Yeni Üyelik
1.
Bölüm

başlarken;

@belarophontes

Kalbimden size akan bu satırlara başlarken, çok heyecanlı olduğumu belirtmek isterim.

Artık somut olarak elleriniz de zihnim.

Ta ki bir gün siz bu sayfaları son kez okuyana dek.

İsteğim bu yolculukta beraber yürümektir.

Lakin her güzel şey gibi bitene dek.

İvedilikle sürecek bu serüvenin ilk adımları bunlar daim olsun.

Nihayet birlikteyiz.

 

Artık sayfaları çevirmek için birkaç sözüm daha kaldı.

Dimahınızı sıkı ve istekli tutun.

Issız ve derin kalemim de yolunuzu bulun.

 

Derinler de, kalemim de sizinle buluşmak benim için hep bir erdemdi.

Ebedi olması dileğiyle.

Ne kadar yazsam az geliyor sanki :)

İsteğimi mazur görün, yorumlamayı ve oylamayı unutmayın.

Zamanı geldi.

 

 

 

S.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yangın yeri.

 

Bir mahzenin mahşeri ile birleşti.

 

Tok bir çift bot sesi zeminde yankılandı.

 

Eski fonda güzel sesli bir kadının şarkısı çalıyordu. Adamın katran akan sesi şarkıya zaman zaman eşlik ediyordu. Zaman bir iğne deliğinden geçti. Küçük yalnızlıklar bu iğne deliğinin gölgesinde büyüdü. Zaman iyiden yana olmadı. Evcilleştirmedi. Erilleştirdi ve irinleştirdi.

 

"Sen mi geldin lan pislik karı!" diye bağırdı kapının ardından bir ses. Şarkıyı durdurdu. İnsan kurduğu her cümleyi önemsemeliydi. Hangi cümlenin, ölümden önce olacağı bilinmezdi. O da bunu bilmiyordu. Kapının pervazından, o görünmeyen aralığın ardından onu izleyen tehlikenin farkında değildi ama belli ki sesini duymuştu.

 

"Sen mi geldin lan?" diye seslendi bir kez daha. O gölgeden, o seyirciden yine bir cevap gelmedi. Önünde devrilmiş boş bira şişeleri, oturduğu koltukta yer yer izmarit yanıkları vardı. Ev bir kadının elinden geçse de şimdilerde boş zihniyetli bir adamın elinde pislik içindeydi. Yerlerde sık sık çöpler ve zeminde lekeler vardı. Bir aile fotoğrafının çerçeve ve resmi yerdeydi. Camı ise etrafa saçılmıştı.

 

Evin konsolda duran Bluetooth hoparlöründen bir ses yükseldi.

 

Bir ince müzik bir inden pis bir eve doğdu. Evin köşesinde duran radyo formlu hoparlörden peydah oldu. Adam derin bir sessizliğin ardından eve dolan bu müziğe anlam veremedi. Biraz da duraksadı. Hali hazırda aralık olan ve duran kapı açıldı. Bunu botunun uç kısmıyla ufacık bir temas ile yaptı. Adam hem müziğe hem de içeri gelen bu adama şaşkınlık ile baktı.

 

"Sen de kimsin lan?" diye bağırdı adam. Olduğu yerde gerildi. Gelen adam güzel ve temiz bir palto giyiyordu. Eline can havliyle ve erişebileceği en yüksek hızla boş bir bira şişesi aldı. Yerinden kalkamadı. Karşındaki de konuşmuyordu.

 

"Sen de kimsin lan?" diye bağırdı tüm gücünle. Gecenin kör bir vaktiydi. Üstelik sessizlik adamın sesini ulaştıramayacak kadar yorgundu. Aslında zaman bir katilden yanaydı.

 

"Sence ben kimim?" diye mırıldandı metalik bir ses. Kanın metalik tadını kıskandırdı. Elinde duran eldivenleri deridendi. Ayaklarında afili bir markaya ait güzel tokalı botlar vardı. Adam gerim gerim gerildi koltuk da. Gözleri yerde kırık duran resme kaydı. Güzel ve güleç yüzlü bir kadının o son gördüğü halinden farklı bir haldeydi bu resimde. Üstü, başı kan değildi ve yardım çığlıkları atmıyordu. Bir objektiften yardım dilenmiyordu, bu eski fotoğrafta o objektife gülümsemeyi tercih etmişti.

 

"Sana sen kimsin diye sordum?" diye bağırdı koltukta oturan adam. Sesindeki taşlaşan korku diğer adamı gülümsetti. "Seni 3 gün önce televizyonda izledim. Yüzün sansürlenmiş, ismin de gölgelenmişti. Karının 3 adet kemiğini kırmıştın, kızının da parmaklarını." dedi katil. Artık onun kim olduğu hakkında soru sormak istemedi adam. Sessizleşti. Eril bir yapı taşı yerinden oynadı. Eril zihniyetle büyütülmüş bir adamı ezdi geçti. "Halk nefret kusmuştu sana ama unuttular. İnsan 7 yaşında babası tarafından kırılan parmakları unutur mu sevgili Yılmaz? Sevgili eşinde yardım için çığlıklar atmıştı. Unuttuk fakat. Sende unuttun mu?" diye sordu. Yılmaz'dan cevap alamayacağının farkındaydı. "Unutur ve unutursun." diye cevapladı kendi sorusunu.

 

"Sende unutmuşsun. Ben unutmadım ama neden biliyor musun?" diye sordu. O incecik müzik ve artık korkudan havaya karışıp absorbe olan sesli nefesleri adamın kendi kendine ile olan konuşmasına eşlik ediyordu. Deri eldivenler ile bezeli eli kalbini gösterdi. "Çünkü bir kalbim var ve atıyor sevgili Yılmaz."

 

 

 

"Hiçbir yardım çağrısı cevapsın kalmaz, hala kalbin atmaya devam ediyor ise." diye devam etti cümlesine. Sağ elini havaya kaldırdı. İşaret parmağı ile bir boşluğu gösterdi. Kulak kesildi Bir marşı yönetiyor gibiydi.

 

"Bu marşı biliyor musun?" diye sordu adama. Adamın elindeki şişe gevşemiş, kalbi ağzında atıyordu. Başını iki yana hızla salladı.

 

"Bileceğine hiç ihtimal vermemiştim." dedi katil.

 

Havada olmayan eli ile paltosunu araladı ve belinde duran silahını adama kaldırdı. Hedef adamdı. Tir tir titremeye başladı. "Şiddet işte, sen seversin." dedi elindeki silahını gözleri ile göstererek. "Ben sana ne yaptım?" diye bağırdı koltuktaki adam.

 

Katilin yüzüne acı ama acı bir gülümseme peydah oldu. "Bana değil. Bize, hepimize, karına, kızına, kadın cinsiyetinden olan, bu cinsiyeti benimsemiş herkese." dedi ve ekledi. "Senin ve senin gibilerin en büyük sorunu da budur. Önünüzü göremezsiniz. Bildikleriniz ve duyduklarının hep aynıdır. Hep bir yalana inanırsınız. Namus ya kadın da ya da sizin o Ergenekon mahkemesi ile eş değer beyinlerinizdedir."

 

"Anlamıyorum." diye bağırdı adam. Korkuyor ve ağlıyordu.

 

"Aynı şeyi söylüyoruz sevgili Yılmaz. Anlamıyorsun. Eşine yıllarca zulmederken, bir kızın olduğu için isyan ederken anlıyordun fakat. Nerde yanlış bir şey müptelasısınız. Nerede doğru bir olgu anlamıyorsunuz." Sesi ders verir gibi değildi ama anlattıkları o nitelikteydi.

 

"Ben onlara vurmak istemedim." diye bağırdı adam. Gözyaşları bir yalanı, bir yılanı beraberinde getirdi. O yılan zamanın iki büyük koruyucusu olan akrep ve yelkovanın üst üste geldiği bir zaman diliminde etraflarına dolandı. Ne yelkovan hızlandı. Ne akrep ilerledi.

 

"Bende seni vurmak istemiyorum ama vuracağım." dedi katil.

 

"Lütfen yapmayın, ben size ne yaptım?" Bu isyan kibar ve üçüncü şahıs benimseyen bir isyandı. İstediği zaman her dil sevgi dökerdi. Sevgi gösterilmez yalanı bir hurafeydi.

 

"Söylediğim gibi bana bir şey yapmadın sevgili Yılmaz. Ben eşin ve kızın için buradayım. Şimdi senden istediğim şeyler var. Beni bir papaz, kendini de bir nevi günahkâr gibi düşünebilirsin. Günah çıkaracağız. Bir şeyler yazacaksın. Bir nevi vasiyetname. Rusya ve Ukrayna rotalı kaçma planın yani senin deyimin ile tatilin için hesabında olan paralar ile ilgili, hepsi karına ve kızına kalıyor. Bu ev ve dışarıdaki o boktan arabada dahil olmak üzere." dedi katil ve ekledi.

 

 

 

"Şimdi boş bir kâğıt ve kalem bul." diye bağırdı. Kibar üslubunu ilk defa yerle yeksan etmişti. Adam hızla kalktı. Silahın namlusu o nereye giderse oradaydı. Orayı gösteriyordu. Birkaç çekmece karıştırdı. Telaşlı ve korku doluydu. Bir kâğıt ve bir kalem buldu. "Buldum."

 

"Aferin sevgili Yılmaz. Şimdi yaz." dedi maktul yerine geri otururken.

 

"Ben Yılmaz Canpolat. Ben öldükten sonra," Yaklaşık 2 metre olan uzun ve iri katilin her söylediğini yazmaya başladı Yılmaz. Elleri titriyordu. "Banka hesabımda sahip olduğum para, evim, arabam ve yatırımlarımın tamamı eşim Yelda Telci'nin ve Kızım Umay Canpolat'ındır." Son cümlesine kadar yazdı adam.

 

"Karımın soyadı Telci-" diyecekti ki cümlesi yarıda kesildi.

 

"Karının soyadı artık Telci ve evet ben de bu bilgiye hakimim. Nereden mi? Karının annesinin son 3 gündür seni içeri attırsınlar diye gittiği sabah programlarından. Paranı ve üzerinde ki malları da kapsamlı bir araştırmadan." dedi.

 

Adam altına imza attığında kalemi masanın üzerine koydu. "Güzel. Şimdi son duanı et."

 

Adam gözlerini sıkıca yummuştu ki, bir silah sesi zamanın etrafına dolanmış yılanı düşürdü. Zaman ilerlemeye, bir beden infilak olmaya başladı.

 

"Sen karının çığlıklarını duymamıştın sevgili Yılmaz. Eminim tanrı da senin duanı duymayacaktı." Artık bu diyalog tek kişilikti. Ekru renk koltuğun üzerindeki kaymış örtü kan olmuştu. Belli aralıklar ile de yere damlıyordu. Yana düşmüş bedeni, bir adaletin son hamlesiydi. Katil, maktule yaklaştı. Paltosunun iç cebinden çıkardığı kökü sarılmış ve bir kumaşa dolanmış güzel bir zakkumu o bedenin üzerine koydu.

 

Anlının ortasında ki kurşun deliği, günahın rengi ile benzeşti.

 

Katil döndü, ağır ağır evden çıktı.

 

Çıkmadan önce kilitli bir poşet içerisinde bir kitabı ceviz renk orta sehpanın üzerine koymayı ihmal etmemişti. Nadir bulunan baskılarından bir Virginia Woolf kitabı, Kendine Ait Bir Oda eseri. Üzerinde de bir not.

 

Sevgili Umay, bu senin için.

 

Müzik durdu. Karanlık bir sokak bir cinayeti meşrulaştırdı. Toplumun kulak kapattığı, alıştığı, ötekileştirdiği bir acıyı; bir kişi unutmadı.

 

Bir kadının çığlığı bugün bir adamın silahına kurşun oldu. Öldürmek, belki de yarım bir adaletti ama adaletti. Bir mum aydınmış ve aydınlatmak üzereyken üfleyemeden söndü. Karanlıkda kaldı gerçeklik gayeleri.

Loading...
0%