@belarophontes
|
Bu yolda bana sağladığınız ve sağlayacağınız tüm destekler için teşekkür ediyorum şimdiden. Bu sayfaların arasında sizi beklerken ben çok heyecanlıydım. Siz de o heyecana ortak olun istedim. İYİ OKUMALAR!
SAYGI VE MİNNET İLE :)
BAŞLANGIÇ
Bütün çocuklar katledilmek için doğar. Ailenin getirdiği o mutsuzluk dalgası, geçmişin canavarları keser göbek bağını. Anne ve babanın geçmiş günahları da doğduğu gün yaratır şeytanını. Bütün çocuklar katletmek için doğar. Bir gün aile kavramından oluşan tüm hastalıkların intikamını almak ve yaşamaktır bu katletmek. Kan olmaz ama can mutlaka alır.
Arkadaki ince caz müziğin tınıları kulak tırmalamıyordu. Etrafın kalabalığı bu müziği bastırmıyor Akalarında hoş bir sekans yaratıyordu. Etrafta bulunan pembe, beyaz ve altın rengi çiçekler yapay kokularını ortama yaymışlardı.
Arada keyifli ve üst tabaka kahkahalar duyuluyordu. Demirlerin etrafına sarılmış tüller bir düğünden çok bir geline benzetmişti mekanı. Etraftaki kalabalık bugün birlikte olmaya yemin edecek olan çift için heyecanlıydı. Önlerindeki Fransız şaraptan içiyor ve lüks mekanın içini inceliyorlardı. Hepsinin bir fikri bazen de hasedi vardı. Siyah elbisemin eteği denizin dibinden kopup gelen rüzgar ile kımıldıyordu. Ellerimi birbirine dolamıştım. Etrafa bakmak denemezdi bu yaptığıma dalmıştım.
Tasnifleyeceğim üst tabaka çoğunu ilk kez gördüğüm tanıdıklar, düğüne eleştirmeye gelenler ve diğerleri. Herkes bir şeyi bu iki köklü ailenin birleşmesini bekliyorlardı. Ailem yüzyıllardır süregelen turizm devlerinden biriydi. Bu yüzden kendi sınıflarından birinin çocuğu ile evlendirmek istemişlerdi biricik çocuklarını.
"Kızım." Az sonra yanında bir grup insan ile babam girdi görüş açıma. "Yavrum bu ortağım Kadir." dedi eli ile yer yer kırlaşmış saçlarına gitmiş ve saygı ile düzelten adamı gösterdi. Nazikçe elini benim olduğum kısma uzattı.
"Yalnız Sadık kızını iş konusundaki başarısı ile sık sık duydum ama güzelliği de abarttıkları kadar varmış." Siyah bir tül eldiven ile bezeli olan elim elini sıktığında dizlerimi hafifçe kırarak reverans ettim. "Teşekkür ederim." dedim mırıltıya benzer başkasının duysa özgüvensiz sanabileceği bir ses ile.
"Alphanlar ve Akallar aynı düğünde 50 sene sonra buluşacak. Bu bir milattır." dedi ilgisini benden çekip dövmeli eliyle bir viski bardağını sıkı sıkıya kavradı. 50'lerin üzerinde olduğunu ön görebilirdim. Elindeki yılan dövmesi ile de bir Akal olduğu belliydi.
"Siz peki Akal kökenli misiniz?" dedim dümdüz bir sesle. Kafasını az önce babama baktığı odaktan çevirdi ve bana baktı. "Hayır küçük hanım. Benim bir tarafım yok. Alphan şirket grubu ile yakın bir ortağım ben." dedi sesinin tonunu ayarlamaya çalışmıştı. İrdelemeden dudaklarımı garipser biçimde büzdüğümde babam, "Hayırdır kızım? Neden sevgili ortağımızın bir Akal olduğunu düşündün?"
Adının Kadir olduğunu bildiğim adama baktım. O da bana. Gözlerindeki bir his benim göz bebeklerimin tam içine yalvarıyordu. Kollarımı birbirine bağladım. "Hiç." dedim dilimi damağıma vurarak. "Daha önce onu hiç görmediğim için sordum." Hızlıca söylediğim bu yalan göz bebeklerindeki o hissin rahatlamasına sebep olmuştu. Bakışlarını benden çekti ve konuyu hızla değiştirdi. "Demek gelin hanımın annesi eskiden bir Akal'mış."
"Evet. Barış bize gelip Yağmur ile evlenmek istediğini söylediğinde karşı çıktık. Büyüklerimiz ile izah ettik ama kız tam tamına bir Akal değil ama sonuçta annesi bir Akal. Her ne olursa olsun ne bizim oğlan ne de Yağmur yolundan dönmedi. Belki de bu atılım iki düşman ailenin birbirleri ile olan savaşını dindirir."
"Aşk," dedi bir kadın sesi. Babamın omzunu uzun ojeli tırnaklı eli ile sardı ve bir elini de sırtına koydu. "Her şeyi iyileştirecek güce sahiptir. Sonuçta son kan sizdeydi. Dökmediniz. 50 yıldır hem de. Barışmak adına harika bir adım bu." Bahsi geçen kadın babamın ortaklarından Banu idi. Sarı saçlarını tek omzunda toplamış ve koyu bir makyaj yapmıştı. Omzunun üzerindeki dövmesini açık bırakan tek omuz elbisesi ile yaşından genç durma hedefini karşılamıştı. "Aile içerisindeki her şeye fazlası ile hakimsiniz Banu Hanım." dedim metalik bir tonda. Babam bana uyarı niteliğinde bir bakış attığında ona bakmadan babamın omzunda yer alan eline baktım. Bakışım ile elini bulunduğu yerden çekerken, "Haklısın aileniz ile sen de çok iyi biliyorsun ki uzun zamandır ortağım." dedi capcanlı bir ses ile. "Ve burası bir iş yeri değil bu kadar resmi olma tatlım." Bana tavsiye niteliğindeki cümlesi ile bulunduğu ve kulak misafirliği yaptığı ortamdan ayrıldı.
Kadir de onun arkasından ilerlerken babam elinde tuttuğu bardağı sertçe masaya bıraktı. "Bana bak! İnsanlara açıklarını biliyor gibi davranmayı kes. Bu bir düğün. Bir seremoni. Yüzün gülsün." diye sessiz bir bağırış gerçekleştirdi. Sertçe bıraktığı viski bardağından seken bir damla viski kocaman Akal Ailesi'ne rezervedir yazan masanın üzerine damladı. Beyaz saten masa örtüsünün üzerindeki açık sarı lekeye bakarken topuklarının üzerinde döndü ve gitti.
"Şafak!" telaşlı başka bir ses duyuldu. "Şafak." Telaşlı ses koşarak yanıma geliyordu. "Neredesin kızım ya? Barış seni sorup durdu. Yağmur için yadigar olan şu saç tokası sendeymiş." Yanıma renkli etekli elbisesi ile gelen Barışın üvey kız kardeşi Berfu'ydu. Kızıl saçlarını maşalamış ve sevimli tokalar ile toplamıştı. Capcanlı yüzü ve kişiliği düğün kostümüne geçmişti.
"Ben de." dedim canlığını söndürecek bir ses tonu ile. "Ah!" dedi koluma girerken. "Hadi ama kuzen. Harika bir düğün olacak. Bizim görümceler olarak gülmemiz gereken bir gece. Bir gün de turizm sektörü Şafak Alphan'ın keskin yemyeşil bakışları olmadan bir gün geçirsin yahu!" İkimiz ilerlerken gülümsemem adına yüzüme baktı. Yüzüme anında bir tebessüm otururken kolumdan çıktı ve ellerini çarparak etrafında döndü.
"Herkes duysun bu düğünde de seni güldürebildim ya. Benim yapamayacağım hiçbir şey yok. Yazıyorum bunu özgeçmişime."
"Abartma Berfu." Gelin ve damadın yürümesi gereken çiçekli yoldan yürüyerek gelin odasının bulunduğu mekanın içine girdik. O sırada birkaç koruma yanımızdan geçti. "Ölüm yiyenler geldi mi ne dersin?" dedi Berfu gerilmiş bir yüz ifadesi ile. "Akal'lar mı?"
"Ölüm yiyenler işte. Onların koruması bu ikisi. Sabah da buraya gelip C4 falan aradılar." dedi sesi garipser gibiydi. Dudaklarımı büzdüm. "Haklılar. Düşman ailenin düğününe katılıyorlar 50 yıl sonra. Tedbir önemli."
Gelin odasından içeri girdiğimizde Barış, Yağmur ve Tankut içerideydi. "Ah!" dedi Berfu ayıp bir şeyi kınar gibi. "Düğünden önce gelini görmek uğursuzluk getirir." Belindeki siyah kuşağı boy aynasında düzelten Barış bana dönerek dudaklarını büzdü.
"Sincabım." dedi tatlı bir yüz ifadesi ile. Tek elini bana uzattı ve dönmem adına bir hamle de bulundu. Zarif hamlesine karşılık topuklu ayakkabılarımın ince topuklarında döndüm ve gülümsedim. "Damat Bey." dedim onun kadar duygusal bir ses ile.
"Harika görünüyorsunuz." Yağmur'un ikimizden de daha duygusal sesiyle birlikte gözlerinden birer damla yaş düştü. "Düğünlerde gelinler ağlamaz." dedi Berfu. Renkli eteklerini tutarak Yağmur'un yanına koştu ve masanın üzerinde duran makyaj pamuklarından birini kapıp makyajını bozmadan gözyaşlarını sildi. "Ayrıca bu ikili düşman aile kavramını yıktı. Düğün öncesi uğursuzluğu onlara koymaz." dedim ortamı yumuşatmasını umduğum bir ses ile. Yağmur gözleri dolu dolu gülerken Barış bana baktı.
"Her şey için teşekkürler. Akallara gidip riske attığın," Elimi koluna doladığımda mırıltı halinde ağzından düşen tüm tehlike yarıda kesildi. "Tek eksik," dedim sesimi enerjik olmaya zorlar bir biçimde. "Büyükannemiz Alexandra'nın Tanzazit tokası."
"Toka sendeymiş?" dedi Barış. "Arabamda bagajda getireyim de hazır olsun Yağmur." dedim gülümseyerek. Tanzazit toka büyük büyükannemiz Alexandra'nın Alphan soyadını ilk soyadı kanununda alan Necmi Alphan'ın eşine aitmiş. Alphan kadınlarının geleneği haline gelmiş sonralarında. Evlenen tüm safkan Alphanlara düğünlerinde takılırmış. Gerçek Tanzazitlerden oluşan masmavi ve altın rengi detaylı bir tarak toka, aslında bir gelenek halinden çok bir yadigârlara dönüşmüş durumdaydı.
Odadan çıktığımda küçük çantamın içerisinden arabamın anahtarını çıkardım ve açık alanda bulunan otoparka doğru ilerledim. Korumalar etrafta cirit atarken otoparka geldiğimde 10'dan fazla Alman marka simsiyah Akal plakalı arabaları gördüm. Demek ki gelmişler diye düşündüm içimden. Hala yürürken otoparka başka bir araba girdi. Arabamın otomatik kilidine bastım. Kararmaya başlamış hava kısa süreli far yanıp sönmesi ile aydınlanırken otoparka giren arabada park ediyordu. Arabama geldiğimde yine aynı plakadan fakat diğer tüm fabrika sürüm gibi aynı olan araçlardan farklı bir araçtı gelen. Hemen hemen Akal şirket havuzundaki tüm araçları görmüştüm bu onlardan değildi. Aracın bagajındaki kadife kutuyu aldığımda bagajı kapattım ve araban inmiş simsiyah giyinmiş adamı gördüm. Gözlerinde bir güneş gözlüğü vardı. Karanlıktan seçilen sarı yansımalı kumral saçlara sahipti. Büyük yılan dövmeli elini bana doğru dönük olan ensesine attı ve yakasını düzeltti. Simsiyah takımının içinde şık gözüküyordu.
Bakışlarımı takımından ve gelen Akal'dan çekip ilerlediğimde topuk seslerimi fark etmiş olacak ki bana döndü. Bir süre gelişimi izledikten sonra, "Misafirperver değilsin. Bize geldiğinde biz bu şekilde davranmamıştık." dedi. Sesinden ayırt ettiğim kişiye döndüğümde tokayı diğer elime alıp sol elimi uzattım.
"Seni fark edemedim Selim. Hoş geldin. Telaşımıza ver." dedim sakince bir tonda. Gözlerinden gözlüğünü çıkardığında gülümseyerek elimi sıktı. "Harika gözüküyorsun Şafak Alphan." dedi dilinde büyük bir iltifat halinden daha çok olması gerekeni söylüyor gibi bir hava vardı.
"Teşekkürler. Çok naziksin." dedim misafirperver olmaya zorladığım bir ses ile. Biraz sonra otoparka başka bir araba girdi. Simsiyah farklı bir arabaydı. Yine aynı plaka olmasına karşın diğer arabalara göre daha minimaldi. Yaklaştıkça belli olan aynada asılı duran ponpondan bu kişinin hangi Akal olduğunu çözmek zor değildi. Arabayı park edip inen Dide, sevecen bir tavırla konuştu. "En sevdiğim Alphan da buradaymış." dedi bana doğru ilerlerken kıpkırmızı cesur elbisesinin kuyruğunu geriye attı. "Hoş geldin Dide."
"Hoş buldum. Yağmur odada mı?" dedi dudaklarını büzerek. "Kusursuz görünüyor." dedim beğendiğimi dile getiren bir ses ile. Dide uzun tırnaklı ellerini birbirine vurdu. Elindeki dirseğine kadar uzanan yılan dövmesini kapatmamış takılarıyla da kırmızı elbisesini oldukça patlatmıştı. "Ben onun yanına kaçıyorum. Görüşmek üzere" dedi ve eteklerini kaldırarak hızlıca binaya yürüdü. Selim gülümseyerek onu izlerken ardından yürümeye başladı.
Selim ile pAkalel yürürken düğün hakkında sohbet ediyorduk ki kıpkırmızı bir araba ortama giriş yaptı. Aynı plaka bu arabada da vardı. Kıpkırmızı Aston Martin DBS Dide'nin arabasının yanında durdu. Sahibi arabadan inerken Selim ile eş zamanlı omuzlarımızın üzerinde baktık. Arabadan inen daha önce Akallar ile girdiğim 4 toplantı ve 3 mekan basış dahilinde görmediğim bir isimdi. Selim'in saçlarından bir tık daha koyu kumral saçlarını geriye doğru özenle taramış ve tıpkı Selim gibi simsiyah bir takım giymişti. Gözleri ile etrafı taramaya başladığında ilk olarak Selim'i daha sonra da beni buldu. Yanımıza doğru gözlerini benden çekmeden yürümeye başladı. "Abim." dedi Selim gelen kişiyi tanıtır biçimde. Gözlerimi ondan çekip Selim'e baktım. "Abin mi? Daha önce onu hiç görmedim."
"Sicilya'dan yeni döndü." dedi Selim açıklar gibi. Bahsedilen abi yanımıza geldiğinde Selim'e selam verir gibi, "Kardeşim." dedi. Sesi kopkoyuydu. Selim gülümser bir saygıyla abisine baktığında o da bana baktı. "Sadık Alphan'ın kızı Şafak." dedi Selim beni tanıtır bir biçimde.
"Sen bir Alphan mısın?" dedi. Sesinde yargılar bir tını vardı. "Bu bir sorunmuş gibi söyledin." dedim bunları es geçerek. Farklı gözüken ilk baktığımda mavi denebilecek gözleri beni buldu. "Bir sorun değil mi sence?" dedi. "Burada olmamız."
"O ailesi adına bir anlaşma yapmak adına 3 marinayı basmaya gelen kız işte. Bu düğün konusunda dedemi yumuşatan kişi o. 50 yıllık nefreti bitirecek kişi o yani." Selim'in açıklar çabası karşısındaki duvarı etkilemişe benzemiyordu. "Siyah saç ve yemyeşil gözler klasik bir Alphan. Sadığı daha önce görmeseydim de senin bir Alphan olduğunu ön görebilirdim. Cesaret bazen zehirlidir. Bilmeden 50 yıldır sönmüş bir volkanı aktif etmiş de olabilirsin. Yanmamaya bak."
"Volkan aktive olduysa sen de yanacaksın. Taviz verdiğim şey cesaretim değil, ailem de. Bu şekilde üstten konuşma hali buraya da bana da sökmez." dedim tıslar gibi. Gözlerimin içine baktı. Kafamı kaldırıp ona baktığımda gözlerinin mavi olmadığı fark ettim. Gözleri apaçık bir mordu. "Hodri meydan." dedi ve yanımdan koluma hayalet bir dokunuş yaparak geçti. Benden oldukça uzun olan Selim ve abisi önümde ilerlerken artlarından baktım. Benim gibi Alphan ve Akal ailelerinin bir araya geldiği bir düğünde bulunmaktan mutlu olmayanlar da vardı elbette ama saygısızlık ve iş başka boyutlar ve farklı konulardı. Elbisemin eteklerini kaldırdım ve hızla gelin odasına yürüdüm. Kapıyı tıklatarak içeri girdiğimde Dide elindeki ruju özenle Yağmur'a sürüyordu. Tankut ve Barış ise pembe nedime koltuklarında içkilerini yudumluyorlardı. Barış'ın kucağından ben girer girmez bir ses yükseldi. "Teyzecim." cıvıl cıvıl bir ses zıplayarak bacaklarıma sarıldı. "Güzelim kuğu gibisin." dedim eğilip kollarımı ona doladım. Cıvıldayarak bana samimi bir şekilde sarılmaya devam etti. "Karım duymasın ama gecenin en güzel kızısın Ala." Bana dolanan minik kollar itiraza hazırlanır gibi bele atıldı. "Hayır Barış dayı. Bir gelin kendi düğününde en güzeldir. Ben sonra da olsam olur." dedi bilmiş bir edayla. Sırf 9 senelik küçücük dünya görüşü ile gelinin önüne geçememek adına bugün pembe giymemeye karar vermişti.
Elimdeki kadife kutuyu Yağmur'a uzattığımda Ala yeniden Barış'ın yanına dönmüştü. Yağmur adım atarak kutuyu elimden aldı ve bir adam daha atıp bana sarıldı. "Her şey için çok teşekkür ederim. Düğün için, ikna ettiğin için. Her şey için." dedi buğulu bir ses ile. "Tüm bunları konuştuk Yağmur. Üzülme artık." dedim elimi sırtına dostça yerleştirirken. Benden ayrıldı ve az önce Berfu 'nun kullandığı pamuk ile sildi gözyaşlarını. "Hadi tak tokanı." Ala'ya bakıp gülümsedikten sonra boy aynasının yanında duran pufa oturdum.
"Teyzecim biliyor musun ben bugün nedime olacağım." dedi heyecanla Ala. Kıvırcık annesine benzeyen saçlarını ahenkle iki yana salladı. "Gördüğüm en güzel nedimesin." dedi Dide Ala'ya yaklaşık yanaklarını sıktığında Ala kısa bir kahkaha attı. "Teşekkür ederim." dedi utanır gibi bir ses ile. Ala genel olarak yabancılar ile iyi anlaşsa da utangaç bir çocuktu. "Abim ile karşılaştınız değil mi?"
"Selimle mi konuştuk ya sen de gördün." dedim ona bakmadan Dide'nin sorduğu soruya cevap vererek. "Doğru ya." dedi bunu bana değil de kendine söylüyor gibiydi. "Sen Çağlar ile konuşmadın?"
Genelde sessiz olan Tankut kaşlarını çatarak Dide'ye döndü. "Barayı mı döndü?"
Dide omzunun üzerinden muhtemelen ilk göz gördüğü Tankut'a döndü. Tankut ellerini saçlarından geçirerek sorusuna cevap almaya çalışır gibi yüzümüze baktı. "Abime bu şekilde hitap etmemen gerektiğini biliyorsun. Aksi takdirde," diye soludu Dide. Sabır diliyor gibiydi. Tankut kol düğmeleri ile oynarken Dide'ye bir bakış attı. Bakışları korkusuzcaydı ama korkması gereken olgu neydi anlam verememiştim. "Aksi takdirde ne? O canavar bir gün beni de öldürür." dedi ses tonu peh der gibiydi. "Neden bahsediyorsun Tankut burada bir çocuk var şu şekilde davranmayı kes." dedi Yağmur elindeki ruju sertçe yere bıraktı.
"Barayı'nın düğünde olması müthiş bir olgu gibi bahsediyorsunuz ya. Cidden şaşırıyorum." dedi Tankut tavrını devam ettirirken. Barış ayaklandı ve Tankut'un önündeki viski bardağını aldı. "Yeter bu kadar. Sen iki bardakta ağzından çıkanı bilmiyorsun." Tankut ve Barış üniversiteden beri yakın arkadaşlardı. Tankut hep sivri bir karakterdi ama Barayı diye tanımladığı kişiye karşı dilinin kelimelerini daha da sivriltmişti. "Kim kimmiş?" dedim bıkkınca. Elimi Ala'nın bulunduğu yere doğru açıp kapadım. Ala yanıma gelirken bakışlarım diğer yüzlerde gezdi. Tam bu sırada kapı tıklandı.
Tıklandıktan bir süre sonra içeri az önce karşılaştığım o adam girdi. "Sarp." diye cıvıldadı Yağmur içeri giren adama. Uzun ve iri gövdesi ile minyon yapılı Yağmur'u kavradı ve sarıldı. Yağmur'un yüzündeki huzur buradan okunuyordu. "Hoş geldin."
"Hoş buldum güzelim."
"Nasılsın?" dedi Yağmur hasretle baktı ondan epeyce uzun olan o yüze. Kolları birbirlerinden ayrıldığında adının sarp olduğunu öğrendiğim adam gözleri ile odanın içini taradı ve bende durdu. Birkaç saniye baktıktan sonra bakışlarını çekip elini Barış'a uzattı. "Tebrikler." dedi mesafeli ve soğukça bir tonda. Barış ona nazaran sımsıcak bir tavırla gülümsedi ve teşekkür etti. Dide bu ortamı daha da ısıtarak, "Abim Sarp Çağlar Akal. Akal ailesinin en büyük varisi. Bir süredir yurtdışındaydı. Yağmur'u çok sever. Onun için geldi." diye takdim etti. "Barış'ın arkadaşı," Eli Tankut'u gösterdi. Tankut az önceki keskin tavrından eser kalmayacak bir şekilde başı ile selam verdi. Sarp denen adam ise sadece ona bakmak ile yetindi. Dide'nin eli bana döndüğünde bedenini bana döndürdü. "Şafağımız. Alphan ailesinin göz bebeğidir. Sadık Alphan'ın biricik kızı. Şirketlerin başındaki isim." dedi Dide elini ağzının kenarına koydu. "Bizi iknaa etmek için baya bir çabaladı." Keyifli sesi üzerimde gezinen keskin bakışları buz küplerine çevirmişti sanki. Sarp Çağlar Akal öyle keskin bakıyordu ki etraf buz tutuyor gibi hissettim. "Tanıştık kapıda. İsmini bahşetmedi ama," dedi. Bakışlarını yüzümden çekmeden dikkatlice bakıyordu. Bakışlarımı Dide'den çekip onda sabitlediğimde yüzünde hızla bir duygu oluştu.
Tiksinme.
"Sormadın. Sormayacak kadar kabaydın." dediğimde gözlerimi devirerek başka yöne döndüm ama bakışlarını benden hiç çekmedi. Onunla ilgili fark ettiğim ilk detay buz gibi bakışları değildi. Dövmesi diğer Akal ailesi mensuplarına nazaran farklı bir yerdeydi. Serçe parmaklarının yanında elin yan tarafında başlayıp bileğe uzanan bir yılan varken onun yılanı elinin tam üzerindeydi ve avuç içine kıvrılıyordu. "Ayıp bana." dedi alay eder gibi. "Alphanların prensesinin adını bilmediğimi düşünmüşüm."
Ona bakmadan eğildim ve köşede tableti ile oynayan Ala'ya döndüm. "Güzelim hadi Leyla anneni bul." dedim mırıldanır gibi. Ala ayağa kalkıp tabletini kucağına bastırdı. "Tamamdır teyzeciğim." dedi küçük kollarını boynuna doladı. "Teyze kızını,"
"Kız da teyzesini çok seviyor." diye devam ettirdi cümlemi. Ardından koşar adımlarla çıktı. "Masada olacağım." dedim Ala'nın ardından arkama bakmadan çıktığımda uzun eteğimi tül eldivenli elime toplayıp yürümeye başladım. Uzun koridorda bir ses duyuldu. "Hadi ama," dedi yankılanan kaba ses. Topuklarımın üzerinde döndüm. Koridorun karşısında kapının tam yanında duruyordu. Tek omzunu kapının yanındaki duvara yaslamıştı. Elleri önünde şıkça birleşmişti. "Eteğini o şekilde kaldırdığında bacağındaki silah belli oluyor. O çok uğraştığın düşünde bu şekilde tetikte olman sence de biraz ironik değil mi?" Tavrı netti. Biraz da alaycıydı. Eteğimi bırakarak yanına kadar yürüdüm.
"Seni ilk defa görüyorum. Bacağında silah olduğunu bildiğin bir kadına karşı pek net tavırlar içindesin. Ailene sor benim nasıl biri olduğumu sana anlatsın." Derin bir nefes verdim ve kafamı yüzüne kaldırdım. "Sana açıkça konuşacağım." dedim en az onun kadar net ve emin bir sesle. "Uzak dur. İrdeleme. Ailenle anlaşmamı yaptım. Gövde gövdesinin lüzumu yok."
Kaşlarını büyük bir hayret varmışçasına kaldırdı. "Babanın haberi olmayan şu anlaşma değil mi? Düğün için çok büyük bir fedakarlık değil mi?" Keyifli bir şekilde güldü ama keyfi daha çok alaylıydı
"Beni," dedim dişlerimi sıkarak "Sen beni tehdit mi ediyorsun?"
"Sadık Alphan ile aynı kefede anılmak bile istemem." dedi iğrenç bir olgudan bahseder gibi. "Kızıyla da." diye ekledi. "Yani o yüzden seni tehdit ettiğim falan yok. Barışçıl davranışlarını kendi ailende ve kendinde de göster biz silahsız geldik. Bu sebeple silahlanmak bir tık evimize gelerek üzerine bastırdığın o barış ortamını bozmaz mı sence de?" Eli havaya kalktı ve aramızdaki mesafeden parmağını şaklattı. "Üstelik bunu yaptığımda dağılacak bir düğün için."
Gözleri gözlerimi perçinlerken aşağı kaydı ve çıplak omuzlarımda gezdi. Dudakları bir süreliğine kavislendi. Yeniden yüzüme baktı. "Kimse barışçıl havayı bozmuyor." dedim dişlerimin arasından, "O yüzden çeneni kapat." Dudaklarını büzerek bana baktı. "Savaşma." dedi gözlerimin tam içine bakarken. "Senden büyükleri yenemezsin."
"Seni yeneceğimi sen de benden iyi biliyorsun." Başını kendinden emince geriye yatırarak güldü. Bir günaha eşlik edermişçesine büyüdü gözlerimde adem elması. İmkanı ikaz, imanı imtiyaz gibi bir hali vardı. Gözlerinde kısa süreliğine hızla yüzüne yerleşmeden geçen duygu korku muydu bilmiyordum ama buna imkan vermiyordum. Yaslandığı yerden kalktı ve "Ailemden ve benden aileni uzak tut. Yoksa," Cümlesini bitirmeden atıldım.
Kaşlarımı kaldırarak, "Yoksa?" diye sordum kendimden emin bir ses ile. "Yoksa ne olur?" Dilini dudaklarında gezdirdi ve dişlerini gezdirerek yandan bir gülümseme ile yüzüme baktı. "Bu kadar asi olma." dedi mırıldanır gibi. "Ne olacağını baban iyi bilir. Benim ile bu denli uğraşmanı beni tanımamana veriyorum." Yanımdan koluma yine hayalet bir temas ile geçip ilerledi. Bu kez arkasından ben seslendim.
"Sarp." dediğimde durmadı ama bir süre sonra köşeyi dönmeden durdu. "İnsanların sana Barayı diye seslendiğini bilmediğimi, aileni, geçmişini bilmediğimi düşünüyorsan yanılıyorsun." dedim dilimi damağıma vurarak. Bana dönmeden, "İyi işte. Bildiğin şeylerden korksan yeter." dedi ve köşeyi dönerek odağımdan kayboldu.
Bir süre sonra yürüdüğü yoldan gelen Berfu'yu gördüm. Telaşlıydı. "Tam olarak," dedi nefes nefese. "Gelin ve damat 12 dakika geç kaldılar." Tekrardan kolundaki akıllı saate baktı. "13." dedi bağırır gibi. Kapıyı açıp aynı telaşı onlara da sunduğunda gelin ve damat az önce kanamadan savaşın sahne olduğu koridora çıktı. Bir seremoninin başlangıcı Fransız dantelli gelinliğin sürüldüğü koridorda ilerlerken resmedildi. Arkalarındaki Ala elindeki sepeti sıkı sıkıya ve heyecanla tutuyordu. İçerisindeki çiçeklerin yapay olması konusunda bizimle kesin bir anlaşma yapmıştı.
Gelin ve damat ilk dansın pisti saran büyüsü ile mekana çıkarken Ala da arkalarında küçücük elleri ile atabildiği kadar yukarı atıyordu sahte beyaz gül yapraklarını. Güller çocuk gülüşüne değmeden yanından zemine düşüyordu.
Barış ve Yağmur'un birbirlerine bakışları sanki o yapay çiçekleri mermer zemini yarıp filizlendiriyordu. Berfu 'nun yanında ellerimi tüm salonla birlikte birbirine vururken Ala sepeti ailemin oturduğu masaya koyup bana görevini tamamlamış bir asker edasıyla el salladı. Ona gülümsediğimde babam ve annem ile göz göze geldik. Alphan ailesi oradaydı. Annem ve babamın bu gergin halini tanırdım. Şu an da aynı yüz ifadesi ile etrafa bakıyorlardı. Onların bu yüz ifadesi bana fazlasıyla tanıdıktı. Çocukken kapıların arkasına saklanmama neden olan yüz ifadesi ile birebir aynıydı.
Gözlerimi onlardan çekememe neden olan şey Selim'in sesiydi. "Hadi ama Alphan etrafa kaşlarını çatarak bakamazsın ya sonsuza dek." Müziğin sesi adına bağırdığı için sesi rahatça duyuluyordu. Gülümseyerek Selim'e baktım. "Kaşlarımı çattığımı fark etmedim bile." dedim gülümsememi sürdürerek. Sesim onun kadar yüksek değildi ama yine de beni anlamasını umdum. "Kesinlikle öyle." dedi kulağıma eğilerek. Hatta biraz geri çekilerek komik olduğunu düşündüğü bir taklidimi bile yaptı. "O denli çirkin olduğumu düşünmüyorum." dedim net ve düzce. "Değilsin." dedi sesi toktu. Birkaç saniye sonra şarkı değiştiğinde üzerimde gezinen bakışlar hissettim. Bu bakışların keskin bakışlar olduğunu ön görüyor ve bakmadan kime ait olduğunu söyleyebiliyordum. "Ben," dedim mırıldanır gibi Selim'e döner gibi. "Abin ile konuştum. Pek kibar biri değil. Beni hatta mekanlarınızı bastığımı ve sizinle anlaşma yaptığımı babama söylemek ile tehdit etti." Selim kaşlarını hayretle kaldırdı. "Abim tehdit etmez Şafak. Genelde uygular." Sesi ondan bu zamana kadar duyduğum en ciddi halini aldı birden. Başımı onaylarcasına salladığımda bakışların sahibi babama çevirdim kafamı. Viski bardağından bir yudum alır almaz bakışlarını benden çekti ve başka bir yöne baktı.
"Sence," dedi Selim. "Akal ve Alphan'ın iki varisinin dans etmesi nasıl karşılanır?" Bu soruyu bana dönerek sorsa da daha çok kendisine soruyor gibiydi. Ardından elini bana uzattı. Bu sorunun cevabını biliyor gibiydi. Elimi elinin içine yerleştirdiğimde dizlerini kırarak teşekkür etti. Akal ailesinin tüm çocuklarını bir makine gibi yetiştirdiğini biliyordum. Dans da bunların bir tanesiydi. Her şeyde muhteşem olmak zorundalarmış gibi bir ilke edinmişlerdi. Yaşadığımız toplumdaki birçok aile gibi çocuğunun neyi sevdiğini sormadan, bilenen en ilkel yöntemlerle büyütmüşlerdi. Selim'in dans konusundaki başarısı ortadaydı. "Sen kendini bana bırak. Halledeceğim." dedi ayaklarını ustaca kullanıyordu. Ona eşlik etmeye en azından buna gayret etmeye çalışıyordum. Pist çiftlerle dolarken Selim'e bakarak, "Irina ile konuştun mu?" Selim yüksek müzikten sanki birileri onu duyabilir gibi etrafına bakındı. "Birkaç haftası kaldı. Ondan sonra Akal'ların karşısında çıkacağım mecbur. Torununun babasını da vurmak istemezler." dedi kendinin bile emin olmadığı bir ses tonuyla. "Değil mi?"
Gülümseyerek ona baktım. Bu bir Akal ile ilgili ilk yakaladığım sırdı. Bunu ona karşı kullanmayıp ufacık sırrına ortak olmayı tercih etmiştim. Bana anne ve babamın canavarmışçasına anlattığı Akal Ailesi ile geldiğimiz bu nokta bundan bir yıl öncesi için imkansızdı ama şimdilerde bir mucize olmuş gibiydi. Düğünde birden etraf siyaha boyanmışçasına etraf karardı. Ayın aydınlattığı denizin yansımaları ve insanların uğultuları kaldı.
"Selim." dedim o uğultuların arasında. "Buradayım." dedi etrafına bakındığını ve ne olduğunu anlamaya çalıştığını görebiliyordum. Bacağımdaki silaha gitti tek elim. Hemen ardından telefonuma. Elbisemin cebine telefonumu atmıştım ki etraf aydınlandı. Herkes etrafa bakarken bir sandalye boştu.
Ala. |
0% |