Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm 11 / Vena

@belarophontes

*

 

 

Searows- House Song

 

 

 

 

 

 

 

12. BÖLÜM

VENA

 

 

 

 

Her şey bir anda oluştu. Sevgi ve sevgisizlik dölledi yaşamı. Eril ve dişil buluştu ve bulundu. Benden, bizden geriye ne kaldı. Elimizden ilk önce oyunlarımız, sonra oyuncaklarımız alındı. Ben bu masalı çok önceden dinlemiştim aslında. Kötü adamların bu masalın sonunda kaybetmesi gerekiyordu. Kaybetmedi.

Mesajı görür görmez aşağı inmek adına hızla çıktım odadan. Toplantı odasına nasıl gitmiştim bilmiyordum. Kimse yoktu. Bütün odaları gezmek istememiştim. Timur’un bilgisayarı da yoktu. Ellerimi uzun saçlarımdan geçirdim. Sanki saçlarımın uçlarına zamanın balonları bağlıydı. Hepsi şah damarımın tam yanında patladı. “Timur!” dedim sesimin çıkabildiği kadar yüksek bir tonda. Ardımdan gelen ayak seslerine bakmıyordum. “Ne zırvalıyorsun sen?” Toplantı odasının kapısından görünen Timur endişeli gözüküyordu. Kaşlarını çatmıştı. “Yeşim Yıldız öldü.”

“Şafak sakin ol.”

Ellerini tedirgince kaldırmıştı. Ardımdan kolumun tutulması ile Cengiz’i gördüm. “Şafak gel otur bir sakinleş he?” Kolumu hızla çektim. “Sen neden bahsediyorsun açıkla!” diye bağırdığımda Timur’un arkasında duran iki adam da en az onun kadar gergin duruyordu. Nalan ve Nergis ise Timur’un hemen solunda odalara giden koridorun başındaydılar.

“Benim taratmamı…”

“Başlatma taratmandan bana doğruyu söyle. Yeşim Yıldız nereden çıktı?”

Üzerine yürüdüğümde Cengiz adımlarını benimle atıyordu. “Yeşim Yıldız tarama veriler sonucu ortaya çıkan isimdi. Bu ulusal ve legal bir tarama sistemi. Buna Sarp sayesinde eriştim. Yani ben legal olmayan sitelerde bile bu denli kapsamlısına erişemezdim.”

“Yeşim Yıldız öldü.”

“Zaten muhtemelen Ala’yı alan bir maske takıyor. Bu tip maskeler Amerika’da oldukça ünlüdür. Burada da birkaç üretim yeri yapar. Ben de onların güvenlik kameralarını bile tarattım ama kameralardan bir şey çıkmadı. Çoğu arka sokakta hırsızların korkması için konmuş çalışmayan kameralar. Üç üretim sisteminin tamamının alışveriş ve Z raporlarına baktım. Biri Yeşim adına kayıtlı ama muhtemelen bir sahte kimlik.”

“Şafak.” Merdivenin başından duyulan ses ile hepimizin başı oraya çevrildi. Çağlar saçlarından sular damlayarak üzerini giyinip çıkmıştı. “Bağırdığını duydum.”

Ellerimi yüzüme bastırdım ve derin bir nefes alıp parmaklarımı saçlarımdan geçirdim. “Yani o kanıtın işe yarar hiçbir yanı yok öyle değil mi?”

“Hayır.” dedi Timur sakince. “Sahte kimlikten de pek bir şey çıkmaz. Dünya üzerinde sahte kimlik yapan milyonlar var.”

“Yani bir değeri yok öyle mi?” Timur hafifçe başını iki yana salladı.

Ellerimi sıkıntı ile saçlarımdan geçirdim ve derin bir nefes aldım. “Ben üzgünüm.” Saçlarından sular damlayan Çağlar yanıma kadar geldiğinde herkes aynı yerindeydi. “Ben özür dilerim Timur.” Timur hala mahcup bir suratla yüzüme bakıyordu. “Gerçekten.” Sessiz özürüm Timur’un başını onaylarca sallaması ile yerine ulaşmış gözükse de bana bakmaya devam eden ve güzel gözlerinden kaçamadığım tek bir bakış vardı.

Sarp Çağlar.

“Odamdaki terasa geç. Geliyorum.” dedi sesi hiç çıkmadığı kadar otoriter çıkmıştı bana karşı. İkiletmeden yukarı çıktığımda Cengiz de arkamdan geliyordu. Ona dönmeden ikinci kattaki odasının kapısına kadar senkron bir biçimde çıktık. Odadan girene ve terasa geçene kadar da bu böyleydi. “Kolunu o şekilde tuttuğum için üzgünüm. Bir kadının canını yakmak bana göre değil aslında.” Terastaki beyaz mobilyalara otururken sesinde kırık ama tatlı bir mahcubiyet geziniyordu.

“Asıl ben seni o şekilde ittirdiğim için üzgünüm Cengiz.” dedim ve ekledim. “Sadece artık ne yapacağımı bilmiyorum. Ailen, kızım ve Çağlar. Bu oyun, bilemiyorum.” dediğimde sigara paketini hafif bir ivme ile sallayarak içinden bir sigaranın öne çıkmasına izin verdi. Sigarayı dudaklarımın arasına aldığımda o çoktan tutuşturmuştu.

“Ben zaten tüm bunları biliyorum. Yaşadığın şeyler çok zor ama sana küçücük bir aydınlanma yaşatmak için şunları söylemek istiyorum, ya da sormak. Anne ve baban ile ilgili beklentilerini bilemem az veya çoktur. O haberi aldığında kırıldın, çocukluğunu ve diğer tüm anlarını sorguladın. Bu da geçmişinde büyük bir çatlak yarattı. Ala ile ilgili umudu sana sunan Sarp’ın hayatında başka bir kadın olma iması seni bu evden sorgu ve sual olmadan kaçmaya zorladı ama.”

Cengiz akıllı bir adamdı. Her şeyden önce belli ki analitikti. “Bana bu umudu veren aslında Çağlar’dan başkası değildi. Bu sebeple idi bu yaptığım.” dediğimde başını onaylarcasına salladı. “Anladım Şafak.”

“Kızını bulmak için çok çalıştığını bil ama arkadaşımın.” dedi nezih ve kibar bir dille adı geçen adamı savunurken. Ben zaten bunu biliyor ve hissediyordum. Gerçekten Çağlar bunun adına fazlaca uğraşıyordu. “Bunu biliyorum Cengiz. Bilmekten öte bunu hissediyorum.”

Terastaki hava serinlemişti. Cengiz, bana dönerek, “Şafak.” Dedi dikkatlice. “Bu kadar yükü tek başına taşıyamazsın. Biliyorum biz seninle henüz tanıştık ama yanındayız.” Başımı hafifçe salladım. Onun bu desteği, ne kadar kaba gözükse de aslında içten içe çok güzel bir sıcaklık taşıdığını hissetmiştim.

Ala, kızım. Ona giden yolların bu kadar kapalı olması beni yıkıyordu ama Cengiz’in desteği bir nebze de olsa da iyi hissetmeme neden olmuştu. “Teşekkür ederim.” Dedim sessizce. Tam o sırada terasa açılan kapıdan Çağlar belirdi. Hala biraz ıslaktı. Biraz da ifadesiz denebilirdi. Kararlı ve mesafeli havasını hala ivedilik ile sürdürüyordu. İlk sinir krizime şahit olmuştu. Sahte nişanlıma oluşturmak asla istemediğim harika bir profildi bu. Yanıma oturdu. Beni ilk kez sigarayla görüyormuş gibi menekşelerimi belirli bir süre yüzümde gezdirdi. Ardından elini bana yakın bir yere koyarak mırıldanır gibi yumuşacık konuştu. “İyi misin?”

“Sanırım. Elimdeki her şeyin boşa çıktığını hissediyorum. Her şeyin. Maskeler, isimler. Ala sanki hayatımda hiç var olmadı. Bu olsun istemezdim ama umudumu yitiriyorum.”

“Umudunu yitirme. Sen bana yardım ettin. Söz verdim ben de edeceğim. Kızını sana getireceğim sana söz veriyorum. Tüm bunlar bittiğinde kızınla huzurla yaşayacaksın.” Bu sözleri onun gözlerine bakmama neden olmuştu. Menekşeleri yüzümde gezdi bir süre. Onun gözlerine bakmak bir tarla dolusu lavantanın arasında gezmek gibiydi. Altından akan katranı ve öfkeyi görmezden gelebiliyordunuz. “Bir de ben araştıracağım.” Cengiz’in sesi bakışmamızı bıçak gibi böldü. “Düğün salonunda öttürebileceğim kim varsa bakacağım.” Dokümanları masaya vurdu. Bunlar Timur’un bulduklarının birer çıktısıydı. Cengiz, terasta hâlâ notlarını toparlıyordu. “Şafak, Çağlar, bana izin verin,” dedi, sakin ama kesin bir tonda. “Bu işi hızlandırmak için düğün salonunun yetkilileriyle konuşmaya başlayacağım. Size bilgiyle döneceğim.”

Cengiz’in terastan ayrılmasıyla birlikte yalnız kalmıştık. Çağlar sessizce oturmuş, elinde sigarasını tutuyordu ama yakmamıştı. Bakışları, uzaklarda bir yere takılıp kalmıştı. Bu sessizlikte bile onun varlığı beni rahatlatıyordu. İçimdeki karmaşayı, o keskin sessizliği bozmak istedim. “Annen,” dedim birden. “Bana annenden bahseder misin? Küçükken nasıldın?”

Sanırım o benim hakkımda nice şeyden habersizdi. Küçükken en çok anne olmak istediğimden bile bir haberdi. Bu soruyu alakasız bulmuş olacak ki duyar duymaz kaşları çatıldı. Akal ailesi ile ilgili Kemal Akal hariç bir şeyler bilmiyordum. Anne ve babası neredeydi? Bilmiyordum.

Çağlar gözlerini bana çevirdi, şaşırmış gibiydi. Ama yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. “Annem… O her zaman güçlü bir kadındı,” dedi, sesi yumuşak bir tonda. “Ama aynı zamanda en şefkatli insandı. Küçükken, ne zaman bir şeyden korksam ya da canım sıkılsa, beni dizine yatırırdı. Sonra başlardı masal anlatmaya. O masallar beni hep rahatlatırdı. Güven verirdi.”

Sözleri içime dokundu. Bir an durdum, ardından gözlerim onun gözlerine kilitlendi. “Şu an… buna o kadar ihtiyacım var ki,” dedim, sesim ince bir fısıltı gibiydi. “Güvende hissetmeye.”

Ona bakarken kendimi tutamadım, yavaşça onun dizine doğru yaslandım. İlk başta şaşırmış gibiydi ama hiçbir şey söylemedi. Bir elini saçlarımın üzerinde gezdirdi. “Tamam,” dedi usulca. “Annem gibi yapacağım. Sana bir masal anlatacağım.” Gözlerimi kapattım, içimdeki karmaşayı susturmak için onun sesine odaklandım. Çağlar yavaşça konuşmaya başladı:

“Bir zamanlar, güçlü ve cesur bir kadın yaşardı. Herkes onun yalnızca gücünü görürdü ama onun asıl gücü, kalbinin şefkatindeydi. Bir gün, karanlık bir ormanla yüzleşmek zorunda kaldı. Herkes ona ‘Yalnız gitme, korkarsın,’ dedi. Ama o, ‘Korkunun üzerine gideceğim,’ dedi. Çünkü korkuyu tanımazsan, onun seni esir alacağını biliyordu. Ormanda ilerlerken yoluna çıkan her engeli, her korkuyu aşmayı başardı. Çünkü yalnızca kendine inandı. Ve o karanlık ormanın sonunda, kaybettiği ışığı tekrar buldu. Işığı yalnızca kendisi yaratmıştı.”

Masal biterken, gözlerim ağırlaşmıştı. Çağlar’ın sesi beni sarmalamış, masalın verdiği güven ve sıcaklıkla huzur bulmuştum.

“Annen ne güzel bir insandı,” diye mırıldandım, uykunun eşiğinde. Çağlar yavaşça başımı düzeltip saçlarımı okşamaya devam etti. “Öyleydi,” dedi fısıldar gibi. “Ama güçlü kadınlar asla kaybolmaz, Şafak. Tıpkı senin gibi. Kendi ışığını bulacaksın.”

O sözlerin arasında kaybolup, Çağlar’ın dizinde huzurla uyuyakaldım.

 

 

*

 

 

Gözlerimi araladığımda bir an nerede olduğumu anlamadım. Gözlerim tavanda gezinirken, yabancı ama huzur verici bir atmosferin içinde olduğumu fark ettim. Çağlar’ın odasındaydım. Hafifçe doğruldum. En son terasta olduğumuzu hatırlıyordum. Etrafı incelemeye başladım.

 

Oda, Çağlar’ın kişiliğini yansıtan detaylarla doluydu. Bir duvar boyunca uzanan kitaplık dikkatimi çekti. Farklı konularda kitaplarla doluydu; arasında birkaç aile fotoğrafı gözüme çarptı. Yanında bir model uçak vardı, belli ki ona anlamlı bir bağ kurmuştu. Masanın üzerinde açık bir defter duruyordu, yanındaki kahve fincanında kahve yarıya kadardı ve çoktan soğumuştu. Duvarlar koyu bir tonla boyanmıştı, modern tablolarla süslenmişti. Bir pencereden sabahın yumuşak ışığı süzülüyordu. Odayı sıcak bir hava kaplamıştı. Koltuk, pencerenin yanında yer alıyordu; üzerine bırakılmış bir battaniye gözüme ilişti. Sanırım gece beni buradan terasa taşımış, sonra da buraya getirmişti. Derin bir nefes aldım ve yatağın yanındaki sehpa üzerinde duran saate baktım. Sabah olmuştu. Yavaşça kalktım, odayı biraz daha gözlerimle taradıktan sonra kapıya yöneldim. Koridoru geçip salona doğru ilerlediğimde, kahvaltı masasından gelen sesler beni oraya çekti.

Salona girdiğimde herkesin kahvaltı sofrasında olduğunu gördüm. Timur ve eşi Nalan karşılıklı oturmuşlardı. Timur tabağındakileri çatalının ucu ile karıştırırken, Nalan ince bir porselen fincanı dudaklarına götürüyordu. Nergis ve Cengiz de yan yana oturuyordu; ikisi de bir şeyler konuşuyor, ama sesleri fazla yükselmiyordu. Dide masanın ucunda oturmuş ekmeğine reçel sürüyordu. Çağlar ise pencereden süzülen ışığa yakın bir sandalyede oturuyor, elindeki çayı düşünceli bir şekilde karıştırıyordu.

 

“Şafak, uyanmışsın!” dedi Dide yüzünde içten bir gülümsemeyle. “Gel, otur. Kahvaltı hazır.” Herkesin bakışları bir an bana döndü. Utangaç bir şekilde gülümsedim ve boş bir sandalyeye oturdum. Çağlar başını hafifçe eğerek beni selamladı, dudaklarında belirsiz bir tebessüm vardı.

“İyi uyuyabildin mi?” diye sordu Dide, çayını karıştırırken. “Sanırım,” dedim mırıldanır gibi. Cengiz gözlerini telefonundan kaldırıp bana baktı. “Kendini fazla yorma, Şafak. Bu durumda biraz huzur bulmak hepimiz için önemli.” Başımı salladım, ama yine de kendimi garip hissediyordum. Kahvaltı sohbeti devam ederken Dide birden lafa girdi. “Dedem bugün geliyor çünkü dedemin yakın dostu Vladimir’in düğünü var. Barış ve Yağmur da onunla geliyor. Bu bir düğünden çok bir seremoni gibi olacak ve takılmak zorunlu. Düğünden önce bebeği söylemek zorundayız.”

“Bombalar patlayacak desene.” Dedi Cengiz. Çağlar huzursuzca yanımda kıpırdandı. “Bunları burada konuşmamalıyız.” dedi homurdanır gibi bir tavırla. Timur yutamadığı lokması ile ayaklandı. “Özür dilerim Şafak. Bir şeyler bulmayı inan bana çok isterdim ama olamadı. Yine de bana güvenip evinizi açtığınız için teşekkürler.” Cümlesi bana o denli çaresizce gelmişti ki cümledeki her harfin yere düşüp parçalara ayrıldığını düşündüm.

Çağlar hafifçe gülümsedi ama cevap vermedi. Bunun yerine fincanındaki çayı içti. Sessizlik, Nalan’ın tatlı sesiyle bozuldu. “Şafak,” dedi, yüzündeki o nazik gülümsemeyle. “Umarım kızını bulabilirsin. Her şey için teşekkürler. Mutluluklar.”

Çağlar’ın yüzünde baktığımda masaya sabit bir noktaya bakıyordu. “Teşekkürler.” Dedi noktadan bakışlarını neredeyse hiç çekmeden.

Nalan’ın bu sözleri bir anda o geceki masalı hatırlattı. O an yüzüme sıcak bir kızarıklık yayıldı. Çağlar masadan hafifçe doğrulup konuştu: “Herkesin zor anları olur. Önemli olan, o anlarda yalnız olmadığını bilmek.”

 

 

“Sen bunu bin yıl geçse de anlamayacaksın.” Dedi Timur kırgınca Çağlar’a baktı. Çağlar elini sertçe masaya vurarak doğruldu. Bu cam çay tabağını parçalara ayırırken cümleleri de Timur’u ayırmak için hazırlanıyordu. “Evimde, nişanlımın yanında sen ne had ile bana bunları söyleyebilirsin he? Olanları bana yaptıklarını unutacağımı mı sandın?”

“Çağlar elin,” Bunu söylerken sesim titremişti. Elimi hiç çekinmeden elinin üzerine yerleştirdim.

“Cengiz gönder Timur’u yolcu et.” Nergis’in sert cümlesine karşılık Cengiz Çağlar’a bakarak ayaklandı. Timur ve Nalan ağır adımlarla odadan çıkarken Çağlar’ın kanı elimi kırmızıya boyuyordu. “Eline bakmalıyız.”

“Şafak korkma, güzelim.” Dedi yumuşacık bir tonda. Kanlı olmayan elini yanağıma koydu. “Korkma.”

“Şafak bende bir ilk yardım çantası olacaktı. Hadi misafir banyosuna geçin. Geleceğim.” Çağlar yüzüme bakıyordu ama ben kan olan ellerimizdeydim. Kan damlar bir biçimde misafir banyosuna geçtiğinde ardından Dide’den çantayı alarak geldim.

Banyoya girdiğimizde, lavabonun yanında duran temiz havlulara uzandım. “Otur,” dedim kararlı bir sesle, klozetin kenarını işaret ederek. Bir an tereddüt etti, ama sonra itiraz etmeden dediklerimi yaptı.

 

Musluğu açtım ve elini hafifçe altına tuttum. Akan su, kanı temizlerken dikkatlice yara yerini inceliyordum. “Derin kesilmiş,” dedim. “Ama dikiş gerektirecek kadar değil. Neyse ki.”

“Timur’la bu kadar gerilmene gerek yoktu,” diye ekledim, gözlerimi onun yüzüne kaldırmadan.

 

“Sen anlamıyorsun,” dedi alçak ama gergin bir sesle. “Bu, basit bir tartışma değil. Onunla yıllardır bitmeyen bir hesaplaşmamız var.” Elini tutarken onun ne kadar gergin olduğunu hissedebiliyordum. Ellerim onun geniş avucuna dokunduğunda hafifçe gerildi.

 

“Belki,” dedim sakin bir şekilde, “ama geçmişteki şeyler bugünkü sorunları çözmüyor.”

 

Cümlem biterken onun bakışlarını üzerimde hissettim. Gözlerimi kaldırdığımda, bakışları o kadar yoğun ve odaklanmıştı ki bir an nefesim kesildi. Sanki bana söyleyemediği, sakladığı bir şey vardı. “Şafak,” dedi, sesi bu kez daha yumuşak, ama derin bir tonla. “Sen… neden bu kadar ilgilisin? Neden beni sakinleştirmeye çalışıyorsun?”

 

Ellerim bir an duraksadı. “Çünkü…” dedim, kelimeleri seçmekte zorlanarak. “Burada herkes için çabalıyorum. Dün de sen benim için aynılarını yaptın. Beni odanda yatırdın. Güvende hissetmemi sağladın. Ama en çok… belki de seni anlayabiliyorum.”

 

O an, ellerim hâlâ onun elindeyken, aramızdaki hava ağırlaşmış gibiydi. Banyodaki sessizlik bir anda elektrikle doldu. Gözleri gözlerime kilitlendi, sanki gözlerimin içine bakarak bir cevap arıyordu. “Şafak,” dedi tekrar, bu kez adımdan başka bir şey söylemeden.

 

Bütün düşüncelerim, o yoğun bakışların altında kaybolmuştu. Ellerim hâlâ onun elini tutarken, birbirimize çok yakın olduğumuzu fark ettim. Sanki bir adım daha atsa, nefesi tenime değecekti. Ama o anı bozan, dışarıdan gelen bir ses oldu.

 

“Şafak! Abim iyi mi?” diye Dide’nin sesi banyoya ulaştı. Aramızdaki o an bir anda kırıldı. Gözlerimi yere indirdim, elimi onun elinden çektim. “Ben hallettim,” dedim, sesimin normal bir tonda çıkması için çabalayarak. Yarayı temizleyerek bir kapadığımda Çağlar ise hafifçe gülümsedi, ama o gülümseme daha çok anlamlı bir bakış gibiydi. “Teşekkür ederim,” dedi, sadece benim duyabileceğim bir tonda. Hızla toparlanıp banyodan çıktım, ama kalbimin hâlâ hızla çarptığını hissediyordum. O bakışları, o sessiz ama yoğun anı unutmak kolay olmayacaktı.

 

 

 

Loading...
0%