Yeni Üyelik
1.
Bölüm

0: Kıyamet

@benekl1mantar

Her Şeyin Başlangıcı

1050 Yıl Öncesi

​​​

Kırmızıdan başka bir renk görünmeyen savaş alanında bulutlardan su damlaları değil korlar düşüyor, düştüğü yeri yakmak yerine ruhsuz bedenlerin üzerini örtüyorlardı. Üzeri kor ile kaplanan bedenler, yerden çıkan lavlarla bu dünyadaki son izlerini de kaybediyordu. Bedenlerinden çıkan ruhlar; acı tohumları ekiyor, bir dileğin felaketini taçlandırıyorlardı.

Dilekler dilemiş, güçten vazgeçip gitmişti. Giderken ne geriye bakmıştı ne de gitmeden önce ileriye...

Hayvanlar ellerinde kalan kısacık yaşamları için kaçıyor, insanlar ise gözlerini örten hırsla yaşamlarından vazgeçip daha fazla güç için savaşıyorlardı.

Serena, sadece kendisine bahşedilen ruh gücüyle etraftaki ruhları içindeki güç manası ile birleştirerek elindeki okları güçlendiriyordu. Kızıl saçlarından, öldürdüğü insanların kanları damlıyordu; bir zamanlar onlara verilen güçleri kullanmayı öğrettiği insanların kanları... Güçlendirdiği okunu yerleştirdiği yayını yere doğru tutarken etrafında dönmeye devam ediyor, yaşların yer edindiği yeşil gözleri gökyüzünde onu arıyorken canhıraş haykırışlarına yenileri ekleniyordu.

"Amelia!"

Yıllar boyu sırtlarını yasladıkları, beraber mutlu oldukları Amelia... Gücünden bir dilekle vazgeçip onları terk etmişti.

Doğa, onlara -eşi benzeri bulunamayacak dört kişiye- dünya üzerindeki tüm güçleri bahşetmişti. Onlara ölümsüz anlamına gelen Negans ismi verilmişti. Ölüme benzer bir şey yaşamanın tek yolu dilek dilemekti.

Diledikleri dilekte her şeyi isteyebilir ve ardından yıldızlara doğru yolculukları başlardı, istedikleri zamanda da farklı şekilde dünyaya dönerlerdi fakat bu sefer diğer insanlar gibi ölümü tatmaktan kaçamazlardı.

Bulunan güçlerden yalnız bir tanesine sahipti insanlar; onlar ise iki tanesi üzerinde ustalaşıp insanların sahip oldukları güç üzerinde onlara eğitimler veriyor, huzurlu bir dünya yaratıyorlardı.

Yüzlerindeki gülümseme, asla susmayan müzikler, parıldayan gözler, yüreklerden taşan sevgi... Bütün bunların hepsi, huzurun yapı taşlarından biri olan Amelia'nın gitmesiyle bozulmuştu.

Acı haykırışlar, asla susmayan kılıç sesleri, güce aç gözler, yüreklerden taşan karanlık... Yeni dünya düzeni buydu ve bu dünyayı Amelia yaratmak üzereydi. Hiçbir şey için geç değildi, dileğinden vazgeçip geri dönebilirdi. Geri dönüp de kurtarırdı onları bu cehennemden. İhanet, bu kadar kolay olmamalıydı.

Serena, kendisine yönelen yırtıcı bir hayvandan farksız insanları oklarıyla hedef alıyor, etrafında dönerek gökyüzündeki kurtuluşlarını aramaya devam ediyordu. Dakikalar boyu devam etti buna, çabalarının beyhude olduğunu bilse de devam etti seslenmeye.

Yavaş yavaş sesi kısılmaya başlamıştı. Bu savaş alanında sesini gökyüzüne ulaştırabileceğini düşünmesi, ışığı sönmüş umuda sarılmasından başka bir şey değildi. Omuzlarının üzerine binen kabullenişle sarıldığı umudu yavaşça bıraktı ve derin bir nefes aldı. Işığı sönmemiş umutları çoktan söndürmüşlerdi, hayatları daha zor olacaktı fakat çok daha zor olmasın diye çabalıyorlardı.

O sırada Letitia, üzerinde ustalaştığı güçlerinden biri olan mutare gücünü kullanıp elçi hayvanıyla birleşmişti.

Mutare gücü, Neganslar'da diğer insanlara göre farklı işlerdi. Doğuştan bir hayvan ile özdeşleşerek yani o hayvanın dış görünüşünü ve belli özelliklerini taşıyarak dünyaya gelip de Mutare ismini almaz. Onlarla beraber yaşama gözlerini açan bir elçi hayvanları bulunurdu. Bu elçilerin yanlarında bulunması içlerindeki büyü manasını daha da güçlendirirken aynı zamanda üzerinde ustalaşan Negans'a farklı yetenekler kazandırıyordu.

Letitia, mutare gücü üzerinde en çok ustalaşmış Negans'tı. Elçi hayvanı olan kurbağa ile beraber yüz yıllar boyu kazandıklarını kaybetmemek için gücünün sınırlarını zorluyordu.

Elçi hayvanının bedenine giriyor, boyutu ağaçlar kadar hatta daha uzun oluyordu. Elçisiyle bu şekilde güçlerini birleştiriyor ve çevresine felaket saçıyordu. Bir süre o şekilde savaştıktan sonra girdiği formdan çıkarak Seperatum güçleriyle yani elementlerle savaşıyordu. O bu şekilde savaşırken de elçi hayvanı kendine dinlenme zamanı buluyordu.

Yaptığı bu şey döngü hâlini almıştı artık. Aslında geride kalan tüm Negansların yaptığı şeyler de bir döngüden ibaretti. Serena, okuyla çevresinde dönüp kendine yaklaşanları vururken bir yandan da Amelia'ya sesleniyordu. Letitia; planlardan planlara atlıyor, tek bir acımanın dahi yer edinmediği yeşil gözleriyle etrafındakileri gördüğü gibi savaştan geri durmuyordu. Aynı zamanda da Amelia'ya duyduğu kızgınlık onun geri dönmesini istememesine neden oluyordu.

Göz göze geldiklerinde bu şekilde devam edemeyecekleri çok açıktı. İnsanları her ne kadar öldürmeye devam etseler de daha fazlası çıkıp geliyordu, daha fazla insan da kaybetmek istemiyorlardı.

Letitia, kendisine bakmakta olan Serena'yı başını bir kez aşağı yukarı hareket ettirerek onayladı. Kahverengi saçları korlar ve ateş yüzünden yıpranmış duruyordu fakat güçleri bu yıpranmanın daha da ötesindeydi. Derin nefes aldı ve hava elementi ile kendini gökyüzüne yükseltti.

Serena ilk önce çevresini gözleriyle tarayarak Senturna'yı aradı. Bir tepenin üzerinde hızlı bir şekilde kullandığı elementlerle savaşıyordu Senturna. Her ne kadar yapmaktan çekinse de ellerini bir küre tutarcasına göğüs hizasında açıyor birkaç büyü kelimesi mırıldanıyor ve yapmış olduğu büyüyü, elementlerle birleştirip üzerine gelenlere yollayarak acı içinde kıvranmalarına sebep oluyordu.

Serena onu gördüğünde oklarından birini aldı ve yayına yerleştirdi. Yayı çekerek okun Senturna'nın ayaklarının dibine düşmesini sağladı. Senturna önce etrafına büyüsüyle bir kalkan ördü ve yere eğilerek oku incelemeye başladı. İncelediği şey bir tahta parçası değil, hayatlarını değiştirecek adımların anlamlarıydı. İçindeki kayıplar gitgide büyüyor ve yüreğini bir hançer misali delip geçiyordu.

Eğildiği yerden doğruldu, derin bir nefes aldı ve uzun gece mavisi saçlarını omuzlarından çekip arkada gelişigüzel topladı. Son kez gökyüzüne baktı ama onun derdi Serena'nın gökyüzünde aradığı değildi.

Senturna, diğer Negansların elçi hayvanlarından farklı bir elçiye sahipti. Diğerlerinin elçi hayvanı sadece büyülü bir hayvanken onun elçi hayvanı Mutare'ydi. Yani hayvan özellikleri olan bir insan, Doğa tarafından onun için elçi seçilmişti.

Senturna sadece elçisi olarak hissetmediği Andrew'i bu savaştan önce göndermek için çok uğraşmıştı. Ölebileceğinden korkmuştu. Senturna ölümsüzdü fakat Andrew onun için her an canını verebilirdi. Birlikte daha güçlülerdi ama Senturna, Andrew'den vazgeçemezdi.

Savaşın öncesinde bir ağacın altına çağırmıştı Andrew'i. Sanki her şey normalmiş gibi bir süre oturmuş tepeden görünen gölü izlemişti. Sonrasında ayağa kalkarak Andrew'in karşısına dikilmişti. Sözleri kabaydı, gözleri dolu. Anlayışlı bir şekilde gitmesini istese, olasılıklardan bahsetse biliyordu ki gitmezdi. Ondan vazgeçmesi gerekiyordu ya da çektiği acıyı fark etmesi.

Başarmıştı, ulaşmıştı isteğine. Savaş başlarken gitmişti Andrew. Senturna savaş boyunca ara sıra dolan gözlerinin nedeninin o olduğunu da çok iyi biliyordu ama çoktan göndermişti uzaklara, "Gel." diyemezdi. Buna cesareti yoktu.

Bunları düşünmeden önce kendisine verilen göreve döndü. Savaşın son aşaması. Bir kez daha gökyüzüne baktı. Kocaman kanatlarıyla gökyüzünde süzülen baykuşu izledi bir süre. Onun baykuşuydu o ve her süzülüşü bir vedaydı.

Senturna sakince sağ elini kaldırdı ve sol elini kalbinin üzerine koydu. Gözleri dolu bir şekilde Andrew'i izlerken birkaç büyü mırıldandı. Baykuş gözden kaybolduğundaysa sağ elini indirdi ama sol eli hâlâ kalbinin üzerindeydi. İki eli de yanına düştüğünde sessizce bekledi bir süre. Ayaklarının dibindeki kağıdı fark ettiğinde bir süre üzerindeki yazıya baktı. "Senturna'ya" yazıyordu, bu Andrew'in el yazısıydı. Kağıdı aldı ve pantolonunun cebine koydu.

Tekrar başını göğe kaldırdı, iki elini gökyüzüne uzattı. Parıldayan yıldıza son bir bakış attı ve kelimeleri hızlıca söylemeye başladı. Her bir kelimesinde açtığı elleri arasında toplanan büyünün parlaklığı artıyordu. Senturna büyüye devam ederken Serena ve Letitia da onu korumakla meşguldü.

Bir dilek, binlerce hayat

Bir kaderin değişimi, binlerce kaderin sonu

Perdeler açılırken canlıydı yapraklar

Geçti oyunun başına şeytan

Dağıttı tekrar kağıtları

Perde kapandı

Yapraklar izini, özünü kaybetti

Güç, doğa demekti

Şeytan ise bunu unutturdu

Hatırlamak istemedi kimse

Zannetti ki güç, kendi kanından olanı öldürmek

Şarkıları oldu kılıçların sesi

Ağıtlar yaktı solup giden çiçekler

Ayrıldı dünya

İstemedi daha fazla evladını kaybetmek

Hepsinin içindeydi kaybettikleri

Ama aynı zamanda dönüp bakmak istemedikleri

🌟

Senturna, gökyüzünden aldığı güçle insanları ayrılan dünyaya dağıtmıştı. Krallıklar oluşmuştu. 4 farklı krallık. Letitia güvendiği ve kendini kaybetmemiş birkaç kişi ile krallıkların başına geçti. Serena birkaç yıl Letitia'nın yanında bulunup vahşiliklerini içlerine saklamış insanlara anlattı yaşananları, Kıyamet olarak adlandırdı savaşı; sonra da gözden kayboldu. Senturna ise o büyüyü yaptığı günden beri hiç kimse tarafından görülmemişti. Amelia'ya ne olduğunu kimse bilmez ama Mor Saçlı Şeytan olarak anarlardı.

Yeni düzen, şeytanın oluşturduğu düzendi. Savaştan öncesi, herkesin hayali olmuştu ama kimse de düşünmezdi ki kendi hayallerini kendilerinin bitirmiş olduğunu.

 

🍄🌟

28.04.2024

Loading...
0%