Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Bölüm 8 / Irak ve Istırap

@belarophontes

 

 

*

 

 

Anıl Emre Daldal - Anlatamadığım şeyler var

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

8.BÖLÜM

 

 

 

 

 

 

 

IRAK VE ISTIRAP

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir gün geçti ve uyandık. Tüm her şey bitmişti. Rüyalar, daha canlı ve eğlenceli görünen o dünyadan artık eser yoktu. Kelebekler ölmüştü. Sahi kelebekler ölür müydü?

 

Bir adamın günahı, zamanın hırçın yapıtaşlarıyla sevişti. Günah zamanın içine yayıldı. Öyle yayıldı ki, hantallaştı zaman. Parçalara böldü tüm olgularını. Ellerinden kan damlayan bir adam sahneyi devraldı. Bütün senaryoları yeniden yazmak için. Ölmemek için, öldürmemek için.

 

Kavuşmak için.

 

Hayatın ucundan küçük bir müzik kulaklarıma doluyordu. Aslında bu müzik bir ninni ile birleşiyordu. Bir çocuğun baş ucuna koyduğu bayramlık ayakkabıların sevinci ve heyecanı ile yazılmış ve o ayakkabıları kana bulayan bir adamın sesi ile de peydah olmuştu. Aksine ilerleyen bir adım, boğazından yakalamıştı gerçekleri.

 

Hayat, büyük oyununu sergilemek için sahnedeydi.

 

Bir kız çocuğu bu hikayeye alkış tutuyordu. Küçücük elleri heyecanla birbirine vuruluyor, bir gurur göğsünden yukarı bir hava balonu oluşturuyordu. O hava balonu, onu benimsemeyen herkesin yüzünde patladı.

 

Topuklu ayakkabılarımı çıkartıp, henüz kızmamış kumlara basmıştım. Ayaklarımın altından zamanla ile eş değer bir eksende kayıp gitti kumlar. Bir zaman kırılması ile benzeşti. Saat, güneşi yeni yeni doğurmuştu. Bu saatlerde su oldukça soğuk olurdu. Bu sebeple ayaklarımın suya değmeyeceğinden emin olduğum bir yere oturdum. Saçlarımı tek omzumda topladım ve benliğimden akıp giden zamanın o sessiz mırıltılarını duymaya çalıştım. Çok âciz ve bir o kadar sessizdi. O şarkı artık kulaklarıma dolmuyordu. Aslında en son öyle bir şarkı dinleyeli üç ay oluyordu. Hatırlıyordum.

 

"Teyze bak!" Ala'nın heyecanlı sesi kulaklarıma dolduğunda kafamı çevirdim ve sesin geldiği yöne baktım. "Bak Teyze kelebeğe bak!" Ala arkasından koşturduğu kelebeği göstermek adına büyük bir heyecan içerisindeydi.

 

"Görüyorum güzelim, dikkatli ol." Kelebek uçtu uçtu ve Ala'nın valizinin üzerinde duran ayıcığına kondu.

 

"Nasıl olur da bir gün yaşayabilirler anlamıyorum." dedi kelebeğe usul usul yaklaşıyordu. Güzel kahve saçları güneş ışığının yansıması ile parlıyordu. Hafiften esen rüzgar da onu üşütmüyor aksine enerjisini ortaya çıkarıyordu. "Aslında temelde bir gün yaşamazlar teyzeciğim. İki hafta kadar yaşarlar."

 

Duyduğu şey kafasındaki gerçek ile örtüşmemiş olacak ki şaşkınca yüzüme baktı. "Nasıl yani ama babam telefon ile konuşurken bana bir gün yaşadıklarından bahsetmişti."

 

Ala yeni tanışacağı baba figürüne olabildiğince inançlıydı. Annesinin ölümünün ardından küçücük kafasının içindeki tek soru babasının nerede olduğuydu.

 

Şimdi ise merak ettiğim onun nerede olduğuydu? Benim nereden olduğumdan daha çok merak ediyordum bunu.

 

Açık kapının aralığından bir ruh gibi süzülerek gelen bir olgu vardı. Aşağıdan bir piyano sesi geliyordu. Rüyada değildim ama fazlası ile uyduğumu biliyordum. Sabahın ışıklarından anlayabiliyordum bunu. Odama çıkıp duş aldıktan sonra uyuyakalmıştım. Akşam belki de ilk kez oturduğum o insanlara ayıp olmuştu ama kendimi iyi gerçekten hissetmiyordum.

 

Ayaklandım. Baş ucumdaki yüzükle göz göze geldim bu yaptığımla. Cebinden çıkan kadife kutuyu ellerime bıraktığında bunun bir simge olduğunu ve takmam gerektiğini de dile getirmişti. Çağlar'ın her şeyi ben varoluşsal sancılar çekerken bu denli ince düşünmesine tavdım ama işi gereği mi bilmediğim bir şekilde profesyonelce yalan söyleyebiliyordu ama aynı zamanda yüzüğe kadar düşünecek ince bir adamdı. Kutuyu elime alıp içindeki yüzüğe baktım. Pembe altın olduğunu düşündüğü, yeşil taşları olan bir yüzüktü. Hem çok zarifti. Hem de tam benim tarzımdı. Parmağıma geçirmeden geri kapattığımda üzerimi giyinmek adına yataktan kalktım. Çarşaflarımı düzelttikten sonra yatağımı topladım. Bugün babamla yani Sadık Alphan ile buluşmayı planlıyordum. Bu yüzden üzerime daha resmi olduğunu düşündüğüm bir ceket elbise ve topuklularımı geçirip dalgalı ve kabarık saçlarımı taradım.

 

Çantamın içine birkaç parça eşyamı koyarak yüzüğü de yanıma alıp odadan çıktım. Piyano sesine konuşma sesleri de hakimdi. Bir adam hararetle konuşuyordu. Merdivenlere hala alışamamıştım bu yüzden ilk adımıma mutlaka bakıyordum. Merdivenden ilk adımı attığımda ses netleşti. "Tamam diyorum Sabri. Sen beni anlıyor musun? İş üzerindeyken kız arkadaşına yazma işte. İp, mip vesaire dinlemem. Sıfır bu evde kalacak. Şafak yenge sizi kurtarmaz bir dahaki hatanızda. Barayı görmeden, bu Akalar kafası işte yoksa nasıl bu tip bir tehlike yaratırsınız der vallahi hepimize saydırırdı."

 

"Anlıyorum abi. Yengeyi ben görmedim. Verandadaymış. Ben müştemilat için ip almaya gittim, orada domates fideleri var Gülşen ablanın onlara bir şeyler dikip bağlamamızı istedi."

 

"Anasını satayım Akalık ayında bu beyimiz organik yesin tantanası bitmedi. Sera yaptık koskoca malikanenin yanına."

 

"Cengiz." Bu uyarıcı ses Çağlar'a aitti. Sesi çatallıydı belli ki yeni uyanmıştı. "Yalan mı abi? Şafak da burada şimdi Gülşen Hanım olur bebek. Zaten dün bebek gelecek diye küçük küçük kaplara yoğurtlar yapmış. Neymiş Irina bilmezmiş. Ben de bulgur pilavına dökünce kızdı."

 

"Şafak Hanım kendisine bakıyor belli. Ona bir liste hazırlatmam lazım. Öyle bulgur pilavı yemez sanki. Bu yaştan sonra öyle cins şeyler de pişiririz ne olacak? Baksanıza manken gibi." Bu ses de Gülşen Hanım'a aitti. Bir şeylerin pişme sesi de aynı anda geliyordu.

 

"Kapı dinlemek kötüdür." Bir basamakta durmuş içerisini dinliyordum ki arkadan gelen ses ile irkildim. Arkamı döndüğümde bunun Nergis olduğunu gördüm. "Teorik olarak kapı olmadığı için bir şey dinliyorum denebilir."

 

"Abimle farklı odalar da uyuyorsunuz?" Elindeki kahve bardağını dudaklarına götürürken açık renk saçlarını omuzlarından geriye attı. "Çok muhafazakar bir ilişki cidden."

 

"Beni sen bir sevmedin sanki?" dedim merdivenin son basamağından da inerek karşısında durduğumda. "Genel ben birden olan hiçbir şeyi sevemem." dedi ve ekledi. "Baksana yüzüğün bile yok. Aidiyet, muhafazakarlık. Bir dinamit değil mi bu ilişki? Alphan ve Akal kazanılmış dengesini bozacak ve düşmanlığını devam ettirecek bir düşman olamaz mısın?"

 

Dilimi damağıma vurdum. "Barış ve Yağmur ilişkisinde de aynı şeyi düşündün mü?"

 

"Barış da Akal serveti için Yağmur'un duyguları ile oynayan bir kukla. Sadık Alphan'ın kuklası." Gözleri ayakkabımın ucundan gözlerime kadar bir yol buldu ve aşağılar gibi süzdü. Büyük sivri topuklu çizmeleri ile bana bir adım attı. "Kuklaları."

 

"Haddini aşma."

 

"Had aşmak nedir biliyor musun? Kalbinin üzerinde kocaman bir 22 dövmesi olan ve yıllardır tek kadını sevmiş abimi ağına düşürüp duygusal boşluğundan yararlanmak." Dumur olduğum, başımdan aşağı kaynar sular süzüldüğü, ensemden bir okla vurulmuş gibi hissettiğim nice zaman dilimleri olmuştu. İlk kez sabit kaldığımı hissettim.

 

"Ne?" Bu tepkiyi bedenim kendi verdi. Ben yalnızca gözlerine bakıyordum. "Bilmiyormuş gibi davranma Şafak. Acınası bu halin. 30 yaşında koca koca insanlarsınız. Hiç birbirinizle sevişmemiş abimin dövmesini hiç görmemiş olamazsın." Söylediğini tarttı sonra. "Olursun." dedi yüzümdeki ifadeden. Şöminenin yanındaki kristal şişelerin ve içkilerin olduğu cam kapaklı bar vitrinin ayna kısmından yüzümü gördüm. Yıkılmış gibiydi. "Bilmiyordun." dedi farkına vararak.

 

Topuklarımın üzerinde döndüm ve hızla giriş kapısına ilerledim. Koşar adımlarla kapıdan çıktığımda son anda koluma attığım ceketi çıkışa ilerlerken hızlıca giydim. Odamdan çıkmadan taksiyi aramıştım. Muhtemelen yakınlardaydı. Soğuk yüzümün bir kemik gibi hissedilmesine neden oluyordu. Dudaklarımı ısırıyordum. Ben ona hiçbir şey sormamıştım ki. Birine aşık mı? Hayatında biri var mı? Hiçbirini sormamıştım. O bana sormuştu ama ben sormamıştım. Demir kapıya tıkladığımda kapı saniyeler içinde Güven tarafından açıldı.

 

"Yenge günaydın. Taksi sana mı?" Arabanın çalışan motoru duyuluyordu. "Bana." dedim buz gibi sesimle. Kapıyı geriye kadar açtı ve geçip dışarı çıktım. Hiçbir şey demeden taksiye bindim. Taksinin hareketlenmesinin üzerine 2 dakika bile geçmeden telefonum çalmaya başladı. Arayanın kim olduğu tahmin edilmez değildi. Telefonu cevaplamak adına elime aldım. "Alo?"

 

"Nergis ne dedi sana?"

 

"Sana da günaydın." dedim sabit bir sesle.

 

"Şafak hiçbir şey demeden çıkıp gidemezsin. Sen benim nişanlımsın."

 

"Sen oyunlara fazla kaptırdın kendini. Ben senin hiçbir şeyin değilim. Bu devletin için yerine getirdiğin bir diplomasi rolü değil. Yüzüğü şirketten gel al ve sahibine ver."

 

"O yüzüğün sahibi sensin. O senin yüzüğün."

 

"Tamam ben yokum. Kendi emeklerim ile biriktirdiğim birkaç lira var. Ben onlarla birlikte ararım kızımı. Kemal Akal da henüz bilmezken bitirmek en iyisi. Kalbinde biri olan kimseye ihanet eder gibi hissettiremem."

 

"Kalbimde biri yok."

 

"Kız kardeşin bana öyle söyledi."

 

"Araban in."

 

"Ne?" dedim doğrularak arkama baktım. Kırmızı araba hemen arkamdaydı. "İn." dedi bir kez daha. "Ya sen zorba mısın be adam? Siktir git kafandaki, kalbindeki kişiyle ol işte. Bir daha da beni bu saçma saçan oyunlara bulaştırma." Telefonu kapatıp yana attığımda yanımdan kıpkırmızı bir şeyin geçtiğini gördüm. Hızla önümüze kırdığında ani frenle taksi durdu. "Anasını avradını. Abla senin kocan bu adam mı?"

 

"Hiçbir şeyim değil o benim." Sarp Çağlar Akal hareket etmiyordu. Arabadan inmiş ve kalçasını arabanın kaputuna dayamış bekliyordu. "Abla sen en iyisi in."

 

Derin ve sabır diler gibi bir nefes aldım ve arabadan indim. "Ne var?" dedim ona doğru yürürken. "Araba bin konuşalım. Çocuk gibi alıp başını gidemezsin."

 

"Beni sevmemesini anlarım ama bu konu ile ilgili neden yalan söyleme gereği duysun he Çağlar?"

 

"İkaz değil, emir de arabaya bin üzerindeki ince hadi. Bin." Yutkunurken gözlerimi kaçırdım ve elimi taksiciye özür diler gibi kaldırarak arabaya ilerledim. O bir dakika kadar sonra dikiz aynasından gördüğüm kadarı ile taksiciye bir şeyler söyleyerek geldi.

 

"Onu ben çağırdım. N'aptın adamı tehdit mi ettin?"

 

"Vurdum."

 

"Ne?" dedim gözlerimi açarak. Taksi yanımızdan Çağlar'ın yol vermesi ile geçip giderken gözlerimi devirdim. "Şafak ben sandığın gibi normal bir diplomat değilim. Sanırım yanlış yaptığım tek şey başından beri sana bazı dinamikleri anlatmamam." Sabır diler gibi soludum.

 

"Yollarda yol çizgilerinin sarı olduğu bazı bölümler vardır şehir de bilmem biliyor musun ya da hiç dikkat ettin mi?"

 

"Konumuz ile ne alakası var? Karayolları mıyım ben?" diye çıkıştım. Güldü.

 

"Ben üç ülke ve Birleşmiş Milletler için çalışıyorum. Bu ülkeler Fransa, Türkiye ve Sicilya. Burada da herkes elimdeki dövmeden ve lakabımdan tanır beni. O yolların bulunduğu bazı yerler..."

 

"Barayı. Lakabın bu değil mi?" dedim başımı dikerek ve bölerek. "Barayı doğru. Bunlardan önce ben bu kadar şanslı bir insan değildim. İyi üniversiteler vb. Bu adam oluştu. Yirmi yaşında tek bir kez aşık oldum. Daha sonra da olmadı. 32 yaşındayım. Aşk yani." Bunu farklı kadınlar oldu der gibi söylemişti. "22 dövmesi benim dönüm noktamla alakalı Barayı olmamla yani. Üniversite mezuniyeti ve hayatım işte." dedi anlatmakta zorlanmıyor ama hatırlamak güç geliyor gibiydi.

 

"Nergis onu biliyor sadece. Birine alışması çok uzun sürer. Bak ben sana söyledim. Ailemi çok ihmal ettim ben bu süreçte. Barayı olma sürecinde yani."

 

"Konunun yollar ile ne alakası var?"

 

"Benim bir sonraki görevim de burada başlıyor. O yolların kontrolü, ticareti, alma verme dengesi, ithalat ve ihracatı benden soruluyor. Türkiye'deki diplomasi rolüm de bu."

 

"Şehrin yarısından fazlası sarı çizgili." dedim dalga geçer gibi. Omuzlarını silkti. "Akal ve Alphan kan davası zamanında bir cinayetle başladı bunu sen de biliyorsun. Amcamın yani bilinen adıyla Kartel'in ölümünden sonra bu iki köklü aile düşman oldu. Sonra bizimkiler Caner'in babasını yani dedenin sağ kolu olan adamı öldürdüler."

 

"Ne?" dedim dumur olmam bugün sürekli yenilenecekti herhalde. "İhsan amcanın oğlu mu Caner?"

 

"O aile ile ilgili bilmediğin çok şey var ama bana ve sözlerime güvenmelisin. Kızını bulana kadar en azından."

 

"Bana ailemizin düşman olma hikayesini anlatman ne alaka?"

 

"Ben Barayı olduktan sonra sizin birkaç arsanıza doğru direkt karışma hakkını elde etmiş oldum. Baban da bana bu arsalar karşılığında ve mallarını geri alma karşılığında seni sundu. Seni tanımıyordum. Çok çirkin bir teklifti benim için bir meta gibi bahsetmesi özellikle. Senden tek bir isteğim var. Devir anlaşmasının Ala'da kalmasını istiyorsun biliyorum ama malların tamamını Barış'a devret. Böylelikle mallar sende olmaz ve baban ile ilişkini koparmış olursun. Hem de güvendiğin birinde olur. Ala ile yeni bir hayat kurmak istediğin zaman hakkını geri alırsın böylelikle de Barış'ın üzerindeki Akal mallarına çökecek boyunduruğu kalkar."

 

Aslında söyledikleri mantıklıydı. Zaten özellikle de anlattığı bu adam profilinin bu gibi işler de pek hata yapacağını düşünmüyordum. "Bunu Barış Yunanistan'dan döndüğünde bir kez daha konuşalım olur mu?"

 

"Döndü. Ben dün olanlardan, öğrendiğinde bahsettim."

 

"O biliyor muymuş?"

 

"Ben Şafak dürüst olacağım. Karışmak haddime değil. Zaten iznin olmadan yeterince karıştım hayatına. Barış'ın bildiğini düşünmüyorum ama buna kesin de diyemem. Bunu konuşacak kişi sensin. Dedem döner dönmez de Selim ve Irina'nın işini halledeceğiz."

 

"Tamam." diye mırıldandım.

 

"Yüzüğünü takmıyorsun." Direksiyonu çevirdiği sırada incecik bir yüzük kemikli parmaklarını sarıp sarmalıyordu, görmüştüm. "Sen bir yüzük takıyorsun ama,"

 

"Evet. Nişanlıyım ya ben." dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan şık bir şekilde virajı yavaşça aldı. Çantamın içerisinden yüzüğümü çıkardım ve parmağıma geçirdim. Parmağıma tam olan yüzüğe alışmam biraz zaman alacaktı ama alışacaktım. İrdelemedim bile yüzük boyutumu bilmesini. Neden irdelemedim bilmiyordum ama bunu yapmak istemedim. Bu oyuna kızım için başlamıştım bir şekilde ona ulaşacaktım.

 

"Şirkette babamla konuşmak ve imzalamam gereken belgeleri imzalamam gerekiyor. Sen beni önünde bırakıp işine bakabilirsin." dedim ve sol elimin yüzük ve baş parmağımın arasına aldığım yüzükle oynamaya başladım. "Öyle söyleyince rest çekiyor gibi oldu." Gözlerimi sıkıca kapadım ve kısıkça gülerek başımı ona doğru çevirdim.

 

"Bir telefon ile yanında olurum."

 

"Teşekkür ederim." Harbede de ona bakmayı atlamıştım. Bugün diğer günlere nazaran daha şık gözüküyordu. Şık bir gömlek ve siyah bir takım giymişti. "Sen nereye gideceksin?" diye sordum. Bu soruyu sormadan sorup sormamamla alakalı uzunca düşünmüştüm fakat.

 

"Şirket. Bu arada Gülşen Abla benden numaranı istedi. Formun ile alakalı bir şeyler yani özel bir beslenme programın olduğunu düşünüyor. Biz Cengiz ile ilk insanlar gibi sürekli et yediğimiz için sen ne yemeyi seviyorsan ona yaz. O sana halleder." dedi tatlı bir tonda. Böyle benzetmeler yaparken hep sesini yumuşatıyordu.

 

"Cengiz ile ne zamandır tanışıyorsun?"

 

"Doğduğumdan beri." dedi yine aynı tonda. Anladığımı belirten birkaç mırıltı çıkardığımda kafasını koldan kaldırıp bana baktı. Dirseğini dayadığı kapının çıkıntı kısmına doğru başını yatırdı.

 

"Güzel bir kadın mıydı?" Ben bunu söyler söylemez yüzünden bir karanlık geçti. Ona karşı bir şeyler hissediyor muydu hala? Sanane Şafak.

 

"Şafak yirmi yaşındaydım. O zamandan beri güzellik algısı denen şey gelişti ben de." dedi ve ekledi. "O kadın ile alakalı bir şey yok çünkü biz hiç oturmadık. Sohbetimiz olmadı. Yani ben sevdim, uzaktım. Okulum falan derken bitti gitti. Nergis de ortamda böyle anlattığım ilk kadın olduğundan hala ara ara aklımda onun olduğunu söyler. Bu yaşa kadar evlenmememi falan ona bağlar. Sen de birden sürpriz olunca şaşırdı."

 

"Anladım Çağlar." dedim şirketin önüne girmek üzereydik. Büyük merdivenlere kadar girdiğinde tam merdivenlerin önünde arabayı durdurdu. Teşekkür ederek arabadan indiğimde yol boyunca kafamda soru işaretleri kalmaması adına ki açıklamalarını düşünmeye başladım. Arabası hareket edip düşman topraklarından çıkarken ben de merdivenlerden ilerledim ve şirkete girdim. Girişteki her daim turuncu ruj süren sarışın kıza, adını her daim unutuyordum. Barış buradaysa yanıma gelmesini söyleyerek odama doğru çıktım. Köklerimden burası kalmıştı sadece geride. Onun bilinci ile çıktım merdivenleri. Her zamanki gibi odama geldiğimde ceketimi astım ve her zamanki gibi bilgisayarımı açarak günlük işlere bakmaya başladım. Köklerim yoktu biliyordum ama zaten beni buraya getiren çalışmamdı.

 

İçeri biraz sonra telaşla Barış girdi. O sırada bilgisayar önümde bir şeyler yazıyordum. "Şafak." dedi içeri girer girmez telaşını kanıtlar biçimde. "Sarp aradı durumdan bahsetti. Doğru mu?"

 

Yazmaya ara verip ona döndüğümde yüzünde de bir telaş hakimdi. "Biliyor muydun? Evlatlık olduğumu."

 

"Hayır. Bilsem sana söylerdim. Cidden bilmiyordum."

 

"Sarp ile olan ilişkine çok şaşırmıştım ama bu tabii daha da bir afili şok olmamı sağladı."

 

"Otursana." dedim elim ile karşımdaki deri koltukları göstererek. Barış yerine otururken ben de yazımı bitirmek üzereydim. Birkaç dakika sonra yazıcıya gönderdim ve bilgisayarımı yana çekerek cümleme başladım.

 

"Benim bir kardeşim yoktu. O yüzden biz seninle hep kardeş gibi büyüdük. Bu yüzden ben ve nişanlım bir kafa tatili için onun malikanesinde olacağız ve ben Ala'nın kaybına odaklanacağım. Bu şirketi uçurumun eşiğinden emeklerim ile getirdim. Dedem henüz sen doğmadan ben de bir bebekken tüm hisseleri bana bırakmıştı biliyorsun ki. Bugün ben şirketten birkaç özel eşyamı ve hakkımı alıyorum. Tüm hisseleri ve imza haklarını sana devrediyorum. Akal mirasına konuyor başlığından sıyrıl ve kendi soyadının başında dur. Senden sadece hakkım olanı Ala'yı bulduktan sonra onun eğitimi için istiyorum. Ben onu bulana ve kendimi bulana kadar her şey senin." Ayağa kalktım ve arkamdaki konsolda bulunan yazıcıdan beyannamemi aldım ve imzaladım. Barış'a uzattım.

 

"Şafak." dedi anlamayarak. "Barayı ile nasıl bu kadar hızlı gelişti her şey? Hamile falan değilsin değil mi?"

 

"Hayır." dedim ciddileşerek. "Aşık oldum, ilk görüşte işte." diye yalan söyledim. Dudaklarını büzdü bu söylediğime. "Sadık Alphan ona mı söylemiş senin evlatlık olduğunu?"

 

"Bir mektupla bana yollamış ondan."

 

"Şerefsiz." dedi hiddetle. Hızla yerinden kalktı ve benim saçlarıma aslında çok benzettiğim ve kandır, çeker dediğim saçlarına ellerini attı ve karıştırdı. "Ben şimdi bu belgeyi imzalamayacağım Şafak. Yerine tüm işlerine, işlere bakarım. Senin sorumluluğunu alırım ama bunu imzalarsam emeğini soyutlamış olurum buradan. Sen git, hayatını yaşa. Kendini bul. Aşkı yaşa. Ben burada olacağım. Bir gün Ala geldiğinde iki sahip olarak ona olan devri tamamlarız ve istersen o zaman gidersin."

 

"Ya gelmezse?" dedim dudaklarım istemsiz titremişti.

 

"Gelecek." dedi sesinde bir umut vardı. Belgeyi katladı ve cebine koydu. "Bunu evime koyacağım. Bir gün cidden bana hakkımı ver dediğinde bunu imzalayacağım. Sana sormadan da imza atmayacağım. Bilgisayarını almayı unutma o yüzden." Gözleri dolmuştu. Ayağa kalktım ve kardeşime sarıldım. O benim kan olarak kardeşim olmasa da can bağı ile kardeşimdi. Bu gerçek değişmeyecekti. Biz sarılırken kapı tıklandı ve ardından açıldı.

 

"Şafak Hanım, Sadık Bey odanıza gelmek istiyor efendim." Dolmuş olan gözlerimi sildim ve Barış'ın elinden tutup onu sevdiğimi söyler gibi sıktım ve yerime oturdum. "Gelsin."

 

Birkaç saniye sonra içeri girdi. Yüzünde büyük bir mahcubiyet vardı. Hiçbir şey söylemeden Barış'ın karşına oturduğunda, Barış bana doğru döndü.

 

"Sana söyleyeceğim çok bir şey yok ama şirkette olduğunu duyduğumda görmek istedim."

 

"Beni Barayı'ya bu şirket ve birkaç toprak parçasına mı satacaktın?" dedim hiddetle. Barış kaşlarını çatarak ayaklandı. "Ne?"

 

"Otur." dedim emir verir gibi. Barış sinirle Sadık Alphan'a bakıyordu. "O zamanlar Akal'ların gücü kayboluyordu. Senin de işin içine girmenle şirket ivme kazanmıştı. Bir anlaşma yaparsak hem düşmanlık biter hemde güçlü bir adamla olursun istedim."

 

"Anlıyorum." dedim ellerimi önümde birleştirirken. "Ama anlamadığım daha doğrusu anlamak için çaba dahi göstermediğim olay bu. Sen bana ve yanındaki kadına yıllarca ihanetin tadını çaldın. Bu ihanetin tadı bizim her soframıza, her yemeğimize yansıdı. Beni hiç sevmedin ve ben bu soruyu kendime sorarak yaşadım yıllarca. Şimdi kızımı ve mutluluğu ararken bilerek söyledin değil mi? Çünkü sen mutsuzluktan besleniyorsun."

 

"O Akal ile mutlu olacağını mı sanıyorsun?"

 

"Olacağım demek ki baksana bunu sen bile öngörmüşsün." dedim hiddetle. Ayağa kalktım ve uzun saçlarımı omuzumun arkasına atarak ellerimi iki yana koydum. "Tüm haklarımın sahibi ve malların sahibi Barış'tır. Ben bundan sonraki bütün odağımı nişanlıma ve kızıma ayıracağım." Nişanlıma.

 

Bakışları ister istemez parmağıma kaydı. Barış bu sırada ayaklandı. "Sen üzülme. Ben Alphan Holding'e senin imza yetkinle ve kararlarınla senin burada somut halin olarak devam edeceğim."

 

"Benim Banu'ya yedirecek bir emeğim yok." dediğimde kafasını hızla bana çevirdi. "Utanmıyorsun değil mi? Öyle bir kin var ki sende. Sormadın bile gerçek anne babanı tek odaklandığın benden alacağın intikamdı değil mi?"

 

"Gerçek, senin söylediğinin tam zıddıdır baba. Ben doğruyu böyle öğrendim." Kapının çalması ile birbirimize attığımız ürkütücü bakışlar odak olarak kapıya toplandı. "Pardon Şafak Hanım. Nişanlınız buradaymış."

 

"Al içeri." dedim. Saçlarımı ve dolan gözlerimi yukarı bakarak toparlarken Çağlar içeri girdi. "Şafak, işin bitmiştir diye umdum o yüzden geldim. Bir öğlen yemeği yeriz he?" Tüm otoritesi ile içeri girdiğinde Barış'ın sırtına elini koydu ve selam verdi. Sadık Alphan'a da selam vermeden geçmedi. Ardından benim yanıma geldi ve elimi o hep aynı noktaya bel kavsimin olduğu yere yerleştirdi ve burnunu saçlarımın arasına soktu.

 

Öpmedi. Koklamadı ama ustaca gözüktüğüne emindi. "Bitmek üzere." Elini uzattı. Bu sefer elimi elinin içine bırakmak yerine elimi eline sabitledim. Parmaklarımızı kenetledim.

Loading...
0%