@belarophontes
|
9
güneşe yirmi yıldır küs.
Hayalet:
Hala oldukça inatçısın.
Hayalet:
Maral?
Hayalet:
Neyse sana bir şekilde ulaşacağım.
Hayalet:
Maral eve gitmiş ol.
Hayalet:
Sana bu ihbarı yapan kişi Pelin.
Hayalet:
Eve döndüğünde yaz.
Son iki mesajı okumamdan sonra geçen sürede kulaklarımın uğultusu dinmedi. Pelin ismi netleşti, ardından yine bulanıklaştı.
Maral:
Nereden biliyorsun?
Hemen çevrimiçi oldu.
Hayalet:
Evden neden çıktın Maral? Ya yakalansaydın. Panoptikonu yakacak güce henüz sahip değilim.
Maral:
Pelin'in beni ihbar ettiğini nereden biliyorsun?
Hayalet:
Veriler elimde.
Maral:
O benim arkadaşım.
Hayalet:
Değildi geyikçik. Senin kovulman için Akınla konuşan da oydu. Aç gözünü artık. O ıslahevinde değiliz. Dostlarımızın çoğu öldü.
Maral:
Sen de bana yalan söyledin.
Hayalet:
Nalan ile görüştüğüm konusunda mı?
Maral:
Evet.
Hayalet:
Evet. Bu Nalan'ın isteğiydi.
Maral:
Sen benden ne istiyorsun 68?
Hayalet:
Islahevinde olanları bilip de yaşayan 4 kişiyiz. Bu seni tanık yapar Maral ama ben içinde bir yerlerde o adamların şakşakçılığını yaptığın günlerde bile iyiliğe inandığın bir taraf olduğunu biliyordum. Senden yanımda olmanı istiyorum.
Maral:
Pelin böyle bir şey yapmaz.
Hayalet:
*Belge*
Hayalet'in gönderdiği belgelere tıkladığımda birkaç dosya kaydı ve birkaç ses kaydı vardı. İlk ses kaydından sonra diğerlerini de dinledim. Bir kez daha ve bir kez daha dinledim. Aklımın almadığı her şeye beynim entegre olana kadar dinledim.
Hakkımda şöyle diyordu.
"Dediğim gibi Akın Bey. Ben bu iş yerime yıllarımı verdim. Gerekirse sizle bile yatarım yani." Bunu söyledikten sonra gülüyordu. "Onun kovulması için her şeyi yaparım. Onun konumunu ondan çok hak ediyorum ben."
"Cihan Merza'ya bizzat şikayet edeceğim geçen gün bir şeyler okuyordu. Uzun uzun paragrafları vardı. Kitaplar hakkında ne kadar sıkı bir devlet olduğumuzu biliyor. O bir bölücü."
"Ben sivillere adresini verdim. İnşallah içeri tıkarlar bu gece onu. Bir de katil ona mektuplar gönderiyormuş. Katil ben olacağım bu gidişle."
Hala ses kayıtlarını dinlerken konuşma ara yüzünde bir ekran belirdi.
* Hayalet adlı ara yüz kurucusu ara yüzü telefonunuza aktarmak için izin istiyor. *
İzin ver alanına tıkladığımda telefona bir çağrı düştü. Bir sesli arama ekranıydı bu. Hemen cevapladım.
"Alo?"
"Maral?"
"68?"
"Hala çocukluktaki kadar inatçısın. Gördün mü arkadaşının yaptıklarını." dedi mırıldanır gibi. "Bu ara yüzü şimdilik yükledik. Ben sonra senin verilerinden bunu sileceğim."
"Neden şu an yükledik peki?"
"Seninle konuşmak isteyen biri var. Kameranı açman gerekiyor ama." Kalbim birden ağzımda atmaya başladı. Hemen ardından kamera isteği gelince evimdeki büyük vazoya telefonumu dayadım ve onayladım. Ekranda bir adam ve Nalan vardı. Adama biraz baktıktan sonra yüzündeki büyük yara izinden kim olduğunu anladım. "Şahin?" dedim bir sevinç nidasıyla.
Nalan gülümseyerek el sallıyor Şahin de büyümüş yarasına nazaran kocaman bir kahkaha atıyordu. "Nasıl ama tanır demiştim." dedi böbürlenir gibi. Bir kütüphane gibiydi arkası. Muhtemelen bir masa da oturuyorlardı. "Nasılsın?"
"İyiyim Şahin. Siz hepiniz bir aradasınız." dedim dolu gözlerle. "68 nerede?"
"O burada değil. Biz Nalan ile birlikteyiz. Uzun zaman oldu." Bu kelimeden sonra yüzüm düştü ama fark ettirmemeye çalışarak gülümsemeye devam ettim. Hepsi ıslahevinden sonra konuşmaya devam etmişti. "Çok sevindim sizin adınıza. Mutluluklar."
"Teşekkürler ya. Çok özledik kızım seni. Ben, Nalan, 68."
"Siz de mi ara yüze bağlanabiliyorsunuz?"
"Evet ama izni olmadan giremiyoruz tabii."
Şahin ardından ekrandaki yansımama baktı. Yüzünde çocukluğundaki gibi bir sevinç hakimdi. O büyük yaraya ve Nalan'ın bir tarafı kazılı saçlarına baktım. O yangından sonra olmuştu ikisi de.
"Çok uzun oldu be Maral. Nalan ile de tesadüfen karşılaşmışsınız. Özledik ya o günleri." Daha sonrasında zihni bu cümleyi uygun bulmamış olacak ki boğazını temizledi. "Oradaki arkadaşlıkları yani."
"Ben de Şahin. En son o yangından önceki gün annen kuru dolma getirmişti değil mi?" dedim bunu söyler söylemez burnumun sızladığını hissettim.
"E-evet hatırlıyorsun bak. Ne güzel olmuşsun ama Maral. Hep güzel bir kızdın ama şimdi kocaman kadın olmuşsun."
"Hepimiz büyüdük Şahin." dedim gülümseyerek. "Sen nasılsın Nalan?"
"İyiyim Maralım. Senden özür dilemek istedim. 68'den istedim bunu. Benim Şahin ve 68 ile görüştüğümü bilirsen kötü hissedersin diye düşündüm."
"Hayır." dedim yalan söyleyerek. "Aksine sizin adınıza sevindim."
"Hala aynı kız ya." dedi Şahin ellerini birbirine vurarak. Kısa ve kocaman bir kahkaha atmıştı. O bile hiç değişmemişti. "Hiç 68'i gördünüz mü? Büyümüş mü?"
Nalan ve Şahin birbirine baktı. "Ben en son 4 yıl kadar önce gördüm." dedi Şahin. "Ben de çocukluktan beri görmedim. Arayüzden konuşuruz arada ama sadece sesini duyduk."
"Ben kamera aç dediğinde sizinle sandım."
"Değil." dedi Şahin ama seslerinde bir tereddüt geziyordu. 68'i duymuştum. 68 ile konuşuyor ve görüşüyordum. İsteklerini bir ip kukla gibi yapıyordum. Neden bana yüzünü göstermiyordu ki? Hem onu çok özlemiştim. Yeniden parmaklarımı yumuşacık kalın telli, siyah saçlarından geçirmek istiyordum. Onu özlemiştim. Çocuk 68'i özlemiştim.
"Anladım. Sizinle de iletişimde kalmak isterim. Hatta görüşmek de." dediğimde Şahin bunu bekliyormuşçasına başını hızla aşağı yukarı salladı. "Çok isteriz Maral."
"Sizinle de buradan mesajlaşmak ve iletişim de kalmak isterim."
"68'e söyleriz. O halleder." dedi Nalan.
"Şahin. Nasıl biri olmuştu 68?"
Şahin gülümsedi. "Hep aynı adam ya. Uzun boylu, iri bir çocuk işte hala. Hala elma şekeri istiyordu." dedi kahkaha atarak. Zihnimde yeni bir anahtar başka kilitli bir anının kapısını açtı bu cümlenin ardından. 68'in uyurken elma şekeri diye sayıklaması zihnimde yankılandı bir süre. Küçük bir kahkaha attım hemen ardından. "Ya Şahin." dedim kahkahalarımın arasından.
"Umarım bir gün hep beraber bir masa da otururuz."
"Umarım." dedim derin bir nefes alarak. "Sen yemek yerken içeceğini hızlı içtiğin için hep içeceğini yarım bırakırdı hatırlıyor musun?"
Gülümsedim, hatırlıyordum.
"Hatırlıyorum. Umarım yine görüşebiliriz."
"Görüşürüz Maral. Kendine dikkat et ve iyi bak." Nalan ve Şahin'e gülümseyerek ekranı kapadığımda mutfağa ilerledim.
h.
Ekrandaki yüze uzun uzun bakıyordu. Elma şekerini hatırlıyordu. Elindeki sert içkisini bırakmadı. Aksine yudumladı. Bilgisayar sistemi kapandığında baktığı yüzün yerini bir karanlık almıştı. Şahin ve Nalan bilgisayarın başından kalktığında 68'e baktılar. "Kıza yalan söylemek koyuyor be oğlum. Çıkacaksın işte karşısına elbet."
68, Şahin'in hayat felsefelerini 10 yaşından beri dinliyordu. Bıkmıştı artık. Üzerindeki siyah düğmeleri belirli bir kısma kadar açık gömleği düzelterek ayağa kalktı. Pencereye ilerledi. "Bu cinayetler en sonunda benim cesedimi taşıyacak Şahin. Onu da yanımda götüremem. Bunu biliyorsun." dedi ardında ayakta duran dostuna.
"Neden? Her şey düzeldiğinde eviniz olur be oğlum. Çocuklarınız belki."
"Büyütülmemiş iki çocuğuz biz. Çocukluk ne demek onu bile bilmiyoruz. Çocuk mu dünyaya getireceğiz?" dedi gülümsedi, hemen ardından da kaşlarını çattı.
"Ne istiyorsun o zaman 68?" diye çıkıştığını duydu Nalan'ın. "Onunla neden iletişim kurduğumu en iyi sen biliyorsun Nalan. Bana gelip bu şekilde safsatalar da bulunma."
"Ben artık seninle ilgili neyi kestireceğimi unuttum. Cinayet, intikam derken duygularını yok sayamazsın." Hayalet elindeki bardağı sertçe masaya bıraktığında saçlarının arasından geçirdi parmaklarını. Bunu yaparken sanki düşüncelerini kesmek ister gibi hafif hafif de çekmişti saçlarını. Ardından hiçbir şey demeden ceketini ve eldivenlerini giyerek uzaklaştı oradan. Kapıyı açtı ve arkasına bakarak Şahin'e. "Siz ine geçin. Oraya geleceğim bir saate." dedi.
Evin merdivenlerinden inerken de kafasında bundan başka düşünce yoktu. Nalan'ın anlattığı o dünya zihninin çorak topraklarında bir çiçek filizlendirmişti. Sokağa indiğinde sokak lambaları zihnini yakıyor gibi hissetti. Ellerini kollarını sallayarak bir cinayete gitmekti onun yaptığı. Öldürdüğü geçmişiydi. Bir gün, çok yakında o liste tamamlandığında geleceğinin de öleceğini çok iyi biliyordu. Onun yürüdüğü sokaklardaki kayıtları Şahin hallederdi. Genelde toplu taşıma kullanırdı.
Toplu taşımada da onu kimse fark etmezdi zaten. Bu kez kullanmasına gerek kalmayacaktı. Listedeki ismin evi yakındı. Sadece birkaç saniye sonrasında evine girdiğinde ışıklar kapalıydı. Onu günlerdir gözlüyordu. Bu saatte odasında kitap okurdu. Islahevinde de böyle yapardı. Bu saatlerde kitabını alır köşeye çekilirdi Sonya.
Rum öğretmen.
Kapının aralığından onu görebiliyordu. Kahvesini yudumluyordu. Cebindeki zakkumu ve silahı kontrol etti. Hemen ardından botunun ucu ile kapıyı açtı. Sonya bu hareketliliğe baktı hemen. Koltuğunda gerildi. Elindeki kitap düştü.
"Sen..." dedi gülümseyerek. "Sen o muydun?"
"Hala kitap okuyorsun Sonya. Çocukların okuması ile ilgili yasa tasarısına ilk imza atanlardandın ama."
"Sevgili 68." dedi kalkmak istedi ama dengesini bulamadığını hissetti. Dizlerinin üzerine çöktü. "Çok büyümüşsün. Güzel gözlerinden tanıdım seni. Güneş gözlerinden."
Hayalet'in çenesi kasıldı. "Çok üzgünüm ben oğlum. Size yaptıklarımız, ben her gün Tanrı'dan af diledim. Cenk öldüğünde Cem ile beraber. O gece düşündüm. Bu dedim bu çocuklardan biri. 30 yıl öncesine dönsek o çakmağı çakmadan düşünürdüm. Tanrı ondan sonra bana bir çocuk vermedi. Çok acı çektim. Her gün size yaptıklarımız için af diledim."
"Duydu mu?"
"Kim?"
"Tanrı. Dualarını duydu mu sence?"
"Umarım oğlum."
"Siz hepiniz altın gibi çocuklardınız. Çok güzel bir masanız vardı. Ali, sen, Şahin ve iki kız. Birini hatırlıyordum. Gür kıvırcık saçları vardı. Diğeri de geyikçiğin." dedi son kelimeyi hatırlar gibi. "Değil mi?"
Hayalet silahını saklandığı yerden çıkardığında namlusu Sonya'yı buldu. Sonya gözlerini kapattı ve ellerini iki yana açtı. "O kız mı hala?" dedi.
"Sonya." dedi katil. Sesi bir geçmişi taşıyordu. Sonya gözlerini açtı. "Hala." dedi.
Cebinden çıkardığı zakkumu Sonya'ya uzattı. Sonya'nın gözlerinden yaşlar birer birer süzülürken dudakları titrer biçimde katilin yüzüne baktı. "Bir gün birinin bizim için geleceğini biliyordum."
"Duan için bekleyebilirim." dedi katil yumuşacık bir tonda.
"Teşekkür ederim." dedi hıçkırıklar arasında. Duası bitene kadar bekledi. Ardından gözlerini açtığında başını onaylar gibi salladı. Bir silah sesi değildi duyulan, susturucu neticesiyle sadece bir sürtünme sesiydi. Sonya'nın başı geriye düşerken elleri de iki yana düştü.
"Hoşça kal." dedi katil. Bu kez sesi önceki yumuşaklığını taşımıyordu. "Umarım cennet bana el altından kitap vereceğin kadar güzel bir yerdir. Bekle." dedi. Kan botuna kadar ulaştığında imzasını attı. Kucağındaki zakkum ile açık gözleri ve alnındaki kurşun yarası ile öylece tavanı izler gibi kalmıştı. Gözündeki yaş hala yanaklarından süzülürken kan oluğunun içine düşmeden katil evden çıktı. Sonya elindeki kan olmuş kitap ile orada kaldı. Geçmişin kaçıncı tanığıydı Sonya bilmiyordu Hayalet ama bildiği bir şey vardı. Son tanık Hayaletti.
Hayalet onu her daim orada bekleyen arabaya doğru ilerledi. İçine bindiğinde sarışın kadın gülümseyerek ona baktı. "Sonya da tik öyle değil mi?"
"Özür diledi."
"Özür diledi." dedi kadın böbürlenerek. Son model arabasının farlarını yakmadan sokaktan çıktı. Ana caddeye çıkarken hızla kalkış yaptı. Sokak lastik seslerinden kısa bir süreliğine gürültü ile boyanırken Hayalet güldü. "Sinirlenmene gerek yok."
"Abi, onların abimin mezarını bile çok gördü bize. Biliyorsun. Şimdi özür dileseler ne değişir ki?"
"Çok şey. İnan bana. Benim ölümümü beklemek, zamanını cinayetinin göstergesi."
"Haklısın sanırım." dedi gülümseyerek. Hayalet bu kız çocuğunun yüzüne her baktığında Ali'nin yüzüne bakmış gibi hissediyordu zaten. Ali'nin emanetiydi ona Leyla. Ayrıca H takımındandı. H bir cisimdi ama ondan çok fazlasıydı aslında. Bir takımdı H. Hepsinin canı mutlaka ölmek ister gibi yanmıştı.
Sahil kesiminin sonunda kalan bir kısımda her ayın 1'inde toplanırdı bu grup. H takımı ve Hayalete itaat etmek zorunda olanlar.
Şeytan, babasına itaat etmediği için kovulmuştu cennetinden. Kötülüğün neferi olmuştu kısa süre sonra. Bu nefer öyle işlemişti ki iliklerine, kötü olmak ve kalmaktan aciz yalnızca biri olmak istediğini unutmuştu. Şeytan yalnız gezmezdi. Mutlaka aklını ve ruhunu besleyen başka ruhlar bulurdu kendine. Bu Hayalet için yalnızca bir oyun değildi. Bir uhreviyat ile de alakası yoktu. Dünya öyle kötüydü ki tartısını bulamıyordu kötülüğün. Kötülük yeraltındaydı.
Hayaletin son televizyon şovundan sonra her şey yolunda gözüküyordu. Türk ve Sicilya mafyalarının kurduğu plan tıkır tıkır işlemişti. Vur emri olan herkes ölmüş, kanları da bir manifestoya şahitlik etmişti. Hayalet, inindeki büyük cama doğru yürürken elindeki çift buz taşlı viskisini kendi ekseninde salladı. Omzunun üzerinden deri koltuktaki can dostlarına baktı. "Gergin gözüküyorsun." dedi içlerinden daha uzun ve iri olan.
"Değilim Şahin."
"Sonya?"
"Öldürdüm." Cam zeminde öylece duran birkaç kişiden daha üstündü sesi. Daha duyulmak istiyor gibiydi. Hayalet yalnızca bir katil değildi. Bu katli planlayanların başı. İsyancıların bayrağı ve cinayet planlarının bıçağıydı. Hayalet bir sistemin başıydı. Hiç yüzü görünmedi ve kim olduğu bilinmediği için yeraltında onun için verilmiş bir mahlastı bu. Yeraltındaki bu isimler istese de istemese de bu boyunduruk içindeydiler. Hayalet'in sistemi aslında bilinen bir sistemdi. Eyalet çağı gelmeden önce yeraltındaki sistemin adıydı, vikont.
Vikontluk sistemi, yaklaşık 80 yıldır süre geliyordu. Vikontların dünya çapında hiyerarşik Batı Avrupa tarihinde bazı toplumlarda hüküm sürdüğü bilinirdi. Bu seksen yıllık devir bir adamın ve bir kadının parmağı ile çözülmüştü. "Onu öldürecekler biliyorsun değil mi? Islahevindeki herkesi öldürmen bir şeyi değiştirmiyor. Merza yandaşlılarının kucağına attın onu bulacak ve kafasına sıkacaktır oğul."
Yaşlı adamın sesine karşılık başını koltuğa dayadı ve sabır diler gibi yutkundu Hayalet. "Onun kılına zarar gelirse bu eyaleti yakarım."
"Bu sevda senin kurşunun olur oğlum. Biz bu sistemi kurana kadar senelerimizi verdik. Bizden sizlere miras. Tüm yeraltı mafyaları ve sistemi yanında. Gücün eyalete değil ülkeye yeter. Bir kadının, bir geçmişin ağzının içine bakamazsın. Anladın mı oğul? Seni de kaybedemem ben." Yaşlı adamın boğazındaki hırıltı ağlamadan önceki o ses gibiydi. Kısa bir öksürdü. Hayalet ise ona bile bakmadı. Ayağa kalktı ve masasına geçti.
Masadaki mikrofona dokundu ve ayaklarının ucuna baktı. Masada oturanların tamamı ordaydı. Hayalet yıllardır kurul toplantılarını burada yapardı. Bir çıkıntının içine inşa edilmiş olan ininde. Bu çıkıntının girişi gizliydi. Çıkıntı diye tabir edilen yer de denizin içinde kalıyordu.
Yeraltında işlerin tamamı yolundaydı çünkü bugün toplantı günüydü. Tüm yeraltı bugünü itaat ettikleri Hayalet'in buraya gelmesini bekliyordu.
Adamların Hayalet'e sonsuz güven ve saygı duymaları elbette ki zaman almıştı. Ona isyan ettikleri, bazen birbirine isyan ettikleri de olmuştu fakat bugün yani toplantı olan günlerde bunların hepsi son bulur herkes aralarında düşmanlık varsa son verir, aralarındaki sıcak savaşın var olan ateşine kısa süreli su dökerlerdi.
"Hayalet geldi."
Kurul'un odasına Leza ismi verilmişti. Bu odada toplantılar her zaman odanın koordinatörü Garip tarafından başlatılırdı. Garip, mafyatik dünyayla pek alakalı bir isim değildi ama yine de tüm isimler ona fazlasıyla sevgi ve saygı duyardı. Hayalet'in gerçek kimliğini ve adını bilip de yaşayan tek isim Garip idi. Sebebi barizdi. Hayalet'in Garip ile birbirlerine ödemiş oldukları bir vefa borçları vardı.
Hayalet'i bu masada sesi haricinde tanıyan kimse yoktu. Zaten mikrofondan masaya aktarılırken de değişiyor ve sansürleniyordu sesi. Bu yüzünü görmedikleri adama itaat etmek zorunda olduklarını biliyorlardı. Zaten bu bilinç yaşatıyordu çoğunu.
Masadan biri olan Ekrem, uzun ve kırlaşmış bıyıklarını burdu ve pahalı takımının kol düğmelerine baktı. Bunu gergin iken sık sık yapardı. Masanın tamamı aslında gergindi. Son ikizler cinayeti gecesinden sonra Hayalet derin bir sessizliğe bürünmüştü. Bu derin ve korkutucu hava hepsini etkilemişe benziyordu. Henüz Sonya'yı kimse duymamıştı.
"Cem ve Cenk için baş sağlığına gelemedik." dedi Ekrem.
En gericisi de onu duyduğunu bildiği zaman dilimlerinde konuşmaktı. Aslında tüm kurulun atladığı bir şey vardı o her zaman duyardı ve görürdü. "Hayalet mi öldürmüş?" diye ekledi.
"Evet. Başka biri cinayet mi işleyebilir sanki?" dedi alayla masadaki tek kadın.
Masanın ucunda oturan Fahri sözü devraldı. "Öldürdüyse de bunu sorgulayacak veya yargılayacak değiliz ya. Onu tanımıyor gibisiniz." Kafasını kaldırdı ve uzun camların önünde dikilen adamlara baktı. "Onu tanımıyoruz zaten komutan." Fahri lakabını alayla ağzına alan Ekrem'e sert gözlerle baktı.
"Şşt. Bugün ölmek istiyorsunuz sanırım." Alparslan'ın bastonunu yere vurarak yaptığı uyarı masayı susturmuştu. Cevizden yadigâr bastonunu buranın en kıdemli ve yaşlısı olarak değil, bir uyarı olarak vurmuştu yere. İstediği sessizlik kalıbına sığacak kadar güçlü değildi. Hayalet o sözü devralana kadar kısa bir süre sessizlik isterdi. Aslında istediği şey itaatti.
"Söyle bakalım Garip var mı bir isteği?" dedi Fahri yeniden sözü Hayalet'e çekerek.
Garip, Fahri'nin cümlesine karşılık gülümsedi. Yüzündeki gülümseme göreceli bir gücün değil, bir egemenliğin simgesiydi.
Hayalet, kurula mutlaka canını teslim ettiği ve çok güvendiği birkaç adamını da sokardı. Bunlar konuşmalara asla dahil olmazdı. Cellat gibi Hayalet'in emriyle kafa kesmeyi beklerlerdi.
İşte o adamlardan biri masaya ilerledi ve bir kutu koydu.
"Hayalet." dedi. Sesi ürkütücüydü. Belki de ürkütücü olana misafirlik ve tanıklık ettiği içindi. Bu masada oturan 8 kurul üyesinin de aklında kazılıydı bu kutu. Adam metal kutunun üzerindeki tuşa basar basmaz masada nefes sesi dahi kesildi.
"Ben Hayalet. Gününüz iyi geçmiştir diye umuyorum. Bu ay, oyun gecesi de dahil iyi bir başarı gösterdiniz. Tebrik ediyorum bunun namına ödüllendirileceksiniz."
Gölgelenmiş sesinde bir alay geziyordu. Masadakiler tuttukları nefesi hiç vermeden adamlardan biri bir torbayla masaya yaklaştı. Aslında kurulun tamamı o torbada ne olduğunu merak ediyordu. Geldiğinden beri sırayla herkesin gözüne tek tek ilişmişti torba. Elindeki torbanın içinden siyah kutular çıkardı. Minimal kutular, sırayla ve özenle kondu kuruldakilerin önüne.
"Kutuları açın." Hayalet aynı zamanda toplantıyı an ve an izliyordu. Odanın içindeki büyük ahşap masaya dizilen bu adamlar yavaş hareketlerle kutuyu açtılar. İşte o adamların dışarıda bıraktığı ataerkillik, ego manya ve egemenlik tam da buraya kadardı. Gösterişsiz, siyah kutunun içinden bir o kadar gösterişli bir kurşun çıktı. Kimin önüne dağıtıldıysa onun ismi yazıyordu üzerinde.
"Sevgili Ekrem." Hayalet'in metalik ve gölgeli sesi odaya doldu. "Benim arkamdan atıp tutmadan sana gönderdiğim üzerinde bizzat ismin yazan bu mermiye iyi bak. Bir de hafızanı bir tık zorla ve oyun gecesini hatırla." Hayalet ölüm fermanını Ekrem'in yüzüne üflemiş gibiydi. Ekrem'in endişeden gözlerinin bebeklerinin büyüdüğünü hissetti. Geldiğinden beri oynadığı kol düğmelerini bıraktı ve başını onaylarcasına salladı. Bu boşluğa yapmış olduğu bir çeşit itaatti. İşte Hayalet tam olarak bu yüzden bu lakabı hak ediyordu. Onu kimse göremiyor, kimse dokunamıyor ama herkes hissediyordu.
"Sevgili Fahri?" Fahri kravatını düzeltti ve kutuya baktı. "Benden gizli iş yapamayacağını sana söylemediler sanırım. Benim kim olduğumu bilmemen çok normal. Yenisin bu masada. Bu arada katil baban için üzüldüm. Kendisi işinin ehli bir katildi. Birçok çocuğun katiliydi. Ölürken ismini sayıkladı. Sen ölürken kimi sayıklayacaksın Fahri? Beni sayıklamaz isen küserim ve beni küstürenlere ben ne yaparım biliyor musun?" Fahri tedirgince masaya baktı ardından önünde duran kurşuna baktı. "Evet Fahri öldürürüm, aferin."
"Alparslan?" Hayalet'in sesi küfreder gibi çıktı. Bu masanın en yaşlısı ve kudret olarak diğerlerinden daha büyük olanıydı Alparslan. Hayalet bir sürü düşüncenin ortaya çıkarttığı ve uhrevi davranılan, kudretli muhtemel yapılar ile pazarladığı bir isimdi. Alparslan ilk başta Ekber ve Erşed sistemini kayda değer bulmuştu. Aralarından en yaşlısı olarak kurulu yönetmesi gereken kişinin de bizzat kendisi olduğunu düşünmüştü ama bu yapılanma Hayalet'in emin adımlarıyla bastırdığı ayak seslerinden öncesi içindi. Bu sürülerin çorak gerçeklerini yine tam anlamıyla benimsemese de bu kutunun arkasındaki gücün farkındaydı. İtaat etmiyordu ama biat ettiği kesindi.
Hayalet'in kısa zamanlı kahkahasının sesi duyuldu. "Siz önünüze konulan kurşunların ya farkında değilsiniz ya da beni salak zannediyorsunuz, ki bu iki seçenek de sizin felaketiniz biliyorsunuz değil mi? Tavsiyelerinize ihtiyacım yok, arkamdan konuştuklarınıza hiç."
Hayalet haklıydı. En azından bu monarşi bunu mümkün kılıyordu. Hayat ve tarih boyunca monarşiyi hep tetikleyen ve destekleyen cinsiyetin bir temsili gibi masadaki tek kadın sözü devraldı. "Yılmaz'ın kafasına sıkma şerefi için sizleri tebrik ederim üstadım." dedi Şehrazat.
"Sana söz verdim mi?" dedi Hayalet sertçe. "Size söz vermeden konuşursanız ne olur biliyorsunuz değil mi?"
Hayalet, soyut bir olguydu. Fakat cinayet, dolambaçlı bir ifade olmaktan uzak görkemli bir sözcüktü. Bu ikiliyi bir kanlı tiyatro bir araya getiriyordu. Soyut, somutu döllüyordu.
Bu dölden gerçeklik algısı, gerçeklikten de hayaletler çıkıyordu.
Zihninde oynayan tiyatro biter bitmez, kurulun konuşmalarını dinlemeye başladı. Bir şeyden uzaklaşmak, duygularıyla harmanlandığı düşündüğü şeylerden kaçmak istediğinde hep bunu yapardı.
Garip masayı susturmuştu ama birbirlerine olan sert ve delici bakışları hala süregeliyordu. Hayalet'in dostu olarak da bilinirdi o. Bu masadaki sayılı isim tarafından çok kez öldürülmeye çalışılmıştı ama hepsinden kurtulmuştu Garip. Hayalet'in uzun süreli ve eski dostlarından biriydi. Bu kurulun dikkatini çok uzun süre sonra çekmişti. Artık egemenliği kabul edilmişti.
Egemenlik kurulda yadsınamayan bir olguydu. Herkes kendi alanında egemendi fakat Vikontluk sistemi bunu kabul görmüyordu. O sisteme göre egemenlik bir Batı Avrupa tozlu tarihinde kalmıştı. Bir hurafeden farksızdı ama distopyaya daha yakındı.
Bu kurulun tamamı bu distopyayı kabullenmişti. Onlar Merza'nın zeminindeki bombalardı. Merza hepsinin ya canını ya da cananını almıştı. İşte onları bu masada ve ortak payda da paylaştıran ve birleştiren buydu.
Cezmi Palaoğlu, masada sessiz kalan bir isimdi. Genelde etrafını izlemeyi severdi ama bir kan kokusu aldığında onu değerlendirmeden durmazdı. Eyalet çapında otelleri olan ve Turizm devi olarak bilinen bir adamdı. Uzun boylu ve cılızdı. Orta yaşlaraydı. Başının şakak kısımlarında iki dövme haricinde pek maskülen bir tipi yoktu. Sicilyalılar gibi dik şeritli takımlar giyer ve köseli ayakkabıları sayesinde gelişi bir metre öteden duyulurdu.
Şehrazat Lupen ise genelev patroniçesiydi. Bütün genelevlerin kontrolleri ve finansal düzenlemelerini sağlardı. Timsah derisi çantası, derisini söke söke kadın bedeninden kazandığı paranın en iğrenç metaforuydu. Uzun deri çizmeler giyerdi. Toplantılara her daim kürkler içinde ve ağır parfümler sürerek gelirdi. Hep masanın başına otururdu. Bu da masanın tek kadını olarak gücünü kanıtlamanın ruh sağlamasıydı.
Akbey Derdenezoğlu, babası Salih Derdenezoğlu'nun kurduğu silah ticareti zincirinin en büyük iki kanadıydı. Ahmet'in ölümünden sonra Akbey bir süre bu işten uzaklaşsa da silah kaçakçılığı bu iki ismin mihenk taşıydı. Ahmet ve Akbey, çift yumurta ikizi olmalarına karşın birbirlerini oldukça andırıyorlardı. İkisi de uzun saçlarını arkadan bir taç yardımı ile toparlar ve yüksek vatkalı ceketler giyerlerdi.
Ekrem Çamlı ise masanın uyuşturucu baronuydu. Eyalete uyuşturucu giriş çıkışını sağlayan kişi oydu. Ondan başkası bu işe bulaşamazdı. Herkesin tüm yeraltı camiasının bildiği bir ismi vardı. Entel. Bu lakabı giydiği gömleklerine broş taktığından dolayı almıştı.
Yusuf Faslıca yani Lakabı gereği Kıbrıslı, her daim kırmızlar giyen ve sürekli Kıbrıs ağzıyla konuşan bir adamdı. Toplantılara gelirken eline kehribar bir tesbih alırdı. Bu tesbihi uzun uzun çekerdi. Kırmızı ikonik takımlarıyla ve kumarhaneleri yönetmesi ile bilinirdi.
Ve son olarak masanın tefecisi ve ölüm meleği Fahri Beyoğlu'ydu. Bembeyaz saçlarını ortadan ikiye ayırır ve askerlikten kalan ağır postallar giyerdi. Askerlik hayalleri olan ve suç dosyalarından dolayı asker olamayan Fahri, her daim bir çift asker postalı giyerdi. Hayalet'in inine girer girmez, asker selamı vermesi de oldukça mim olan bir hareketiydi.
Hayalet toplantıya son verir vermez mekandan Leyla'nın arabası ile çıktı. Gideceği yeri kimse sormadı çünkü herkes biliyordu. Ona gidiyordu. Yıllardır gittiği gibi.
Hızlı arabası lastikleri yakarcasına güçlü motoru ile eyalete üstünlük çağrısını taşıyordu ama o sokağa girince yavaşladı. Hemen evinin karşısındaki karanlık boş araziye park etti ve evinin içindeki cılız ışığa baktı. Uyumamıştı.
Telefonunu eline aldı ve sisteme girdi. Bu sadece onunla görüşmek için tasarladığı ve bugün en az Avrupa sistemleri kadar kuvvetli korunan bir konuşma arayüzüydü. Telefonu hala bağlı gözüküyordu. Üzerindeki çağrı butonuna tıkladığında çalmaya başladı. Ardından o cıvıl cıvıl sesi duydu.
"68?" Sesi uykuluydu.
"Geyikçik." dedi gülümseyerek soğuk katil.
"Bir şey mi oldu?"
"Hayır." dedi hemen 68. "Olmadı."
"Öylesine mi aradın?"
"Evet." dedi bir şeyi itiraf eder gibi. "Öylesine." O büyük egemenlik diz çökmüştü çünkü balkona çıkmıştı. Üzerindeki kalın hırkasını bedenine sarmıştı. Kablolu kulaklığı düğüm düğümdü. Hayalet onu görememesinin gölgelerin de efendisiymişçesine karanlıkta kalmaktan ilk defa üzüntü duymuştu. "Şahini direkt tanıdın." dedi konu açmaya çalışan bir çocuk gibi.
"Evet." dedi elindeki muhtemelen yasemin olan o çaydan bir yudum alırken. "Onları hastahanede ziyaret etmiştik. Annem ve ben. Yüzünde demir yataklardan biri üzerine düştüğü için büyük bir yanık vardı. Nalan ile karşılaşmamız da hala durduğunu söylemişti bir kere. Oradan hatırlıyordum. Ondan tanıdım. Seni de tanırdım." dedi yumuşacık bir tonda.
"Nasıl?"
"Kokundan ve gözlerinden." Hayalet'in buz gibi kalbi atmaya başladı. Kan pompalamaya başlar başlamaz, o çorak beyninde açan çiçeğe su döktü sanki. "Küçükken her zaman güneşi göremezdik. Çoğu zaman sıra küçük çocuklara geldiğinde güneş gitmiş olurdu. Sen de bana güneş sana küsmüş ama yarın barışacakmış derdin. İnanırdım. Hala kapalı havalarda güneşin bana küstüğünü düşünürüm." dedi ve kısa bir kahkaha attı. Hayalet bu kahkahanın ardından hemen bir sigara yaktı. Arabanın camından küçük kırmızı ışığı görmesi imkansızdı ama yine de gizledi.
"Küserdi zaten." dedi küçük 68 gibi.
"Güneş bana 20 yıldır küs 68." dedi yutkundu.
"Ben 20 yıldır gözlerini hiç görmedim." |
0% |