@belarophontes
|
BAŞLARKEN;
Fakat insan hercai, bir dalda durmaz bir yaratıktır ve belki de satranç oyuncuları gibi gayeyi değil, gayeye giden yolu sever.
Yalnızca başlarken bölümü ilahi bir anlatım ile yazılmıştır. Sevgiler!
Geceyi takip eden ilk ışıkla birlikte, her zaman da olduğu gibi o ilk anın verdiği sessizlik ile bir şeylerin değiştiğini hissediyordu. Yüzünden hiçbir duygusu okunmuyordu fakat. “Nasıl olmuş?” Bir cinayet, onun dikkatini çok kolayca çekebilirdi. Birkaç saatlik iz sürme rutini ile de çözemeyeceği çok az şey vardı ama bu kez sanki farklıydı. Garipti. Kendisinin hiç karşılaşmadığı şekilde tuhaf ve kırılgan hissediyordu. Boğazında bir dikenli tel varmışçasına yutkundu. “Bilemiyoruz. Başından sert bir cisimle yaralanmış gibi duruyor.” Gözleri ile olay yerini incelediği anda her şeyin soğuk bir hesaplaşma gibi yerli yerine oturduğunu hissetti fakat bir şey eksikti. Hissettiği boşluk, karanlık bir kapının arkasındaki sesin yankısı gibiydi. Gün doğarken, karşısında uzanan terk edilmiş malikane bir yıkıntıdan farksız gözüküyordu. Bu ev, yıllardır kimse tarafından kullanılmamıştı ancak bu sabah sessizliğin ve tarihin getirdiği o tozlu sayfaların içine kan damladı. Tanrı yeni bir cinneti, yepyeni bir cinayeti yazdı. Ceset gözleri açık bir şekilde donmuş bir biçimde yerdeydi. Bu sıradan bir cinayet değildi. Bir mesaj vardı. Öyle ki adamın arkasında duran polis grubu bile olay hakkındaki kanılarını bu şekilde öne sürüyordu. “Baksana. Adam istihbarattanmış. Bunu bulmazsak hepimizi doğu görevine sürerler.” “Belli ki görev sırasında öldü bu adam.” Aralarında geçen sessiz diyaloğu dinliyordu. Aynı zamanda bir zamanlar abi kardeş gibi olduğu cesede bakıyordu. Odaya girer girmez ilk fark ettiği detay kesinlikle odanın içindeki o ağır kokuydu. Tüm bu olan bitenler bir zamanlar yerli yerinde ve düzenli olan bu malikanenin bozulmuş tarihi yapısı ile birleştiğinde bir tuhaflık yaratıyordu. Ceset başına aldığı sert bir darbeyle yere yığılmış, başından akan kan ise yere büyük bir birikinti yaratmıştı. Bir şey eksikti. Tipik cinayetlerden onu ayıran en temel şey delildi. Bu odada neredeyse hiç delil bulunmamıştı. Ummalı bir çalışma yapılmış fakat ne bir parmak izi ne de bir ayak izine rastlanılmıştı. Tek bir şey vardı adamın cebinde katlı halde duran bir kâğıt parçası. İçinde sadece iki kelime yazan bir delil. Üçüncü gece. “Ne diyorsun?” “Bu konuyla alakalı bir ekip kurmalıyız. Bu adam vatanı için bir görevde öldü. Gerekirse cinayet büroyla iş birliği yapacağız.” Adamın söyledikleri yaşça ondan büyük olan diğer adamca haklı bulundu. Öyle ki bunu birkaç mırıltı tarzı ses ile de onaylamıştı. “Savcı nerede kalmış?” dedi bu kez ondan yaşça büyük olan adama dönerek. “Gelecek.” “Levent Bey. İstemeden kulak misafiri olduk ama kesinlikle istediğiniz ekip bu cinayet için emrinize amade!” Arkalarında duran komiserin nazik teklifine başını onaylayarak cevap verdi Levent. Oğlunun cansız bedenine sadece bakıyordu. İçinden ağlamak haykırmak geliyordu ama yapamıyordu. “Levent baba. Bak Mehmet benim abim gibiydi. Biliyorsun ki ona bunu yapanları bulmak için elimden geleni yapacağım.” Levent gözlerini kaldırdı ve karşısındaki adama baktı. “Biliyorum oğlum.” Dedi o an boğazından bir hırıltı koptu. Yutkundu. Aynı anda savcı içeri girdi. Savcının ardından bir kadında aynı anda cinayet mahaline girmişti. “Levent Bey. Çok üzüldüm. Başınız sağ olsun.” “Siz sağ olun savcım.” Adam savcının ardından gelen kadına baktı. Başı ile selam verdikten sonra büyük bir dikkatle cesedi incelemeye başladı. “Emin olun bu konuyla ilgili işini en iyi yapan insanlar ile çalışacağım.” “Bu kim?” Uzun boylu adam sert bakışlarını yerde yatan cesedin yanında yaraya bakan kadına çevirdi. “O Adli Tıp Uzmanımız. Nazenin hanım. İşinin en iyilerindendir. Sizin gibi değerli kişilerden olan bir kaybımız için özel olarak olay mahaline gelmeyi teklif etti.” Yanındaki polis memuruna bir şey anlatan kadın eğildiği yerden kalktı ve elindeki eldivenleri polis memurunun tuttuğu torbanın içine attı. “Levent Bey. Nazenin Eylem. Kaybınız için üzgünüz. Başınız sağ olsun.” “Sağ olun.” Dedi Levent. Savcı, Levent’in yanında duran uzun boylu ve iri adamı işaret ederek. “Bu da Sarp Bey. İstihbarat biriminden. Maktulün yakınlarından biri.” Nazenin başı ile hafifçe selam verdi ancak Sarp’ın gözlerinde tanışmaktan öte bir ifade vardı. Renkli gözlerinin ucunda bir öfke vardı sanki öfkenin altında ise çözülmeyi bekleye bir düğüm vardı. Sarp cesede doğru bir adım atıp Nazenin ile paralel bir alana geldi. “Ne düşünüyorsun Doktor?” “Bir öfke cinayeti süsü verilmeye çalışılan planlanmış bir cinayet gibi gözüküyor. Başındaki kesi izine bakılırsa yuvarlak uçlu bir cisimle vurulmuş. Defalarca vurulduğunu kapsıyorum. Bir çökme söz konusu.” “Nazenin.” Diye seslendi savcı. “Dilersen tüm bunları babasının yanında konuşmayalım.” “Hayır.” Diye çıkıştı Levent. “Her detayı bilmek istiyorum. Oğluma ne olduğunu bilmek istiyorum.” Nazenin bu çıkışmanın ardından savcıya döndü. Savcı başıyla hafif bir biçimde onayladığında devam etti. “Bir sopa olabilir. Bunu laboratuvar sonuçlarından sonra netçe söyleyebilirim. Böylelikle cinayet silahını burada her nereye sakladıysa buluruz.” “Not.” Dedi Levent arkadan. “Üçüncü gece ne demek?” Nazenin ona bakmadan cesedi incelemeye devam etti. “Maktul bir saat takıyormuş nerede?” “Delil torbasında.” Dedi polis memurlarından biri. “Hemen getiriyorum.” “Nereden anladınız saat taktığını?” “Güneş izi yapmış saat.” Dedi Nazenin, Sarp’a hiç bakmadan. Az sonra bir polis memuru koşarak delil torbasının içindeki saati getirdi. Nazenin yeniden bir eldiven takarak delil torbasının içinden saati aldığında yüzünde tatminkâr bir gülümseme oluştu. Saati kadranından tuttu ve gösterir gibi kaldırdı. “Üçü otuz üç geçe de kalmış.” |
0% |