Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1

@benkatre

Güneşin ilk ışıklarıyla gözlerimi açtım. Odamın camları doğu yönüne baktığı için sabahları alarm kurmadan uyanabiliyordum. Yataktan kalktım ve balkona çıkıp derin bir nefes aldım. Sabahın serinliği bana her zamanki gibi güvenli ve huzurlu hissettiriyordu. Robson Dağı’na uzun uzun baktım. Evimiz Robson Dağı’nı uzaktan da olsa görüyordu. Küçüklüğümden beri bu manzaraya bayılırdım. Son kez derin bir nefes aldım ve içeriye girdim. Çatı katındaki odama baktım. Etraf biraz dağınıktı. Hiçbir zaman toplu bir insan olamamıştım.

Yakında okulum bitecekti. Evimize yakın küçük bir lisede okuyordum. Sonunda üniversiteye gidecektim. Teyzem Tina yaşadığımız şehre yakın bir şehirde üniversite okumamı istiyordu ama ben kararlıydım. Yurt dışına çıkacaktım. Teyzemi, eniştemi ve arkadaşlarımı çok özleyecek olsam da benim gelecek için büyük hayallerim vardı ve onlardan vazgeçmek istemiyordum.

Üzerimi değiştirdim ve yavaş adımlar ile aşağıya indim. Sabahları aç uyandığım için hemen mutfağa yöneldim. Genelde sabahın bu saatlerinde evde sadece ben uyanık olurdum ama bugün teyzem Tina’da uyanmıştı. Hatta benim için kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Kızarmış ekmek ve kahve, sabahlarımın değişmez bir parçasıydı. Teyzem her zamanki gibi beni güler yüzle karşıladı.

“İyi uyudun mu Olita?”

“Fena değil.” dedim gülümseyerek ve kendime bir bardak kahve doldurdum.

“Sanırım şu ara hiçbiriniz pek iyi uyuyamıyoruz.” dedi teyzem ve masaya oturdu.

“James ve sen de mi pek uyuyamıyorsunuz?” sordum. James, teyzemin eşiydi.

“Tüm gece çizim yaptı. Benim neyim var bilmiyorum.”

“Bir de neden mimar olmak istemediğimi sorarsın. James 41 yaşında ve hala çok çalışıyor.” dedim kahvaltıya başlarken.

“Sadece çok önemli projeleri kendisi yapıyor. Yine de ona destek olamadığım için üzülüyorum.” teyzem itiraf etti.

“Maddi sıkıntı mı yaşıyoruz?”

“Tabi ki hayır!” dedi teyzem hemen. “Sadece bir ressam olarak ona yeterince destek sağlayamıyorum.”

“Kanada senin değerini bilmiyor.” dedim gülerek. “Ama bir gün anlayacaktır.”

“Evet, tabii! Ne zaman? Ölünce mi?”

“Ne kötü konular bunlar böyle?” sesin geldiği yöne döndük ve James’in son derece uyanık bir şekilde bizi izlediğini fark ettik. “Ayrıca, senin varlığın bana en büyük destek.” dedi James ve teyzemi öptü. Yüzümü buruşturdum.

“Şunu benim önümde yapmayın.” diye söylendim. İkisi de güldüler.

Teyzem Tina ve James uzun zamandır evliydiler ve çok mutluydular. Yaklaşık 16 yıldır onlar ile birlikte yaşıyordum ve hiç kavga ettiklerini görmemiştim. Tek eksiklikleri bir çocuktu ama çocukları olmuyordu.

“Çok tatlısınız. O kadar tatlısınız ki daha fazla dayanamayacağım. Gidiyorum ben.” dedim ve yumurtamı ağzıma attım. Çantamı da alıp evden çıktım.

Her ne kadar evim okula uzak olmasa da evden en erken ben çıkardım. Sabah yürüyüşlerini severdim bu yüzden her ne kadar evi okula en yakın olan ben olsam da diğerlerini evlerinden almaya giderdim. İlk olarak Tyra’nın evine gidip onu alacaktım. Hemen yola koyuldum.

Tyra’nın evine doğru yavaş adımlarla yürüyordum. Sokakta nadiren araç geçiyordu. Muhtemelen merkezde çalışan insanlar işe yetişebilmek için erken saatlerde kalkıp yola koyuluyorlardı. Sokak sessizdi, sadece kuşların cıvıltısı ve hafif esen rüzgarın yapraklarda çıkardığı hışırtılar duyuluyordu. Hava biraz serindi ama bu yürüyüşü daha keyifli hale getiriyordu. Tyra’nın evi görüş alanıma girince gülümsedim. Tyra, üç kişilik küçük arkadaş grubumuzdaki en enerjik kişiydi. Onun neşesi ve hayat dolu tavırları bize iyi geliyordu.

Tyra’nın evine vardım ve onu beklemek için bahçeye geçip oturdum. Tyra benim her gün bu saatlerde geleceğimi bildiği için ben haber vermeden aşağıya inerdi. Bugün de öyle olmuştu. Evin kapısı yavaşça açıldı ve Tyra her zamanki 2000’ler kombini ile kapıda belirdi. Beni görünce kocaman gülümsedi ve yanıma koştu.

“Biraz erken gelmişsin ortak.” dedi Tyra gülerek. Tyra ve ben küçüklükten arkadaştık ve tüm yaramazlıkları beraber yapardık. Bu yüzden birbirimize suç ortağı diyorduk.

“Beni bilirsin, sabah yürüyüşlerine bayılırım. Biraz dolaştım.” dedim ben de. Çantamı yerden aldım ve ayaklandım. “gidelim mi?”

“Bir an önce gidelim. Annem Rihanna’dan aldığı kemeri taktığımı görürse beni öldürür.” dedi Tyra ve kolumdan tutarak beni hızla bahçeden dışarı çıkarttı.

“Rihanna mı? Annen onun kemerini nereden bulmuş?” sordum şaşırarak. Tyra’nın belinde altın zincire benzer tuhaf bir kemer vardı. Kemerin rengi biraz solmuştu yani gerçek altın olmadığından emindim.

“Evet, çok saçma dimi? 2000’lerin başında aynı otelde kalmışlar. Annem bu kemeri ondan almış. Güzelim kemeri hiç kullanmıyor!” diye şikayet etti Tyra.

“Kesinlikle çok havalı.”

“Kemer dimi? Biliyorum tatlım!”

“Hayır be, annenin Rihanna’dan bir şey almış olması çok havalı.” dedim gülümseyerek.

“Yani kemerim çok havalı. Biliyorum tatlım, mükemmelliğim yaratıcıdan geliyor.”

Güldüm. Tyra ile birlikte Byron’un evine doğru yürümeye başladık. Byron’un evi Tyra’nın evine oldukça yakındı bu yüzden eve varmamız çok uzun sürmemişti. Byron’un evine yaklaştıkça evin içinden gelen sesler dikkatimi çekti. Tyra’da sesleri duymuş olacak ki adımlarını yavaşlattı. Tyra ile birbirimize baktık. Olanlar hakkında hiçbir şüphemiz yoktu. Byron ve babası yine kavga ediyorlardı.

“Ne zaman adam olacaksın, Byron? Bir kez olsun şu aptal kitapları bir kenara bırak ve gerçek bir erkek gibi davran!” Bay Gamelant’ın sesi kulaklarımızı tırmalıyordu. Byron için bu tarz kavgalar günlük rutin gibiydi ama biz her seferinde aynı endişeyi yaşıyorduk.

“Ben olduğum gibi çok iyiyim baba!” Byron bağırdı.

“Sen buna iyi mi diyorsun? Küçük kardeşin kadar olamadın, beceriksiz herif!”

“Baba, ben Tom değilim! Ben bir sporcu değilim, bunu kabullenmen gerekiyor. Benim ilgi alanlarım farklı!” Byron bağırdı. Byron her zaman olduğu gibi kendini açıklamaya çalışıyordu ama pek işe yarayacak gibi durmuyordu.

“İlgi alanları mı? O aptal kitapların mı ilgi alanın? Yoksa bana bir servete mal olan o işe yaramaz deneylerin mi?” Bay Gamelant sinirle bağırdı. “Kardeşin Tom’a bir bak! O bir sporcu! Okul takımında! Çok çalışıyor ve şimdiden spor bursu kazandı! Sen ne yaptın? Bana masraf olmak dışında ne yaptın?!”

“Ben de ödüller kazandım! Ayrıca üniversite için-” Byron kendini açıklamaya çalışırken Bay Gamelant araya girdi.

“Evet tabii, üniversite. Seni yollamamız için hangi süper pahalı üniversiteyi seçtin acaba? Tom’un bir bursu var. Senin neyin var?!”

Byron’un babasının sesi daha da yükseldi. Sesindeki öfkeyi hissedebiliyordum. Tyra bir adım geri çekildi. Ben de bahçenin dışına, kaldırıma oturdum ve beklemeye başladım. Byron’un babası ile sık sık kavga ettiğini biliyordum ama bu sefer işler farklı gibiydi. Sanki babasının öfkesi daha da büyümüştü.

“Ben Tom değilim baba. Ben onun gibi olmak zorunda değilim. Ayrıca beni bir ortaokul öğrencisi ile kıyaslaman da adil değil.” dedi Byron sinirle. Sesleri artık daha net geliyordu. Belli ki alt kata inmişlerdi.

“Ortaokula giden kardeşin senden daha başarılı bir sporcu!”

“Ya ben spor yapamam! Neyini anlamıyorsun? Evet spor yapamıyorum, ama bu benim eksik ya da yetersiz olduğum anlamına gelmez ki. Zekamı kullanıyorum. Benim bir hayalim var ve sen istiyorsun diye ondan vaz geçemem!” Byron bağırdı.

“Zekanı mı kullanıyorsun? Sen kendini kandırıyorsun, Byron!” Bay Gamelant oldukça sinirliydi. Kontrolden çıkıyor gibiydi. “Herkes senin bir ezik olduğunu konuşuyor. Tom senin gibi değil! Kardeşin gerçek bir erkek gibi davranıyor! Sen.. sen bir hiçsin!”

Bu sözlerden sonra kısa bir sessizlik yaşandı. Tyra ile tekrar birbirimize baktık. İkimiz de ne yapacağımızı kestiremiyorduk. Kısa süre içerisinde içeriden Bay Gamelant’ın sesi duyuldu.

“Ve belki de düşündüğüm gibi birisin.”

“Düşündüğün gibi mi? Ne demeye çalışıyorsun?” Byron sordu.

“Bana o kelimeyi söyletemezsin. Ama şunu bil Byron, oğlum olduğunu düşündüğümde midem bulanıyor!”

“Alex! Bu kadar yeter!” ve işe Bayan Gamelant’ın sesi duyulmuştu. “O senin oğlun! Ona böyle hakaret edemezsin! Dar görüşlü olmayı bırak! Byron çok zeki ve yetenekli!”

“Zeki mi? Senin bu aptal sevgin yüzünden bu hale geldi! Senin yüzünden bu kadar zayıf!” Bay Gamelant bağırdı. “Ben onu gerçek bir erkek gibi yetiştirmeye çalışıyorum, sen ise onu bir… ne olduğu belirsiz bir şeye dönüştürdün! Eğer bu evde kalacaksa, benim kurallarıma uyacak! Yoksa defolup gitsin!”

İçeriden Bay ve Bayan Gamelant’ın birbirlerine bağırma sesleri geliyordu. Birkaç eşya fırlatıldı, bir şeyler kırıldı. Tüm bunlar yaşanırken birden kapı açıldı. Byron aradan kaçmış olmalıydı. Gözlerimiz buluştuğunda içindeki acıyı hissedebiliyordum ama o acıyı gizlemeye çalışıyordu.

“Günaydın, erken gelmişsiniz.” dedi Byron, sesi titrek ama hala güçlüydü. Tyra sadece üzgün bir bakış attı.

“Günaydın Byron. Aslında okula geç kalıyoruz.” dedim gergin bir ses ile.

Hızlı adımlarla okula doğru yürümeye başladık. Byron düşüncelere dalmış gibiydi. Kafasında geçenleri tahmin etmek çok da zor değildi. Tyra ortamın gerginliğinden rahatsız olmaya başlamış olacak ki durumu toparlamak için hızla araya girdi ve konuşmaya başladı.

“Mezuniyet partisi için ne giyeceksiniz?” dedi Tyra, sesine mümkün olduğunca heyecan katarak. “Sonunda lise bitiyor ve bunu en güzel şekilde kutlamalıyız!”

Byron derin bir nefes aldı ve hafifçe gülümsedi. “Henüz karar vermedim. Zaten böyle partiler pek bana göre değil. Sanırım uygun bir şeyler bulurum.”

“Umarım şu aile yemeğinde giydiğin korkunç takımı giymezsin Byron.” dedim gülerek.

“Hey! Onu babam istediği için giymiştim! Ayrıca fena olmadı.”

“Tabi ki, asla 40 yaşındaki memurlara benzemedin.” Tyra dalga geçti.

Byron Tyra’yı yavaşça itti. “Çok kötüsün!”

“Tyra haklı Byron. Hafta sonu hep beraber alışverişe gitmeliyiz. O korkunç takımı giyemezsin.” dedim hemen.

Byron elini başına koydu ve bıkkın bir ses çıkarttı. “Beni öldürmeye mi çalışıyorsunuz?”

“Hayır tatlım, sen bu ülkeden ayrılmadan önce son golünü atmanı sağlamaya çalışıyoruz.” dedi Tyra gülümseyerek.

“Ülkeden ayrılmak mı?”

“Evet, yani, Kanada’da okumayacaksın herhalde. Dimi?” sordum merakla.

“Pek emin değilim aslında. Yani, İngiltere bir seçenek tabii, oradan çağırılıyorum.” dedi Byron. “Yine de-”

“Hop! Hayır, bana annem falan deme Byron! Annen senin o okula gitmeni istiyor. Hepimiz bunu biliyoruz. Ve evden uzak olmak sana iyi gelecek.” dedi Tyra.

“Kesinlikle.”

“Neyse ne ya, okula geç kalmıyor muyduk? Hızlı olsanıza!” dedi Byron ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Biz de ona yetişmek için adımlarımızı hızlandırdık.

Okulun kapısından içeriye girdiğimizde çoktan zil çalmıştı. Neyse ki ilk dersimiz biraz kaytarabileceğimiz bir dersti. Tarih. Tarih hocamız Bay White çok rahat bir adamdı. Özellikle de okulun son haftaları. Bu yüzden henüz kendisi bile derse gelmemiş olabilirdi. Hep beraber koridorun sonundaki sınıfa doğru ilerledik. Sınıfa girdiğimizde herkes çoktan yerini almıştı. Tam da tahmin ettiğim gibi, Bay White henüz gelmemişti. Byron, Tyra ve ben genelde cam kenarında otururduk. Birinci, ikinci ve üçüncü sıradaki masalar bizimdi. En öne Byron oturdu. İkinci sıraya Tyra oturdu ve ben de üçüncü sıraya oturdum. Her ne kadar insanlar ön sıraların çok dikkat çektiğini düşünse de, öğretmen masasının önündeki sıralar genelde en az dikkat çeken yerlerdi. Kısa süre sonra Bay White sınıfa girdi ve yoklama alıp tahtaya bir harita çizmeye başladı.

 

***

 

Okul çıkışında Byron, Tyra ve ben her zamanki gibi eve doğru yürüyorduk. Hava çok güzeldi. Ilıktı. Güneş bulutların arkasına saklanmıştı. Byron kafasını öne eğmiş, elleri cebinde dalgın adımlarla ilerliyordu. Tyra’nın kafasından geçenler ise bir muammaydı. Evim görüş alanımıza girdiğinde kapının önünde bir taksi durduğunu fark ettim. Taksinin kapısı açıldı ve içinden genç bir erkek çıktı.

“Berto mu o?” sordum ve gözlerimi kısarak bakmaya çalıştım.

“Kuzenin mi? Berto mu döndü?” Byron şaşırarak sordu.

“Şu Meksika’daki kuzen değil mi? Hani şu dövüş okulunda çalışan.” dedi Tyra. Tyra Berto’yu pek tanımazdı çünkü ikisi de eş zamanlı tarihlerde tatile çıkıyorlardı. Yıllardır denk gelmemişlerdi.

“Evet, o. Hadi gidip selam verelim.” dedim ve yanına ilerledim. Diğerleri de benimle beraber geldiler.

“Hey, Berto!”

“Selam millet! Sizi görmek güzel.” dedi Berto ve valizini bir kenara bırakarak bana sarıldı. “Olita! Çok büyümüşsün.”

“Eh, artık 18 yaşımdayım. Doğum günüme gelmedin!” dedim sahte bir sinir ile. “Söz vermiştin.”

“Biliyorum, biliyorum. Ama çok yoğundum.”

“Yeme bizi Berto, bi dövüş eğitmeni bu kadar yoğun olmamalı.” dedi Byron ve Berto’ya sarıldı. Berto mahcup bir ifade ile bize baktı ve başını kaşıdı.

“Eh, sanırım benim hatam.” dedi Berto ve Tyra’ya döndü. “Tyra, değil mi? Tanrım görmeyeli ne kadar da büyümüşsün.” dedi ve sarıldı.

“Eh, sen de baya şekillenmişsin.” dedi Tyra ve güldü.

“Nasılsınız? Okul nasıl gidiyor?”

Tyra hemen lafa girdi. “Eh işte, lise bitmek üzere. Mezuniyet hazırlıkları ve üniversite başvuruları ile uğraşıyoruz. Bilirsin, sıkıcı işler.”

“Heyecanlı duruyor.” dedi Berto gülümseyerek.

Byron elini Tyra’nın omuzuna koydu. “Hadi Tyra, biz eve dönelim. Berto ile konuşacak bolca zamanımız olacağına eminim. Bırakalım da dinlensin.”

“Tamam ya.” dedi Tyra söylenerek. “Sonra görüşürüz çocuklar.”

Tyra kuzenim Berto’ya göz kırptı ve Byron ile beraber bahçe kapısından çıktılar. Bu da neydi şimdi? Tyra kuzenime kur yapmaya mı çalışmıştı?

“Aşık etmediğin bi o kalmıştı.” dedim söylenerek.

Berto içten bir şekilde güldü. “Kızlar benim cazibeme dayanamıyor.”

“Hadi oradan, cazibeymiş.” söylendim ve anahtarımı çıkartıp kapıyı açtım. Berto da valizini almıştı.

Kapıyı açıp içeri geçtiğimde teyzem Tina’nın ve eniştem James’in oturma odasında oturup hararetle bir şey tartıştıklarını gördüm. Kapıdan ben girince ikisi de bana gülümsedi ama Berto içeri girdiğinde, ikisinin de ifadesi karardı. İkisi de çok ciddi duruyordu.

“Teyze, James, Berto bu yıl biraz erken geldi!” dedim gülümseyerek. Normalde teyzem ve James, Berto’nun bize gelmesine çok sevinirlerdi. James ve Berto çok iyi anlaşırlardı ve Berto onların oğlu gibiydi. Ama bugün bir şeyler doğru değildi. İkisi de bu habere pek sevinmiş gibi gözükmüyordu.

“Hoş geldin Berto, tatlım.” dedi teyzem sahte bir gülümseme ile. James ise sadece başını sallamakla yetinmişti. Endişeli duruyordu ve kafasında birçok düşünce geçiyor gibiydi.

“Teşekkür ederim, umarım erken gelmem bir sorun teşkil etmez. Patronum böyle uygun gördü.” dedi Berto ama açıkça bir şeyler ima ediyor gibiydi.

“Ah, demek patronun öyle istedi.” dedi eniştem sert bir ses ile. “Patronun bize böyle söz vermemişti Berto.”

“Pekala neler oluyor? Bu saçma tavır da ne?” sordum sinirlenerek. “Berto geldi, kuzenim! Her yıl bize zaten geliyor! Erken gelmesinde bir sorun mu var?”

“Buna cevap vermek ister misin James?” Berto sırıtarak sordu.

James derin bir nefes aldı. Bir bana bir de Berto’ya bakıyordu. Yüz hatları gergindi. Tam bir şey söyleyecekti ki, teyzem Tina araya girdi. “Pekala, yeter bu kadar! Berto git ve valizini odana yerleştir. James, sakin dur.” dedi ve bana döndü. “Olita, yemekte bana yardım et.”

“Ama teyze-”

“Artık yaşlı bir kadınım tatlım. Bu kadar kişiye tek başıma yemek hazırlayamam. Gelip bana yardım etmelisin.” dedi teyzem sert bir tonda.

Bir şeyler yanlıştı. Neden kimse Berto’nun gelişine sevinmiyordu? Neden bu kadar gerginlerdi? Teyzem ve James asla kavga etmezlerdi. Sadece birbirleri ile değil, başkalarına karşı da hiç bu kadar sert olmamışlardı, ki şu anda karşılarındaki kişi benim en yakınımdı. Kuzenimdi.

“Pekala, ben Berto’ya yardım edeyim ve gelip sonra da sana-”

“Berto’ya yardımcı olmana gerek yok Olita. Kendisi halledebilir. Sen gel ve bana yardım et.” dedi teyzem ve mutfağa yöneldi. Berto’ya baktım. Son derece rahat ve sakin duruyordu ve Valizini üst kata yani benim odama taşıyordu. Ben de hızla mutfağa girdim.

“Teyze neler oluyor? Tüm bu saçmalık de neydi?”

“Sana anlatamam. Üzgünüm Olita, ama bana güvenmelisin.”

“Güvenmek mi? Ben sana zaten güveniyorum ama neler olduğunu bilmeye hakkım var.”

“Bak,” dedi teyzem. “sadece gitmelisin. Mutfak kapısından çık ve git. Sana biraz para vereceğim. Ve sen-”

Teyzem bir şeyler söylüyordu ama dinlemiyordum. Gitmek mi? Nereye? Neden? Neden gitmem gerekiyordu? “Neden? Neden gitmem gerekiyor? Nereye gideceğim? Berto’dan neden kaçıyorum?” sordum telaşla.

“Bak Olita, sen onu tanıdığını sanıyorsun. Ama tanımıyorsun. Berto paralı asker gibidir. Seni yanında götürmek isteyecek. Gitmemelisin. Gidemezsin.”

“Paralı asker biraz kaba olmadı mı Tina?” İkimiz de sesin geldiği yöne döndük ve Berto’yu kapıya yaslanmış bir şekilde bulduk. “Ben de onu korumaya çalışıyorum.”

“Korumak mı? Sen mi? Sen o katiller ile çalışmıyor musun!” teyzem bağırdı. Teyzemin sesini yükselttiğini ilk kez duyuyordum.

“Teknik olarak hayır, onların çocukları ile çalışıyorum.” dedi Berto ve yanımıza geldi. “Hiçbir şey bilmiyorsun. Eğer onu yanıma almazsam işte o zaman onu tehlikeye atmış olacaksınız.”

“Kim kimi tehlikeye atıyor?” sordum.

“Olita seninle gelmeyecek! Onu ben saklayacağım! Yıllarca sakladım, şimdi de saklarım!” teyzem bağırdı.

“Neler oluyo? Alo?”

“Sen onu sakladığını mı sanıyorsun? Okulun radarından bir gün bile düşmedi. Artık yeterince büyüdü Tina, bizimle gelmeli.”

Teyzem ve Berto arasındaki gerginlik giderek büyüyordu. İkisi de beni dinlemiyordu, oldukça huzursuzdum. Neler olduğunu anlamıyordum. Teyzem kontrolden çıkmış gibi Berto’nun üzerine yürüdü. “Berto, kes şu saçmalıkları!” dedi sert bir tonda. “Tüm bu şeylerle Olita’nın kafasını karıştırmaya hakkın yok. O sadece bir çocuk!”

Berto’da teyzeme doğru bir adım attı. Bakışlarında açıkça bir meydan okuma vardı. “O artık bir çocuk değil, Tina. Olita artık bunları bilmeli. Daha ne kadar saklamayı planlıyorsunuz?”

Benimle alakalı bir olayı ben hariç herkes biliyor gibiydi. Sinirlendim ve araya girdim. “Benden ne saklıyorsunuz?” diye sordum ama bu sefer sesimi bir oktav yükseltmiştim. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Hiçbir şey doğru gelmiyordu. Ailemi ilk kez böyle bir kavganın içinde görüyordum. Kuzenim Berto’ya baktım. Oldukça kendinden emin duruyordu, sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibiydi. Teyzem ise tam panik halindeydi.

Teyzem derin bir nefes aldı ve yemek masasına yaslanarak oradan güç almaya çalıştı. Gözleri dolmuştu. “Olita tatlım, senin bilmen gereken şeyler var.” dedi ve duraksadı. “Ama şimdi zamanı değil. Lütfen tatlım, bu işlere karışma. Bu hayal edebileceğinden daha da karmaşık.”

“Karmaşık mı?” dedi Berto alaycı bir şekilde. “İşleri karmaşık hale getiren sizsiniz. Kızın benimle okula gelmesi gerekiyor. Geç bile kaldı. Onu burada, Kanada’da saklayarak bir yere varamazsın Tina. Onu hazırlamalıyız, yoksa-”

“Yoksa ne olacak Berto?” teyzem bağırdı. “Onu o lanet okula götürüp kendin gibi bir paralı askere mi çevireceksin? Onu yıllarca tüm bu saçmalıklardan uzak olması için koruduk ve büyüttük. Böylece sana bırakmayacağız!”

“Biz seni dost sanırdık Berto.” dedi James yanımıza gelerek. “Ben seni dost bildim.”

“Neden anlamıyorsunuz, ben sizin tarafınızdayım! O yüzden Olita’yı almaya ben geldim!” Berto bağırdı.

“Tamam, bu kadar yeter! Ya bana neler olduğunu anlatırsınız, ya da evi terk ederim! Delireceğim artık!” diye bağırdım sinirle.

Teyzem, James ile bakıştı ve sonra bana baktı. Yanıma geldi ve yüzümü ellerinin arasına alıp sevgi dolu gözler ile bana baktı. “Bilmen gereken çok şey var Olita,” dedi titrek bir ses ile. “Berto’nun az önce bahsettiği okul, sıradan bir okul değil. Bu okul yüzünden biz, anne ve babanı kaybettik.”

“Ailem bir kazada öldü.” dedim sessizce.

“Hayır tatlım. Ailen bir kazada ölmedi Ailen bu okul yüzünden öldü.”

Büyük bir şok dalgası bedenimi sardı. Ailem, onlar bir kazada ölmemiş miydi? Ama ben o kazayı çok net hatırlıyordum. Anne ve babam ile birlikte tatile gidiyorduk ve bir araç bize çarpmıştı ve aracımız şarambole yuvarlanmıştı. Anne ve babam o kazada ölmüşlerdi.

“Mümkün değil. Kaza gününü çok net hatırlıyorum.” dedim sertçe.

“O bir illüzyon. O anıyı biz yarattık.” dedi Berto.

“Ne yaptınız pardon? Dalga mı geçiyorsun?”

“Madam Vespera, okula gelirsen onunla zaten tanışacaksın. Kendisi aslında bir cadı. Senin için sahte bir anı yarattı ama artık 18 yaşındasın. Bu illüzyon yavaş yavaş kalkacaktır.” dedi Berto sakin bir ses ile.

“Ailem beni götürmek için geldiğin okul tarafından öldürüldü ve siz de ben bu anıyı hatırlamayayım diye bir cadı bulup anıyı değiştirdiniz. Nasıl bir bokun içine düştüm lan ben? Ne biçim okul bu?”

“Özel güçleri olan çocukların eğitim aldığı bir okul, tatlım. Sen de o çocuklardan birisin.” dedi teyzem. “Annen ve baban o okul tarafından öldürüldüler.”

Tüm bu yeni bilgileri işlemeye çalışıyordum ki Berto öne atıldı. “Eğer kaçmaya çalışmasalardı bir şey olmayacaktı, Tina.” dedi sakin ama kararlı bir ses ile. “Sen ve James şu anda Olita’yı koruduğunuzu sanıyorsunuz, ama öyle değil. Aslında onu daha büyük bir tehlikeye atıyorsunuz. Koruma duvarları yakında kırılacak.” dedi Berto.

“Müdür Ride çok endişeli. Olita’nın peşine düşen tek kişi okul değil, çok daha büyük ve tehlikeli toplumlar var. Olita’yı her an bulabilirler. Benimle gelmesi gerekiyor.” dedi Berto.

“Neden beni arıyorlar? Beni ne yapacaklar?”

James yanıma geldi. “Efsane yüzünden.”

“Ne efsanesi?”

“Söyleyemeyiz.” dedi teyzem. “Bu dünyada işler öyle yürümüyor.”

“E ben nasıl öğreneceğim?”

“Öncelikle kıza yanlış bilgi vermeyin mümkünse.” dedi Berto ters bir şekilde. “Bu bir efsane değil, bir kehanet. Ve bu kehaneti öğrenmenin iki yolu var. İlki, kehanette bulunan kahinden doğrudan öğrenmek, ki bu biraz imkansız.”

“Neden?”

“Eh, çünkü kendisi bir miktar ölü. Ama sorun değil, hala ikinci bir seçeneğin var.” dedi Berto. “Yüce varlıkların katına çıkman gerekiyor.”

“Yüce varlıklar mı?”

“Tanrı ve tanrıçaları kastediyor tatlım.” dedi teyzem.

“Ölmem mi gerekiyor! Ah, harika. Her türlü öleceksem okula falan gelmiyorum.”

Berto hızla araya girdi. “Dur bakalım, önce sakin ol. Ölmene gerek yok. Ölmeyeceksin.” dedi Berto ve derin bir nefes aldı. “Herkes bir şey söylüyor ve Olita’nın kafası çok karıştı. En iyisi Olita ve ben yukarı çıkalım ve bir valiz hazırlayalım. O sırada ben de her şeyi anlatayım.”

Berto’nun bu teklifi odada bir sessizlik sağladı. Teyzem Tina’nın bakışlarından benim için endişelendiğini anlayabiliyordum. Sanki hala Berto’yu dinlememem gerektiğini söyleyecek gibiydi, ama yapmadı. Derin bir nefes aldı ve geri çekilip yolu açtı. James ise sadece başını öne eğmişti. Sanki bu kararı kabul etmekten başka bir seçeneği kalmamış gibiydi. İçimde büyüyen karmaşayı bastırdım ve Berto’ya dönüp başımı hafifçe sallayarak onayladım.

“Tamam.” dedim. “Hadi yukarı çıkalım.”

Teyzemi ve James’i arkada bırakıp merdivenlere yöneldik. Basamakları çıkarken, arkamda teyzem ve James’in endişeli bakışlarını hissedebiliyordum. Düşüncelerim birbirine dolanmıştı sanki. Teyzemin anlattıkları ve Berto’nun anlattıkları... Hepsi birbiriyle çatışıyordu. Hangisi doğruydu? Hiç inandırıcı gelmiyordu. Tüm bu ‘özel güçler’ meseleleri gerçek miydi? Yoksa bu bir rüya mıydı? Belki de bir kabustu.

Odama girip kapıyı kapattık. Berto dolabımın yanında duran valizimi aldı ve yere koyup açtı. Ben ise ne yapacağımı bilmeden odanın ortasında duruyordum. Berto sessizce dolabımı açtı ve eşyalarıma göz gezdirmeye başladı. Daha fazla dayanamıyordum. İçimde biriken soruları sorma kararı aldım. “Bana her şeyi anlatacağını söylemiştin.” dedim hemen. “Neler oluyor Berto? Bu okul, özel güçler de neyin nesi? Neden ben?”

Berto duraksadı, yüzüme baktı. “Bu aslında çok uzun bir hikaye Olita. En temelden almak gerekirse, sen diğer insanlar gibi değilsin. Farklısın. Ben de farklıyım. Ailemiz farklı. Bizim özel güçlerimiz var.” dedi Berto. “Şu ana kadar güçlerini fark etmemiş olman, sana daha önce yaptırdığımız büyüden kaynaklanıyor. Bu büyü sadece anılarını değiştirmedi, aynı zamanda güçlerini de baskıladı.”

“Baskılanmış güçlerim mi var yani? Buna inanacağımı mı sanıyorsun?”

“Evet, var. Senin, benim ve o okulda okuyan tüm öğrencilerin farklı güçleri var.” dedi Berto ciddi bir ses tonu ile.

“Somut bir kanıt görmek istiyorum. Kanıtlayabileceğini de sanmıyorum. Anlattıklarının hepsi saçmalık.”

Berto gözlerini bana dikti ve alaycı bir ifade ile bana baktı. “Kanıt mı istiyorsun? Tamam o zaman.” dedi ve bir adım geri çekildi. Derin bir nefes aldı. Tam o anda, gözlerimin önünde yavaşça kaybolmaya başladı. Önce silüeti bulanıklaştı, ardından tamamen kayboldu.

Berto gözlerimin önünde yavaşça kaybolunca zihnimin bir anda boşaldığını hissettim. Kalbim sanki göğsümden fırlayacak gibiydi. Gözlerim genişledi, nefes alamadığımı hissettim. Bu gerçek olamazdı, değil mi? İçimde bir yerlerde bu durumu açıklamaya çalışan bir ses vardı ama her şey çok hızlı gerçekleşmişti. Mantıklı bir açıklama bulamıyordum. Vücudum istemsizce geri çekildi. Bir adım, iki adım... Ama nereye kaçacaktım?

Görünmez olabilmek... Bu mümkün müydü? İçimden çığlık atmak geldi, ama yapamadım. Gözlerim Berto’nun az önce durduğu yerde dolandı, ama onu göremiyordum. Sadece varlığını hissedebiliyordum. “Berto?” sesim titrek ve cılız çıkmıştı. “Sen... Sen neredesin?” sordum ama cevap alamadım. Cevap alamayınca iyice paniklemeye başladım. Ellerim titremeye başladı, kalbim güm güm atıyordu.

Çalışma masamdan destek aldım ve durdum. Derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım ama zihnimde dönen düşünceler dur durak bilmiyordu. Başta teyzem, James ve Berto’nun benimle dalga geçtiklerini düşünmüştüm ama şimdi işler değişmişti. Her şey bir anda çok ürkütücü bir hal almıştı.

Berto’nun sesi, bir boşluktan geliyormuş gibi odanın içerisinde yankılandı. “Olita, korkmana gerek yok.” dedi. Sesi sakinleştirici olmalıydı, ama sadece beni daha da ürküttü.

“Nasıl?” dedim ve yutkundum. “Nasıl yapıyorsun bunu?” diye sordum. “Nesin sen?”

Bu iki kelime ağızımdan çıktığında bile inanmakta zorlanıyordum. Berto bir insandı, değil mi? Ama bu yaptığı insan olmanın ötesindeydi. İtiraf etmeliydim ki, bu gerçekten büyük bir kanıttı.

Bir anda Berto yeniden ortaya çıktı. Gözlerimiz buluştuğunda istemsizce bir adım geri kaçtım ve neredeyse sendeleyip düşüyordum. Onu gördüğüm için rahatlamam gerekirken içimdeki panik duygusu daha da artıyordu Her şeyin sadece bir kabus olmasını diledim ama Berto’nun yüzündeki ciddiyet beni gerçekle yüzleşmeye zorluyordu. Eğer Berto görünmez olabiliyorsa, bu özel güçlerin gerçek olduğu anlamına gelirdi. Ve eğer özel güçler gerçekse, o zaman kehanet de gerçekti.

“Sana anlatmam gereken çok şey var.” dedi yavaşça. “Ama önce sakin olmanı istiyorum. Seni korkutmak istemedim.”

Tekrar derin bir nefes aldım ama bu nefes de öncekiler gibi bana pek bir şey kazandırmamıştı. “Bu nasıl mümkün olabilir? Nasıl...”

Berto’nun bakışları yumuşadı. “Sana söylediğim gibi. Biz farklıyız. Sana bugün anlattığım her şey gerçek. Özel güçler, Tanrılar, Tanrıçalar, okulumuz, ailemiz ve daha fazlası.”

Söyledikleri inanılmaz görünüyordu, aynı zamanda gözlerimin önünde gerçekleşen olay da göz ardı edilemeyecek kadar gerçekti. “Peki ya bu kehanet? Neden ben?” diye sordum. Sesimdeki tedirginliği saklamaya çalışmamıştım bile.

Berto bıkkın bir şekilde nefes verdi ve yanıma geldi. “Olita, şunu anla. Sen sıradan biri değilsin. İçinde çok özel bir güç var. Bu güç benim ya da bir başkalarının gücü gibi değil. Ne olduğunu biz de bilmiyoruz.” dedi ve elini elimin üzerine koydu. “Ama şunu bilmelisin, bu güç geçmişte çok büyük olaylara yol açmış ve gelecekte çok büyük sorunlar getirebilir. Bazıları seni korumak istiyor, bazıları ise kontrol etmek. Eğer okula gelmeyi seçersen, yakınına alacağın kişileri iyi seçmen gerekecek.”

“Biz sıradan insanlar değiliz. Sen de sıradan değilsin. Bu gerçeği senden sakladık çünkü seni korumak istiyorduk. Ama artık bu gerçeği bilip ona göre hareket etmen gerekiyor.”

“Neden şimdi?” sordum.

“Çünkü hazır değildi. Bu dünya düşündüğünden daha karanlık ve kolayca manipüle olabilirdin. Tina ve James seni tüm bunlardan uzak tutmak için ellerinden geleni yaptılar. Hala da yapıyorlar. Seni koruyabileceklerini düşündüler. Ama tehlike kapıda. Seni daha fazla saklayamazlar.”

“Pekala, bu tehlikeyi açar mısın?”

“Bak, daha fazlasını anlatamam. Yeminim var. Üzgünüm ama kendin keşfetmen gerekiyor.” dedi Berto.

“Evet, tabii ki öyle. Hep öyle olur.”

“O da ne demek?”

“Dizilerde hep öyle olur.”

“Hala işleri dalgaya alıyorsun ama bu ciddi.” dedi Berto sinirle.

“Tamam tamam, anladım. Peki ya Tyra ve Byron? Onlara ne olacak?”

Berto düşünceli gözüktü. “Onlara bir yalan uyduracağız. Sabah onlarla vedalaşırsın.” dedi. İkisi de benim en yakınlarımdı. Onlara yalan söylemek istemiyordum. Berto aklımdan geçenleri anlamış gibiydi. “Eğer onlara gerçeği anlatırsan sana inanmazlar. Dahası, bu onların hayatını tehlikeye atar.”

“Anladım. Tamam, son bir sorum daha var.” dedim hemen ve yatağıma oturdum. “Teyzem, annem, babam, ailemiz de bu okula gitti mi? Hepsinin güçleri mi vardı?”

“Tina ailemizdeki tek güçleri olmayan kişi. Ve James, o sadece bir insan. Ama merak ettiğin anne ve babansa, onlar, evet. Güçleri vardı. Annen su elementine sahipti ve baban da ateş.” dedi Berto.

“Elementler de mi var?”

“Bilmediğin daha çok fazla şey var. Hepsini okulda öğreneceksin.”

Berto sırıttı ve eşyalarımın bazılarını valizime doldurmaya başladı. Aklıma takılan başka bir soru vardı. Bunu şimdi sormazsam, bir daha sorma cesaretini gösteremezdim.

“Nasıl öldüler?”

“Ne?” Berto durdu ve bana baktı.

Derin bir nefes aldım. “Anne ve babam trafik kazasına ölmedi. Okul yüzünden öldü. Bana bunu siz söylediniz. Onlar nasıl öldü? Bilmeye hakkım var.” dedim sert bir şekilde.

“Pekala, haklısın ama fazla bir şey bilmiyorum.” dedi Berto ve yere baktı. “Bu kehanetteki çocuğun sen olduğun anlaşılınca, onlar seni korumak için okuldan kaçtılar. Okul onları ve seni korumak istiyordu ama onların neden kaçtığını kimse bilmiyor. Seni Tina’ya bıraktılar ve başka bir yere doğru gittikleri sırada okul onları buldu. Daha sonra ne olduğunu bilmiyoruz ama öldüklerinden eminiz.” dedi Berto.

“Okul diyorsun.” mırıldandım. Ciğerlerimin yandığını hissediyordum. Bunca yıl, ailemin bir trafik kazasında öldüğünü düşünmüştüm. Her şey bir kazaydı. Ama şimdi gerçeğin böyle olmadığını öğreniyordum. Ailemi öldürmüşlerdi. Bir katil vardı. Hayır, bir katil değil, birden fazla katil vardı. Okulun başındakiler katillerdi. Ailemin katilleri.

İçimde bir kıvılcım hissettim. Önce bir sızı başladı, ardından damarlarıma yayılan zehirli bir hiddete dönüştü. Onlar... o okul ailemi benden çalmıştı. Öyle ki onlara dair hatırladığım tek anı yine aynı okula çalışan bir cadı tarafından oluşturulmuş sahte bir kazaydı. Bu ateşin kaynağını biliyordum. İntikam.

Berto’ya baktım. Endişeli gözler ile bana bakıyordu. Ona anlatamazdım. Okulun yaptıklarında haklı olduğunu düşünüyordu. İçimdeki bu nefreti ondan saklamam gerekiyordu. Herkesten saklayacaktım. İntikamım için uygun zamanı kollayacaktım ve ailemin intikamını alacaktım.

“Tamam. Okula seninle geleceğim. Tyra ve Byron’a mesaj atıyorum. Yarın vedalaşırım ve gideriz.” dedim sakin bir ses tonu ile ve valizimi toplamaya başladım.

“Tamam, okulu arayacağım. Bizim için bir araba yollasınlar.”

 

***

 

“Bu kadar çabuk gitmek zorunda mıydın? Liseden bile mezun olmadan neyin üniversitesi bu.” dedi Tyra. Neredeyse ağlayacak gibi duruyordu.

“Berto benim için araya insan sokmuş Tyra. Eğer şimdi gitmezsem okula kayıt yaptıramam.”

“Bize neden söylemediniz? Bilseydim dün eve dönmezdim. Seninle kalırdım.” dedi Byron hoşnutsuz bir şekilde. “Seni çok özleyeceğim.”

“Yazın geri geleceğim çocuklar.” dedim ve gülümsedim. “Ve Byron, Tyra’ya göz kulak ol. Sana güveniyorum.” dedim gülümseyerek.

Byron olumlu anlamda kafasını salladı. Üçümüz sıkıca sarıldık. Berto valizlerimi arabaya yerleştiriyordu. Arabayı okul bizim için bu sabah yollamıştı. Okul’u düşündükçe içime nefret doluyordu. Okulu hemen aklımdan uzaklaştırdım. Şu anda bu vedaya odaklanmam gerekiyordu.

Byron ve Tyra ile vedalaşırken içimde garip bir ağırlık vardı. Bu ağırlığın sebebinin onlara gerçekleri söyleyememek olduğunu biliyordum. Ama onların iyiliği için gerçekleri saklamak zorundaydım.

Tekrardan Berto’ya baktım. Valizleri yerleştirmişti. Ben tam arabaya doğru ilerleyecekken omzumda bir el hissettim. Teyzem Tina’nın eliydi bu. “Olita, eğer gerçekten gitmek istemiyorsan, bunu yapman gerekmiyor tatlım.” dedi teyzem. Sesi titriyordu ve açıkça ağlamamaya çalışıyordu. “Orası senin için güvenli olmayabilir.”

Teyzemi bu halde görmek beni derinden yaralamıştı, ama ben kararımı vermiştim. O okula gidecektim. Almam gereken bir intikam vardı.

“Gitmek zorunda değilsin.” dedi James bana bakarak. Ona gülümsedim.

“Gitmem gerekiyor. Orada ailem hakkında daha fazla şey öğrenebilirim. Ve belki de, kendimle ilgili.” dedim. Bu kısımları sadece onların duyabileceği şekilde kısık sesle söylemiştim. Teyzemin gözleri doldu ama hiçbir şey söylemedi. Sadece başını salladı ve bana sıkıca sarıldı. Teyzemi bırakmak yüreğimi acıtsa da gitmek zorundaydım.

Biraz daha burada kalırsam vazgeçebilirdim. Bu yüzden arabaya binip kapıyı kapattım. Berto sürücü koltuğuna geçip motoru çalıştırırken teyzemin arabanın yanında durduğunu gördüm. Göz göze geldik. Bana bir şey söylemek ister gibi bakıyordu. Söylemesini bekledim, ama söylemedi. Sadece el salladı. Berto gaza basınca, teyzemin silueti de diğerlerininki gibi geride kaldı.

Berto yol boyunca sessizdi. Ben de sessizliği bozmak istemedim. Vedalaşmak düşündüğümden de zor olmuştu. Byron, Tyra, teyzem Tina ve James. Hepsini o kadar çok özleyecektim ki. Özlemim o kadar büyüktü ki, içimdeki öfkeyi bastırıyordu. Şimdilik.

Gözümden iki damla yaş aşağı doğru süzülmeye başladı. Berto bunu fark etmiş olacak ki konuştu. “Yaz tatilinde eve dönebilirsin, biliyorsun.” dedi sessizliği bozarak. “Her şey yolunda giderse, seni yazın geri getirebilirim.”

Gözümdeki yaşları sildim. Berto’nun sözleri içimde bir umut ışığı yakmıştı ama bu ışık o kadar zayıftı ki hemen söndü. “Göreceğiz.” dedim sadece. Geleceğin ne getireceğini ikimiz de bilmiyorduk. Sadece en iyisini umuyorduk.

Şehirden uzaklaştıkça çevredeki manzaramız hızla değişiyordu. Binalar yerini ağaçlara, içimi ısıtan güneşe bırakıyordu. Değişmeyen tek şey, Robson Dağı’nın güzel manzarasıydı. Ama içimde öyle bir huzursuzluk vardı ki ne sıcak güneş, ne de Robson Dağı bunu geçiremiyordu. Bu his her geçen saniye daha da büyüyordu. Sanki çok kötü bir şey olacak gibiydi. Tam şu anda.

Birden, ağaçların arasından hızla gelen bir araç belirdi. Büyük bir çarpışma. Kırılan camlar. Arabamız çarpışmanın kuvvetiyle havaya fırladı. Zaman durmuş gibiydi. Bedenim arabanın içinde savrulurken, zihnimde sadece bir düşünce yankılandı. Bu daha başlangıç.

Araba ters döndü ve hızla yere çakıldı. Kafamı sert bir şekilde çarptım ama acıyı hissetmedim. Görüntüm bulanıklaştı. Kulaklarımda hala çarpışma anının sesi ve bir grup insan kalabalığı vardı. Gözlerim Berto’yu buldu. Endişe ile bana bakıyordu.

Son duyduğum şey Berto’nun çaresizce adımı haykırışıydı.

Sonra karanlık her şeyi yuttu.

Loading...
0%