Yeni Üyelik
3.
Bölüm

İkinci Bölüm

@begumozturuk

 

 

 

Davetsiz Misafir

 

 

Cinayetten on üç gün önce

6 Ocak 2024

Müge Adal

 

"Ben size söylemiştim." Dedim, kameraya doğru. Bundan bir yıl önce Beyoğlu'nda bulunan Doruk Kaya'nın cansız bedenindeki mum lekelerini gördüğüm ilk an izleyicilerimi uyarmıştım.

'Doruğun katili bedeninde kendine ait bir iz bıraktı!' demiştim.

Tabi o gün herkes saçmaladığımı düşünmüştü. Cansız beden mum dolu bir odada bulunmuştu ve odanın dört bir yanı kırılan aynalarla, yakılmış kâğıt parçalarıyla çevrelenmişti.

İlk bakışta işlenen cinayet, ayin sebebiyle işlenmiş gibi dursa da cansız bedenin omuz kısmındaki nizami bir şekilde damlatılan iki adet kırmızı mumun suyu sebebin ayin olmadığını, katilin bedene imzasını attığını barizce belli ediyordu.

Yani bence ediyordu. İtiraf etmek gerekirse bedeni yakından görmemiştim, elimde yalnızca görüntü kalitesi düşük birkaç mekân fotoğrafı ve cansız bendendeki yer yer mum lekelerinin olduğu fotoğraflar vardı.

Lakin emindim. Buna benzer vakaları daha önce de sıkça okumuş, araştırmıştım. Güç arzusu olan katillerin çoğu öldürdükleri bedenlerde iz bırakırdı. O bedenin sorumlusu olduğunu tüm dünya bilsin isterlerdi.

Düşününce bu çok da absürt değildi. O ölü beden katilinin gözünde bir sanat eseriydi ve her sanat eserinin bir imzaya ihtiyacı vardı. Aslında bu düşünce tarzı resimlerinin altına imzasını atan ressamlarınkiyle eşdeğerdi.

Ama ne yazık ki sunduğum kaynakçalarım ve paylaştığım düşüncelerim insanları ikna etmeye yetmemişti. Benden kanıt istemişlerdi.

Elime ulaşan tüm kanıtlar usulsüzce alınmış kanıtlardı.

Onları medyaya süremezdim. Olay yerini incelememe imkân sağlayan bir torpilim olmadığı için -bana elinden geldiğince kanıtları ulaştırmaya çalışan- arkadaşımı riske atamazdım.

Kanıtlarımın varlığını yalanlayıp beni yalancı konumuna düşüren yerel gazeteye rağmen bile.

"Gizemini hep koruyan D.K. cinayetini hatırlamanızı istiyorum, erkan başındaki haber kuşlarım. Hatta hatırlamanıza biraz yardımcı olayım. Ayine kurban gitti diyerek kapatılan davadan söz ediyorum."

Arkamdaki çoğu manşete 'Apartman Cinayeti' olarak düşecek apartmana bakarken haklı çıkmamın gururunu yaşıyordum.

"Size o günde söylemiştim! O ayin cinayeti değildi, bir seri katil cinayetiydi. Maktulün omuzuna bırakılan iki damla mum lekesi şimdi..." duraksadım.

Mine'den -olay yeri incelemede çalışan arkadaşımdan- aldığım habere göre İzmir / Balçova Sardunya apartmanında dün gece bir kadın ve oğlu öldürülmüştü. İşin ilginç tarafı iki cansız bedenin de omuzunda Doruğun omuzunda bulunan düzensiz mum lekelerinin bulunmasıydı.

Her ne kadar bu davaya Mine bakmayacak olsa bile iki dava arasındaki bu benzerliğe kayıtsız kalamamış, sabahında beni bilgilendirmişti. Onun sayesinde elime önceki soruşturmada da haklı olduğumu kanıtlayabilmek için büyük bir fırsat geçmişti.

Üç gün önce küçük bir kaçamak için nişanlımla Urla taraflarına gelmemiz de sanırım evrenin bu davaya sıkı sıkıya sarılmam gerektiğini gösterme şekliydi.

Elime geçen fırsatları değerlendirmeye kararlıydım. Urla'dan Balçova'ya olan yolculuğumuz boyunca boş durmamış, anne ve oğlu araştırmıştım.

Anne, yani Tülin Özay sosyal medyayı aktif olarak kullanmıyordu. Fakat oğlu, Ata Özay'ın annesinden gizli açtığı belli olan bir sosyal medya hesabı vardı.

Ata paylaşımlarında her ne kadar yüzünü göstermese de annesiyle beraber yaşadıkları apartmanı, okuduğu okulu ve sürekli gittikleri parkı farkında olmadan göstermişti.

Sardunya apartmanına bir yıl önce taşınmışlardı. Semtlerine yakın Vali Kutlu Aktaş ilkokuluna gidiyordu ve evlerinin hemen önünde bulunan Balçova adalet ve demokrasi parkında apartmandaki yaşıtı kız arkadaşıyla oyunlar oynuyordu.

Kızın adı, Selindi. Selin de Vali Kutlu Aktaş ilkokuluna gidiyordu. Anladığım kadarıyla da Selin ile oldukça yakınlardı, Ata'nın kendi evinden çok Selinlerin evinde çektiği videoları vardı.

Ve o videolar çoğu zaman gülücüklerle başlar, gülücüklerle biterdi. Kendi ebeveyninden daha çok Selin'in ebeveynleriyle vakit geçiriyordu ve bu vakitten oldukça keyif alıyormuş gibiydi.

Burukça kameraya doğru gülümsedim. Haklı çıkmış olmamın gururu Tülin ve Ata'nın öldürülmesi gerçeğiyle kaybolurken titreyen dudaklarıma inat güçlü durmaya çalıştım. Çok kısa süre de Ata ile öyle bir bağ kurmuştum ki ölümü yakınımdan birisini kaybetmişçesine yüreğimde sızısını bırakmıştı.

"Bugün İzmir'deyiz." Diyerek anlatmaya en başından başladım. "Ve arkamda görmüş olduğunuz apartmanda dün gece bir anne ve oğlu öldürüldü." Kontrol altında tuttuğum hislerim ekranlarda beni duygusuz gibi gösteriyordu, biliyorum ama böyle olmak zorundaydı.

Ben cinayet haberi sunuyordum. Katledilmiş bedenlerin ardından koşuyor, katillerini arıyordum. Medyaya arkamı yaslayıp üstü kapatılmış davaları irdeliyor, bana ulaşıp yardım isteyen insanlara yardım eli uzatıyordum.

Benim işimde duygulara yer yoktu.

"Ve tahmin edersiniz ki iki bedenin de omuzunda aynı D.K. bedeninde olduğu gibi düzensiz bir şekilde damlatılmış mum lekeleri var."

Atlas gizlendiği kameranın arkasında "Kanıtlardan bahset." Dediğinde onaylayarak kafamı salladım. Bu cinayetin ilk maktulü olan Doruk Kaya'dan elime geçen kanıtları paylaşamadığım için yalancı muamelesi görmüştüm. Fakat bu sefer işimi şansa bırakmayacaktım. Gerekirse olay mahaline gizlice girecek, cansız bedenlere ulaşacak ve istediğim kanıtları elde edecektim.

Kulağımdan dudaklarıma doğu uzanan mikrofonu tuttum, meydan okurcasına kameranın merceğine doğru baktım. "Bu sefer kanıtlarımla buradayım. Siz bu videoyu izlerken ben topladığım kanıtlar çerçevesinde katile adım adım yaklaşmış olacağım. Beklemede kalın, video kanala düştüğü an..."

Kısa bir anlığına arkamda kalan apartmana doğru kaydığında dudaklarım aralandı, bakışlarım apartman kapısından çıkan kadında takılı kaldı.

Yıllar sonra doğru mu görüyordum, emin olamıyordum. İçimde büyük bir kıpırtı oluştu. Hem hüznü hem de mutluluğu kalbimin ortasında hissediyordum. Yıllar sonra onu bulmuş olabilir miydim?

Atlasa dönmeden "Kaydı kapat." Dedim, lafımı ikiletmeyeceğimi biliyordum. Mikrofonumu kulağımdan çıkartırken onun Aden olduğuna emin olabilmek için bir ipucu aradım.

Esen rüzgârda siyah kumaş pantolonun üzerine giydiği beyaz uzun gömleğine sıkıca sarıldı. Omuzlarına dökülen at kuyruğu yüzüne çarpmasın diye apartmandan iner inmez bana sırtını dönmüştü. Yüzünü göremiyordum. Tek görebildiğim rüzgârda savrulan kahve tonlu düz saçları ve pantolonun altına giydiği vanslarıydı.

Bakışlarım ayakkabılarında oyalanırken gözlerimi kıstım, sanırım aradığım ipucunu bulmuştum. Yüzümde geniş bir gülümseme peydahlandı. Artık emindim. Bileğine bağladığı siyah bandana bana yıllar önce kaybettiğim arkadaşımın o olduğunun en büyük kanıtıydı.

Aden küçükken de sağ bileğine siyah bir bandana takardı. Üzerine giydiği renkler değişirdi ama o bileğine bağladığı bandana hiçbir zaman değişmezdi.

Ağlamaklı bir ifadeyle Atlas'a döndüm. Üzgün değildim, mutluydum. Çok mutluydum ama ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Koşup ona sarılmak istiyordum, sonunda buldum seni demek istiyordum ama yapamıyordum.

Beni gördüğüne benim kadar sevinir miydi emin olamıyordum. Yedi yıl olmuştu. Birbirimizi görmeyeli, birbirimizden haber almayalı yedi yıl olmuştu. Bir anda karşısına çıkmam ne kadar doğru olurdu ki?

"Sorun ne?" Atlas kuşkuyla kaşlarını çattı. "İyi misin? Betin benzin attı." İyiydim, çok iyiydim ama sarsılmıştım.

On dokuz yaşımdan beri hayalini kurduğum an yirmi altı yaşındayken gerçekleşmişti. Hazırlıksızdım. Umudumu kestiğim an gerçekleşenlere çok hazırlıksızdım.

"Atlas, onu..." Duraksadım, dudaklarımda dinmek bilmeyen bir gülümseme olmasına rağmen gözlerim dolu doluydu. "Onu buldum."

Atlas kimden bahsettiğimi anlamıştı. Bakışları benden ayrılıp Aden'e döndüğünde yüzünde şaşkınlıkla karışmış bir tebessüm oluştu.

Ona daha önce de birçok kez Aden'den bahsetmiştim. Onu aradığımı biliyordu, bulmam için bana yardımcı da olmuştu ama becerememiştik işte. Bulamamıştık Aden'i.

"Aden mi o?" Şaşkın bakışları tekrar bana döndü. "Gerçekten mi?" kafamı olumlu anlamda sallarken gözyaşım yanağıma süzüldü. Hayır, üzgün değildim. Mutluydum, çok mutluydum.

Bakışlarım tekrar Aden'e doğru dönünce apartmandan çıkan küçük kız çocuğu da görüş açıma girmişti. Kız, kış ayında olmamıza rağmen taktığı kiraz desenli güneş gözlüğünü beceriksizce düzeltirken merdivenleri dikkatle iniyor, onun için kollarını açan Aden'e gülümsüyordu.

Yüreğimde hissettiğim kırgınlıkla iç çektim. Aden, anne mi olmuştu? Evlenmiş miydi? Kardeşimin en mutlu gününü, tatlı aşermelerini, küçüğün ilk adımlarını, ilk kelimelerini kaçırmış mıydım?

Atlas belimden tuttu, bedenimi ona yaslamama izin verdi. Yıllar sonra onu bulduğumda her şeyin eskisi gibi olmayacağının farkındaydım. Büyüdüğümüzün, yollarımızın ayrı olduğunun bilincindeydim ama bununla yüzleşmek...

Bu çok fazla gelmişti.

Küçük kızın iki yandan topladığı altın sarısı saçlarına bakınca küçüklüğümü anımsadım. Babaannemde saçlarımı hep böyle toplardı. Gözlükleriyle uyumlu kırmızı eteği, kiraz şeklindeki çantasıyla ve beyaz çorabının üzerine giydiği kırmızı yağmur botlarıyla da aynı İren'e benziyordu. İren de hep gösterişli giyinir, aramızdaki en süslümüz olurdu.

Küçük kız kollarını kocaman açıp Aden'e sarıldığında onun Aden'e duyduğu güveni iliklerime kadar hissetmiştim, kollarındaki şefkat beni de sarmıştı.

"Selin mi o?" Atlas'ın kulaklarımda yankılanan sorusuyla gözlerim büyüdü. Kalbim ağzımda atmaya başladı. Önlerinde durdukları apartmanın tabelasına baktım.

Sardunya apartmanı.

Aden'in kollarındaki küçük kız çocuğuna baktım. Yüzünü tam seçemesem de üzerindeki beyaz şişme montu birçok videoda gördüğüme emindim, parlak altın sarısı saçları da.

Şaşkınlıkla aralanan dudaklarımı kapatırken apartmandan Aden'den on- on iki santim daha uzun bir adam çıktı. Üzerinde jilet gibi bir takım ve takımıyla uyumsuz sırtına taktığı pembe bir çanta, kolunda tuttuğu siyah bir kaban vardı.

Aden'in eşi o muydu?

Burada beraber mi yaşıyorlardı?

Cinayet mahalinde...

Adam yüzüne kondurduğu zoraki bir tebessümle Aden ve -Selin olmasından endişe ettiğim- kızlarına doğru ilerlerken bakışlarımı kaçırdım. Sırası değildi biliyordum ama kalbim kıskançlıkla dolmuştu.

Aden evlenmişti. Adını bile bilmediğim, tanışma hikayelerinden bir haber olduğum, nikahında şahidi olamadığım bir adamla evlenmişti.

Şahidi kimdi diye düşündüm kendi kendime. Bu özel anlarında yanında olan, doğumunda elini tutan, kişisel alana ihtiyaç duyduğunda küçüğe teyzelik yapıp onu rahatlatan arkadaşı kimdi?

Birbirimize söz verdiğimiz özel anları kiminle paylaşmıştı?

Atlas hayranlık dolu ses tonuyla "Ata'nın yanında mutlu olduğu aile onlar mıymış yani?" diye sordu. Dava şu an umurumda bile değildi. Tek düşündüğüm daha fazla zaman kaybetmemize izin vermemem gerektiğiydi.

Atlas'ın kolundan kurtuldum, derin bir nefes aldım. Onunla yüzleşmek zorundaydım. Her şeyin suçlusu bendim. Belki de bu yüzden bana karşı dinmemiş bir öfkesi olabilirdi, beni görmek istemeyecek kadar nefrette ediyor olabilirdi ama umurumda değildi.

Yıkıp dökse de bağırıp çağırsa da ona gidecektim. Hatalı olan bendim, bizi ben bitirmiştim ve şimdi de ben toparlayacaktım.

Adam Aden'in kollarındaki küçük kızı kucağına aldı, yüzündeki o zoraki gülümseme içten bir tebessüme dönüşürken kolunda taşıdığı kabanı da Aden'in omuzlarına bırakmıştı.

Onları izlerken cesaretimin kırıldığını hissettim. Uzaktan öyle güzel görünüyorlardı ki ben gidersem o güzellik kirlenecek gibiydi. Adımlarım olduğum yere mıhlandı. Bizim hikayemiz hayalini kurduğum sonla bitmeyebilir, Aden beni hiç affetmeyebilirdi.

Ve ben hatıralarında kötü bir anı olarak kalmaktansa hiç var olmamayı tercih ederdim.

"Yanlarına gitmeyecek misin?" Atlas'a olumsuz anlamda kafamı salladım. "Henüz değil."

Eşi cebindeki anahtarı istemeyerek Aden'e doğru uzattı. Uzağımızda oldukları için ne konuştuklarını anlayamıyordum. Lakin adamın yüzünde tedirgin bir ifade vardı. Aden'e araba kullanma konusunda güvenmiyor olabilirdi.

Aden, eşinin yanağını çocuk severcesine sıktı, küçük kız çocuğunun da saçlarına uzun soluklu bir öpücük bıraktı. Eşi artık daha az tedirgin gözüküyordu. Ne söylediyse gerginliğini azaltmaya yetmişti.

Aden beyaz Fiat 500x 'in kapıların açıp bizim olduğumuz yönün tersine doğru ilerlemeye başlayınca adam da küçük kız çocuğunu kucağından indirmiş, elini tutmuştu.

"Dikkatli sür, Aden." Aden adını kızının dudaklarından duyunca kaşlarını yapmacık bir şekilde çatarak onlara doğru dönmüş ve en sonunda davetsiz misafiriyle yüzleşmişti.

Aden arkasını döndüğünde çok kısa bir anlığına arkamı dönüp kendimi gizleyebilme ihtimalim vardı ama yapamamıştım, hareket edememiştim. Adeta donup kalmıştım.

Aden beni fark etmişti, artık kaçışım yoktu. Bundan sonra ne olacağına Aden karar verecekti. Arkasını dönüp -bir zamanlar benim yaptığım gibi- gidebilirdi. Ya da küçük kız çocuğuna açtığı kucağı bizim için açabilir, çocukluğumuza sarılabilirdi.

 

 

 

 

🕯️

 

Yıllar sonra onları tekrar bir araya getiren şey tabi ki bir cinayet olacaktı.

 

 

Daha olay akışına girmediğimiz için sorgu ifadelerine başlamadım. Zaten yapmak istediğim sorgu ifadeleri de birinci bölümde olduğu gibi olmayacak.

 

 

Aşağı yukarı dördüncü bölümden sonra her karakterin önce sorguda verdiği ifadeyi daha sonra da o gün yaşadıklarını onun anlatımıyla okumaya başlarsınız diye düşünüyorum.

 

Bazı bölümlerde geçmişten bir alıntı taşıyacak ve karakteri tanıyıp cinayeti kimin işlediğini bulma konusunda sorgu ifadeleri olduğu kadar geçmişten alıntılar da yardımcı olacak.

 

 

Bir sonraki bölüm önümüzdeki pazartesi gelecek ballarım🥰

 

 

Eğer Yalancılar ve Mumları evreni hoşunuza gittiyse yıldızları parlatmayı, yorumlarda benimle buluşmayı unutmayııın💋💋

Loading...
0%