@begumozturuk
|
Bölüm Şarkısı: Massive Attack - Angel ( s l o w e d )
(Bilgilendirme: Birazdan okuyacağınız diyalog bu bölümden sonraki her bölümde olacaktır. '+' ile başlayan konuşmalar polis memuruna/ olayın savcısına, '-' ile başlayan konuşmalar ise bölümü onun anlatımıyla okuyacağınız şüphelilere aittir.)
‘Bizler yalancılarız’
23.01.2025
(Altıncı bölümdeki sorgu ifadesinin devamıdır.)
+Nasıl yani? +Ne demek istiyorsunuz?
-Bakın! Onu tanıyorsunuz. O kafasına koyduğu şeyi yapar. Korkusuzdur, kindardır, hırslıdır.
-Hayır bunu demiyorum.
-Sadece demek istediğim şey… -Eğer o gün İren ölmeseydi, bence başka biri ölecekti. + Sizi evine öldürmek için mi çağırdığını düşünüyorsunuz?
6 Ocak 2025
Aden Karaca
Buna hazır mıyım, emin değilim. Bana ne soracağını, bilmiyorum. Arkamı dönüp yok saydığım geçmişimle ilgili ne kadarını merak ettiğini kestiremiyor, beni ne ile yüzleştirmek zorunda bırakacağını tahmin edemiyorum. Konu sadece arkadaşlarımsa sorun değil. Onları, Efe’ye uzun uzun anlatabilirim. Hatta muhtemelen yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümsememle anlatmaya önce Savaş’tan başlarım. Onu öyle bir anlatırım ki beyaz atlı prenslerin varlığına inanır. İçi sıcacık olur, yüreğinde çiçekler filizlenir. Büyülü bir masala aldanan çocuklar gibi dinler, bizim masalımız. Kalbimi kıran o çocuğun gerçekten Savaş olup olmadığını sorgular. Hatta sonra kalbimi en çok kıran ikinci kişiyi, Müge’yi anlatırım ona. İki küçük kızın dayanışmasını dinler önce benden. Birbirimizi ne kadar çok sevdiğimize şahit olur. Fakat bu çok uzun sürmez. Eğer onda benim gördüklerimi görürse göğsüne cam kırığı gibi saplanan o iğrenç hissi hisseder. Öfkelenir, hakkında yanlış bir izlenime kapılır. Hatta belki de ondan nefret eder ama gerçekten benim gözümden bakabildiyse ona, sevgimin öfkemi nasıl yendiğini anlar. Yapılanları görmezden gelmesi gerektiğini fark eder. Çünkü artık yalnız bırakılan on sekiz yaşındaki genç kız değildir. Fakat bir sözcük yine o kızmış gibi hissettirebilir. Günün birinde birisi gelir ve sana duymayı ne kadar özlediğini bile bilmediğin o kelimeyi söyler. Üçüncü. Kalbi kıpır kıpır olurken yüzünü amansız bir gülümseme sarar. Çünkü eğer ona Barış’ı anlatmaya başladıysam onun eğlenceli dünyasına kapılır gider. Yerler lava, koltuklar kurtarıcı teknelere dönüşür. Elini her daim beyaz altlı prensin tutar ve Barış size kurtuluşu gösterir. O yol göstericidir. Herkesi aydınlatan ışığının gölgesinde saplandığım karanlıktan ona bahsetmem. Muhtemelen onun için ışıkları hiç söndürmem. Şayet buraya kadar duraksamadan dört arkadaşımdan da bahsedebilmişsem derin bir nefes alırım. Sıranın İren’e geldiğini sessizliğimden anlar. Fırtına öncesi sessizliktir bu. İren’in yıkımlarından sadece onun tarafındaysa korkmaması gerektiğini; çünkü İren’in, etrafında oluşturduğu çemberle onu sarıp sarmalayacağını öğrenir. Ona canavarmış gibi değil de bir kahramanmış gibi bakar. Çevrendeki her şey paramparça olurken korunduğun o küçük dairede huzur içinde yıkımı izlemenin keyfini sürer. Ama eğer o yıkımın bir parçasıysa, ki buna asla izin vermem, paramparça olur. Etrafında kimsenin kalmadığını, sığınacak bir limanın olmadığını fark eder. Her şey bitti, diye düşünür. Fakat bitmez. Çünkü bir kez İren’in onu yıkmasına izin verdiyse artık ona ait olduğunu öğrenir. Lakin bunu ona anlatamam. Ona hiçbir zaman bu kadar dürüst olamam. Günahlarımızı itiraf edemem, ateşimizle yanmasına izin veremem. O bilmiyor ama ben yalancıyım. Bizler yalancılarız… Boş bakışlarım Efe’de oyalanırken sorumu tekrarladım. “Ne öğrenmek istiyorsun?” Efe sakin bir tavırla oturmamı işaret etti. “Ne içersin?” Sakinliği tehlikeliydi. “Sade Türk kahvesi” dedim, koltuğa otururken. Diken üstündeydim. Onun gibi sakin olmaya çalışıyordum ama soğukkanlılığımı koruyamıyordum. Soracak çok sorusu vardı, görebiliyordum ama o göremiyordu. Onun soracağı her soru beni geçmişimle yüzleşmeye itecekti. Kalbimin unuttuklarını zihnim gün yüzüne çıkaracaktı. Kalbim nefretle dolacaktı. Efe sekreterine içeceklerimizi söylerken kabanımı çıkartıp karşımdaki koltuğa attım. Ofis mi çok sıcaktı yoksa ben mi terlemeye başlamıştım? “Akşam, Emirhanlar da kalacağız. Sağ olsun, durumu öğrenince hemen anahtarı verdi çocuk.” Onaylarcasına kafamı salladım. Kalbim ağzımda atıyordu, stresten sağ bacağım ritmik olarak sallanmaya başlamıştı. “Az önce Eda ile konuştum. O da bizi çok merak…” Konuşmasına izin vermeyerek lafını böldüm. “Efe!” Havadan sudan sohbet etmeye çalışması ızdırap gibi geliyordu. Gerilmiştim, bir an önce konuşmak istiyordum. “Ne öğrenmek istiyorsun?” Efe pes edercesine ellerini masanın üzerinde birleştirdi. “Peki o zaman saadete geleyim… Arkadaşlarını daha önce neden hiç duymadım, Aden?” İşte başlıyorduk. Derin bir nefes aldım. “Çünkü daha önce konusu açılmadı.” Efe şaşırırcasına dudaklarını araladı. “Savaştan bahsettiğin gün onlardan da bahsedebilirdin.” Ona hiçbir zaman Savaştan bahsetmemiştim. Eda ile şarap eşliğinde muhabbet ettiğimiz bir gün dilimin ayarını kaçırmış ona Savaş’ı anlatmıştım. Efe ise sadece konuşmalarımıza kulak misafiri olmuştu. “Ayrıca seni buldum gün bana hiç kimsem yok, demiştin! Arkadaşların varmış. Beni yanlış anlama, hayatımda olduğun için gerçekten mutluyum ama o gün bana yalan söyledin. Bunu neden yaptın?” Bahsettiği gün aklıma düşünce gözlerimi yummamak için kendimi zor tuttum. Hayır, istemiyordum. Hatırlamak istemiyordum. “Yalan söylemedim. O gün kimsem yoktu.” Yutkundum. “Arkadaş grubumuz ayrılmıştı.” Aslında ayrılmamıştık, onlar gitmeyi tercih etmişlerdi. Kardeşimin cenazesinde önce Savaş gitmişti. Sonra ise İren benimle vedalaşmaya gelmişti. Üç gün sonra sıra Müge’deydi. Anılarımızın dolu olduğu bir kutuyu elime sıkıştırıp bu arkadaşlığa layık olmadığını söylemiş, konuşmama bile fırsat vermeden gözyaşları içerisinde kaçıp gitmişti. Aralarında en dramatiği onun gidişi olmuştu. Barış… Barış ise sanki hiç var olmamış gibi sessiz sedasız hayatımdan çıkıp gitmişti. “Üniversiteleri açılmıştı. Kopmamıştık, evet ama iletişimimiz de eskisi kadar güçlü değildi.” O günün karanlığı kalbime düştü. Yalnız başıma yürüdüğümü sandığım sokaklarda duyduğum, benim dışındaki, ayak sesleri tekrar kulaklarıma doldu. Kendimi düşünmemeye zorladım. “Onları arayamazdım. Uzun süredir onlardan haber almıyordum. Bu yüzden bir anda…” Efe daha fazla devam etmeme izin vermeyerek araya girdi. “Nasıl bir arkadaşlık bu?” Sinirlenmeye başlıyordu. “Ne zamandır arkadaşsınız siz?” “Çocuk… Çocukluktan.” Kekeledim. İyiye gitmiyordu. Efe, onlardan şüphe duymaya başlamıştı. “Aileni tanıyorlar mıydı yani?” Bir anlık hiddetle sorduğu soruyla kaskatı kesildim. Ailem… Düşünme dedim, kendi kendime bir kez daha. Düşünmemeye çalışıyordum, hatırlamamaya çalışıyordum. Fakat olmuyordu. Çığlıklarım zihnimin içinde yankılanıyordu, kulaklarımı kapatmak istiyordum. O odanın soğukluğu içime işliyordu, üşüyordum. Küçük kardeşimin hıçkırıkları kapının ardından kulaklarıma erişiyordu, onu duyuyordum. Ona korkmaması gerektiğini söylemek için hareket etmek istedim, kımıldayamıyordum. Zincirin zeminde bıraktığı tiz ses odanın içinde yankılanıyordu. Canım öyle çok yanıyordu ki kımıldayamıyordum. Kapı açıldı. Karanlık odayı içeriye süzülen ışığın aydınlatmasını beklerken güler yüzlü bir kızın elinde tuttuğu tepsiyle içeriye girdiğini gördüm. Gözlerimi kırpıştırdım. Titreyen nefesimi dudaklarımdan verdim ve nerede olduğumu kendime hatırlattım. Efe’nin ofisindeydim. Omuzlarımı dikleştirip kızın elinden kahvemi alırken yutkundum. Bandana ile sarılı ayak bileğim yanıyor, tokam saç diplerimi sıkıyordu. O evden çok uzaktaydım. Kız Efe’ye fitre kahvesini götürürken Efe’nin odağı benden kaymıştı. Tekrardan derin bir nefes alıp kızın odadan çıkmasını sabırla bekledim. Burada güvendeydim. Kapı kızın ardından kapanırken Efe oturduğu yerden kalktı, ne yapacağını anlamayarak gözlerimle onu takip ettim. Yanıma geldi, oturduğum koltuğun köşesine çömeldi. Garipsedim. Ellerime uzandı. Onu büyük bir merakla izlerken o tedirginlikle “Geçmişini anlatmaktan neden bu kadar korktuğunu bilmiyorum.” Dedi. “Aklıma o kadar çok iğrenç şey geliyor ki gözümü karartmamak için ‘hayır ya bu kadar da değildir’ diyerek geçiştiriyorum ama bu bilinmezlik beni içten içe kemiriyor.” Titrediğini bile fark etmediğim sağ bacağıma dokundu. “Korkma, sana hiçbir zaman babanı anlattırmayacağım.” Burnumun direği sarsıldı, ifadesizliğimi korumak gittikçe güçleşiyordu. “Sadece bilmek istiyorum. Onlar babanı tanıyorlar mıydı?” Göz pınarlarımdan bir damla yaş süzülürken onaylarcasına kafamı saldım. “Peki ya… Benim bilmediklerimi biliyorlar mıydı?” Gözlerimi yumdum. Yaşadıklarımı görüyorlar mıydı? Babanın gerçekte kim olduğunu biliyorlar mıydı? Kalbimin acıdığını hissettim. Uzun bir süre görmediklerine inanmıştım. Titreyen elimin üzerinde hissettiğim sıcak ten beni burada tutarken gördüklerini itiraf ettim kendime. Savaş evlerinin bahçesinde yaralarımı sararken Barış’ın bizi camdan izlediği anlar canlandı gözümde. Müge’nin baba geldiğinde korkuyla arkama saklandığı anılar düştü zihnime. İren’in bizim evin önünden bile geçmek istemeyişi geldi aklıma. Zihnim bu zamana kadar yok saydığı her hatırayı yüzleşmem için suratıma vururken dişlerimi sıktım. Onlara olan saf sevgim kalbime zehrini saran nefret ile boğuşuyordu. Lakin ben Efe içimde kapan fırtınayı hissetmesin diye bakışlarıma yerleştirdiğim kırgınlıkla gözlerimi açmış, onun korku dolu gözlerine hayal kırklığıyla bakmıştım. Kalbim aksi için yalvarsa da kafamı olumsuz anlamda salladım. Hiçbir şey bilmiyorlar. İncinmiş bakışlarım Efe’nin ruhunu sararken bana bunu sorduğu için yaşadığı pişmanlığın göz bebeklerine yansıyışını izledim. Ona öyle bir bakmıştım ki arkadaşlarımın böylesine kalpsiz insanlar olduğunu düşündüğü için utançla bakışlarını kaçırmış, kafasını eğmişti. Arkadaşlarım bildiklerine rağmen susarken utanmamış ama Efe doğru düşünmesinde rağmen sorduğu soru yüzünden utanmıştı. Benim yüzümden… “Özür dilerim” dedi, Efe tuttuğu elimi yavaşça bırakarak. Onu öyle bir konuma düşürmüştüm ki elimi tutup bana destek olmaya bile hakkı yokmuş gibi hissediyordu. “Böyle düşündüğüm için özür dilerim ama bilmek zorundaydım.” Mahcup bakan bakışları gözlerimle buluştu. “Seni onlardan koruyup korumamam gerektiğini bilmek zorundaydım…” . (Bölüm biraz uzun kuzularım, isterseniz burada mola verebilirsiniiiiz.) . Restorandın önüne geldiğimizde araçtan inmiş, Efe’nin aracı valeye vermesini beklerken telefonumun ekranını açmıştım. Saat 7.41 olmuştu. Sözleştiğimiz saatti yaklaşık 41 dakika geçirmiştim. Muhtemelen şu an hepsi içeri de hoş bir sohbet eşliğinde anılarını yad ediyorlardı. Duvara yaslandım. Midem kasılıyordu. Sabahtan beri hiçbir şey yemememe rağmen kusmak istiyordum. Resmen ruhum daralıyordu. Belki de buraya hiç gelmemeliydim. Gelmeyecektim de. Eğer Efe istemeseydi. Efe ofisteki konuşmamızdan sonra onları tanımak istediğini söylemişti. Boş bulup akşamki yemekten bahsetmeseydim eğer bu isteği bir gün gerçekleşmek üzere beklettiğimiz diğer isteklerimizin arasında kaynayabilirdi. Ama lanet olsun ki çenemi tutamamıştım. Efe için bu buluşma yalnızca arkadaşlarımı tanıyabileceği bir buluşma değildi, aynı zamanda düşünceleri için benden dilediği bir özürdü de. Evet, bir özür istiyordum. Lakin bu Efe’den değildi. “Hadi girelim. Zaten yeterinde geç kaldık.” Kolunu omuzuma atıp hızlıca kapıyı açtı, Efe. Heyecanlıydı, onları gerçekten tanımak istiyordu. Ya da anlatmaktan kaçtığım o küçük kızı onlardan öğrenebileceğini fark etmişti, emin olamıyordum. İçerideki insanlar ona bahsettiklerimden fazlasını biliyorlardı. Ayak bileğimdeki siyah bandananın hikayesini, saçlarımı neden sürekli topladığımı, vücudumdaki izlerin sebebini, her şeyi… Beni korkutan da buydu. Efe hafife alınacak bir adam değildi, sadece bana güveniyordu. Ve ben mumunun sönebileceği bile bile o masaya oturarak çok büyük bir risk alıyordum. Efe’nin bakışları kısa bir anlığına bana döndüğünde neşesine ayak uydurabilmek adına içtenlikle gülümsedim. “Hoş geldiniz, efendim. Rezervasyonunuz var mıydı?” Kapıda paltolarımız için bekleyen çocuğa üstümüzdekileri verirken genç kıza “Evet, Müge Adal adına.” Dedim. Genç kız beni onaylayıp arkadaşlarımın oturduğu masayı işaret etti. “Afiyet olsun, efendim.” Kıza teşekkür edip cam kenarındaki masaya ilerlerken Efe uzanıp elimi tuttu. “Oyunları hakkıyla oynarım, biliyorsun küçük kardeşim.” Gülümseyerek gözlerimi devirdim. Oyunlar konusundaki kuralcılığı Eda’yı da beni de deli ederdi. Selin için uydurduğu oyunları bile kurallarla doluydu. Aynı onun gibiydi… Efe önden yürümeye başladığında yutkundum. Efe bazen öyle çok Asaf’a benziyordu ki kardeşim sanki benden hiç gitmemiş gibi hissediyordum, sanki onun ruhu büyümüş ve Efe’nin bedeninde vücut bulmuştu. Buruk bakışlarım sırtında oyalanırken bu akşam onun neşesini söndürecek bir şey yaşanmaması adına dua ettim. Umarım bu gece tüm sırlarımız beşimizin arasında kilitli kalırdı. Eskisi gibi… “Sonunda! Neredesiniz siz ya?” dedi, İren sitemkâr bir sesle. “Arkadaşınız güzelliğine güzellik katmak için biraz oyalandı. Oysaki hiçbir şey yapmasına da gerek yoktu.” Efe elimi bırakıp sandalyemi çektiğinde utanmış gibi gülümsedim. Yarım saat boyunca belki gitmekten vazgeçer umuduyla kıyafetlerle uğraşmış, en sonunda pes ederek elime gelen ilk şeyi giymiştim. Üzerimdeki basite kaçılmış bu kombinde Efe’nin yalan söylediğinin en büyük kanıtıydı. Siyah ince çorabınım üzerine dizime kadar gelen botlarımı ve kısa şort eteğimi giymiştim. Üstümde ise beyaz gömleğimin üzerine giydiğim koyu renk gri bir kazak vardı. Saçlarım sabahki halindeyken makyajımın tek vurucu darbesi kırmızı rujumdu. “Romantiğim diyorsun yani.” Dedi, Müge bize de bir bardak rakı doldururken. Kelimeleri biraz kayıktı ve bardakları doldururken sürekli gözlerini kırpıştırıyordu. Muhtemelen biz gelmeden önce baya bir bardak devirmişti. “Öyledir.” Dedim, bardakları alırken. Bakışlarım kısa bir anlığına çevreyi taradı. Eskileri yad etmek için seçtikleri yer Seferihisar da denize kıyısı olan bir balık restoranıydı. Beyaz ve bebek mavisi dekore edilmiş restoranın duvarlarında balık çizimleriyle beraber kısa metinlerin yer aldığı tablolar ve balık figürleri asılıydı. Masaları neredeyse ful çekiyordu, garsonları vızır vızır çalışıyordu. İzlendiğim hissiyle beraber çevremi incelemeyi bırakıp masaya döndüm, gözlerim tam karşımda oturan Savaş’a kaydı. Bize düşen yer burası olmuştu, Bahar ve Savaş’ın tam karşısı. İstemsizce bakışlarım Savaş’ın üzerinde gezindi. Sabahkinin aksine birkaç yakasını açık bıraktığı beyaz bir gömlek giymiş, saçlarını dağınık bırakmıştı. Artık bir savcı gibi görünmüyordu. Daha çok Savaş gibiydi. Parmaklarının boğumunu belirginleştirecek kadar sıkarak havada tuttuğu bardağı ile biz gelmeden hemen önce rakısını yudumlayacakmış da biz engel olmuşuz gibi bir halde dururken keskin bakışları Efe ve benim üzerimde gidip geliyordu. Kafamı omuzlarıma hafifçe eğdim. Geldiğim için rahatsız mı olmuştu? Daha doğrusu geldiğimiz için… Varla yok arasında bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Rahatsız olduysa eğer kalkıp gidebilirdi. Gözleri üzerimdeyken kinayeyle kısa bir anlığına kapıya doğru baktım. Savaş ukalaca gülümsedi. Neyi kastettiğimi anlamışlardı. O da sevgilisi de... Kız arkadaşının pembe kalpli uzun tırnakları Savaş’ın gömleğinde kıvrıldı, dudakları Savaş’ın kulağına doğru yavaşça ilerledi. “Bizde siz gelmeden hemen önce seni andık.” Barış’ın sesini işitmemle bakışlarımı kaçırdım, ilgiyle Barış’a doğru döndüm. “Parkta düşüp kafanı yardığın o günü hatırlıyor musun? Hepimizin aklını almıştım.” Bahsettiği anıyı anımsadım. Dudaklarımda geniş bir gülümseme peydahlandı. Ben o parka zaten kafamda bir yarıkla gelmiştim. Sadece onlar oyuna daldıkları için bunu fark etmemişlerdi. En azından ben öyle olduğuna inanmıştım. Tek isteğim aralarına katılıp oynamaktı. Fakat kaydırağın tepesindeyken başım dönmüş ve yere düşmüştüm. Düştüğümde tek zedelenen yerim ellerimdi, kafam değil. “Ah, evet.” Dedim, hayıflanarak. “Arada böyle sakarlıklarım tutardı.” Hikâyenin doğrusunu bilen Savaş ellerini gevşetip rakısından büyük bir yudum aldı. “Bunu bilmiyordum.” Dedi, Efe şaşırarak. Hakkımda her şeye hâkim olan sevgili rolünü ustaca oynamaya çalışıyordu. “Arada mı?” dedi, Müge kıkırdayarak. Benden önce kaç bardak içmişti bilmiyordum ama pek kendinde değilmiş gibi davranıyordu. “Her gün dizlerin, kolların yara bere içinde olurdu. Bizim yanımızda pek düşmezdin ama arkamızı döndüğümüz günün ertesinde seni derbeder bulurduk.” Hiçbir zaman sakar bir çocuk olmamıştım. Konuyu değiştirebilmek adına “Sipariş verdiniz mi?” diye sordum. Mezeler ve rakı masadaydı, lakin tabakları boştu. “Evet, sana da levrek söyledik.” Bakışlarım Savaş’a döndü. O an ikimizin aklından da onların evinde ilk kez balık yediğimiz gün geçiyordu, hissediyordum. İlk yediğim İlknur annenin yaptığı levrekti. Hiçbir zaman onun lezzetini bulamamıştım ama yine de yemeği bırakmamış, diğer balıklara şans vermemiştim. Savaş omuzlarını silkti. “Eşinin ne yediğini bilmediğimiz için…” Garson yanımıza geldi. Efe’ye daha siz ne alırsınız diye sormadan “Dil balığı.” Dedim. Selin ve Efe’nin favorisi dil balığıydı. Savaş gözlerini kaçırıp hayal kırıklığıyla kafasını salladı. “Ay biliyor musunuz?” dedi, Müge kıkırdayarak. Neden bu kadar içmişti bu kız? Ayrıca Atlas neredeydi? Dönüşü için endişelenmeye başlamıştım. Sanki bir sır veriyormuşçasına eğildi. Efe gülerek onu taklit etti. “Biz lisedeyken çok fenaydık.” Efe’ye bakıp sessiz olması için parmağını dudağına bastırdı. Efe bu sırrı saklayacağını göstermek istercesine kafasını salladı. “Nasıl yani?” diye sordu, Bahar. “Serseri miydin?” Savaşla göz göze geldik, kafamı çevirdim. “Pek sayılmaz.” “Ettiği kavgalar yüzünden okuldan atılma aşamasına gelmişti ama tabi pek sayılmaz diyorsa pek sayılmazdır.” İren’in kinayesi hepimizi güldürürken Barış araya girdi. “İkimizin hakkını yedirmem. Onun kızına dokunulmadığı sürece uysal bir çocuktu.” Dudaklarıma yasladığım rakıyla kalakaldım. Barış’ın kastettiği şeyi beşimizde çok net biliyorduk. “Onun kızı mı?” diye sordu Bahar, iğrenç bir şey söylemiş gibi Barış’a bakarken. Barış ikizinin zedelediğini ilişkisini umursamayarak rakısını yudumladığımda “Müge’nin de Savaştan altta kalır yanı yoktu. Kız versiyonu gibi bir şeydi.” Dedim, konuyu dağıtmak istercesine. Bahar tatlı bir tebessümle Savaş’ın eline dokundu. “Lisede yaşadığın saçma ilişkiler bugünümüzü zedeleyemez sevgilim. Merak etme. Ben savcı Savaş’ı tanıdım ve ona aşığım.” Doğruyu söylüyordu. Rakı bardağını elime alıp dibini görürcesine içtim. Bizimkisi saçma bir ilişkiydi. Su bardağına uzanırken yüzüm ekşimişti. Sert başlamıştım. “Bir daha bunu yapma!” dedi, Savaş sert bir tonda. Kıza öyle bir bakıyordu ki sanki dünyanın en iğrenç şeyine bakıyordu. “Hiçbir ilişkim hakkında yorum yapma!” Bahar kırılmış bir tavırla sandalyesine yaslandı. “Özür dilerim.” Kız olduğu yere iyice sinerken kaşlarımı çattım. Doğruları duymak ağırına mı gitmişti? Bence çok yerinde bir yorumdu. Bizim ilişkimiz saçma ve çocukçaydı. Müge bardağını masaya vurdu. “Kıza böyle davranamazsın. Şimdi kırıp dökeceğine zamanında ilişkine sahip çıksaydın o zaman.” Barış’a baktı. “Ah ama pardon. Sizde korkaklık genetikti, değil mi?” Müge vurdumduymaz bir tavırla rakıya uzandığında hak verircesine kafamı hafifçe salladım. Savaş gözlerini kaçırdı, Barış şişeyi Mügeden önce aldı. “Yeter bu kadar. Daha fazla saçmalama!” “Arkadaşlar güzel anılarımızı yad edelim diye bir araya geldik. Neden geriliyorsunuz ki?” Müge kollarını göğsünde birleştirip omuz silkerken Barış şişeyi Efe’ye verdi. İren ne diyeceğini bilemez bir şekilde bir Müge’ye bir Barış’a bakarken Efe’ye döndüm. “Biliyor musun bizim gençken kaçtığımız bir yazlık evimiz vardı.” Buraya sırf onları tanımak için gelmişken gergin atmosferde boğuşmasını istemiyordum. Onun için bir mum yakamazdım belki ama geçmişimde bir yer verebilirdim. “Bizim dediğime bakma, ikizlerin babasınındı.” “O kadar güzeldi ki hafta sonu gelsin de gidelim diye can atardım.” Onlar Cuma gününden kalmaya giderlerdi. Baba ev dışında bir yerde kalmama izin vermediği için ben çoğu zaman akşamına yola çıkar, eve dönerdim. O zamanlar o bile yeterdi. “Orası bizim kutsal mekanımızdı.” Çok iyi hatırlıyorum birkaç kez baba iş gezisindeyken sırf benim için hafta içi kalmaya gelmişlerdi. Oradan okula gitmek yorucuydu. Her gün uyanmamız gerektiği saatten erken uyanırdık, otobüsle okula giderdik ama yine de giderdik. “Su güreşlerimizi hatırlıyor musunuz?” dedi, İren tabağındaki biten mezelerini yenilerken. Su güreşlerine yara izlerim gözükecek diye çoğu zaman dahil olmazdım. Lakin onları dışarıdan izlemek bile keyifliydi. Müge neşesini toparladı. “Seni hep yenerdik.” Barış ile Müge, İren ile Savaş bir takım olurdu ve her zaman Müge ve Barış kazanırdı. “Çünkü Savaş beni tutmazdı.” İren hayıflanarak Savaş’a baktığında Savaştan buz gibi bakışlarıyla karşılık almış, devam etmemişti. “O ödül için her şeyi yapabilirdim.” Onlar havuzdayken onlara tatlı yapardım. Ödül diye bahsettiği buydu, iki dilim daha fazladan tatlı. “Favorim tiramisuydu.” Dedi, Müge. “Suflesinin yanında tiramisu bir hiç kalır.” Dedi, İren. Barış alayla güldü. “Benim favorim kesinlikle kedi dilli pastaydı ama Aden sürekli browni yapardı.” Bardağımı doldururken bakışlarım Savaş’a döndü. Çünkü Savaş en çok browni severdi. “Bir de favorininiz mi vardı?” diye sordu düz bir sesle Savaş. “Hepsine öyle bir saldırıyordunuz ki favoriniz olduğunu fark etmemişim.” “Demek hünerlerinin temeli o çağlarda atıldı.” Efe kendi bardağını doldurmak için rakıyı elimden alırken ekledi. “Hala çok güzel yemekler yapıyor. Şanslı bir adamım.” “Beni utandırıyorsunuz.” Bardağıma su ekledim. “Müge’nin pizzaları da çok güzeldi bence. Her gün farklı şekilde yapardı. Sevgililer gününe özel de kalpli yapmıştı.” “Ah o sevgililer günü…” dedi, hayıflanarak İren. Hepimizin aklında o günü canlandırarak. O gün İren’in sevgilisi ile birlikte ilk defa oraya altı kişi gitmiştik. Baba iş gezisinde olacağı için kalacaktık ve akşam yaşayacaklarımızdan bir haber güne kalpli pizzalarımız eşliğinde başlamıştık. “Sen var ya, çok pisliktin.” Barış’a parmağını salladı, İren. Barış gururla gülümsedi. “Ne oluyor?” Her şeyden bir haber Efe merakla bizi izliyordu. “İlk defa yanlarına sevgilimle geldim. Mutlu mutlu takılacağımızı sanıyorum ama bu ve ortakçısı…” Müge’yi işaret etti. “Aklımızı aldı… Aklımızı…” Efe de Bahar da hiçbir şey anlamamıştı. İren’i elimle durdurup kıkırdayarak anlatmaya başladım. “Ya gecenin bir yarısı, hepimiz odalarımıza çekilmişken bir an da evin kapısının açılma sesini duyduk. Kapıda tam korku filmlerindeki gibi gıcırdıyordu o zamanlar. Yatağımdan sıçramıştım resmen o sese. Zaten şarap içmişiz kafamız hafif güzel. Neyse sonra Savaş…” Savaş’ı işaret ederken gülümsemem silindi. O zaman Savaş ile aynı odada kalıyorduk. O sesi duyduğumda Savaş’ın kollarında sıçramıştım ve korktuğum için bakmaya gideceği söylemişti. Yutkundum, bunu bu şekilde anlatamazdım. “Savaş’ın sesini duydum.” Dedim, gerçeği biraz değiştirerek. “Korkmamamız gerektiğini, gidip bakacağını söylemişti. Biz tabi İren ile kendi odalarımızda saf saf bekliyoruz. O zaman da kaldığım oda ikinci katta… Efe…” dedim, heyecanıma yenik düşüp kolunu tutarken. “Tırmanmış manyak. Odamın camını tıklatıyor. Üzerinde de bizim için ayrı bir yeri olan çığlık filminin kostümü var. Kendimi odadan nasıl dışarı attım. İren’i nasıl kolumda buldum, inan bilmiyorum. En son çığlık çığlığa Savaş’ın yanına koşuyorduk” İren araya girdi. “Beni kolunda bulmanın sebebi, diğer manyaktı. O da benim penceremdeydi. En son yanımdaki çocuğun altına işediğini gördüm.” Yüzümü ekşittim. Demek bu yüzden o çocuğu bir daha aramıza getirmemişti. “Daha sonrası zaten Savaş’ın arkasına saklanmamızdı ama Savaş’ı görün…” Bakışları kendi kabuğuna çekilmiş Bahar’a döndü. Anlattıklarımızdan keyif almıyordu, az önce kalbi kırılmıştı ve kimsenin umurunda olmadığını, biliyordu. “Eline bir bıçak almış, olduğu yerde dönerek bizi korumaya çalışıyor. Bir yandan da Barış’a sesleniyordu. Bilmiyordu ki zaten o manyak Barış!” İren duraksadığında Bahar eğleniyormuş gibi gözükmek için gülümsemeye çalıştı. Bakışlarım Savaş’a döndü, gözlerimiz buluştu. Yanında kız arkadaşı varken bana biraz daha böyle bakmaya devam ederse her şeyi berbat edecekti. Artık sahip çıkması gerektiği ilişki bizimki değildi, bakması gereken gözler ise benimkiler hiç değildi. İren devam etmek için dudaklarını araladığında garsonlar balıklarımızı getirdi. Hiç beklemeden çatal bıçağımı elime alıp balığımı kesmeye başladım. “Bir de sis düzeneği kurmuşlar. Baya çalışmışlar yani. Alt kattı bir anda sis bastı. Aden tir tir titriyor. Savaş boştaki eliyle düşmesin diye Aden’in bir kolunu tutuyor, ben diğer kollarını tutuyorum. Hani bıraksak yığılıp kalacak.” Efe gülümseyerek burnumu sıktı. Sohbetten uzaklaştığımı fark etmiş, beni tekrar içine çekmeye çalışıyordu. Kafamı tabağımdan kaldırıp içtenlikle gülümsediğimde “Manyak herif hayatımızın en korkunç gecesini yaşattı sağ olsun!” dedi, Savaş alaycı bir tavırla. “Neyse ki gülmekten ağladıkları için küçük şovlarını çok geçmeden anladık. Biliyor musun, Efe…” Savaş’ın Efe’ye laf atmasıyla kaskatı kesildim. Dudaklarından çıkacak tek kelime bile mumu söndürebilir, yalanlarımı ortaya çıkarabilirdi. Efe ilgiyle Savaş’a döndüğünde “Aden…” dedi, Savaş. Nefesimi tuttum. “Her şeyi anladıktan sonra Barış’ın saçlarına yapıştı.” Rahatlarcasına gözlerimi yumup açtığımda elimdeki çatalı sertçe balığıma sapladım. Özellikle yapmıştı! Efe’ye karşı ne kadar dürüst olup olmadığımı görmek için özellikle yapmıştı. “Hatta Müge de bu anın fotoğrafının olması lazım.” Efe sahte bir şaşırmayla bana dönerken kayıtsızca gülümsedim. “Küçük cadıya bak sen! Oysaki daha geçen kızımıza fiziksel şiddete başvurmaması için öğüt veriyordu.” İlişkimi sınamak onun ne haddineydi ki? Kırdığı kız arkadaşıyla ilgilenmek yerine ne diye benimle uğraşıyordu? “Bu anın fotoğrafına ihtiyacım var.” Müge kıkırdayarak Efe’nin isteğini onayladığında çatalıma sapladığım balığı ağzıma attım. Balığa değil de Savaş’a saplamak istiyordum bu çatalı! O lanet olası çenesini bir daha ne zaman açacağını bilmediğim için gözlerim sürekli üzerindeydi. Fakat Savaş bakışlarımdan rahatsız olmak yerine oldukça eğleniyordu. Gülümseyerek rakısını hafifçe masaya vurduğunda İren keyifle gecenin geri kalanını Efe’ye anlatıyordu. Dişlerimi sıkarak gülümsemeye çalıştım. Fakat Savaş görmedi. Çünkü bana değil, tabağındaki salatalıkla oynayan kız arkadaşına bakıyordu. Savaş’ın keyifli ifadesini saniyeler içerinde kayboldu. Ağzıma attığım balığı çiğneyişim yavaşladı. Savaş kolunu Bahar’ın omuzuna attı, onu göğsüne bastırıp saçlarına burnunu dayadı. Ya saçlarını kokluyordu ya da sessizce kulağına fısıldıyordu. Yutkundum. Çiğnediğim lokma boğazıma takıldı, rakı bardağıma uzandım. Titreyen ellerimle kendi bardağımı bitirdiğimde Efe’nin daha dokunmadığı bardağına uzanmış, onu da bitirmiştim. “Darp raporu almadığım için şanslısın üçüncü.” Boş bakışlarım Barış’a döndü, hiçbir şey söylemedim. Bana dokunduğu gibi bir başkasına dokunuyordu. Beni sevdiği gibi bir başkasını seviyordu. Gözümün önünde bir kadını göğsüne bastırıyor, saçlarını kokluyordu. Zeminin ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Onu kaybetmiştim. Onu gerçekten kaybetmiştim. Sandalyemi itip ayağa kalktığımda alkolün bedenime sinsice yayıldığına şahit oldum, kısa bir anlığına dengemi kaybedip Efe’nin omuzuna tutundum. Efe panikleyerek doğruldu. “İyi misin?” Onaylarcasına kafamı salladım. “Birazdan gelirim.” Savruk adımlarla tuvalete doğru ilerlerken Müge’nin isyan edercesine çıkan sesini duydum. “Sonra bizi evden attılar, biliyor musun? Sabaha kadar arabada ısınmak zorunda kaldık. Dost musunuz siz be?” Muhtemelen yemek yemediğim için alkol etkisini hızlı gösteriyordu. Gözlerim kayıyormuş gibi hissediyordum. Tuvaletin kapısını ittirip içeriye girdiğimde kısa bir an lavabonun kenarlarına tutunup aynadaki yansımama baktım. Aslında Baharla o kadar farklıydık ki göz rengimizden, saç rengimize, ten rengimize, tarzımıza kadar o kadar zıttık. Şu sürdüğümüz rujlar bile farklıydı. O beyaz tenine uygun pembe tonlu rujlar tercih ediyordu. Bakışlarım dudaklarıma kaydı, rujum benim aksime çok iddialıydı. Kâğıt peçeteleri biraz ıslatıp dudaklarımı sildim. Rujum istediğim kadar kolay çıkmıyordu. Yansımama baktıkça aklıma yakınlaşmaları geliyordu. Midem kasılıyordu. Sevgilisi vardı. Bu canımı neden bu kadar yakıyordu ki? Olabilirdi. Eğer bir erkeğe şans verseydim, benim de hayatımda gerçekten birileri olabilirdi. Akış buydu, birileri gelir birileri giderdi. O zaman neden hala kalbim sızlıyordu? Neden görüşüm buğulanıyor, yaşlar pınarlarında birikiyordu? Tezgâha iki elimle sıkıca tutunup dizlerimin üzerine çöktüm. Bunların hepsi alkolü etkisi, Aden. Böyle hissediyorsun çünkü sarhoşsun. Her sarhoş olduğunda sana gelirdi. Onun bugün başka bir kadını kollarına aldığını gördüğün için afalladın. Hepsi bu kadar! Kafamı kollarımın arasına aldım. Dudaklarımdan tiz bir çığlık döküldüğünde göz yaşlarım yanaklarımdan süzüldü. Yapma, bunu kendine. Derin bir nefes aldım, kendimi durdurmak için. Kontrolümü kaybetmiştim. Kalbine fırsat verme. Yalvarırım onun konuşmasına izin verme… Kapının hızlıca açılıp ardından kilitlendi. Nefesimi tuttum. Burası iki kişilik bir tuvaletti. Gelen kişinin ilgisini üzerime çekmemek için “Midem çok bulanıyor.” Diyerek sızlandım. Hala kapının önünde dikilmek yerine kabine girip işini halledeceğini ummuştum. Lakin kadın kapının önünden çekilmedi, pes ederek kafamı kaldırdım ve gelenin kim olduğuna baktım. “Savaş…” fısıldar gibi çıkan sesim Savaş’a ulaşmadı. “Üzgünüm, çıkmanı bekleyemedim. Seni merak ettim.” Tezgâhtan aldığım güçle doğrulmaya çalışırken Savaş kolumdan tuttu, doğrulmama yardım etti. Dengem sarsılmıştı. Savaş ayakta durabilmem için bana haddinden fazla yakındı. “Saçmaladım. Toparlamam lazımken batırdım.” Aceleci bir tavırla açılıp kapanan dudaklarına baktım, dudaklarım aralandı. “Barış’ı öyle söyleyince…” Bakışları bende değildi. Elleri hala dirseklerimi tutsa da gözleri yerdeydi, tavandaydı, her yerdeydi ama bana bakmıyordu. “Ah, hayır daha doğrusu hayatında birinin olduğunu öğrenince…” Düşünmedim. Kalbim kaybetmenin verdiği acıyla doluyken ona kendimi tekrar hatırlatmak istedim ve sonuçlarını düşünmeden dirseklerimi tutan kollarından destek alıp parmak ucuma yükseldim. Savaş’a ne yaptığımı anlayıp geri çekilebileceği kadar süre tanımadığım bu kısacık anda konuştuğu için aralanan dudaklarını dudaklarımla doldurdum. Gözlerini yumdu. Vücudunun gerildiğini hissettim. Avucumun altındaki kaslarını kasılmış, dirseklerimi tutan elleri gevşemişti. Dudaklarından aldığım anason kokusu, kendi kokusuyla karışıp burnuma doldu. Öpüşümü kolaylaştırmak için eğdiği kafasını avucumun içine aldım, gözlerimi yumdum ve alt dudağını biraz kendime doğru çekip emdim. Bunu neden yaptığımı, bilmiyordum. İçimdeki özlem miydi bunu sebebi? Yoksa kıskançlık mı? Lanet olsun! Bu çok aptalcaydı. Biz ne yapıyorduk? Dudaklarımızı birbirinden ayırmak için biraz geri çekildiğimde Savaş’ın eli çenemi kavramış, dudakları büyük bir açlıkla dudaklarıma kapanmıştı. Hala bana karşı koyamıyordu. Dudaklarım ukalaca kıvrılırken kollarımı omuzlarına dayayıp öpüşüne karşılık verdim. Lakin tir tir titreyen bacaklarım dengemi bozuyordu. Savaş aceleci bir tavırla bacaklarımı tuttu, beni tezgâha oturttu ve üzerime eğilip öpüşümü kolaylaştırdı. O an ikimizde biliyorduk ki bırakırsa giderdim, bırakırsam giderdi. Kollarımı boynuna dayadım, onu kendime daha da yakınlaştırdım. Onu istiyordum. Alkolden uyuşmuş dudaklarıma inat dudaklarını daha çok hissetmek istiyordum. Eli kazağımın içine girip belimi kavradığında vücudumun titrediğini hissettim. Dudaklarım titriyordu, nefesim titriyordu. Eli belimden kalçama doğru indi. Her yeni dokunuşu adeta bedenime bir elektrik akımı gönderiyor, beni irademden mahrum bırakıyordu. Kontrolsüzce dudaklarımdan sesli bir nefes verdiğimde elim gömleğinin düğmelerine gitti. Beni durdurmuyordu, aksine belimi kendine daha sıkı bastırıp ağırlığımı tezgâh ile bölüşüyordu. Birkaç düğmesini açmamla tuvaletin kapısının kulpu indirildi. İrkilerek duraksadım. Dudakları hala dudaklarımın üstündeyken gözlerimi açtım. Kapının kulpu ardı ardına defalarca indirildi. Hızla alıp verdiğim nefesim Savaş’ın dudaklarına çarparken ne yapacağımı bilmez bir şekilde “Çı… Çıkıyorum.” Dedim, kapının ardındaki kadına. Savaş’ın düğmelerindeki elimi göğsüne yerleştirip onu ittirdim. Benden uzaklaşmasıyla ayaklarım yere basmıştı. Bakışlarım kırmızı olmuş dudaklarına kaydı. Pişmanlıkla gözlerimi yumdum. Biz az önce ne yapmıştık? “Pardon, bu tuvaletler tek kişilik mi acaba?” Kapının ardındaki kadının ısrarcı tavırlarıyla aynaya döndüm. Çıkarmayı beceremediğim için dağılan rujumu çıkartmaya çalışırken “Kabine gir.”” Dedim, Savaş’a. “Kadın çıktıktan sonra çıkarsın.” Savaş’ın aynadaki bakışlarının üzerimde olduğunu görebiliyordum. Dışarıda tuvalete girmek için kapıyı kıracak bir kadın varken o hala beni izliyordu. Lanet olsun, ne düşünüyordu? Yaptığımızın ne kadar yanlış olduğunu mu? Gözlerimi devirdim. Sanki ben bunun farkında değil miydim? Ne sanıyordu, yaptığımla gururlandığımı mı? Tahammülsüze arkamı dönüp onu kabine doğru ittim. Üstüne kapıyı kapatıp “Kapını kilitle” diye fısıldadım. Elimdeki peçeteyi çöpe atarken “Ayrıca masaya gelmeden önce de dudaklarını sil!” diye ekledim. Bacaklarım hala tir tir titriyordu. Fakat ben ayılmıştım. Durumu kurtarmak zorundaydım. Bu saçmalığı arkadaşlarımızdan herhangi biri öğrenmemeliydi. Savaştan sesli bir geri dönüş alamasam da kapısının kitlendiğini duyduğum an kadına kapıyı açtım. “Hayır, efendim değil.” Garson ile konuşan kadının beni gördüğünde kaşlarını çatarak kollarını göğsünde birleştirdi. “Affedersiniz, bilinçsizce dışarıyı da kilitlemişim.” Kadının delici bakışlarına karşı usulca yanlarından ayrıldım, durup onunla tartışamazdım. Masaya doğru ilerlerken Bahar’ın gözleri beni buldu, bakışlarımı telaşla kaçırdım. Ona bakmaya yüzüm yoktu. Lanet olsun, ben ne yapmıştım? “Gelirsiniz, değil mi?” İren’in Efe’ye sorduğu soruyu havada bırakarak “Kalkalım mı?” diye sordum. Hiçbirine bakamıyordum, bakışlarım yalnızca Efe’deydi. Efe ne oldu dercesine kafasını omuzlarına yatırdığında huzursuzca yerimde kıpırdandım. Birazdan Savaşta gelecekti ve ben… Allah kahretsin bunu neden yapmıştım ki? “Ah, hadi ama” dedi, İren çocukça bir sesle. “Daha yeni geldiniz.” Efe özel bir durum olduğunu anladı, oturduğu yerden doğruldu. “Tamam, hayatım. Gitmek istiyorsan gidelim.” Gülümsemeye çalıştım. Pek de başarılı olamadım. Dudaklarımda hala Savaş’ın dudaklarının tadı vardı. Ellerin izi hala vücudumdaydı. Kahretsin! “Peki ya hafta sonu… Gelecek misiniz?” İren’i daha fazla çekemeyerek “Gelirim, geliriz.” Dedim. Nereye gideceğimizi bile bilmiyordum. Tek istediğim bir an önce buradan gitmekti. Bir an önce…
🕯️
Öncelikle bölüm biraz geç geldiği için üzgünüm, ballarım. Son okumasını yetiştiremedim :( Fakat telefi olarak elimden geldiğinde bölümü uzun tuttum. Umarım okurken mola vermiş, yorulmamışsınızdır.
Iıı şey…
Bir de birtakım olaylar oldu. Malum Aden ve Savaş birbirlerine çok karşı koyabilen bir ikili değil. Ki zaten siz Savaş’ın ağzından da okumuş kuzular olarak Savaş’ın sadece Aden’e ait olduğunu biliyorsun.
Eh ortada dönen şey yanlış mı? Tabi ki yanlış ama bir anda oldu yani. Ben bile anlayamadımm…
Neyse…
Gün geçtikçe onları daha iyi tanıyorsunuz ve o tatil evine gitmeden öncesinde nasıl insanlar olduklarını gözlemleyebiliyorsunuz. Bu çok güzel bir şey, en azından benim için. Onları gerçekten tanıdıktan sonra suçlamanızı istiyorum. Sizi ellerimle katile götürmek istemiyorum.
Bu arada hatırlıyorsanız size ilk bölümde sorgu ifadeleriyle ilgili bir uyarı yapmıştım. Hepsine inanmamanız gerektiğini söylemiştim. Bugün Aden’in cinayetten sonra verdiği sorgu ifadesinin devamını okudunuz ve ne düşünüyorsunuz merak ediyorum.
Sizce gerçekten her şey Aden’in dediği gibi olmuş olabilir mi?
İren onları geçmişin intikamını almak için çağırmış olabilir mi?
Yorumlarınızı bekliyorum kuzularım. Önümüzdeki pazartesi ‘daha erken bir saatte’ görüşüne kadar kendinize cici bakın.
Bölüm hoşunuza gittiyse yıldızları parlatmayı, satır sonlarında benimle buluşmayı unutmayın.
Çok çok öpüldünüüüüüüz💕 |
0% |