Yeni Üyelik
3.
Bölüm

II • günah çıkarmak için papaz olmak gerekmez.

@belarophontes

 

 

2

 

 

 

günah çıkarmak için papaz olmak gerekmez.

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç sulanmayan tarlaların bereket masalları olmaz. Hiç görülmeyen yüzlerin güzelliği saptanmaz ve hiç sevilmeyen kalplerin sevgisi anlaşılmazdı. Bir ülke de bir şehir de adalet yoksa yaşamanın da bir değeri kalmazdı. Gördüğüm manzara adalet miydi bilmiyordum. Zihnimdeki ölümlere benziyor muydu? Onu da bilmiyordum. Zamanı durdurmak istiyordum.

 

Yüzbaşının söylediklerini anımsadım hemen sonra. Hemen yanındaki varlığını gördüklerimden sonra unutmuş gibiydim. Elime not almak için tutuşturulan not defteri ve kâğıdı düştü düşecek duruyordu. Boşalan kanları ve o şeyi görebiliyordum. Kıpkırmızı yoğun sıvının içindeki çiçeği. Kameraların odağıydı kırmızı perdeli sahnesinde. Flaşların onu çekmesiyle aydınlanıyordu. "Maral?"

 

Yüzbaşının elini sırtımda hissettiğimde gözlerim hala güldeydi. Kafamı güçlük ile kaldırıp ona baktım. "Etkilendiysen başka bir gazeteci gelebilir." diye mırıldandı. "Bu yalnızca olayın rehavetini kapsamanız için."

 

Başımı salladım. "Yok." dedim yutkunarak. "İlk kez mi bir beden görüyorsun?" Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana hızla salladım. "Hayır." Bu yerde yatan bir bedeni ilk görüşüm değildi ama kesinlikle ilk kez bu kadar sıcağı sıcağına bir olayın içindeydim. Duygularım o denli karmaşık bir hal içindeydi ki ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Burası bir tiyatrocunun rol kestiği bir sahne değildi. Bir katilin şu an soğuk, dengesiz aklının içindeydik. Ona göre Merza'da adalet buydu.

 

Gözlerimi Yüzbaşının yaşlı yüzünden çekip zemindeki kocaman H harfine baktım. Kanla yazılmıştı. Üzeri de aynı şekilde kanla çapraz biçimde çizilmişti. "Ayakkabıları ile çiziyor olmalı dedim." Tulumum el verdikçe dizlerimin üzerine çöktüm. Keskin kan kokusu burnuma doldu. "Kalın dişli muhtemelen postal, şu Sovyet Rusya zamanlarında üretirlerdi."

 

"Zannetmiyorum." dedi Yüzbaşı. "Bu tip bir postal Rusya'da üretildi en son doğru. Altındaki dişlerin tutuculuk seviyesi dondan dolayı fazlalaştırıldı. Bu senin bahsettiğin gibi bir postal olamaz." Gözlerimi kısarak yüzlerine de bakmamaya çalışarak etrafa göz gezdirdim. Şaşalı bir salondu. Oldukça göze çarpan varak detaylar ölümün soğukluğu neticesi ile her şeyini kaybetmiş gibiydi. Altın rengi detayların üzerine alaycı kırmızılar sıçramıştı.

 

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" Arkamdan gelen polisin sesine aşinaydım fakat dönmedim. "İşimi." dedi Yüzbaşı polisin sorusuna karşılık. "Bu orospu çocuğunu yenmemiz lazım. Beni duydun mu sahte asker? Bir şekilde bunun kellesini benim önüme atman lazım. Bu burada yatan insanlar var ya hepimizi satın alırdı."

 

"Önemsiz." dedim omzumun üzerinden ona bakarak. "Görüyorsunuz ki," Elim yerde yatan iki bedeni gösterdi.

 

Bana bakmayı reddederek sabır diledi ve uzaklaştı.

 

"Bir anda girmiş. Anahtarı varmış ki kapı hiç zorlanmamış. İç merdivenlerde ve parkelerde ayakkabı izine rastlanmamış. Uçarak gelmediyse bu oldukça garip."

 

"Sana bazen bir insan olmadığını düşündüğümü söylemiştim." Dikkatlice etrafa bakarken arkamda asker parkası ile duran Yüzbaşının yüzüne bakmadan etrafa bakmaya devam ettim. "Kadın koltuktaymış." Parmağım tam paralelimde duran koltuğu gösterdi. "Adam ise ayakta. Şaşırmamışlar. Rahatlarmış. Tanıdıkları biri olabilir ama eğer değilse onları ölüme hazırlamış."

 

Topuklu botlarım zeminde tok sesler yaratırken geniş kitaplığa doğru ilerledim. Ekonomi ve din kitapları ve birkaç kutsal kitabın eski muhtemelen el yazısı kopyalarının arasında bir kitap duruyordu. Bir sahaftan alınmış kadar eskiydi. Kitaplığın bir renk düzeni vardı. Muhtemelen işinin ehli bir mimar tarafından seyir için oradaydı tüm kitaplar fakat o kitap bu düzeni bozuyordu. Düzensizlik yaratıyordu.

 

"Suç ve Ceza." dedim mırıldanarak. Yüzbaşı hemen arkamda durdu. Elimdeki plastik eldivenler ile olabildiğince hayalet dokunuşlar ile kitabı elime aldım. Kısa bir bakıştan sonra, "Bu burada rastgele duruyor olamaz. Bir almanızı öneririm." Olay yeri inceleme yanıma gelmeden kitabı hızlıca karıştırdığımda eksik bir sayfa olduğunu gördüm. 330. Sayfa koparılmıştı. Söylemek ve fark etmelerini beklemek arasında kalarak içeri giren KYG'nun sesi ile elimdeki kitabı olay yeri incelemeye bıraktım.

 

"Uf." dedi Merza'lardan en küçüğü. "Allah'ın belası herif." Onunla kapıda duran altı kişi de içeri bakmak adına uzanmışlardı. Korkunç manzara onlara yüzlerini buruşturmalarına neden olurken Toygar ile göz göze geldik. "Bu karanlığın ve pisliğin arasında bir güneş belirmiş neden haberim yok?" dedi her zaman yüzünde bulunan o ifadeyle. "Güzeller güzelim." İlerledi ve elini uzatıp dizlerini kırdı. O sırada o ve beşli ekibi ile gelen ceset torbaları da odağımın oraya konmasına neden oldu. "Toygar." dedim mırıldanır gibi.

 

"O komiserin uzaklara sürülmesi adına elimden geleni yapacağım. Sen üzülme olur mu?" Elini elimden çeker çekmez uzun geriye yatırdığı koyu renk saçlarını düzeltti ve yanında durduğu Yüzbaşı'na bir bakış attı. Bu bakışı bir olay mahalinde olmasak katili yakalamış bir bakış olduğunu kabul edebilirdim ama Yüzbaşı başını yana eğerek selam verdiğinde yüzünde bir gülümseme vardı. "KYG burada Yüzbaşı. Rahat olun."

 

"Oldukça rahatım Merza. Babanın açık bıraktığı adalet sağlanırken fonlamak adına kurduğu basit ve korkak gruba güvenim tam. Umarım bulursunuz." dedi ve bana bakarak gülümsemesinin hemen ardından kapıya yöneldi.

 

"Yüzbaşı işini ehliyle yapıyor Toygar."

 

Ellerini teslim olur gibi kaldırdığında siyah gömleğinin arasından gözüken yılan dövmesi gözlerimin oraya kaymasına neden oldu. "Farkındayım güzelim. Oldukça bu yüzden babam ve ben açık bıraktığımız adaleti sorgulamasına izin veriyoruz."

 

"Merza'yı şehir isimleri değiştiğinden beri baban yönetiyor. Adalet açığından kastı farklıydı. Polisleriniz bir kadının eteğini yargılamak yerine dikkatle inceleselerdi. Katilin ortama kitaplar bıraktığını fark edebilirlerdi."

 

"Güzelim kitaplar son otuz senedir yasak. Öyle o katilin bıraktığı kitaplar saçma basımları kafa karıştırıyor. Bu şehrin sınırları içerisinde yalnızca ahlak ve din kitapları bulunur. Onlar da yeni basımdır. Sadece papaz gibi adamların evinde bu tip eski basımlara izin veririz."

 

"Suç ve Ceza'yı bilmiyor musun?"

 

"Sen biliyor musun?" diye sordu.

 

"Bilmiyorum." dedim netçe. Yalan söylediğimi anlamaması adına da gülümsedim. "Kan kokusu biraz keskin gelmeye başladı. Ben çıkıyorum." Kalkmak üzere olan bedenlere bakmadan dışarı çıkarken KYG'nun diğer beş üyesi de ellerinde telefonları ile oradaydılar. Ardımdan çıkan Toygar seslendi.

 

"Bu akşam KYG ve polis teşkilatının toplantısının hemen ardından seninle Recep Yassı'ya ne yapmak istediğine dair konuşacağım."

 

"Kimseyi işinden etmek istemiyorum Toygar. Onun terbiyesizliğine aynı şekilde mi cevap vereceğim?"

 

Toygar iç cebinden çıkardığı küçücük bir kartı bana uzattı. "Kuralları unutmuş gibisin. Hatırlamana yardımcı olur belki?"

 

Eldivenli ellerim ile uzattığı şeyi aldım.

 

Merza

 

Adalet sahtedir.

 

Ahlak bizim gösterdiğimizdir.

 

Para puttur.

 

Siz Merza'lılar sizin için her şeyi düşündüm.

 

Sizin düşünceniz yüktür.

 

Cihan Merza

 

Elime tutuşturduğu bu kartları çocukken defalarca okumamız ve ezberlememiz gereken ödevler ile büyümüş bir çocuk olarak ezbere biliyordum. Toygar kitabı okuduğuma ihtimal veremezdi çünkü o tip kitaplar için ay başlarında ev aramak için görevlendirilen birkaç sivil evimize gelir ve didik didik edene kadar arardı. Bu yüzden dışarıdan evinize soktuğunuz herhangi bir yabancı ve yasaklı kitap bulunması dahilinde Merza hapishanesi denilen yere gönderilirdiniz.

 

Merza'ya göre adalet itaatten geçerdi. Suçunuzun belli bir zaman dilimi olmazdı. Siz gerçekten pişman olana ve ona itaat edene kadar bu şekilde bir sistem ile yürütürdü her şeyi. Panoptikon denilen bir sistem ile kurdurmuştu şehrin yönetimini. Ülke yapısı parçalanmasından hemen sonra şehirsel yönetimler ele almıştı bundan otuz yıl öncesinde askeri bir darbe sonucu.

 

Size ilk aşıladığı şey labirentteki birer fare olduğunuzdu ve o çıkışı göstermeden dışarı çıkmak imkansızdı.

 

Merza'da doğan Merza da ölürdü. Bu sebeple asla dışarıdan doğum ve ölüm almak yasaktı. Düşünceden korkardı Cihan Merza. En çok da onun eğrileştirdiği gibi düşünmeyenden. Bu yüzden Merza halkını düşünmeme dediği bir sevaba itmişti çünkü ona göre şeytan aklımızdı. Bizi çelen ve kutsal kitaplara göre babasının onu kovduğu dakikadan sonra her doğan çocuğun zihnini döllemişti. Biz büyüdükçe şeytanımız da büyürdü. Hiç düşünmeden yaşamamızı isterdi. Bomboş.

 

İlerlerken kalabalık öfkeliydi öyle ki katile papazı ve karısını öldürdükleri için hep bir ağızdan lanet yağdırıyorlardı. "Ofise geçelim. Haberi sabaha yetiştiririz ben birkaç not tuttum." dedim ekip arabasının hemen yanına geldiğimde.

 

"Maral." dedi editör. "Recep Bey senin artık bizimle çalışmaman gerektiğini söyledi. Cihan Merza sosyal medya da çıkan haberlerden hiç hoşnut olmamış. Erişim yasağı gelmiş haberlere. Eğer seni kovmazsam gazetemin çıkmayacağını söyledi. Recep Bey özel istekte bulunmuş." Gözlerimi anlamaz biçimde kırpıştırdım. "Akın sen ne diyorsun?"

 

"Duydun." dedi netçe. "Recep Bey o eteği giymeseydin olayların buraya uzanmayacağını savunuyor. Cihan Merza'ya bildirmiş ve adaleti sağla dediği için seni kovmak zorundayım."

 

"Ben," dedim yutkunarak. "Ben bu gazeteye yıllarımı verdim."

 

Sırtımda Pelin'in elini hissettiğimde sesimi yükselterek Akın'ın göğsüne sertçe vurdum elimde duran defteri. "Bunu biliyorum üzgünüm."

 

"Onların düşünmemi istediğini yazdım. Onlar ne isterse yaptım. Sorun eteğim mi?" dedim. "Ciddi misin?"

 

"Onlar diye konuşma sus." dediğinde ağzımı kapadı Pelin. "İçindeki haberleri yazarsın umarım." dedim ve ekip arkadaşlarıma bakarak oradan hızla uzaklaşmaya başladım. Ardımdan Pelin'in geldiğini görebiliyordum ama ardıma bakmadan arabama yürümeye devam ediyordum. "Lütfen dur. Bu şekilde yapman daha çok tepki çekiyor anlamıyor musun?" Pelin'in ikazı ile arabamın hemen yanında durdum.

 

"Doğru yapmak ne zamandan beri tepki çeker oldu? Bana öğretildiği değil kendi doğrumu yapıyorum. Sırf şu an üzerimdeki etekten dolayı kovuluyorsam, orada zaten ben bir dakika dahi durmam. İçerideki haberleri düzgün yazdıklarından emin olsan yeter. Desteğine ihtiyacım yok." Bir şey söylemesini beklemeden arabama bindim ve eski motorunu çalıştırdım. Aslında Pelin'in söylediği yanlıştı. Çünkü bu şehirdeki kimse sizin gerçekten ne hissettiğinizi umursamıyordu. Kimse sırf haksız yere kovulduğum için tepki çekeceğimi düşünmezdi. Tek umursadıkları şey Merza'nın değişmez, sarsılmaz ve egemen kurallarıydı.

 

İşinizi layıkıyla yapmanız demek her zaman o işte en iyisi olmanız demek değildi. Bugün bunun canlı örneği karşıma geçip yüzüme tokat atar gibi anlatmıştı bana bunu.

 

Merza şehri, eski adını kaybettiği günden itibaren benim doğduğum o günde. Büyük bir askeri darbeyle karşı karşıya kalarak eyalet yönetimine geçmişti. Aslında bu yönetim sistemi ilk 2 yıl halk tarafından takdire şayan bir şekilde beğenilse de şimdilerde durum birer robottan farksızdı. Üzerine çok oturup, düşünecek askeri darbenin bir insanlık suçu olduğunu bazen gerçekten trajik sorunlar yarattığını, halkı birbirine kırdırmaya kalkmanın bu suçlarım suç aleti olduğunu insanlar uzun yıllar anlayacaklardı.

 

İlk olarak eğitim kökten değişti. Artık okullarda tekerrür ettiğinden sıkça bahsedilen tarihle alakalı hiçbir belge yoktu. Onun yerine ahlak, kültür ve düşünce itaati dersleri gelmişti. Çocuklar artık tek renkti. Hiç kimse artık farklı düşünmüyor farklı hissetmiyordu. Çünkü bu başlı başına bir suçtu.

 

İlk zamanlar halkın çocuklarına verdiği dedikleri bu eğitimle yozlaşma lar ortaya çıktı. Halk isyan etti onlar da darbeden önceki yaşamı ve eğitim istiyorlardı, gerçekten bir eğitim ama bu pek mümkün olmadı. İnsanların tamamı yetiştirilen çocukların bu şekilde yetişmesi gerektiğinin farkına vardı daha sonra. Bu fark şiddetle yaratıldı. Çünkü cahil toplumlarda egemenlik yukarıdan bir sopa indirmezdi. Sopayı halkın eline verirdi.

 

Cihan Merza işte tam da bu zamanlar diktatör olmaya başladı. Kendi kurallarını koydu. Oyunu öyle oynamamızı istedi. 1785 yılında ünlü bir filozofun hapishane fikrini devasa bir şekilde gerçekleştirmişti. İşlediğiniz her suç için zaman kavramı yoktu. Onun yerine ıslah kavramı gelmişti. Panoptikon yerini Merza Hapishanesi kavramına bırakmıştı.

 

Eve geldiğimde hızla evimin üst katına çıktım. Nefes nefeseydim. Sakinleşemiyordum. Üst katın kapısını tıkladım. Kapıyı bir süre sonra ev sahibim açtı. "Maral?"

 

"Sizi bu saatte rahatsız ettiğim için kusura bakmayın."

 

"Haberleri okudum. O şerefsizin dediklerini dinledim." dedi yüzünde ve sesinde bir kızgınlık hakimdi. İçeri girdiğimde hep aldığım o lavanta ve naftalin kokusunu alabiliyordum. Tahta zeminde ilerlerken ardımdan kapıyı kapattı ve kilitledi.

 

"Yine bir cinayet işledi." dedim yorulmuş gibi çıkan sesimle. İçerdeki tahta başlıklı eski model koltuğa bedenimi bıraktım ve dizlerimi kendime çektim. Başımı dizlerime yasladım ve ev sahibime baktım. "Ne oldu?"

 

Her zaman oturduğunu için artık minderi çöken berjere yeniden oturduğunda boynunda bir ip ile sabit duran gözlüklerini gözlerine taktı. "Ne istiyormuş senden o yamyam?"

 

"Etek boyum ile ilgili bir şeyler söyledi işte." dedim nefesimi kontrol etmeye çalışırken. Tahta yer yer bardak lekeleri olan sehpasında bulunan sürahiden bir bardak su koyarak bana uzattı. "Duydum." dedi sesindeki kızgınlık hala yerinde sapasağlam duruyordu. "Ben o gazeteye yıllarımı verdim. Yıllarımı. Sen, en iyi sen biliyorsun." Sesimin tonunu ayarlamakta öyle güçlük çekiyordum ki.

 

"Çok iyi biliyorum." diyebildi. Köşede bir gazetenin üzerinde duran tütün yapraklarını incecik bir kağıda sarılmak adına parmaklarıyla narince yoğuruyordu. "Fakat sen başka birisin. Bu şehirden herkesten farklı düşünüyorsun."

 

"Bu bir suç."

 

Sardığı tütünü bir tabağın içine akmış ve neredeyse sönecek olan muma yaklaştırarak tutuşturdu. "Bunun bir suç olmadığını sen de benden daha iyi biliyorsun."

 

"Boğuluyorum artık." dedim boğazıma bunu söyler söylemez fiziki bir yumru oturdu. "Ben yıllarca onlara bir isim vermeye, o prestiji korumaya ve Merza kurallarına uymaya çalıştım. Bunu sende benden daha iyi biliyorsun."

 

"Onlar istediği için bir kadın hakkında yazdıklarını hatırlıyor musun?" dedi. Tütününün yere düşen külüne aldırış etmeden zayıf bacaklarını birbirinin üzerine attı ve doladı. "Şu kanser ilacı için şarkı söylemek isteyen ve Merza'ya sesini duyurmaya çalışan."

 

Başımı utançla aşağı eğdim. "O kadının son umudu seninle yaptığı röportajdı. O kadın öldü. Bu ülke de birçok kadın öldü. Umut zannettikleri kişilerce hem de. Sana o gün o röportajı yalan yanlış yayınlamadan önce iyi düşün demiştim. O kadınların adı değişir ama hikayesi aynıdır. Kadınlar annelerinin karnında bir döngüye ayak uydurmak için doğar. Bu döngü seni bir prestij sahibi yapmaz. Çoğu zaman elinde de hiçbir şey olmaz. Evlatlarını hazine sayan, saydırılmak zorunda olan ve bir gün mezara girdiğinde hiçbir şeye sahip olamamış o insan oluverirsin. İsim değişir, kuzum. Fıtrat aynıdır."

 

Elime tutuşturduğu bardağı sıkı sıkıya parmak boğumlarım beyazlayana kadar sıktım. Ucunu burarak sardığı sigarasını bana uzattığında onun gibi tutuşturacaktım ki mumun filtresi eridiği denizin içinde boğuldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%