Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.Bölüm

@belydaily

Olduğu yerde, sırtını tahta korkuluğa yaslayıp huzurla gözlerini yumdu.

Dedesinden kalma dönüm dönüm portakal arsaları vardı. Bu arsaların içinde kimsenin bilmediği, yalnızca abisinin bildiği bir çardağı vardı.

Esen her bir rüzgar, yeni yeni oluşan portakallardan mis gibi kokular getirirdi. Yaz, kış; gece, gündüz demeden öterdi kuşlar. Her bir ötüş, Rabb'i zikir demekti.

Rüya ötesi gibi bir yerdi burası. Hatta öyle ki, Gülpembe çoğu zamanını bu çardakta geçirirdi.

Okuduğu tüm kitapların son sayfasını burada çevirirdi. Tüm hayallerini burada kurardı. Tüm yazılarını, şiirlerini burada yazardı..

Tüm'üydü bu çardak. Portakal ağaçlarının arasında kaldığından rahatsız edilmezdi. Bazen saçı başı açık dururdu çardakta.

Abisi dışında kimse bilmediğinden, gelmezlerdi. Rahat olurdu.

Bu çardak, çok fazla şeye şahit olmuştu. Öyle ki, üniversite sınavlarına dahi burada çalışmıştı.

Üniversite sınavları demişken, eğitiminden de bahsedeyim..

On yedi yaşında, Fransız Mektebi'nden mezun olmuş, üç üniversite bitirmişti.

Üniversite sınavına girdiği ilk yıl, İslami İlimler (İlahiyat) kazanmıştı. Bir yıl arapça hazırlık okuduktan sonra birinci sınıfa geçmişti, birinci sınıfa geçtiği yıl, çift anadal yaparak Çocuk Gelişim okumuştu.

İslami İlimler bittikten bir yıl sonra bitirmişti Çocuk Gelişimi.

Bu eğitimin kendisine az geldiğini düşünüp ikinci kez sınava girmişti.

Edebiyat okumuştu bu sefer.

Okumayı seviyordu, okumamak kadar kötü bir şey yoktu ona göre. Hala, bir üniversite daha bitirmeyi düşünüyordu.

Okumuş cahillerden değildi, asla da olmamıştı. En çok ben bilirim, havasında değildi.

Her zaman, bilgisinin üzerine biraz daha katmaya çalışırdı.

Üç üniversite bitirmiş olmasına nazaran hala kendisini yetersiz hissediyordu. Bu yüzden online kurslar alıyordu.

Belki size geri kafalılık olarak gelebilir ama on sekizinde dedesinden hacemat için el almıştı.

Alternatif Tıp ve Bitkilerle uğraşmayı severdi.

Dedesi vefat etmeden önce öğretmişti çoğu şeyi. Akapunktur noktalarını henüz on iki yaşında öğrenmişti.

Sülük, hacamat gibi işlemleri de dedesi öğretmişti. Gülpembe, yalnızca bu bilgiler doğrultusunda bir şey yapamayacağını düşünüp, bununda kursunu almıştı. Elinde, en iyisinden bir Alternatif Tıp Diploması vardı.

Anneannesi, toprak ile uğraşmayı çok severdi. Kendisine de toprağı sevdirmiş, birçok şifalı bitki öğretmişti.

Köyde, zarifliği ve güzelliğinin yanı sıra bilgisi ve merhameti ile de övülürdü.

Okumaya bayılırdı. Ne olursa olsun okurdu.

Bazen Edebi Türlerden, bazen Polisiye.. bazen Din üzerine okurdu bazen ise Gençlik Romanları.

Ders notları almayı ve onları defalarca kez okumayı çok severdi. Ortaokulda geliştirdiği bu taktik ile ezberi gelişmişti.

Liseyi, birincilikle bitirmişti. Küçümsenemeyecek kadar yüksek notları vardı.

Kendini kaptırmış, farklı hayal alemlerinde gezinirkena yanından gelen miyavlama sesi ile gözlerini açtı. Başını hafifçe yana eğdi. Kulakları hariç her yeri bembeyaz avuç içi kadar bir kedi ile karşılaştı.

Kırmızı biçimli dudaklarında sahici bir gülümseme oluştu.

"Ne kadar güzelsin sen.."

Elinde tuttuğu Madalyonun İçi Kitabını sağ yanına koydu. Hafifçe öne eğilip kediyi korkutmamaya özen göstererek kucağına aldı. Yavru kedi, anında annesine sokulan bebek gibi sokuldu Gülpembe'nin boynuna.

Dualar okuyarak kedinin sırtını sevmeye başladı. Her bir duada daha çok sırnaşıyordu küçük kedi.

Bir daha gelen mırıltı sesi ile gözlerini küçük kediden ayırdı Gülpembe.

Gözleri çardağın girişine kaydığında kucağında duran kedinin büyük halini gördü. Ön patileri ve ağzının kenarları kan içindeydi. Bakışları yoğun korku barındırıyordu.

Bir Kedi, nasıl bu kadar korku dolu bakabilirdi? Neyden korkmuş olabilirdi ki?

Telaş ile irkildi Gülpembe. Kedinin bacakları arasında duran kafası kopmuş kara yılana baktı.

Anlaşılan oydu ki kedicik, yavrusunu korumak için yılan ile bir savaşa girmişti.

Elini hafifçe kaldırarak kediye zararsız olduğunu göstermeye çalıştı.

Bir yerde okumuştu. Gözleri yavaşça kısmak, kedi dilinde seni seviyorum manasına geliyordu.

Bu taktiği denemek istedi. Gözlerini iki kere yavaş yavaş kıstı. En sonunda kedinin gözlerinde gözüken korku yok oldu ve yavaşça kendisine yaklaşmaya başladı.

Sol tarafına geçip kendini bir anda serbest bıraktı. Yılan ile kapışırken yorulmuş olmalıydı.

Yavru kediyi bacaklarının üzerine bıraktı. Sağ eli yavru kediyi okşarken sol eli anne kediyi sevmeye başlamıştı.

Tam rahatlamışken duyduğu boğaz temizleme sesi ile başını kaldırdı.

Nadide, kumral saçlarından bir tutamı ile oynarken kendisine bakıyordu.

Çardağı ifşalanmıştı..

"Konuşabilir miyiz biraz?"

Gülpembe, yapacak başka hiçbir şeyi olmadığını fark ettiğinden kabul etti Nadide'nin teklifini.

Nadide'nin yüzünde kocaman bir gülümseme oldu. Hızla yere bıraktığı sepeti alıp çardağa ilerledi.

"Beni nasıl buldun Nadide?"

En merak ettiği soru buydu işte. Fırat Abisi dahi unutmuştu burayı çünkü.

"Yaklaşık dört yıldır biliyorum burayı.. sen üniversiteye gittiğinde burada çıkan yabani otları biçiyordum."

Şaşkınlıkla kaşları kalktı. Dört yıl demek ha..

Ne de güzel avutuyordu kendini, kimse bilmiyor, diye.

"Çay ve kurabiye getirdim.. ister misin?"

Gülpembe'nin gözlerinden geçen o merakı görünce sevindi Nadide.

"Ne kurabiyesi?"

Bu sorunun geleceğini biliyordu. Bu yüzden heyecanla gülümsedi.

"Senin sevdiğinden.. brownie kurabiye. Şerbetli."

Gözünün önüne gelen görüntü ile istemeden dudaklarını yaladı.

Nadide bunu görünce gülüşünü büyüttü.

"Olur.. isterim yani."

Nadide, getirdiği sepetten termosu çıkarttı. İki karton bardağa döktü ve kurabiyeleri koyduğu saklama kabının çıkarttı.

İki tane de çatal çıkartıp bir tanesini Gülpembe'nin önüne bıraktı.

Gülpembe, kucağında yatan yavru kediyi tek eli ile kaldırıp annesinin yanına bıraktı.

Çatalını eline aldı ve hevesle kurabiyeye batırdı.

"Ben yaptım.. sen seviyorsun diye. Beğenirsin umarım. "

Bir gurme edası ile çatal tutuşunu düzeltti. Gözünde yalancı bir şüphe vardı.

Birazcık oyundan zarar gelmezdi.

"Beni zehirlemek için gelmedin, öyle değil mi?"

Buruk bir gülüş attı Nadide. Şaka olduğunu anlamayacak kadar üzgündü çünkü.

"Abla.."

Gülpembe'nin bakışları dondu. Nadide, kendisine abla demişti..

"Şu kediye gösterdiğin sevgi ve şefkati dilenmem beni bencil yapar mı?" dolan gözlerinden akmak üzere olan yaşı engelledi eliyle.

Gülpembe'nin onu sevmesini istiyordu..

Ablasıydı çünkü!

"Ne.. ne saçmalıyorsun sen Nadide?" Yüzünde şimdi sahici bir kızgınlık vardı.

Hızla ayağa kalktı. İki küçük adımda yanına geldi Nadide'nin.

Kolundan tutup kaldırdı. Nadide, korku ile kendisini çardaktan kovmasını bekliyordu.

Belki, vururdu da.. annesi gibi.

Ama Gülpembe, onu ne çardaktan kovdu ne de vurdu.

Hızla kendine çekti ve sımsıkı sarıldı.

"Seni seviyorum zaten salak şey.. bencil falan da değilsin, sil onu kafandan."

Nadide, aldığı cevap ile ağlamaya başladı. Sımsıkı sarıldı Gülpembe'nin ince beline.

"Bende seni çok seviyorum abla.."

Gülpembe, kollarını biraz gevşetti. Zira biraz daha sıkı sarılsaydı Nadide boğulabilirdi.

Nadide, kendini biraz geri çekti. Işıltılı gözleri ile baktı Gülpembe'ye.

Ardından gözleri iki saniyeliğine arkaya kaydı. Dün, konağa gelen misafirlerden birisiydi bu adam..

Ablasının berdel edileceği adamdı!

Gülpembe'ye çaktırmamaya çalıştı. Çünkü arkasında, onu izleyen Alparslan'dan bihaberdi. Kendisini yanlış anlamasını istemiyordu..

Ama bilmiyordu ki, Alparslan en başından beri oradaydı.

Kitabın sayfalarını heyecanla okurken, kitap bittikten sonra huzurla arkasına yaslanırken, yüzünde bir anda oluşan güzel bir gülümseme varken..

Nadide gelip, kurabiyelerden bahsedince dudaklarını yaladığı anı da görmüştü.

İster istemez, bir takım düşünceler yer edinmişti zihninde. Gülpembe'nin, dudaklarını iştahla yaladığını görmek, pek iyi olmamıştı.

Kırmızı, biçimli ve dolgun dudaklarının tadını öylesine merak ediyordu ki..

Şu düğün bir an önce olsaydı, demekten başka çaresi yoktu.

Annesi ve babasına karşı, istemediğini düşündürtüyordu. Kimsenin bilmesine gerek yoktu..

Alparslan Demirhan'ın sevdasını bilmesi gereken tek kişi Gülpembe Karaman'dı.

Zamanı geldiğinde, en güzel şekilde görecekti Alparslan'ın sevgisini. O da bir gün, Alparslan'ın kendisini sevdiği gibi sevecekti Alparslan'ı.

O kadar mutlu olacaklardı ki, kimse neyin nasıl olduğunu anlamayacaktı..

En azından böyle umut ediyordu Alparslan. Tek tarafla olmazdı.

...

Son..

Loading...
0%