@benrapu
|
Sabahın ilk ışıkları, ormanın derinliklerine yeni bir başlangıcın habercisi olarak süzülüyordu. Aria, Mirath kabilesinin kampında uykusuz geçen bir gecenin ardından gözlerini açtı. Kafasında onlarca soru, Dagon’un sözleri ve son gece yaşanan olaylar dolaşıyordu. Rehgar’ın anlatmaya başladığı tanrıların hikayesi ve Dagon’un ona yaklaşımı, Aria’nın kafasında çözülmesi zor bir bilmeceye dönüşmüştü. Bir yandan kaçmanın yollarını arıyor, bir yandan da neden buraya getirildiğini anlamaya çalışıyordu. Ama içindeki ses ona sürekli aynı şeyi fısıldıyordu: Dagon’a güvenemezsin. Aria, kampın kenarındaki ağaçlardan birine yaslanarak düşüncelere daldı. Mirath kabilesinin üyeleri, sabahın telaşında hazırlık yapıyorlardı. Rehgar, kabilenin şefi olarak güçlü ve kararlı görünüyordu. Onun otoritesi kabile üzerinde hâkimdi, ancak Aria, bu kabilede bir şeylerin yanlış gittiğini hissedebiliyordu. Belki de, Dagon’un onun buraya getirilmesindeki planı düşündüğünden daha derindi. Aria’nın bu sessiz anı, bir grup kabile savaşçısının kampın kenarında toplanmasıyla bölündü. İçlerinden biri, Aria’ya doğru yaklaşıp saygıyla selam verdi. “Rehgar seni görmek istiyor,” dedi. Aria, başını sallayıp derin bir nefes alarak yerinden kalktı. Bu görüşmenin daha önceki konuşmaların devamı olacağını tahmin ediyordu. Dagon’un planını öğrenmesi gerekiyordu; belki de Rehgar bu konuda daha fazla ipucu verebilirdi.
Rehgar’ın çadırı, kabilenin en büyük ve en süslü çadırlarından biriydi. İçerisi, tanrıların hikayelerini ve sembollerini anlatan işlemelerle kaplıydı. Aria içeri girdiğinde, Rehgar onu gülümseyerek karşıladı. “Aria,” dedi Rehgar, “seninle paylaşmam gereken çok şey var. Dün gece tanrılar hakkında konuşmaya başladım, ama yarım kalan bir hikaye vardı. Bugün sana bu hikayenin devamını anlatacağım. Bu, senin kaderini belirleyecek bir hikaye olabilir.” Aria, dikkatle Rehgar’a baktı. Rehgar, tanrıların dünya üzerindeki etkilerini anlatmaya başladı. Bu tanrılar, Elion ve Thanara’dan başlayarak, dünyanın dengesini sağlayan iki güçlü varlıktı. Ancak, bu tanrılar arasındaki çatışma, insanların kaderini de değiştirmişti. Rehgar, derin bir nefes alarak, “Sen bu hikayenin merkezinde yer alıyorsun, Aria. Senin içinde Thanara’nın bir parçası var.Bu yüzden buradasın. Bizim görevimiz, bu dengeyi sağlamak ve tanrıların dünyaya olan etkisini kontrol etmek. Ama bu dengeyi korumak hiç kolay değil.” Aria, Rehgar’ın sözlerinin ağırlığını hissetti. Dagon’la olan bağlantısı, düşündüğünden çok daha karmaşıktı. Ama bir şeyden emindi: Kendi kaderini kontrol etmek zorundaydı. Tam o sırada, çadırın kapısı açıldı ve Dagon içeri girdi. Rehgar, Dagon’u görünce bir an için duraksadı, ama sonra yüzünde sıcak bir gülümsemeyle onu karşıladı. Aria, Dagon’un gelişini beklemiyordu, ancak bu beklenmedik karşılaşma her şeyi daha da karmaşıklaştırdı. “Dagon,” dedi Rehgar, “tam zamanında geldin. Aria’ya tanrıların hikayesini anlatıyordum.” Dagon, Rehgar’a başıyla selam verdi ve Aria’nın yanına yaklaştı. Gözleri bir an için Aria’nın gözleriyle buluştu, ama Aria bu bakışın ardındaki niyeti çözmeye çalışırken, Dagon hızla sözü aldı. “Rehgar,” dedi Dagon, “bize anlatacakların daha uzun sürecekse, biraz özel konuşabilir miyiz?” Rehgar, Dagon’un isteği karşısında hafif bir gülümseme ile başını salladı. “Elbette,” dedi. “Ama unutma, Aria bu hikayenin bir parçası.”
Aria ve Dagon çadırdan çıktıklarında, kampın etrafında yavaş adımlarla dolaşmaya başladılar. Dagon, Mirath kabilesini gururla izlerken, Aria’nın zihninde bir dizi düşünce dolanıyordu. Dagon’un bu güçlü savaşçılarla çevrili olduğunu ve kabilenin lideri Rehgar’ın da onunla olan eski dostluğunu göz önüne aldığında, Dagon’un bu kabileyi bir şekilde savaşa sürüklemeyi planladığını hissetmeye başlamıştı. Ancak, henüz niyetinin tam anlamını çözememişti. Dagon, Aria’ya bakarak hafif bir tebessümle, “Mirath kabilesi, güçlü bir savaş kabilesidir. Onlar olmadan zafere ulaşmak zor,” dedi. Sesi hem gururlu hem de hesaplıydı. Aria, ona kuşkuyla baktı. “Beni neden buraya getirdin?” diye sordu Aria. Bu kabileyi göstererek, onları bir şekilde savaşa sokmayı planladığını biliyordu ama detayları henüz çözememişti. Dagon’un gözlerini hafifçe kısarak, “Burada olmanın bir sebebi var, Aria. Ama bunu henüz-” Tam o anda, ağaçların arasından bir hışırtı geldi. Aria irkilip etrafa bakarken, Mirath kabilesinin birkaç savaşçısı aniden belirdi. Yaylar gerildi, kılıçlar parladı. Dagon bir an duraksadı, ama Aria hemen saldırıyı hissetmişti. “Kılıçlarını neden çektiler?” diye sordu Aria, sesi tedirgindi. Dagon, şaşkınlıkla bakarken, kabile üyeleri onlara doğru hızla yaklaşıyordu. Rehgar’ın da bu saldırının bir parçası olduğunu anlamak zor değildi. “Bu planın bir parçası değildi!” diye bağırdı Dagon, hızla Rehgar’a dönerek. “Bu saçmalığı durdur!” Rehgar, ‘Doğru zaman şimdi, dostum.’ Aria’yı işaret ederek. Ama çok geçti. Oklar havada uçuştu, kılıçlar hızla hareket etti. Saldırı aniden başlamıştı ve Mirath kabilesi tam da o an Aria ve Dagon’a karşı düşman gibi davranıyordu. Aria’nın kalbi hızla atıyordu. Gözleri korkuyla büyüdü, eline bir silah almak bile aklına gelmemişti. Dagon’un vücudunun arkasına saklandığını bile fark etmemişti. Bir ok hızla ona doğru yöneldiğinde, içindeki gücün kontrolünü kaybetti. Korku ve panikle, vücudu aniden Thanara’nın gücüyle parladı. Gözleri karardı, etrafındaki hava aniden soğudu ve zemin titremeye başladı. Aria, kontrolsüz bir şekilde gücünü serbest bırakmıştı. Bir anda, her şey durdu. Mirath kabilesi savaşçıları, Aria’nın etrafında oluşan bu olağanüstü enerjiyi hissedip geri çekildiler. Hava ağırlaştı, rüzgar aniden kesildi ve Aria'nın etrafında kara bir sis belirmeye başladı. Aria, gözleri kapanmış şekilde yere çökmüş, vücudunun çevresinde güç dalgaları yaratıyordu. Thanara’nın gücü kontrolsüz bir şekilde serbest kalmıştı. Kabile üyelerinden bazıları, bu enerjiye maruz kalarak yere yığıldılar. Rehgar, şaşkınlıkla Aria’ya bakarken, Dagon hızla onun yanına koştu. Dagon, Aria’ya ulaşmaya çalışsa da karşısında Ölüm Tanrıçası Thanara vardı. Aria’ya doğru hızla ilerlerken bir enerji patlamasıyla geriye doğru savruldu. Sırtını sert bir şekilde yakındaki bir ağaca çarparak ancak durabildi. Yerde hafifçe kıpırdanarak başını kaldırıp etrafa baktı. Çarptığı ağaç da dahil, çevredeki her şey tüm heybetini kaybetmişti. Ormandaki hayvanlar canlarını kurtarmak için çığlık çığlığa etrafta koşturuyorlardı. Etrafındaki o güzel yeşil tonlar, siyahtan bile koyu bir hâl almıştı. Dagon, bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı. Rehgar hızlı davranmış, Dagon’dan işaret almadan Aria’ya saldırmış ve onun içindeki kontrolsüz gücün neredeyse tamamını açığa çıkarmıştı. Dagon’un istediği, sadece Aria’nın kontrol edebileceği kadar gücün açığa çıkmasıydı. Bu düşünceler zihninde dolaşırken, Aria’nın kendini tamamen kaybetmek üzere olduğunu gördü. Dagon, derin bir nefes alarak Aria’ya yavaşça yaklaşmaya başladı. Adımlarını ne kadar emin ve cesur atmaya çalışsa da Thanara’nın gücü, yakınlardaki her şeyin ruhunu emiyordu ve bu Dagon’un birazda olsa korkmasına neden oluyordu. Sonunda Aria’ya yaklaştığında,
“Aria, durmalısın! Bunu kontrol etmen gerekiyor!” diye bağırdı Dagon. Ama Aria’nın gözleri, korku ve güçle parlıyordu. O an, gücünü nasıl durduracağını bilmiyordu. İçindeki karanlık güç, onu tamamen sarmıştı. Dagon, tereddüt edercesine elini Aria’nın omzuna koyarak onu sarsmaya çalıştı. “Sakin ol! Beni dinle, Aria! Bu güç seni yok edebilir!” Aria, Dagon’un sesini duydu ama kontrolü geri almayı başaramadı. Yerde yatan kabile üyelerini ve etrafa kaçışan hayvanları gördü. İçindeki kaosla başa çıkamıyordu. Kalbi hızla atarken, tüm gücüyle haykırdı: “Duramıyorum!” Dagon, tekrardan Aria’ya karşı bir hareket yapacağı sırada Thanara’nın gücü ile geri püskürtüldü. Dagon, aldığı sert darbeyle bir kavak ağacına çarpmış ve yere yığılmıştı. Aldığı sert darbe ve yüzüne çarpan soğuk nemli toprak Rehgar’a karşı içinde bir öfkeye sebep olmuştu. Ne diye plana sadık kalmamıştı ki? Dagon, yavaş ve sakin bir şekilde yığıldığı yerden kalkarken Aria’ya odaklanmıştı. Onun gözlerindeki çaresizliği gördü. “Aria, sadece bana odaklan.” dedi, bu kez daha yumuşak bir sesle Dagon. “Bu senin gücün. Onu kontrol edebilirsin.” Aria, derin nefesler alarak, Dagon’un sözlerine odaklanmaya çalıştı. Gücü yavaş yavaş sakinleşmeye başlamıştı. Sis kayboldu, hava eski haline döndü. Aria, dizlerinin üzerine çöktü, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. “Ne yaptım ben?” diye fısıldadı, sesi titrek ve suçluydu. Aria, gözyaşları içinde başını salladı. “Beni kullanıyorsun,” dedi zayıf bir sesle. Derin bir nefes alarak gözlerini Dagon’a dikti, gözlerinde alevler vardı. “Eğer sen bu aptal oyunu oynamamış olsaydın, bunların hiçbiri olmazdı. Tek düşündüğün şey aptal bir savaş. Yok olan canlar ne olacak? Bu kadar insanın ne günahı vardı?” Aria, bakışlarını Dagon’dan çekerek, tek tek tüm kabile üyelerine, Rehgar’a ve tekrar Dagon’a öfke dolu gözlerle baktı. “Hepinize diyorum; bu kabile de, sen de hepiniz aynısınız. Tanrılara tapıyorsunuz, onlara kurbanlar veriyorsunuz, ama o çok sevdiğiniz tanrılar adına bir yandan yakıp yıkıp zarar veriyorsunuz. Bunu hangi lanet tanrı ister ki?” Aria, içindeki karanlığı kontrol altına almak için derin bir nefes aldı ve gözyaşlarını silerek, gözlerini bir kez daha Dagon’a ve Mirath kabilesine dikti. Öfkesi dinmemişti ama artık konuşmak yerine başka bir şey yapmaya kararlıydı. “Hayır, Dagon,” dedi sert bir sesle. “Artık senin oyunlarının bir parçası olmayacağım. Bu savaşı durdurmak da, gücümü kullanmayı öğrenmek de benim kararım olacak. Ama ne seninle ne de bu kabileyle…” Aria, Dagon'un endişeli bakışlarına aldırış etmeden bir adım geri çekildi. Gözleri hâlâ öfkeyle parlıyordu. Rehgar da geride durmuş, Dagon’un yanında sessizce olanları izliyordu. Dagon’un bakışlarında bir anlık tereddüt belirdi. Aria’nın kararlılığı karşısında şaşkındı, ama aynı zamanda bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Ancak, hiçbir söz Aria’nın öfkesini dindiremezdi. Bir adım daha geri çekildi. “Hepinizi burada bırakıyorum,” dedi soğuk bir sesle. “Beni ve içimde taşıdığım gücü anlayamayacaksınız. Ben de sizi anlamaya çalışmayacağım.” Dagon’un gözleri Aria’nın üzerinde donup kaldı, ama bir şey söylemedi. O da Aria’nın bu kararı vermiş olduğunu anlamıştı. Bu sefer onu ikna etmek imkansızdı. Aria, ormana doğru dönerek hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı. Kampın karanlık gölgeleri arkasında kaybolurken, Dagon’un ona doğru uzattığı eller boşlukta kaldı. Rehgar, başını hafifçe öne eğerek, Dagon’un omzuna dokundu. “Gitti,” dedi Rehgar, sesi sakin ama içinde derin bir anlam barındırarak. “Şimdi ne yapacağız?” Dagon, gözlerini Aria'nın kaybolduğu yöne dikmişti. Cevap vermedi, sadece iç çekerek bir an durdu. Kendisinin de kontrol edemediği bir şey başlamıştı. Aria’yı kaybetmiş olabilir, ama bu hikaye burada bitmeyecekti. |
0% |