@belarophontes
|
* Tom Odell - Heal
12
aidiyet çiçekleri
3 hafta sonra...
Her hikayenin ölümle başlar. Bu ölüm, yaşamın hemen sonrasında gelişir ve değişir. Bu da yaşamın esas dengedir.
Ben bu dengeyi nasıl sağlayacağımı bilmediğim bir zaman diliminde biriyle karşılaştım. Bir gece ıslahevinin penceresinde sesli bir şekilde pinokyo okuyan o çocukla. Daha sonrasında o çocuk bana bir sürü masal okudu. Aylar, yıllar geçti. Hayat ile ilgili nice şeylerden konuştu benimle. Bir gün sesi kesildi ve masalı bitti. 3 hafta geçmişti. Ondan tek bir haber alamadığım ara yüzün kapandığı 3 hafta. 3 hafta da olanlar ölümünden daha büyüktü.
Duvarlara özgürlükçü yazı yazanlar çoğalmıştı. Boşanma oranlarında ciddi bir artış vardı ve eskiye nazaran kitaplar bulunan evler çoğalmıştı. O bir umudu doğurmuştu. Cenazesini görmek için gitmiştim ama kesinlikle önlemler çok sıkıydı. Görememiştim. Onu görsem tanır mıydım onu bile bilmiyordum. O gitmişti.
Nalan ve Şahin'e ulaşmaya çalışsam da bir faydası olmamıştı. Olsun çok istemiştim ama en azından yaşarken ki yaşamını dinlemeyi, beni gerçekten Monte Carlo şovu için kullandığını, bunun nedenini dinlemeyi çok istemiştim. Bir boya kovası sahil kesiminde tekerlenirken zihnimde bunun dışında bir şey yoktu.
3 haftadır aynı yerde bekliyordum. Petro önümde ikinci katı geçtiği beyaz boyasını beklerken aynı zamanda cızırtılı radyosundan bir şeyler dinlemeye devam ediyordu. Aralığın soğuğunda kurumayan boyaya ikinci katı onun aşkını simgeliyordu. O şartlar ve konumların ne olduğunu umursamadan dolu dolu ve kocaman sevmişti. O kadının adına leke bile gelmeden yeniden beyaza boyuyordu.
"Katil öldüğünden beri, her gün aynı suçlardan içeri atılan suçlular çığ gibi büyüyor. Bir grup eylemci dün gece saatlerinde meydan da yakalandılar. Pankart açarak sloganlar atan eylemciler, bugün panoptikona sevk edildiler." Radyodan gelen sesin cızırtıları arasından duyulan kadın habercinin sesi aynıydı. Halkın rehavetinden bahsederken aynı ses tonunu kullanırdı. İncecik bir aşağılama palazlanırdı sesinde. Şimdiki gibi.
"Balık ekmek yer misin?" Petro'nun sesi duyulduğunda başımı hızla iki yana salladım. "Yeni yıl geldi sevgili gazetecim. Bu akşam eğlenmek sizin de hakkınız." Petro'nun yeni yıl hakkında sorduğu soru beni apar topar bir anının içine attı.
"Yeni yıl ağaçları nasıl süsleniyor, mesela o toplar neden yapılıyor ki 68?"
"Muhtemelen plastik." dedi bilmiş bir edayla. Elindeki kitabın ucunu kıvırdı ve kapadı.
"Keşke burada da bir ağaç olsaydı. Televizyon saatinde gördüm. İnsanlar yeni yılı böyle kutluyorlarmış. Gece bizim izlediklerimiz gibi büyük bir yıldız koyuyorlar üzerine," dedi kız çocuğu. "Hemde," dedi ve kekeledi. "Hemde, hemde pullu bir yıldız."
"Bizim bir ağacımız yok ama Maral." Erkek çocuğu daha sonrasında elini cebine attı ve birkaç tebeşir çıkardı. Beyaz, yeşil, sarı ve kırmızı tebeşirler çocuğun hem cebini hem de avucunu boyamıştı. "Gel benimle." dedi. Avcuna koyduğu tebeşirler ile boş duvarın yolunu tuttu iki çocuk.
"Bunu gardiyan görürse," dedi kekeleyerek kız çocuğu. "Göremez. Sen beni yanımdasın." Boyunun yetişebildiği kadar yukarı en tepeye bir ağaç çizmeye başladı. Yeşile boyadı içini. Beyaz ve diğer renkleri kızın eline tutuşturdu. Süslemesini istedi. Kız ağacın içine küçük renkli toplar çizdi. Bir sürü.
"Bir yeni yıl dileği dile. Eğer gerçek olursa o ağacın üzerindeki büyük yıldız parıldayacak."
"Duvar mı pa-parıldayacak?"
"Evet geyikçik."
Kız gözlerini diledi ve gözlerini kapadı. İçeri geçti. Bütün gece yıldızı düşündü. Sabah kalktığında 68'i görememişti ama yıldızı görmüştü. Parlıyordu.
22 Ocak 2009
3 genç adam o gün ellerindeki torbalar ile şehrin sokaklarını mesken tutmuşlardı. Aralarından diğerlerine göre daha genç gözükeni geri geri yürüyor ve diğerlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Kadın ise bu söylenenlere karnı ağrıyana kadar gülüyordu. Diğeri yani üçüncü olan ise etrafa binalara ve insanlara bakıyordu. Bir hasret gidermekti bu onun için. Etrafındaki her şeyi büyük ve içten bir merakla inceliyordu. "Kardeşim?" Daha genç duran elindeki tesbihi bileğine takarak kardeşinin yüzüne baktı. "Midyede yeriz di mi be oğlum?"
"Yeriz tabii be Şahin" dedi uzun ve iri olan. Şahin elini Nalan'ın omzuna attı. "Hem de Nalan'ım çok sever midyeyi."
"Yeriz. Buralarda bulursak söyle yeriz." dedi kadın.
"Senden değil mi? Ben de son yirmi lira bak." dedi Şahin gülerek.
"Benden." dedi uzun ve iri adam gülümseyerek. Bu dostlarının heyecanına, yirmili yaşlarından gelen toyluğa bakarak gülümsedi hem de. Bu büyülü şehrin ışıkları altında ölen her şeyi yeniden diriltmeyi, kopan her bir uzvunu muhteşem bir adaptasyonla yeniden bulmaya yemin etti. Diğerleri ile az daha yürüdüklerinde sahile bakan bir banka oturdular ve koyu bir muhabbete başladılar.
Şahin ellerini kollarını kullanarak bir şeyler anlatıyordu ve diğerleri de buna gülüyordu ama 68'in dikkatini bir çocuk çekmişti. Az ilerde elinde gitarı ile oturuyordu. Ara ara kahkahaları ile onu harmanlayan dostlarına bakıyor, ara ara da çocuğa bakıyordu. Çocuk kalabalık meydandan utanıyordu. Öyle utanıyordu ki, gitardan birkaç melodi çalıyor ama devam edemiyordu. Karşıda bir kafede oturan beyaz elbiseli kızın da aynı çocuk dikkatini çekmişti ama kahkahalar ile birbirine bir şey anlatan arkadaş grubundan erken davrandı ve karşıda duran çocuğun yanına adımladı. Uzun saçlarını tek omzunda toplayarak bir 20'lik attı çocuğun gitar kılıfına.
"Ama." dedi çocuk utançla. "Daha hiçbir şey çalmadım ki."
"Yardım gerekli mi?" Beyaz elbiseli kız çocuğun yanına çöktü. Meltem kızıl saçlarına doluyordu ve ahenkle dans etmesine neden oluyordu. "Yardım mı?"
"Evet."
"Ama bana neden yardım edesin ki abla?"
"Neden çalışıyorsun burada?"
"Bana annem aldı bu gitarı." dedi elinde duran koyu kahve gitara bakarken. "Babam gitar çalmanın para kazandırmayacağını söylüyor." Uzun saçlı ve beyaz elbiseli kadın elini çocuğun dizine koydu. "Biliyor musun?" dedi ayaklanırken. "Babalar genellikle boktan şeyler söyler."
Elini bu kez çocuğun kalbine yerleştirdi. "Sana doğruyu söyleyecek tek yer burasıdır." Bu konuşması çocuğun dudaklarını titretti. "Eee hadi yakışıklı. Ne çalıyorsun? Sesim berbattır ama şovumla para toplayabilirim senin için."
"Size..."
"Ben gönüllüyüm. Topluma bir gitarist kazandırmak için buradayım. Tüm para senin." dedi ve göz kırptı. Uzaklardan onları izleyen masmavi iki göz bu ana hayranlık ile baktı. Çocuk elindeki gitarla etrafa korku dolu bakışlar atarken beyaz elbiseli kız onu bekliyordu. Elini beline yerleştirmişti. Çocuk gözlerini kapattı ve etrafına bakmadan birkaç nota basmaya başladı. "Çok doğru tercih." dedi kadın. Çocuğun etrafında dönerek şarkıyı söylemeye başladı. Bu kısa sürede bir sürü kişinin dikkatini çekti. Buna uzaklarında bankta oturan grup da dahildi. Kadın beyaz kısa elbisesinin eteklerini tutuyor ve dönerek şarkıyı söylüyordu. Matah bir sesi yoktu ama özgüveni ona baktırmaya yetiyordu. Gitar kılıfı dolarken 68 gözlerini hiç kaçırmadan bu manzaraya bakıyordu.
Gözleri bu anda asılı kalmış gibiydi. Sanki gözlerini kısa bir anlığın kaçırırsa hantallaşır ve boğazına dolardı zaman. Şarkı bitip büyük kalabalıktan bir alkış koparken 68 ayaklandı. Hızlı adımlar ile çocuğun yanına yaklaştı. Çocuk gitarını çantasına koymaya çalışırken kalabalık iyiden iyiye dağılmıştı. 68 çocuğun yanına geldiğinde Nalan ve Şahin uzaktan ne olduğunu anlamaz şekilde olan bitene bakıyordu.
Çocuk 68 yanına gelince hızla gitar kutusunu kapatmaya çalıştı. "Alma abi." dedi eli ile duraksatmaya çalışırken. "Ben...ben zor toparladım."
"Napayım oğlum ben senin paranı." dedi 68. "Ben sana yanındaki uzun saçlı ve beyaz elbiseli kızı soracaktım. Şahin ve Nalan yanlarına gelirken çocuk garipser şekilde bakıyordu dimahina. Bu serseri tipli adam, o gencecik kadını neden soruyordu ki? "Ne yapacaksınız ki abi?"
"Sanane lan." dedi 68 ters bir sesle. "Nereden tanıyorsun sen o kızı?" Şahin ve Nalan da olan biteni aynı çocuk gibi anlamıyordu. Şahin elini 68'in sırtına yerleştirdi. "68 ne oluyor abi?" 68 oralı olmuyordu. Hatta 68 denmesine dahi bakmıyordu. "Tanımıyorum abi." dedi çocuk netçe.
"Ne demek tanımıyorsun oğlum? Az önce yanında şarkı söyledin ya? Uzun saçlı ve beyaz bir elbisesi vardı."
"Tamam abi de" Eli ile karşıdaki birahaneyi gösterdi. "Oradan kalktı geldi. Utandığımı ve çalamadığımı anlamış. Gitarımı sordu. Neden burada çalışmam gerektiğini sordu. Sonra sen çal dedi. Para da istemedi. Kayboldu gitti abi."
"Neden çalışıyorsun?"
"Abi babam gitarla para kazanılmayacağını söyledi ama çok seviyorum." dedi ve sanki sevgisi somut gibi elindeki gitarını okşadı. "O abla da babalar genelde boktan şeyler söyle sen kalbine bak, doğruyu o söyler dedi."
68 bu cümlede asılı kaldı. Bir urgan çenesine geçmişti sanki. Geçmiş ve onu boğmaya çalışıyordu ve uzun yıllar o boğulmanın eşiğinde gezecekti. Çocuğun sırtına dövmeli elini yerleştirdi. "Karnın aç mı?"
"Abi şey..."
Şahin bu kez 68'den önce davranarak, "Hadi gel aslanım." dedi. 68, Nalan ve Şahin az önce uzun saçlı kadının kalktığı birahaneye gittiler. Masaya oturduklarında Şahin, "Abi kızı birine mi benzettin?"
"Kimi?"
"Uzun saçlı kızı abi, beyaz elbiseli olanı?"
"Evet." dedi 68. "Sizde tanıyorsunuz." Onu çok uzun yıllar sonra ilk görüşüydü. Hiç değişmemişti ama saçları çok uzamıştı.
Günümüz
Saatler 22.01'i gösteriyordu. Halk coşkuluydu. Güvenlik içinde eğleniyorlardı. Kimi kısımlar katil öldüğü için mutluydu. Kimi kısımlar ise bunun özgürlüğün sonu olduğunu biliyordu. Ben katil öldüğü için ne hissedeceğimi bilmiyordum ama ne yapacağımı biliyordum. 68 benim 68'imdi. Katil ve 68 denklemini çözmenin bana ne fayda sağlayacağını bilmiyordum ama bir şeyi biliyordum. Ben ıslahevinin dosya binasını neden yaktıysam o da geçmişte yataklarımızın altında olmayan canavarları bu yüzden harcıyordu.
Paltomun altındaki silahı saklamak için bacağıma takmıştım. Belime sardığım kuşağımdan da belli olmuyordu.
Cem ve Cenk.
Müdürlerdi. İkisi de bu işe göz yummuştu. Ölmüşlerdi.
Yılmaz.
Sadece karısını ve çocuklarını döven bir adam değildi. Zamanında Ali'yi gömen adamdı. Orada hademelik yapıyordu. Bunu o belgelerin içinde okumuştum ve hiç unutmamıştım.
Avukat.
Islahevi gerçekliği davasında çocuk istismarları ile ilgili yeni bir yasa tasarısını vererek delilleri karartmıştı.
Papaz ve karısı.
İstismarı bizzat sağlayan isimlerdi. Papaz canı istediğinde gelir ve bize din adı altında Tanrının elçisi olduğunu söylerdi. Cezalar verirdi. O cezaları anımsadıkça midemin kasılmasını önleyemiyordum.
Benim H'den tek farkım bulamadığım zakkumdu. Nereden bulduğunu da bilmiyordum ama sıradakinin kim olduğunu biliyordum. H burada olsa ve yaşasaydı şunu sorardım. Papaz'a sadece ona beyaz bir gül koymuştu.
Gözlerimden yaşlar süzülürken ayağa kalktım. Kalabalığın arasına karıştım. Adamın evine ilerledim. Bir haftalık toy planım öfkeyle alakalı değildi. Ben 68'e hiç doyamamıştım ama sistem veya insanlar onunla bir güneşin altında oturmayı bile çok görmüştü.
Onunla tek bir hayalim vardı. Öylece bir yerde oturup bir şeyler içmek istiyordum. İki normal çocuk gibi, iki insan gibi. Adını merak ediyordum çünkü bir adı olduğunu biliyordum. Bir soyadı olduğunu da.
Topuk seslerim sokağı sarsmıyordu ama öfkem bunu yapıyordu. Zihnimde ise hep aynı şeyler dönüyordu. Uykusuzluktan yolda sanki oturan ve kahkahalar atan bizi görüyordum.
"Bana bir masal anlatsana?" demişti çocuk. Durdum. Bir bankın üzerinde oturan o sıska esmer çocuğa ve saçları yeni kesilmiş kız çocuğuna baktım. Çocuk kendinden emin ve erdemli duruyordu. Beyaz cebi sökülmüş gömleğinin kollarını kıvırdı. "Evvel değil ahir olan bir zamanda bir uçurumun kenarına 3 kişilik mutlu bir aile gider. Mutlu aile, olacaklardan habersizdir."
"Çocuk mutlu mu 68?" Çok demişti. Dün gibi hatırlıyordum.
"Çok."
Hayatınızda olup biten her şey geçmişiniz ile ilgilidir. Bu geçmiş sizi egale etmeden sonsuz bir döngü de ilerletir zehrini. Zihnini bulandırır ve arınmasını engeller. Geçmişe bağlı yaşamamamız gerektiğini söyleyen her beden bağlı yaşar geçmişe.
Geçmiş ama geçmemiş olana. Geçememiş olana. Hikaye de bununla başlar. Ya geçmişten gelen bir kahramandır esas ya da bir düşman.
Onların hikayesi de bununla bağlantılıydı. Bir var ama bir olmayan diliminde yok olan bütün umutların izinde. O iki çocuk masallarda görmüştü yalnızca o mutlu çocukları çünkü.
"Çocuğu etrafında koşturan genç çift, mutlu gözüküyorlardı. Öyle ki mutlu aile tablosunda yer alma bu olsa gerekti."
"Bizim ailemiz neden bırakmış buraya bizi?"
"Bilmiyorum, sanırım fazla geldik." dedi sıska çocuk. Kaldırımın kenarına karanlığa oturdum. Hıçkırarak ağlamaya başladım.
68.
Adını bile bilmiyordum.
68.
"Mutlu aile de doğmak her çocuğa nasip olmazdı çünkü. Bu çocuğa olmuştu. Baba ve annesinin etrafında koşuyor ve uçurumun kenarına şen kahkahalar atıyordu."
"Ne güzel." İmrenir gibiydi kız çocuğu. 68'e nazaran oldukça toy duruyordu. 68 o zaman bile oldukça olgundu.
"Anne ve babası bu şen görüntüye imrenerek bakıyordu. Üzerinde bulundukları uçurum da mutluydu. Öylesine mutluydu ki üzerinde duran bu aileye şevk dolu bakıyordu. Onun bu kırsal yalnızlığına bir ses bir nefes olmuştu bu aile. Uçurum şevkle seyrederken manzarayı kuzeyden esen bir meltem uçurumun üzerindeki çiçeği sallandırdı. Çocuk bu meltem sırasında etrafa bakarken gördü çiçeği. O kadar güzel yaprakları vardı ki, o denli büyüleyici gözüküyordu ki. Çiçeği koparıp annesine götürmek istedi."
"Çiçek ne çiçeği 68?"
"Sen çok çiçek biliyor musun ki?"
"Ben çok küçükken annem menekşe yetiştirirdi."
"Kokmaz ki menekşe."
"Ben zakkum severim. Zehirli ama güzel. Fazlası ve dibi zehirli ama çok güzel kokar. Çocuklar gibi. Bir çocuğu düzgün büyütemezsen zehir olur geyikçik ama güzel kokar, çünkü çocuktur."
Cümlemin bire bir aynısını kurduğunda hıçkırarak ağlamaya devam ettim.
Zakkum.
Bu yüzdendi.
"Çiçeğe yaklaşırken uçurum fark etti durumu. Üzerindeki tek çiçekti o. Uçurumun kenarındaki her rüzgara göğüs germiş, hala bu denli güzel kalabilen tek çiçekti. Çocuğun onu koparabileceği taştan kalbini ağrıttı. Ağlayamıyordu. Göz yaşı yoktu. Çocuk çiçeğe yaklaştı. Dünya üzerinde gördüğü en güzel çiçekti bu gerçekten de. Minik elleri çiçeğin zarif gövdesini sardı. Uçurum ölüyor gibi hissetti. Yaşamıyor ama ölüyor gibi."
"Öldü mü çiçek?"
68 başını salladı.
"Çiçek toprağından ayrılırken son kez baktı uçuruma. Uçurum da ona. Ayrıldı iki olgu birbirinden. Çocuk koşar adımlar ile çiçeği annesine götürdü. Annesi çiçek için teşekkür ederek çiçeklerin yaşayabildiklerini tek yerin toprak olduğunu kibar bir dille anlattı küçük yavrusuna. Çocuk çiçekten özür dileyerek koşarak geri götürdü. Toprağa yeniden beceriksizce gömdü ama kökleri kopan çiçek eğdi başını. Yasladı uçurumun çim zeminine. Yaprakları düştü. Gün dönerken aile giderken iyice soldu. Uçurum bunu izlediği için o denli kötü hissetti ki, yarılmak istedi. Çiçeği içine almak ve onunla yaşamak. Çiçek ölürken bir yağmur başladı."
"Bu çok mutsuz bir masal." diye itiraz etti kız çocuğu.
"Mutsuz çocukların, mutlu masalları olmaz ki." 68 ile aynı anda kurduk cümleyi. Ben ayağa yeniden kalktığımda güldürmeye başlamıştı 68 kız çocuğunu. Beni. O beni hep güldürmüştü. Evin yanına geldiğimde ışıkların yandığını gördüm. Oradaydı ama biliyordum.
İçeri ilerlediğimde kimse yoktu etrafımda elimle kapıyı açtım. İçerideydi, görebiliyordum. Barbeküye etleri taşıdığından kapıyı aralık bırakmıştı. "Aradığım kızlar da henüz gelmedi." Telefonla konuşuyordu. "Bu gece yılbaşı be oğlum." Pis pis kahkaha attı. Evin merdivenlerindeki karanlık kısma geçtiğimde bacağımdaki kılıftan silahı çıkardım. Bu bizim içindi. O bankta oturup geleceği konuşan mutsuz çocuklar için. Mutlu masallara inanmayan herkes için.
Bir kez bile oturup konuşamadığım 68 için.
Bir mezarı bile olmayan, nerede gömüldüğü bilmediğim o çocuk için.
Ali için.
O ıslahevinde diri diri yanan diğer çocuklar için.
Telefonu kapayıp et tabağını ada mutfağa koyduğunda kapıya baktı. Açıklığını fark etti. "Beni hatırladın mı?" Karanlıktan ilk önce namlum daha sonra da bedenim gözüktüğünde korkuyla geri adımladı. "Sen de kimsin?"
"Kim miyim?" dedim elim titremiyordu. Gözlerimdeki öfke bir bedene büründü. "O'sun sen." dedi hatırladı. "Ben seni bıraktığımda küçücüktün. Şimdi büyümüşsün. Eskiden de kendi ayağınla geliyordun. Şimdi de onun için mi geldin?" Elini erkekliğine attığında bir el silah sesi geçmişi konuşan o iki çocuğu korkuttu. Adnan Arpat, kendini acıyla yere attı. "Seni oros-" diye inledi.
Bu ağzından çıkmayan ve tamamlanmayan son kelimeydi. Bir süre zangır zangır titrediğimi hissettim. Kanın boşalma sesini duyuyordum. Bir çeşmenin damlamasını andırıyordu. Zihnimi açamıyordum. 68 ölmüştü ama ben buradaydım. Onun için.
Kan topuklu botumun ucuna kadar geldiğinde kocaman H yazdım ve ekledim.
H için.
Evden çıkarken havai fişekler patlamaya başladı. |
0% |