@begumozturuk
|
(Bilgilendirme: Birazdan okuyacağınız diyalog bu bölümden sonraki her bölümde olacaktır. '+' ile başlayan konuşmalar polis memuruna/ olayın savcısına, '-' ile başlayan konuşmalar ise bölümü onun anlatımıyla okuyacağınız şüphelilere aittir.) +Cinayet haberlerini konu alan bir bloğunuz varmış. Hatta paylaştığınız son videoda da katilin gözünden düşünebileceğini iddia etmişsiniz. Şimdi de bir katilin gözünden düşünebilir misiniz? +En yakın arkadaşınız öldürüldü. Sizce onun katili kim?
-Bilmiyorum! Bilmiyorum! Lanet olsun, hiçbir şey bilmiyorum. +Neden bu kadar öfkelisiniz? Sadece soruyorum.
-Neden mi öfkeliyim?
-O öldürülmüş! Saçma sapan bir yerde sızıp kalmışım, ben uyurken o öldürülmüş. Aynı evi paylaştığım insanlar tarafından öldürülmüş… +Atlatılması zor bir durum tabi. Eskisi kadar yakın mıydınız onunla?
-Hayır, değildik. Lakin bunun bir önemi var mı? Ortada bir cinayet var. +Var tabi ki. +Neden eskisi kadar yakın değildiniz?
-Çünkü o… Çünkü o her istediğini elde edebileceğini sanan ikiyüzlü, aşağılık bir insan!
Müge Adal
17 Ocak 2025
(Cinayetten iki gün önce)
‘Eskisi gibi?’
‘Bu son olsun.’ Dedi, Savaş bankta yanıma otururken. Elinde bir bira tutuyordu, buğulu gözlerle ona bakan kıza burukça gülümsüyordu. O gün benim için mi gelmişti, yoksa o da benim gibi kendini çıkmazda mı hissediyordu, sormamıştım. Ayakta duramayacak kadar sarhoş olmama rağmen birayı elinden almış, rahatça otursun diye ona yer açmıştım. Lakin biliyordum ki cevap ikincisiydi. Yaşlar yanağıma süzülürken ‘Ne yapacağız?’ diye sormuştum. Bira dudaklarımdaydı, su içercesine kana kana içiyordum. ‘Aden’in yüzüne nasıl bakacağız?’ On sekizime yeni girmiştim ve o zamanlar acıdan zihnimi uyuşturarak kaçabileceğime inanıyordum. Savaş sessizce banka yaslandığında çıkartıp bir sigara yakmıştım. Birayı ise benden daha çok ihtiyacı olana uzatmıştım, Savaş’a. ‘Hayatımı sikti.’ O zamanlar sigara kullanmasa da uzattığım biraya hayır dememişti. Çocukken boyadığımıza çok benzeyen o kırmızı banka doğru bir adım attığımda Savaş kafamın içinde konuşmaya devam etti. ‘Lanet olası, hayatımı sikip attı.’ Barış’a öfkeliydi ve bu öfkesi beni çok korkutuyordu. “Ona beklemesi gerektiğini söyledim. Lanet olası arabayı alkollüyken kullanmaması gerektiğini söyledim.” Acıyla yüzümü buruşturdum. Bakışlarım evin girişinde beni bekleyen Atlas’a kaydı. Bana bakmıyor boştaki eliyle telefonuyla oynuyordu. Diğer elinde ise pembe laleler tutuyordu, İren’in en sevdiklerini. O gün Savaş, Barış’ı değil de Aden’i seçseydi nasıl bir hayatım olurdu? Üniversiteye gidebilir miydim? Atlas ile tanışabilir miydim? O beni yine de sevebilir miydi? Tarif edilmesi güç bir acıyla önüme döndüm, yavaş adımlarla İren’in bahçesine süs niyetine koyduğu banka doğru ilerlemeye devam ettim. ‘Gerçekten terk edecek misin, Aden’i?’ diye sordu on sekizindeki Müge, korkuyla. Korkmasının sebebi Barıştı. Salak kalbi Barış’ı o kadar çok önemsiyordu ki uğruna en yakın arkadaşını o cehennemde yalnızlığa itecekti. Bankın yanına geldiğimde gözlerim üzerine kazılı yazılarda dolaştı. Dikkatimi çeken ilk kelime yalancılardı. Daha sonra sırasıyla yazılı isimlerimizi gördüm. Parmaklarım ismimin üzerinde dolaştı. G harfinin çubuğu sağdan değil soldan çıkartılmıştı. Bu benim el yazımdı. Bu benim g harfimdi. Şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. ‘Mecburum…’ On sekiz yaşındaki Müge rahat bir nefes verdi. Savaş’ın dudaklarından çıkan tek bir kelime onu öyle rahatlatmıştı ki Aden’i canavarın kollarına bırakıp bırakmayacaklarıyla gram ilgilenmiyordu. İğrenircesine yüzümü buruşturdum. O Müge’den nefret ediyordum. Hayatını, Aden’in hayatını elimi tutmaya bile korkan bir erkek için mahvedecek olan o Müge’den nefret ediyordum. Dizlerimin üzerine çöktüm. Kendimin en nefret ettiğim haliyle yüzleşmeme neden olan o bankın gerçek olup olmadığını bilmek zorundaydım ve bunu anlamanın tek bir yolu vardı. Eğilip bankın altına baktım. Yıldızlar, Müge. Şahidimiz yıldızlar. Kalp atışlarım hızlanırken midem cayır cayır yandı. Göğsüme sıkışan nefesimi güçlükle çevirdim. İren üzerindeki her yazıyı taklit edebilirdi ama bunu… Bunu edemezdi. Bank, gerçekten çocukken birlikte boyadığımız banktı. Yazıları bize aitti. İyi de bu nasıl olabilirdi? Akyaka’dan buraya kadar… Ağırlığımı banka verip doğrulduğumda gözlerim Atlas’a kaydı. Hala telefonuyla ilgileniyordu, beni görmüyordu. Afallayarak bankın üzerine oturdum. Boya yıllanmanın getirdiği bir eskimeye uğramıştı. Lakin çok kötü bir halde de değildi, sanki… Sanki bir şekilde korunmuştu. Bu bank ne zamandır İrendeydi? Evi gençliğimizin geçtiği ikizlerin yazlık evine benzetirken bunu mu kastetmişti? Bu ev gerçekten çocukluğumuzla mı doluydu? Kalbimde hissettiğim yoğun baskıyla elimi göğsümün üzerine götürdüm. Evin içinde daha neler vardı? Bu… Bu çok garipti. İçin için kendimi bununla yüzleşmeye hazır hissetmediğimi düşünsem de yüreğimi heyecan sarmıştı. Hissettiğim karmaşayı isimlendiremiyordum. Sanki hala o bankta Savaş ile dertleşen on sekiz yaşındaki kızdım. Ellerim bankın üzerinde dolaştı, hala inanamıyordum. Bu Aden’in beni bulduğu parktaki banktı. Savaş ile dertleştiğimiz bank, yıllar önce vedalaştığımız bank, Barış ile… Yutkundum, bunu kendime yapmayacaktım. Bazı anılar anılmayı hak etmezdi. Banktan doğruldum, emin adımlarla Atlas’a doğru ilerledim. Elimi korkusuzca tutan biriyle birlikte olmaya karar verdiğim gün o anıları kalbime gömmüş, tekrar sevmeyi öğrenmiştim. İncitmeden, kaçmadan, korkusuzca… Her ilişkide olduğu gibi bizim ilişkimizde de birtakım sorunlar olsa da güvenmenin nasıl bir his olduğunu yıllar sonra bana hatırlattığı için ona minnettardım. Ona güveniyordum. Göz önünde olmaktan kaçmıyor, elimi korkusuzca tutuyordu. Beni, bizi seviyordu. Lakin her şeyden de önemlisi beni mutlu ediyordu, birbirimizi mutlu ediyorduk. Tebessümle Atlas’a doğru ilerlerken Atlas kafasını telefonundan kaldırdı, tahammülsüzce nefesini verdi. “Beni nelerle uğraştırıyorsun gerçekten!” Kafamı omzuma yatırdım. Az önce bahsettiğimiz sorunlardan birisi de buydu. Atlas burada olmak istemiyordu, o gün yemekte olmak istemediği gibi. “Bu saçmalığa birkaç saatten fazla dayanabileceğimi düşünmüyorum.” Serzenişini duymazdan geldim, uzanıp elini tuttum. Bir haftadır aynı şeyi tartışıyorduk. Onu anlayamıyordum. İstanbul’da Mine ile buluşmak onu rahatsız etmiyorken çocukluk arkadaşlarım ile buluşmak onu neden bu kadar rahatsız ediyordu? “Bunu zaten konuştuk, sevgilim. Bir gece, iki gün. Lakin burada bulunmak seni bu kadar rahatsız ediyorsa İzmir’e dönebilirsin. Seni istemediğin bir şeye zorlayamam.” “Neden? Eski sevgilinle daha rahat takılabil diye mi?” Kastettiği kişi Barıştı. Fakat Barış’ı kimden duymuştu, nasıl öğrenmişti bilmiyordum. “O benim eski sevgilim değil, hayatım. Sadece çocukluk arkadaşım.” Atlas inanmadığını belli edercesine alayla güldü, dudaklarımı birbirine bastırdım. Bana inanmak yerine duyduğu kişiye inanıyordu. Kimdi bu kişi? Kuşkuyla kaşlarımı kaldırdım. “Neden bana inanmak yerine bu saçmalığı duyduğun insana inanıyorsun, anlamıyorum.” Kalbimin ağırlaştığını hissettim. Bu kişi bir kadın olabilir miydi? “Ayrıca onun kim olduğunu da söylemiyorsun. Barış ile eski sevgili olduğumuzu sana kim söyledi, Atlas?” Atlas dudaklarını araladı. Lakin cevap vermek yerine yutkundu ve elindeki çiçekleri kucağıma bıraktı. “Kimse bana bir şey söylemedi. Sadece fotoğraflarınızdan… Her neyse şu bir gün boyunca hele bir o herifin sana yan bakışlarını yakalayayım… Dakika durmayız burada, Müge.” Atlas beni kıskanmış mıydı? Hem de bir fotoğraf karesinden. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştık. Bu onun doğasına tersti bir kere. Atlas hiçbir zaman kıskanç birisi olmamıştı. Peki ya şimdi olan şey neydi? Gülümsememek için kendimle savaştığım sırada o fotoğraf karesini merak ettim. Acaba hangi resmimizi görmüştü? Kıskanması hoşuma gitse de onu rahatlatmak istedim. Baş parmağımla elinin tersini okşadım. “Merak etme, sevgilim. Böyle bir şey olmayacak. Sadece bir günlüğüne kafamızı dağıtıp eğleneceğiz. Bu kadar…” Sadece bir gece… Daha sonrasında işimize geri dönecektim. Tülin cinayeti istediğim gibi sonuçlanmamıştı. Katili üvey kuzeni çıkmıştı. Omuzundaki mum izlerinin sorduklarında ise kadından herhangi bir cevap alamamışlardı. Çünkü izleri katili bırakmamıştı. O davayı araştırmamı isteyen birisi vardı ve beni davaya çekmenin yolunu başarıyla bulmuştu. Birisi benimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynamıştı. Dava Tülin’in üvey kuzenin tutuklanmasıyla kapanmış olabilirdi. Lakin ben videomun son kısmını hala yayınlamamıştım. Elbette ki tekrardan sahalara dönecektim. Fakat bir cinayet haberi ile değil. Mum izi davasının devamı ile. Atlas derin bir nefes verdi. “Sana güveniyorum…” Düşüncelerimden uzaklaşıp kahve çekirdeğini anımsatan gözlerine baktım. Sana güveniyorum. Gülümsemem yüzüme yayıldı. Atlas çocuk sever gibi yanağımı parmaklarının arasına alıp sıktı. “Hadi çal bakalım kapıyı. Tanışalım şu meşhur arkadaş grubunla.” Onaylarcasına kafamı salladım. İçinin rahatladığına sevinmiştim. Aksi takdirde aklım sürekli onda kalacaktı, biliyordum. “Hoş geldiniz!” kapıyı İren açtı. Aden ise hemen arkasına gizlenmiş tüm içtenliğiyle bize gülümsüyordu. Bizden önce gelmişlerdi. Kızlarla selamlaştım, çiçekleri İren’e verip toz pembe kürkümü çıkarttığımda sırada Atlas çekingen bir tavırla içeriye girdi, İren kapıyı arkamızdan kapattı. “Nasıl geçti yol?” Atlas İren’i duymazdan geldi, montunu çıkartıp astı. “Nereye geçiyoruz?” Bakışları ev sahibinde değil, bendeydi. Neden böyle yapıyordu ki bu çocuk? Kaşlarımı havalandırdım. Aden, bohem tarzda dekore edilmiş koridorun açıldığı üç kapıdan solda olanını işaret etti. “Aşırı bir kar yağışı vardı. Bir an mahsur kalacağız sandım.” İren bakışlarını Atlastan çekmezken Atlas umursamazca Aden’in gösterdiği yere doğru ilerledi. Kız haklı olarak Atlas’ın tavrının nedenini anlamlandıramamıştı. “Biraz keyifsiz.” Dedim yalan söyleyerek “Yolda tartıştık da biraz.” “Ya…” dedi, Aden üzülerek. İren ise sadece kafasını sallamakla yetindi. “Savaşlar daha gelmedi ama aperatif bir şeyler hazırlamıştım. İsterseniz sofrayı kuralım.” Utanmasa guruldayacak karnımı düşündüm. Yolda kahvaltılık bir şeyler buluruz diyerek çıkmıştık. Fakat kar yağışı nedeniyle açık tek bir yer bulamamıştık. İzmir ve Manisa’ya düşmeyen kar Spil dağının eteklerinde toplanmıştı. Resmen kendimizi buraya güç atmıştık. “Süper olur.” İren önden ilerleyip bize yol gösterirken Aden kolunu belime sarıp kafasını omzuma yasladı. Onu özlemiştim. Kolumu omzuna atıp yürüyüşümüzü kolaylaştırdım. Eskiden de böyle yürürdük biz. Babaannem bize yapışık ikizler derdi. Savaşta bu arkadaş grubunun tek ikizlerinin Barış ile kendisinin olduğunu iddia eder, bizi ayırıp Aden’e kendisi sarılırdı. İkiz olmak olayın bahanesiydi tabi. Asıl sebep Aden’e sarılmaktı, bilmiyorduk sanki. İren’in peşinden mutfağa girdik, gözlerim etrafı taradı. Mutfağı beyaz ve ahşap ağırlıklıydı. Koridoruna yansıttığı bohem havayı burada da sürdürmüştü. Boş duran tezgahının yanı sıra adasını meze tabaklarıyla doldurulmuştu. Mezelere üstün körü bir bakış attım. Amma da çok şey hazırlamıştı. İren çiçekleri için bir vazo çıkartırken Aden şaşkınlığını dile getirircesine “Hala çok garip geliyor.” Dedi. “Gençlimizdeki gibi yine birlikteyiz.” Baş parmağımla omzunu okşadım. “Değil mi? Evim huzur doldu resmen. İyi ki geldiniz.” İren vazoyu ada mutfağın biraz ilerisindeki ahşap masaya bıraktı. “Garip hissetmemiz çok normal.” Dedim, Aden’i de peşimden sürükleyip İren’in peşinden cama doğru ilerlerken. Masanın hemen arkası duvar boyunca camdı ve manzarası kar tanelerinin oluşturduğu bembeyaz örtülü bahçeye bakıyordu. “Hayatımızda çok şey değişti, çünkü.” Havuz dışında bahçenin her bir köşesine düşmüş kar tanelerinin yarattığı şöleni izlerken iç çektim. “Öyle.” Dedi, İren masaya yaslanarak. “Ama bunun bir önemi yok. Telafi edebiliriz…” Edebilir miydik gerçekten? Bazı şeyler için çok geçti. Birbirimizin en özel anlarını, belki de en zor zamanlarını kaçırmıştık. Bunların telafisi olabilir miydi? Aden somuz silkti. “Her neyse. Geçmiş geçmişte kaldı, önemli olan şu an.” Geçmiş demişken… Bakışlarım İren’e döndü. “Bahçedeki bank…” dedim, tereddütle. Cevabını zaten bilsem de ondan duymak istemiştim. “O bizim bankımız mı?” İren geniş bir gülümsemeyle gülerken kafasını salladı. “Akyaka belediyesi peşimde.” Aden kıkırdadı, zoraki bir şekilde gülümsedim. İyi de neden? Neden almıştı o bankı? “O günü hatırlıyor musunuz? Üstüm, yüzüm her yerim kırmızı boya olmuştu.” Aden’e katılarak kafasını salladı, İren. “Üzerini kazıyacağız diye anahtarımı fena etmiştim ben.” “Neden?” daha fazla tutamadım kendimi. “Neden aldın o bankı?” İren’in gülümsemesi yavaşça söndü. “Unutmak istemedim. Şikayetler yüzünden bankların boyanacağını öğrendiğimde hatıralarımızı yaşatmaya devam etmek istedim, çaldım bankı.” Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. İren bizim sitede bile oturmuyordu. Boyatılacağını ben bile duymamışken İren nasıl duymuştu? “Ya boş verin onu bunu. Anlatsana… Nasıl tanıştınız, Atlas’la?” Aden’in sorusuyla düşüncelerimden ayrıldım. Atlas ile fotoğrafçılık kulübü gezisinde tanışmıştık. Açık hava fotoğrafçılığında etkilendiğimiz manzaraları çekiyorduk, yani en azından ben çekiyordum. Atlas ise beni çekiyormuş. Sergide fark ettim, her manzara karesine beni de almıştı. Küçük bir tebessüm dudaklarımı süslerken “Okulda.” Diye geçiştirdim. “Aynı kulüpteydik. Peki ya siz?” Aden duraksadı. Bana cevap vermeden önce kısaca düşündü. “Sokakta.” Nefesini verdi. “İlk görüşte aşk bizimkisi.” İren içli içli nefes aldı. “Ben ne zaman bulacağım aşkımı?” dudaklarını büzüp kollarını göğsünde birleştirdiğinde ona kolumu attım, kafasını anne şefkatiyle göğsüme bastırdım. “Muhtemelen hiç beklemediğin bir anda. Sizde de öyle olmadı mı?” Aden, benden ayrılıp İren’in koluna girdi. Kafasını omzuna yaslarken kafasını salladı. “Evet, hiç beklemediğim bir anda gelmişti benim kurtarıcım da.” İren ile doğrulduk, birbirimize baktık. “Kurtarıcı?” İkimizde güldüğümüzde Aden de söylediğinin farkına varıp bize eşlik etti. Onlarla gülmeyi özlemiştim, onları özlemiştim. Yıllar geçse de verdikleri his aynıydı sanki. Güvenli alanıma dönmüş gibi hissediyordum, kız neşesi derler ya hani. Onların yanındayken bunu iliklerime kadar hissediyordum. Çalan zil, kahkahalarımızı duraklattı. İren kapıyı açmak için yanımızdan ayrıldığında Aden’in endişeli bakışlarını hissettim. Savaş’ı göreceği için mi endişeleniyordu? Belki Efe’nin anlamasından korkuyordu, emin değildim. Lakin onu rahatlatmam gerekiyormuş gibi hissetmiştim. “Hiçbir şey eskisi gibi olamaz.” Dedim anlayışlı bir sesle. “Biz büyüdük, onlarda büyüdü ama merak etme her şey eskisinden de güzel, güzel olmaya da devam edecek.” Aden buruk bir tebessümle bakışlarını kaçırdığında Savaş’ın sevgilisinin ince sesi kulaklarımızı doldurdu. “Hoş bulduk, canım.” Aden gözlerini yumdu, nefesini verdi. “Her şey güzel olacak!” Kendi kendine verdiği temkine katılarak tekrarladım. “Her şey zaten çok güzel!” Aden onaylarcasına kafasını salladı, doğruldu. “Selamlaşmak istemiyorum. Mezeleri içeri götüreceğim.” “Peşinden geleceğim.” Aden birkaç tabak eline alıp mutfaktan çıktığında manzaraya doğru döndüm. Bu iki gün boyunca bizi ne bekliyordu, kestiremiyordum. Geçmişin sırları gün yüzüne çıkacak mıydı, bilmiyordum. Burada olduğum için mutlu olsam da içimde tarifsiz bir korku vardı. Yüzleşecek miyiz acaba, diye düşünmeden edemiyordum. Umarım yüzleşmezdik. Tek duam buraya kimsenin geçmişin hesabını sormak için gelmemiş olmasıydı. Birbirimizi incitmeden, yanlışların intikamını almadan güzel bir hafta sonu geçirmeyi diliyordum. Bizden başka kimsenin nasıl insanlar olduğumuzu bilmesine gerek yoktu. Sırlarımız mumlarımızda yanmaya devam etmeli, kimse mum ışında konuşmaya zorlanmamalıydı. Çok bir şey istemiyordum. Mutluydum ve bu evden de mutlu ayrılmak istiyordum. Bir sonraki buluşmamız hatta buluşmalarımız olsun istiyordum. Sadece eskisi gibi olmak istiyordum. “Müge dolaptan meyveleri çıkartabilir misin? Ben mahzene ineceğim de.” İren’in sesi kulaklarıma eriştiğinde irkildim, dalmıştım. Dediğini yapıp ağır adımlarla buzdolabına yöneldiğimde eskisi gibi mi olmak istiyorum gerçekten diye düşündüm. Atlas ile mutluydum, Barış’ı geri istemiyordum. İstediğim şey eski Müge değildi aslında, eski dostlarımdı. Bir zamanlar hiçbir şeyin dostluğumuzun önüne geçmesine izin vermeyen arkadaşlarımdı. Buzdolabının kapağını açtığımda Aden’in içeri girip birkaç tabak daha aldığını işittim. İren’in meyvelerle süslediği tabağa uzandım. Aden mutfaktan ayrıldı, hemen ardından da kapı kapatılmıştı. “Nişanlanmışsın.” Gözlerimi yumdum. Doğru duyup duymadığımı çok kısa bir anlığına sorguladım. Lakin doğruydu, farkındaydım. Barış gelmişti, yalnız kalacağımız bir ortamda sevgilimin yanlış anlayıp anlamayacağını bile umursamadan kapıyı kapatmıştı bir de üstüne üstlük nişanlanmam hakkında mı konuşmak istiyordu? Sakin ol, Müge. Ellerini kana bulamak için çok gençsin ve Atlas içeride. Fevri bir tepki veremezsin, sesini yükseltemezsin. Sakın! Sadece sakin ol. Derin bir nefes verdim, Barış’a doğru dönmeden hemen önce dudaklarıma sahte bir gülümseme kondurdum. “Evet.” Dedim, kayıtsızca. Onunla göz teması kurmadım, meyve tabağını bırakmak için ağır adımlarla adaya doğru ilerlerken ekledim. “Yaza da evlenirim muhtemelen.” “Zannetmiyorum.” Kaşlarım kuşkuyla çatıldı, fevri bir şekilde ona doğru döndüm. “Anlamadım.” Ses tonum kontrolsüzce yükselirken bir anda duraksadım. Lanet olsun, göz teması kurmuştum. Koyu bir girdabı olan mavi gözlerin, alnına dökülen sarıya kaçan kumral saçlarının, soğuktan kızarmış kemerli burnunun, al al olmuş yanaklarının, ıslattığı ince dudaklarının ve yüzünün her zerresinde şuursuzca dolaşmıştı bakışlarım. Dudaklarımdan belli belirsiz bir nefes verdim. Kalbim frenleri tutmayan bir araba misali ilk gördüğü ağaca toslamadan hemen önce hızını arttırdıkça arttırdı. Barış, göz rengini nasıl ortaya çıkaracağını çok iyi biliyordu. Beyaz tişörtünün üzerine giydiği fermuarlı lacivert kazağı bunun en büyük kanıtıydı. Lacivert rengi gözlerinin mavisini öyle güzel açığa çıkartıyordu ki insanın baktıkça bakası geliyordu. Ne diyordum ben? Ne düşünüyordum? Hipnotize olmuştum, kontrolümü kaybediyordum. Bıraktığım tabağı adadan alıp Barış’ı arkamda bıraktıktan hemen sonra sesi yine kulaklarımda çınladı. “Buradayım, Müge.” Dedi, Barış kendinden emin bir sesle. Sesi öyle kararlıydı ki onu tanımasam ayaklarını götüne vura vura korkup kaçmayacağına inanırdım. Uzatıp kapının kulpunu indirdim. “Ve seni geri istiyorum.” Ve seni geri istiyorum. Seni geri istiyorum. Geri istiyorum. 🕯
Bir bölümün daha sonuna geldik ballarııımmm.
Nasılsınız?
Ben biraz hasta olmuşum ya. Lakin önemli değil yatakta ölüp kalsam da size bölüm atacağımmmm. Sadece kış gribinin gözü kör olsun!
Her neyse yalancılar sonunda eve geldi ve İren Angı için sayılı vaktimiz kaldı. Ne düşünüyorsunuz?
Sizce katil kim?
Sizce Müge ifadesinde neden bu kadar öfkeliydi?
Ve en merak ettiğimi ahhhhh Barış hakkında ne düşünüyorsunuz? O benim sarı guzum da🤫
Bölüm hoşunuza gittiyse yıldızları parlattın ballarım🌟ve yorumlarda benimle buluşun. Fikirleriniz benim için çok önemliiiii
Çok çok öpüldünüz💕
Önümüzdeki pazartesiye kadar kendinize cici bakın, unutmayın seviyorsunuz 🫠❤ |
0% |