@belarophontes
|
*
Albadeep* - Bir polar ve bipolar
1.BÖLÜM
A
Çok küçük bir çocukken inandırıldığım masal aynıydı. Her zaman bir prenses olarak büyümenin, daha sonralarında ise bir kadın olmanın yükünü taşıdığım o ivedi yaşam pınarı. Büyüdüğünüz de ne olacağınız ile ilgili binlerce yönetilen soru, aslında herkes mutlaka ya realist ya da çocuk dünyasında bir yere konumladığı güzel cevaplar vermiştir bu soruya. Elbette benim de bir cevabım vardı.
anne.
Oyuncak bebeklerimin annesi olmak yeterli gelmemiş olacak ki annem gibi olmayan bir anneliği benimsemiştim kendi içimde. Bana mesleki bir disiplin gibi gelmişti o zamanlar anne olmak. Çok uzak bir hayal gibi de gelmiyordu. Bir kedi sahiplensem veyahut başka bir bebeği sevsem aidiyet duygum kabarıyor anne olma isteğim artıyordu. Annem bunu ergenlikten hemen önce merhametimden kaynaklı istediğimi sorumluluk kavramı ile tanıştığım da bundan uzaklaşacağımı uzun uzun anlatmıştı. Annemle ilk verimli diyaloğumuzdu. Diyalog sayımızın azlığından olsa gerek, bu diyalog hala dün gibi aklımdadır. Her zaman ok gibi gözüken kaşlarını çatmış ellerini kucağına koyup bir mahcupluk hali almıştı yüzünü.
Anne olma hayalimi bedenimden üstün görmüştü. Bunun bekar olamayacağını topluma deşifre olacağımdan uzun uzun bahsetti. Topluma deşifre olmak terimini o zamanlar anlamadım. Toplum benim, bizim düşmanımız mıydı? Ona karşı bir günah işler gibi deşifre olmaktan korkacaktım. Toplumun kalın zincirleri büyüdükçe bileklerime dolanmaya başladı. Kendimi bildim bileli ısrarla sürdürdüğüm annelik maceramın bekaret gibi bir engel de olduğunu öğrendim.
Sonra onunla tanıştım.
yeşim.
O bu masalları hiç dinlemeden büyümüştü. Kıvırcık ve dalgalı saçları vardı. Onda kuşkusuz ki en çok göze çarpan detay gözleriydi. İri kopkoyu siyah gözleri vardı. Her zaman burnunun ucuna kadar indirdiği -böyle daha verimli gördüğünü iddia ediyordu.- bir gözlüğü vardı. Elleri garsonluk ve bulaşıkçılık yapmaktan sürekli çatlardı. Üniversite de onu tanıdığımda yalnızca montundaki motifi beğendiğim için yanına gitmiştim. Verdiği cevap sigarasının dumanı kadar yoğun ve keskindi o dönem. Yırtıktı o yüzden diktim demişti. Ona prenses gibi olması gerektiği her zaman bıçak ve çatal yemek bittiğinde çapraz koyulur, bir hanımefendinin topukluları her daim temiz oluru öğretmemişlerdi. Çoğu zaman kirden sararmış spor ayakkabılarının bağcıklarını dahi bağlamazdı.
İki ayrı evren varmışta biz içine düşmüşüz ve orada büyümüş gibiydik. Yeryüzünde yeni bir şey olmadığının şanslıysak hepsinin yaşandığı ve yazıldığının altını çizer, gazete okur, çengel bulmaca çözerdi. Zeki de bir kadındı. Benim ailemin tonlarca para dökerek beni soktukları okulu o kendiliğinden bursla kazanmıştı. Dizleri çıkmış bir kot pantolonu vardı. Onunla eve çıkmaya karar verdiğimiz de çok yakın arkadaştık.
O bana Berlin duvarının arkasını, insan tartısını, kayıp atlasımı gösterdi. Başka bir yaşam var dedi. O yaşamda insanlar çatal ve kaşığın nerede olduğunu umursamıyorlardı. Toplumun zincirleri hayatları kaymaması adına tekerleklerine takılmıştı. Yeşim bana herkesin günahkar olduğunu gösterdi. Sonra bir gün hamile kaldı. Bir kızı olacaktı. Hamileliği boyunca çalıştı. Kızını sancılandığı bir gün evinde tek başına doğurdu. İsmini de Ala koydu. Doğum da öldü Yeşim. Bebeğine ne isim koymak istediğini öleceğini bilir gibi bir kağıda not düşmüştü. O günden sonra çocuk Şafağın bir bebeği oldu. Alphan ailesinin içindeki prenses masalının kitabını yırtan, düzenini bozan bir hikayeydi bu. Onlara göre bir şeytandı bu bebek. Benim insanlara açıklayamayacağım bir ur idi. Sonralar da alıştılar Ala'ya. Benim hayatımdaki en değerli şey oluverdi birden. Işığım oldu.
Ben karanlıkta kalana dek.
Düğünün üzerinden 3 ay geçmiş, ılık mevsim iyiden iyiye soğumuştu. Bedenimi yalayan rüzgarı hissedebiliyordum. Oturduğum berjerde dikleştiğimde elimdeki pelüş maymunu kalktığım yere koydum. "Şafak." dedi az önceden beri bana ısrarla seslenen annem. "Polisler elbette ki dosyayı kapatacaklardı. Ne bekliyordun ki? Her yeri aradık taradık. Yer yarıldı da içine mi girdi bu çocuk? Yeter artık yıpratma kendini." Ayağa kalktı ve uzun siyah saçlarımı omuzlarımdan geri attı.
"Hadi ama bebeğim." dedi sesinde şefkate dair tek bir imleç bile yoktu ama bunun için harikulade bir çaba gösteriyordu. "Tankut ne dedi dosyanın açılması,"
"Şafak." dedi sert bir çıkışla. "Dosya açılmayacak. Yeter." Beynimin uyuştuğunu hissediyordum. Onu görmeyeli, sesini duymayalı tam 3 ay olmuştu. Bunun tanımı özlem değildi. Basitçe tanımlayamazdım bunu. "Kanıt gerekliymiş." dedi sessizce sağımda oturan babam. "Yapabilecek pek de bir şey kalmadı." Ayağa kalktı. Parlak ve pahalı iskarpinleri zeminde tok sesler yaratıyordu. Açık olan teras camını kapadı. İçeride sigara içtiklerinde cam açma alışkanlıkları Ala'dan sonra gelişmişti. Ala yoktu ama varlığı evin her yanında hissediliyordu.
Hiç yapmayacağım bir şey yapıp meşe masanın üzerindeki sigarayı alıp tutuşturdum. Beklediğimin aksine ne annem ne de babam bu son derece saygısız davranışıma bir şey söylememişlerdi. Ya da 3 aydır çektikleri nutuklar artık tükenmişti. Ala bir başkasının çocuğuydu. Alphan'ların safkan çocuğu değildi. Bir kere etik değildi. 9 yaşına kadar bakmıştık işte. Düşünceleri eminim ki bundan farksızdı. İçeri giren Barış ile bakışlarım kısa süreliğine ona ve ardından giren Tankut'a çevrildi. "Dosya kapandı Sadık Bey. Bir iz bulunursa elimizden ancak bir şeyler gelir. Düğündeki kamera aktivasyonları 9 gün öncesinden arıza yapmış. Düğün günü gelen teknik mühendiste yollanmış. Kimse böyle bir olay olduğunu ön göremiyor elbette ki,"
"Parmak izlerinden de bir sonuç çıkmadı değil mi?" dedim pencereden dışarı bakarken. "Ne gibi bir sonuç?" dedi Tankut kaşlarını kaldırıp şaşkınlık ile bana baktı.
"Parmak izi sonuçları o gün daha çıkmıştı hatırlamıyor musun Şafak?" Tankut'un söylediklerimi anladığına emindim. Başımı çevirip kaşlarımı hiddetle çattım ve yavaş adımlarla ona ilerledim. "Ne demek istediğimi gayet iyi anlıyorsun." Sesimdeki öfke kendi şeytanını yaratıyordu. Tankut anlamaz tavırlar ile etrafa bakındı.
"Ben polis merkezine teslim etmeyi unuttum bebeği. Arabanın torpidosunda yıkamada çıkarıp bagaja atmışlar." Babamın cümlesi o kadar ağırdı ki bir süre zemine, çıplak ayaklarıma sigaramdan düştü düşecek küle baktım. Yutkunamadım. Cümlemden düşmek adına bekleyen şeytanlara pabucunu giydirdi.
"Ne?" dedim dediğimi anlamaz bir tonda. Oysaki anlamıştım. "Duydun." dedi netçe. "O bebeği vermeyi unuttum. Zaten özel dedektifler, özel anasınıfları ve diğer tüm harcamalar o parmak izi uzmanına da bir ton para veremezdim kusura bakma." dedi ve yüzüme bakmadan evin mermer merdivenlerine ilerledi. İçimde kafamın içinde yankılanan çığlığın sesi birkaç saniyeliğine duyma yetimi yitirmemi sağladı. Ardından zehir yeşili gözlerimi kaldırıp merdivenlerden çıkan babama baktım. "Beni yok sayarsan seni vururum." dedim bağırarak. "Ala benim kızım."
"Ala bir aşüftenin kızı." diye gürledi. Sesimiz bütün salonda duyuluyordu. Yanında duran annemin içerisine toplu iğnelerini koyduğu seramik vazoyu zemine sertçe yolladı. Ayrılan parçalar evin içine dağılırken bu kez bu senaryo sonradan gelen iki kişi kadar garip gelmedi, gelemedi gözüme. "Aşüfte senin metres-"
"Kes." diye bağırdı annem. Uzandı ve yüzükler ile bezeli elini koluma sardı. Öfkesi arttıkça baskısını da arttırıyordu. "3 koca ay. Acısı var dedik ağzımızı açmadık. O senin pek kıymetli evcil hayvan gibi baktığın çocuğun kayboldu gitti işte. Bulunsa 3 ay oldu. Sence de bulunmaz mıydı? Baban hasta. Tansiyonu var. Bu kadar üzerine gitme, ne kıymet bilmez bir çocuksun sen."
Kolumdaki baskısını çektiğinde nefes almayacak kadar sıkıyordu kendini. "O bir çocuk. Tabii ki sen asla anne olamadığın ve olamayacağın için. Onun bir çocuk olduğunu ve nerede olduğunu, ne yediğini ve ne içtiğini düşünmemen çok normal." dedim tıslar gibi. Gözlerini kırpıştırdı. Üzerimdeki kotu çekiştirerek yürümeye başladığımda dresuarın üzerinden anahtarı aldım.
"Nereye?" diye bağırsa da duymazlıktan gelerek çizmelerimi giyerek garaja ilerledim. Yağmur yağıyordu. Arabama atlayarak evin büyük girişinden çıktım. Karanlık yolda ağlamadan ilerlemeye başladığımda çığlık atmak istesem de yapamadım. Dudaklarımı dişleyerek gaza basıyordum. Telefonum ısrarla çalıyordu. Kim olduğuna bakmadan cevapladığımda arabanın içine bir erkek sesi doldu. "Şafak merhaba." Arayan Selim'di. "Nasılsın?
"İyi-iyiyim canım benim sen?" dedim sesimi oldukça mekanikleştirerek. "Bir bebek neden sürekli uyur?" Kaşlarımı çattım. "Nefes alıyor mu?"
"Alıyor. Göğsü inip kalkıyor, 2 saatte bir uyanıp yemek yemesi gerekiyordu ama yemiyor. Yani uyanmıyor." dedi Selim olanları garipser bir sesle tanımlamak istemese de garipsediği belliydi. "Uyandırın. Yani ayaklarını gıdıklayabilir, kontrollü şekilde seslenebilirsiniz." dedim. Bu tazecik hatıraların ateşini harladı. "Irina artık yorgun düştü. Canavar bizi asla uyutmadı bugün. Tam 46- 50 saattir uykusuzum." diyerek düzeltti.
"Bağ evinde misiniz?" diye sordum sapağı dönerken. "Evet. Geliyorum de. Geliyorum de." dediğinde kısık bir kahkaha attım. "Kafam hala kazan gibi. Gelip biraz Anna'yı sevsem iyi olacak. Hem siz de dinlenmiş olursunuz."
"Kurtarıcımız." dedi Irina 'ya İngilizce bir şekilde ama aksanı Rus gibiydi. Uykusuzluk bildiği tüm dilleri birbiri ile harmanlamasına neden olmuştu. Arabamı Akal'ların av için kullandıklarını bildiğim bağ evine sürdüm.
Sadece birkaç dakika sonra oradaydım. Selim'in arabası buradaydı. İçeride loş bir ışık vardı. Tahta merdivenlerden çıkıp elimi büyük girişli kapıma vuracaktım ki Irina kapıyı açtı. "Ah!" dedi sızlanır gibi. "Benim kurtarıcım geldi." Kollarını bana doladığında başını omzuma koydu ve uyur gibi sesler çıkardı. "Hadi sen içeride dinlen ben babasından talimatları alıp yanına yollayacağım." Ellerini minnettar şekilde birbiri ile birleştirdi ve bana doğru salladı. Hemen ardından koşarak odaya girdi. Selim koltukta kucağında yatan Anna'ya bir şeyler yediriyor ve aynı zamanda boş beşiği sallıyordu.
"Motoru yakmışsın." dedim gülümseyerek. "Bebek kucağında."
Selim sonradan farkına vardığı bu meseleden çabucak toparlanarak silkindi. "İnan artık zihnim uyuyor." dedi yorgunluğu cümlelerine yansırken. "Dide'ye bahsedeceğim diyordun." dedim sorguya çekecek halim yoktu ama ben konuyu açar açmaz dertleşme isteği ile dolup taşan bir yüz hali oturdu. "Kimseye bahsedemiyorum. Ailemdeki ilk kişi abim, ilk çocuk o yani tüm kurallara göre sıra onda." dedi ve yüzüme baktı. Acımı anlamış olacak ki, "Ala'dan bir haber var mı?" diye sordu hızlı bir konu geçişi ile. Başımı olumsuzca iki yana salladım.
"Senin bir çocuğun var bu konuda tolere edemezler mi?" Omuzlarını bilmem der gibi silkti. "Abim bugün Prag'dan dönecek. Düğünden sonra gitti. Ona biraz bahsettim. Evlenmek istediğimi ve Irina'nın hamile olduğunu söyledim. Hem Irina bir Rus. Hem de," Üfledi. "Öyle işte." dedi yutkundu.
"Çağlar ne dedi?" diye sorduğumda Anna'yı beşiğinin içine yerleştirdi. "Prag görevinden hemen sonra uğrayacağını açıkladı." dedi resmi bir dille.
"Anladım." dediğimde sessizce bana bakmaya başladı. "Abime genelde Sarp deriz. Çağlar'ı tercih edeni ilk kez gördüm."
"Kendisi ile ikili isimlerden hangisi favorisi umurumda olamayacak kadar uzağız. Senin gibi kibar biri, Dide gibi tatlı birinden önce nasıl bu denli kaba bir herif çıkmış anlamış değilim." dediğimde güldü. "Aslında dünya tatlısıdır."
"Ay saçmalama." dedim duyduklarıma anlam veremez gibi. Selim bir süre yüzüme baktıktan sonra eli ile bilemediğini, anlayamadığını belirten bir hamle yaptı. Kafasını yana yatırdı. "Benim için güç. Aile yapıma benzer belki de hemen hemen aynı olan bir aile de doğmuşsun sen de. Beni çok iyi anlıyorsun, biliyorum. Bu yüzden senin baskınlarından sonra belki de bu denli iyi arkadaşlar olduk."
"Selim," Koltukta dikeldim ve eğilip elimi dizine yerleştirdim. "Yanındaki senin sevdiğin kadın, Anna da bebeğiniz. Bunda bir suçlu yok. Dolayısı ile suç da. Kendini böyle hissetmemelisin. Ailem ben Ala ile eve geldiğim de mirastan men sözleşmesine kadar taşıdılar işi. Üstelik Ala benim öz kızım bile değil. Anna senin bebeğin Selim. Böyle tenha da bir beşik içerisinde büyümeyi hak etmiyor."
"Yanımda olduğun için teşekkür ederim." dedi. İçinde köreltilmiş olan duygusal taraf baktı yüzüme. "Yaptığın söylediğin tüm şeyler için minnettarım inan bana fakat Akal kanunları aile kanının bağlı olmasında başlar. İlk olarak bir Türk kızı bile değil Irina. Çok serttir bu konuda aile kurallarımız. Türk ve saygıdeğer aile kızıyla evlilik şart koşulur. Irina bir Rus, üstelik anne ve babası marangoz."
"Selim, bu tavrın yanlış. Yani marangozluk yaptığı için saygı değer olmayan bir insan mı? İkisi de oldukça emeğini sonuna kadar Irina'yı bu şekilde naif yetiştirmek için harcamışlar belli ki." Selim başını anlar gibi aşağı yukarı salladı. "Bu şekilde konuşmamalısın." dediğimi anladığına emindim. Fakat içeride bir yerlerde ona ve geri kalan tüm şeylere olan inancı sıfırlanmıştı. Soru işaretlerinin kancaları zorluyordu beyin dehlizlerini. Ona hak vermek denemezdi bu yaptığıma.
"Anna da uyudu hadi sen de uyu artık." Selim soru işaretleri ile yatak odasına ilerlerken bağ evinin giriş kısmındaki koyu vernikli dolaplarına ilerleyip kendime bir kahve hazırlamaya koyuldum. İkisi içinde nasıl olduğunu, bizim benim gibi insanların nasıl olduğunu dahi bilemediği bir masal hazırlanmıştı sanki. Nefesimi yorgunca kendimi dayadığım tezgahta verdiğimde su ısıtıcısında ısınmaya başlayan suyun sesi kulaklarıma dolarken bir başka ses onu takip etti. Bir araba sesiydi bu. Mutfağın jaluzisini parmaklarım ile Akaladığımda arabadan inen Çağlar'ı fark ettim. Üzerindeki koyu renk kabanı ensesine siper etmişti. Tahta merdivenlere ilerlediğinde arkasını döndü ve arabamı fark etti. Ardından hiçbir şey olmamış gibi devam ederek kapıya yöneldi. Eski pozisyonumu aldığımda kapının açılması ile ilk olarak gözleri beni buldu. Sanki nerede olduğumu içeriden görmüş gibiydi. Hemen ardından etrafı taradı ve içeride yatan Anna'yı gördü. Kaşları bir hayrete resmoldu. Hemen ardından da çatıldı. "Ne oluyor burada?"
Dehlizler içine sizi çektiğinde muazzam görüntülere neden olurlar, bu ölmeden önce hayatın film şeridi gibi gözünüzün önünden geçmesi olarak addedilir. Bazı dehlizler sizi yAkalar, bazıları ise yAkalanmanın ötesindedir.
Sarp Çağlar için de bu böyle olsa gerekti. Beşiğin içinde öylece uyuyan Anna'ya baktı. Bu minik Anna'nın amcası ile ilk tanışmasıydı. Üzerindeki pardösüyü çıkarmadan ayağındaki postalları olabildiğinde narin vurarak zeminde ilerledi. Ben yokmuşum gibi davranıyordu.
Eğildi. Anna'nın üzerinde elini gezdirdi. Korkabileceğini düşünerek temas etmedi. Belli ki bir bebeğe ilk dokunuşu değildi. "Sen sürekli gizli bir işin, bir aşk çıkmazının içinde bulunmak zorunda mısın?" diye ekledi. Bana bakmamıştı bunu söylerken, sesi de alaycı değil pürüzsüzdü.
"Olay örgüsünü anlamadan yargılamak da ancak senin gibi ketum bir adama yakışır." dediğimde farklı renkteki gözlerini kısarak yüzüme baktı. "Selim seninle mi evlenecek?" Sesinde öyle bir ahval vardı ki tartamadım. Yargılamadı veya kınamadı fakat küçümser gibi bir hali vardı.
İçeriden tam o anda çıkan Selim birbirimize iki gergin ok, iki bıçak gibi baktığımızı fark ettiğinde bir süre kapının kulpunu tutarak bekledi. "Abi?"
Sarp bakışlarını üzerimden çekerek Selim'e baktı. "Kızımla tanıştın mı?" Selim'in ağlar gibi çıkmıştı sesi. Mekanikçe durdu. Hemen ardından kapı ikinci kez açıldığında içeriden Irina çıktı. Bakışları mahcuptu. Bedeni bir ok gibi de gerilmişti. Biraz sonra yaşayacağı bir olayın neslinde aile kuralları başlığı altında bölünecekti belki de. Sarp ikisine baktıktan sonra tekrar benim yüzüme baktı. Hemen ardından da elimdeki kahve bardağına. İlerledi. Sakince yine sessiz adımlar ile ceketini çıkardı.
"Şanslıysam elindekinden bir kupa daha vardır." dedi omuzumun hemen yanına geldiğinde başını çevirip ve fısıldayarak söylemişti bunu. Ona doğru bakmadan ilerleyerek koltuğa oturdum ve Irina'ya baktım. Güzel olduğunu düşündüğüm Rus aksanımla bebeği içeri götürmesini söylediğimde Rusça konuşmama şaşırması birkaç saniye sürmüştü.
Hemen ardından bebeğini kucaklayıp yanımızdan ayrıldı. "Bu konu Akal konusu oldukça farkındayım. Ben buraya bebeğe birkaç saatliğine bakmak adına geldim." Açıklama yapma ihtiyacı gütmüştüm. "Sen benim arkadaşımsın, kimse yanımda değilken sen yanımdaydın. Bu yüzden durup dinleyecek ve yine yanımda olacaksın." Selim'in sesi çatallanıyordu. Sarp'ın otoritesi miydi bu? Bilinmez ama Selim gardını çoktan indirmişti.
"Alphan'ın burada kalmasında bir sorun yok." dedi büyük ve dövmeli elini bardağa sararken yaptığım kahveden bir yudum aldı ve duygusuzca yüzüme baktı. "Arkadaşmışsınız ya."
"Sen bir kadın ve erkeği yan yana gördüğünde hemen ilişkiye mi yorarsın?" Ona bakmadan kurmuştum bu cümleyi ama bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Keskin ve yabaniydi. "Yormam genelde." dedi sesindeki tınıları kontrol altına alarak. "Mükemmel. Benim bu mesele de açıklama yapacağım veya karışacağım bir şey yok. Yalnızca mütemadiyen isteğim Irina bir anne. Konuşulanlar onu ve bebeğini çok etkiler. Ailevi sorunlarınızı kendiniz çözün." Kahvemden bir yudum aldığımda karşıdaki geniş berjere oturdu Sarp. Keten pantolonunun dizlerini çekti ve Selim'e baktı. "Seni dinliyorum."
Selim benim yüzüme bakıyordu. Bizim kısa süreli dostluğumuzda biliyordum ki şuan bu yaptığı bir çeşit güç almaktı. Karşısındaki abisiydi ama korkuyordu bunu en derinlerimde hissediyordum. Bu korku bana çok tanıdıktı.
"Irina ile bir barda tanıştık. Tatil için buradaydı. Harika bir zaman geçirdik. Benim hangi ünlü aileden olduğumu bilmiyordu. Bana buna göre normal bir insan kalıbında davranıyordu. En önemlisi beni sevmişti. Sevmesinin sebebi ne babam ne de paramdı. Beni ben olduğum için sevmişti. 9 gün burada, Türkiye'de kalacaktı. 9 günü dolu dolu beraber geçirdik. Sonra gitti. Görüşmek için yemin ettik ama o en kısa zamanda tekrar gelecekti veya ben bir yolunu bulup gidecektim. Akal ailesi kafasına göre seyahat edemez çünkü. Tekrar geldiğinde bir haber ile birlikte geldi. Bir bebek haberi ile. İlk başta çok sevindim. Baba olmak ne demek? Kendi içinden bir parçandan bir varlık," Yutkundu.
"Sonra sorunlar ve sorular başladı. Ailem ile tanışmak istedi. Bebek haberini vermek bunu bir nevi kutlamak istedi. Ailemi tanımıyordu. Akal adını bile duymamıştı. Kaldığı otellerde beni kapıda gördüklerinde şok geçiren otel çalışanlarını görüp garipsiyor ama irdelemiyordu. Günler geçti ve bir gün marina da tek başıma düşünürken basmak daha doğrusu dedem ile konuşmak için Şafak çıkageldi." Bana doğru baktı ve sıcacık gülümsedi.
"Dedem ile o kadar ikna edici bir konuşma yaptı ki koskoca Kemal Akal yumuşacık oldu. Sonra benimle uzun uzun konuştu. Marina da kaptan kızıyla görüntülü konuşurken uzun uzun bakmamdan anlamış. Derdimi sordu. Oradan bir kahveciye geçtik. Uzun uzun anlattım kendimi. Beni anladı. İlk defa biri bana dedi ki ben yanındayım, kalbinden geçeni yap. Sen uzaktaydın. Hiçbir zaman yanımda, yakınımda değildin ki." Selim'in sitem dolu okları Sarp'ı vurmuştu ama oklar yamularak sağa sola düşmüştü demir gibi bakan gözlerinden.
"Ailemizdeki en temel kural yaş kuralıdır. İlk önce ilk varis evlenir. Bu bozulmaz bunu sen de biliyorsun." Sesindeki kurallarla büyümüş taraf bir demeç verir gibi konuşmuştu. "Abi," diye araya girdi Selim. "Benim evlenmem durumunda çocuğuna ve Irina'ya kavuşabilirsin. Onun dışında 200 yıllık bir gelenek senin için esnetilmez." Kahvesinden bir yudum aldı. "Benim de pek öyle bir niyetim yok."
"Abi farkındayım ama sen, seni çok sever dedem. Sen bir konuşsan." Selim'in sesinde gezinen umut, Sarp'ı yüzünde gezinen ketumluğa çarpınca parçalara ayrıldı. Sarp'ın yüzü ifadesizdi. Kalın ve biçimli kaşlarını çatmıştı. Gözlerinde koyu mor halkalar vardı sanki. Gözleri tavandan sarkan beyaz avizeden yansıyan ışıkla mor gibi gözüküyordu. Elmacık kemiklerine gölge düşmüştü. Yanaklarına uzanan kemik çizgiler vardı. Bu çenesine kadar uzanıyordu. Üst dudağı uzuncaydı. Dişlerinin çıkık olmasından olacak ki üst dudağı daha iri ve büyük duruyordu. Büyük ihtimal dudağı onları örtmek adına uzanmak zorundaydı. Elleri kemikli ve parmakları enliydi. Onu ilk gördüğüm görüntüsünden uzaktı. Ona baktığımı anladığında Akalarında oluşan sessizlikten yararlanarak bana baktı.
"Sen ne diyorsun?" dedi fikrimi sormak adına. "Sen ne açıdan bakıyorsun bu işe?"
"Ben burada fikrimi belirtmesi gereken isim değilim. Sen kardeşinin söylediklerine kulak vermelisin. " Selim içindeki tüm duyguların açıklandığında bu işin halledileceğini düşünmüştü ama Sarp kemik gibi sağlamdı geleneklerine karşı. Selim çaresizce önüne bakmaya başladığında, "Deden ile ben konuşsam peki?"
Bu söylediğime karşı Selim'in gözleri parıldarken, Sarp ise başını yana çevirip güldü. "Bu saçmalığın daniskası," dedi Sarp. "Sen Akal ve Alphanlar arasındaki buzlar eridi falan mı zannediyorsun anlamadım ki, bu bir kan davası."
"Kan davası buna benzer olmaz. Barış imzalandı. Abartma istersen." dediğimde gülümsedi. Gülümsemesi hem öfkeli hem de alaycıydı. "Öfkene teslim olarak bu şekilde davranman şu an ne bir anneye ne de bir bebeğe faydalı olacak. Kan ise mevzu içerideki bebek senin kanın. Her şeyi reddedebilir ama bunu reddetmezsin."
"Kız Türk bile değil."
"Bu nasıl bir üslup. Türk olması neyi değiştirir?" dediğimde ayaklandı. "Aslına bakılırsa hiçbir şeyi." Yüzündeki alaycı hal devam halindeydi. "Ama ailemizin gelenekleri var."
"Ve kardeşimin çocuğu oluyor. Bir kadını seviyor ve bunu en son duyan kişi benim öyle mi?" Bu kez alaycı tavrını bertaraf etmiş ve acı ile acımak arasında arafta bir hal ile söylemişti. Gergin yüzü bana döndü. "Bir Alphan bile biliyormuş."
"Cümlelerinde ailemin soyundan veremliymiş gibi bahsetmen hoş değil. Ben Selim'in hatırı adına buradayım. Yoksa ne seni tanırım ne de yıllarca düşmanlık yaptığım bir ailenin gelir gider dengesi ile ilgilenirim. Bu yüzden bana olan tavrını düzelt, aksi takdir de..."
"Ne olur?" dedi yüzümde gezen menekşe gözlerini kıstı. Başını omzuna doğru yatırdı ve dudakları iki yana sinsice kıvrıldı. "Ne olabilir?"
"Ben olsam, senin yerinde olsam kimseyi tehdit etmezdim." Topuklu botlarımın zeminde sertçe ses çıkarmasına neden olacak kadar vurarak ayaklandım. Başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. Menekşe gözlerini gözlerimden hiç çekmedi. Gözleri gözlerimden, kısa süreliğine dudaklarıma oradan boynuma ve boynumdan sarkan kolyeye kaydı. "Ben seni tehdit etmedim." dedi hafif alaylı ve ciddiyetsiz.
"Ben hiçbir kadını tehdit etmem." diye devam ettirdi. "Düğün de seni tehdit ettiğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. Ben senin yürüdüğün yolun yanlışlığından bahsediyorum."
"Mevzu benim yürüdüğüm yol değil." dedim ve ekledim. "Ki sonuç bu olsa bile bunun yargı merkezi sen değilsin."
"Hasta." diye bir ses yükseldi ikimizin arasından. "Irina, doğumdan sonra ve önce yapılan tetkiklerde vücudunda bir kanser hücresi saptandı. Çocuğunun olması ile birlikte iyileşme göstereceğini düşündü doktorlar. Üç gün önce Cengiz abinin bir tanıdığı olan onkologa gittim. Sonuçlar iyi değil. Irina'nın ne ırkı önemli ne bir hapishane gibi büyüdüğümüz sikik aile kurallarımız. O benim çocuğumun annesi. Sen," Yanımda bedeni ona dönen Sarp'a döndü.
"Sen ne zaman hatır kolladın ki? Her zaman abi, her zaman hayatında benden ve bizden daha önemli şeyler vardı. Etiklerin, hayatında değer verdiğin şeyler listesinde ne zaman ben ve başka biri oldu ki? Sembolleri sevdin sen, romantize ettiğin şeyler ne zaman duygular oldu? Bu hayat seni Barayı yaptı diye yüzünü unuttuk biz senin. Şimdi bana sorgusuz sualsiz yardım eden bir kadına bile dil uzatıyorsun." Selim'in sesinde bir çocuğun sesinde barınan tüm umutlardan vardı, zemine dağıldı.
"Irina bebeğini emzirmek bile istemiyor. Hasta edeceğini düşünüyor onu. Bu ne demek sen biliyor musun?" Elini havadaki kara bulutları dağıtır gibi savurdu. Yapmak istediği bu değildi ama gözlerinden süzülmek için bekleyen yaşlar bu devinim ile süzülmeye başladı.
Sarp, ellerini önünde birleştirmiş onu dinlerken dayanamadım ve yanına ilerledim. "Selim." dedim kırılmaya ve çatlama başlamış sesim ile. "Lütfen ağlama."
Selim yüzüme baktı ve yaşlı gözler ile gülümsedi. "Ben bu şekilde durmaktan çok yoruldum. Ailemin kararları adına belki de son günlerimi yaşadığım..." Boğazındaki çatlak bir hıçkırığı dölledi. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Kollarımı ona dolağımda omzuma yattı ve hıçkırıkları büyüdü. Aynı zaman da Irina'nın duyamayacağı şekilde sessizdi. "Şşt tamam." dedim mırıldanır gibi.
Sarp'ın gözleri üzerimizdeydi. Yüzünde duygu adına tek bir ibare yoktu. Tamamen duygusuzdu bakışları. Selim başını kaldırıp göz yaşlarını sildiğinde hala bakışlarım Sarp'taydı. Bir şey söylemek istiyor da söyleyemiyor gibiydi. "Karın ve senin için layıkıyla bir düğün yapılacak. 4 hafta buradayım. O zamana kadar beğendiğiniz evin dekorasyon işini Dide'ye paslarsın. Dedem ile ve diğer tüm aile fertleri ile konuşacağım. Sen o zamana kadar Irina ve bebeği burada tutma. Limandaki eve götür. Sadık abinin ağzı sıkıdır."
"Bebek değil, Anna." dedim araya girerek. Bakışları Selim'den çevirmeden alt dudağını ısırarak gülümsedi. "Sen de benimle geliyorsun, Alphan. Dedem seni bu kadar seviyorsa mutlaka bir büyün vardır. Barış'ın işini nasıl hallettiysen kısa zaman da dostluk kurduğun bu adama da yardım edersin bence."
"Seninle hiçbir yere gelmiyorum." dedim gözlerimi kısarak. "Dedenle konuşmak istersem tek gider, konuşurum. Kol çantasıymışçasına bahsedemezsin benden. Ayrıca emir kipli ifadeler ile de seslenemezsin."
"Karın için de benim Sicilyalı dostlarımdan Dünya'da bu işi kim en iyi yapıyormuş sorduralım ve halledelim olur mu?" Bana aldırış etmeden Selim'e kurduğu cümle onu gülümsetti. Selim birkaç adım abisine yürüdü ve iri gövdesine sardı bedenini. Akalların sarılmasını izlerken içeriden bebeği ile Irina çıktı. Bana seslendi. "Şafak, bir bakabilir misin?"
Ona ilerlerken Sarp ve Selim'de ayrılmıştı. "Rusça konuştuğunu bilmiyordum." dedi fısıldar gibi. Rus aksanını olabildiğince fısıltı haline getirmişti. "Konuşabiliyorum." dedim muhtemelen benim aksanım onun ana dil aksanının yanında berbattı.
"Seni dinliyorum." diye devam ettiğimde, "O adam abisi yani beni ve bebeğimi istemiyor mu?" Bir eliyle bebeğinin başını desteklerken bir eli ile elime dokundu. "Ben kötü bir insan değilim."
"Biliyorum Irina ama bilmediğin her şeyi sana açıklayacak isim ben değilim. Hadi ver bana Anna'yı. Sen ve Selim eşyalarınızı toplayın."
"Bir yere mi gidiyoruz?"
"Evet güzelim, bebeğin ve senin için daha konforlu bir yere gidiyorsun." Irina'nın yüzündeki gülümseme büyüdü. "Belki o zaman kızım için pembe duvar kağıtları olan bir oda hazırlayabilirim." Kurduğu hayal bile onu sevindirdi.
"Neden olmasın?" dedim bana dokunduğu elini hafifçe sıkarak. "Hadi sen eşyaları topla. Selim'i gönderiyorum."
Anna'yı kucağıma alarak odamdan çıktım. Selim ve Sarp merakla odanın kapısına bakıyorlardı. "İçeri geç ve karına yardım et. Kafasındaki soru işaretlerini gidermesi gereken tek isim sensin." Selim söylediğim cümle karşısında yanıma yürüdü ve kızının sarı pamuk gibi gözüken saçlarından öperek odaya girdi. Ayakta duran Sarp ben koltuğa gelene kadar bekledi.
"Bu insanlara umut satamam Alphan. Dedemi ikna etmek çok zor olacak." Bu kez ilk defa içinden gelir gibi konuşuyordu. "Deden uzun yıllardır süren bir kan davasını bitirdi bir düğün için. Selim için esneteceği kurallar elbet vardır."
"Bazı şeyler toz pembe değil." Anna kucağımda mışıl mışıl uyurken ona baktım. "Sen beni ne kadar tanıyorsun ki bu şekilde konuşuyorsun. Bir şekilde halletmek zorundasın. Bir abi olarak görevin bu senin." Cümleme karşılık gözlerinde şimşek gibi bir duygu çaktı ama öyle hızlıydı ki bir illüzyon gibiydi. "Haklısın." dedi dümdüz bir sesle. |
0% |