@belarophontes
|
*
Farazi- Dobro Vecer
Teoman- Bana Öyle Bakma
7. BÖLÜM
BİN AH, BİNLERCE AB
Çığlık.
Yalnızca apansız, çığlık çığlığa haykırmak istiyordum. "Şşt." dedi yumuşacık bir ses. Ölmek istiyordum. Yerdeydim. Yerdeydi.
Nefesi saçlarıma değiyordu. Çığlık atarak, bağırarak ağlıyordum. "Çağlar." dedim hıçkırıklarımın arasından. "Şafak." dedi sesi benden daha fazla acı çekiyor gibiydi. "Ben-benim anne ve babam..." Kollarım kucağıma dermansızca düşmüştü. Onun kolları ise bedenimde sarılıydı. "Eşyalarımı bir çöpmüşüm gibi atmışlar." Hıçkırıklarım zemine düşüyor ve parçalara ayırıyordu ruhumu. Ellerini saçlarıma attığında hayalet bir dokunuşla gezdi saçlarımda. Tokasız öylece toplu durmayı başaran saçlarım parmaklarının ufacık dokunuşuyla ilan ettiler bağımsızlıklarını, söküldüler.
Bir günah gibi yayıldılar sırtıma. Okların yerleri kanadı bu dokunuşla. Nefes almayı unutmamıştım ama beni öyle bir sıkı tutuyordu ki kollarını bir anlığına bile bıraksa düşecekmiş gibi hissediyordum. "Ben bir Alphan değilim." dedim idrak edemiyordum ama ağzımdan sanki kendiliğinden dökülüyordu bu cümleler. Öylece zeminde yerde eşyalarımın hemen yanında ikimizdik. Bu iki yabancının kucaklaşmasıydı. Onu Barayı yapan hayat neydi? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu yazılanlardı.
3 saat.
Bu olayın üzerinden 3 saat geçmişti. Çalışma odasının masasının üzerinde duran eşyalar tek tek yukarı taşınmıştı. Çağlar büyük bir titizlik ile yerleştirilmesi adına çok uğraşmıştı. Ben ise verandada ilk gün eve girdiğim ilk gün gördüğüm salıncaktaydım. Bedenime sardığım battaniye ile uçurumdan kopup gelen denizin sesini dinliyordum. Ağlamak istemiyordum ama ağladığım için burnum akıyordu. Gülşen ablanın elime tutuşturduğu limon kokulu kutu peçeteyi de kucağıma koymuştum. Küçük bir çocukken de dışarıda üşüyerek içeride sıcacık uyumayı çok severdim.
Bu gibi her şey yalan olmuştu.
Kutunun hemen yanında duran telefonumu elime aldım sonra. Hızla düşünmeden bir numarayı tuşladım. Babamı.
Birkaç çalıştan sonra açıldı. "Şafak?"
Baba. "Merhaba. Yazdığın mektupla alakalı aramak istedim seni. Çağlar iletti." Sesim robotikti hatta öylesine robotikti ki bir süre anlam vermediğim bir hal içinde oldum. Beni korumak için ruhum duygu akışını engelliyor gibiydi. "Evet."
"Bunu bu şekilde öğrenmeni inan bana istemezdim." Bu cümleden sonra aramızda bir sessizlik gezdi. Bir beden oldu sanki yanımda, apansız bir uykudan uyanıp büyük bir karanlığa hapsolmuş gibi. "Buluştuğumuzda belgeleri getirmeyi unutma. Karşıma da çıkma bir daha."
Telefonu kapadığımda hızla kucağıma koydum ve dudaklarımı dişleyerek ağlamamak adına kendimi sıkmaya başladım. Gözlerim doluyor ve görüntümü bulanıklaştırıyordu. O sırada telefonum yeniden çaldı. Ekranda gördüğüm yazı bir süre beni öylece bekletti. Daha sonra açtım.
"Alo?"
"Şafak?"
"Merhaba." dedim çünkü nasıl hitap etmem gerektiğini bilmiyordum. Sanki hayatımdaki iki aktif rol bölümün sonunda ölmüştü. Perde kapanmıştı.
"Sen söylemeden söylemek istediğim bir şey var. Her gün seninle uyandığım her sabah, bir sıcaklık istedim. Dedim ki anneler böyle, etrafımdan gördüm çünkü anneler sıcacıktı. Hazır kahvaltı sofraları, mevsimlik hazırlanan reçellerin ekmeği üzerine sürülüp azarlanarak yedirmeleri, kokuları ve duyuları. Anne olmak budur dedim. Herhalde yani. Karşılaştıracağım bir örneğim yoktu. Sen vardın. Bir de kopkoyu nefretin. O kadar gaddardın ki hayata, pencereden baktığın bir gün bile yüzün gülmedi. Hep babam ve sendin mevzu ben ise orada burada bir makine gibi yetiştim. Bir proje çocuk gibi." Yutkundum.
"Bir kez olsun isyan etmedim ama huyu bu dedim. Çocuk halimle olgunluk beklediniz, oldum. Olgun oldum. Kazandığım veya kaybettiğim savaşlar umurunuzda olmadı. Hayat vardı ama siz ekseninde bile değildiniz. Sen aldatılan o kadın çemberinden hiç çıkıp anne olmayı denemedin ki. Şimdi bana gerçek annem ve babam olmadığınızı söylemeniz benim için bir şey değiştirmez çünkü hiçbir zaman gerçekten anne ve baba değildiniz."
Telefonun ucundaki nefes alışverişlerini duyabiliyordum. "Şafak, hakkını helal..."
"Helal olsun."
"Özür dilerim. Mutlu ol."
"Sen de."
Çok kısa hayatla ilgili bir bilgi verebilseydim henüz bu hayatı tatmamış olanlara kulaklarına doğar doğmaz kendi kanınız ile sınanacaksınız ve bu kaydedeceğiniz ilk savaş olacak derdim. İlk savaşınız her zaman ailenize olacak. Farklılıklarınız, hissettiğiniz, doğduğunuz dünya fark etmeksizin onların devri gibi davranın ama önder olun isteyecekler. İstekler siz her mumu üfleyip seneyi devirdiğiniz de artacak. Aynaya baktığınız da gördüğünüz ile sınanacaksınız ama yeterli olamayacaksınız derdim. Kanınız ile savaşmayın.
Ben bugün savaştığımın sadece sevgisizlik olduğunu gördüm. Yabancı bir adam bunu bana elleri ile gösterdi. Annemin açmak için sinir krizleri geçirdiği saçlarımı bir dokunuşu ile açtı. Ben bugün bir oyun parkında düştüm ve annem yoktu. Dizlerimdeki kumları kendim silktim. Kendim kalktım.
Gözlerimi elimin tersi ile sildiğim de bir ses duyuldu. "Hoşt." Kaşlarımı çatarak kalktığımda takım elbiseli bir adamın duvara yakın bir şekilde ağır ağır ilerlediğini gördüm. "Hoşt dedik be!" diye çıkıştı. Kulübe olduğunu yeni fark ettiğim evin yan kısmındaki bahçede duran bir köpek vardı. Adama doğru yaklaşmıyordu ama onu hedefine aldığı kesindi. Kulübeden yalnızca kafasını çıkarmıştı ama büyük kafasını buradan bile görebiliyordum. Burnumu çekerek adama bakmaya devam ettim. "Güven!" dedi birine sessizce bağırarak. "Allah'ın cezası Güven!"
Köpek kafasını eğerek büyük yuvadan çıktı. Gözlerimi irileştirerek ona baktım. O kadar büyüktü ki. Adam yine bağırdı. "Ulan ben seni kurşuna dizdirmezsem Barayı'ya Güven."
Güven dediğini düşündüğüm kişi ceketinin düğme kısmından tutarak koşarak diğer adamın yanına geldi. "Abi?" dedi. "Ne oldu?"
"Bu it eğitimde değil miydi?"
"Sarp Bey eve geldiği için bir süreliğine burada kalacak." dedi sessizce. Sanki köpeğe it dememesini vurgular gibiydi sesi. Benim verandadan sarktığımı ve onlara baktığımı görmüyorlardı çünkü tam tepelerindeydim.
Köpeğin birden havlaması ile ikisi de yerinden sıçradı. "Ulan it!" dedi korkup köşeye sıkışan. "Tepkinizden korkuyor." dedim tam tepelerinden. İkisi daha da korkup sıçramalarını ikiye katlayınca dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yenge sıkıştım ben buraya adım atınca geliyor. Sen içeri gir. Bir şey yapmasın. Abiyi çağıramam, küçücük köpekten mi korkuyorsun diye soruyor, dalga geçiyor sonra."
"Ben yenge...Tamam dur geliyorum." dedim kurmak istediğim cümleyi yutarken. Verandanın girişinde hasır bir sepetin içinde bir çift terlik görmüştüm. Onları ayağıma geçirip merdivenlerden indiğimde iki adam da öylece yüzüme bakıyordu. "O bir Tosa. Korktuğun için değil, hareketlerinin şüpheli olduğunu düşündüğü için bu şekilde davranıyor." Adamların yanından geçip köpeğe yaklaştığımda bir kez daha havladı. Arkadaki adamlar korkuyla seslendi. "Yenge yaşlandı onun kafası gitti. Yaklaşma gözünü seveyim."
"Abiyi çağır, şimdi yedirecek bizi bu tasoya."
"Tosa." diye düzeltti diğer adam.
"Her neyse amına koyayım. Çağır abiyi." Onlar bir heyecan içindeyken köpek de gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Dizlerimin üzerine çöktüm ve elimi ona doğru açıp kapattım. Bu şekilde beni tek hamlede yere yıkacak ve yiyecek gibi gözüken köpek yere yattı ve karnını açarak mırıldanır gibi ses çıkardı. "Aferin sana." Köpeğin karnına elimi koyduğumda başını bana yasladı. Bu benim dengemi kaybetmeme sebep olurken yere oturdum ve küçük bir kahkaha attım. Diğer adam koşarak kapıdan çıktığında merdivenleri atladı ve diğer arkadaşının yanına geldi. Köşede sinmiş olan hayretle beni izliyordu.
Başka bir hayrette az önce benim bulunduğum veranda kısmına ellerini iki yana açarak azıcık eğilmiş ve siyah gömleği ve nemli saçları ile Çağlar'dan başkası değildi. Köpek onu görür görmez, dikildi ve sevinçle havladı.
Elimi başına koydum ve sevmeye devam ettim. Sevgi bir hayvanı bile ehlîleştirirken, insana kırbaç oluyordu bazen. Sevgisizlik yarası kapanmazdı.
"Yenge maymun etti koskoca Sıfır'ı."
"Adı sıfır mı?" diye sordum hayretle. Çağlar verandadan inmiş yanıma geliyordu. "Adı sıfır ve on iki yaşında."
"Ya." dedim kafasını sevmeye devam ederken. "Şafak çocuk gibisin. Kalk hadi."
"Biraz şortunu batırdım." dedim ellerimi birbirine temizlemek adına vurarak. Elini bana uzattı. Kalkmam adına ince ve zarif bir yardımdı yaptığı. Elimi elinin içine koyar koymaz sıkı ama hafif bir tutuşla beni kaldırdı. "Abi cezaevindeyken bulmuş onu..." Sarp Çağlar Akal bunu söyleyen ve adının Güven olduğunu hatırladığım burada gördüğüm nice takım ceketli adamdan birine müthiş sert bir bakış gönderince adam cümlesini yarıda kesti ve önüne döndü. O sırada geniş giriş kapıları açıldı. İçeri simsiyah üç adet araba girdiğinde takım elbiseli iki kişi başlarını bir günaha karışmışçasına aşağı eğerek yanımızdan geçip gittiler.
3 adet arabanın markası aynı değildi ama üçü de binek ve oldukça pahalı markaların arabalarıydı. 3 arabada evin arabalar için otopark olarak tasarlanmış alanına park ettiğinde 3 kişi de arabadan indi. Bunlardan biri o gün tanıştığım Cengiz, Selim ve Irina ve bir kadın daha vardı. Sarı saçlarından ve uzun boyundan bir Akal olduğunu bağırarak belirtiyordu.
Yine de cezaevi meselesi kafama takılmıştı. Mektupta seni Barayı yapan bu hayat demişlerdi. Neden cezaevinde yatmıştı?
Ben bunları düşünürken Selim kucağındaki Anna'nın yere doğru uzanan battaniyesini düzeltti ve tavırla Irina'ya uzattı. "Babalar en son duyar tamam da sizinki de biraz şov yani."
"Tüm bunlar ne arada oldu Şafak?" Irina bozuk Türkçesi ile tavrı daha az olan ya da benim öyle anladığım bir cümle kurdu. "İçeri de konuşuruz." dedi Çağlar. Elini bel boşluğuma yerleştirdi. Bu vücudum da bir elektrik akımı yaratırken muhtemelen ağlamaktan şişmiş gözlerimle Çağlar'a baktım. O ise kız kardeşine bakıyordu. Elini ona doğru uzattı ve takdim etti.
"Nergis."
"Şafak." Elimi uzattım ve olabildiğince gülümsemeye çalışarak, "Memnun oldum."
Elimi aynı özveri ile sıkıp aynı şeyi söyledi. "Kardeşimin adına çok mutluyum. Umarım daim olur." dedi. Tavrı mı çok resmi yoksa hep mi bu şekilde konuşuyordu? Bilmiyordum. Beni sevmiyor da olabilirdi. Abisine öylece gelip çöken bir kız imajı çiziyor olabilirdim ama gerçek farklıydı.
"Hadi soğuk içeri geçelim." dedi Cengiz bu kısa ama bence negatif tanışmayı modere ederek hepimizi içeri yönlendirdi. Bu sırada eli hep bel kavsimin tam üzerindeydi Çağlar'ın. Eli hem bir hayalet kadar hissiz hem de duygu doluydu.
Köklerimin yalan olduğunu öğrendiğim bugün, bambaşka ve yabancılarla bezeli bu evde bir evin sofrasında Gülşen ablanın özenle kurduğu bir başka sohbetteydim. Çocukken evimizin yani evlerinin bir kısmında küçük aynalar ile bezeli bir vazo vardı. Ona vuran özellikle de kış aylarında vuran ışığı çok severdim. Her zaman zaman buldukça onun gökkuşağı yansımalarını izlerdim. Bir kaydıraktan kaymak kadar heyecanlıydı o zamanlar bu yaptığım. Elimi yansıyan ışıkların üzerine koyar ve ellerime çıkmalarına izin verirdim.
Şimdi elimde bir başka yansıma vardı. Bir yılan dövmeli el. Çağlar.
Sarp Çağlar.
Masanın başındaki hakimiyetini kuruyor ve profesyonel bir yüz ifadesi ile bir kadınla tanışma hikayesinden bahsediyordu. Benimle tanışma hikayesinden. Eli elimin üzerindeydi. Çift viski taşı attığı viskisinden ara ara yudumlar alıyor ve Gülşen ablanın yemeklerini övüyordu. Hem bir aile babası kadar sıcaktı sohbeti hem de otoriter ya da ben bir babanın sıcak sohbeti nasıl bilmediğim için en sıcak bulduğum sohbeti bu kalıba sokuşturuveriyordum.
Ona göre masaya geçtiğimizden beriki tavrını baz alarak bu yaşadıklarımız bir çeşit tutulmaydı. Öyle anlatmıştı. Beni gördüğünü ve ilk anda tutulduğundan bahsetmişti. Masadaki tüm isimler Çağlar'ın bu tiradını şevkle dinlerken Cengiz yoğunlaştığı etini parçalara ayırmaya uğraşıyordu. Gerçeği biliyordu çünkü. Onun bu frapan ve oldukça yoğun dövmelerini ilk gördüğümde de fark etmiştim ama şimdi başını eğdiğinde boynunun tam orada şah damarına yakın kısımda bir K harfi dikkatimi çekmişti. K'nin sırt kısmında bir bıçak vardı. Anlamı oldukça yüksek olsa gerekti.
"Şafak bana dedeme söyleme kısmında çok yardımcı oldu. Bana en son Akalarındaki ilişkiden bahsetse de mutlu oldum." dedi son derece tatlı bir dille Selim. Teşekkür ettiğimi mırıldanır bir dille anlattığımda telefonum titredi. Sarp Çağlar ile aramızda ellerimizin hemen yanında duran telefona ikimiz de aynı anda baktık.
Tankut'tan geliyordu.
Öğrendiklerin için üzgünüm. Barayı ile olan muhabbet ise saçmalıktan başkası değil. Zor durumdaysan seni alabilirim. O herif seni zorla mı tutuyor Şafağım?
Çağlar bakışlarını telefonumdan hiç çekmedi. Elini elimden çekip elime telefonu aldığım da hala telefonuma bakıyordu. "İyelik ekleri..." diye geveledi. Elini çenesinin altına götürdü ve menekşelerini bana dikti. "Yerinde kullanılmalı. Özellikle de nişan arifesinde olan bir kadına."
"Bunlar onları bilmiyor Çağlar."
"Bildiririz." dedi fakat bunu bir emri vurgular gibi söylemişti. Telefonumun açık olan ekranına dönerek yazdım.
Bir şeyin olduğu yok. Ben Çağlar ile beraberim. Alphan kısmındaki mesele ise yalnızca beni ve birlikte olduğum insanı ilgilendirir.
Ailem, anne ve babam ve birçok sıfat düşünüştüm Alphan kısmı yazmadan. Bu meseleler bir iple beni geçmişi düşünmeye çekiyordu. Geçmişteki yaşamımı, aldığım her yaşı ve her anı düşünmeden edemiyordum. Bir süre sonra yalnız kaldığınızda eliniz de kendinize acımaktan başka bir şey kalmadığı zamanlardan birindeydim çünkü.
Çağlar ile beş aylık bu rol bazı engellere gebeydi. İlk engeli anne ve babam derken aslında engelin yolumda bile olmadığını öğrendim. Çağlar'ın babamla konuşmaya gitmesi oldukça hoş bir davranıştı fakat o inceliğin altında bir sırat köprüsü ve bir araf olduğunu öğrendi. Öğrendim.
"Şafak, abim biliyorsun ki bir diplomat. Burada yalnızca kış bitene kadar duracak. O zaman uzaktan mı yürüteceksiniz ilişkinizi?" Irina, Nergis'in bana sorduğu soruya bir farkındalığa varmış gibi sesler çıkararak katıldı. "Onunla giderim." dedim ona bakmadan etimi kesmeye devam ederek. Çağlar'ın dudaklarına götürdüğü viskiyi havada kesip bana baktığını görebilmiştim. "Kızımı bulduktan sonra her yere gidebilirim."
Herkes mırıldar bir tavırla anladığını belirtmişti fakat Çağlar'ın gözleri üzerimdeydi. "Dedem, Yunanistan'da kalacak bir hafta. İş toplantısı için Barış ve Yağmur ile gitti. Onlarda Santorini'yi merak ediyordu."
"Dide nerede?"
Irina'nın sorduğu soruya karşı bu kez Çağlar cevap verdi. "Bir arkadaşının doğum günü bugün. Ona gidecekmiş."
Masada rahatsız değildim ama etimi ağzımda döndürüyor ve bazı düşüncelerden kendimi alamıyordum. "Nişanı nerede yaparız?" Selim heyecanla sordu. "Belki sizin nişandan sonra bizim de evlenmemize izin verir."
"Aile arasında küçük bir tören. Zaten Şafağın bir yüzüğü var. Yalnızca yemek yeriz." Çağlar profesyonel yalanlarına devam ederken ona bakma gayretinde bulunmadım. Dikkatimi durmadan ekran ışığını açan ve mesaj bekleyen Cengiz çekiyordu. Kafamdaki dehlizden arınmak onu düşünmemeye ve etrafı gözlemlemeye çalışıyordum ama faydası olmuyordu. "Kusura bakmazsanız. Bugün feci şekilde başım ağrıyor. Size ayıp olmazsa uyusam olur mu?" Masanın tamamından onay sesleri çıkarken gülümseyerek teşekkür ettim. Koltukta pusetinin içinde uyuyan Anna'ya sessiz bir öpücük kondurduğum da Çağlar'ın masadan kalktığını görebilmiştim. Masayı bırakmak belki de ayıptı ama asla muhabbetleri dinleyemiyordum. Kafam kelimenin tam manası ile uğulduyordu.
Merdivenlere yöneldiğimde Çağlar arkamdaydı. Biliyordum. Toplantı odasındaki sarılmamızda burnuma dolan kokusundan onu anımsamak ve takip etmek çok da zor değildi. "Baban hakkında hiç konuşmadık. Kızgın mısın bana?" dedi sesi dümdüzdü ama tavı suçlu bir çocuktan farksızdı.
"Değilim Çağlar ama farkındasındır ki zor şeyler yaşadım. Yaşıyorum. Desteğinin farkındayım ama bu oyunu yalan söyle ve ilerlet mantığından çıkarmak zorundasın. Bir de bunca derdimin arasında yalanlarına uymak için kendimi zorlamak istemiyorum." Birkaç adım attı ve aramızdaki mesafeyi kapadı. Kalbim bir orkestrayı yönetir gibi atmaya başladı. "Hangisinin yalan olduğunu düşünüyorsun?"
"Tutulma?"
"Etkileyici bir kadınsın. Bu yalan değildi." Üflemeli çalgılar kalbimin etrafında bir rüzgarın dönmesine sebep oldu.
"Yüzük?" Vurmalı çalgılar göğüs kafesimi zorluyordu.
Elini pantolonun cebine attı ve bir kutu çıkardı.
Müzik durdu. |
0% |