@belarophontes
|
14
H.
68'den
Ölüm, ölen kadardı. Ölüm o ana ve o zamana aitti. Maral bunu biliyordu. O Gepetto oyuncağını kucağında taşıyan sökük elbiseli o kız çocuğu değildi. Büyümüştü. O doğuştan beri az gören gözleri için görmeyi, yılbaşında hep gözlerini dileyen kız çocuğu değildi. O bir ismim olmadığı için bana Deha diyen ve dahilik mertebesinden kendinin türettiği bir isim olduğunu düşünen o kız çocuğu değildi. O bana nasıl seslendiğini hatırlamayacak kadar unutmuştu her şeyi. O binayla yakmıştı. O büyümüştü ama ne yazık ki benim kollarımda büyümemişti.
O artık önünü bile zor gören çok sonralarında gözlük kullanan o kız çocuğu değildi. Gepetto da onunla değildi artık.
Ben bunu biliyordum. Bilmek istemiyor ama biliyordum. En zoru da buydu. İşlediğim tüm günahlar ensemde bir silah gibi beni vurmayı beklerken aynadaki adamla yüzleşmek yoruyordu. Panzehiri biliyor ama erişemiyordum. Bu yavaş yavaş ölmek gibiydi.
Yedi büyük günah bir ine, bir bedene sığındığında o beden bir şeytan mı olurdu? Kaçacağınız günahlar kafanızın içinden nasıl çıkardı? Belki de bu yedi günahın yan etkisi vicdandı.
Perdeleri kapamıştım. Cılız kırmızı ışığın altında deri koltukta üzerindeki pantolon ve düğmeleri açılmış beyaz gömlek ile tavanı izliyordum. Camdan tavan, sabahın kör ışıklarını içeri sokmuyordu. Harika bir şekilde tasarlanmıştı. Siz gökyüzünü bir engel gütmeden görebiliyordunuz ama o sizi karanlığa mahkûm ediyordu. Kırmızı ışık odamdaki tablolara zarar vermemek için bu renkteydi ama sinematik bir şeytan ini olmasını destekliyordu sanki. Yutkundum. Âdem elmam bir ağırlığa şahitlik ediyor gibiydi. Sanki boğazımda biriken her şeyi aşağı itmek istedim ama belli ki yapamadım.
Ayaklandım ve cam bir ünitenin üzerinde duran kristal viski şişesinin tıpasını açtım. Bardağa boşalttım. İçerisine iki adet viski taşı atıp bardağı kendi eksenim de salladım. Kafamı açamıyordum ya da camdan sehpanın üzerinde duran telefonun çalmasını bekliyordum. Maral benim görevim ve emelim için biçilmiş bir kaftandı. Bunu biliyordum ama sanırım o sadece benim görevim olduğunu düşünüyordu. Ben emellerime giderken uğradığım bir yol gibi hissettirmiştim. Bunun farkındaydım. Şimdi de öldüğümü düşünüyordu.
Deri koltuğa geri döndüğümde kapım tıklandı. "68, uyudun mu?" Tanıdık ses kapının ucundan seslendiğinde, "Hayır." diye cevapladım. İçeri Şahin ve Nalan aynı anda girdi.
"Aa viskiyi açmışız kardeşe bir gel demek yok." Şahin cam ünitenin başına geçti ve servis bardaklarına viskiden doldurdu. "Hayırdır uyumamışsınız?" Nalan ona uzatılan viskiyi aldığında ikili eski tarz deri koltuğa ancak sığdırmıştılar kendilerini. Şahin ise üzerindeki takım yeleğini çıkarmak ile meşguldü.
"Uykuluk işte." dedim elimdeki viski bardağını göstererek. "Bakanları öldürme planı nerden çıktı anlamıyorum Hayalet, bu kurul için diplomatik bir sorun yaratabilir bunu ne zaman fark edeceksin? Sonra H öldü sıra asıl şeytanda planları falan. Maral da öldün sanıyor." Nalan'ın sitemi ona bakmamı sağladı.
"Kurul sikimde bile değil."
"Al işte, biz kime ne anlatıyoruz ki? Ulan adamları takır takır vurduk. Başlarını Monte Carlo'da kestik. Yeter yani. 2. Dünya savaşı senaryosu dönüyor kafamda vallahi bunlar tarar bizi kardeşim." Şahin'in yersiz isyanı Nalan'ı güldürdü. "Kimse bir şey yapamaz." dedi hep takındığı o sakin tonla.
"Haklı." dedim. Viski taşlarına bakarken başımı kaldırdım ve Şahin'e baktım. "Nalan, diplomatik meseleleri halleder. Sen düşünmeyin bunları."
"Sen de düşünme canım." dedi Şahin. Söylediği bir olumsuzluk imgesi olsa da düşüneceğini biliyordu. En azından arkadaşını tanıyordu. O beni benden iyi tanıyordu. "Maral da ekibe dahil olursa seni kimse durduramaz." dedi Nalan. Ben Şahin'e bakarken duyduğum isimle başım cümle sahibine çevrildi. "Uyuyordur muhtemelen." dedim kalın sesime yakışmayan cılızlıkta.
"O hacker eleman adı neydi Pelin'in kardeşi?"
"Teoman." diye cevapladı Şahin Nalan'ın sorusunu.
"İyi muhbirlik yaptı sana. Kan parası falan dedi ailesi, gönderdik değil mi?"
"Evet. H'nin bedeni diye neler yaptılar kim bilir?" dediğimde ikisinin de yüzü ekşidi.
"Pelin'in de gözü korktu. Maral'ın peşini bırakır." Nalan'ın cümlesi ile derin bir nefes aldım. "Umarım tüm bunlar yaptıklarımıza değer 68." dedi ve ekledi. "Hayalet'in yaptıklarına,"
Hayalet bu savaşı savaşmayanların açıklarını bularak kazanıyordu. Zaten bütün diktatör yönetimlerin gelişme mantığı da tam olarak buydu. Savaşta olmayanların hepsinin bir açığı bulunur ve o açık uzun uzadıya oyulurdu. Bu Hayalet'in yönetmek istediği herkeste yaptığı bir şeydi. Onun kötü olan egemenliği benimseme şekli katledilmiş olmasından kaynaklıydı. Hayalet'i yaratırken 68'den veya benden bir şey koymamıştım. Hayalet intikam için planlanan bir canlı bombaydı. 3 hafta önce infazını vermişti. H yani şeytan ölmüş ve Hayalet doğmuştu.
"Maral akıllı bir kadın. O adamın bize muhbirlik yaptığını öğrenirse yanımız da yer almayı kabul etmeyebilir." dedi Şahin.
"Pelin eğer öğrenirse başına ne geleceğini biliyor. O yüzden bilmesinin imkânı yok." Nalan'ın cümlesi kaynayan bir lav kazanına bir su damlası atmıştı. O kazandan çıkan buhar odanın içine metaforsal olarak dolmuştu sanki. Rahat nefes alabilmek adına yutkundum.
Sabah saatler 8'i gösterirken üç kadim dost yanımıza bir kişi daha ekleyerek devam etmiştik sohbetimize. Güzel bir sabahtı. Yeni yılın ilk sabahıydı. Hiç uyumamış üç kişinin bile sabahını huzurlu kılacak kadar güzel bir hava hakimdi. Ben şık koyu takımlarını giyip kahvemi yudumlarken bir taraftan da sessizliği dinliyordum. Şahin her gün olduğu gibi neşeliydi ve yanında oturan Leyla ile şakalaşıyordu. Nalan ve Şahin ise birbirlerine yaslanmış bir şeylerden bahsediyorlardı Leyla'yı da dahil ederek. Bu ekibin tamamının yolu gri şehir Ankara'da kesişmişti. Daha her şey daha berrak iken, çocuklar sokaklarda uyumuyor oynuyorken yan yana evlerde oturan üç çocuktuk ben, Ali ve Şahin.
O günden bugüne gelene kadar büyümüş ve serpilmiş bedenlerimiz Ankara'nın gri ve cansız sokaklarında kalan ruhları ile egemenlik yarışı içindeydiler. Nalan'ın hikayesi farklıydı ama Nalan'da Ankara da üniversite okurken tanışmıştı bu üçlüyle o zaman bu zamandır gruptaki kadın gözünün yegâne temsilcisiydi. "Pelin o mermiyi yok etmiş değil mi?" Nalan her sabah içtiği buzlu kahvesini cam pipetle karıştırırken dalgalı kahve saçlarını geriye atarak bana baktı. "68?" Kısa bir süre cevap alamayınca yineledi.
"Bilemiyorum ama Leyla ve ben gözünü iyice korkuttuk. Bu haberi yaparken gerçekten bir ceset olacağını ve o cesedin kardeşi olacağını bilmiyordu. O bizim, Hayalet'in kuklası artık. Boş katili yakalamak için yazdığı haberlerden kurtulduk. "
"Yani Maral'a sataştı ve yalan haber yazacak ihbarını aldık diye gittik çatır çatır adamın kardeşini öldürdük. H öldü diye de haber yayınlattık. Hayalet olarak işlenebilmek için. Maral Memduh'a dediklerinde haklı değil mi sence de? Beni kullandığını düşünüyorum demiş ya. Yani gebermeni kutluyor olabilir." Şahin olayı şakaya vursa da içindeki bazı kelimeler bıçak gibi delmişti derimi. "Ben Maral'ı asla kullanmam."
"68!"
"Lanet herif!" Yaşlı bir ses bana seslenirken oturduğumuz mobilyalarda herkes sesin geldiği yöne baktı. "Hani cinayet yoktu bir süre." Yanımıza yaklaştı ve günlük gazeteyi fırlatır gibi önümüze attı.
Adnan Alpar, dün gece evinde ölü bulundu. Cinayet 3 hafta önce ölen H mahlaslı katil için işlenmiş olduğu düşünülüyor.
"Herkes bir sakin olsun. Dün gece Hayalet adadaydı. Teknelerin hepsi arızalıydı." dedi Nalan ve Leyla. Birbirlerinden ayrı kurdukları cümleleri senkronize biçimde birleştirmişlerdi. Zihnimin bıçakları çekildi. Ben bu yazıyı i harfinin üzerindeki halka gibi noktayı tanıyordum.
Maral. |
0% |