsü olabilmiştim.

“Burada mı çalışıyorsun?” diye sordum, çocuksu bir heyecanla. Onu karşıma çıkartan şeyin ne olduğunu bilmek istiyordum. Bakışları kısa bir anlığına karakola döndü, içli bir nefes aldı ve olumsuz anlamda kafasını salladı. “Savaş atandı buraya. Benimkisi küçük bir kaçamak sadece.”

Omuzlarımın üzerindeki kabanı düzgünce giyerken dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı aşağı yukarı salladım. Yaşadığı yere geri dönecekti, sadece kısa süreliğine buradaydı.

“Döneceksin yani?” Sesim kontrolüm dışı hissettiklerimi dışa vururcasına üzgün çıkmıştı. Daha önce de olduğu gibi iletişimiz kopacaktı ve birbirimizi tekrar görmemeye başlayacaktık ama en kötüsü onu Selin ile hiçbir zaman tanıştıramayacaktım.

Acaba Selin’in her gece anlatmamı istediği hikâyede en sevdiği karakter olduğunu bilse Selin için kalır mıydı?

Barış ukalaca gülümsedi. “Evet ama hemen değil, korkma.” Kaşlarım laubaliliği karşısında çatılırken omuzuna vurdum. “Yani bence de dönmesen iyi olur.”

“Neden?” Telefonumun ekranını açtım. Kilit ekranımın fotoğrafı Selin’in küçüklüğüydü. Papatya baskılı kot tulumunun içine giydiği pembe kalpli kazağıyla bıcır bıcır konuşarak oyuncağını bana getirdiği bir ana aitti. Onunla ilk tanıştığımız zamanlardı ve o kazağı ona aldığım ilk hediyeyeydi.

Telefonu Barış’a çevirdim. “En çok seni seviyor. Bence onunla tanışmadan gitmemelisin.”

Barış şok içerinde ekranıma bakarken telefonuma uzandı. “Şaka yapıyorsun?” Yüzü düşmüştü, sesi istediğim coşkudan çok uzaktı. Öyle bir sormuştu ki şaka yapıyor olmama daha çok mutlu olurdu.

Barış’ın gözleri bana döndüğünde duraksadım. Ya açıklama yapacak, Selin’in aslında kızım olmadığı anlatacaktım. Ya da reddedecek, yalan söyleyecektim.

Olumsuz anlamda kafamı salladım. Yalan söylemeyi tercih ettim. Bunu neden yaptım, bilmiyordum. Lakin doğru olan buymuş gibi hissediyordum.

Selin benim öz kızım değildi. Sorguda Savaş’ın onsuz daha iyi olduğumu görmesi için üzerini bastıra bastıra anlattığım çocuk, yani Efe de sevgilim değildi.

Onları inandıracak kurmaca bir aile kurmuştum ve bunu bana yaptıran duygunun ne olduğunu bile bilmiyordum.

“Şimdi ben… Dayı mı oldum yani?” Barış kabullenmek istemeyerek bir telefonuma bir bana bakıyordu. “Sandığım kadar sevinmedin.” Dedim, alınmış bir sesle. Gerçekten anne olsaydım böyle mi tepki verecekti? Benim adıma neden sevinmiyordu?

“Hayır, sevindim… Sadece…” Barış telefonumu uzattı, telefonu aldım. “Biliyorsun işte, Aden. Savaş ile olan geçmişinizden sonra biriyle evlenebileceğini hiç düşünmemiştim.”

Kaşlarım çatıldı. Ne düşünmüştü ki? Giden Savaş, kalan ise bendim. Ömrümün sonuna kadar geri dönmesini mi beklemeliydim?

Altı yıldır hayatıma kimseyi almamıştım. Eğer benden beklentisi buysa bunu zaten yapmıştım ama bunu Savaş’a olan aşkımdan ya da geri döneceğine olan inancımdan değil, giderken alıp götürdüğü güven duygumdan yapamamıştım. Ben ondan sonra hiçbir erkeğe güvenememiştim. “Hayatıma devam ettim.” Dedim, düz bir sesle. “Bu yanlış mı?”

“Hayır… Hayır tabi ki de yanlış değil. Ben sadece şaşırdım.” Barış koluma dokundu. “Senin adına sevindim. Gerçekten sevindim.” İçtenlikle gülümsedi.

İçtenliğine inanmak istiyordum. Fakat bir yanım bunun doğru olmadığını zaten biliyordu.

“Her neyse…” dedim, gülümseyerek. Savaş onun ikiziydi, tabi ki onu düşünecekti. “Sen neler yapıyorsun?”

Barış gözlerime dik dik baktı. Ona inanmadığımı anlamıştı. “Bak, ileride karakolun çardakları var.” Gösterdiği yöne döndüm. “Ben İren’in aracını park edene kadar geç, otur. Geldiğimde de senin şu ufaklığın nasıl gözdesi oldum, bilmek istiyorum. Gerçi içlerinden en iyisi benken gözdesi bir başkası olamazdı, değil mi?” Kıkırdayarak gözlerimi devirdim.

Gülümsedi. Belki beni dinlerken kardeşine ihanet ettiğini hissedecekti ama yine de benim için denemek istiyordu. Kurmaca ailemi tanımak istiyordu.

Barış’ı arkamda bırakıp ağır adımlarla bahsettiği çardağa doğru ilerlerken tekrar ettim.

Kurmaca ailem…

Efe’nin haberinin olmadığı kurmaca ailem…

Birazdan Savaş’a ifade verecek Efe’nin haberinin olmadığı kurmaca ailem…

Telefonuma sarıldım, saniyeler içerisinde Efe’nin numarasını tuşladım. Elim ayağıma dolaşmış bir vaziyetteydi, Efe’nin telefonu açmasını beklerken bile arkamı kontrol ediyordum.

“Efendim?”

Tekrar arkamı kolaçan ettim, kimse yoktu. “Duvarların inceliğinden üzerime gelmeye çalıştı. Bende uyku ilacı kullandığımı söyledim.” O gece ilacımı içmeyi unutmuştum. “Sende yüksek sesle müzik dinlediğini söyleyeceksin.” Savaş gibi düşündüm. “Muhtemelen sana, ben uyku ilacının etkisindeyken neden yüksek sesle müzik dinlediğini soracak. Çünkü bizi evde asla yalnız bırakmayacağını, Selin eğer ben derin uykudayken uyanırsa sana gelmek isteyeceğini söyledim. Bu yüzden sende ona Selin’in odasını görebileceğim bir pozisyonda oturduğunu söylersin. Bu onu…”

Devam etmeme müsaade etmeden adımı söyledi. “Aden… Tamam, canım. On dakikaya oradayım. Gelince konuşuruz olur mu?”

“Hayır, olmaz!” dedim, bağırarak. Ses tonumu ayarlayamamıştım, gözlerim tekrar çevremi kolaçan etti. Neyse ki bahçe bomboştu. Sesimin seviyesini düşürerek “Savcı yalnız kalmamıza asla müsaade etmez!” diyerek mırıldandım.

“Şimdi bölme ve dinle. Çünkü bu kadarla bitmiyor.” Tekrar arkamı kontrol ettim, hala kimse yoktu. “Savcıya aile olduğumuzu söyledim.”

“Ne?” Bunu nasıl açıklamam gerektiğini bilmiyordum. Bu durum Savaş’ı tanıyor olmasının da ötesindeydi.

Çardağa vardığımda gelebilecekleri yönü görebileceğim şekilde oturdum. “Zamanı gelince her şeyi anlatacağım. Şimdi sadece yapman gereken hiçbir şey görmediğini, duymadığını söylemek ve mükemmel bir aile babasıymış gibi davranmak.”

“On dakikaya oradayım, Aden! Konuşacağız ve evet, artık zamanı geldi.” Telefon yüzüme kapandı. Telefonu kulağımdan indirirken korku vücudumu sarmıştı. Efe geçmiş hayatımın her zerresine hâkim değildi, yalnızca izin verdiklerim kadarını biliyordu.

Lakin şimdi işler değişmişti. Attığım yalanın altında yatan sebepleri öğrenmek istiyordu, bana ayırdığı süre dolmuştu.

Ona ne söyleyecektim?

Ne kadarını anlatacaktım?

Stresten sağ bacağım ritmik olarak sallanmaya başladı, bilekliğimle oynamaya başladım. Öğrenmemesi gereken sırlarım vardı.

Kulaklarım Müge’ye ait olduğunu bildiğim kahkahayla dolduğunda bakışlarım bana doğru ilerleyen İren, Savaş ve Müge üçlüsüne doğru döndü. Kafamı eğdim. Telefonum ile ilgileniyormuş gibi yaparken sakinleşmeye çalışıyordum.

Şu an Efe’yi düşünmemeliydim. Tamam, belki bana ilk defa zamanı geldi diyordu ama yine de birbirimize tanıdığımız kişisel alanı önemserdik, değil mi? Beni zorlayacağını bile bile bazı şeyleri anlatmaya zorlamazdı… Zorlamazdı, değil mi?

Ayaklarımı yere sabitledim, kafamı kaldırmadan önce derin bir nefes aldım. Müge elindeki tepsiyi masaya bıraktığı anda onları yeni fark ediyormuş gibi kafamı kaldırdım. “Çay aldım, içimiz ısınsın.”

Gülümseyerek çardağa yerleşişlerini izlerken Efe’yi düşünmemeye çalışıyordum. Müge ve İren karşıma oturdu, Savaş ise hiçbir yere oturmadı. Tepsiden bardağını aldı ve Müge’ye bakarak “Sevdin mi peki İzmir’i?” diye sordu.

Bakışlarım onda oyalandı. Az önce kolumu çekip burun buruna gelmemize neden olan cesur adama nazaran fazla çekingen duruyordu. Bakışları bir an olsun bana dönmemiş, yanımda oturmaktansa ayakta kalmayı tercih etmişti.

İren’in bakışları Savaş’a kaydı, ayakta kaldığını fark edince kenara kaymaya yeltenmek üzereydi ki Savaş onu durdurdu. “Ben böyle iyiyim.”

“Sevdim aslında.” Dedi Müge, Savaş ve İren’in arasındaki diyaloğu umursamadan. “Garip bir havası var bu şehrin, insana huzur veriyor.”

Bu saatten sonra beni görmezden mi gelecekti? Dudağımın içini dişledim. Pekâlâ, canıma minnetti. O günden sonra yaptığımız gibi birbirimizin hayatlarına hiç dokunmamışçasına yaşamaya devam edebilirdik.

Yanıma oturmaya yeltenmemesi için olduğum yerden biraz daha kenara doğru kaydım, ona sırtımı döndüm. “Peki, senin nasıl yolun düştü buraya?” Diye sordu, Müge İren’e.

“Benimkisi bir kaçıştı aslında. Yazları gelip gideceğim bir yer ararken Spil dağının eteklerinde bir ev buldum.” Sesine yansıyan heyecanla gülümsedi, gülümsemesi bulaşıcıydı. “Aynı çocukken kaçtığımız Savaşların yazlık evini andırıyordu.” Gülümsemem durgunlaştı. O yazlık evi hepimizin kaçış noktası olmuştu, her bir köşesinde hatırlamaya kaçındığım hatıralarımız vardı.

Savaş çayını masaya bırakıp sigarasını yaktı. Müge buruk bir gülümsemeyle Savaş’a baktı.

“Bende bunu bir işaret olarak algıladım ve o evi tuttum. Eh tabi, eve alıştıkça anladım ki ben Ege’nin insanıyım. Böylelikle temelli bir dönüşe kalkıştım.”

“Burada yaşamayan yalnızca benim sanırım.” Müge dudaklarını büzdü. İren aklına gelen şeyle gülümsedi. “Bir şey soracağım… Bana gelmek ister misiniz? Aynı lisedeki gibi…”

Masada uzun soluklu bir sessizlik oluştu. Çayıma uzandım, ne diyeceğimi bilmiyordum. Savaş ile aynı yerde bulunmak istemiyordum. Savaş gelmeden bu organizasyonu yapamaz mıydık?

“Nereye gidiyoruz, bakalım?” Barış, İren’in anahtarını masaya bırakırken yanıma oturdu.

“Bana geliyorsunuz. Yani geliyorsunuz, değil mi?” Çayımdan büyük bir yudum aldım. Çocuklu bir birey olduğumu söyleyip bu plandan kaçabilirdim. Eşimi, okulumu bahane edebilirdim. Lakin bir yandan da onlarla lisedeki gibi olmayı deli gibi istiyordum. Onları özlemiştim.

“Çok isterdim…” dedi, burukça Müge. “Ama yalnız gelmedim.” Sağ elini havaya kaldırıp nişan yüzüğünü gösterdi.

İren dehşete kapılmış bir ifadeyle Müge’nin elini çekip yüzüğe yakından baktı. “Nişanlandın mı? Kimle? Nasıl? Ah, inanmıyorum!”

Müge’nin kaçamak bakışları Barış’a döndü, refleks olarak bende Barış’a döndüm. Barış tepkisizçe Müge’ye bakıyordu. Daha doğrusu Müge’nin parmağındaki yüzüğe bakıyordu.

“Anlatırım, daha sonra.” Müge elini İrenden kurtardı. İren alınmış bir ifadeyle bize döndü. “Siz biliyor muydunuz?” Olumsuz anlamda kafamı salladım. “Bende bu sabah öğrendim.”

“Tanıştınız mı yani?” İren kaşlarını çattı, kıskanç bir çocuk gibi omuzlarını silkip Müge’ye baktı. “Bende tanışmak istiyorum…”

Müge gülümsedi. “Bugün meşhur balıkçımıza gidecektik. Eğer isterseniz hep birlikte gidelim, hem tanışmış olursunuz.”

“Harika olur!” İren ellerini birbirine çırptı. “Hemen altı kişilik bir rezervasyon yaptıralım.” Müge itiraz etmeden telefonunu cebinden çıkarttığında Efe ve Selin’i de dahil edip “Sekiz.” Dedim. İkizler beni evli zannediyorken buluşmaya tek gelmem saçma olurdu.

İren şaşkınlıkla aralanmış dudaklarını eliyle kapatırken Savaş “Ben müsait değilim. Siz yedi kişilik bir buluşma ayarlayın.” Dedi.

Müge alınmış gibi dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı. “Senin de gelebileceğin bir gün ayarlayalım.”

İren’in önerisini düşünmeden reddetti, Savaş. “Uzun bir süre müsait olamayabilirim.” Gülümsememek için alt dudağımı dişledim. Bundan daha güzel bir haber olamazdı, rahatlamıştım.

“Ayarlarsınız ya!” Barış’ın bakışları Savaş’a döndü, onunla beraber bende Savaş’a döndüm.

Savaş, Barış’a susmasını işaret edercesine kaşlarını kaldırdı, Barış devam etti. “Hem Bahar ile başka ne zaman tanışacaklar, düğününüz de mi?”

Bahar…

Bahar mı?

Savaş dişlerini sıktı. Hayatında biri vardı ve az önce beni…

Elimdeki bardağı masanın üzerine bırakırken duyduklarımı hazmetmeye çalışıyordum. İzin verseydim, ne olacaktı? Elim enseme gitti, boğazıma yumru oturmuş yutkunamamıştım.

“Eh ama yuh artık!” İren isyan edercesine ellerini iki yana açtığında sağ bacağım kontrolüm dışında titreyeme başladı.

Adi pislik…

Yakasına yapışıp nasıl bir karaktersiz olduğunu suratına bağırmamak için kendimi güçlükle tutuyordum.

Burnumun direğinin titredi, öfkeyle dolup taşmıştım. Kontrolumu kaybetmek üzereydim. Ellerimi birbirine kenetleyip tırnaklarımı derime geçirdiğimde görüş açıma Efe girdi. Otoparka hızlı bir giriş yapıp motorunu tam yanımızda durdurmuştu.

Rahat bir nefes verdim. Zamanlaması harikaydı. Hatta harikanın da ötesindeydi. Biraz daha geç kalsaydı olabilecekleri düşünmek bile istemiyordum.

Efe kaskını çıkartırken gergin bir ifadeyle oturduğum insanlar arasında tanıdık bir yüz arıyordu. “Sevgilim!” dedim, oturduğum yerden kalkarken. Efe yadırgamadı, yüzüne yerleştirdiği geniş gülümsemesiyle motorunu durdurdu. “Sizi tanıştırayım.”

Efe’nin yanına geçtim. “Eşim…” Kulağa söylemesi çok garip geliyordu. “Efe.” Hepsinin adını teker teker saymadan önce arkadaşlarımı gösterdim. “Çocukluk arkadaşlarım.”

Efe hepsiyle selamlaştı. Habersizce oynamaya zorladığım rolünü kusursuzca sergiliyordu. Ta ki sıra Savaş’a gelene kadar. Efe, Savaş’a elini uzattı. Savaş önce Efe’nin uzattığı ele baktı, daha sonra sıkıca Efe’nin elini sıktı.

Efe’nin bakışları ‘Kim bu?’ dercesine bana döndü. Bu bakışları tanıyordum, sinirlenmeye başlıyordu. “Savcı.” Dedim, ismini söylemeden.

“Savaş.” dedi, kendini tanıtarak Savaş. Efe kibirle gülümsedi, ellini Savaştan kurtardı ve onu görmezden gelerek kolunu omzuma attı. “Selin’i okula bıraktım, canım.” Dedi, sanki her daim bana haber geçmesi gereken bir eşmiş gibi. “Akşam içinde Eda’dan rica ettim, okuldan o alacak.”

“İyi yapmışsın.” Dedim, gülümseyerek. Acı bir gülümsemeydi. Çünkü Efe, Savaş’ın kim olduğunu anlamıştı.

“Ay tanrıçası…” dedi bir anda Barış. Selin’in isminin yunanca karşılığını dile getirmişti. “İsmi çok güzelmiş.” Gülümsedim. Yalnızca ismi değil, demek istedim o an. Selin dünya üzerinde görüp görebileceğim en güzel kız çocuklarından birisiydi.

“Yok artık! Teyze mi olduk?” İren’in sorusu bana değil, Mügeyeydi. Müge gururlanarak gülümsedi, olumlu anlamda kafasını salladı ve fısıldadı. “Sekiz kişi…” İren küçük bir matematik hesabından sonra şaşkınlıkla aralanmış dudaklarını eliyle örttü.

“Efe Çelen değil mi?” Savaş’ın buz gibi sesi gülümsememi soldurdu. “Daha fazla oyalanmayalım, ifadeye geçelim.”

“Tabi, savcım. Önden buyurun, lütfen.”

Efe motorun kaskını masaya bırakırken bana göz kırptı. Her şeyin yolunda olduğunu söylüyordu. Fakat Savaş ile aralarında oluşan elektrik hiç hoşuma gitmemişti. Onları yalnız bırakma fikrini sevmemiştim.

Savaş ve Efe ilerlemeye başladığında kısa bir anlığına duraksadım. Burada durup beklemektense karakolun içinde beklersem camdan onları izleyebilirdim. Efe’nin bıraktığı kaskı alırken İren kıkırdayarak masaya vurdu. “Maşallah! Ağzının tadını biliyorsun yani.” Ne dediğini anlamayarak baktığımda İren devam etti. “Seçimlerin diyorum... İkisi de birbirinden iyi diyorum.”

Yüzümü buruşturdum. Kastettiği şeyin Savaş ve Efe olduğunu öğrenmek midemi bulandırmıştı. Hiçbir şey demeden yanlarından ayrılırken Barış’ın “Patavatsızsın, İren.” Dediğini işitmiş, hemen arkamdan da Müge’nin kalktığını görmüştüm.

İren her zaman böyleydi işte. Durması gereken yeri bilmez, söylediklerinin nereye gideceğini umursamazdı. Onu uzun zaman önce böyle kabul etmiştik.

Karakola girip Efe’nin ifade vereceği odanın kapısına doğru ilerledim. İrenden daha önemli sorunlarım vardı. Eğer Savaş, Efe’yi sıkıştırırsa gerçekler açığa çıkabilirdi. Buna izin veremezdim.

Odanın kapısının önüne geldiğimde storları kapatmadıklarını fark ettim, derin bir nefes aldım. Savaş her zamanki yerine geçerken Efe de onun karşısına oturmuştu.

“12 numaralı dairede oturuyorsunuz değil mi?” Savaş’ın dudaklarını okudum. Bunu hala yapabildiğime inanamıyordum, dudaklarımda küçük bir tebessüm peydahlandı.

Efe onaylarcasına kafasını salladı. “Aden ile mi yaşıyorsunuz?”

Efe omuzlarını dikleştirdi. “Evet, eşim ve kızımla birlikte yaşıyorum.”

“Resmiyette ikiniz de bekar gözüküyorsunuz.” Savaş’ın bakışları sanki beni hissetmiş gibi pencereye kaydığında afalladım, ne yapacağımı bilemedim ve hızlıca arkamı döndüm.

Kollarımı göğsümde birleştirip sanki sadece burada beklemeye karar vermişim gibi duruyorken storların sertçe kapandığını işittim.

Kahretsin!

Arkamı dönüp kapanan storlarla baktığımda odanın hemen önündeki boş koltuklar dikkatimi çekti. Belki göremiyordum ama… duyabilir miydim?

“Savaş savcım burada mı?” Savaş’ın ismini işitmemle bakışlarım sesin sahibine, elinde kocaman bir buket tutan kıza döndü. Kızın neşe saçan mavi bakışları polis memurunun üzerindeydi. Polis memuru Savaş’ın nerede olduğunu hatırlamaya çalışırken kadın omuzlarına dökülen sarı tutamlarını geriye doğru ittirmiş, sabırsızlıkla beklemeye başlamıştı.

“Sanırım az önce ifadeye girdi, Bahar Hanım. Burada bekleyebilirsiniz.”

Bahar Hanım…

Barış’ın bahsettiği Bahar…

Hanım…

Karakolda da tanınan biriydi. Kız bekleme koltuklarından birine yönelirken onu uzun uzun inceleme fırsatım oldu. Kızın buketteki pembe çiçeklerle uyumlu pembe bir kazağı vardı. Montu, botları çorabı ve hatta dizinin altına kadar gelen tozluklarıyla aynı renkteki beyaz eteğiyle birkaç dakika önce fındıkkıran balesinden çıkmış gibi görünüyordu.

Üzerindekiler tatlı görüntüsünü destekliyordu. Kız yüzünden eksiltmediği gülümsemesi ile bekleme koltuğuna oturdu. O ve çiçekleri tek kişilik yere zor sığmıştı.

Karşısındaki koltuğa oturdum. Sadece sevgililer miydi? Yoksa daha fazlası mı vardı, nişanlılar mıydı?

Bakışlarım kızın zarif parmaklarına kaydı. Aksesuar olarak taktığı yüzükleri vardı ama nişan yüzüğü yoktu. Nişanlısı değildi.

Ama Savaş’ın onun hakkında ciddi olduğu belliydi. Kızı Barış ile tanıştırmıştı. Hatta belki İlknur anne bile onu tanıyordu.

Dudaklarımı araladım. Onunla konuşmak üzereydim, ne yapıyordum ben? Kimse kimdi. Neyse neydi. Umurumda olmamalıydı. Telefonumu cebimden çıkartıp sosyal medya hesabımda gezinmeye başladım.

Ekran parmaklarımın ucunda kayıyordu. Lakin yine de zihnimi oyalayamıyordum. Kız elinde kocaman bir buketle gelmişti. Arkadaştan daha fazlasıydılar, görebiliyordum.

Olabilirlerdi. Savaş yaşamaya devam etmiş, hayatına birini almıştı. Bu çok normaldi. Zaten kabullenemediğim bu değildi.

Hatta belki de onun adına sevinmeliydim bile ama bunu yapamıyordum.

Birkaç saat önce nefesini dudaklarımda hissettiğim adam adına mutlu olamıyordum.

Onu kıskandığım için değil. Hayır, onu kıskanmıyordum. Kıskandığım şey, mutluluğuydu. Ben olmadan da mutlu olabilme düşüncesiydi. Benden çaldığı mutluluğu, bizden çaldığı mutluluğu başkasına layık görmesiydi.

Ona en çok ihtiyacım olduğu gün beni bırakıp gitmişti. Geride kalan bendim. Onun için iyi dileklerim yoktu. Aksine gittiği için ağladığım her gece bir an bile mutlu olmamasını diliyordum.

Kollarımı göğsümde birleştirip kafamı duvara yasladım. İçimde bir yerde o gün arkasını dönüp gittiği kız çocuğunun hala umutla geleceği günü beklediğini biliyordum. En çok da ona kızıyordum. Görmeyi reddettiği manzara karşısındaydı işte. Savaş gittiği yerde mutluydu.

Odanın kapısı aralandı. Kız coşkuyla oturduğu yerden kalktı, kapıya doğru ilerledi. Görüş açıma önce Savaş daha sonra Efe girmişti. Bakışlarım saate kaydı. Ne zamandır konuşuyorlardı?

Doğruldum, Savaş’ın bakışları beni buldu, gözlerimi kaçırdım. Varlığımın onu rahatsız etmesini istemiyordum. Anlarını mahvetmeyecektim.

Yanlarından geçip gittim, Efe’nin elini tuttum. Efe, Savaş ve Bahar’a kısa bir anlığına bakıp onu ilerlemeye zorladığım yöne döndü. “O değil mi?”

Sessiz kaldım. Anladığını zaten biliyordum. Bunun için beni kıvrandırmasına gerek yoktu.

Konuyu dağıtmaya çalışarak “Konuşmadın değil mi?” diye sordum.

“Biliyordum.” Ukalaca gülümsedi. Bakışları yine Savaş’a doğru döndü, elini sıktım. Savaş onu fark ederse onun hakkında konuştuğumuzu anlardı, bunu istemiyordum. Hala onu unutamamış kız olmak istemiyordum. Yanaklarıma hücum eden kanla kafamı eğdim. “Bakıp durma!”

“Kız arkadaşı değil mi yanındaki?”

Omuz silktim. “Bilmiyorum.” Biliyordum. Kız arkadaşıydı. Lakin şu an konuşmak istediğim son şey Savaş’ın kız arkadaşı ve daimî mutluluklarıydı.

“Son bir soru…” Karakolu arkamızda bırakıp bahçeye çıktığımızda bu konuyu noktalayabilmemiz adına Efe’nin soracağı son soruyu sabırla bekledim. “Oynadığımız bu oyun” Efe’nin gözleri birbirine kenetlenmiş ellerimize kaydı. “Savaş için mi?”

Efe’nin elini hızlıca bıraktım. “Hayır!” Ani çıkışımın ardından derin bir sessizlik hüküm sürdü. Yalan söylüyordum. Bu oyunu Savaş’ın canını yakabileceğimi düşündüğüm için başlatmıştım. Sevgilisi olduğunu bilmeden, hala kalbini kırabilecek o kız olmadığımı öğrenmeden önceydi.

Efe yalan söylediğimi anlayacak kadar beni tanımıyordu. Yalanımı sürdürdüm. “Hepsi çok mutlu görünüyordu.” Aralarında ezildiğimi hissetmesi için gözlerimi kaçırdım. “İren kendini ait hissettiği bir yuva bulmuş, Müge ise nişanlanmış. Savaş zaten gördüğün gibi savcı olmuş. Güzel bir ilişkisi var, ailesiyle tanıştırdığı bir ilişki… Barış desen…” sıkıntılı bir nefes verdim.

“Hepsi güzel yerlere gelmiş ve geldikleri yerden o kadar mutlu görünüyorlardı ki kendimi garip hissettim. Güç bela kazandığım okulda hala öğrenciyim. Başarılı mıyım, tartışılır. Öğrenci olmayı seviyor muyum, onların meslek sahibi olduklarını öğreneme kadar evetti ama şu an hayır.”

Mahcup olduğumu hissetmesi için gözlerimi yumdum. “Aradan geçen onca seneye rağmen hayatım hakkında anlatacak bir şey bulamadığım için buna sığındım. Üzgünüm… Akşam yemekte doğruyu söylerim.”

“Hayır, buna gerek yok.” İnandırmıştım. Kirli dünyama onu bir kez daha dahil etmiştim. “Devam edebiliriz. Sorun değil.” Gözlerine bakarken teşekkür edercesine gülümsedim. Bu oyuna ihtiyacım vardı ve artık sadece Savaş için değildi.

Motorun yanına vardığımızda kaskını Efe’ye doğru uzattım. Arkadaşlarımın sağlam temeller üzerine kurduğu hayatlarını dinledikçe sorguda söylediğim yalanı sürdürmem gerektiğini biliyordum. Aksi taktirde gözlerinde geride bıraktıkları o kız olarak kalacaktım.

Ona muhtaç, onlar olmadan devam edemeyeceğine inanan o kız.

“Konuşmadım.” Efe’nin sesi düşüncelerimden ayrılmama yardımcı oldu. “Ama bu doğru değil, Aden. Susmamız doğru değil.”

“Biliyorum.” Çardağın tahtasına yaslanırken kollarımı göğsümde birleştirdim. “Bende susmak istemiyorum ama...” Vicdanım ve Efe arasında gidip geliyordum. Bakışlarım bulutlu gökyüzüne kaydı. Hala nefes alabiliyorsam vicdanım sayesinde değil, Efe sayesindeydi. Ona büyük bir vefa borcum vardı.

Belki de bu yüzden karşısında ne olursa olsun ömrümün sonuna kadar onu ve Selin’i seçecektim. “Ama... Anlatmaya karar verirsek bunun sonrasında olabilecekleri de düşünmek zorundayız.”

Bakışlarıma yerleşen korkuyla tekrar Efe’ye döndüm. “İzlendiklerini biliyor olabilirler, Efe. Eğer ifade verirsen emin olurlar, sana ulaşabilirler. Sana ulaşmaları demek ne demek, bilmiyorum. Bu insanlar katil! Ama her şeye rağmen ifade vermek istiyorsan gidip olan biten her şeyi birlikte anlatabiliriz. Yalnızca görenin bir kişi değil, iki kişi olduğunu öğrenirler. Bana da ulaşırlar. Ama eğer… benim güvenliğimden endişe edip kendininkinden etmiyorsan...” Ne diyeceğimi tahmin eden Efe derin bir nefes verdi.

“Susacağız.”

 

 

 

🕯️

 

 

Hellooo bebişlerimmm🌸💕

 

 

Nasılsınızzz?

 

 

Ben şu satır arası boşluklarını ayarlayamadığım için kanser olmakla meşgülümmm.

 

 

Hala düzgün çalışan bir uygulama bulamadım :( Neyse burayla idare edeceğiz. ŞİMDİLİK (Önerilere açığım...)🕊️

 

 

Bir önceki bölümde bahsettiğim sorgu ifadesindense bu bölümde olay akışından devam etmek istedim. Diğer türlü çok kafa karıştırıcı olacağını düşünüyorum. Bence o ifadelere cinayet işlendikten sonra devam etmemiz daha eğlenceli olacak. Katile adım adım birlikte yürümüş olacağız.🩶

 

 

Hemennn şuraya kitaptaki karekterler için açtığım tiktok hesabımı da ekleyip kaçacağım ballarım.

 

 

Tiktok: begmozturuk

 

 

Şimdilik hoşçakalın ballarım. Pazartesi tekrar buluşana kadar kendinize cici bakın💋

 

 

Bölüm hoşunuza gittiyse satır aralarında benimle buluşmayı, yıldızları parlatmayı unutmayın. Öpüldüüünüzz❤️

 

Loading...
0%