Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 2 / Ve Nefahtu Fihi Min Ruhi

@belarophontes

 

 

*

 

 

Fermez - İz

 

 

 

 

 

 

 

2. BÖLÜM

 

VE NEHAFTU FİHİ MİN RUHİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hayatın sunduğu her seçenek bir sonrakinden daha karmaşık ve daha enstantane olabilirdi. Bu bir resmin bir ressamın ellerinde yavaş yavaş şekil almasına benziyordu. Fırça darbeleri hayatın tam içindeki renklerin ayrışmasına neden oluyordu. Bu renkler banyonun fayansına yansımıştı sanki bugün. Fayansa dayadığın sırtım ilk zamanki hassasiyetini unutmuş gibiydi. Koyu renk saçlarım renkli fayanslara yapışmıştı. Dizlerimi bedenime doğru çekmiştim. Öylece sessizce suyun giderden akışını izliyordum. Az önce kurdeleli bir saç tokası dalga geçmişti benimle. Ala'nın benim saçlarımı bu banyoda topladığı dakikalar hala dün gibiydi.

 

Ellerini yıkaması için aldığım basamak bile oradaydı. Kafamı kaldırdım ve elim ile büyük duşa kabinin camını sildirdim ve bulanık gözüken basamağı netleştirdim. Neşeyle kahkaha attığı ve benimle bu banyo da olduğu birkaç anı dalga geçti benimle. Gözlerimden akan yaşlar saçlarımdan akan suyla karıştı ve bir bütün oldu.

 

Bana seslenişi yankılandı. Tanrı paleti devraldı ve acıyı resmetti. İçimdeki yangın bir renk oldu, renk netleşti. Hıçkırıklarım zemine yayıldı. Zemin de acı süzüldü ve süzüldü.

 

İçeriden çalan telefonu duyana kadar devam etti hıçkırığım. Hemen ardından doğruldum ve suyu kapattım. Yüzümdeki göz yaşlarımı silerek bornozumu giydim. Telefonun sesi kesildiğinde hala aynaya bakıyordum. Akalların evinden geldiğimde gece geç saatlerdi. Bu yüzden de direkt uyumuştum ama rüyam da Ala'yı görerek uyanmış ve suyun kaldırma ve kandırma kuvvetine inanarak duşa girmiştim. Bir süre sonra aynı telefon sesi yeniden geldiğinde banyodan çıktım ve odaya ilerledim. Makyaj masamın üzerinde duran telefonumu aldığımda arayanın kayıtlı olmayan bir numara olduğunu fark ettim.

 

"Alo?"

 

"Uyandırmadım umarım." Ses tanıdıktı.

 

"Hayır,"

 

"Tanıdığını umuyorum sesimden."

 

"Evet Çağlar." dedim makyaj masamın pufuna oturarak sesi hoparlöre verdim ve tarağı elime aldım. "Sesin kötü geliyor, ağlamış gibisin."

 

"Numaramı nereden buldun ve neden aradın?"

 

"Ağladın mı?" Aynadaki aksime baktım.

 

"Çağlar konumuz bu değil. Saat sabahın 8'i."

 

"Evet." dedi bunu fark ettiğini dile getirir biçimde. "Dedem Barış ve Yağmur'un balayı dönüşü için bir kahvaltı organize etmiş. Barış'ın yalnız olmaması adına da birkaç Alphan çağırmış ama davetine dönen olmamış. Bu yüzden seni davet etmek istedi. Aynı zamanda Selim ile ilgili bir şeyler açıkladım. Görgü şahidi olarak seni yazdı olaya. Gelip açıklaman lazım, olayları."

 

"Sen yeterince açıklamadın mı?" dedim bornozumu üzerimden yere attığımda iç çamaşır çekmeceme ilerledim. "Açıkladım ama yeterli bulmamışa benziyor." Sigara içiyordu, kelime Akalarında dumanı üflediğini duyabiliyordum. Son kelimeyi donukça söylemişti.

 

"Tamamdır. Bana konum atar mısın? Malikanenin ormanın içinde olduğunu biliyorum o yüzden bulamayabilirim." dedim biraz bağırarak. Mırıldandı ve birkaç saniye sessizliğin ardından, "Attım." dedi.

 

"Tamamdır. Dedene selamlarımı iletirsin."

 

"Baş üstüne." dedi ve hat kapatma sesi etrafta yankılandı. Üzerime bir elbise geçirip giyeceğim topukluları ve ceketimi alıp odamdan çıktım. Salon sessizdi çünkü bu saatte sadece annem ayakta olurdu. Önüne basılan tüm gazetelerin günlük sayılarının dizili olduğu sehpasını çeker ve saray gibi evinden halkın sorunlarına ilişkin yapacağı yorumları tasdiklerdi.

 

Merdivenlerden indiğimde gözlüğünü burnuna çekip bana baktı. "Hayırdır bu saatte?"

 

"Biz normal insanlar sabah ilk olarak günaydın deriz." dedim ona bakmadan merdivenin son basamağına oturarak ayakkabılarımı ayağıma geçirdim.

 

"Günaydın." dedi memnuniyetsiz biçimde kahvesini yudumladı. "Nereye?" Üzerindeki saten takımı ve altın rengi tokalı terlikleri ile önündeki tütsüsünün kabını oynattı. Yarattığı devinim ile küller tabağa düşerken bana bakmaya devam etti. "Kemal Akal, Barış ve Yağmur'u balayı dönüşü kahvaltıya çağırmak istemiş. Bu yüzden beni de davet etti."

 

Gülümsedi ama bu sıradan bir gülümseme değildi. Yüzünde alaycı bir duygu gezindi. "Biliyorum. Bize de yana yakıla birçok davet mektubu yollamış. Eski kafalı adam!"

 

"Kibarlık etmiş olamaz mı?" dedim onunkine benzer fakat daha hiddetli bir tonda. "Olamaz güzelim. Hiçbir Akal. Kibar değildir." Bu söylediğini çok emin söylemişti. "Emin ol ki, mutlaka altından bir çıkar vardır. Barış ve Yağmur'un evliliği de çıkar içindi. Barış ünlü bir iş adamı olma yolunda ilerliyor. Yıldız oyuncu transferi." Sesindeki akademik tını aslına bakılırsa birçok şeyi açıklıyordu. "Kemal oldukça zeki bir adam."

 

"Şimdiki hedefi de sensin. Hem güzelsin hem de başarılı. İdare edecek bir aklın da var. Hepsi birleşince dev Akal komploları için biçilmez bir piyonsun." Topuklu ayakkabılarımı zemine vura vura ilerledim. "Barış ve Yağmur aşık oldu. Evlenmelerinin sebebi buydu. He bir de" Eğildim ve gözlerimi kıstım. "Ben piyon olmam."

 

"Bunu kahvaltıda kaz yerken taşlar dağıtıldığında göreceksin. Aptal kafanın şimdi almaması normal." Gazeteyi gerdi ve okumaya döndü. "Ala ile ilgili yaptığın harcamaları şirket gideri gibi göstermişsin. Örneğin bir salaklık da burada."

 

Ardımı dönmüştüm ki annemin cümlelerinden çıkan oklar ile sırtımdan kan akarak döndüm. "Kavrayamadığın şey de şu Ala benim varisimdi. Bütün mallarım, şirketteki haklarım, üzerimdeki evler ve arabalar hepsi ona kalacaktı. Evleneceği gün, 18'ine bastığında ve ilk yurt dışı tatilleri için ayrı ayrı hisseler satın aldım. Yani senin anlayabileceğin gibi anlatayım. Aynı zaman da o çok önem verdiğiniz benim batmanın eşiğinden döndürdüğüm şirketiniz de kayıp."

 

"Ne zırvalıyorsun sen be?"

 

"Duydun." Dedim kollarımı önümde birleştirerek.

 

"O piçe hisselerini devredeceğin bir anlaşma mı imzaladın?"

 

"Anlaşma imzalamadım. Devrettim. Beni kaybedemezsiniz. Babam ve senin oturduğunuz her şeyin kaybolmamasının sebebi benim. Hisselerin tamamı da benim. Benimle iyi anlaş Leyla Alphan. Aksi takdir de sosyal medya da yana yakıla iyi aile tablosu çizdirdiğin o imajını bir kalem de söküp atarım." Ardımdan bakarken çıktım ve otoparka doğru ilerledim.

 

Ala'dan uzak kalmak bana bazı şeylerin uzun uzun anlatılmamasına rağmen görmemi sağlamıştı. Ona kavuşacağımı biliyor ve hissediyordum. Gözlerimi kapadığımda onun atan minicik kalbini ve kahkahalarını hissedebiliyordum. Evrak çantamı ve el çantamı arabanın yolcu mahalline koyup, ilerledim ve şoför mahalline oturdum. Arabanın motorunu çalıştırarak Akal'ın attığı konuma tıkladım ve evden çıktım.

 

Yola koyulduğumda yollar yılan gibi uzayıp giderken oraya varmam yaklaşık 25 dakika sürmüştü. Kocaman gösterişli simsiyah bir kapının önüne geldiğimde dış kapının güneş dahi geçirmeyecek demirlerden oluşan ve yılan figürlerinin bulunduğu kapıdaydım. Aşağı indim ve telefonumu alıp sırtımı kapıya dayayarak Akal'ı aradım. Birkaç çalıştan sonra açılmadığı zaman kapadım ve ceketimin cebine saldım.

 

"Hanımefendi? Özel mülk." Siyah kapısının demirlerden ayrışan fakat onlarla bir bütün gibi duran siyah cam formundaki kulübenin kapısından geliyordu ses.

 

"Oldukça farkındayım. Kemal Akal'ın özel daveti adına buradayım."

 

"İçeride özel bir yemek var ablacım. Öyle bir şey olsa bana adınızı verirlerdi. Burada durman sana zarar verebilir hadi. Hadi beni geçtin çatılarda bir ton adam var. Hadi!" dedi bedenini kapıdan çıkararak belindeki silahı gösterdi.

 

"Selim ve Çağlar Akal'ın haberi var beyefendi. Aradım ama ulaşamadım. Kabalaşmanın alemi yok."

 

"Uza buradan." dedi ve silahı belirginleştirmek adına üzerindeki kalın kabanı geri attı. O sırada belirginleştirmeye çalıştığı koruma içgüdüsünü bir telefon sesi bıçak gibi kesti. Ekranda yazan Sarp Çağlar Akal yazısını görür görmez sesi hoparlöre vererek açtım. "Çağlar merhaba, kapıdayım da."

 

Adamın yüzünde bir tedirginlik hakimdi. "Tamamdır." dedi ve telefondaki hat düşme sesi yankılandı. Arabanın anahtarını adama doğru attığımda hava da yakaladı ve yüzüme baktı. "Koskoca Akal malikanesini korumak adına görevlendiren biri olarak vasat bir iş yapıyorsun. Bana hem içerideki hadise hakkında bilgi verdin hem de korumaların yerlerini söyledim. İyi ki düşman değilim. Yoksa işimi kolaylaştırmıştın." Adam mahcubiyet ile yüzüme bakarken büyük demir kapılar iki yana açıldı. Açıldığında aynı zamanda iki yılan formu oluştu. Bu görünmez yılan formu palazlanan sembollerden sadece birkaçıydı.

 

Kapının ardından iki Akal'da gözüktü. Dide ve Çağlar oradaydı. Çağlar'ın üzerinde lacivert bir takım ve siyah bir gömlek vardı. Dide ise güzel uzun siyah bir elbise giymişti.

 

Kulübenin içindeki adam önünü ilikleyerek kulübesinden çıktığında, "Buyurun hanımefendi." dedi ilerisini göstererek. Ters bir bakış atarak onlara doğru ilerledim. "Şafak." diye mırıldandı Dide olabildiğince pozitif bir sesle. Ona doğru yaklaştığımda kollarını bana sardı. "Hoş geldin. İlk kez bize ait olan bir yere raconsuz geliyorsun." dedi pozitifliği arttırmak adına. Küçük kısa bir kahkaha attım.

 

"Olmadı bir yadırgadın değil mi?"

 

"Baya." dedi ve kahkahama eşlik etti. Kollarımı çektiğimde elimi Sarp Çağlar Akal'a uzattım. Günaydın."

 

"Hoş geldin." dedi olabildiğince tok ve düz bir tonda.

 

"Hoş buldum."

 

"Bizi bekliyorlar. Seni böyle alalım." dedi ve açılan kapılar ardından gözüken büyük malikanenin taş yürüme yolunu gösterdi. Etrafta baktım. Barok esintilerinin buram buram hissedildiğini bir yapıydı. 16. veya 18. yüzyılda yapıldığını düşünülmeyecek kadar modern detaylar da işlenmişti.

 

Yürüme yolundan evin kısa merdivenlerine gelene kadar neredeyse hiç konuşmamıştık. Dide heyecanla önden giderken Çağlar ile senkronize adımlar atıyorduk. "Sabah telefonda sesin ağlamış gibiydi."

 

"Ne?" dedim başını ona doğru çevirerek.

 

"Sabah diyorum sesin ağlamış gibiydi." Derin bir nefes aldım ve ona baktım. "Yok." dedim yalan söyleyerek. Yutkunarak boğazımı temizledim. Dudaklarımı birbirine bastırarak ona baktım. Merdivenlerde durmuştuk bunu yaptığımda. "Dedem biraz fevri. Genelde bu şekildeyken biraz aksi olur. Başka zamanlarda çok misafirperver olur." dedi sanki bir şey adına beni uyarıyor gibiydi.

 

"Sorun değil. Ben deden ile ilk kez görüşmüyorum." dedim ilerlemeye devam ederken giriş kapısından içeri girmiştik. Uzun beyaz bir koridorun ardından uzun camlardan oluşan büyük bir salon vardı. Büyük kahverengi deri koltuklar ve av hayvanlarının kafasının bulunduğu bir duvar vardı. Duvarın hemen ardında ise bir aile fotoğrafı vardı. Kahve deri koltukları şömine ve önünde bir post ile tamamlanmıştı.

 

Çağlar elini kapısı açık olan odaya doğru uzattığında onun ardından oraya ilerledim. İçeri Çağlar'ın ardından girdiğimde büyük yemek masasının olduğu bir oda karşıladı beni. Sıralı sandalyelerin etrafındaki ceviz masanın başında Kemal Akal oturuyordu. "Ah," dedi ellerini avuçları birbirine bakacak şekilde yerleştirdi.

 

"Güzel ve akıllı Şafak. Hoş geldin." Kemal Akal'a doğru ilerlediğimde elimi uzattım ve öptüğünde dizlerimi kırarak reverans ettim. "Nasılsınız?"

 

"Çok iyiyim güzel Şafak. Peki ya sen?"

 

"Teşekkür ederim." dedim ve gülümsedim. Eli ile tek boş olan yeri gösterdiğinde Barış ayaklandı ve kollarını bana doladı. "Merhaba canım benim." dedi cıvıldar bir tavırda.

 

"Hoş geldiniz. Nasıldı balayı?" Barış'ın çektiği sandalyede tam yanına otururken. "Çok iyiydi. Bali muhteşem." dedi. Yağmur tam karşımda oturuyordu.

 

Onun yanında Dide vardı. Benim yanıma ise Çağlar oturmuştu. "Ne güzel. İyi geldiği belli muhteşem gözüküyorsunuz."

 

"Ben de geçen yıl oradaydım. Gerçekten cennet gibi bir yer." dedi Dide. Bana döndü. "Sen nasılsın Şafak? Düğünden sonra çok görüşemedik. Ala adına çok üzgünüz. Aramalar ile ilgili yardımcı olduk ama sen kabul etmediğin için ziyaret edemedik."

 

"Haberini aldım." dedim yutkunarak. "Sağ olasınız."

 

"Peki bir gelişme var mı?" Kemal Akal'ın sesi ile ona döndüm. "Hayır. O akşamdan sonra sanki toz olup uçtu." dedim sesime hızlı bir şekilde bir hüzün ve hasret oturmuştu. Boğazımı temizledim. "Farkındayım. Yaşadığın şey çok zor. Sarp'ın çok yakın diplomat arkadaşları var bazılarına yönlendirdik davayı. İznin olmadan fakat ama kötü bir niyetimiz yok tabii. Ailenden bazı fertler bizi suçladı."

 

"Sen diplomat mısın?" dedim Kemal Akal'dan çevirdiğim bakışlarımı Çağlar'a çevirerek. "Yaklaşık 8 yıldır."

 

Dudaklarımı imrenircesine büzdüm. "Teşekkür ederim." dedim Kemal Akal'ın diyaloğunu devam ettirerek. "Sorun değil, yardım eliniz için de ayrıca teşekkür ederim." Yeniden Çağlar'a baktım ve fısıldayarak sordum.

 

"Senden asla bir diplomasi beklemiyordum."

 

"Ne enerjisi veriyorum peki?"

 

"Seri katil." dedim alaylı bir tonda. Sarp Çağlar Akal gülümsedi.

 

"Seri katil." dedi beni taklit ederek. "Baya iyi bir gözlemcisin."

 

"Bunu doğruluyor musun yani?"

 

"Senin ağlamadığını söylediğin kadar doğru." dedi dirseğini masaya dayadı ve sol elinin işaret parmağı çene çukurunda gezdirdi. Gözlerimi kısarak ona baktım ve dudaklarımı ıslattım.

 

Bu hareketim çok kısa bir süreliğine dudaklarıma ardından seslenen Dide'ye baktı. "Ala ile ilgili çalışmalarımızı haddimiz olmadan yürüttüğümüzü biliyorum. Babama yaptığın büyük şirket jestinden sonra bize bu denli yardımcı olan bir insana yardımcı olmak istedik. Ala sonuçta en nihayetinde bir çocuk."

 

Kısa süreli gülümsemem dudaklarımdan silindi. "Öyle." dedim sesimde hala bir kırgınlık vardı. Bana yıllarca düşmanmış, yatağımın altındaki canavarmış gibi gösterilen Akal'ların Ala hakkındaki söylemleri bana aydınlanma yaşatmıştı.

 

"Arkadaşının çocuğuymuş öyle mi?" diye sordu ama ben cevap veremeden Sarp Çağlar'ın sesi duyuldu. "Dide, haddini aşma."

 

Masadaki hiyerarşik yapıyı egale edecek şekilde egemendi sesi. Dide sorduğu sorunun hassasiyetini kavramadan bana baktı ve özür diler gibi mırıldandı. "Doğru haddimi aşmış olabilirim."

 

"Problem yok." dedim onun mırıltısına benzer bir mırıltı ile.

 

Aslında Çağlar araya girmese bu soruya ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Kalbim hızlı bir şekilde atmıştı. Bu sorduğu sorudan değildi. Olduğum ortamdan ve vereceğim cevaptandı. Evet, Ala benim arkadaşımın kızıydı ve arkadaşımın bana olan emanetine sahip çıkamamıştım.

 

"Ee, o zaman buyurun başlayabiliriz."

 

Masa da birden çatal kaşık sesleri artarken, Kemal Akal bana döndü. "Bu Sarp'ın bahsettiği konu hakkında bir şeyler sormak istiyorum sana güzel Şafak." Elindeki küçük fincanı yere bıraktı ve bana baktı. "Selim ilk sana anlatmış sanırım. Bir kadınla evlenmek istiyormuş."

 

"Evet Kemal Bey."

 

"Bana bunu bir aslı astarı ile anlatır mısın?"

 

"Tabii ama ben bu konudaki söz sahibi olamam. Bunu torununuza ve eşi olacak kadına sormanız en doğrusu olacaktır. Ben sadece ilişkilerine destek verdim çünkü aynı şekilde Ala'nın ilk kayıp zamanlarında Selim de bana oldukça yardımcı olmuştu."

 

"Evlenmek istiyor öyle mi o kadın ile?" diye sordu. "Öyle olduğunu beyanediyor Kemal Bey." dedim tüm saygımı kullanarak.

 

"İyi Sarp ve sen bir gün huzuruma getirin bakalım bu kaçakları."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%