Yeni Üyelik
8.
Bölüm

VII • yakışmadı gömüldüğü yere.

@belarophontes

7

 

 

 

 

 

 

 

 

yakışmadı gömüldüğü yere.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Upuzun bir zaman diliminin içinde kısılmıştım. Kaçacak bir yerim yoktu. Ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Bir kapanın içindeydim hayal edebiliyordum. O karanlık yerdeydim.

 

68.

 

Seni hatırlıyordum.

 

Seni zaman bana nasıl unutturmuştu 68?

 

 

 

 

"Bir gün buradan çıkarsak, orada gözüken büyük nehri görüyor musun?"

 

"O bir deniz."

 

"Bu su olduğunu değiştirmez ama."

 

"Eee?"

 

"Oradaki heykelin orada bir bank vardı. Çocukken annem beni hep götürürdü. Bir gün seninle de gidelim."

 

"Sen hala çocuksun geyikçik."

 

"Benim adım Maral!"

 

"Geyikçik!"

 

 

 

 

Başı kırılmış ve yıllardır bakılmamış özgürlük heykeli pırıl pırıldı. Ben ise saatlerdir yanında oturuyordum. O heykel uzun ve geniş bir adamın gözleri ve elleri bağlı olan bir heykeldi. Görür görmez zihnimdeki tüm parçalar yerine oturmuştu.

 

68?

 

Hayalet?

 

 

 

 

Aynı kişi miydi? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey benim geçmişimi çok iyi bildiğiydi. Artık hava iyiden iyiye soğumaya başlamıştı ama ben sanki onu bile hissetmiyordum. O duvar yazısı, pembe kutular, denizin karşısındaki özgürlük heykeli.

 

Bu bendim. Benim yıllarca kaçtığım geçmişimdi. Şimdi bir kenarda bir çırpı da sessizce bekliyordu beni. Yıllarca beklemişti ya da. Pembe kutunun içinde ne vardı bilmiyordum. Açmamıştım bile. Yıllardır önünden geçmiştim bu heykeli ama ilk kez bu kelimeler yan yana gelmişti.

 

68 ve Özgürlük. Bu da zihnimin derinlerinde bir sayfayı açmıştı. Yapbozum, yaz boz geçmişime uymayarak bana geçmişimi göstermişti. 68'i hatırlıyordum. O ıslahevini hatırlıyordum. Çığlıklarımızı hatırlıyordum. Dün gibi aklımdaydı. Onu sıska bedenini, simsiyah saçlarının altındaki güzel sarı gözlerini hatırlıyordum. Hep güzel kokardı, hatırlıyordum. O çocuk, ismini bile bilmediğim, kimsenin bilmediği o çocuk 68 miydi?

 

 

 

 

Geyikçik.

 

 

 

 

"Balik ekmek de mi yemeyeceksiniz gazetecim?" Petro'nun sesi daldığım yerden çıkmama neden olmuştu. "Teşekkür ederim." dedim gözlerimi ellerimin tersi ile silerken. "Sevmem."

 

"Balik sevilmez mi güzel gazetecim?" dedi ve sallanan bedeni, kirli parça parça kıyafetlerinin sarkan kumaşını parmağına dolamayı durdurdu. "Kötülük geldi ama canavar uyanık. Canavar, heykele çiçekler getirdi."

 

"Nasıl görünüyordu nasıl bir adam canavar?"

 

"Büyük adam."

 

"Büyümüş mü?"

 

"Sen balik ekmek yemeyecek misin?" diye sorduğunda gözlerimden yaşlar iki yandan infilak edercesine süzüldü. "Sevmem." dedim aynı sakin ve hırıltılı tonda.

 

"Seni canavar mı ağlattı?"

 

Yaşlarım aşağı düşerken kafamı hızla iki yana salladım. "Hayır Petro."

 

"O iyileri sever madam."

 

 

 

 

"O bir kuyruklu yıldız Maral."

 

"O bir sadece bir yıldız. Yıldızlara isimleri kim verir ki Tanrı mı?"

 

"Zannetmiyorum."

 

"Tanrı iyi mi?"

 

"İyi."

 

"Bizi neden buradan çıkarmıyor?"

 

"Dışarısı daha kötü de ondan."

 

"Ama dışarı da çiçekler var. İyiler de var. Nehirler var."

 

"O bir deniz."

 

"Su."

 

 

 

 

Petro onun iyileri sevdiğini söyledikten sonra yanımdan gitmişti. Gözlerimden gözyaşlarım birer ikişer birbirlerine yol sormadan adeta bir yarış halinde gibi akıyordu. Etrafıma bakınma isteği ile doldum sonra. Saat 22.43 olduğundan dışarı da pek kimse yoktu ama bir ara izleniyor gibi hissetmiştim. Sonra başından beri yapmam gerekeni yapıp pembe kutuyu dizlerimin üzerine koyup açtım. İçinden bir bilgisayar ve bir fotoğraf çıktı. Ben 7 yaşındayken çekilmiş bir fotoğrafımdı. Kadraja kocaman gülümsemiştim. Elimde pembe kutuyla bir hediye vardı. Saçlarım kısaydı. Şimdiki gibi. Köşeden bir çocuğun saçları gözüküyordu.

 

68.

 

Boğazıma oturan yumru ile hıçkırıklarım kendini bırakırken, yaşlarda yanaklarımdan akıyordu. Fotoğrafın arkasını çevirdim. 68 oydu. 68, Hayaletti.

 

 

 

 

Şifreyi çözdün tebrikler. Kendi bilgisayarın kopyalandı muhtemelen. Bana buradan ulaşacaksın :)

 

 

 

 

Yazısını, kalemi üç parmağı ile ucundan tutuşunu dün gibi hatırlıyordum. Nasıl unutmuştum ki? Harika bir şekilde keman çalardı. Bazen odalarımızdan onun keman çalışını dinlerdik. Aramızdaki en büyük çocuktu. Adını bilmiyorduk. Bir keresinde sorduğumda sadece gülmüştü. 68 işte demişti. Onu aslında hatırlıyordum.

 

Arabama binip hızla eve gitmemin üzerinden 15 dakika bile geçmemişti. Üzerimi değiştirip kendime bir şeyler hazırlayarak gündem haberlerini açıp ahşap yemek masama geçmiştim. Bilgisayarı açtığımda içinde bir konuşma ara yüzünden başka bir şey yoktu. Sandviçimden bir ısırık alıp o ara yüze girdim ve sohbeti başlattım.

 

 

 

 

Maral:

 

68?

 

 

 

 

Çok geçmeden yazıyor ekranı geldiğinde içimde tarifsiz bir heyecan yerini aldı. Sanki çocukluktan kalma bir oyuncağımı bulmuş, oradan kalma bir anıyı yeniden yaşıyor gibi hissettim.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Hatırlıyorsun.

 

 

 

 

Maral:

 

Sen benim hayatımı kurtardım. Ben seni hiç unutmadım hatta aradım.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Azılı bir katil olmamı beklemiyordun ama değil mi? Mükemmel bir kariyer yönetimi.

 

 

 

 

Maral:

 

Her zaman adalet arardın.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Şifreyi çözmen beni gururlandırdı. Çocukken sana gizli bir şey söyleyeceğimde bunu yapardık hatırladın mı?

 

 

 

 

Maral:

 

Aslında spesifik olarak onu hatırlamadım ama sanki okuduktan sonra zihnimde canlandı.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Bilgisayarına muhtemelen eriştiler. Mikrofonu için bir sinyal engelleyici ve kamerası için de bir elektrik bandı edin. Onlar kimseye güvenmez. Şu an kahraman olman bazı şeyleri değiştirmez.

 

 

 

 

Maral:

 

Farkındayım. Konuşmaları temizlediğin için teşekkürler.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Bu bilgisayar oldukça güvenlidir. Saklamanı öneririm ama sivillerden.

 

 

 

 

Maral:

 

Yara izin duruyor mu?

 

 

 

 

Hayalet:

 

Hatırlıyor musun?

 

 

 

 

Maral:

 

Nasıl hatırlamam, Gepettoyu alabilmek için oyuncak dolabının camına yumruk atmıştın.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Duruyor ama çok hafif. Dikkatli bakılırsa gözükür.

 

 

 

 

Maral:

 

68, diğerleri ile görüşüyor musun?

 

 

 

 

Hayalet:

 

Hayır.

 

 

 

 

Maral:

 

Ben Nalan ile hala arada görüşüyorum.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Geçmişten gelen anıyı bile silmiştim.

 

 

 

 

Maral:

 

Duvara yazı yazmaların değişmemiş ama :)

 

 

 

 

Hayalet:

 

Evet, bazı şeyler değişmedi. Seninle yıldızları izlememiz hariç.

 

 

 

 

Maral:

 

Evet.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Ne oldu Maral? Geçmişten gelen bir Hayaletin varlığı seni rahatsız mı etti?

 

 

 

 

Maral:

 

Aksine mutlu oldum 68. Sen beni hiç rahatsız etmedin.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Teşekkür ederim.

 

 

 

 

Maral:

 

Ama seni görmek isterim. Biz uzun yıllar boyu arkadaştık.

 

 

 

 

Hayalet:

 

Ben o eski çocuk 68 değilim geyikçik :) Geçmişten gelen öylesine biriyim emin ol buna.

 

 

 

 

Maral:

 

Seni sadece beni öldürmeye gelirsen mi göreceğim?

 

 

 

 

Hayalet:

 

Cinayet listemde sen yoksun.

 

 

 

 

Maral:

 

Yani hiç göremeyeceğim.

 

 

 

 

O sırada haberlerde mektup konuşulurken bir başka konu bir canlı yayın ekranı düştü. Gazetecilerin tamamı koşuyor ve ambulansın lamba renkleri bir binayı boyuyordu. Bir telaş hakimdi. Bilgisayarın başından kalktım ve ekrana ilerledim. Pelin elindeki mikrofon ile sağa sola koşturuyordu. "Sayın Cem ve Cenk Bey iyi mi? Bir açıklama lütfen."

 

"Öldüler." Canlı yayın ekranında söylenenle gözlerim yuvalarından fırlayacak kadar açıldı. "Son dakika sayın seyirciler. İkizler olarak bilinen bakanlar Cem ve Cenk Ergit evinde ölü bulundular. Son dakika, Cem ve Cenk Ergit evinde ölü bulundu."

 

Masanın üzerinden telefonumu alıp Toygar'ın numarasını tuşladığımda direkt açtı. "Güzelim?"

 

"Bakanlar mı öldü?"

 

"Sorma güzelim. Burası berbat."

 

"Neden ne oldu?"

 

"Adamların kanları ile duvara yazı yazmış orospu çocuğu." dedi Toygar sesi birazdan kusacak gibiydi. Nitekim de öyle oldu. Telefonun ucunda kusma sesleri yankılanırken bilgisayarın başına geri döndüm.

 

 

 

 

Maral:

 

Sadece kötüleri öldürmen safsatası ne oldu?

 

 

 

 

Hayalet:

 

Cem Ergit ıslahevinin müdürüydü Geyikçik. Keşke o dosya binasını yakmadan önce zihnini taze tutacak birtakım belgeleri alsaydın. Böylelikle kullanmak istemediğin ikinci adınla yalandan aldığın soyadın utandığın geçmişin hakkında iyi ve kötüyü ayırt ederdin.

 

 

 

 

Hatırla.

 

"Maral?"

 

"Maral hatırla."

 

 

 

 

Zihnimdeki çığlıkları susturmak adına ellerimi kulaklarıma kapadım ve sertçe bilgisayarın ekranını kapadım. Üzerimi hızlıca giyip sokağa adımladığımda bir hezeyan oluştu içimde. Kaçmak istiyordum. Geçmişimden kaçtığım gibi. Eski Rum sokağının yolunu arşınlarken aklımda yıllardır yeniden canlanmak için pusuda bekleyen canavar birden zihnimin içindeydi.

 

 

 

 

"Hatırla."

 

 

 

 

Bana sesleniyordu. Zihnimdeki bana sesleniyordu. "Sus." dedim sesimin cidden çıkıp çıkmadığını bile bilmiyordum. "Ben senin duyamayacağın kadar uzaktayım. Hatırla."

 

Yeniden denizin yanına gittiğimde o banka oturdum. Yanındaki telefon kulübesi ve ardımdaki özgürlük heykeli ile sanki geçmişin içinde bir anda tıkalıymışım gibi hissettim.

 

68, pembe kutular, özgürlük heykeli önündeki bank ve ben.

 

O yangını hatırlıyordum. Üzerimdeki siyah deri paltoyu ve elimdeki çakmağı hatırlıyordum. O yangında çocuk çığlıkları duymuştum. Hatırlıyordum. Zihnim bana yıllardır görmem gerekeni göstermişti ama artık hatırlıyordum. O binayı yakışımı, içinde kalışımı hatırlıyordum. Bir itfaiye eri beni bulana kadar saçlarım yanmıştı hatırlıyordum. Şafağın kanattığı gökyüzü kızıl ve mavi bir gösteri sunarken geçmişin hayaletleri boya paletlerini çaldı.

 

Aynı yangını hatırlıyordum. Yatağımın yanına çökmüştüm. Yaşım 11'di. O gelmişti. Üzerinde bir ceket ile gelmişti. Küçücük bedenimi sarıp beni ıslahevi yangınından çıkarmıştı. Bende orada yapılan bütün işkenceleri kaydettikleri ve not olarak tarihin tozlu sayfalarında tuttukları binayı yakmıştım o yangından 12 sene sonra. Pişman değildim. Geçmişim onlarla birlikte yanarken ben 68'in adını hiç öğrenememiştim. 68'i bir daha da hiç görememiştim. Onun hakkında o verilerin içinde bir şey var mıydı? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey onun cidden bir Hayalet olduğuydu.

 

O belgeleri yakmak, daha sonra dava sürmeye çalışan birkaç ıslahevi arkadaşımın belgesi olmadığından kanıtlaması zorlaştıran bir serüvendi aslında. Belki de bu bencillikti. Ben belki de kendi geçmişini silmek için bir başkasının hak arayışını zorlaştıran kötü bir insandım. Kötü ve iyi neye göre şekil alır artık onu bile bilmiyordum.

 

Sanırım ben bir şey bilmiyordum. İnsanın geçmişi hakkında bu kadar az fikri olması berbat bir duyguydu. Hem bir yere ait olduğunu bildiğin balonlarım uçmuş gibi hissediyordum. Gözlerimden yeniden yaşlar süzüldüğünde ellerimi yüzüme kapadım ve bir süre bekledim. Sonra acı sessizliğin içinde bir ses duyuldu. Bir telefon zili.

 

Kulübeden geliyordu.

 

İstemsiz etrafıma bakındım ve camları kırılmış ve hiç kullanılmayan telefon kulübesine girdim. Çalan telefonu açtım.

 

"Alo?"

 

"Geyikçik?"

Loading...
0%