@begumozturuk
|
Mavi Gri – Ölümle Yaşam Arasında
Aden Karaca 2017
Acı dolu haykırışlar, içten hıçkırıkları takip ediyordu. Duyuyordum. İnsanlar benimle göz teması kurmak için eğiliyor, baş sağlığı diliyorlardı. Görüyordum. Merdivenin ikinci basamağına oturuyor, evimize giren insanları seyrediyordum. Siyah eşarplarıyla kombinledikleri siyah tonlu kıyafetleri, özenle taradıkları saçlarını ve markalı gözlüklerini inceliyordum. Hepsi birbirinden şık, birbirinden bakımlı görünüyordu. Kimisi beni görmezden gelerek içeri giriyor, kimisi bana acıyarak bakıyor ve baş sağlığı diyordu. Hepsini görüyor ve duyuyordum. Sessiz kalsam da annem gibi için için ağlamasam da onların diline doladığı gibi şok geçirmiyordum. Kendimdeydim. Az önce kardeşini bir avuç toprağa emanet etmiş bir abla kadar kendimdeydim. Avucumun içinde sıkıca tuttuğum toprağa baktım. Bu toprak benim kardeşimdi, avuçlarımın içinde sıkışan toprak benim kardeşimdi. Toprağı dudaklarıma doğru götürdüm, öptüm. Kokusu burnuma doldu. Kokması gerektiği gibi kokmuyordu, ferah gibi kokmuyordu. Toprak gibi kokuyordu. Bir avuç toprak gibi. Gözlerime yaşlar doldu, çenemi dikleştirdim. Bir damla göz yaşı dökmeyecektik. Asaf göz yaşlarıma dayanamazdı, benimle ağlardı. Onu bugün ağlatmayacaktım. Bugün onu üzmeyecektim. "Aden... Aden'im. Güzel kızım..." İşittiğim tanıdık sesle bakışlarım sesin geldiği yöne yani kapıya doğru döndü ve sesin sahibiyle göz göze geldim. Hoş, gelmesem bile onun kim olduğunu anlardım. O bana güzel kızım diye hitap eden tek kadındı. Gelen kişi yan evimizde oturan İlknur anneydi. Bir keresinde bana ona anne diyebileceğimi söylemişti ve ben sesli bir şekilde hiçbir zaman dile getiremesem bile o günden sonra içimden ona hep anne diye hitap etmeye başlamıştım. O benim ikinci annemdi, annemdi. İlknur anne aramızdaki kısacık mesafeyi kapatıp beni kollarının arasına aldığında bugün bana sarılan ilk yetişkinin o olduğunu söylemek, bunun için teşekkür etmek istedim. Lakin ağzımı açıp tek kelime edemedim. Sarılışına karşılık vermedim, oturduğum yerden doğrulmadım. Sadece hissettim. Bir annenin kollarından o sıcak şefkati hissettim. Yavuz amca, yani İlknur annenin eşi burukça tebessüm edip bana merhaba dedi. Bizim bir merhabalarımız ve hoşça kalımız vardı. O da küçük bir tebessümdü. Bilirdim, hissederdim o beni İlknur anne kadar sevmezdi. Donuk bakışlarım Yavuz amcanın üzerinde dolaştı. Bugün olmazdı. Kardeşimin gittiği gün olmazdı. Basit bir merhaba için bile gülümseyemezdim. İlknur anne benden ayrılıp dün gece rahat uyuyayım diye ördüğü saçlarımı okşadı. On sekiz yaşındaydım, çocuk değildim. Fakat hala İlknur annenin dizinin dibine oturup saçlarımı ördürecek kadar çocuktum. İlknur anne koşuşturmadan dağılmış tutamları kulağımın arkasına itti. İlgiyle yanağımı okşadı ve "Nasılsın, güzel kızım?" diye sordu. Nasıldım? Bilmiyordum... Nasıl olduğumu bilmiyordum. Kalbim acıyordu. Boğazımda nefesimi kesmek isteyen dokunuşlar hissediyordum. Canım yanıyordu ama aynı zamanda da deli gibi korkuyordum. Dudaklarımı araladım. Söyleyeceğim yalan için hazırlandım, iyiyim demeye hazırlandım. Fakat omuzlarıma sarılan kollar buna engel oldu. Barış gelmişti. İlknur annenin oğlu, kardeşim gelmişti. İlknur anne sarılırken sabit duran kollarım Barış'ı sıkı sıkıya sardığında ve oturduğum yerden beni doğrultmasına izin verdiğim anda içimde ağlamamak için büyük bir savaş verdim. "Üzgünüm, üçüncü. Çok üzgünüm..." kafamı boynuna gömdüm, sessizce ağlarken sarsılan bedenine sarıldım. Barış saçlarımı okşadı. Dokunuşlar İlknur anneyi andırıyordu. "Nasılsın diye sormayacağım sana." Dedi, yitip gitmiş bir sesle. "Bugün inanmam çünkü söyleyeceğin yalana. İnanamam." Dudağımı ısırdım. Elimdeki toprağı daha fazla sıktım. Barış beni her gördüğünde nasılsın diye sorardı. İyiyim derdim, bana inanırdı. Öyle sanırdım ama bugün anladım ki o bana hiç inanmamış, sadece yalanımı kabullenmişti. Barış benden ayrılıp bir adım gerilediğinde kafamı kaldırdım, ona baktım. O bu cenazeye özenmeden gelen tek kişiydi. Saçları darmadağındı, gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Üzerinde ise benim gibi pijamaları vardı. Gözlerimle teşekkür ettim ona. Burada olduğu için, diğer konuklar gibi bahçedeki kameralara oynamadığı için, Asaf için geldiği için... Barış göz pınarlarını ovuşturdu, titreyen nefesini dudaklarından verdi ve beni yerimden sarsacak o cümleyi kurdu. "O benim de kardeşimdi, üçüncü." Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı aşağı yukarı salladım. Evet, Asaf onun da kardeşiydi. Kimi zaman Asaf’ın Barış ile Savaş’ı benden daha çok sevdiğini bile düşünürdüm. Savaş... Bakışlarım Barış'ın arkasındaki boşluğa döndü. Gözlerim onu aradı. Savaş neredeydi? Yalnız bırakmazdı bugün beni o. Çok yalnız hissettiğimi bilirdi, elimi tutardı. Tutacaktı da sadece biraz beklemeliydim. Biliyordum, gelecekti. Boşluğu kısa bir süre sonra Müge doldurdu. Yüzündeki panik ifadesiyle etrafına bakındı. İlk önce İlknur anneyi hemen sonrasında da beni gördü. Dudaklarını büzdü, aramızdaki mesafeyi koşarak kapattı ve kollarını sıkıca boynuma doladı. "Başın sağ olsun, Aden'im... Başımız sağ olsun, kardeşim..." kollarımı Müge'nin beline dolayıp sarılışına aynı sıcaklıkla karşılık verdiğimde Necmiye babaanneyi yani Müge'nin babaannesini elinde bastonuyla içeri girerken gördüm. Yaşlar gözlerime doldu. Necmiye babaanne güçlükle yürürdü, evden dışarı çıkmazdı ama şimdi buradaydı. Asaf için gelmişti. Bizim için gelmişti. Müge benden ayrıldı. "Hissediyorum, Aden. Kalbimin orta yerinde hissettiklerini hissediyorum." Bakışlarım Müge'nin uçsuz bucaksız bir denizi andıran gözlerine döndü. Gözlerinde keder vardı, sanki kendi kaybını anımsamıştı. Müge küçük yaştayken ailesini trafik kazasında kaybetmişti. Bir yıl kadar kimsesizler yurdunda kalmış, daha sonra da babaannesiyle yaşamaya başlamıştı. Onun kaybı bizimle tanışmadan önceydi. Ailesini kaybettiği gün arkadaşları yoktu, akrabaları yoktu, hiç kimsesi yoktu. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda burnumun direğin titrediğini fark ettim. O gün hissettiği yalnızlığı gideremezdim belki ama ona artık birbirimize sahip olduğumuzu gösterebilirdim. Müge'yi kendime doğru geri çekip sıkıca sarıldım. Hem ona hem de kendime hatırlattım. Yalnız değildim, yalnız değildik. Eksiktik. Biliyordum, hiçbir zaman tam olamayacaktık ama hissettiğimiz eksikliğin daha az acıtması için birbirimizin elini hiç bırakmayacaktık. Müge kendini tutamayarak ağlamaya başladığında yanaklarımın içini ısırdım ve tekrarladım. Ağlamayacaktım. Bugün ağlamayacaktım. Asaf bir köşede beni izliyordu, onu hissedebiliyordum. Bugün onu üzmeyecektim. Hayır, ağlamayacaktım. Babaanne bize doğru ağır adımlarla ilerlerken kapıdan içeriye telaşla İren girdi. Koşuşturmuş gibi nefes nefeseydi. Gözleri hızlıca bizimle buluştu. İlknur anne, Yavuz amca, Barış, Müge ve bize doğru yürümekte olan babaanne ile birlikte dikkat çekecek bir kalabalık oluşturmuştuk. Mügeden usulca ayrıldım, İren hiç duraksamadan boynuma atladı ve boştaki eliyle Müge'yi de sarılışımıza dahil etti. Her bir sarılışta avuçlarımdan biraz daha toprak kayıp gidiyordu. Kardeşim her geçen saniye sanki benden biraz daha uzaklaşıyordu. "Başın sağ olsun, arkadaşım. Ben... Ben çok üzgünüm..." Gözlerimi yumdum. Yirmi yedinci olmuştu. Bu bugün aldığım yirmi yedinci baş sağlığı dileğiydi. Gücümün giderek tükendiğini hissediyordum. Mezarlıktan döndüğümüzde yalnız başımaydım. Ailem kendi üzüntülerine kapılmış, beni göz ardı etmişti. Üzülmemiştim. Onlara da kendime de zaman vermiş, onlardan uzaklaşmıştım. Şimdi ise yanımda sevdiğim, beni seven insanlar vardı. Beni görüyor, acımı hissediyorlardı. Bana sarılıyor, güç vermeye çalışıyorlardı ama bunu her yaptıklarında sanki canım daha fazla yanıyordu. Kötü hissediyordum. Kuytu bir köşeye ihtiyacım vardı, tekrar yalnız olmaya ihtiyacım vardı. Gözlerimi açıp derin bir nefes aldım. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Dudaklarımı birbirine bastırdım, kızlardan yavaşça uzaklaştım. "Canım torunlarım benim, dünya güzellerim..." Babaanne bize doğru bir adım daha atıp tam karşımda durdu. Hepimizi canım torunum diye severdi. Asaf'ı da... "Bilirim… Kardeş acısı da evlat acısı kadar ağırdır, kara kuzum. Göğsüne keskin bir bıçak saplanır, kanadıkça kanar. Lakin zaman... zaman yavaşlatır o kanamayı, kızım. Durduramaz belki ama yavaşlatır, alıştırır. Alışırsın göğsüne saplanan o bıçağı, bıçağın açtığı kanayan yaraya." Babaanne beni kollarımdan tuttuğunda toprağı tutmayan avucumu öyle sıkı bir yumruk yaptım ki tüm acılarımı sanki yumruğumun içinde toplanmıştı, sanki ben onları hapsetmiştim. "Orada mutlu olduğunu bil, güzel kızım. O kurtuldu bu hayatın keşmekeşinden." Titrek bir nefes aldım. Mutlu muydu gerçekten gittiği yerde? Unutur muydu beni orada? Dudaklarımı tekrardan birbirine bastırdım. Biliyordum, eğer içimde hapsetmeye çalıştığım çığlığım dudaklarımdan dökülürse beni kimse durduramazdı. Sımsıkı tutuğum avucumun acıdığını hissediyordum. Fakat fiziksel acı hissetmek, ruhani acı hissetmekten daha iyi geliyordu. Kalbim değil, bedenim acısın istiyordum. Benim kardeşim daha on beş yaşındaydı. Geceleri kâbus gördüğümde yanıma gelecek, birlikte uyumak isteyecek kadar küçüktü. Babam beni kolumdan tutup sürüklediğinde bir köşede korkudan kriz geçirecek kadar küçüktü. Daha çok küçüktü. Bakışlarımı kaçırdım, daha fazla duymak istemiyordum. İçimde fırtınalar kopuyordu. Kardeşim ölmüştü benim. Bir daha onun saçlarını okşayamayacak, kokusunu içime çekemeyecektim. Bitmişti her şey. Kaybetmiştim kardeşimi ben. Dizlerimin bağı çözülüyordu. Kendimi çok zor tutuyordum. Kızlar belki kollarımı bıraksalar olduğum yere yığılır, kalırdım. Yaşlar göz pınarlarıma doldu. Sımsıkı sıktığım elim titreyerek boğazımı sardı, nefes alamıyordum. Gücüm tükeniyordu. Ona ihtiyacım vardı, kardeşime. Barış korkuyla bana doğru atıldı, İlknur anne panikleyerek mutfağa doğru ilerledi ve en sonunda onun dudaklarından adım yankılandı. "Aden..." Kafamı kaldırdım, bakmaya doyamadığım gözleriyle göz göze geldim. Birkaç adım uzağımdaydı. Gözleri kan çanağına dönmüştü, yeşilleri daha koyu bir tona bürünmüştü. Bitik bir haldeydi ama gelmişti. Geleceğini söylemiştim, Savaş bana her zaman gelirdi. Eve geldiğim andan beri bir adım atacak gücü toparlayamayıp merdivenlerin başında pes eden bacaklarıma sanki güç geldi. Barış'ın kolunda kurtuldum, kızları arkamda bıraktım ve Savaş'a doğru koştum. Kollarını benim için açıp beni güvende hissettiğim tek yere aldığında ben gözyaşlarımla verdiğim savaşta yenik düştüm. Hıçkırıklarım boğazımı yırtacak kadar yüksek sesle dudaklarımdan döküldü, sesim tüm odaları inletti. Savaş, belime daha sıkı sarılıp doğruldu, ayaklarım yerden kesildi. Tir tir titriyordum. Hissettiğim acıyı içimde tutamayacak duruma gelmiştim. Canım öyle bir yanıyordu ki acısını iliklerime kadar hissediyordum. Ben bugün kardeşimi toprağa vermiştim. Ben bugün canımın bir parçasını kaybetmiştim. Ben bugün hiç bilmediğim bir sabaha uyanmış, ömrümün sonuna kadar yarım yaşayacağımla yüzleşmiştim. Kalbim ağrıyordu. Kalbimde babaannenin bahsettiği bıçağı hissediyordum. Canım çok yanıyordu. Asaf'ın sesi kulaklarımdaydı. Ağlıyordu. Onu üzmüştüm, bugün bile onun ağlamasını engelleyememiştim. Kendimden nefret ediyordum. Berbat bir ablaydım, berbat bir kardeştim. Kafamı Savaş'ın boynuna gömdüm. Artık gözyaşlarım sessiz akıyordu, yaşlarımı bir tek Savaş hissediyordu. Her zaman olduğu gibi. Herkese ördüğüm duvarlarım bir tek ona inerdi. Bir tek onun yanında dürüst olur, kendim olurdum. Savaş'ın burnunu saçlarıma dayayıp derin bir nefes aldığını hissettim. Bir eli belimi, bir eli omuzlarımı sıkıca tutuyordu. Savaş olduğu yerde dönüp kapıya yöneldiğinde görüş açım merdivenlerin olduğu yöne doğru dönmüştü ve o an arkamda bıraktığım enkazla yüzleşmiştim. İlknur anne titreyen ellerinde tuttuğu su bardağıyla birlikte duvardan destek alıyor, ardı ardına akan yaşlarını elinin tersiyle temizliyordu. Barış duvarın dibine çökmüş, kafasını dizlerine gömmüş iç çekerek ağlıyordu. Müge de Barıştan farksız değildi. Hıçkırıkları birbirine karışıyor, aynı acıyı benimle birlikte omuzlarında taşıyorlardı. Babaanne... Babaanne kalbini tutuyordu. İren babaanneye destek vermek istercesine onu tutuyor, çaresizce bana bakıyordu. Kalbim daha da acıdı, hıçkırıklarım boğazımı yaktı. Artık bahçeye çıkmıştık, Savaşların evinin bahçesine doğru ilerliyorduk ama ben hala gördüğüm o görüntüyü gözümün önünden silemiyordum. Babaanne kalbini tutuyordu, İlknur anne çok kötü görünüyordu. Müge kendini kaybetmişti, Barış yıkılmıştı. Asaf ölmüştü. Kardeşim ölmüştü. Savaş eğildiğinde ayaklarım yere bastı ama dengemi koruyamadım, kollarım hala Savaş'ın boynuna sarılı olsa da düşecek gibi oldum. Sanki zemin ayağımın altından kaymıştı. Savaş bana daha sıkı sarıldı, ikimizi de yavaşça dizlerinin üzerine çöktürdü. Artık sadece ikimizdik. Etrafımızda kimse yoktu, sadece o ve ben vardık. Saatlerdir konuşmamaya ant içmiş dilim çözüldü. Kollarımı Savaş'ın boynundan çekerken gözyaşlarımın arasında anlatmaya başladım. "Gitti, Savaş... Beni güçsüz... güçsüz bıraktı ve gitti. Veda bile etmedi bana. Veda etmesi gerekiyordu. Belki o zaman son bir kez sarılabilirdim ona... Sarılamadım ona, Savaş. Son kez bile göremedim onu. Göstermediler bana... Annem gördü, baba... baba gördü. Ben göremedim, Savaş... Benim görmeme izin vermediler. Toprakta atamadım mezarına... İzin vermediler onun toprağına dokunmama ama ben dokundum Savaş..." Mezarlıktan beri sıkılı olan avucumu açtım, toprağın bir kısmı yere döküldü. Savaş'ın dolu gözleri elime döndü. Titrek bir nefes bıraktı dudaklarından. Elimi tutmak istercesine elini elime doğru yönlendirdi. Fakat yarı yolda durdurdu kendini, elini yumruk yaptı. Bunu görmek canımı daha da yaktı. Şu an en çok onun varlığını yakınımda hissetmeye, onun yatıştırıcı sesini duymaya ihtiyacım vardı. Lakin o bana dokunmak bir yana dursun benimle konuşmuyordu bile. "Onun toprağı bu..." dedim, anlamadığını düşünerek. Ben ellerimde kardeşimi tutuyordum, benim kardeşim artık toprak olmuştu. Omuzlarım sarsıldı, hıçkırıklarım nefesimi kesti. "Ondan bana kalan son şey bu, Savaş... Bir avuç toprak." Kendini zorlayarak derin bir nefes verdi. Buğulu gözlerimle gözlerine baktım. Adımı söyledi bıkmış gibi, susmamı istiyormuş gibi, baba gibi... Sustum. Derin bir nefes aldım, dudaklarım hala titremeye devam ederken ben kendimi susturdum. “Boğuluyorum, Aden. Görmüyor musun? Boğuluyorum.” Savaş elini saçlarından geçirdi, doğruldu. Bakışlarım hala kalktığı yerdeydi. Nefes almak bile ağır geliyordu, tek bir kelimesiyle dudaklarımı mühürlemişti. “Bak!” Savaş tekrar görüş açıma girmek için eğildi, dirseklerini dizlerine dayadı ve ellerini birleştirdi. “Benim de canım yanıyor. Ben de kardeşimi kaybettim ama kendi acımı yaşamaktan çok seni, senin hislerini düşünüyorum. Beni öyle bir hale getirdin ki kendimden çok seni düşünüyorum. Lanet olsun…” Savaş cümlesine devam etmedi, tekrar ayaklandı ve ayağının altına ilk gelen taşı uzaklara fırlattı. İrkildim. “Bencilsin, Aden.” Savaş bu kez benimle göz teması kurmak için uğraşmadı, bende kafamı kaldırıp ona bakmadım. Sadece dinledim. “Hayatımda tanıdığım en bencil insansın. Sadece senin dertlerin hakkında konuşalım, ben sürekli seni pohpohlayayım, sana kendini iyi hissettireyim istiyorsun. Bir kez olsun beni…” Bir kez olsun ne? Bir kez olsun onu düşünmemiş miydim? Önemsememiş miydim, nasıl olduğunu sormamış mıydım? Böyle mi düşünüyordu? Ona böyle mi hissettirmiştim? Kafamı kaldırıp incinmiş bakışlarımı gözlerine kilitledim. Cümlesinin devamını gözlerimin içine bakarak devam ettirsin istedim. Gözlerimin içine baka baka bana ne kadar bencil olduğumu tekrarlasın, içinde biriktirdiklerini anlatmaya devam etsin istiyordum. Savaş gözlerini kaçırdı, burnunun kemerini sıktı. Devam edemiyordu. Gözlerime baka baka bana bencil olduğumu anlatamıyordu, kaçıyordu. Yalan söylediğinde yaptığı gibi kaçıyordu. Ellerimi zemine bastırıp doğruldum, avucumun içine yapışan toprak parçaları dışında bir şey kalmamıştı artık kardeşimden geriye. Yanaklarıma süzülen yaşlar kurumuş, hiçbir şey hissetmemeye başlamıştım. Durulmuştum, acım artık sadece kalbimi ağrıtıyordu. Ayaklarımın üzerine basıyor, tam Savaş’ın karşısında duruyordum. Savaş’ın çenesini tuttum, gözlerini gözlerime hapsettim. “Devam et. Bir kez olsun beni… ne?” Savaş gözlerini kapattı. Onun cümlesini ben devam ettirdim. “Önemsemedin? Sormadın? Ya da…” dudaklarına çarpan nefesim titredi. Dile getirmesi bile acı veriyordu. “Ya da en can yakıcı olanı… Sevmedin?” Savaş yüzünü buruşturdu, gözlerini açmadan hemen önce çenesini elimden kurtardı. Bana arkasını dönmüştü. “Uzatmamıza gerek yok. Sadece arkadaşlığımıza biraz zaman vermek istiyorum, bence birbirimizden uzaklaşmak ikimize de iyi gelecek.”
Günümüz “Savaş!” Bakışlarımı kapıdan çektim. Arkasını dönüp gittiği Aden’in izleri hala kalbime etki ediyordu. Fakat büyüttüğüm, onun her kırıntısından uzak tuttuğum Aden’in içinde derin bir nefret vardı. “Müge…” Gülümsediğini hissettiğim tok sesi kulaklarımda çınladı. Sesi kalınlaşmıştı, tanıdığım sesten uzaktı. “Hiçbir yere kımıldama. İfadeden hemen sonra yanına geleceğim.” Kapı çarptı. Savaş, içeri girmişti. Tanıdık koku etrafımı sardı, nefesimin kesilmesini diledim. Onun kokusu ciğerlerime yayılan zehirdi. Onu solumak istemiyordum. Gözlerimi kilitlediğim sandalyeyi geriye doğru çekti, görüş açıma önce siyah kumaş pantolonu, pürüzsüz görünen siyah gömleği ve ceketinin siyahlığı altında boğulmuş siyah kravatı girdi. Tam karşıma oturdu. Artık özenle taradığı kısa saçlarını, yeni çıkmaya başlayan sakallarını, küçük bir tebessümle kıvrılan dudaklarını daha net görebiliyordum. “Neden burada olduğunu biliyorsunuzdur.” Savcı olmuştu. İlknur teyzeden hukuk okuduğunu duymuştum. Lakin savcı olduğundan bahsetmemişti. “Dün gece beş sularında apartmanınızda bir cinayet işlendi.” Bana siz diye hitap ediyordu. Beni tanımamış mıydı? Dosyada adım yazıyordu. Hem Müge’yi bile tanımışken bu düşük bir ihtimaldi. Sadece oyun oynuyordu. Beni tanımıyormuş gibi yaparak eline ne geçecekti, bilmiyordum ama oyununu bozmayacaktım. “Bize yardım edebilecek herhangi bir şey gördünüz mü?” Görmemiştim. “Hayır.” Savaş’ın bakışları kısa bir anlığına dudaklarıma kaydı. “Duydunuz mu?” Kendimden emin bir tavırla tekrar aynı cevabı verdim. Ben hiçbir şey duymamış, görmemiştim. “Hayır.” Her konuştuğumda bakışlarının dudaklarıma kayıyor olması kuruyan dudaklarımı ıslatma gereksinimi hissettirdi. Dudaklarımı ıslattım. “Hiçbir şey biliyorsunuz yani?” Daha konuşmadan dudaklarıma indi bakışları, kekeledim. “Bi… Bilmiyorum.” Yüzündeki geniş gülümsemeyle kollarını masanın üzerinde birleştirdi. Kekelemem iyi olmamıştı. Ya yalan söylediğimi anlatmıştı. Ya da hala ondan etkilenen bir geri zekalı olduğumu düşünüp egosunun tatmin etmişti. Emin değildim. Lakin bundan sonrasında beni zorlamadan bırakmayacağını biliyordum. “Gerçekten bilmiyor musun?”
🕯️
HUUUHHHH!
Ölümler, ihanetler ve geriye kalanlar.
Ekip neredeyse toplandı.
Bölüm diğerlerinden farklı olarak geçmişten bir kesit ile başladı. Size biraz geçmişten bahsetmek, Aden'i anlamanızı sağlamak istedim.
Ara ara karakterlerin geçmişine döneceğiz. Bu yüzden bazı bölümlerin başlangıcında sorgu odası değil, geçmiş okuyacaksınız.
Kapanışa geçmeden size bir şey sormak istiyorummmm.
Aden ile Savaş'ın geçmişini öğrendiniz, peki ya gelecekleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Savaş'ı sevdiniz mi? Bir sonraki bölüm sorgu ifadeleri başlayacak ve bölümü onun anlatımıyla okuyacaksınız. Çok heyecanlııııııı, en azından benim için... 🖤
Neyse bir sonraki pazartesi günü tekrardan buluşmak üzere o zaman ballarımm.
Bölüm hoşunuza gittiyse yıldızları parlatmayı, satır sonlarını doldurmayı unutmayın💕
💋Kocaman Öpüldünüz!💋
Karakterler gözünüzde canlansın isterseniz diye de şuraya tiktok hasabımı bırakıyorum...
Tiktok: begmozturuk |
0% |