Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Üçüncü Bölüm

@begumozturuk

 

 

Artık buradasın

 

6 Ocak 2024

Aden Karaca

 

Arkamı dönüp geçmişimin her bir kırıntısını geride bıraktığıma inandığımda yirmi bir yaşımdaydım. Annem için gelen sağlık ekipleriyle beraber ambulansa binmiş, babamın arabası trafiğe gömüldüğü an ambulanstan inip kalabalığa karışmıştım.

Arkamda beni özleyecek ya da yollarımı gözleyecek kimsenin olmamasının verdiği rahatlıkla öyle özgür hissediyordum ki sokaklarda hayatımı nasıl devam ettirmem gerektiğini düşünmemiştim bile.

Cebimde beş kuruş para yoktu, kendime ait bir kredi kartım ya da satabileceğim bir telefonum da yoktu. Dımdızlaktım. Üzerimde kefen gibi duran kirlenmiş beyaz hırkam, dizleri çıkmış eşofman altım, ayak bileğime bağladığım siyah bandanam ve terliklerimden başka bir şey yoktu. Satmak istesem hiçbiri para etmezdi.

Ama önemli değildi. O evden kurtulmuştum. Bu halime rağmen bile yüzümde geniş bir gülümseme vardı. Her şey geride kalmıştı, artık özgürdüm.

Artık özgürdüm.

Özgürlüğün düşündüğüm kadar mutlu etmediğini, sokakların evden daha tehlikeli olabileceğini öğrendiğimde neyse ki hayatıma Efe girmiş ve beni kaçmak istediğim her şeyden çekip kurtarmıştı.

Hayatımı, huzurumu, mutluluğumu ona borçluydum. Bakışlarım Müge'nin neden bana baktığını anlamaya çalışan Efe'ye doğru döndü, gülümsedim.

Muhtemelen yine beni koruması gereken bir anın içerinde olduğumuzu düşünüyordu. Selin'i gerisine almış, ikimizin de önünde siper olmuştu. Onlara doğru ilerlerken düşündüm.

Şimdi ise yirmi dört yaşındayım. Yedi senedir görüşmediğim dostumu büyüdüğümüz şehirden kilometrelerce uzağında tekrardan görüyordum. Ne kadar da garipti.

Oysaki ben daha düne kadar birbirimizin hayatlarındaki rollerimizin bittiğine emindim.

Efe ve Selin'in yanına vardığımda Selin'in minik elini tuttum. Demek ki yanılmıştım, bitti sandığım hikayemiz daha bitmemişti.

"Onlar kim? Neden sana bakıyorlar Aden?" Selin'in boyuna eğilip elinin tersini öptüm. Efe'nin şu an tetikte olduğunu hissetmiş, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu fark etmişti.

Daha sekiz yaşında küçük bir çocuk olmasına rağmen düşündüğümüzden daha çok şeyin farkındaydı, hissedebiliyordum. Biz her ne kadar onun yanında konuşmamaya özen göstersek de hislerimizi bizimle paylaşıyor, bizi sanki kalbiyle duyuyordu.

İkisini de rahatlatmak istercesine "Arkadaşlarım." Dedim. Müge'nin yanındaki çocuğu tanımıyordum ama bu yalan söylediğim anlamına gelmezdi. Müge bir zamanlar gerçekten de en yakın arkadaşımdı. "Beni almaya gelmişler, birlikte okula gideceğiz."

Okuldan yalnızca Eda ile görüştüğümü bilen Efe tek kaşını havalandırdı. "Eski arkadaşlarım, mahalleden." Doğruların arasına sıkıştırılan yalanlar göze batmazdı.

Selin babasından onay almak istercesine Efe'ye döndüğünde Efe üstündeki gerginliği atıp gülümsedi. "Evet, arkadaşları." Aldığı cevap Selin için yeterli olmamış, "Güvende mi yani?" diye sormuştu.

Bunu soruyor oluşu bile kalbime dokunmuştu. Bir ebeveynmiş gibi benim için endişeleniyordu, oysaki o küçük bir çocuktu. Benim için endişelenmemeliydi.

"Tabi ki de güvendeyim." Selin benim yanıtımı yok sayarak Efe'ye bakmayı sürdürdü. Hala Efe'ye güvendiği kadar bana güvenmiyordu. Gözlerimi kaçırıp doğrulduğumda Efe söylediklerimi referans alarak "Evet, aşkım. Güvende." Dedi.

Selin ikna olmuştu. Kibarca kafasını sallamış, "Peki, o zaman biz okula gidebiliriz babacığım." Diyerek Efe'nin elinden çekiştirmişti.

"Önce Aden ile vedalaşalım." Selin yanımızdayken duymasını istemediğimiz şeyleri böyle konuşurduk. Efe boştaki eliyle belimi sararken konuşmamız gereken şeylerin olduğunun farkındaydım.

"Onları neden tanımıyorum?"

Kollarımı Efe'nin omuzuna doladım. "Bahsetmeyi unutmuşum…" Yanaklarımızı birbirine değdirirken "Bunu daha sonra konuşacağız yani.” Dedi geciktirmeme izin vermeyerek. “Peki, kalmamı ister misin?"

Müge ile tanışmalarını istedim, elbette ama ufaklığın yetişmesi gereken bir okulu vardı.

"Hayır, hiç gerek yok. Selin'e de söylediğim gibi, güvendeyim."

"Tamam, nasıl diyorsan ama bir şey olursa ara, gelirim."

Efeden ayrılırken gülümsedim. Benim için endişelenmesini anlayabiliyordum. Kolay zamanlar geçirmemiştik. Hayatımızın çoğunluğu kaçarak geçmişti ve en sonunda sabit düzene geçtiğimizde Müge karşıma çıkıyordu.

"Yine gizli şeyler konuştunuz." Selin sertçe ayağını yere vurdu. "Çocuk değilim, anlıyorum."

Efe kıkırdadı. "Biliyoruz, artık genç bir hanımefendisin." Bakışları güven vermek istercesine son bir kez bana döndüğünde göz kırptı ve Selin'i peşinden sürükleyerek ilerlemeye başladı. "Ve bu genç hanımefendinin artık okula gitme vakti geldi."

Selin ve Efe yanımdan ayrılırken derin bir nefes aldım. Müge hemen arkamdaydı. Birkaç adım uzağımda duruyordu. Seneler sonra buradaydı. Ona, onlara en çok ihtiyaç duyduğum gün hissetmiş gibi gelmişti.

Saatler öncesinde apartmanımda bir cinayet işlenmişti, kapı komşum öldürülmüştü. Oğlu ise ağır yaralıydı, Selin'in uyandığından beri sorduğu oğlu sabahın ilk ışıklarıyla bindirildiği ambulansla hastaneye götürülmüştü ve benim önce karakola gidip ifade vermem, daha sonra da gidip Ata'nın durumunu takip etmem gerekiyordu.

Tüm bu sorumluluğun altında öyle yalnız hissetmiştim ki onlardan birinin tam şu anda burada olduğunu bilmek sanki gücüme güç katmıştı.

İçimde bir yerde hala geçmişin hesabını sormak için alevlenen bir öfkem olsa da ona olan özlemim öyle baskın geliyordu ki kinimin, nefretimin sebebini unutturuyordu.

Kendimden emin bir şekilde topuklarımın üzerinde Müge'ye doğru döndüğümde gözyaşım yanaklarıma doğru süzüldü. Yıllarca bu anın hayalini kurduğum öyle çok ânım olmuştu ki şimdi titreyen kollarımı Müge için açarken gerçekliğini sorguluyordum.

Ancak Müge gözyaşları içerinde kollarıma atıldığında emin olabilmiştim. Gerçekti, bu sefer Müge gerçekten gelmişti.

"Aden ben..." kollarımı Müge'ye daha sıkı sardım. Konuşmak istemiyordum. Geçmişten bahsetmek istemiyordum. Geçmiş omuzlarımızda yüktü, bunu artık anlamıştım.

"Bugün değil." İçimden tekrarladım. Bugün değil... İçimdeki burukluğa rağmen bugün değildi, o gün bugün değildi.

"Çok özledim seni." Müge sessiz sokağı hıçkırıklarıyla dolduracak kadar şiddetli ağlamaya başladığında saçlarını okşadım. Belki de ihtiyacı olan tek cevap 'Bende...' dememdi ama yapamamıştım.

Kollarım sarsılan bedenine sarılıyken 2017 yılında birbirimizden ayrılmadan bir gün önce son kez sarıldığımız o merdivenlere gitmiştim. Dejavu gibiydi. Yollarımız ayrılmadan önce son kez sarılmıştık, şimdi ise yollarımız birleştiği için mi sarılıyorduk?

"Gelmediğim çok an oldu değil mi?" Müge'nin sorusu ile gözlerimi kırpıştırdım. Gelmesini istediğim çok an olmuştu, evet ama gelmelerini hep gelmeyeceklerini bile bile istemiştim. Bunun için onları suçlayabilir miydim, sanmıyordum.

Olumsuz anlamda kafamı sallarken sırtını sıvazladım. "Önemli değil. Gerçekten... Gerçekten hiç önemli değil." Gözyaşlarım yanaklarıma usulca iniyordu. Ona bugün gelmesinin de yeterli olacağını söylemek istedim. Lakin yapamadım. Hissettiğim yoğun duygularımı dışa vurmaktan çekindim, güçsüz görünmekten korktum.

Müge içimi okumuş gibi "Geldim." Dedi. "Bu sefer geldim ve artık hiçbir yere gitmeyeceğim. Söz veriyorum, bir kez daha bunu yapmayacağım."

Verilip de tutulmayan sözlere alışıktım.

Ama yine gitmeyi tercih ederse eskisi kadar da parçalanmazdım. Büyümüştüm. Artık ihanetleri daha az acıtırdı, değil mi?

Müge omuzlarımı tutarak aramıza mesafe koydu. Gözleri buğulu bakıyordu, dudakları hala tir tir titriyordu ama yine de yüzüne kondurduğu içten gülümsemesi ile ikimizin de susmak bilmeden hayatlarımızı anlatmaya başlayacağımız diyalogların açılışını anlamlı bir "Merhaba." ile başlatmıştı.

Gözlerinde görmüştüm. Merhabası; ikimizi de tanıştığımız ilk güne, o oyun parkına götürmüştü.

"Merhaba." Demiştim, ağlayan kızın omuzuna dokunurken. Parkın ağaçlık kısmında gölgelikte otuyordu. Sesi tüm parkı inletecek kadar güçlü değildi belki ama nefesini kesecek hıçkırıklara sahipti.

Yüzünü gizlediği avuçlarının arasından bakmıştı bana, Müge. Konuşmaya gelmem onu şaşırtmıştı gibiydi. Kesilen hıçkırıklarının arasında çipil çipil bakıp 'Merhaba' demişti.

Gülümsedim. Sanki karşımda o küçük Müge vardı. Özenle taranıp toplanmış altın sarısı saçları şimdi buklelerle beline dökülüyordu. Üzerinde yeşil uçuşan elbisesi yerine taytının üzerine giydiği yeşil şişme montu ve yeşil botları vardı. Muhtemelen hala en sevdiği renk yeşildi. Ama değişmeyen bir şey daha vardı. Kanlanmış çerçevesine inat hala aynı bakan mavi gözleri...

Yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımı baş parmağıyla sildi. O gün oyun parkında benim, onun gözyaşlarını sildiğim gibi.

Hissettiklerimi kelimelere vuramıyordum. Çok garipti. Daha düne kadar adını bile duymazken şimdi karşımdaydı ve gözyaşlarımı siliyordu.

Nasıl yapmıştı bunu?

Nasıl bulmuştu beni?

"Nasıl buldun beni?" diye sordum, merakla. Ardımda bıraktığım izlerimi silmiştim. Kaçmış, çoğu zaman saklanmıştım. Tam yaşamaya, tekrar nefes almaya başlamışken izimi nasıl bulmuştu?

Müge'nin bakışları kısa bir anlığına yaşadığım apartmana döndü. "Ben bulmadım." Bakışları tekrar bana çevirdi. "Yani bilerek yapmadım. Ben sadece haber için gelmiştim.”

Müge duraksadı. “Bu lafı olandırmadan direkt söylenir mi, emin olamıyorum ama dün apartmanınızda bir cinayet işlendi.”

Hayretler içerinde Müge’ye bakakaldım. Tülin ve Ata için mi buradaydı?

Üniversitede gazetecilik okuduğunu biliyordum. Onların aksine ben uzun bir süre daha onlardan haber almaya devam etmiştim. Lakin cinayet haberleri sunacağı hiç aklıma gelmezdi.

Müge... Müge böyle şeylerden korkardı.

"Daha doğrusu iki..." dedi, Müge. Ata'nın da öldürüldüğünü düşünüyordu. Belki de Ata'dan olumlu bir haber alana kadar böyle bilmesi daha iyiydi.

"Onlar için geldim. Yaşadıkları olayı çözümleyebilmek için, onlara yardım edebilmek için."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bildiklerimi ona anlatmalı mıydım, emin olamıyordum.

Gözlerim arkamızdaki kumral çocuğa doğru kaydı. Yüzündeki içten gülümsemeyle bizi izliyordu ve ona doğru bakmamı fırsat bilerek bize doğru ilerlemeye başlamıştı.

"Ah sizi tanıştırmadım, değil mi?" Müge'nin aksine renklere küsmüş gibi giyinen çocuk bize doğru ilerlerken onu inceleme fırsatı yakaladım.

Siyah pantolonun üzerine giydiği siyah şişme montu ve siyah botlarıyla fazla siyah duruyordu. Elinde kombiniyle uyumsuz, çıkartmalarla süslemiş büyük bir kamera vardı. Kameranın Müge'nin olduğuna yemin edebilirdim.

Geriye taradığı kumral saçları her adımında savruluyordu. Yüzüne yerleştirdiği geniş gülümseme ise bir an olsun dudaklarından silinmiyordu.

"Atlas." Dedi, Müge çocuk yanımıza vardığında. "Nişanlım." Gözlerim büyüdü. Nişanlanmış mıydı?

"Ben seni zaten tanıyorum. Az aramadık seni... Aden." Atlas elini bana doğru uzattı, afallamıştım. Gülümsemeye çalışarak elini sıktım. "Tanıştığıma memnun oldum."

Müge nişanlanmıştı... Hatta nişanlısına benden bahsetmiş, birlikte beni aramışlardı. Duyduklarım sanki kalbimin açıklarını sargı beziyle sarıyordu. Müge çok daha önce bana gelebilmek için çabalamıştı. Gitse de geri gelmişti, gelmek istemişti.

Atlas bende dercesine kafasını sallayıp tebessüm ettiğinde Müge aramıza girdi. "Daha tanışacağınız çok zamanımız olacak, boş ver onu. Sen neler yapıyorsun?"

Yaşadığım duygu karmaşası ile Efe'nin kullanmam için aldığı aracı işaret ederek "Karakol..." dedim.

Bunca yıl büyük bir yalana inanmış gibi hissediyordum. Müge'nin gittiğine bu kadar inanmışken aslında gitmediğini öğreniyordum ve belki o gün evden kaçmasaydım nasıl bir arkadaşlığımız olurdu diye düşünmeden edemiyordum.

Uzun zaman sonra Müge'ye kavuşmuştum, evet ama eksikleriyle kavuşmuştum. Onun en özel anlarından birini kaçırmıştım. O nişanlanmıştı.

Belki gitmeseydim...

Devamını getiremedim.

Gitmeseydim yaşıyor olmazdım, biliyordum.

Müge korkuyla kaşlarını havalandırdı. "Yoksa gördün mü?" Ne sorduğunu kısa bir anlığına algılayamadım. Boş bakışlarıma karşılık elimi avuçlarının arasına aldı. "Katili...Katili gördün mü?"

Karakol...

Katil...

Ata...

Şaşkınlığımı üzerimden atıp olumsuz anlamda kafamı salladım. Katili görmemiştim, cinayet işlenirken devirdikleri vazoları ya da bağrışmaları da duymamıştım.

Böyle anlaşmıştık…

"Hiçbir şey görmedim, duymadım da ama yine de ifade vermeye gitmem gerekiyor."

Polis memurlarının söylediği kadarıyla savcı bizi özellikle çağırmıştı. Muhtemelen aynı katta oturduğumuz içindi. Bu yüzden pek endişelenmiyordum. Beni geren şey karakolun atmosferini soluyacak olma fikriydi.

"Tamam, hadi gidelim." Dedi, Müge. Garipseyerek kaşlarımı havalandırdım. Sahiden benimle mi gelecekti? Müge tuttuğu elimi çekiştirirken Atlas'a isterse İzmir'i gezebileceğini söyleyip birkaç saate döneceğinin haberini verdi.

Bunu ona ben teklif etmemiştim, bu yükü tek başıma kaldıramayacağımı da söylememiştim ama Müge anlamıştı.

Atlas'ı arkamızda bırakıp aracıma doğru ilerlerken "Endişelenme." Dedi, sıcak bir sesle. "Ben yanında olacağım."

Gülümsedim. Onun varlığını tekrar hissediyor olmak kalbimi sıcacık ediyordu.

Bu unuttuğum ama tekrar hissedebildiğim için şanslı olduğum bir histi.

...

Yol boyunca pek konuşmadık, bana haber bloğu için sorular sorabilir soruşturmada ilerletebilirdi ama yapmamıştı. Yalnızca yanımda olmuştu.

Karakola girip sorgu odasına girene kadar da benimle gelmiş, küçük bir çocukmuşum gibi tuttuğu elimi hiç bırakmamıştı.

Müge farkında olmadan içimdeki öyle büyük bir boşluğu dolduruyordu ki tarif etmesi çok zordu. Yalnız değildim, hayatımda Selin ve Efe vardı. Ailem olmuşlardı, bunun için çok şanslıydım ama yine de o boşluğu ikisi de dolduramamıştı.

Geçmişin açtığı boşluğu yalnızca geçmişinin parçaları doldurabilirmiş, bunu bugün çok iyi anlamıştım.

Şimdi sorgu odasında oturmuş, cinayetin savcısını beklerken Müge'nin kapının ardında beni bekliyor olduğunu bilmek bana güç veriyordu. Sanki rutubetli bu duvarlar üzerime yıkılsa ben dimdik ayakta kalırdım. Öyle bir güç...

Alnıma dökülen saç tutamlarımı parmaklarımın ucuyla düzeltirken benimle beraber savcıyı bekleyen polis memuru saatine bakıp masadaki kayıt cihazına uzandı. Vakit gelmişti. Birazdan savcı gelecek ve ben Efe ile çalıştığımız senaryoyu yaşamışçasına sunacaktım.

İşittiğim adım sesleriyle bakışlarım kapıya kaydı, omuzlarımı dikleştirdim. Soğukkanlı olmalıydım. Ne de olsa hiçbir şey bilmiyordum.

Değil mi?

Kapının kulpu sakinlikle inip kapı aralanırken tüm planlarımı altüst edecek, kalbimin deli gibi çarpmasına neden olacak o ismi Müge'nin dudaklarından yankılandı.

"Savaş!"

 

 

 

 

🕯️

 

 

Hellüüüü, nasılsınııızz?

 

 

Ah Savaş savcıımmmm. An itibariyle Müge, Aden ve Savaş tekrar bir araya geldi. Peki ya diğerleri...

 

 

Onlara da çok az kaldıııı

 

 

Yorumlarınız ve beğenileriniz benim için önemli💕 Bu yüzden bölüm hoşunuza gittiyse yıldızları parlatmayı🌟, satır sonunda benimle buluşmayı unutmayın💃🏻

 

 

Önümüzdeki Pazartesi tekrar görüşüne kadar kendimize cici bakın, ballarımm🍯öpüldünüz💋

 

 

Hikayeye ait tiktok hesabının da şuraya bırakıyorum isterseniz bakarsınız canlarım

 

 

tiktok: begmozturuk

Loading...
0%