Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@belarophontes

 

 

 

 

 

 

hikayesi yarım kalan herkese tüm kadınlara ithafen.

 

 

Bazı anlar vardır. Bu anlarda gök ve yer, yer değiştirir. Bir olur. Bin olur. Günah yalnızca yazılmaz bu anlarda insanoğluna. Bir masalın girişi de böyle başlar. Bir hikaye anlatıcı açar defterini. Son kez nefes alır bir nefer edinmeden hemen önce. İki doğum, yaşamın anahtarını açar.

Elindeki beresini sıkı sıkıya sıkan adam bir elini de cama dayamıştı. “Saat kaç?”

“Komutanım saat 02.40” Adam kapkaranlık dağlara bakarken gözlerini kıstı. Oğlunun doğumuna belki dakikalar kalmıştı ya da doğmuştu. O dakikalarda mesafeler yok olsun istedi. “Oğlan mı komutanım?” Ardından gelen ses ile kafasını hızla aşağı yukarı salladı. “Oğlan.” dedi heyecanını bastıramamıştı. “Çok uzun yıllar olmamıştı. Aslında bu da tamamen mucize bakma.”

“Gönderdiğimiz çiçekler umarım gitmiştir komutanım.” Adam camın üzerindeki eline baktı. Gülümsedi. Çok kısa da olsa camın yansımasından bunu görmüştü. “Kırmızı güldü değil mi?”

“Evet. Jale çok sever kırmızı gülü.”

“Oğlanın adı ne olacak peki?”

“Dağhan.” dedi hala camdan bakarken. Sobanın içine attıkları yaş odun henüz tutuşmuştu. Kıpkırmızı alevler kırmızı gülleri resmediyordu tavana. “Akif de olacak ama. Hanım öyle istedi.”

“Dağhan Akif.” dedi yanındaki er. “Adınla yaşasın.”

“Sağ ol evlat.”

“Ertesi gün gelecek komutanım helikopter. Hava şartlarından dolayı birkaç saat rötar yapabilirmiş ama.”

“Biliyorum evlat. Olsun. Dağhan’ı bir koklayım da.”

“Neden Dağhan peki komutanım?” Komutan elini camdan çekti ve aşağı baktı. Hemen yanındaki sandalyeyi alıp cama sırtını vermeden oturdu. “Yıllardır bu dağlardayım. Bilmem sahibi kimdir? Bir sürü can aldı. Bir sürü can verdi. Kana doymadı. Doymaz da. Eski Türkler dağların hükümdarı dermiş Oğuz Han’ın altı oğlundan birinin de ismiymiş aynı zamanda. Bu dağlara hiç çıkmasın ama bilsin bir babası var ve bu dağların hakimi oldu.”

“Neden anne?” Bir ses duyuldu kör sessizliğin olduğu dakikalar da komutanın cümlesi biter bitmez. “Hakkını helal et ana. Çok arayamıyorum. Dua et komutanımın bebeğine.” Askerlerden birinin telefon konuşmasıydı bu duyulan. Komutanın yüzünde istemsiz bir gülümseme oldu. Bir dağ karakolunda birbiri ile dost olmuş bir avuç adamdı aslında buradakiler. Kısacık telefon konuşmasına komutanının bebeğini de ekleyecek kadar bağlıydı bu bağ.

“Saat kaç oğlum?”

“02.43 komutanım.”

“Sağ ol ana. Sende Allah’ıma emanetsin.” Telefonun kapatma sesi gelmedi. Onun yerine bir ıslık sesi yükseldi. Komutan ayaklanana kadar ıslık bir marşı başlattı. Postallar bir o yana bir bu yana sağa ve sola koşturmadan komutanın sesi duyuldu. “Ekrem cevap ver oğlum?” Kapının girişine bir silüet düştü. Kurşun sesleri birdenbire yayıldı göğe. “Komutanım,” dedi sesin arasından elinde telefon ile düşmüş er. Ağzındaki kanı zemine yayarken, gülümsedi. “Bebeğinize patik,” Öksürmeye çalıştı yapamadı. “Örmüş anam.” Komutan bağırırken büyük bir gürültü koptu. Resmetti savaşı ağlayan bir ressam. Büyük bir yangın çizdi.

Menzildeki çuvallara giren kurşunlar tiz sesler çıkarıyordu. “Komutanım.” diye bağırdı birkaç er. “Kalkmayın. Yangından uzak durun kalkmayın.”

“Komutanım.” dedi yanındaki sessizce konuşan çocuk. “Ben buradan sağ çıkarsam eğer beni de götürür müsünüz yarın?”

“Götürürüm aslanım.” Askerin sımsıkı sarıldığı silahı menzilde duran birkaç askerden kıymetli değildi elbette ama sıkı sıkıya sarılmıştı işte. Dua sesleri yükseliyordu dudaklarından. Bağırış seslerinin arasında yanan karakolun bir köşesindeydi askerlerin bir kısmı. “Sazım yandı.” diye bağırdı biri. “Orospu çocukları!”

Komutan yanındaki eri ardına çekip diğer askerlerin bulunduğu o alana doğru gitmeye başladı. Postallarına kurşunlar takılıyordu. Elini bir iz gibi sürdüğü duvarda da kurşunların yarattığı pürüzleri hissediyordu. “Komutanım.”

“Geliyorum Hasan.” Tavana bir yağmur gibi yağıyordu kurşun. “Komutanım vuruldu.” dedi biri bağırarak. Sadece duman ve is gözüküyordu. Bir de kan. Komutan koşarak sandalye de oturmuş askerin bacağındaki derin yaraya baktı. “Komutanım.” dedi nefes nefese. “Sazım yandı.”

“Alacağım koçum. Buradan çıkalım daha güzelini alacağım sana.”

“İki keklik, bir kaya da ötüyor.” Asker mırıldanmaya başladığında komutan eline baktı. Parmakları yerdeydi. “Ötme de keklik derdim bana yetiyor.”

“Menzil düştü.” diye bağırdı bir asker. “Komutanım hakkınızı helal edin.”

“Gelecekler.” dedi bir başkası.

Komutan son gücü ile bir demir yatağı ters çevirdi. “Yatır Hasan’ı buraya.”

“Annesine kara da haber gidiyor.” Hasan şarkısına devam ediyordu. İki asker sürükleyerek askeri girişteki siper edilen demir yatağın güvenli bölgesine yatırdı.

“Yazması oyalı.” Hasan artık bağırıyordu. Kurşun sesleri kesildi.

“Geliyorlar.”

“Komutanım saat 02.46”

“Tamam aslanım. Çıkacağız buradan. Hepimiz.” dedi komutan. Askerlerin tamamı ellerinde tuttukları silahları ve kısıtlı olan mermilerini harcamamak için öylece duruyordu. Ayak sesleri yükselirken şarkı devam ediyordu. “Kundurası boyalı.”

Birden oldu her şey. Camdan ve kapıdan giren düşmanların birkaçı vurulurken içerisi taranmaya başladı. “Komutanım.”

“Cama sık.” diye bağırdı son gücüyle komutan.

“Komutanım kolum.” Komutan postalındaki ağırlığa anlam verememişti zaten. Cama sıkmaya başladı. Silahın boş sesi gelene kadar sıkmaya devam etti. Şarkı durmuştu. Şarkı çok uzaklarda bir yerde başladı tam o dakikalarda.

02.48

Kadın çığlıkları arasında camında dizili olan çiçeklerden kırmızı güllere baktı. Gözlerini sıkıca kapayarak büyük bir çığlık attı. Nefes aldı. Verdi.

Sabahın kör ışıkları bir bebeğin ağlama sesleri ile yakınlarının ağlama sesleri ile birleşti. Bir beyaz örtü kapladı kanın karıştığı ameliyat masasını. Bir helikopter sesi bambaşka beyaz örtüyü kapladı. Dumanı tüten karakol. Geri de durmuş bir cep saati. Birçok umut. Yanmış bir saz ve birçok annenin evladını bıraktı.

 

Loading...
0%