Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1.GEÇMİŞİN GÖZYAŞLARI

@bekuylr

Selamlarrr, 1. Bölüm ile karşınızdayım! Umarım ilk bölümü çok sevmişsinizdir :)

 

Çünkü o bölüm ne olursa olsun benim her zaman favorim olarak kalacak. Hepinizi çok seviyorum çiçeklerimmm

 

İyi okumalar dilerim!

 

Bölüm Şarkısı: Chris Isaak, Wicked Game.

 

Instgram: be.kuylr

 

 

 

 

1.GEÇMİŞİN GÖZYAŞLARI

 

"Yarayla alay eder yaralanmamış olan." der Shakespeare, sizin hiç yaralarınızla gözlerinizin içine baka baka yaralarınızla alay ettiler mi? Siz paramparça olurken, sizin gözlerinizin içine baka baka üvey babanız sizin hayatınızla alay etti mi? Sizi gerçek babanızdan satın aldığını hep yüzünüze vurdu mu? Etraf karanlıktı, etraf geçmişin o tozlu kokusuyla doluydu. Geçmiş acıydı, geçmiş yok oluştu ve geçmiş kahroluştu. Bir evin adresi vardı, elime verilen kağıttaki adrese ve eve baktım. Evin kapısı kimsesiz birine aitmiş gibi ardına kadar açıktı. İçeriye girmeye karar vermiştim.

 

Etrafta eski odanın tuhaf kokusu, geçmişin izleri vardı. Bu ev kimsesizdi. Önümdeki eski lambanın ampulü yanıyordu ama odaya hafif, solgun bir ışık veriyordu. Etraftaki keskin koku, lavantalara ait olmalıydı. Etrafıma bakındım ve su dolu vazoya konulmuş lavantalara baktım. Kurumuşlardı, lavantaların bazı yaprakları, vazonun içine düşmüştü. Karşımda duran, eski, dört çekmecesi olan, üzeri toz dolu olan o masaya baktım. Masanın üzerinde Franz Kafka'nın Milena'ya Mektuplar adlı kitabı duruyordu. Kitabı açıp, içini incelemek istediğimde, kitabın yan tarafında duran eski bir defter dikkatimi çekti. Bir günceye benziyordu, kaşlarımı çattım. İnsan kendisine özel bu güncesini niye eski bir masanın üzerine bıraksın diye düşündüm. Defteri açtığımda kendi el yazımla yazılmış olan o yazıları gördüm.

 

"Sevgili gelecekteki Karen, bugün ne olduğuna inanamazsın. Bugün o adam bana oyuncak aldı. Tahta bir arabaydı, ben arabaları sevmem ama önemli değil. Sen arabaları seviyor musun? Umarım seviyorsundur.

 

-Geçmişteki Karen."

 

Defterin kapağını sertçe kapattım. Bu defteri hatırlamıyordum, kendime böyle bir not bırakmış olabilir miydim? Derin bir nefes verdim, "Peki," diye mırıldandım, defteri siyah deri çantamın içine attım. "Bununla daha sonra ilgileneceğim." İşaret parmağımı masanın üzerinde gezdirdim ve tozlarla kaplanmış işaret parmağıma baktım.

 

"Bu kadar kirlenmesi için yıllardır temizlenmemiş olması gerek!" gözlerimi devirdim, burada kim yaşamış olabilirdi? Ya da kim yaşıyor olabilirdi? Yaşanacak bir yere benzemiyordu.

 

Salonun duvarına asılı aile resmine baktım, daha doğrusu sadece bir çiftin fotoğrafıydı bu. Düğün günü fotoğrafıydı, kadının üzerinde çok güzel bir gelinlik vardı, yüzünde ise tatlı bir gülümseme vardı. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu adeta. Adam ise aksine çok ciddi görünümlüydü. Üzerindeki damatlığın cebinde bir tane gül vardı.

 

"Hoş geldin," dedi biri. Korkuyla arkamı döndüğümde arkamdaki yaşlı adamla göz göze geldim. Adamın siması bir yerden tanıdık geliyordu ama bunu çözememiştim.

 

"Epey meraklı olmanız lazım, bu eve elinizi kolunuzu sallayarak girebildiğinize göre."

 

İğnelemesine rağmen gülümsedim.

 

"Kusura bakmayın, lütfen. Sadece bu evin adresini bana bir adam verdi, geçmişimle ilgili bir şeyler bulabileceğimi söyledi." O adam, Erter'den başkası değildi. Bu adresi alabilmek için onu süründürmem gerekmişti ama buna değmişti.

 

"Ah," dedi yaşlı adam bir şeyi hatırlamış gibi, "Sen o kız olmalısın, Erter'in kızı Karen. Ben Yaşar, Erter Bey'in eski bir çalışanıydım."

 

Bu bilgi beni duraksatmıştı.

 

"Şey, peki..." Yaşar Amca kendinden emin bir şekilde konuştu.

 

"Evet, burası benim evim."

 

Saçlarımı karıştırdım.

 

"Bu eski, tozlu ve..." gözüm rutubetli duvarlara takıldı. Üstelik evin kötü, havasız bir kokusu da vardı. "Rutubetli bir evde yaşamak, sizin sağlınız için pek iyi bir şey değil gibi."

 

"Bu zamana kadar iğrenç yerlerde yaşadım, eskiden yaşadığım yerleri görseydin buraya şükür ederdin."

 

Yutkundum.

 

"Neden burada yaşıyorsunuz, daha iyi yerlerde olduğuna eminim."

 

Yaşar Amca, bu söylediğime güldü.

 

"Burası benim için önemli."

 

"Neden?" diye sordum merakla. Yaşar Amca bir kez daha bana şüpheyle baktı.

 

"Geçmişim burada, belki de bu yüzden burası benim için çok önemli bir yerdir? Kimsenin geçmişine inme, tatlı bir kıza benziyorsun. Bu yaşlı, korkunç görünen adamın geçmişini öğrenip ürkmeni istemem."

 

Duruşumu dikleştirdim.

 

"Hayatımda hiçbir zaman korkak bir kadın olmadım."

 

...

 

İnsanın vicdanı, aklından önce gelirdi hep ama bu sefer benim için öyle olmamıştı. Akıl, vicdanın önüne geçmişti ve bundan kurtuluşumuz yoktu. Geçmişin kirli gözyaşları, kalbimin üzerine yavaş yavaş aktı ve o kirli gözyaşları kalbimi doldurup taşırdı. Sevgisizlik sevginin, kötülük iyiliğin, vicdansızlık ise vicdanın önüne geçti. Ne insanlar eskisi gibiydi, ne de ben. Zaman değişirdi, insan değişirdi. Ne zaman aynı kalırdı, ne de insan. Kalbimi dolduran kan siyah olduğundan beri, buradaydım. Karen Alkan. Karen saflığı, Alkan ise kanı temsil ederdi. Beni temsil eden bir simge olsaydı, birbirine kavuşamayan iki el olurdu. Bir el geçmişimi, bir el geleceğimi temsil ederdi.

 

Kanlar durmazdı, kanlar akardı. Siyahın boyadığı tek şey sadece insanın kalbi olmazdı. İnsanın düşleri de siyaha boyanırdı. Karşımdaki aynaya baktığımda parçalanmış bir insan gördüm. Gözlerini kan bürümüş, elinde sönmüş sigara olan bir kız çocuğu gördüm. Elindeki sigara onun göğsüne bastırılmıştı. Küçük kız çocuğunun kemikleri sayılıyordu, başını sürekli yere eğiyordu. Küçük kız, kahverengi ayıcığının onunla konuştuğuna inanıyordu bu yüzden elinden o ayıcığı asla bırakmıyordu. Kimse küçük kızı dinlemiyordu ama küçük kız sorunlarını kucağındaki kahverengi ayıcığına anlatıyordu. Başına kadar yeşil battaniyesini üzerine çekiyor, böylece battaniyenin onu o adamdan kurtardığına inanıyordu. Tek savunması yeşil battaniyesiydi. O adam odasına girdiğinde, eski yeşil battaniyesinin altında korkudan tir tir titrerdi. Ona bir şey yapmasın diye Tanrı'ya dualar ederdi.

 

O kız çocuğu büyümüştü, değil mi? Aynaya baktığımda sadece geçmişimi değil, geleceğimi de görmüştüm. Yalnız olan Karen'i, etrafında sadece kötülükler olan Karen'i.

 

Aynaya fazla bakarsan, geçmişinden kaçamazsın. Geçmişin geleceğinin aynasıdır çünkü ve ondan kaçışın yoktur. Geçmiş acıydı, geçmiş geçmişte kalmıştı ama acısı geçmemişti. Geçmişin acısı ise her zaman taptaze kalacaktı.

 

Aynaya bakmayı kesip, dolabıma yöneldim. Üzerime beyaz bir elbise giydim, bu beyaz elbise, bu gece kanla boyanacaktı. Bu beyaz elbise intikamın lekesiyle kan kırmızıya boyanacaktı. Benim kanımla değil, o adamın kanıyla.

 

Ateş yanıyordu, ateş her seferinde körükleniyordu. Çocukluğumun gözyaşları, kalbimdeki ateşi söndüremezdi. İntikam ateşi, geçmişin gözyaşlarıyla sönmezdi. İntikam ateşi, bedenimi ele geçirmişti ve bedenim cayır cayır yanıyor gibi hissediyordum. Dünya yanıyordu ve dünyayı yakan kişi benmişim gibi hissediyordum. Hislerimi desteklermişçesine, telefonumdan yükselen o huzurlu şarkının sözlerini duyuyordum.

 

"The world was on fire and no one could save me but you.

It's strange what desire will make foolish people do.

I never dreamed that I'd meet somebody like you."

 

Dünya yanıyordu ve beni senden başka kimse kurtaramazdı.

 

Beni kimse kurtarmamıştı, bu cümle gülümsetmişti.

 

Beni kendi esaretimden, kendim dışında kimse kurtaramazdı.

 

Beyaz elbisenin fermuarını çektim, ayağıma topuklu ayakkabılarımı giydim.

 

Siyahın yoğunluklu olduğu makyajımı yaptıktan sonra evden çıktım. İçimde kötü bir his vardı, güvende değilmişim gibi hissediyordum, her an her şey olabilecekmiş gibi.

 

Siyah Jeep'ime bindim, şoför koltuğuna yerleştim. Kemerimi bağladıktan sonra arabayı çalıştırıp, konuşma yapacağım yere doğru sürdüm.

 

Çıkacak gazete manşetleri gözümün önünden geçti. Zengin iş adamı Erter Alkan'ın gözde kızı Karen Alkan'dan korkunç çıkış! Hayır, zengin iş adamı Erter Alkan'ı elinde tutup, bu gece ıssız ormanda Erter Alkan'ı öldürecek olan üvey kızı Karen Alkan'ın intikamı.

 

Gülümsedim, tüm konuşma aklımdaydı. Bunların hepsini hazırlamıştım. Hepsi planın dahilindeydi.

 

...

 

Konuşma salonuna geldiğimde muhteşem bir kalabalık, beni karşılıyordu. Herkesin gülümseyen yüzleri, onların maskelerini gösteriyordu. Konuşmacı Uğur Yaldız, sahneye çıkarak konuşmaya başladı.

 

"Değerli misafirlerimiz, hepiniz şirketimizin yirmi birinci yıldönümünün balosuna hoş geldiniz!" Alkışlar yükselmeye başladı, Uğur elini durmaları için havaya kaldırdı.

 

"Bu güzel balomuzun açılış konuşması için Erter Alkan'ın öz kızı Karen Alkan'ı sahneye davet ediyorum!"

 

Oturduğum yerden kalktım ve duruşum dik bir şekilde sahneye yürüdüm.

 

Kürsüye çıktığımda herkes beni coşkulu bir şekilde alkışlamaya başladı. Alkışlar kesildiğinde konuşmaya başladım.

 

"Sevgili misafirler," dedim gülüşümün arasından. "Şirketinizin yirmi birinci yıl döneminde, asıl şirketinizin kurucusu, öz babam olarak bildiğiniz ama bana soyadından başka bir şey vermeyen, Erter Alkan elimin altındadır. Bu gece, Erter Alkan sizler de dahil olmak üzere, son gecenizdir. Ben bu sikik şirket binasından çıktıktan hemen sonra, bu bina bombayla patlayacak ve hepiniz içeride kaldığınızda gülümsemeye devam eden ben olacağım. Geriye yıkık bir şirket binası ve sizin cesetleriniz kalacak. Hepinize iyi eğlenceler dilerim."

 

Herkes şok içinde bağırıp, bana ve itibarıma küfürler ediyordu.

 

"Bu kadarını da yapamazsın!"

 

"Hangi orospunun kızısın!?"

 

"Orospu Alkan!"

 

"Seni yaşatmayacağız!"

 

Kürsüden indiğimde bana saldırmaya, beni öldürmeye kalkmışlardı. Çantamda ki silahı çıkardım ve tavana ateş ettim. Herkes korkuyla benden uzaklaştı. Ağlayanlar, bağıranlar, hepsi bir anda sustu.

 

"Bana ve itibarıma laf eden insanlara bakın," dedim alayla, "şu elimdekinden mi korkuyorsunuz?" dudaklarımı büzdüm, "yazık."

 

Saatime baktığımda, bombanın patlamasına son on dakika kaldığını gördüm. Asansöre bindiğimde sanki bu bina birazdan patlamayacakmış gibi heyecansızdım. Normalde böyle olaylarda heyecanlanırdım, belki bu olayı daha önce de yapmamış olsaydım yine heyecanlanabilirdim.

 

Gülümsedim, adaleti her zaman hakimler sağlamazdı, adaleti bazen katiller de sağlardı ve bu katil bendim.

 

Adaletin terazisi düzgün çalışmazdı. Kimin ağırlığı, kimin parası daha fazla basarsa, davayı o kazanırdı. Bu sefer adalet terazisinin bu dengesini ben bozmaya geliyordum.

 

Karen Alkan, her zaman güçlüydü. Ya da kendi öyle sanıyordu. Asansör zemin kata indi, kapıları açıldı. Şirket binasını arkama bile bakmadan terk ettim. Şirket binasından çıkar çıkmaz şirket binası patladı ve itibarıma laf eden insanlar içeride kaldı. Geriye yıkık dökük bir şirket binası ve o insanların cesetleri kaldı. Siyah Jeepime tekrar bindim ve olanlardan sorumlu olan ben değilmiş gibi orayı terk ettim.

 

Şarkı devam ediyordu, kafamdaki şarkı çalmaya devam ediyordu.

 

Şarkı çalmaya devam ediyor, savaş başlıyordu. Karen Alkan, buradaydı ve ölmeye değil, öldürmeye devam ediyordu.

 

İsmimin anlamını değil, soy ismimin anlamının gerçekliğiyle yaşardım.

 

Karen Alkan gülümsemişti, gülümsemiştim.

 

Adalet, insanın kalbini durdurabilir miydi?

 

Adalet, insanın yalnızca kalbini durdurmazdı, adalet insanın ruhunu da ele geçirirdi.

 

Kalbim atmaya devam ettikçe, kalbim adaletsizlikle lekelenmedikçe, adalet için yaşamaya devam edecektim.

 

Derin bir nefes verdim, arabayı gördüğüm ilk uygun yere park ettim ve araziden içeriye girdim.

 

Ayağıma giydiğim beyaz topuklu ayakkabılarımın takırtıları yankılandı. Adımlarım sertti, bir kadın katilin adımları ne kadar sertse benimki de o denli sertti.

 

Kararlılığımın ve korkusuzluğumun önünde kimsenin duramayacağı belliydi.

 

Erter Alkan, ünlü, zengin, iş adamı, ellerimin arasında, özgürlüğü kısıtlanmış bir şekilde buradaydı. Zengindi ama yanında kimse yoktu.

 

Sadece ben ve o vardı.

 

Bana alayla bakıyordu, 'beni sen mi öldüreceksin?' der gibiydi.

 

"Hangi yüzle geldin buraya?" dedi,

"Her yüzümle." dedim.

 

Maskesi yoktu, maskem yoktu. İğrenç yüzünü kaplayan maskesi onu rahatsız etmişti, karşımda maskesiz ve bir hayli o kadar da güçsüz duruyordu.

 

"Beni öldüremezsin." dedi, sakindi. İçinde bir yerlerde sürüne sürüne öleceğini bilse de, sakindi. Bu sakinliği insanı ister istemez şaşırtıyordu.

 

"Seni öldürmeyeceğim," dedim, o sakinse, benim de panik yapmama gerek yoktu.

 

"Buradan çıktığımda benden özürler dileyeceksin."

 

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. Ondan kesinlikle özürler dilemeyecek, özürler diletecektim.

 

"Senden özür dilemeyeceğim."

 

"Sen benim kızım gibisin," vicdanlı görünmeye çalışıyordu, "Seni ondan aldığımda ne kadar güzel bir bebek olduğunu biliyordum."

 

"Bana masal anlatma." dedim gözlerinin içine acımasızca bakarak. "Beni öz kızın gibi görseydin, burada olmazdın. Gerçekleri istiyorum."

 

"Sana gerçekleri vermeyeceğim." Silahımı ellerimin arasına aldım ve ona doğrulttum.

 

"O zaman öleceksin." dedim, sakin kalmaya çalışarak. Lakin sakin kalmam pek de mümkün değildi.

 

"Ölüm beni korkutur mu sanıyorsun, ölüme kendi ayaklarımla bile giderim Karen." Kaşlarım şaşkınlıkla yukarı doğru kalktı.

 

"Beni öldürürsen," nefes nefeseydi, "beni mutlu etmiş olursun."

 

"Sen gerçekleri anlatmazsan, bende gerçekleri ortaya çıkarırım değil mi?"

 

Yerdeki bilgisayarı elime aldım ve bilgisayarı açtım, flash belleği taktım. Klasördeki o videoyu açtım ve bilgisayarı iyi görmesi için ona doğru çevirdim.

 

Video da Erter ve babam vardı.

 

"Frankly, I was surprised when Miss Alice told me that you had a daughter and that you wanted to give her up for adoption. You're not from a poor family, Mr. Javier. I'm wondering why you want to give it to me."

 

(Açıkçası, Bayan Alice bir kızınız olduğunu ve onu evlatlık vermek istediğinizi söylediğinde şaşırdım. Fakir bir aileden değilsiniz Bay Javier. Neden bana vermek istediğini merak ediyorum.)

 

Babam şaşırmışa benziyordu, beti benzi atmıştı. Konuşmaz zannetmiştim videoyu ilk izlediğimde lakin Erter'e karşılık vermişti. Babamın adının bu video sayesinde Javier olduğunu öğrenmiştim. Babama dair elimdeki tek bilgi adının Javier olduğunu bilmemdi.

 

"Raising my daughter here is too risky for her, Mr. Erter. I don't give it because I want it, to look at it here would be to risk his life. I give it to you so that he may live." (Kızımı burada büyütmek onun için çok riskli Erter Bey. Ben istediğim için vermiyorum, burada bakmak onun hayatını riske atmak olur. O yaşasın diye sana veriyorum.)

 

Erter videoyu izlerken gözleri açılmıştı. Bunu hiç beklemiyor olmalıydı.

 

"Alright. I understand, Javier. I'll try to look after him as best I can, but you'll pay for it when the time comes." (Peki. Anlıyorum Javier. Elimden geldiğince ona bakmaya çalışacağım ama zamanı geldiğinde bunun bedelini ödeyeceksin.)

 

"All right, Mr. Erter. I will pay the price when the time comes, provided you get him out of here as soon as possible." (Pekala, Bay Erter. Onu bir an önce buradan çıkarman şartıyla, zamanı geldiğinde bedelini ödeyeceğim.)

 

Bilgisayarı sertçe kapattım ve ona bir kez daha korkusuzca baktım.

 

Yutkundum.

 

"Bedel neydi?" diye sordum. Sakinliğimi korumam gerektiğini hissetmiştim fakat yanında beklediğim her saniye beni daha da sinirlendiriyor, onu öldürme arzum kat be kat artıyordu.

 

"Bedel neydi!? Para mıydı?" diye bağırdığımda benim bu yüzümden ilk defa korkmuşa benziyordu.

 

"Anlatmayacağım." korkudan altına işeyecek altı yaşındaki çocuklar gibi görünüyordu ama tek kelime etmeme hâlâ diretiyordu.

 

"Orospu çocuğu!" sandalyesine sert bir tekme savurduğumda sandalye ile birlikte yere düştü.

 

"Bana bak," dedim sertçe, "seni mahvederim! Yemin ederim seni günlerce, aylarca susuzluğa ve açlığa mahkum ederim! Konuş sikik herif," diye bağırdım, "Konuş!"

 

Başını korkuyla olumsuz anlamda salladı.

 

"Öyle mi?" güldüm, silahı elime aldım ve sağ bacağına ateş ettim. Acıyla inledi. Titremeye başlamıştı, sinir ise tüm hücrelerime hücum etmişti. Gerçeklerden başka hiçbir şey istemiyor, sadece konuşsun istiyordum.

 

"Konuş lan!" diye tekrar bağırdığımda cevap vermeyince sol bacağına da vurmak için hedef aldığımda biri benden önce davrandı ve onu sol bacağından vurdu. Artık inlemeleri bağrışlara dönüşmüştü.

 

Zangır zangır titredi ve bir anda titremesi durdu. O an öldüğünü zannetmiştim ama inip kalkan göğsünden henüz ölmediğini anladım.

 

Merak ettiğim diğer konu ise Erter'i kimin vurduğuydu.

 

Erter'i vuran kişinin kim olduğunu görmek için arkamı döndüğümde tanımadığım bir adamın yüzüyle karşılaştım. Karşımdaki adam, uzun boylu, saçları kahverengi, kahverengi gözlü, neşeli ama bir o kadar da tehlikeli görünen bir adama benziyordu.

 

"Sizden önce davranmak istedim," dedi gülümseyerek, gülümsediğinde gamzeleri ortaya çıkmıştı. Tuhaf biri olduğu ve gizemini gamzelerinde taşıdığı belliydi. "lütfen beni takip edin. Önemli biri sizinle tanışmak için can attığını ve sizi bir restoranda ağırlamak istediğini söyledi."

 

Erter'i vuran adama gülümsedim. Adam kendinden emin bir şekilde, onu takip etmemi ister gibi gülümsüyordu. Bu anı uzun zamandır bekliyordum.

 

"Peki," dedim, "beni o restoranda götür."

 

Erter, yerlerde sürünürken, kahverengi saçlı adam bana elini önden geçmem için kaldırdı.

 

Gitmeden önce adama döndüm.

 

"Ha, bu arada şey, onu halledersin değil mi? Burada kalmasın. Ölmesi benim bir işime yaramaz."

 

Adam gülümsedi.

 

"Merak etme, onu hastaneye götürecek bizimkiler. Ölmesine izin vermeyeceğiz."

 

Minnetle gülümsedim.

 

Adamın önünden yürüdüm ve hemen siyah araba gözüme çarptı. Adam ön kapıyı açtı, arabanın ön koltuğuna yerleştim, adam ise şoför koltuğuna oturdu. Kemerlerimizi bağladığımızda, adam arabayı çalıştırdı ve bir yandan da benimle konuşmaya başladı.

 

"Sizinle böyle tanışmak istemezdim." dedi, dürüstlükle. "Bu iyi bir tanışma olmadı ama yine de kendimi tanıtmak isterim. Ben Javin."

 

Javin'e baktım.

 

"Unutulmaz bir tanışma oldu." söylediğine atıf yaparken, gülümsemeden edemedim. "Karen." dedim.

 

"Karen," dedi bir kez daha, "hiç böyle bir kız ismi duymadım. Erkek ismine benziyor daha çok." güldü.

 

"Javin, adını hiç duymadım. Kendin gibi tuhaf bir adın da var."

 

"Ben tuhaf biriyim belki senin gözünde, evet ama adımında anlamını taşıyorum. İnsan, kendisinin anlamını adında bulur değil mi?" umutla onu onaylamam için bana baktığında başımı iki yana salladım.

 

"Kesinlikle hayır," dedim bir anda. "İnsan adının anlamını taşımaz, adının lanetini taşır."

 

"Peki, adının anlamı ne?" Anlık merakla sorulan bu soru canımı yakmaya yetmişti ama zorlanmamış gibi durmaya çalışarak, "Karen; saf, temiz demek." dedim.

 

Javin bana üzülerek baktı o an. Nedenini anlamak zor değildi. O da herkes gibi bana acımıştı ama ben acınacak biri değildim. Ben Karen Alkan'dım. Adının lanetini taşıyan ve adından nefret eden o kadındım.

 

"Ne o, üzüldün mü?" dedim alaycı bir ses tınısıyla. Ona döndüğümde o yutkundu ve ardından zorlukla hayır diyebildi.

 

"Ben hiç temiz olmadım, Javin. Bir katil hiçbir zaman temiz olamaz. Kimse elindeki kan ile temiz olamaz. Ben adalet için yaşıyorum. Elim ne kadar kanlı olsa bile, elimi adalet için kana buladım ben." O bana bakmadı, söylediği cümle yüzünden pişman olmuştu ve bana üzülmüştü.

 

Katil oldum. Bunun için pişman mıydım? Adaleti sağlamak için katil olduğum için pişman değildim ama bazı cümleler sadece can yakmaz, insanın canını alırdı. Yutkundum. Geçmişiyle yüzleşen bir insan olmayı hiç sevmedim ama ilk defa geçmişteki çocukla yüzleşiyordum sanki. Sanki o defterde yazanların kalbime batması gibi.

 

"Peki," dedim sesimi toplamaya çalışarak, "Senin adının anlamı ne?"

 

İsmin anlamını bu kadar önemsiyorsa, isminin anlamının özel olduğunu düşünmüştüm.

 

Javin gülümseyerek gamzelerini gösterdi.

 

"Haykırmak, adımın anlamı."

 

Haykırmak. Belki de haykıramamak. Acılarını haykıramamak. Belki o da adının anlamını taşımıyordu ve taşıdığını düşünmek ona iyi geliyordu.

 

"Hmm... Adının anlamını fazlasıyla önemsiyor olmalısın."

 

Başını iki yana salladı.

 

"Aslında, durumlar tam olarak öyle değil. Anlatırım, belki bir gün..."

 

Sesimi çıkartmadım. Javin ise arabayı sakince kullanmaya devam etti.

 

...

 

Buradaydım, tam burada. Bu anı, ne kadar beklediğimi bilmiyordum ama nefesim kesikleşmeye, ellerim ise titremeye başlamıştı. Neden böyle hissettiğimi bilmiyordum, ellerimin titreyişini Javin fark etmişti.

"İyi misin?" diye sormuştu sessizce. Ben ise hafifçe başımı sallamakla yetinmiştim.

 

Javin ile birlikte içeriye girdiğimizde, o adam masanın başında oturuyordu fakat arkası dönüktü.

 

"Hoş geldiniz," diye mırıldandı, ben ise gerim gerim gerilmiştim. Normalde gergin bir insan değildim ama ilk defa böyle olmuştum.

 

"Hoş bulduk." Javin soğuk bir şekilde söylemişti bunu, onu sevmiyor gibi görünüyordu.

 

Ben hiçbir şey söylemeden, Javin ona yaklaşmamam için sağ elini olduğum yerde durmam için kaldırdı.

 

"O nerede?"

 

"Abim mi, o gelmedi." dedi adam, bu sefer istemeden de olsa gülümsedim.

 

"Benimle görüşmek isteyen, abin değil miydi? Şimdi benden bir sıçan faresi gibi kaçıyor mu?"

 

Başını olumsuz anlamda iki yana salladı.

 

"Abim öyle biri değil, senin gibi korkak değil en azından, katillerin korkuları olmamalı. Korktuğun, ellerinin titremesinden belli."

 

Sesimi sakin tutmaya ve yükseltmemeye gayret ediyordum fakat işler öyle ilerlemedi.

 

"En başından beri, sen ve o sikik herif, bu işin başındasınız. Krallığı yönetmeyi ne kadar çok isteseniz de, krallık sizi bunun yanına bırakmaz. O krallık sizi yaşatmaz. Yanınıza da bırakmaz. En başından beri, bu anı bekliyorum, bakalım, daha ne kadar aptal olabileceksiniz diye. Javin'in karşıma çıkması, Erter'i vurması tesadüf falan değildi. Javin, Koral'ın emirlerine göre hareket ediyordu çünkü buraya gelmesinin sebebi bile Koral. Normalde Koral ile tanışacaktım, planları bu yöndeydi lakin Koral'dan Javin'e bir mesaj geldi ve Javin istemeye istemeye beni buraya getirdi. Evet, biliyorum, sizin hakkınızdaki tüm gerçekleri biliyorum. Eğer bu bilgileri, ortaya dökmemi istemiyorsanız, karşıma çıksın abin çünkü benim onu görmeye cesaretim var, Kunter Alonzo."

 

Bu bilgileri şirket binasını patlatmadan önce Erter'in ağzından almıştım. Polislerin peşime düşmesini ise komiser arkadaşım Dora sayesinde engellemiştim. Komiser Dora, benim lise arkadaşımdı ve ajan gibi bana çalışıyordu. Aslında o gerçek bir komiserdi, tek yaptığı benim hapse girmemem için farklı zanlılar gösteriyordu. Binayı patlatan kişiyi ben değil, başka bir zanlı olarak göstermişti. Bunu ona borçluydum çünkü herkes en çok komiser Dora'ya güveniyordu.

 

Kunter, yüzüme baktı, bana alçakça gülümsedi. Javin'in yüzüne o an bakmadım ama onun yüzündeki şaşkınlık ifadesini hayal edebiliyordum.

 

"Abim, Koral'ı fazla önemsiyor gibisiniz. Koral hakkında fazla şey bilebilirsin Karen ama benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun."

 

Koral Alonzo, en büyük halkaydı. Yıllardır krallığı almaya çalışıyormuş, Erter'in dediğine göre. Derin bir nefes verdim, hayatımda hiçbir zaman bu kadar dik duracağımı hissetmemiştim.

 

"Koral Alonzo ile bugün tanışacağım ve bugün hepinizin miladı değil, cehennemi olacak!"

 

Orayı terk etmek üzereydim ki, arkamdan gelen bir ses gitmemi engelledi.

 

"Koral Alonzo," dedi Kunter, "arkanda duruyor Karen Alkan."

 

Tüm sesler sustu, herkes sustu ve ortamı sessizlik hakim aldı. Arkamı dönmedim, ona güvenmedim lakin o an, onun sesini duydum.

 

"Karen Alkan," dedi, sesi soğuktu. "Bugün seninle tanışacağım ve bu herkesin miladı değil, cehennemi olacak."

 

Ortamı öyle bir sessizlik kapladı ki, Koral Alonzo'nun adım sesleri duyuldu. Bana arkamdan yaklaştı ve önüme geçmeden arkamda durdu. Koral Alonzo arkamda duruyordu ve ben onun yüzünü ilk defa görmek istemiyordum.

 

"Arkanı dönmeyecek misin?" diye mırıldandı, "Benimle tanışmayacak mısın?"

 

"Arkamı dönmeyeceğim, benimle tanışmak istiyorsan, sen önüme geç ve yüzünü göster Alonzo."

 

Hiç çekinmedi ve benim önüme geçti. Göz göze geldiğimizde yemyeşil ormana benzeyen gözleri ilgi alanıma girdi.

 

Sadece gözlerine odaklanmıştım.

 

"Karen Alkan," diye tekrarladı. "Koral Alonzo ile tanışmak istemiyor muydun?"

 

"İstiyorum." dedim yutkunarak.

 

"Buradayım, yıllarca beni aramıyor muydun?" Kaşlarım çatılmıştı. "Aradığını buldun Karen Alkan, Koral Alonzo olarak karşındayım."

 

"Krallık hakkında ne biliyorsun, benim hakkımda ne biliyorsun? Anlat Alonzo, beni ne kadar tanıyorsun?"

 

Yüzündeki ciddi ifade gitmedi.

 

"Sen beni ne kadar tanıyorsan, ben de seni o kadar tanıyorum. Kaderlerimiz baştan yazıldı, Karen. Her şeyi öğrenmek mi istiyorsun? O adamın üvey baban olduğunu hep biliyordum." Başımı iki yana salladım.

 

"Sana güvenmiyorum."

 

Kunter, araya girdi.

 

"Tartışmanızı başka yerde yapın. Burada sizi dinlemeyeceğim."

 

"Dinle Kunter, sana meraklı değilim. Karen senin hakkında hiçbir şey bilmiyor olabilir ama ben senin gibi bir adam değilim ve Karen bu saatten sonra benimle. Karen'in gerçekleri ortaya dökmesinden değil, benden kork çünkü asla krallığı ele geçiremeyeceksin." Koral bana döndü ve kulağıma eğildi.

 

"İstersen benimle gelirsin, benimle gelmeyeceksen de kendi köşenden olacakları izlemeni tavsiye ederim."

 

"Sence seninle gelir miyim?" dediğimde gülümsedi, o an ilk defa gülümsedi.

 

"Zeki bir kadın olduğunu düşünüyorum, gerçi, sen tek başına da kendini gayet güzel savunabiliyorsun. Belki de, senden korkmalıyım? Şirket binasını patlattın sonuçta."

 

Bu sefer gülüşü bana bulaştı.

 

"Sadece küçük bir intikamdı." parmağımla küçük işareti yapıp gülümsedim. "Minicik bir intikam."

 

"Gerçekten çok minicik bir intikammış." dedi Koral, ciddi bir ifadeyle.

 

"Geliyor musun peki? Krallık her yerde seni arıyor, Javier'in kızı olduğunu biliyorlar, burada kalmanın güvenli olmadığını biliyorsun Karen..." Javin'e baktığımda, ellerini kavuşturmuş küçük bir çocuk gibi bana bakıyordu. Başımı salladığımda, Kunter, arkadan seslendi.

 

"Görüşürüz abiciğim, krallığı ele geçirip, koltuğumda otururken, sana selam vermeyi unutmayacağım!"

 

"Görüşürüz, Kunter. Bu iş burada bitmedi."

 

Restorandan çıkıp arabaya bindiğimizde etrafı sessiz bir ortam kaplamıştı. Buna dayanamayıp, radyodan rastgele bir şarkı açtım.

 

Hadise'nin 'Aşk kaç beden giyer?' şarkısı radyoda çalmaya başladığında, arkadan Javin'in şarkıya eşlik edişini işittik.

 

"Seversen yanılmadan,

 

Korkmadan korunmadannn,

 

Döktüğün o yaşsa daaa,

 

Ah, mah olmazzzzzzzzzz!"

 

Bu şarkının sözlerini daha çok Koral'a söylüyor gibiydi.

 

"Koral, arabanın üstünü aç!" Koral güldü ve arabanın üstünü açtı. Arabanın üstünü açtığında Javin yukarıya çıktı ve çılgınca dans etmeye başladı.

 

Javin yukarıda bizi duymazken, Koral bana baktı ve sonr yola bakmaya devam etti. Onu yıllarca araştırmıştım fakat şuan burada olması çok tuhaf hissettiriyordu. Bu hisleri atabilmem de pek kolay olacağa benzemiyordu. Koral Alonzo buradaydı ve beni tanıyordu, bu çok garipti. Birbirini tanıyan ama aynı zamanda hiç tanımayan iki yabancıydık.

 

Loading...
0%