Yeni Üyelik
12.
Bölüm

BÖLÜM 12: KIRIK KALPLER

@benrapu

Dagon, omzuna dokunan Rehgar’a hızla baktı ve yüzüne sert bir yumruk savurdu.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun lan?” dedi Dagon, öfkeden deliye dönmüş bir halde. “Senin saçma sapan hareketlerin yüzünden Aria’yı kaçırdık!”

Rehgar, yumruğun etkisiyle hafifçe sendeledi ve ardından Mirath kabilesine baktı. Tüm kabile üyeleri, Dagon’a saldırmak için hazır bir vaziyette bekliyorlardı. Rehgar, bir el işaretiyle onları geri çekilmeleri için yönlendirdi. Kabile üyeleri her ne kadar geri çekilmiş gibi görünseler de, tetikte beklemeye devam ediyorlardı.

Rehgar, sakin bir ses tonuyla “Bak dostum, öfkeni anlıyorum,” dedi. “Aria ve Yüce Tanrıça gitmiş olabilir ama bir şekilde onlara ulaşacağız.” Derin bir nefes aldı ve devam etti: “Eğer Aria’yı kendi tarafında istiyorsan, onu zor bir duruma sokmalısın ki kendini kurtaraması-”

Dagon, Rehgar’ın sözlerini sakin kalmaya çalışarak dinlemeye çalışıyordu ama dayanamayıp “Rehgar, yine ne saçmalıyorsun? Eğer yine saçma bir plan yapacaksan kafamı yorma!” diyerek ona öfkeli bir bakış attı.

Rehgar, Dagon’u baştan aşağı süzerek etrafında bir tur attı ve alaycı bir gülümsemeyle, “Dagon, göründüğün kadar akıllı olmayabilirsin,” dedi. Ardından sakin bir şekilde sözlerine devam etti.

“Bir insan, hele de kendini savunamayacak bir insan, her zaman bir kahramana ihtiyaç duyar,” dedi Rehgar. “Aria, gücünü kontrol edemiyor ve etrafındaki her şeye zarar veriyor. Sen onun kahramanı olacaksın.”

Dagon, Rehgar’ın sözlerini bir süre sessizce sindirmeye çalıştı. Rehgar’ın söyledikleri mantıklı gibi görünse de Dagon’un öfkesi henüz yatışmamıştı. Aria’yı kaybetmek, ona olan planlarını alt üst edebilirdi. Ama yine de, Rehgar’ın ima ettiği şekilde kahraman rolüne bürünmek, hiç hoşuna gitmiyordu.

“Senin saçma kahramanlık oyunlarına ihtiyacım yok, Rehgar,” dedi Dagon, dişlerini sıkarak.

Rehgar, hafifçe başını salladı ve ellerini cebine soktu. “Elbette ihtiyacın yok, dostum,” dedi alaycı bir tonla. “Ama şunu unutma, Aria senin düşündüğünden daha güçlü. Eğer o gücünü tamamen kontrol edemezse, bu sadece onun değil, hepimizin sonu olabilir. O yüzden kendine yardımcı olurken akıllıca davran.”

Dagon derin bir nefes aldı ve başını hafifçe geriye atarak gökyüzüne baktı. Yıldızlar, ormanın karanlığında parıldarken, bu sessiz manzara ona bir anlığına huzur vermişti. Ama bu huzur uzun sürmedi. İçindeki baskı büyüyordu. Aria’nın gücüne karşı duyduğu korku ve aynı zamanda onu kontrol etme arzusuyla dolup taşan karmaşık bir his onu ele geçiriyordu.

"Aria’nın peşine düşmemiz gerekiyor," dedi Dagon sonunda, kararlı bir tonla. "Ama onun bana güvenmesi gerekiyor."

Rehgar, hafifçe gülümseyerek başını salladı. “Aria’yı bulmak zor değil ama güvenini kazanmak çok daha zor olacak.” Bir adım daha yaklaşıp Dagon’un omzuna hafifçe vurdu. “Sakın unutma Dagon, bu savaşı sadece güçle değil, akılla kazanacağız.”

 

Aria, ormanın derinliklerinde son zamanlarda yaşadığı olayları düşünerek hızla ilerliyordu. Çoktan akşam vakti olmuş, ormanın derinliklerinden ürkütücü hayvan sesleri gelmeye başlamıştı. Bu sesler Aria'yı kendine getirmişti. İçten içe isyan ederek, “Beni kim lanetledi de böyle olaylar yaşıyorum?” diye düşündü. Bir an duraksadı; sığınacak bir yer bulması gerektiğini fark etti, yoksa ormanın derinliklerinde kurda kuşa yem olabilirdi.

Ay ışığında yavaş adımlarla ilerlerken arkasından bir hışırtı duydu. Yerden bir dal parçası alarak karanlığa doğru seslendi:

“Kim var orada?”

Ses gelmeyince daha da tedirgin oldu. Elindeki, kendine bile faydası olmayan dalı boşluğa doğru sallayarak, "Dagon, sen misin? Eğer sen isen hiç komik değil," diyerek korkusunu bastırmaya çalıştı.

“Dagon mu? Ne yani, kısa bir süre görüşmedik diye unutuldum mu?” diyen bir kadın sesi Aria’ya cevap verdi. Aria, gözleri fal taşı gibi açılmış, kulaklarını sese doğru dikmişti.

“N’aber?” diye seslenen Elera, Aria'nın önünde belirmişti. Aria, şaşkın bir şekilde karşısında duran Elera’ya bakıyordu; ne tepki vereceğini bilememişti.

Aria'nın şaşkınlığı devam ederken, gözleri doldu ve hiçbir şey demeden Elera'ya sıkıca sarıldı. Uzun süredir bu kadar derin bir rahatlık hissetmemişti. Elera'nın varlığı, yaşadığı tüm kaosun içinde bir umut ışığı gibiydi. Sarılmaları uzun sürdü; her ikisi de bu anın gerçek olduğunu kavrayana kadar

Aria, nefesini düzene sokmaya devam ederek geri çekildi ve Elera'ya baktı. “Neler oldu? Sen... sen nasıl hayattasın? En son seni o kadar kötü yaralanmış halde bırakmışlardı ki… Anlat lütfen! Sen nasıl kurtuldun? Neredeydin bu süre boyunca"

Elera, derin bir nefes aldı ve başını sallayarak Aria'nın sorularına yanıt vermeye başladı. “Beni yaşlı bir çift buldu, Aria. Yaralarımı sarıp beni tedavi ettiler. Evleri ormanın batı ucunda bir yerde. Bana inanamayacağın kadar iyi bakıldılar.

Aria, Elera'nın başından geçenleri sakin şekilde dinledi. "Bu kadar zaman… Sen o haldeyken ben ne kadar çok şeyle karşılaştım, anlatamam."

Elera, Aria'nın gözlerinin içine bakarak ona da sorular sormaya başladı. “Evet sen? Sen neler yaşadın? Dagon mu? Thanara?"

Aria derin bir nefes alarak, geçen her şeyi kısaca anlattı. Dagon'la yaşadıkları, Thanara'nın güçleri, kabilede olanlar ve bu karanlık gücün nasıl kontrolsüz bir şekilde ortaya çıktığını bir bir anlattı.

Elera, Aria'nın anlattıklarını sindirmeye çalıştı ve bir süre sessiz kaldı. Sonra sessizliği bozarak, “Bu iş böyle olmaz, Aria. Şu an için en güvenli yer senin evin. Bu kadar karmaşanın ortasında evine dönmeni istemesem bile şimdilik en güvenli yer gibi duruyor. Dagon ya da başkaları seni bulamadan gücün üzerinde çalışma imkanı da bulabilirsin."

Aria, Elera'ya bakarak düşündüm. Eve dönmek, kaosun içindeki kayıptan iyiydi, ama bir yandan da herşeyi çözmeden dönmek istemiyordu.

Elera onun omzuna hafifçe dokundu. “Eğer bir sorun varsa, birlikte çözeceğiz. Ama öncelik güvenli bir yer.

Aria başını sallayarak kabul etti. “Peki” dedi. “Köyüme dönelim.”

Böylece ikisi birlikte Aria'nın köyüne doğru yola çıkma kararı verdiler, ama onları neyin beklediklerinden habersizdiler.

 

Aria ve Elera köye yaklaşırken, ormanın derin sessizliği yerini boğucu bir karanlığa bırakmıştı. Aria'nın içi garip bir huzursuzlukla doluydu, sanki bir şeyler yolunda gitmiyormuş gibi hissediyordu. Köye yaklaştıkça, gökyüzünde siyah dumanların yükseldiğini fark etti. Kalbi bir anlık durmuştu sanki.

Köyüne ulaştığında görüldüğü manzara, Aria'yı tamamen alt üst etti. Evler yanmış, sokaklar enkaz yığınına dönüşmüştü. Dumanlar hâlâ tüterken, yıkıntıların arasında cansız bedenler yatıyordu. Aria, bir an nefes alamadı. Düşünceler zihninde çarpışıyor, gördüğü yıkımı algılamaya çalışıyordu. İçinde bir korku belirdi, bir acı...

Aria’nın gözleri evine doğru döndü ve hızla koşmaya başladı. Yıkık kapıya ulaştığında, derin bir nefes aldı, ancak içerideki görüntü onu yerle bir etti. Annesi ve babası, birbirine sarılmış halde, yerde hareketsiz yatıyorlardı. Gözlerinde donmuş korku duyguları vardı. Aria bir adım geri çekildi, ama ayakları onu taşıyamadı, dizlerinin üzerine düştü.

Gözyaşları istemeden yanaklarından süzülüyordu, her şey sona erdi. Kendi ailesi bile bu felaketten sağ çıkamamıştı. Nefesi kesilmiş, kalbi sanki göğsünden çıkacakmış gibi çarpıyordu.

"Hayır... Bu gerçek olamaz..." diye fısıldadı, sesi titreyen bir öfke ve acı doluydu. Ellerini titreyerek annesiyle babasının bedenlerine uzattı. Onlara dokunduğu an, içinde bir şeyin hareket ettiğini hissediyordu.

O an karanlık onu tekrar ele geçirmişti.

Aria, karanlığın içinde nefes alamıyormuş gibi hissediyordu. Tek düşündüğü, sevdiği her şeyin bir anda bu lanetli güç yüzünden elinden alınmış olmasıydı.

Annesi, babası, köyü, çocukluğu...

Her şey bir anda kara bir toz bulutuna dönmüştü. Aria, gözyaşlarına boğulmuş, hıçkırarak bu soğuk karanlığın içinde tek başına acısını yaşıyordu. Dış dünyadan tamamen kopmuş halde, sanki sadece bu karanlık ve soğuk yere aitmiş gibi, artık onun için güneş bir daha doğmayacakmış gibi hissediyordu.

Aria, karanlıkta acılar içinde kıvranırken, Dagon, Aeris'in büyüsü sayesinde Aria’nın nerede olduğunu öğrenmişti. Hiç vakit kaybetmeden Aria’nın peşine düştü. Köye yaklaştığı sırada köyün üstünde tüten dumanları görmüştü. İçinden bir ses, "Kahretsin!" diye haykırdı ve köye doğru hızla koşmaya başladı.

Köye vardığında çoktan her yer yıkılmış, birçok cansız beden harabelerin arasında yatıyordu. Dagon, hiç vakit kaybetmeden Aria'nın evine doğru koştu. Elera'yı yerde hareketsiz yatarken halde buldu. Aria'nın etrafından ise karanlık bir enerji bulutu yükseliyordu.

Dagon, Aria'ya ulaşmanın kolay olmayacağını biliyordu. Kabiledeyken olduğu gibi aniden ona doğru hareket edemezdi. Sakin kalmalı ve onu korkutmadan yanına yaklaşmalıydı. Önce yavaşça ve sakin bir ses tonuyla Aria'ya seslendi:

"Aria," derin bir nefes alarak aynı tonda devam etmeye çalıştı, "biliyorum sanki her şeyini kaybetmişsin gibi hissediyorsun, kaybettin de."

Dagon bir süre sessiz kalarak Aria'nın tepkisini bekledi. Aria'dan herhangi bir tepki gelmeyince tekrar derin bir nefes alarak sözlerine devam etti:

"Seni anlıyorum. Aynı şeyleri yaşadım. Ailem, ben çok küçük bir çocukken bir kazada hayatını kaybetmişti."

O sırada Aria, karanlık ve soğuk yalnızlığında Dagon'un sözleriyle irkildi. Hıçkırıkları durmuştu ama içindeki acı dinmek bilmiyordu. Dagon aynı şeyleri yaşadığını iddia edebilirdi ama Aria, son olaylardan sonra ona güvenemeyeceğini anlamıştı. Bu da onun küçük oyunlarından biriydi.

Aria, gözyaşları içinde karanlığın içinden sert bir ses tonuyla Dagon'a seslendi: "Artık bu tür yalanlara kanmıyorum. Git buradan, Dagon!"

Dagon bir zafer kazanmışçasına dudaklarını yukarı doğru kıvırdı. Aria sözlerine tepki vermişti; henüz karanlığın onu esir almadığına emin olmuştu. Dagon bir süre daha bu zaferini sessizce kutladı. Daha sonra Aria'ya tekrar seslenerek, "Bu sefer gerçek. Oyun yok artık," dedi.

Aria umursamaz bir tavırla, "Git buradan!" diyerek Dagon'a çıkıştı.

Dagon, bu kadar çaba sarf etmesine rağmen Aria'nın geri dönüşü olmayan yollara bu denli meraklı olması karşısında sinirlerinin tükendiğini hissediyordu. Ancak buna izin veremezdi.

Derin bir nefes alarak, yerden sakin bir şekilde aldığı taşı Aria'nın diğer tarafına doğru salladı. Aria, içgüdüsel olarak taşı fark ettiğinde taşa doğru saldırırken, Dagon da Aria'ya doğru harekete geçti. Aria, taşı gücüyle toz haline getirirken, Dagon hızlıca Aria'nın koluna dokunarak, "Yeter artık, çık şu karanlığın içinden!" diyerek onu sertçe sarstı.

Aria, bu sarsıntıyı hisseder hissetmez Dagon'u sert bir darbeyle geri savurdu. İçindeki öfke giderek büyüyordu.

"Thanara sanki başka bir beden bulamayacakmış gibi gelip beni seçti, bir de bu güç yetmiyormuş gibi sen de peşime takıldın." diye söylenerek Dagon'a doğru sertçe saldırıya geçti.

Dagon, üst üste aldığı darbelerden bir türlü ayağa kalkamıyor ve kendini savunacak gücü toplayamıyordu. Sanki sert darbeler, Dagon'u soğuk taşlı zemine yapıştırmaya çalışıyordu.

Dagon, onu bu tanrıçanın gücünden sadece yine bir tanrı gücü sayesinde kurtulabileceğini biliyordu. Ne kadar tereddüt etse ve istemese de, derin bir nefes alarak içindeki Elion'un gücünden yardım istemeye mecburdu.

Dagon, tanrılara savaş açmış bir adam olarak hayatına devam etmeyi düşünürken, ölüm tanrıçasının gücü karşısında hayatta kalabilmek için yaşam tanrısına yalvaracaktı.

Aria, öfkeyle savurduğu her darbede Dagon'u daha da köşeye sıkıştırırken, Dagon, çaresizce Elion'a dua etmeye başladı."Yüce Elion, yaşamın tanrısı, bana güç ver ve ışığınla karanlığı aydınlatmama izin ver."

Hiç birşey olmadı.

Elion, Dagon’u umursamadı mı? yoksa Dagon içinde güç taşıdığına dair kendini mi kandırmıştı?

Dagon pes etmedi, bir kez daha Elion'a seslenerek şansını denemeliydi. Yanılmış olamazdı; Elion'un gücü onun içinde bir yerlerde olmalıydı ya da o lanet olası tanrı buraya gelip onu kurtarmalıydı.

Dagon, gökyüzüne yalvarır gibi bakışlarını dikti. Gözleri, çaresizlikle dolmuştu. Kalbi paramparça olmuştu, ruhu karanlığa gömülmüştü. 'Elion,' diye fısıldadı titrek bir sesle, 'sana, yalvarırım! Biliyorum, lanetliyim, yozlaşmışım. Tanrıları yok etmeye çalışan pisliğin tekiyim. Ama lütfen, ona yardım etmeme izin ver. O sadece-"

Dagon, dudaklarını araladı, ancak kelimeler boğazında düğümlendi. Sanki bir kez söylerse, geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşacakmış gibi korkuyordu.

Dagon derin bir nefes almaya çalışarak cümleye başka bir son yazdı. "Elion, lütfen karanlığı yenmeme izin ver.' Dagon, başını gökyüzüne doğru kaldırarak, 'Lütfen, Elion' diye sessizce haykırdı.

Loading...
0%